Canlarım, yavru kartallarım,
Öncelikle geçen hafta için özür, YGS öncesi bölümler geldi ama çıktığınızda gelecek olan ekstra bölüm elde olmayan sebeplerden kazaya uğradı, ancak bugün olabildi.
İnşallah sınav iyi geçmiştir, bu defalık geçmediyse hadi hep bir ağızdan söylüyoruz:
E söylesenize, duyayım hadi:)
Hepinizi çok seviyorum.
Ayşe.
BENSİZ NERDE UYURSAN UYU, ÜSTÜN HEP AÇIK KALACAK
Hale ekrandan gülümsedi.
"Bekle. Ben hem kırdıkların hem kıracakların için kalbimi tamir edicem."
Serdar'ın kalbinde bir tel koptu, o sarsıntıyla telefonu yüzüne yaklaştırdı, Hale'nin ekrandan görünen alnını kendi alnına dayadı.
"Hale... Ben sana ölürüm.."
Hale'nin gözlerinden yaşlar akıyor, o ekranı geçip Serdar'ın tenini yakıyordu.
"Ben de sana ölürüm."
Serdar telefonu biraz uzaklaştırıp Hale'nin gözlerinin içine baktı.
"Ödeştik o zaman?"
Hale güldü.
"Ben de seni seviyorum."
Serdar bilmiyor değildi ama yine de içini şaşkın bir sevinç dalgası kapladı. Hale'nin henüz bunu söylemesini beklemiyordu. Ekrandan büyük bir aşkla ona bakan mavi gözlerden büyülenerek inledi.
"Hale... bu var ya..."
"Hıı? Bu var ya?"
"Duymak... acayip güzelmiş..."
Hale büyük bir mutlulukla, ışıl ışıl gülümsedi.
Ama Serdar, o gülümseyen gözlerde mutlulukla birlikte dalgalanan beklentiyi ve endişeyi farketmişti.
Hafifçe ekrana eğildi.
"Sen de duymak istiyorsun, değil mi? Deliriyorsun duymak için?"
Hale'nin gülüşü birden silindi.
Yüzü bir güvensizlik dalgası ile gölgelenirken, Serdar biraz daha eğildi ve gözlerini Hale'nin gözlerine kilitleyip devam etti.
"Bu davar yine bi davarlık yapacak diyosun şimdi de. Söylemeyecek diyorsun."
Hale cevap bile veremedi, gözlerini kaçırdı, kuruyan ağzını nemlendirmek için yutkunmakla yetindi.
Ama Serdar'ın gözlerinde saf bir şefkat vardı.
"Bir daha senin kalbini kırmam be yavrum. Gözlerime bak."
Hale bakınca, ona sıcacık gülümsedi.
"Halem. Ben seni çok..."
O sırada arkadan münasebetsiz bir ses duyuldu.
"Gonca gülüm nikah memuru geldi."
Bir saniye sonra da Hale ekranda Volkan'ın yüzünü gördü.
"Naber balım? Nasıl gidiyo büyük firar?"
Serdar telefona eğilen Volkan'ı ensesinden tuttuğu gibi karşı duvara yapıştırdı,
"Zamanlamanı sikeyim Volkan!"
Sonra ekrana döndü.
"Şimdi gitmem lazım yavrum. Bizim komutanın nikahı var. Sonra direk senin yanına uçuyorum."
O dakikaya kadar Volkan'a saydırmakta olan Hale birden panikledi.
"Sakın! Sakın Serdar! Şimdi burayı terkederim!"
Serdar dişlerini sıktı.
"Hale..."
Hale başını iki yana salladı.
"Beni burda bulamayacaksın. Gelme. Hazır hissedince ben gelicem. Kapatıyorum telefonu."
"Hale siktirme telefonunu, doğru dürüst konuşamadık bile lan! Kaybolma sakın, bak gelir orayı yakarım!"
"Serdar hayır..."
"Hale Ritz'i yaktırma bana!!! Yaparım bilirsin..."
Hale gerçekten korktu, dünya top sosyetesinin ve lüksün sembolü 110 yıllık Ritz, bu manyak komando yüzünden tarihe karışabilirdi.
"Serdar abartmasan, ne yakması ya???"
"Hale... son kez uyarıyorum seni, sakın sakın beni deneme..."
Serdar delirmiş gibi tehdit üzerine tehdit savururken, Hale nedenini bilmeden ağlayacak gibi oldu.
"Serdar. Yapma nolur. Düşünmem lazım. Beni zorlama, nolursun zorlama..."
"Lan..."
"Nolursun... yarın gece ararım, uzun uzun konuşuruz. Lütfen."
Serdar damarlarında kaynayan öfkeli kanını yatıştırmaya çalıştı, tehdit dolu bir ifadeyle parmağını Hale'nin ekrandaki yüzüne doğrulttu.
"Yarın gece değil. Yarım saat sonra."
"Tamam."
"Şu nikah biter bitmez seni arayacağım, telefonu açacaksın. Açmazsan ilk uçağa binerim."
"Tamam."
"O kadar vaktin var."
"Tamam."
"Söz ver."
"Söz."
"Yarım saat."
Hale sadece başını salladı, sonra yaşlarla dolu gözleri birden karardı.
Telefon kapanmıştı.
Hale'nin gözyaşları yüzünden Serdar'ın yüreği acıdı ama şu an her tür acıyı ancak öfkeye dönüştürerek hissedebiliyordu. O yüzden sinirle telefonunu duvara fırlattı ama neyse ki halihazırda duvara yapışmış halde onu seyreden Volkan, müthiş bir refleksle telefonu yakaladı.
"Uuu beybi, liseli dedected."
Sonra telefonu Serdar'a götürürken sırıttı.
"Telefonu duvara fırlattın, bi de kollarına faça at, tam olsun."
Serdar az sonra infilak edecekmiş gibi görünen suratıyla Volkan'a dönünce Volkan ellerini kaldırdı.
"Iıı... Şimdi beni de duvara fırlatırsan çok klişe olur. Duvarı telefona fırlatsan? Yakışır Hulk'uma."
Bir saniye sonra Volkan elinde telefonla Orduevi'nin balkonundan koridora doğru uçuyordu.
----------------------------------
Kartallar da o sırada nikah salonuna yürüyorlardı, birden balkondan Volkan'ın uçtuğunu gördüler, Alihan çarpışmamak için bir adım geri çekildi.
Volkan ayaklarının dibine serilince de, balkondan çıkan Serdar'a anlayışla baktı.
"Serdarım... iyi misin?"
Volkan yattığı yerde sırtüstü döndü.
"Pardon abi de, burda yere çakılan benim?"
Alihan onu hiç sallamadan, bir eliyle Serdar'ın kolunu tuttu, diğer elini de omzuna koydu.
"Oğlum aşkın sefası da var cefası da. Sefası sizin olsun da, cefasını bi büyüğe danışalım falan dersen çıkışta Avni Abi'nin mekana..."
Serdar daha cevap veremeden, onları duyan Recep arkadan homurdandı.
"Bölgeye gidecektik?"
Ulaş gözlerini devirdi.
"İki saat geç gidersiniz. Akşam içelim işte."
Recep Serdar'ın acısıyla zerre kadar ilgilenmiyordu.
"İyi, ben giderim."
Tansel itiraz etti.
"Yok be, yalnız uçağa binme sen. Pilota kıl kaparsın falan."
Volkan yattığı yeri rahat bulmuş olacak, ordan önce Alihan'ın, sonra Recep'in taklidini yaptı.
"Uçağı niye sen indirdin olum? Uslu durmadın mı?"
"Pilotu yedim, sayılır mı?"
Recep postalıyla Volkan'ın tam üstüne basıp nikah salonuna doğru yürüyüp giderken, Cengo Serdar'ın göğsüne bir yumruk patlattı.
"Adam çok aşık. Babam der ki seveni sevelim koruyalım. Akşam içiyoruz."
Serdar Cengo'nun yumruğuna bir yumrukla karşılık vermeyi ihmal etmedi ama yüzü gülüyordu.
"Cengom baban seni biraz aceleye getirmiş ama olsun..."
Bu herifler arkadaşı olduğu için kendisini çok şanslı hissediyordu.
"Beni affedin, işim var. Lakin..."
Bütün tayfaya minnetle gülümsedi.
"Eyvallah."
------------------------------------------
"Ben de sizi karı koca ilan ediyorum."
Bütün davetliler alkışlarken, Ulaş'ın sesi duyuldu.
"Gençler öpüşün!!!"
Kudret Komutan "zevzek" diye mırıldanarak imzayı attı, lakin karısını ayağa kaldırırken Ulaş'a katılan Kartallar'ın tezahüratları salonu inletmeye başladı.
"Öp! Öp! Öp!!!"
Bir yandan da ayaklarıyla yere vuruyorlar, ahşap taban bir sürü devenin ayağının altında titriyordu.
"Öp! Öp! Öp!!!"
Hemen hepsi Özel Kuvvetler askerlerinden ve MİT mensuplarından oluşan davetli topluluğu da Kartallara katılınca, ses devasa boyutlara ulaştı. Nikah masasının tam üstündeki devasa avizenin kristal taşları bile yere hızla vurulan ayaklara dayanamayarak sallanmaya, şıkır şıkır birbirlerine vurarak tezahürata eşlik etmeye başladılar.
"Öp! Öp! Öp!!!"
Lakin Kudret Binbaşı gaza gelmedi. Önce ters ters kartallarına baktı, sonra Ebru'nun yüzünü avuçlarının içine alıp alnına bir öpücük kondurdu.
"Aaaaaa...."
Kartalların hayal kırıklığıyla homurdanmaya ve ıslık çalmaya başladılar.
İşte o anda kimsenin beklemediği bir şey oldu, Ebru Kartallara doğru muzip bir bakış atıp Kudret Binbaşı'nın uniformasının yakasını tuttu, adamı kendisine çektiği gibi dudaklarına yapıştı.
Kudret Binbaşı şok içinde Ebru'nun dudakları tarafından yağmalanırken, Volkan coşkuyla bağırdı.
"İşte bu beee! Kimin yengesi!!!"
Anında başta Kartallar olmak üzere salonu dolduran bir sürü bordo, sloganı tezahürata çevirdi.
"Kimin yengesi!!! Kimin yengesi!!! Kimin yengesi!!!"
MİT tribünü, ay yani sıraları, derhal tezahürata cevap verdi.
"Enişte şak şak şak! Enişte şak şak şak!"
Sonra anlaşmış gibi hep bir ağızdan bağırmaya başladılar.
"Oğlan bizim kız bizim... Oğlan bizim kız bizim..."
Ebru nihayet çiçeği burnunda kocasının yakasını bırakıp uzaklaştığında, Kudret Binbaşı çok fena sersemlemiş görünüyordu.
Ama Özel Kuvvetler Komutanı'nın yerinden kalkıp onlara doğru yürüdüğünü görünce, toparlanmaya çalıştı. Kalkarken onlara bir "siz adam olmazsınız" bakışı atan Komutanın elindeki katlanmış bayrağı gören Kartallar da tezahüratı ve goygoyu bırakmış, saygıyla ayağa kalkmışlardı.
Komutan, Kudret Binbaşı'nın verdiği selamı aldı, sonra konuşmaya başladı.
"Allah evliliğinizi daim kılsın, sizi ve evlatlarınızı korusun. Çocuklarınız bu yüce bayrağın gölgesinde büyüsün, aynı bu bayrak gibi barışın güvercini, savaşın kartalı olsunlar inşallah."
Sonra bayrağı yeni evli çifte uzattı.
Kudret Binbaşı ve Ebru, bayrağı birer ucundan tutarak açtılar ve havaya kaldırdılar.
Salonu dolduran herkesin gözleri dolarken, tüm askerler selama durdular.
----------------------------------
Ordu Evi çıkışında, Serdar komutanını ve yeni eşini aceleyle tebrik edip karşıdaki sahile doğru yürürken, onu düşünceli gözlerle izleyen biri vardı. Emre, adamın Hale'yi bulamadığı için ne hale geldiğini gördükçe, yüreği eziliyor ve vicdan azabından kıvranıyordu. Acaba Hale'nin Suriye'de olduğunu Serdar'a söylese miydi?
O sırada en arkada beklediği tebrik kuyruğunda sırasının geldiğini farkedince, düşünmeyi bırakıp Kudret Binbaşı'nın elini sıktı, Ebru'yu da yanaklarından öptü.
"Mutluluklar dilerim Şefim. Binbaşım."
Kudret Binbaşı bu çocuğu seviyordu.
"Sağol aslanım. Darısı başına."
Emre hüzünle gülümserken, Ebru arkadan gelen var mı diye bakıp Emre'nin kulağına eğildi.
"Nedir şimdi plan?"
"İşte dediğim gibi, bu gece Ulaş'la Suriye'ye uçuyoruz, orda şu Zierman denen ajanı bulup halledince Moskova'ya geçicem."
"Tamam, Moskova'da buluşuruz."
Ebru fısıldasa da Kudret Binbaşı "Moskova'da buluşuruz" lafını duymuştu, kaşlarını çattı.
"Hayırdır karıcım sen?"
"Nolmuş bana kocacım?"
"Hamile hamile Moskova'da ne işin var senin?"
"Spetznaza aş erdim kocacım."
Kudret Komutan'ın kaşları iyice çatıldı.
Ebru'nun o MİT ajanını şehit eden spetznazlara taktığını ve Lebodov'u mercek altına almak için birkaç MİT ajanını Moskova'ya, bir MİT ajanını da Sibirya'ya gönderdiğini biliyordu ama kendisinin de oraya gideceğini bilmiyordu.
Gözlerini kıstı.
"Gidip timini mi kontrol edeceksin?"
Ebru yutkundu.
"Hayır. Onlara liderlik edeceğim."
Kudret Komutan'ın gözlerinden ateş, kulaklarından duman çıkmaya başlarken acele acele konuştu.
"Sana söylesem asla izin vermezdin, ben de o yüzden biraz susmuş olabilirim ama artık yapabileceğin hiçbir şey yok, görev emrimi çıkarttırdım, haftaya gidiyorum, oh be söyledim rahatladım!"
Emre Kudret Komutan kadını boğmaya kalkarsa falan araya girmeye kendini hazırladı çünkü az ilerde MİT müsteraşıyla sohbet eden Özel Kuvvetler Komutanı'na bir bakış atıp karısına eğilen çiçeği burnunda damadın ses tonu katil olmaya yaklaştığının sinyallerini veriyordu.
"Görev süren 'karıcım'?"
Ebru bir yutkundu ama cesaretini yitirmemeyi ve Kudret Binbaşı ile aynı tonlamayı tutturmayı başardı.
"Süresiz 'kocacım'. İş bitimine kadar."
Kudret Komutan'ın bir sonraki sorusu, dişlerinin arasından iyice tıslayarak çıktı.
"Cover kimliğin ne?"
Cover kimlik, MİT ajanlarının görevlerini yaparken kullandıkları gizli kimlikti ve açığa çıkmamak için görev süresince bu kimlikleriyle alakaları olmayan hiç kimseyle görüşmezlerdi. O kişi kocaları ya da çocukları olsa bile.
Ebru bir kez daha yutkundu. Cover kimliğinden kocasının hiç memnun kalmayacağını biliyordu.
O yutkunurken Kudret Binbaşı bir kez daha tısladı.
"Bir soru sordum 'karıcım'."
"Adını bilmediği sarhoş bir spetznazla tek gecelik ilişkisinden hamile kalmış bir Gürcü kadını. Güya bebeğimin babasını arıyorum. 'Kocacım'.
Kudret Komutan Ebru'nun bileğine yapıştı.
"Kocacığın sana bebeğin babasının kim olduğunu anlatacak. Yürü."
"Ama..."
Kudret Binbaşı az ilerde sohbet eden Özel Kuvvetler Komutanı'na da, MİT Müsteşarına da veda bile etmeden gelinini sürükleyerek ordan çıkarırken, Emre'nin kulağına Ebru'nun itirazları çalınıyordu.
"Kudret sizin komutanla bizim müsteşara veda etmemiz lazım. Kudret dur. Ay sanki sen olsan gitmezdin. Bi şey diyim mi beş yıllığına Jüpiter'e bile giderdin. Ya Kudret... Kudreeet... Bak söz iş bitmezse bi yolunu bulur, çocuğu doğurmaya gelirim. Kudret bi dur...."
---------------------------
Serdar Tarabya sahilinde zula bir köşe bulup oturdu, Hale'nin numarasını çevirdi.
Telefon çalana kadar, Hale çadırda ağlamakla meşguldü, Serdar'ın görüntülü aradığını görünce hemen gözlerini sildi, televizyonu açıp filmi başlattı, Ritz arka planı videosunu çalıştırdı ve telefonun "yanıtla" düşmesine bastı.
Serdar Hale'nin şiş gözlerini görünce kaşlarını çattı.
"Gözlerin şiş. Ağladın mı sen?"
Hale başını iki yana salladı.
"Yoo... Şey... dün gece... pek uyuyamadım da... Seni beklerken uyuyup kalmışım, onun şişliğidir."
Serdar'ın kaşları daha da çatıldı.
"Dün gece niye uyuyamadın?"
Hale kıvırmaya çalıştı.
"Kabus gördüm. Londra biraz soğuk, galiba üstüm de açık kaldı..."
Serdar telefona eğildi.
"Hale..."
"Hı?"
"Bensiz nerde uyursan uyu... üstün hep açık kalacak."
Hale'nin gözleri doldu.
"Kalacak, di mi..."
Serdar elini ekrana uzattı, Hale'nin yanağını okşadı.
"Çok eksik be yavrum."
Hale'nin gözünden bir damla yaş akarken devam etti.
"Sensiz olmuyor."
Sensiz de olmuyor...
Olmuyordu gerçekten. Oluyormuş gibi yapıyordu, kimseye belli etmiyordu, hep gülüyordu, konuşuyordu ama olmuyordu.
Sadece mış gibi yapıyordu.
Mış gibi yapmak sorun değildi, annesiyle babası öldüğünden beri alışkındı, o hep mış gibi yapardı.
Ama Serdar'ın yokluğu, annesiyle babasının artık kanıksadığı yokluğundan bile beterdi.
Annesinin doğum günü için Şile'deki yazlığa gidiyorlardı. Bir milletvekili olan babası, Meclis tatile girer girmez gelmiş, karısını ve ondört yaşındaki kızını alıp Şile'deki taş evlerine doğru yola çıkmıştı.
Hale arka koltukta, telefonunda yılan oyunu oynamakla ama camdan gelen güneş yüzünden ekranı göremediği için söylenmekle meşguldü.
"Ya niye öğlen öğlen yola çıktık baba ya?"
Annesi dikiz aynasından bilmiş bilmiş ona sırıttı.
"Senin derdin öğlen öğlen yola çıkmak mı acaba?"
"Başka ne derdim olacakmış?"
"Mesela amcanlarla kahvaltıya gelen o çıtırı bırakıp yola çıkmak olmasın?"
Annesi her zamanki gibi haklıydı. O çıtırın ismi Emre idi ve anlaşılan kuzeni Ulaş'ın çocukluk arkadaşıydı. Amerika'da Yale Üniversitesine yeni girmiş meteor kıvamında bir onsekizlikti ve o sabah Amerika'dan kalkıp Kara Harp Akademisi'nde okuyan oğullarını ziyarete gelen Akahan ailesinin yanına takılmıştı.
Hale onu gördüğü an kararını vermiş, "ben bununla evlenirim" demişti. Tamam çıtırın onu pek taktığı yoktu, hatta bi kere başını okşamış, ona fena halde çocuk muamelesi yapıp Hale'nin sinirlerini bozmuştu ama sorun değildi, Hale nasıl olsa büyüyecekti.
Ayrıca çocuğun gözleri tam da şu anda yanından gittikleri uçurumun dibinde görünen denizin mavisinden değil miydi?
"Yok artık! Neresi çıtır onun be. Bildiğin yaşlı."
"Çocuk onsekiz ayol. Çıtır çerez işte."
Hale annesinin dikiz aynasındaki muzip bakışlarına dil çıkararak cevap verirken direksiyondaki babası homurdandı.
"Hatun sen nasıl konuşuyosun küçücük kızla yahu? Çıtırlar çerezler..."
Hale kıkırdadı.
"Anne babam çok fena kıskan..."
Her şey bir anda oldu.
Hale birden yan camdan gelen güneşin kesildiğini, devasa bir gölgenin üzerlerine düştüğünü farketti.
Başını kaldırdı.
Tam yanlarında bir kamyon gördü...
Uyandığında hastanedeydi ve tek hatırladığı, çarpmadan bir saniye önce göz göze geldiği kamyon şöförüydü.
Adam takım elbise giyiyordu.
Ama kimse Hale'ye inanmadı.
Bir daha aynı şeyleri yaşamayacaktı.
Bu sefer kendisini mahkum ettikleri bilinmezliğe karşı çıkacaktı.
Çünkü her şeyin kendisinden saklandığı, polislere o takım elbiseli adamdan söz etmesine bile izin verilmediği, sürekli geçiştirildiği o günleri bir daha yaşayamazdı.
Ve bir kez daha korunmak istenirken belirsizliğin acısına mahkum edildiği bir kaderi kabul etmeyecekti.
Barut kokulu asker, istediği zaman gelip parfüm kokulu kızı içine çekemez. Ben barutu kanı acıyı dibine kadar bilmeden olmaz. Ben seni affetmeden olmaz.
Hale'nin düşüncelerini, Serdar'ın acı çeken sesi böldü.
"Hale... kapat geliyorum."
Hale irkildi.
"Nereye geliyosun ya?"
"Orda tek başına ağlıyosun kızım! Ağlayacaksan da benimle ağla, kapat, gece ordayım!"
Hale ağladığının bile farkında değildi, aceleyle gözyaşlarını sildi.
"Gelme. Kapatır kapatmaz gidicem zaten."
Serdar sinirlendi, böğürdü.
"Lan nereye gidiyosun?!!! Beni bu kadar severken nasıl gidiyosun?!!!"
Hale Serdar'ın gözlerinin içine baktı.
"Sen giderken beni sevmiyo muydun?"
Serdar'ın yanıtı boğazında düğümlendi kaldı ama Hale'nin sesi giderek yükseliyordu.
"Bana git o ütülü pantolonla evlen derken seviyo muydun sevmiyo muydun? Söylesene Serdar! Bana aşık mıydın değil miydin? Ben askerim barut kokarım derken, sen dantelsin parfümsün derken, bizden bi sikim olmaz derken beni seviyo muydun sevmiyo muydun cevap versene yüzbaşı!!!"
Serdar yumruklarını sıktı.
"Seviyordum. Çok seviyordum."
Hale'nin sesi fısıldar gibi çıktı.
"O zaman nasıl gittin?"
Serdar'ın yüreği ezildi.
"Beni hiç affetmeyeceksin değil mi?"
Hale başını iki yana salladı.
"Affedicem. Ama daha affetmedim. Affedemedim."
Serdar dudaklarını ısırdı, kalbini bir yumruğun içinde sıkılıyormuş gibi hissettiren acıyla başa çıkmak için gülümsemeye çalıştı, sesine şakacı bir ton yerleştirdi.
"Tahmini ne vakit affedersin?"
Hale ister istemez güldü. Gözyaşları gülümsemesine karışırken omuzlarını kaldırdı.
"Bilmiyorum. ama Dilem diyor ki..."
Serdar dişlerini sıktı.
"Ne diyor o gereksiz Dilem?"
"Kalbimizi kıran birini beynimizin affetmesi altı ay sürüyormuş."
Serdar anında böğürdü.
"Oha!!!"
Sonra da fena halde deli deli bakmaya gözleriyle ekrana eğilip tehdit eder gibi parmağını salladı Hale'ye.
"Bana kalbini de beynini de siktirme! O zamana kadar ben bu siktiğimin gezegenini yakarım!"
Hale'nin hüzünlü gülümsemesi yerini bezgin bir göz devirişe bıraktı.
"Hah. Hoşgeldin Hulk devesi."
Serdar sakinleşmeye çalıştı ama bir türlü olmuyordu.
"Hale... Bir aydır delirdim güzelim. Yapma. Daha beş ay sensiz olamam ben."
Hale'nin yüzü çok kararlıydı.
"Olacaktın ama. Sana kalsa belki daha fazla olacaktın."
"Hale..."
"Serdar..."
Serdar derin bir nefes aldı, bütün güzüyle sakinleşmeye çalıştı.
"Gel şunu iki ay yapalım. Bir ayı geçti, sana bir ay daha vereyim..."
Hale başını iki yana salladı.
"Pazarlık yok Yüzbaşı."
Serdar içinden bi milyon tane küfürü saydı ama Hale'nin ekrandaki yüzüne masum masum gülümsemeyi başardı.
"Tamam. Pazarlık demeyelim de... Hafifletici sebeplerden bahsedelim."
Hale kaşlarını kaldırdı.
"Hafifletici sebep... Vatan mı?"
"Vatan hafif herhangi bi şey olmaz da..."
Sonra derin bir nefes çekip bekledi, sonunda ekrana eğilip gözlerini Hale'nin gözlerine kilitledi.
"Vatan mı sen mi dersen... Her zaman vatanı seçerim Hale."
Hale'nin suratının asılmasını bekliyordu ama öyle olmadı. Hale gülümsedi.
"Vatanı seçmelisin zaten. Vatanı seçmeyecek olsan sana bu kadar aşık olmazdım."
Serdar kaşlarını çattı.
"E o zaman?"
Bu sefer ekrana eğilip gözlerini Serdar'ın gözlerine kitleyen Hale'ydi.
"Benim peşime düştüğüne göre... şu beni ödünç gelin vereceğin sır ve gizem dolu büyük memleket meselesini hallettiniz di mi? Halletmesen benim peşimde dolanıyor olmazdın, haksız mıyım?"
Serdar başını salladı.
"Hallettik, evet."
Hale acıyla gülümsedi.
"Demek ki ben başkasıyla evlenmeden de halledilebiliyormuş. O zaman niye önceden halletmedin Serdar?"
Serdar kendisine bile sormadığı o soruyla kaşlarını çatarken Hale devam etti.
"Benden çok çabuk vazgeçtin. Vatan için olsa bile... savaşmalıydın."
Serdar'ın verecek cevabı yoktu. Hale sapına kadar haklıydı.
Vatan için savaştım ama onun için savaşmadım.
İnsan sevdiğini en sonunda vatan için feda edebilirdi ama Serdar en başında feda etmişti.
Tam o sırada, duyduğu bir sesle irkildi.
"O ses neydi?"
Hale omuzlarını silkti, telefonun ekranını hemen yanındaki televizyona çevirdi.
"Televizyon. Bir savaş filmi izliyordum da, ordan geldi."
Serdar'la konuşurken birileri uzakta roket falan atar da Serdar şüphelenirse diye, Sare çadıra bir televizyon ve bir DVD player ayarlamış, Serdar'la konuşmadan mutlaka filmi açması gerektiğini söylemişti.
Serdar gülümsedi, başını salladı, konuya döndü.
"O zaman... sen gelmiyorsun..."
"IIh. Gelmiyorum. Sen de gelmiyorsun."
Serdar kabullenmiş gibiydi.
"Ara sıra arar mısın?"
Hale gülümsedi.
"Ararım."
"Söz ver."
"Söz."
"Beni çabuk affet."
"Tamam."
"Ona da söz ver."
"Tamam. Ona da söz."
Serdar sevdiği kadına gülümsedi.
"Yaptığımı da ödet bana, bu mevzuda da ödeşelim, bitsin."
Hale'nin gülüşü hıçkırır gibi çıktı, ağlamakla gülmek arasında gelmekten şirazesi iyice kaymıştı.
"Ödeşince başlayacak salak şey."
Serdar bir kahkaha attı. Sonra telefona eğildi.
"Hale... seninle ömrüm boyunca ödeşirim."
Sonra telefonu kapattı.
Ama telefonu kapatır kapatmaz, gülümsemesi yüzünde dondu.
Hale'nin televizyondaki filmden geldiğini söylediği ses, televizyondan falan gelmiyordu.
O bir RPG 7 tanksavar roketiydi ve Serdar'ın duyduğu sesten hesapladığı kadarıyla yaklaşık 800 metreden atılmıştı.
Hale Londra'da değildi. Şu aralar RPG 7 tanksavar roketlerinin aktif kullanıldığı iki yerden birinde, Suriye'nin Deyri-Zor bölgesinde ya da Filistin'in Gazze sınırında olmalıydı.
Bu kız savaşmaya gitmeyeceğine göre...
Dilem.
Sınır Tanımayan Doktorlar.
Sınır Tanımayan Doktorlar'ın Gazze'ye girişinin iki sene önce yasaklandığını biliyordu.
Deyri Zor.
Ulan sarışın... Barut koklamaya gittin oraya di mi... Ulan Hırt prenses...
Serdar zıpladığı gibi ayağa kalkarken, kararını çoktan vermişti.
"Bu sefer de senin için savaşalım be Hale."
Anam bunlar haftaya kavuşuyor mu ne?