CEHENNET

By ftmnreker

16.5K 5K 2.9K

"Dünya hem cehennemi, hem cenneti yaşattı bana. İkisini bir arada..." Geçmiş hiçbir zaman geçmemişti aslında... More

Sevimsiz olaylar silsilesi;
Ölümün sevimsizlikleri;
yeni bir başlangıç sorunsalı;
gizemli fotoğraf olayı;
üstü kapalı mevzular;
Kardan adam ve güneş;
Aptal bir tahmin;
sıradan bir gün;
çocuk ruhlu kardan adam;
eriyen buzlar;
Bir garip çekim;
birtakım yeni sorunlar;

karışık bir gün;

717 226 182
By ftmnreker

☁⛅☁


Sıla Ulusoy;

Kafamın içi susması için yalvardığım, ne yaparsam yapayım susturmayı başaramadığım sesler ile dolu. Kafamda kıyametler kopuyor. Kafamın içi mahşer yeri... İçimde garip bir huzursuzlukla açtım bugün gözlerimi sabaha. Dışarıdaki güneşli havanın aksine, içimde kasvetli bulutlar dolanıyordu. Nedenini bilmediğim bir şekilde boşlukta hissediyordum kendimi, uyandığım andan beri. Yasladığım duvardan sırtımı ayırıp bedenimi dikleştirdikten sonra bacaklarımı yorganımın altından kendime doğru çektim. Neden böyle iğrenç hissediyordum bugün? 

Yatağımdan ayrılıp komodinin üzerinde duran paketimden bir sigarayı alarak çıplak ayaklarımla küçük balkonuma çıktım. Hava güneşli olmasına rağmen dondurucu bir soğuk vardı. Aldatıcı güneş hiçbir şekilde engel olmuyordu esen serin rüzgarların beni titretmesine. Dudaklarıma sıkıştırıp yaktığım sigaramdan derin bir nefes çekip dumanın ciğerlerimi köşe bucak işgal etmesine izin verdim. Midemin boş olması, içtiğim sigaranın oldukça ağır oluşu ile birleşince ufak bir baş dönmesine neden oldu. Bunu umursamadım. Bu, şu durumda umursayacağım en son şey bile değildi. Nedensiz bir şekilde kötüydüm, kafamın içindeki karmaşada boğulmak üzereydim, huzursuz bir ruh halindeydim. Kendimi içimde oluşan boşluktan aşağı bırakmak istiyordum ki, bu pek mümkün görünmüyordu. İki parmağımın arasında tuttuğum sigaramdan son dumanı da çektikten sonra betona bastırıp söndürerek aşağı fırlattım ve izmaritin asfalta çarpıp savruluşunu izledim. 

"İki saattir sana sesleniyorum. Hey! Ne yapıyorsun sen burada? Hasta olacaksın, şu haline bak. Kalk, içeri geçelim." Sude'nin çok yakından gelen sesi irkilmeme neden oldu. Geldiğini fark etmeyecek kadar dalmıştım. Kolumu tutup beni kaldırırken hâlâ söyleniyordu. "Bu şekilde balkonda oturacak kadar ne yaşadın acaba? Ocak ayındayız Sıla, Ağustos değil." 

Üzerimde ince bir pijama takımı olduğunu, ayaklarımın da çıplak olduğunu göz önünde bulundurunca Sude haklıydı. "Tamam Sude, abartma." dedim iç geçirerek. 

Bana sinirli bir bakış fırlattı ama daha fazla üstelemedi. "Koşu yapmaya çıkacağım, haber vermek için gelmiştim." dedi, omuzunu kapı pervazına yaslamış bana bakarken. 

"Ben de geleceğim." dedim birden. 

Kaşlarını kaldırıp bana şaşkınlıkla baktı. "Sen koşmaktan nefret edersin." dedi sorgulayıcı bir tavırla. Haklıydı, koşmayı hiçbir zaman sevmemiştim. Sude, bunun sağlıklı bir yaşam için oldukça önemli olduğunu düşünürken bana göre yalnızca amaçsız ve yorucu bir eylemden ibaretti. Ama bugün kafamı meşgul etmek adına, Sude ile birlikte koşu yapacaktım. Omuz silkip siyah bir eşofman altı ve beyaz bir sweatshirt geçirdim üzerime. Dolabımın arka tarafında kalan siyah hırkamı da çıkarıp belime bağladıktan sonra hazırdım. Hava oldukça soğuktu, bu hırkaya ihtiyacım olacaktı. 

"Gidebiliriz." dedim kapımın önünde dikilmiş, bana garip bakışlar atan Sude'nin yanından geçip merdivenlere yönelerek. Birkaç saniyenin ardından arkamdan gelen ayak seslerini duyunca gülümsedim. 

Evden çıktıktan sonra Sude'nin peşine takılarak bir süredir keşfetmiş olduğu yürüyüş yoluna ulaştım. Adımlarımız gitgide hızlandı ve nihayet yumuşak zemin üzerinde koşmaya başladık. Koştukça suratıma çarpan rüzgar, kaçmaya çalıştıkça önüme çıkan gerçekleri anımsatıyordu bana. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Düşünmemeliydim. Bu kendime yaptığım bir işkence gibiydi. Düşündükçe daha da kötü bir hal alıyordu her şey. Daha da zorlaşıyordu. Bunu kendime yaparak ruhumu bir çıkmaza sürüklemekten vazgeçmem gerekiyordu acilen. 

Daha fazla koşamayacağımı fark edip yolun kenarındaki kaldırıma bıraktım kendimi. Sude de yanıma oturup bağdaş kurduktan sonra elinde tuttuğu plastik şişeyi bana uzattı. Kuruyan boğazım su ile temasından sonra daha iyi bir hal alırken belimdeki hırkayı çıkarıp üzerime geçirdim. Terlemiştim ve havanın soğukluğu terimin donmasına neden olacak kadar sertti.

"Dün..." dedi Sude etrafına bakarak. "Koray'ı gördüm."

Kaşlarım merakla havaya kalkarken uzandığım kaldırımdan kalkıp oturur pozisyona geldim. "Nerede gördün?" 

"Burada." dedi olağan bir şekilde. İstem dışı olarak gözlerim etrafı taradı ama bizim dışımızda kimse yoktu. 

Bakışlarım tekrar Sude'yi bulduğunda bana bakmıyordu. "Konuştunuz mu? Bir süredir yoktu ortalarda." derken sesimi normal tutmak için oldukça yoğun bir çaba sarf etmiştim. 

Başını aşağı yukarı sallayıp, "Ailevi meselelerden dolayı gelemiyormuş, birkaç güne dönecekmiş." dedi Sude. Birkaç güne dönecekmiş... Birkaç gün daha beklemem gerekiyordu, sonrasında Koray ile konuşma fırsatım olacaktı. Yalnızca birkaç gün daha... Sude'de anlam veremediğim bir durgunluk kendini gösterirken nedenini sorup sormamak arasında gidip geliyordum. Sonunda sormamaya karar verdim, en azından şimdilik. O sırada titreyen telefonum varlığını belli edince cebimden çıkarıp gelen mesajı açtım.

Kimden: Kardan Adam

"Çok çabuk bıraktın kendini."

Etrafıma bir kez daha baktım ama yine kimseyi göremedim. Neredeydi bu adam? Hem çok iyi gizleniyor, hem de beni görüyordu. Cidden, bunu nasıl yapıyordu?

Kime: Kardan Adam

"Beni takip etmekten vazgeçmeni söylemiştim."

Sadece birkaç saniye içinde mesaj gelmişti. Gelen mesajı bekletmeden açtım.  

Kimden: Kardan Adam

"Evet söylemiştin, ardından seni kurtarmak için operasyon yapmıştık..."

Cevap vermedim. Haklıydı ama bunu söyleyerek egosuna katkı sağlayacak değildim. Ne hali varsa görebilirdi. 

"Çabuk pes ettin." dedi Sude, normal haline dönüp ayağa kalkarak. Atınç ile aynı şekilde düşünmeleri yüzümü buruşturmama neden olmuştu. Bence gayet fazla koşmuştum. 

"Fazla bile dayandım." dedim karşılık olarak. Gülerek elini uzattığında, uzattığı elini tutup ayağa kalktım. 

Seri adımlar atarak eve ilerliyorduk ki, ilerleyen saatin etkisi ile kalabalıklaşan caddenin bize oldukça uzak olan bir kısmında gördüğüm ya da gördüğümü sandığım kişi olduğum yere çakılıp kalmamı sağladı. Üç saniye, yalnızca üç saniye kaldı görüş alanımda ama bu beni üç kere yerle bir edebilirdi. O olup olmadığından emin değildim. Çok kısa bir süreydi üç saniye. Üç saniye bir şeyi net olarak görmek için yeterli bir süre değildi.

Sude attığı birkaç adımdan sonra yanındaki yokluğumu fark edip geriye döndü. Ona bakmadığım halde bana doğru geldiğini fark edebiliyordum. Yanımda durduktan sonra elini gözümün önünde aşağı yukarı sallayarak, "Hey!" dedi. "Yine daldın gittin." 

Gözlerimi odakladığım yerden zorlukla çekip Sude'ye baktım. "Görkem..." diyebildim fısıltı halinde. "Onu gördüm, sanırım." 

Sude kaşlarını çatıp söylediğim şeyi idrak etmeye çalıştı önce. Sonra, "Emin misin?" diye sordu cevabın olumsuz olmasını diler gibi. 

Başımı iki yana sallayıp; "Emin değilim." diye mırıldandım. "Yüzünü net olarak görmedim." Emin değildim ama içimden bir ses onun olduğunu söyleyip kemiriyordu beynimin bir köşesini. 

"O değildir." dedi Sude gizlemeye çalışsa da, kendini bariz bir şekilde belli eden endişesini sesine yansıtarak. "Çok benzeyen biridir ama o değildir Sıla. Onun burada ne işi olacak ki hem?" 

Peki bizim burada ne işimiz vardı? Cevap vermemeyi tercih edip kafamı sallamakla yetindim. 'Yanıldın.' dedim kendi kendime, 'o değildi.' Sude bana destek vermek ister gibi koluma girip yürümemi sağladı. Uyandığımda içimde hissettiğim o boşluk, Görkem'in aklıma gelmesinin sonucunda öfke ile dolmuştu. Unutabilirim diye düşünsem de unutamayacağımı anladım. Ben onun bana yaşattığı hiçbir şeyi unutamazdım. Ömrümün sonuna kadar onu hatırlatacaktı bana, ihanetinin ruhumda bıraktığı iz. Bana zorla tattırdığı acıların hiçbirini sindirememiştim ben, bunu anladım. Sindiremeyecektim. 

Eve girdiğimizde, ikimiz de sessizliğimizi koruyarak odalarımıza ayrıldık. Vakit kaybetmeden, gerginliğimin etkisi ile kaskatı olan bedenimi sıcak suyun altına attım. İçime dolan öfkemi bastırmaya çalıştım, olmadı. Çocukluğumu uğruna harcadığım insan beni bozuk para gibi harcamıştı, bunu yutamıyordum. Koşulsuz güvendiğim insanın en renkli çağımı siyaha boyamasını yediremiyordum kendime. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, bu değişmeyecekti. Ona olan öfkem asla dinmeyecekti. Ona olan kinim bir gram bile eksilmeyecekti. 

Sızlayan elim düşüncelerimi geri plana atmama neden olurken duvarı yumrukladığımı yeni fark ediyordum. Hala açık olan suyu kapatıp kızaran elimi umursamadan banyodan çıktım. Oyalanmadan üzerimi giyinip alt kata indim. Sude çoktan işlerini halletmiş, kahvaltılık bir şeyler hazırlamıştı. 

"İyi misin?" dedi beni görür görmez. 

Kafamı sallayıp; "İyiyim." dedim. Gözü elime kaydığında, kazağımın kolunu çekiştirerek elimi kapattım. Bana sinirli bir bakış attı ama bir şey söylemedi. Kahvaltı faslını sükunet içinde bitirdikten sonra aldığımız bilgisayarın parasını vermek ve alışveriş yapmak için yeniden evden ayrıldık. Kısa bir yürüyüşten sonra bilgisayarı aldığımız mağazaya ulaşmıştık. 

Görevli adama doğru yürüdüğümüzde, bizi fark edip ayağa kalktı. "İyi günler. Nasıl yardımcı olabilirim?" 

Sıcak tavrına gülümsemek adına kendimi zorladım. "Ödeme yapacağız." dediğimde, ad ve soyad alıp bilgisayarına döndü. 

Birkaç dakika sonra kafasını kaldırdı ve; "Yapmanız gereken bir ödeme görünmüyor." dedi.

Kaşlarımı çatarak, "Pardon?" dedim. "Yapmanız gereken bir ödeme görünmüyor da ne demek?" 

"Dizüstü bilgisayar almışsınız, doğru mu?" diye sordu görevli adam. Sude onu onayladığında, "Bilgisayarı aldığınız tarihten iki gün sonra ödeme yapılarak hesap kapatılmış." diyerek bir açıklama yaptı. Ama bu açıklama bizi aydınlatmak yerine, daha da kafamızı karıştırmıştı.Biz ödeme yapmamıştık, bu imkansızdı.

Sude gergin bir şekilde önünde duran masaya yaslanıp; "Ödemeyi kimin yaptığını öğrenme şansımız var mı?" diye sordu.

"O tarihte çalışan arkadaşı aramam gerek, eğer hatırlıyorsa yardımcı olabilir." diye yanıtladı adam Sude'yi. Ardından da telefonunu çıkarıp birini aradı. Beş dakika kadar süren, soru-cevap şeklinde geçen konuşmanın sonunda telefonu kapatıp bize döndü. İkimiz de merak dolu bakışlarımızı adama dikmiş, ağzından çıkacak kelimeleri bekliyorduk. "İsim yok, yalnızca siyah takım elbiseli, genç bir adam olduğunu söyledi." dedi görevli nihayet konuşarak. 

Siyah takım elbiseli genç adam... Kimsin sen? Sude ile aramızda geçen kısa bakışmanın ardından adama teşekkür edip mağazadan çıktık. 

"Kim bu adam? Kim olabilir?" diye sordum, yanıtının olmadığını bildiğim halde. 

Sude sıkıntılı bir nefes verdi. "Bilmiyorum. Ama sonunda mutlaka ortaya çıkacak ve ben o zaman onun kafasını patlatacağım." 

Bizimle bu şekilde uğraşabilecek kimsenin olmadığından emindim. Tanımadığımız biri olma ihtimali yüksekti ama neden böyle bir şey yaptığının açıklamasını bir türlü bulamıyordum. Kim böyle aptalca şeyler yapardı ki? Bu çok saçmaydı. Kafamıza doluşan tilkiler ile boğuşarak alışveriş merkezine doğru yol aldık.

Bu meseleyi zamanın güçsüz kollarına bırakmaya karar vererek Sude ile alışveriş listesini bölüşüp önümde uzanan reyonların arasına girdim. Elime aldığım alışveriş sepetine ev için gerekli ne varsa dolduruyordum. Klasik mutfak ihtiyaçlarını hallettikten sonra Sude ve kendim için gerekenlere gelmişti sıra. Kahve, cips, birkaç çeşit soğuk içecek, kekler, krakerler... Son olarak elimi çikolatalara uzatmıştım ki, arkamdan gelen tanıdık ses beni durdurdu.

"Bence bitter olanı almalısın, inanılmaz bir tadı var." 

Arkamı dönüp ona bakmadım. Bunun yerine sütlü çikolatalardan birkaç taneyi sepete atıp omuz silktim. "Demek artık cesur oynamaya karar verdin, güzel." 

Ona bakmıyordum ama sırıttığını biliyordum, bundan emindim. "Takip edildiğinin farkındasın zaten." dedi yumuşak bir ses tonu ile. "Gizlenmeye devam etmek saçma olurdu." 

Normalde beni korumasına ihtiyacım olmadığını söyleyip sorun çıkarmam gerekiyordu ama bunu yapmayarak yanımda kalmasına izin verdim. Yanımda olmasından rahatsızlık duymuyordum, ya da ne bileyim, ilk zamanlardaki gibi bir gerginlik oluşmuyordu aramızda. Omuzumun üzerinden ona kısa bir bakış atıp; "Mantığını kullanabiliyor olduğunu görmek çok hoş." dedim alayla.

"Aynı cümleyi senin için söyleyebilmek isterdim." dedikten hemen sonra sırıtıp göz kırptı. Göz devirip reyonlara bakmaya devam ettim. 

Birkaç tane daha çikolatayı alıp sepete atarken Atınç birden arkadan yaklaşıp üzerime eğildi ve kolunu uzatıp önümdeki reyondan bitter bir çikolatayı eline aldı. Bir anda fazla yakınlığın getirdiği heyecan duygusu, nefesimi tutmama neden olmuştu. Bu ani hareketlerini sevmiyordum, dengemi alt üst ediyordu. Sonunda geri çekildiğinde tuttuğum nefesimi serbest bırakıp kendimi toparladım. 

"Parfümünün markası ne?" diye sordu birden. Yüzü her zamanki ciddi halindeydi ama sesi yüzündeki sertliğin aksine oldukça yumuşaktı. 

Ona yandan bir bakış attıktan sonra, "Parfüm kullanmıyorum." diye yanıtladım sorusunu. 

Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırıp yüzüme bakarken şaşkın olduğunu anlamak zor değildi. "Hangi şampuanı kullanıyorsun?" diye sordu bu defa.

Olduğum yerde durup ona döndüm. "Sana ne?" 

Ellerini havaya kaldırıp gülümsediğinde, yüzünü çevreleyen bütün sertliğin birden eriyip gittiğini fark ettim. Ona karşı ne kadar da ön yargılı davranmıştım. Onu dış görünüşü ile yargıladığım için kızdım kendime. Sert yüz hatları var diye sert olduğunu düşünmüştüm. Sinirini bana yansıttığı için içimden ona küfürler savurmuştum. O anki ruh halini bilmeden, soğukluğundan nefret etmiştim. Oysa, ben de tıpkı onun gibi değil miydim? Sinirli olduğumda karşıma kim çıkarsa ona patlamaz mıydım? Tanımadığım herkese karşı, kışı utandıracak kadar soğuk değil miydim? Kafamı iki yana sallayıp kendime fısıldadım, bir daha kimseyi tanımadan yargılama.

Alacak hiçbir şey kalmadığında marketin içinde, yanımda Atınç ile birlikte Sude'yi aramaya koyulmuştum. Sonunda Sude'yi manav kısmında bir adam ile kavga ederken bulmuştum. Nedenini sorduğumda ise, "Gerizekalı, ananasa hindistan cevizi diyor!" diye bağırarak Atınç'ın gülmemek için kendini sıkıp renk değiştirmesine neden olmuştu. 

Sonuç olarak alışveriş olayını da halledip Atınç'ın teklifi üzerine onun arabası ile aldıklarımızı eve getirmiştik. "Gelsene." dedim, kapının önünde bekleyen Atınç'a dönerek.

Elini ensesine atıp; "Aslında, senin gelmeni tercih ederim. Dün geceki teklifim için yani." dedi gülümseyerek. Birkaç saniye düşündükten sonra kabul edip Sude'ye haber vererek evden çıktım. O sürücü koltuğundaki yerini alırken ben de yanındaki yolcu koltuğuna yerleştim. "Emniyet kemeri." dedi kendi kemerini takarken. Başımı sallayıp kemerimi bağladıktan sonra evden çıkmadan cebime attığım çikolatayı cebimden çıkardım. Ben çikolatayı açmakla uğraşırken Atınç bana bakıp güldü.

"Ne?" dedim, kaşlarımı çatarak. Neye gülüyordu bu şimdi?

"Hiç." dedi omuz silkip. "Komik görünüyorsun." 

Kaşlarımı daha çok çattım söylediği şeye karşılık. Nerem komikti? "Komik bir şey yapmıyorum." dedim huysuz bir şekilde.

"Evet yapıyorsun. Çikolata paketi ile olan savaşını görebilseydin, kendi haline saatlerce gülerdin." diye karşılık verdi bana. Bana değil, yola bakıyordu ve hâlâ dudak kenarları yukarı kalkık bir şekildeydi. 

Hadi ama, bu komik değildi. Bir şeylerin paketini açmak benim için her zaman büyük bir sorun olmuştu. Açamıyordum, ne yapayım? "Gülme." diye mırıldandım hâlâ paket ile uğraşırken.

Bana kısaca bakıp paketini dişlerim yardımı ile parçalamaya çalıştığım çikolatayı çekip aldı. Önce, dişlerimle açmaya çalışırken her yerini yalamış olduğum çikolata paketini üzerine sürerek temizledi, sonrasında ise iki saniyede paketi açıp çikolatayı bana uzattı. Bunu bu kadar kolay yapabilen her insan gözümde potansiyel kahramandı. Kocaman açılmış gözlerimi kısıp ona sinsi bir bakış attım. "Ben hallediyordum." dedim, çikolatayı alıp ikiye bölerken.

"Evet, gördüm." dedi gülerek. Omuz silkip böldüğüm çikolatanın yarısını ona uzattığımda; "Araba kullanırken onu yiyemem, yedirsene." dedi alayla.

Gözlerimi devirip; "Araba kullanırken çikolata paketini açabilen bir insanın sanıyorum ki o çikolatayı yemede zorlanması ihtimaller arasında bile değil." dedim aynı şekilde bir alay katarak sesime. 

"Burada, utanarak çikolatayı bana yedirmen gerekiyordu." derken yüzünü buruşturmuştu. 

"Evet, biliyorum. Sonra dudağının kenarında kalan çikolatayı da parmağımla silerek ortama mide bulandırıcı bir romantizm katmalıydım." derken ben de yüzümü buruşturdum.

Bana bakıp güldüğünde göz devirip kafamı cama çevirdim. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından arabayı durdurduğunda etrafıma bakındım. Deniz kenarına gelmiştik, buraya neden geldiğimiz konusunda ise bir fikrim yoktu. Atınç indikten hemen sonra ben de inip yanına ilerledim. "Aç mısın?" dedi bana dönerek.

"Hayır." diyerek yanıtladım sorusunu. Kafasını sallayıp onayladıktan sonra yürümeye başladı.

Biraz ilerledikten sonra karşımıza çıkan minik ama muhteşem görüntüye sahip olan bir kafeye girdik. Dışı gibi içi de rengarenk boyanmıştı. İnsana sebepsiz bir enerji veriyordu buranın ortamı. Duvarlarda sevimli aksesuarlar, tavanda değişik lambalar, ilgi çekici masalar... Evimize biraz uzak olsa da, o yolu gelmeye değecek bir yerdi. Atınç'ın üzerimde gezinen gözlerini hissedip ona döndüğümde, oturacağımız masayı benim seçmemi beklediğini anladım. Kafenin arka tarafında bulunan bir masayı gösterdiğimde gülümseyip oraya yöneldi. 

"Beğendin galiba." dedi daha çok soru soran bir ifade ile. 

"Bayıldım." diye itiraf ettim. Böyle yerleri seviyordum. Küçük ama sevimli yerleri... 

"Güzel. Ne alacaksın?" dedi gözlerini bir an bile üstümden çekmeden. Normalde bundan nefret ederdim. Kimseyle göz teması kuramazdım, kimseye uzun süre bakamazdım ve kimsenin de bana uzun süre bakmasını istemezdim. Bu çok rahatsız edici bir durumdu ama şu anda rahatsızlık hissetmiyordum.

"Filtre kahve." dedim yanımıza gelen garsona dönerek. "Sütlü."

Garson gülümseyerek not aldıktan sonra ikimizin de bakışları Atınç'a döndü. "Filtre kahve." dedi. "Sade." 

Garson onu da not alıp yanımızdan uzaklaşırken Atınç bana döndü ama bir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim. Birkaç saniye birbirine kenetli kalan gözlerimizi ayıran ben oldum. Uzun uzun bakamıyordum. O irisler bir insanı içine çekecek kadar kuvvetli bir güce sahipti ve ben, o irislerde kaybolmaktan korkuyordum.Hem de deli gibi korkuyordum. 

☁🌥☁

Continue Reading

You'll Also Like

Yavuz (bxb) By yosa

General Fiction

25.1K 1.8K 30
Ayaz, bir akşam okulun homofobik çocuğuna mesaj atarak aşkını itiraf eder.
311K 8.9K 38
Mirhan ağa kaşlarını kaldırarak karısının saçını okşayarak kulak arkasına aldı. Karısının öpmekten şişen dudaklarına alayla sırıtıp burnunu çenesinin...
1.2M 74.6K 76
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
238K 20.3K 40
Binbaşı Ömer KURT... Anne ve babası şehit olduktan sonra yetimhane de büyüyen Ömer, vatanım için son kanıma kadar savaşacağım diyerek asker olur. Kal...