YÜKSELİŞ

By nursu_cugalir

1.5M 98.8K 22.4K

Fantastik #1 Yeşil Prenses serisinin 1. kitabıdır. Ve şeytan, inini, parçalanmış ruhları koymak için kendis... More

Giriş ❋ YÜKSELİŞ
Karakterler
1.Bölüm • Asılsız Suçlama
2.Bölüm • Tanzanit Ejderhası
3.Bölüm • Ölümcül Kılıç
4.Bölüm • Kusurlu Güzellik
5.Bölüm • Kızıl Saçlı Tanrıça
6.Bölüm • Kan Havuzu
7.Bölüm • Cehennem Gibi Dört Gün
8.Bölüm • Suçsuz Masum
9.Bölüm • Banyo ve Temizlik
10.Bölüm • Büyücünün Şimşeği
11.Bölüm • Lordhor'un Kibar Leydileri
12.Bölüm • Nyapuvarus Gecesi
13.Bölüm • Şeytanın Ateşi
14.Bölüm • Davetsiz Takipçiler
15.Bölüm • Ozların Saldırısı
16.Bölüm • Yanık ve Kehanet
17.Bölüm • Ebedi Yemin
18.Bölüm • Tanzanit Armağanı
19.Bölüm • Tehlikeli Hırs
20.Bölüm • Sarayın Dersleri
21.Bölüm • Zehir Ustası
22.Bölüm • Masumların Gerçekleri
23.Bölüm • Şeytanın Mırıltısı
24.Bölüm • Katilin Hikâyesi
25.Bölüm • Kadife Eldiven
26.Bölüm • Lordhor'daki Casus
27.Bölüm • Yeminli Koruyucu
28.Bölüm • Avcıların Merhameti
29.Bölüm • Konseyin Kararı
30.Bölüm • Petronus'a Mektup
31.Bölüm • Oyun Gecesi Hazırlıkları
32.Bölüm • Beklenmedik Gönüllü
33.Bölüm • Düello ve Zafer
34.Bölüm • Taht Anlaşması
35.Bölüm • Acımasız Dövüş
36.Bölüm • Korkutucu Ağıt
37.Bölüm • Şifacıların Yeteneği
38.Bölüm • Kasvetli Oda
39.Bölüm • Asker Ordusu
40.Bölüm • Ölümün Zehirli Tonu
41.Bölüm • Gül Kokusu Hediyesi
42.Bölüm • Canavar Kız
43.Bölüm • Suç ve Zindan I
43.Bölüm • Suç ve Zindan II
44.Bölüm • Yolculuk ve Aşk
45.Bölüm • Karanlık Geçmişler
46.Bölüm • Şeytanın İni II
47.Bölüm • Ölümün Tatlı Şarabı
48.Bölüm • İntikamın Kara Suları
49.Bölüm • Kristal Zehri
50.Bölüm • Müstakbel Kraliçenin Yanışı
51.Bölüm • Sgieen Gizemi
FİNAL • Büyülü Fosil Tırnak
B.K. |Kıyafetler|
E.K. |Kapaklar|
B.K. |Tanrıça ve İnanç|
TEŞEKKÜRLER
2.KİTAP

46.Bölüm • Şeytanın İni I

20.8K 1.3K 899
By nursu_cugalir

Sonunda beklediğiniz Pjotr'lu bölüm geldi. Bu bölüm Pjotr bana çok sempatik geldi. Baya uzun yazdım bölümü. Umarım sevmişsinizdir. Ben severek yazdım.

Darya'nın vücudu bir yandan kasılıp bir yandan rahatlarken Lev'in kokusunu içine çekti ve kafasını adamın omzuna gömdü. Bu sırada Lev'in yükselip alçalan göğsünü hissedebiliyordu, ancak Lev'in kalbi, Darya'nınki kadar hızlı atmıyordu.

Yavaşça adamın kollarının arasından çıktı ve derin nefesler eşliğinde gözlerini yere dikti. "Ben iyiyim," dedi ama beyninin her yanı boğucu siyah dumanlarla kaplıydı. Bu ilk zorbalık görüşü değildi fakat bu seferki farklıydı. "Sorun yok."

"Pekâlâ," dedi Lev, elinin tersiyle yüzündeki kanı silerken. "Sanırım temizlenmemiz gerekiyor."

Darya, karşısındaki göle baktı. Dalgaların sesi her zaman huzur verici olmuştu ancak şimdi huzurlu değildi. Rahatsız edici bir şekilde boğucuydu.

Kafasını onaylarcasına salladı ve ayağının dibindeki ölü adama sert bir tekme savurup Kral Lev'in peşinden gitti.

Gölün yanına geldiklerinde Darya çizmelerinin ıslanmaması için çıkardı ve çıplak ayaklarını dalgalar vuran kıyıya değdirdiği ayakları resmen buz tuttu. Geriye doğru sendeleyerek sıçradı. Lakin kaçış yoktu. Elindeki eldivenleri kayalığın üzerine bıraktı.

Lev'e baktığında göz göze geldi. Kral Lev kollarını sıvamıştı ve gölün ferah suyuyla ellerinden dirseklerine kadar yıkıyordu. "Neden bekliyorsun?"

Darya çömelip suyu parmak ucuyla kontrol ederken, "Çok soğuk..." diye söylendi.

"Bir şey olmaz. Alışırsın." Lev bu sefer avuçlarına su doldurup yüzüne çarptı. Yüzündeki kanlar, suyla beraber yavaşça silinmeye başladı.

Darya elini yıkadı. Bu zor olmuştu; parmak uçları soğuktan uyuşmuştu. Yanak içi kan olduğundan ağzını çalkalayıp yüzünü yıkadı. Ardından cüppesinin yırtık yenini dirseğine kadar çekti. Tam da tahmin ettiği gibi yaralanmıştı. Ağır değildi; ufak bir ıslatmayla geçerdi.

Avcuna su doldurup temiz suyla yaralı yerini ovaladı. Epey acıyordu ve kalkmış derisini parmak uçlarında hissedebiliyordu. Lev, saçlarını suyla ıslatırken, "Yaralanmışsın," diye mırıldandı.

"Önemli bir şey değil," dedi Darya, adama bakmadan.

Lev oturduğu toprağın üzerinden kalkıp Darya'ya ilerledi. "Dur, bir bakayım," deyip kızın kolunu, sanki kırılabilir bir şeymiş nazikçe kavradı.

Darya itiraz etmedi. Sadece izin verdi.

Lev elini göldeki suyla ıslatıp zaten temizlenmiş olan yarayı daha çok temizledi, çünkü kan durmadan akıyordu. Ardından kılıcıyla cüppesinden bir parça kumaş kesti. Kumaşı da biraz ıslatıp yaraya sardı, bağladı. Sonra ise Darya'nın yenini yeniden bileğine kadar çekti.

Darya, Lev'e minnettarlık ile baktı. "Teşekkürler," diye mırıldandı. "Sizin yaranız var mı?"

"Benimkiler önemli değil, alışkınım. Hava kararmadan oraya ulaşmamız lazım, meşalemiz yok," dedi ve atlara doğru yürüdü.

***

Darya ile Lev, sırf toplantıya yetişmek için atlarını koşturmuşlardı. Atlar bile artık terlemişti.

Alacakaranlık yerini yavaş yavaş zifiri karanlığa bırakıyordu. Kuru hava insanın tenini yakacak cinstendi. Aç karınları ise cabasıydı. Yol boyunca Darya'nın karnı, yediği dayaktan mı yoksa açlıktan mı bilinmez, ağrımıştı. Lev'e bakınca onun da acı çektiğini yüz ifadesinden görüyordu. Yaralanmıştı ve bunu Darya'ya göstermemişti.

Lev dizginini çekip atını durdurduğunda, Darya'ya durdurdu.

Darya kaşlarını kaldırarak büyük kaleye baktı. "Pek kullanılıyormuş gibi görünmüyor," dedi atından inerken. Dişlerini göstererek şirin bir şekilde gülümsedi. "Bu ilk toplantım olacak. Heyecanlıyım. Toplantıda tam olarak kimler olacak? Siz tanıyor musunuz? Benim yeşil olduğumu biliyorlar mı?"

Kral Lev, atını ağaca bağlarken Darya'nın sorularına tek yanıt dahi vermedi. Darya'nın kısrağını da bağlayıp yüzünü ona çevirdi. Ardından kızın bileğini tutup onu kaleye yönlendirdi. "Özür dilerim..."

Darya'nın kalbi tekledi. Yutkundu ve adamın ifadesiz, biraz da hüzünlü suratına baktı. "Neden?" diye sordu. Lev pek özür dilemezdi. Neden özür diliyordu? Ona kötü bir şey yapmamıştı.

Lev yine cevap vermedi.

Kalenin içerisine girdiklerinde ortalık tamamen boştu; karanlıktı. Rutubet ve toz kokuyordu. Attıkları her adım yankı yapıyordu.

Dehşet, Darya'nın bedenindeki tüm tüyleri harekete geçirirken yutkunmakta zorluk çekti. Bir şey yanlış gidiyordu. Bir şeyler dönüyordu. Aptal değildi; bunu anlayabiliyordu. Özür dilemeler, iyi davranmalar, ani sessizlik, boş, terk edilmiş kale...

Darya titrek bir sesle, "Toplantıya geç mi kaldık?" diye sordu. Böyle bir şey olmadığını biliyordu. Sadece olmasını istediği şey buydu.

Lev bir an duraksadı ve kasvetli gri gözlerinden üzüntü dalgası gelip geçti. Sonra merdivenlerden Darya ile beraber çıkmaya devam etti.

Merdivenlerden çıkıp salona girdiklerinde ateşin turuncu, loş ışığı Darya'nın gözlerini kamaştırdı. Gözlerini aralayıp baktığında, gözlerine bakan o sürmeli, koyu kehribar rengi gözlerle karşılaştı. Sembol şekilleri kazınmış yüzle, ifadesiz suratla...

Bir an bunun hayal olmasını diledi fakat değildi. Gerçekti ve gerçekler acıtıyordu.

Pjotr tam karşısındaki divanda yatıyordu. Dik saçları biraz karışmıştı ve beyaz teni loş ışıktan dolayı bronz görünüyordu.

Hayal kırıklığı ve kandırılma hissi tüm bedenini sararken gözleri doldu ve kafasını iki yana sallayıp durdu. "Hayır, hayır..." dedi Pjotr'a bakarken. Sertçe yutkunup kafasını Lev'e çevirdi. "Bunu biliyordun, değil mi?"

Lev kafasını onaylayarak salladığında Darya'nın gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarından çenesine doğru yavaşça süzüldü. Sıcak gözyaşı, soğuk tenini bir ateş gibi yakıyordu. Öfkeyle dişlerini birbirine kenetledi. Ama üzüntüsü, sinirinin önüne geçiyordu. "Beni kandırdın!"

Lev daha ağzını açamadan, Pjotr yattığı divandan doğruldu ve alaycılık ile gülümsedi. "Aslında kardeşim..." diye mırıldandığında, Darya'nın kalbi tenini delip fırlamak istercesine hızlı bir şekilde çarpmaya başladı. "Onu kandıran sendin."

Lev sıktığı yumruklarını serbest bıraktı. "Ne?" diye fısıldadı. "Kardeşim mi?"

Darya, Pjotr'a birkaç adım yaklaşıp çaresizlikle gözlerini kırpıştırdı. "Lütfen, lütfen, lütfen... Lütfen..." diye yalvardı.

Pjotr'un gülümsemesi söndü ve işaret parmağını kızın dudaklarına susması için dik bir şekilde bastırdı. "Sessiz ol, kardeşim. Gizlenen yalanlardan hiç hoşlanmam."

Lev'in vücudundan ürperme geçti. Gerilimini ve merakını körükleyen şey kasvetli mum ışığıydı. "Ne kardeşi? Neyden bahsediyorsun sen?"

Pjotr, adama yaklaştı ve çenesini kaldırdı. "O benim kardeşim, tatlı Lev." Alayla soludu ve dudağının tek bir yanı yukarıya kalktı. Sesi o kadar kararlı bir tondaydı ki...

"Benimle dalga mı geçiyorsun sen?" dedi Lev öfkeyle. Başını sessizce ağlayan Darya'ya çevirdi. "Ne diyor bu adam?" Kızın yüzünde bir değişiklik göremeyince kaskatı kesildi. "Yalan söylüyor, değil mi?"

Darya cevap vermedi. Elinin tersiyle yanağındaki ıslaklığı silip burnunu çekti. Lev'in ona doğru geldiğini görünce kızın bedeni kasıldı. Pjotr'a nefret doluydu. Darya'ya nefret doluydu. Kendisine nefret doluydu...

Lev yüzünü Darya'nın yüzüne yaklaştırdı. Ilık nefesi Darya'nın suratına çarptığında kız ürperdi. Fakat bu seferki neden şefkatli değil, hızlı hızlı alıp verilen, hayal kırıklıklarıyla dolu nefeslerdi. "Yalan söylüyor, değil mi?" diye yineledi.

Darya nefesini tuttu ve kafasını iki yana salladı. Gözlerini kaçırdı. "Hayır," diye fısıldadı. "Yalan söylemiyor."

Pjotr arkalardan, "Pardon, romantik anınızı bölmek istemem ama mum sönmek üzere." dedi, dertsiz, tasasız.

Lev, "Yenisini yak o zaman, aptal!" diye kükredi. Ardından kafasını yeniden Darya'ya çevirdi. "Şeytanın kardeşi ha? Hem yalancı, hem sinsi... Sen de öylesin, değil mi?"

"Değilim."

Pjotr, şamdana yeni bir mum takarken, "Ben yalancı, sinsi miyim?" diye homurdandı.

"Kes sesini, Pjotr!" diye yeniden bağırdı Lev. "Bana bunu söylemedin. Şeytanın kardeşi... Bir köle... Aptal bir köle..."

Pjotr mumu yakıp yanlarına geldiğinde, "Sözlerine dikkat et, kral," diye bir uyarıda bulundu.

Lev onu duymazlıktan geldi. Çünkü şu an içi acıyordu. Kimseyi umursayamazdı. O kandırılmıştı! Hem de küçük, yeşil köle bir kız tarafından. Darya'yı masum, saf sanmıştı. Fakat gerçek öyle değildi. İlk defa biri yüzünden bu kadar üzülüyordu. Hem sinirliydi, hem öfkeli.

"Özür dilerim," diye fısıldadı Darya, kısılmış sesiyle. "Korktum. Yapabileceğin şeylerden korktum. Beni öldüreceğini düşündüm."

"Göz göre göre askerlerimin ölmesine göz yumdun!"

"Hayır!" diye bağırdı Darya, Kral Lev'in yüksek sesine karşılık. "Göz yummadım. Elimden ne gelebilirdi? Ne yapabilirdim?"

Lev, Darya'nın yanından ayrıldı ve odada volta atmaya başladı. Öfkeliydi! Çok öfkeliydi. Bu öfkeyi nerede çıkaracağını bilmiyordu. Bu yüzden taş duvara koca bir yumruk attı. Beyni sinirden zonkluyordu.

Darya'nın Pjotr'a, "Sen ne yaptın?" diye fısıldadığını duydu. Bunun üzerine onları izlemek adına arkasına döndü. Küstah bir ifadeyle iki kardeşe baktı. "Bana bir daha kardeşim deme. Kardeşler böyle yapmaz."

Pjotr buna yanıt verdi. "Bunu yapmasaydım da ömrün boyunca bir yalan ile yaşasaydın, öyle mi?" Sesi, kızınkine nazaran daha yüksekti. "Mantıksız olma!"

Lev kısık sesli bir küfür savurdu ve umursamazca volta atmaya devam etti. Vücudunun her yeri resmen alev alev yanıyordu. Alnındaki terleri hissedebiliyordu. Üzerindeki cüppeyi hızla çıkardı ve bej renkli divana attı. Üzerindeki beyaz gömlek daha ferahtı. Darya'nın yanına gelince durdu ve, "Beni aptal yerine koydun," diye tısladı.

"Seni aptal yerine koymadım!"

Lev, Pjotr'un yanına gitti ve işaret parmağını yukarı kaldırdı. "Hele sen! Sen haddini aştın!"

Pjotr buna karşılık imalı bir şekilde gözlerini kıstı. "Ne yapacaksın? Beni öldürmeleri için asker mi yollayacaksın?"

Lev'in buna verecek bir cevabı yoktu. Resmen öfke nöbeti geçiriyordu. Bilinçsizce tırnaklarını avcuna, sanki kanatmak istercesine bastırıyordu ve bunun pek farkında değildi. Nefesi zar zor alıyordu. Kalbi öylesine hızlı atıyordu ki...

Darya, Lev'in kolundan tuttu ve onu durdurmaya çalıştı. "Sakin olman gerek!"

Kral Lev kolunu Darya'nın elinden kurtarıp, "Beni kandırmak..." dedi. "Şeytan ile kardeş..."

"Sen de beni kandırdın!"

"Seni kandırmayı ben istemedim. Onu kardeşine sor," diye tısladı, kardeş kelimesinin üzerine basarak. Ardından göğsünü kabartarak derin bir nefes aldı ve sakin olmaya çalıştı. Yaptıkları kendineydi. Kendine zarar veriyordu. Böyle yapmaması gerekirdi.

Darya kafasını çevirip Pjotr'a baktığında, adam teslim olurcasına ellerini aldırıp alt dudağını büzdü. Darya yüzünü buruşturdu ve hayal kırıklığıyla baktı. "Berbat bir insansın."

Lev yaslandığı soğuk duvarda yere çöktü ve elleriyle kafasını kavradı. Baş ağrısını dindirmek istiyordu ama beynindeki kasırgalar nedeniyle bu pek mümkün olmuyordu. Ne zaman çok sinirlense veya çok üzülse böyle olurdu. Kendini kontrol etmeyi bırakalı çok olmuştu.

Güçsüz hissediyordu.

Darya eldivenli eliyle Lev'in kolunu kavradı. Ancak Lev, kızın elini sıkıca tuttu ve sertçe boşluğa bıraktı. "Bana bir daha sakın dokunma," dedi kararlı bir ses tonuyla.

Darya'nın şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Ağlaması durmuştu fakat hâlâ yanakları ıslaktı.

Darya çömeldiği yere oturdu ve çaresizce baktı. Yorgun görünüyordu. "Özür dilerim, özür dilerim," dedi ve gözlerini kıstırarak Lev'e baktı. "Korktuğum için söyleyemedim, anladın mı? Eğer beni öldürmeyeceğini bilseydim söylerdim. Askerlerin için gerçekten üzgünüm. Onlar için yapabileceğim bir şey yoktu. Elimden geleni..." Darya bir duraksadı ve elinin tersiyle yanağını sildi. "Elimden geleni yaptım."

Kral Lev cevap vermedi ve ifadesizce yere bakmayı sürdürdü.

Pjotr şamdanın yanında duruyordu ve her zaman yaptığı gibi ateşle oynuyordu. Eldivenin derisini ateşte yakıyordu. "Sohbetinizi bölüyorum ama kuzeye geri dönmemiz gerekiyor," dedi gözlerini mumdan ayırmadan.

"Seni piç kurusu," diye geveledi Kral Lev, nefret saçan ses tonuyla. "Madem yeniden kuzeye gidecektin, bizi ne diye buraya getirdin?"

Pjotr omuz silkti. "Canım öyle istedi."

Kral Lev ayağa kalktı ve cüppesini fırlattığı eski, çiçekli divana ilerledi. Siyah cüppesini yeniden üzerine geçirirken sondan birkaç düğmenin koptuğunu gördü. Ama bunu umursamadı.

Bunların yanında durduğuna bile inanamıyordu. İki kardeş... Onlardan artık iğreniyordu. Pjotr'dan zaten hep tiksinmişti ama Darya'dan bir ara bir nebze olsun hoşlanabilmişti. Ama şimdi o duygular yanıp kül olmuştu. Onun gözünde Darya bir canavardı. Melek görünümlü bir iblis...

Gözlerini yumdu ve düşünmemeye çalıştı. O zaten bir yeşildi. Ne sanıyordu ki?

Pjotr, "Hadi çıkalım buradan," deyip mumu söndürdü.

Etraf boğucu bir zifiri karanlığa boğuldu. Attığı adımı dahi göremiyordu Lev. Ama birkaç dakika sonra gözleri siyaha alıştı. Karanlıktaki tenleri ayırt edebildi. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordu. Bu yüzden attığı adımlara dikkat ederek merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Diğerlerinin de peşinden geldiğini adım seslerinden anlıyordu. Bir an önce saraya geri dönmek istiyordu. Her şey yalandı, her şey sahteydi. Biliyordu, o da çok doğru değildi fakat en azından çevresinin gerçek olmasını isterdi.

Rutubet kokusu eşliğinde kaleden çıktı ve atını bağladığı halatı çözdü. At hafifçe kişnedi.

Darya önden, Pjotr ise arkadan geliyordu. Darya'nın gözleri kızarmıştı ve yüzünden tüm kan çekilmişti. Buna rağmen çenesi dikti. Lev bir an kıza acıyacak gibi oldu ancak son anda vazgeçti. Kimseye acımak yoktu. Ne kadar merhametli olursa başına o kadar şey geliyordu. Gerçekler ateş gibiydi; ne kadar yaklaşılırsa o kadar fazla yakıyordu. Ve Lev şu an ateşin yanı başındaydı. Yandıkça yanıyordu.

Darya, doru kısrağının halatını elleri titreyerek çözdü ve zorluca bindi. Halatı çantaya koydu.

"Siz burada bekleyin. Ben atımı alıp geliyorum," dedi Pjotr, kalenin arka tarafına doğru ilerlerken.

Lev, Darya'ya bakmadan, "Daha bilmediğim neler var acaba?" diye geveledi. Atının kahverengi yelesini parmaklarının arasına geçirdi ve yumuşak tüyleri okşamaya başladı.

"Hiçbir şey," dedi Darya. "Hiçbir şey yok. Her şeyi öğrendin."

Kral Lev gözlerini devirdi ve atının dizginleriyle oynamaya koyuldu. Hiçbir şey derken bile yalan söylemediği ne malumdu? Güveni tamamen bitmişti.

Hava tamamen kararmış değildi ama yine de kararmıştı. Soğuk, tenlerine bir bıçak gibi saplanıyordu. Gökyüzünde dolunay vardı ve bu sanki koyu mavi gökyüzünün bir takısıymış gibiydi. Bu seferki, diğerlerinden daha büyüktü. Tek tük yıldızlar vardı.

Birkaç dakika sonra kalenin arkasından gelen bir at sesi duydu. Pjotr gelmişti. Simsiyah atının tüyleri parlaktı, üstelik karanlık havada kara at görünmüyordu bile.

Pjotr atın üzerindeydi. Yüzü ifadesizdi ve ince dudakları aralanmıştı. Koyu kehribar rengi gözlerinde tek bir ışıltı bile yoktu. Donuk, sabitti; tıpkı Lev'in gözleri gibi... Elinde yay, omzuna asılı bir sadak vardı. Deri sadağın içinde uçları tüyden yapılmış bir sürü ok bulunuyordu.

"Gidelim," dedi Pjotr, atını Kral Lev'in atına doğru sürerken.

"Nereye gitmeyi düşünüyorsun?" diye sordu Kral Lev. Onunla konuştuğuna bile inanamıyordu fakat başka çaresi mi vardı? Askerlerini öldürmüştü. Aslında o gece Kral Lev ani karar aldığının farkındaydı. O hırsla, o sinirle göndermişti onları ve büyük zarara uğramıştı. Hırsının bedeli can kayıpları olmuştu.

Şimdi ise bunların hiçbir önemi yoktu. İhanete uğramıştı.

"Bilmem. Handa falan kalırız."

"Paran var mı?"

Pjotr'un gözlerinde bir şaşkınlık oluştu. "Ne demek paran var mı?" dedi yüzünü buruşturarak. "Zengin olan sensin; ben değil. Bir daktam bile yok. Sende var mı?"

"Hayır, yok." Kral Lev sıkıntıyla kızıl saçlarını karıştırdı. "Hepsi eşkıyalar ile dövüşürken kayboldu. Rüzgâr, kan derken kaybolmuş gitmiş hepsi."

"Eşkıyalar?"

"Uzun hikâye." Lev iç çekti. "Uyumaya ihtiyacım var. Karnım aç."

"Mızmızlanma, kral," dedi Pjotr, gözlerini devirirken.

"Mızmızlanmıyorum. Bir gecelik burada kalsak olur mu?"

"Ben de keyfimden buradan gitmiyorum zaten. Soyluların öğrencileri burayı ziyarete gelecekmiş. Gece de hayvanları, böcekleri falan temizlemek için köleler gelecek. Ayrıca Predezia'da işim var. Çabuk gitmemiz lazım."

"Lanet olsun!" diye geveledi Lev. Çenesini kaldırdı ve öfkeyle dişlerini sıktı. "Ormanda kalalım."

"Ben alışığım."

"Ben alışık değilim. Sorun bu."

"Zengin olmak böyle bir şeymiş demek," diye dalga geçti Pjotr. "Boş ver, alışırsın. Dünden beri ağzıma tek bir lokma sürmedim. Yemek yemem gerek."

"Avlanırız. Sorun değil. Dediğim gibi; uykuya ihtiyacım var."

"Neyse," dedi Pjotr, atını yavaş yavaş sürmeye başlarken. "İlerilerde bir orman var. Oraya gidelim."

Lev başını onaylayarak salladı ve Pjotr'un peşinden atını sürmeye başladı. Darya'nın ise kısrağıyla beraber arkasından geldiğini hissetti.

***

Darya'nın kalbi, kırılmışlık hissiyle doluydu. Şu an elinde olsa Pjotr'u dövebilirdi fakat yapmıyordu. O kadar nefret doluydu ki... Haksız olduğunu az çok biliyordu. Ama tam olarak haksız da değildi. Belki de Lev onu idam edecekti, kim bilirdi? Bunu istemiyordu. Hayatı her ne kadar berbat olsa da yanan mum ışığının sönmesini istemiyordu. Ölümden korkmuyordu ama yine de ölmek istemiyordu. Karanlık hava, ilerilerden gelen kurt ve hayvan sesleri buna yardımcı olmuyordu; korkularına korku katıyordu.

Kral Lev'in sesiyle irkildi. "Aptal, madem dere vardı, ne diye atları ileriye bağlattırdın?"

Pjotr'un çenesi kasıldı ve gözleri iri iri büyüdü. "Geçeriz, zor değil."

"Hava sıcak olursa zor değil tabii. Ama işe bak ki hava buz gibi." Lev öfkeyle Pjotr'a baktı. Elindeki çantayı omzuna attı ve sinirle gözlerini şarıl şarıl akan dereye çevirdi.

Darya, iki aptalı umursamadan çizmelerini çıkarıp eline aldı. Ardından deri taytı bacaklarından hızla çekip omzuna koydu. Soğuk, bir ateş gibi tenini yakarken bacakları biraz titredi ve ensesindeki tüyler diken diken oldu. Beyaz olan teni daha da beyazlaştı. Dizlerinin biraz üzerine uzanan siyah cüppeyi aşağıya çekti. Pek bir fark olmamıştı ama yine de diğerinden daha iyiydi.

Pjotr arkadan, "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Dereden geçiyorum," diye cevap verdi Darya, boğuk bir sesle. Ayaklarını soğuk dereye sokunca yutkundu ve gözlerini yumdu. Su o kadar soğuktu ki... Ayakları çamura değdi; çamurda ayağının izinin oluştuğuna emindi. Bu dereden hemen kurtulmak adına adımlarını hızla attı. Arkadan gelen seslere bakılırsa, Pjotr ile Lev de pantolonlarını çıkarıyordu.

Darya dereyi yarılarken Pjotr ile Lev onun yanına ulaştı. En azından hızlıydılar.

Darya'nın ayağına bir taş saplandığında sendeledi. Dudaklarından bir inilti dökülmemesi için kendini zorlaması gerekiyordu. Alt dudağını kanatmak istercesine ısırdı; acısını bu şekilde bastırmaya çalışıyordu. Acıya acıyla karşılık...

Ayaklarında gezinen böceklerin veya deniz canlılarının varlığını hissedebiliyordu. Bu oldukça iğrendiriciydi.

Sonunda karaya ulaştığında ıslak ayaklarını toprağa koydu. Bunu yapmayla beraber ayakları toprak ile vıcık vıcık oldu. Rahatsız ediciydi. Artık saraya dönmek istiyordu. Ne diye buraya gelmişti ki? Sözde toplantıya gideceklerdi. Bu durumda kime kızsa bilmiyordu. Ama her ikisine de nefret dolu olduğunu kesindi.

Ayak bileğine yapışmış sülüğü gördüğünde çığlığı basmamak için kendini zor tuttu. Bu... Bu çok iğrendiriciydi. Yapışkan salyalar bırakan şeffaf sülük... Yüzünü buruşturup bir yaprak ile sülüğü bacağından çekip aldı. Darya bu şekilde hayata alışık değildi. Orman hayatı oldukça kötüydü. Fakat onun da yemek yemesi gerekiyordu. Yemek yiyip uyumak istiyordu. Ancak burada nasıl uyunur, onu da bilmiyordu.

Ayağa kalktı ve çamurlu topuklarını tayta değdirmemeye özen göstererek taytı giydi. Göz ucuyla yanına baktığında Lev ile Pjotr'un da aynı şeyi yaptığını gördü. Pjotr, Lev'in bacaklarına yüzünü buruşturarak bakıyordu. Oysaki bacakları oldukça güzeldi. Yüzünü buruşturma sebebini anlayamadı. Tabii Pjotr her şeyden iğrenirdi; orası ayrıydı.

Darya ayaklarını temiz çimenlere sürttü. Bu şekilde ayağındaki çamur miktarını aza indirmiş oldu. Daha fazla kirlenmesine izin vermeden çizmelerini ayağına geçirdi. Şimdi daha iyiydi. Taytı, tenindeki ıslaklıktan dolayı biraz nemlenmişti ama bunu umursayamayacak kadar stresliydi.

Pjotr yere bıraktığı yayını eline alırken yüzünü Lev'e döndürdü. "Sen ateş yak. Ben bir şeyler avlayıp geliyorum."

Kral Lev, ormanın derinliklerine giden Pjotr'a tiksinircesine baktı. "Sen ateş yak, mış mış," diye geveledi. "Ne sanıyor bu kendini? Emir veriyor bir de." Tamamen kendi kendine konuşuyordu. Darya'ya karşı tek bir laf bile etmiyordu.

Kral Lev ilerilere doğru giderken Darya da peşinden gitti. Ay ışığının vurduğu, ağaçların seyrek olduğu yere oturdular. Kuru toprağın üzerine çalılar düşmüştü.

Lev deri çantasını bir ağacın yanına koydu. Etrafındaki ölü dalları, ince dal parçalarını ve yaprak saplarını temizledi ve bir çatı gibi dizdikten sonra yanlarına koca birkaç kütük koydu. Ateş yakacağı yerin etrafını elleriyle silkeledi. Ayağa kalkıp birkaç taş aldı; odunların etrafına dizdi. Çakmak taşıyla ateş yakarken bunaldığı yüz hatlarına da yansıyordu.

Darya kalın bir ağacın gövdesine yaslandı ve ellerini göğsünde buluşturup Lev'in suratına izlemeye koyuldu. Ezberlediği yüz hatlara yine ve yine baktı. Hafif çıkıntılı ama kalkık bir burun, alnına, gözlerine ve çenesine düşen tutam tutam kahverengimsi koyu kızıl saçlar, yeni yeni çıkmaya başlayan sakal, uzaktan kahverengi görünen fakat kasvetli bir gündüzü andıran gri gözler, sert bir sima...

Kral Lev'in tek kaşı yavaşça kalkarken, sanki Darya'nın onu izlediğini hissetmişçesine hızla gözlerini ona çevirdi. Darya hazırlıksız yakalandı. Birkaç saniye göz göze geldiler fakat gözlerini ilk kaçıran Darya oldu. Nefes alış verişleri hızlanırken istemsiz olarak göğsü kabardı. Gerginlikle bakışlarını yere sabitledi.

Hâlâ deredeki kurbağaların seslerini duyabiliyordu. Çekirgelerin tiz sesi ise durmak bilmiyordu. Katiyaslavi'ye şükür ki kurtların uğuldama sesleri kesilmişti.

Huzur bozucu sessizliği ve bakışmayı bozan şey çalılardan çıkan ateşin etrafı aydınlatması oldu. Lev birden geriye sıçradı ve bir anlık dehşetle ateşe baktı. Aniden olduğu için biraz korkmuştu. Bir süre sonra yüz ifadesini korku yerini zafer kazanmış bir ifade aldı. Yeniden ateşin yanına gitti ve çalıları ateşe atmaya koyuldu.

Etrafın aydınlanması oldukça iyi olmuştu. Üstelik ateşin sıcaklığı, Darya'nın olduğu yere az çok geliyordu. Kızın bedeni yavaş yavaş açılırken göğsünde birleştirdiği kollarını saldı ve omzuna düşen sarı saçlarını geriye ittirdi. Dışarıdan biri görse, onları iki yabancı insan zannederdi. Öylesine bir sessizlikti bu.

Birkaç dakika sonra arkadan adım sesleri duyuldu. Darya irkilerek arkasına baktığında Pjotr'un elinde bir şeyle geldiğini gördü. Ateşe iyice yaklaştığında elindeki cisim aydınlandı. Bu şey bir hindiydi. Gövdesine Pjotr'un oku saplanmıştı.

Darya hindiyi gördüğünde sevinçle çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Çok açtı ve o hindiyi çok severdi. Gülümsemesini yuttu ve ateşe bakmaya devam etti. Ateş, gözlerini kamaştırıyordu ama o yine de bakmaya devam ediyordu. Bazı şeylerin tersini yapmak, hayata meydan okuma yöntemiydi. Fakat sorun şuydu ki; hayat onun varlığının bile farkında değildi.

"Hindi avladım," dedi Pjotr, ölü hayvanı ayaklarından tutup sallandırırken. Hindideki oku alıp sadağına geri koydu. Yere oturdu ve ellerini ateşte ısıtmaya başladı. "Kurt da vardı da, bilirsin; kurt, yemek için pek iyi bir tercih değil."

"Kurt seni gördü de nasıl saldırmadı?" diye sordu Lev, hindiyi adamın elinden alıp tüylerini yolarken.

"Sen beni ne sandın? Ben özel bir insanım. Her şeyin üstesinden gelebilirim, bin askerle geldiğim gibi. Tabii o benim için bir çocuk oyuncağıydı." Pjotr, Lev'in damarına basıyordu.

Lev duraksadı ve çene kasları seğirdi. Karşısındaki adama nefret dolu gözlerle bakarken hindinin tüylerini yolmaya devam ediyordu. Sustu, cevap vermedi. Lev saldırmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Hıncını hindiden çıkarıyordu.

Pjotr elini cüppesinin cebine soktu. Bir şey arıyormuş gibiydi. Birkaç saniye sonra yüzü, aradığını bulmuşçasına aydınlandı. Elini cebinden çekip ince bir şeyi Lev'e fırlattı. Lev ise, Pjotr'un attığı şeyi ustaca yakalayıp hindi yolmayı bıraktı. Darya, Lev'in elindeki şeyi daha iyi görebilmek için kafasını uzattı ve gözlerini kıstırdı. Bir kolyeydi. Ne kolyesi, diye düşünmeden edemedi.

"Kolyen," dedi Pjotr, ilgisizce. "Aslında atacaktım ama annenden kalan bir hatıranın yok olmasını istemedim."

"Bana ait olan şeyi atamazsın zaten."

Pjotr'un dudaklarının arasından boğuk bir kıkırtı yükseldi. "Gerçekten mi?" Bu sırada gözleri Darya'ya ilişti. "Sen hayatta mısın?"

Darya cevap vermedi. Gözlerini kaçırıp yerdeki toprakla oynamaya devam etti.

Pjotr, Lev'e, "Duygu sömürüsü yapıyor," diye fısıldadı. Ama fısıltısı, Darya'nın kulağına kadar geliyordu.

Darya öfkeyle gözlerini yumdu ve yumruklarını sıktı. "Duygu sömürüsü yapmıyorum," dedi dişlerinin arasından. Gerçekten de duygu sömürüsü falan söz konusu değildi. Artık Darya'nın sabrı taşıyordu. "Kendini beğenmiş bir aptalın tekisin. Ne düşündüğüm hakkında en ufak bir fikrin bile yok."

Kral Lev, yolduğu hindinin karnını bir hançerle açarken göz ucuyla ikisine baktı. Merakla dinliyormuş gibi görünüyordu.

"Belki," diye cevap verdi Pjotr, alt dudağını büzerken. "Ama nasıl olsa ortaya çıkacaktı." Omzunu silkti. "Eğer aşkınızı falan bozduysam üzgünüm," dedi ama bu sözlerinden resmen alay akıyordu. Üzgün falan olmadığı belliydi. "Köle ve kral... Oldukça ilginç..." deyip yeniden güldü.

Darya'nın midesi, köle kelimesini duymayla beraber kasıldı. Eldivenleriyle oynamaya başladı. Belli etmemeye çalışıyordu fakat kırılmıştı. Lev'in onu hak etmediğini ima etmişti.

"Ortada aşk falan yoktu," dedi Lev, yangına körükle giderek.

Pjotr buna karşılık dudaklarını imalı bir öpücük halinde büzdü ve ardından kahkaha attı. "Evet, tabii." Ne yaşandığını bildiği apaçık belliydi.

Darya kısık bir sesle, "Nereden biliyorsun?" diye tereddütle sordu.

"Ben her şeyi bilirim," deyip göz kırptı. "Görülerimin olduğunu unuttun sanırım."

"Her neyse."

Kral Lev, hindinin kanlı iç organlarını ağacın köküne doğru dökerken yüzünü buruşturuyordu. Eli kana bulanmıştı. "Çantamdan su matarasını ver," dedi Pjotr'a doğru.

Bunun üzerine Pjotr söylene söylene çantayı açtı ve biraz eşeledikten sonra matara çıkardı. Lev'e uzattığında, Lev göz devirdi. "Ellerim bu şekildeyken nasıl iş yapabilirim?" diye sordu. "Suyu yavaşça dök. Hindideki kanı temizleyeceğim."

Pjotr kırbanın tıpasını açarken, "Ne bitmez isteğin varmış," diye homurdandı. İç geçirip yavaşça suyu hindiye dökmeye başladı.

Lev hem hindiyi, hem de ellerini temizledikten sonra temiz hindiyi hançerle parçaladı. Butları, göğsü, boğazını ve diğer yerlerini ayırıp boş bir kırbanın gövdesine koydu.

Pjotr kırbanın üzerinden umursamazca iki et parçası aldı ve ateşte pişirmeye koyuldu. Lev de diğerlerini pişirmeye başlamıştı bile.

Uzun bir pişirme işleminden sonra Pjotr kırbanın üzerine bir budu koydu ve kız kardeşine götürmek adına ayaklandı. Kırbadaki eti Darya'ya uzatırken yüzünde belirsiz bir ifade vardı.

Darya kırbanın üzerindeki yemeğe baktı; derisi çıtır çıtır, parlak görünen o ete... Karnı çok açtı ve o oldukça lezzetli görünüyordu. Buna rağmen, "Aç değilim, istemiyorum," deyip itiraz etti.

Pjotr kırbayı biraz kendine doğru çekti. "Emin misin?"

Emin değildi. Hem de hiç. Çünkü kendini açlıktan ölüyormuş gibi hissediyordu. Biraz daha dursa bayılabilirdi bile. Bu yüzden pes etti ve üzerinde hindi budu olan kırbayı Pjotr'un elinden çekip aldı. Pjotr'un yüzünde hor bir gülümseme belirdi. Ardından yeniden Lev'in yanına oturup yemeğini yemeye koyuldu.

Darya yiyeceğini bitirdikten sonra hiç, bir daha isteyecek hali yoktu. Karnı yeterince doymuştu ve yavaş yavaş uykusu geliyordu. Parmak uçları soğuktan iyice uyuşmuştu.

Elindeki yağları cüppesine sildi. Diğerlerine baktığında Pjotr'un, eli ensesinde gevşemeye çalıştığını, Kral Lev'in ise ateşi körüklediğini gördü. Lev hiç de uyuyacak gibi görünmüyordu. Yerde hindinin pişmiş kemikleri vardı. Lev eline kemikleri aldı ve gelişi güzel ateşin içine attı.

Darya'nın gözleri birkaç saat önce ağladığı için ve uykusuzluktan dolayı çökmüştü. Belki de bu kadar uykusuzluğunun sebebi çok yorulduğundandı. Bu yüzden, zaten sarındığı cüppesine daha fazla sarındı. Bu şekilde daha fazla ısınıyordu. Tabii buna ısınmak bile denmezdi ya...

Oturduğu yerden kafasını iyice ağaca yaslayıp düşüncelerini azaltmaya, bacaklara girdiğini hissettiği karıncaları umursamamaya, soğuğun yakıcılığını hissetmemeye çalıştı. Fakat bunların hepsini hissedebiliyordu. Hissetmemek, umursamamak adına çalışsa da olmuyordu.

Bir süre sonra bedeni yorgunluğa karşı iflas etmiş olacaktı ki vücudu dirençliliğini yitirdi. Beyni hiçbir şey algılamamaya başladı. Delikli bir şekilde uyumamak için elinden gelen her şeyi yapabilirdi.

Lev, can sıkıntısından eline bir çalı aldı ve ateşe tutarak yanmasını sağladı. İnce çalının ucunda bir köz oluşurken Lev onu alevlerin içine attı; yanan ateşi öylesine izlemeye başladı.

Göz ucuyla Darya'ya baktığında, onun uyumuş olduğunu gördü. Pjotr'un ise uykusu olduğu aşikârdı ancak uyumuyordu. Lev'in ise gram uykusu yoktu. Ağacın yanındaki çantasını eline aldı ve buruşmuş keçi postunu çantadan çekip çıkardı. Çekinerek Darya'nın yanına ilerledi. Pjotr'un gözlerinin kendisine olduğunu hissedebiliyordu. Bu rahatsız ediciydi ama yine de yapıyordu.

Hissettiği şey acıma duygusuydu. Kızın soğuktan kızarmış dudakları, burnu, göğsüne kadar dayanmış dizleri, dizlerine dolanmış kolu... Ateşten uzaktı ve bu onun üşümesini sağlıyordu.

Postu kızın üzerine örttü ve yeniden ateşin yanına gidip oturdu. Pjotr, Darya'ya bakıyordu. Gözlerinin koyu renkli kısmına önündeki ateş yansıyordu "Zor bir çocukluk geçirdi," dedi kısık bir sesle.

Lev arkasındaki ağaca yaslanırken, "Biliyorum," diye cevap verdi.

Pjotr yüzünü hışımla Lev'e çevirdi. "Hiçbir şey bilmiyorsun."

"Belki," deyip umursamazca omuz silkti Lev. "O zamanlar da beraber miydiniz?" deyip kıkırdadı. Ama bu gülüş, sevimsiz bir gülüştü. "Ağabey, kız kardeş ilişkisi falan hani."

"Hayır, kardeş olduğumuzu bilmiyordu ama ben biliyordum."

Kral Lev oldukça şaşırmıştı, çünkü onları ta çocukluktan beri görüşüyorlar sanmıştı. Oturduğu yere yatar pozisyona gelecek kadar yayılırken kafasını Pjotr'a çevirdi. "Peki ya ne zamandan beri görüşüyordunuz?"

"Bilmem, çok olmadı. Birkaç ay falan."

Buna şaşırmıştı ve nedense bir suçluluk duygusu hissetmişti. Belki de o kadar tepki göstermemeliydi. "Bir şeytana göre fazla... Normalsin."

"Şeytan değilim. Yalnızca unvanım şeytan."

"Melek olmaktan iyidir," dedi Lev, ağacın etrafındaki çalıları alıp ateşe atarken.

Pjotr gözlerini kıstı ve Lev'e dikkatle baktı. "Ondan nefret etmiyorsun."

"Hayır, ediyorum."

"Etmiyorsun. Kendini kandırma."

Lev konuyu değiştirmek adına, "Onu bilmem de, senden nefret ettiğim kesin," diye mırıldandı. Yüzüne küstah bir ifade yayıldı.

"Neden?" diye sordu Pjotr, pek de umurunda olmadığını belli eden bir şekilde omuz silkerken.

"Acaba neden?" diye homurdandı Lev.

"Askerlerini öldürmekten başka çare bırakmadın bana, kral. Beni şimdiye kadar öldüremedin, o zaman mı öldürecektin? Komikleşme." Pjotr esnedi. Ardından, "Ama eğer seni dövdüğüm içinse, pişman değilim. Çok zevkliydi," dedi.

Lev'in öfkesi coşarken ateş saçan gözlerle, şeytani adama baktı. "Aptal," deyip ellerini saçlarına geçirdi. Derin nefesler aldı. "Ne diye Darya'yı almak istedin?"

"O benim kardeşim. Üstelik sarayda insanların Darya'ya nasıl yaklaştığını biliyorum. Hepsi tıpkı senin gibi... Bencil, kibirli, kaba..."

"Sen nasılsın? Senin de benden bir farkın yok."

"Ah, hayır, hayır... Ben senden çok daha fazla bencil, kibirli ve kabayım." Dudaklarına rahatsız edici bir gülümseme yayıldı. "Ve bu çok huzur verici..."

"Gerçekten çok garipsin."

"Onu yeşil diye istemiyorsun, değil mi?" diye sordu Pjotr. "Darya'yı yani," diye ekledi.

"Türü önemli değil. Onu istemiyorum."

"Tabii, tabii," deyip gözlerini devirdi adam. "Görülerim öyle demiyor ama."

Lev merakla, "Nedir şu görüler?" diye sordu.

"Görü işte. Mesela sözde yemeğe gitmek için Darya'nın odasına girip onu öptüğünü, cüppesini çıkarıp yatağa götürdüğünü saniye saniye gördüğüm şeyler."

Lev hafif bir utançla yere bakarken, "Bu, özel hayata müdahale," diye homurdandı. Canı sıkkındı ve sinir hafiften onu boğuyordu.

"Elimde olsa onları görmek istemezdim zaten, budala," dedi Pjotr. "İğrenç."

"Hayır, bence değil."

"Bana göre iğrenç."

"Bundan bana ne? Neden bunu konuşuyoruz?" Lev iç çekti. Yavaş yavaş sönmeye yüz tutan ateşi, doğrulup körüklemeye başladı. "Senin şu görülerin daha ne diyor?"

"Sana ne?"

"Söylesene."

"Görülerim, susman gerektiğini söylüyor."

"Canımı sıkıyorsun."

"Sen de benim canımı sıkıyorsun."

"İnat etmeyi bırak da söyle."

"Yalvarırsan olur."

"Asla." Lev duraksadı ve Pjotr'a baktı. "Cidden söylemeyecek misin?" diye sorduğunda, Pjotr kafasını iki yana salladı. Yüzünde kararlı bir ifade vardı. Lev gözlerini devirdi ve derince bir iç çekti. "Lütfen," diye mırıldandı. Bunu yapmayı hiç ama hiç sevmemişti.

Pjotr alayla baktı ve kaşlarını kaldırdı. "Ayaklarıma kapandırırdım ama hiç havamda değilim, şanslı günündesin. Acıdım." Oturduğu yere iyice yayıldı. "Görülerimde nedense hep Darya'yı üzdüğünü görüyorum. Sinirimi bozan şey bu..." İmalı imalı bir bakış attı. "Bunun haricinde, hani senin şu fosil şey var ya, o bulunacak."

Lev kafasını hızla adama çevirdi ve mutlulukla karışık bir şaşkınlık ile baktı. "Gerçekten mi?"

"Değil."

"Ne?"

"Gerçekten, gerçekten."

Lev gözlerini devirdi ama içi huzur doluydu. Her ne kadar ona güvenilmeyeceğini bilse bile bu sefer inanmıştı. Zaten bulunacağını biliyordu; bu da pekiştirilince epey sevinmişti.

"Nöbet tutalım," dedi Pjotr. "Bu ormanda ne olacağı belli olmaz. İlk sen uyu. Birkaç saat sonra seni uyandırırım, ben uyurum."

Lev ilk başta kararsız kalsa da kabul etti. "Tamam. Anlaştık." Yere iyice yayıldı.

Pjotr'un küstahlığına siniri bozulsa da bir yandan sevmişti. Çünkü diğerleri hep onunla, kral olduğu için, yalanlar ile konuşmuyordu. O açık sözlüydü ve sahte saygı gösterileri de yapmıyordu.

Gözlerini kapattığında yorulduğunu fark etti. Bacakları ağrıyordu ve elleri, duvarı yumrukladığı için fena halde acıyordu.

Buna rağmen uyumaya çalıştı. Bir süre sonra bir şey düşünemez hale geldi.

Koyu kızıl rengi saçları boynuna kadar uzanan, hafif cılız, uzun boylu çocuk kasabanın kasvetli ve dar apartmanlarının arasından ilerliyor. Rengini bulutlardan alan gri gözlerini bir elf edasında oraya buraya keskince gezdiriyor. Elflerin yalnızca masallarda olduğunu biliyor ama yine de kendini onlar gibi hayal etmekten alıkoyamıyor. Elflerin ok kullandığını da biliyor, ancak o kılıç konusunda çalışıyor. Bunun farkında. Yalnızca hayal dünyasından vazgeçemiyor.

Dizlerine kadar uzanan kahverengi çizmelerini, sol eliyle yukarıya çekiyor. Sağ elindeki kılıcın kabzasını daha sıkı tutuyor ve nefesini düzenli tutmaya özen göstererek duvar sonunda duruyor. Kendini gri betona yaslıyor. Kulaklarını iyice kabartıp ayak seslerini dinliyor.

Kalbinin buz tuttuğunu hissedebiliyor. Sadece on dört yaşında olmasına rağmen diğer çocuklar gibi oyun oynamayı sevmiyor. O daha farklı şeylerden hoşlanıyor. Babası Dmitry'nin de yaptığı gibi oyuncaklarının keskin kılıçlar olmasını arzuluyor.

Aklından, "Ben Lev'im," diye geçiriyor, kendine destek olmak istercesine. "Müstakbel kral." Ama bunu asla dışından söylemiyor. Yaşının küçük olduğunu biliyor ancak kendini hiç de küçük hissetmiyor. Hatta beyninde yılların tecrübesi var gibi davranıyor. Siyah pelerinin başlığını başından çıkarıp gür saçlarının rüzgârda dalgalanmasına izin veriyor.

Önündeki gri duvara bakıyor. Adım sesleri yaklaşırken kendini duvara daha fazla çekiyor. İçindeki dehşet duygusunu yutmaya çalışarak gözlerini sımsıkı yumup geri açıyor. Arkasındaki, tıpkı kalbi kadar soğuk duvar, ta ciğerlerine kadar işliyor. Göğsünü kabartarak derin bir nefes alıyor. Kalbi küt küt atıyor; sanki gel beni durdur dermiş gibi.

Siyah saçlı, bol gömlekli, kasabalı bir altın çocuk apartman arasına gelip, elinde kılıcı olan kızıl saçlı çocuğu görünce irkiliyor ve gözleri büyüyor. Toz kir içinde kalmış bol gömleğinin yeniyle burnundaki sümükleri siliyor ve yutkunduğu boğazındaki hareketten belli oluyor. Gırtlak çıkıntısı kalkıyor, iniyor.

Kızıl saçlı çocuk buz gibi bir ifadeyle gülümsüyor. Karşısındaki siyah saçlı çocuğun, aradığı çocuk olduğunu biliyor. Ona karışan bir çiftçi çocuğu...

Çiftçinin çocuğu kaçmaya yelteniyor fakat Küçük Lev'in ona attığı çelme yüzünden yere düşüyor. Yerde yatan çocuk korku dolu gözlerle göğsüne bastırılan çizmeli ayağa ve tam dibindeki kılıca bakıyor. "Ne olur beni öldürme!" diye yalvarıyor. "Prens, lütfen beni öldürme."

Kızıl saçlı çocuk gözlerini deviriyor. Çünkü çocuğun bu yalvarışı hoşuna gitmiyor. O, güçsüzlüğü sevmiyor. "Ben Lev'im," diyor tükürürcesine. "Benimle konuşma hakkının olduğunu kim söyledi?"

Çocuğun göğsü inip kalkıyor. Neredeyse ağlamak üzere... Lev buna gülüyor ve çocuğun bu kadar kolay lokma olmasına karşılık canı sıkılıyor. Ayağını çocuğun göğsünden çekiyor ve kılıcı çocuğun kalbinin olduğu yere bastırıyor. Bu ilk deneyimi olduğundan biraz heyecanlanıyor ve eli titriyor. Fakat yapacağından hiç pişmanlık duymuyor. Kılıç, gömleği biraz yırtıyor fakat tenine henüz girmiyor.

Çocuk, "Beni öldürme. Özür dilerim. Ne istersen yaparım," diyor kekeleyerek.

Lev, ayağının altındaki çocuğun gözlerine dikkatle bakıyor ve söylediklerini umursamayarak kılıcı sertçe bastırıyor. Keskin bıçağın, eti deldiğini, kalbin içinden geçtiğini hissediyor. Kulaklarına bir inilti sesi doluyor.

Kan, çocuğun beyaz gömleğini kırmızıya boyarken Lev gülümsüyor. "Kararlarıma karışılmasını hiç sevmiyorum," diyor boğuk bir sesle. Yaşına göre fazla acımasız davranıyor. Kılıcı çocuğun teninden çekerken siyah pelerinin başlığını kafasına geçiriyor ve yürümeye başlıyor. "Büyüyünce dünya benim olacak," diyor kılıcı kınına sokarken. "Fosil sayesinde tanrılar bile bana itaat edecek."  

Continue Reading

You'll Also Like

275K 18.6K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
22.2K 61 8
Selam ben Asya 26 Ekim 2008 doğumluyum. doğduğum günden beri bir yurtta kalıyorum, annemi ve babamı hep çok merak etmişimdir. Neden bıraktılar beni b...
7.7M 452K 85
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
198K 8.2K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...