17 NUMARA | KİTAP OLDU

By fennayazar

11.5M 184K 502K

17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜ... More

Bölüm 1 | Yolcu
Bölüm 2 | 17 Numara
Bölüm 3 | Seri Katil
Bölüm 5 | İzleyici
Bölüm 6 | Kaçış
Bölüm 7 | Kurtuluş
Bölüm 8 | İstasyon
Bölüm 9 | Katil
Bölüm 10 | Koz
KİTAP OLUYORUZ
17 NUMARA:PİYES
17 NUMARA:MATEM
❗UYARI ❗
Özel Bölüm I
Özel Bölüm II | Asır Karahanlı
ÖZEL BÖLÜM III | Asır Karahanlı II

Bölüm 4 | Yanlış Seçim

268K 15.2K 37.6K
By fennayazar

Satır aralarına yorumlarınızı bırakmayı ve yıldızı parlatmayı unutmayın. Desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim🖤

17 NUMARA

BÖLÜM 4

YANLIŞ SEÇİM

Pizzacı gittiğinde Asır'ın dudaklarındaki gülümseme soldu. Yerini çatık kaşlar, sıkılan dişler ve birbirine bastırılan dudaklar aldı. Kişiliği karanlıktı belki ama gamzeleri, onu sebebini bilmediğim bir aydınlığa sürüklüyordu. Şimdi aydınlıktan çok uzaktaydım. Zifirî karanlık, pençesini bana uzatıyormuş gibiydi.

Asır, birkaç büyük adımda yanıma gelerek kolumdan sertçe yakaladı ve çekiştirmeye başladı. Beni ormana doğru sürüklerken onu eline vurarak durdurmaya çalıştım ama beni kale almadı. Öyle güçlüydü ki bu yanını yabana atmamak lazımdı. Bu sebeple beni sürüklemesine bir türlü mâni olamadım.

"Asır, saçmalama, bırak kızı. Onu böyle elinde tutamazsın!" diye ardımızdan bağıran ses, Barış'a aitti. Sese kulak kabartmak isterken dikkatim dağıldı ve yerdeki taşa takılıp yere düştüm. Kalkmak için zahmette bulunmadım. Bunun yerine gerileyerek, ondan uzaklaşmaya çalıştığımda eğildi ve kollarımdan tutarak beni ayağa kaldırdı.

"Bırak beni! Bana dokunma bırak!"

Kollarımdan iyice çekti ve ileri doğru savurdu. Kafamı bir yere çarptığımda gözlerim acıyla kısıldı, ağzımdan acı dolu bir inleme kaçtı. Beni tekrar tutup kaldırdı ve kömürlüğü andıran küçük, tahta bir kulübeye soktu.

"Al! Burada sana dokunacak tek şey, güya sana vicdan azabı çektiren insanların ölü bedenlerinden arta kalan ruhları olur."

Çıkmak için ileri doğru atıldığımda kapıyı kapattı. Kapının kilitlediğini duydum ve yumruklarımı, tekmelerimi kapıya geçirdim. Burası soğuk, ıssız ve karanlıktı. Kapının altından güneşin son ışıkları sızıyordu fakat birazdan zifirî karanlığa boğulacaktım. 

"Aç şu kapıyı, beni burada bırakamazsın!"

Kapının ardındaki bütün sesler kesildi. Gitmişti, beni bu korkunç yerde yalnız bırakıp gitmişti. Panik içinde nefes almaya çalışıyordum. Kafamın, çarptığım kısmındaki ağrı boynuma kadar ulaştı. Elimi oraya götürerek arkaya geriledim. Sırtım tahta duvara çarptığında, aşağı doğru kayarak oturdum. Parmaklarım sıcak bir sıvıya bulandığında buz kestim. Kafam kanıyordu.

Dünden beri yaşadıklarımın üzerine bir de bu olanlar eklenince gözyaşlarımı tutamadım. Hıçkırıklarım bir bir dudaklarımın arasından kaçarken, içimi çeke çeke ağlıyordum. Hâlâ açtım, midem bunun etkisiyle bulanıyordu. Başım çatlayacakmış gibi bir ağrıyla sarmalanıyor, akan kan boynuma doğru süzülüyordu. Ölen insanların çığlıklarını kulaklarımda duyabiliyordum. Bana bakan masum gözleri, baktığım her noktada görebiliyordum. Neden ben de ölmedim? Neden seçilen kişi ben oldum? Asır'ın, oyunun kurallarından bahsettiğini anımsıyordum. Hangi oyundan bahsediyordu? Ben bu oyunun neresindeydim? Oyuncu muydum yoksa üzerine oynanan mı? Bir şey daha dediğini hatırlıyordum.

"Her şey bittiğinde bana teşekkür edeceksin."

Ona neden teşekkür edecektim, insanları öldürdüğü için mi yoksa bana yapacakları için mi?

"Çabuk pes ettin. Hani sen kolay kolay yenilmezdin, Defne?"

Aralanan göz kapaklarım gün ışığıyla kısıldı. Gözümü yoran güneşin önüne biri geçtiğinde, kıstığım gözlerimi açtım ve kim olduğuna baktım. On yaşlarında küçük bir kız çocuğuydu, onu tanımıyordum.

Etrafa göz gezdirdiğimde bir evin bahçesinde olduğumuzu gördüm. Bana çok tanıdık gelen bu yeri tam anlamıyla çıkaramamıştım. Tepemizde kocaman bir ağaç ve en büyük dalına bağlanmış bir salıncak vardı. Küçük kız, elini bana doğru uzattığında, yardımını alarak ayağa kalktım. Biraz daha bakındığımda aslında burayı çok iyi tanıdığımı fark ettim. Burası, ben küçükken ailemle geldiğimiz yazlık evimizdi. Bunu, gözüme çarpan papatyalardan anlamıştım. Annem, bu papatyaları benim için buraya dikmişti.

"Hani korkmak sana göre değildi, Defne? Eskisi kadar güçlü görünmüyorsun."

Küçük kızın soğuk sesini duyduğumda ona doğru döndüm. Saçları iki yandan örülmüştü. Üstünde pembe, askılı bir bluz ve altında kot şort vardı. Ölü bir bedeni andıran beyaz teni ve kocaman gözleriyle masallardaki küçük prensesleri andırıyordu.

"Seni tanıyor muyum?"

Beni onaylayıp, "Yoksa hatırlamıyor musun? Beni unutmayacağına söz vermiştin, Defne," dedi, kırılmış duyguları sesine yansıyordu. İster istemez kaşlarımı çattım. "Ne zaman?" diye sordum. "Çünkü ben buraya gelmeyeli yıllar oluyor." Sesimin nazik çıkması için çabalıyordum.

Küçük kız, elimi kavradı ve beni salıncağa doğru çekiştirmeye başladı. Onu zoraki bir şekilde takip ettiğimde, elimi bırakarak kafasını yana doğru usulca eğdi.

"Dokuz yıl önce, tam burada bana söz vermiştin, Defne. Sözünü nasıl unutursun!"

Nasıl dokuz yıl önce söz verebilirdim ki? O zamanlar bu kız kadar küçüktüm. "Emin misin?" diye sordum teyit etmek istercesine. "Dokuz yıl önce seninle burada tanışmış olsak bile, bunu hatırlamak için çok küçük sayılmaz mısın?"

Kafasını iki yana sallayarak beni reddetti. Yüzünde keskin, korkunç bakışlar oluşmaya başladı. Artık küçük, tatlı bir kız çocuğu gibi bakmıyordu. Geriye doğru adım attığında ayağı bir yere takıldı ve duraksayarak soğuk gözlerini yere doğru çevirdi. Gözlerini takip ettiğimde gördüğüm şey, korku dolu bir iç çekmeme sebep oldu. Çünkü çarptığı şey, topraktan çıkan küçük bir eldi. Ben çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorken onun gördüğünde ne kadar korkabileceğini düşünemiyordum. Ben ona korkmamasını söyleyecekken kafasını aniden bana doğru çevirdi.

"Unutmayacağına söz vermiştin."

Boğazından, derin bir kesik varmış gibi kanlar süzülmeye başladığında koca bir çığlık patlattım. Vücudunun her yerinden aynı boynundaki gibi kesikler varmışçasına kanlar akmaya devam etti. Oysa bunu hiç hissetmemiş gibi acıyla kıvranmadan, "Unutmayacağına söz vermiştin," demeye devam etti. Gün karardığında her şey yok oldu. Kız gitti, sadece ben ve korku dolu kalbim kaldık.

Gözlerim kâbusun etkisiyle dehşet içinde aralandı ama hemen geri kapanmasına mâni olamadım. Küçük kızın "Unutmayacağına söz vermiştin." deyişi kulaklarımda yankılanırken dışarıdan gelen sesleri işittim ve korku dolu hislerimin yanında buna kulak kabarttım.

"Yeterince kaldı, bırak çıkarayım."diyen ses Akın'a aitti. "Ölmesini mi istiyorsun?"

"Sana ne lan? Ne zamandan beri bana hesap sorar oldun!"

Bu da katilimin.

"Asır, bırak çıkarayım. Ona canlıyken ihtiyacın olduğunu biliyorsun, ölürse sana ne faydası dokunacak?"

Akın'ın yaşamam için bu kadar çaba sarf etmesi neredeyse gözlerimi yaşartacaktı. Oysaki gözlerimin önünde gerçekleşen katliamı zevkle izlediğini gördüğümden emindim. Neden yaşamamı bu kadar istiyordu, bu çaba neyin eseriydi, bilmiyordum ama Asır, onun aksine ölümümü daha çok arzuluyor gibiydi.

"Seçimlerimin yanlış olduğunu düşünmeye başlıyorum. O, yanlış seçim. Peki ya, sen?"

Bence de yanlış! Ben katil olamayacak kadar saf duygularla bezenmiş bir kızdım. En azından onların yanında öyle kalıyordum. Eğer ki söyledikleri gibi amaçları gerçekten beni bir katil yapmaksa, onlardan biri olmamı amaçlıyorlarsa gerçekten yanlış bir seçimdim.

Keşke yanlış seçim olduğumu düşünen Asır, bana özgürlüğümü geri vererek bu yanlışını telafi etseydi.

Hareket etmeye çalıştım ama yapamadım. Ne gözlerimi açabiliyor ne de bir tepki verebiliyordum. Sanki kafam titriyor, vücudum yanıyordu. Üşüyordum ama vücudumdan sızan sıcaklığı da hissedebiliyordum.

"Bırak sana doğru olduğunu göstereyim."

"Tamam, ama doğru değilse benim kitabımda tek yanlış diğer doğruyu da yanında götürür bilgin olsun."

Uzaklaşan ayak sesleri kulağıma çalındı. Ayak sesleri kesildikten bir süre sonra hiçbir şey duyamadım. Çok geçmeden kapının dışından sesler yükseldi. Kapının açıldığını duydum ama kafamı kaldırıp çıkmak için yeltenemedim. Uyurken öne doğru düşen bacaklarım, kapıyı tamamen açmaya kalktıklarında onlara engel oldu.

"Defne? Uyan, Defne! Seni çıkaracağım."

Sesi, boş bir odada bağırıyormuş gibi yankı yaparak kulaklarıma ulaşıyordu. Üzerimde dolanan elleri hissettiğimde karanlığa alışan gözlerime zihnim de eşlik etti. Bilincimi bir kere daha kaybettim.

Hayatım boyunca güzel anılarla gülüp eğlenmiş, kalbimin ritmini hızlandırmış bir kadın olarak, düştüğüm durumun verdiği his inanılmaz rahatsız ediciydi. Ne yapacağını bilmeyen savunmasız bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Birinin bana elini uzatmasına, düştüğüm bu bataklıktan çekip çıkarmasına ihtiyacım vardı. Çünkü ben kaçmaya çalıştığım anda, alnımın çatından vurma cesaretini dibine kadar taşıyan katillerin elinden nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.

Derin bir iç çekerek, gözlerimi araladığımda bana tahsis edilen odada olduğumu gördüm. Kalbim hâlâ hızlı ritimlerini koruyor, vücudum nefes alıp verişimle titriyordu. Gördüğüm kâbusun hissettirdikleri hâlâ üzerimdeydi. Son zamanlarda pek normal rüyalar gördüğüm söylenemezdi. Olanları düşününce normal rüyalar görmemen olasıydı çünkü yaşadıklarım sıradan değildi. Bu kâbusun hissettirdikleri diğerlerinden farklıydı. Korku üzerine kurulu bir kâbusa benzemiyordu. Çok gerçekçiydi.

Yerimde doğrulmaya çalıştığımda kolumdan yayılan sızıyla yan tarafa döndüm. Koluma serum takmışlardı. Demek, durumum bu kadar ciddiydi. Gerçi günlerdir yemek yemiyor, bir damla bile su içmiyordum. Bütün bunların yanı sıra sürekli çığlık atıyor, ağlıyor ya da bağırıp çağırıyordum. Serumla kendime getirmeye çalışmaları çok normaldi.

Elimi kafamdaki acıyan yere götürdüğümde o kısımda sargı bezi olduğunu fark ettim. Kendimi zorlayarak yastığı arkama aldım ve sırtımı yasladım. Serum bitince iğnesini usulca çıkardım ve üstümdeki yorganı, sıcak bastığı için köşeye ittim. Gördüklerim karşısında gözlerim fal taşı misali açıldı, yorganı geri örttüm. Kıyafetlerim üzerimde değildi!

Ayaklandım ve yorganı üzerime sararak odadan dışarı çıktım. Asır, karşımda duruyor ve bana gözlerini kırpmadan duygusuz, sert, umursamazca bakıyordu. Odadan çıkacağımı anlamış gibi karşımda dikilmesini anlayamasam da katil bakışlarını ayırt edebiliyordum. Çünkü her bakışı benim için aynı anlama geliyordu.

Ben bunları düşünürken Anıl yanıma geldi. "Kıyafetlerim nerede diye carlamadan önce söyleyeyim, seni çıkardığımızda cayır cayır yanıyordun, vücudunu soğuk suyun altında tutmaktan başka bir şey gelmedi aklımıza. Kıyafetlerini de sonrasında çıkarttık ama merak etme, bakmadık."

Ona, bunu kimin yaptığını sorup kendimi rencide etmeyecektim. Bu durumugörmezden gelmem, sinirlerim için daha mantıklıydı. Bu yüzden ona cevapvermeden, dönüp giden Asır'ın arkasından bağırdım: 

"Neden ölmeme izin vermedin? Yanlış olduğumu düşünüyorsan neden öldürmedin beni! Siz katiller insanlara acır mıydınız?"

Olduğu yerde durup bana döndü. Gene o katil bakışlarını bana yollayarak, "Kurallara uymayı öğrendiğin zaman bana hesap sormayı bir dene. Belki o zaman sorularının cevaplarını alırsın."dedi.

"Uymayacağım! Anlamıyor musun ben siz katillerin yanında kalmayacağım! Bak, bırak gideyim. Zaten kim olduğunuzu tam olarak bilmiyorum. Bırak fırsat varken hayatıma devam edeyim. "

"Artık yalvarma safhasına geçtin demek. O kadar mı korktun?"

Yorganı sıkıca tutarak ona doğru ilerledim ve dibinde durarak gözlerinin içine dik dik baktım. Normal şartlarda bırakın bir katilin gözünün içine bakmayı, varlığını hissettiğim an topuklardım ama normal şartları çoktan geride bırakmıştık.

"Korkan biri, bunu yapabilir miydi?" Ona karşı hissettiğim duyguların korkuyla ilgisi yoktu. Sadece ondan nefret ediyordum, yaptıklarına rağmen korku hissedemiyordum.

Gamzelerini gösterecek kadar derin gülümsediğinde kaşlarımı itinayla çattım. Beni ciddiye almıyordu. Elini kaldırarak, bana doğru uzattığında bir adım geri çekildim; bu sefer daha çok gülerek elini, koluma uzattı. Serumun takıldığı noktayı okşarken geri gitmemek için direniyordum.

"Canın acıyor mu?"

"Hayır." 

"İyi, zaten bu daha hiçbir şeydi. Asıl canın, canlar yanarken yanacak çünkü. Oyuna başlamaya hazır mısın 17 Numara?"

Ona iğrendiğimi belli edercesine bakarken elini kolumdan çekerek çeneme koydu."Biliyorum, ölmek istiyorsun ama bu olmayacak. Ölmemen için elimden geleni yapacağım çünkü sana canlı ihtiyacım var."

Vurduğum elini kıkırdayarak geri çekti. Sanki başlamayan bir oyunu şimdiden kazanmış gibi bakıyordu bana. Eğer bu bir oyunsa ve bir galip çıkacaksa asla onun kazanmasına izin vermeyecektim.

"O zaman bende ölmek için elimden geleni yapacağım. Çünkü ölümüm senin işine gelmez."

Benim öfkeyle dolan nefesim, onun neşeyle dolan nefesi, aramızdaki daracık mesafede karışırken, bana yaklaşır gibi oldu ama son anda vazgeçerek, geri çekilip arkasına döndü. Kapıya doğru ilerlerken, "Bakalım, kim kazanacak!" diyerek evden çıktı.

Onun arkasından bakarken açık kapıdan kaçmaya cesaret edemiyordum. Yine o yere kapatılmak istemiyordum, gözlerimi kapattığımda göreceğim şeylerden korkuyordum. Daha önce görmediğim bir kızın, onu unutmayacağıma dair söz verdiğimi söyleyip durmasını istemiyordum. Gözümün önünde yanarak ölen insanların beni suçladıklarını görmek istemiyordum. Umudumun beni terk ettiğini hissetmek istemiyordum. Ama tüm bunların aksine, buradan kurtulmak istiyordum.

Bütün bu düşünceleri kenara iterek, kapıya doğru bir adım attığımda Asır, kafasını kapının pervazından içeri uzattı. Kapının kulpunu tutarak kendine çekmeden önce, "Cesaretine hayranım," dedi ve kapıyı kapatıp gözden kayboldu.

"Ben de senin, demek isterdim ama seninki sadece deli cesareti."

Asır geri dönüp bana cevap verecekmiş gibi boş bir beklentiye girdim ve olduğum yerde öylece bekledim. Ege yanıma geldi ve elindeki alışveriş paketlerini bana doğru uzattı. Bunu görünce öfkeme engel olamayıp sert bir çıkış yaptım.

"Sakın bana bunların yeni ev hediyesi olduğunu söyleme," dedim.

Ege, "Söylemeyeceğim," diyerek, paketleri tutmamı beklemeden üzerime doğru bıraktı. Paketler yere düştü. O, umursamazca merdivene doğru yöneldiğinde arkasından ağız dolusu küfürlerimi ona armağan ettim ama duyup duymadığından emin değildim. Belki duysaydı beni öldürmeye yeltenebilirdi.

Akın paketleri yerden alırken, "Ege'nin kusuruna bakma, biraz kabadır," dedi, aralarında en nazik görünen o olmasına rağmen bu durum beni etkilemiyordu. "Odana geç istersen, buradaki kıyafetler seni bir süre idare eder."

"Başka seçeneğim var sanki!" diyerek cevap beklemeden odaya gittim. Akın, peşimden gelerek paketleri yatağa bıraktı ve yemek yemem konusunda birkaç şey geveledikten sonra odadan çıktı.

Merak etme, Akın, yiyeceğim.

Yatağa oturarak bir süre boş boş duvarı izledim. Sonra baktım ki hayatı sorguluyorum, elimi paketlerden birine atarak içini karıştırmaya başladım. Nasıl kıyafetler oldukları hiç umurumda değildi, bu yüzden hepsini açıp yatağın üzerine bırakmakla yetindim. Son bir paket kalmıştı ve elimi ona uzattım. Bu paket, bir iç çamaşırı markasına aitti. İçini açtığımda ağzım bir karış açık kaldı. Paketten hepsi pembe, on yedi çift çorap çıkmıştı. Güzel mizah, bunu yapanı -muhtemelen Asır'dı- pataklamak istiyordum.

Üzerinde çok fazla durmadım ve çorapların bir çiftini giydim. Altıma siyah bir tayt, üstüme ise uzun bir kapüşonlu giyerek rahat bir kombin elde ettim. Spor ayakkabılarım muhtemelen ıslak olduğundan onları giyemiyordum. Bu yüzden pembe çoraplarla baş başa kalmıştım.

Karnım açlıktan gurulduyor, başım zonkluyor ve dengem şaşıyordu. Artık bir şeyler yemezsem günün sonunda, açlıktan öldüğüm için bana bir mezar kazmak zorunda kalacaklardı. Açlıktan ölerek pes etmek, planlarım arasında yoktu.

Gözlerim kararmıştı ve bir süre olduğum yerde sabit kalarak kendime gelmeyi bekledim. Kaç gündür burada olduğumu, bilincimi sıklıkla kaybettiğim için bilmiyordum. Bir serum ve bir paket jelibon ile yaşayabileceğim kadar zaman geçmiş olmalıydı.

Odadan çıktığımda herkes farklı bir yere dağılmış, farklı şeylerle uğraşıyordu. Ne kadar da insancıl katiller! Sanırsınız, sıradan bir yurdun, sıradan gençleri! Günler önce gözümün önünde yirmiyi aşkın insanı yakarak öldürdüklerini, beni zorla alıkoyduklarını, kaçmaya çalıştığım için soğuk havada kömürlüğe kilitlediklerini düşünmezsek tabii.

Akın, odadan çıktığımı görür görmez, "Defne, yemek soğumadan gel, ye," diye seslendi ve diğerlerine de eşlik etmeleri için teklifte bulundu. Üzerindeki mutfak önlüğünü çıkartıp gülümsediğinde yanına ilerledim. Aslında katil olmasa gayet iyi biri gibi duruyordu. Evet, rol yapmanın zamanı gelmişti. Artık onlara ayak uyduran biri gibi davranıp en zayıf anlarında buradan kaçacak ve hayatlarının en güzel zamanlarını dört duvar arasında geçirmelerini sağlayacaktım. Çünkü ben, onlara bunu yapabilecek kadar kin dolu ve güçlü biriydim.

Akın bir centilmen gibi davranarak sandalyemi çektiğinde, ona ayak uydurup teşekkür ettim. Buna şaşırmış gibi dursa da sesini çıkarmadı ve o da bana ayak uydurmaya başladı. Belki ona teşekkür ederken midemin bulandığını bilseydi bunu yapmayı tercih etmezdi.

Önümdeki tabağa yaklaşarak, mercimek çorbasının kokusunu içime çektiğimde kendimi bir anlığına huzurla dolmuş gibi hissettim. O kadar açtım ki tabağı bile yiyebilirdim.

Kaşığı çorbaya daldırıp tam ağzıma götürecekken masadaki bütün sandalyelerin tek tek çekildiğini duydum. Kafamı tabaktan kaldırıp baktım; evdeki bütün katiller sofraya oturmuş, çorba içiyorlardı. Huzurum kaçmıştı. Yine de onları görmezden gelerek, çorbamı içmeye devam ederken Anıl'ın sorduğu soruyla dikkatim dağıldı: "Erken pes ettin, bunun bir sebebi var mı?"

Kafamı iki yana sallamakla yetindim. Koray bunun üzerine gözlerini kısarak, "Geçmişini araştırdım, çok iyi bir oyuncu olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsun. Bize oynamadığını nereden bileceğiz?" diye sorduğunda omuz silktim.

"Bilemezsiniz," dedim, sesimin umursamaz ve soğuk çıkması için çaba sarf etmeme bile gerek yoktu. "Ama korkmayın, oynamıyorum. Acı çekmek istemiyorum; yani bunu siz istediğiniz için değil, kendi sağlığım için yapacağım."

Koray kafasını sallayıp elindeki kaşığı tabağın içine bıraktı. "Geçmişinde çok heyecanlı şeyler yatıyor. Sağlığına o kadar da önem verdiğini sanmıyorum."

Onun suratına yumruk çakma isteğimi bastırmaya çalıştım yoksa birazdan bilmiş tavırları yüzünden elimde kalacaktı. Beni tanımıyorlardı, benimle ilgili üstünkörü bilgiler edinmişlerdi, o kadar. Ağzımdan laf alıp zayıf noktalarımı öğrenmeye çalışacaklardı ama yemezdim.

Kaşlarımı kaldırdım. "Ne demek istiyorsun? Yoksa ben uyuşturucu bağımlısı bir ergendim de benim mi haberim yok."

Bana donuk gözlerle bakmaya başladığında daha dik oturdum. Ona aynı soğuk bakışlarla karşılık vermekten çekinmedim. Böyle yaparak beni korkutabileceğini mi düşünüyordu?

"Koray, niye kıza öyle bakıyorsun?" diye soran Akın gibi ben de bunu merak ediyordum. Koray, bir süre daha bana bakıp kafasını iki yana salladı ve gözlerini kaçırdı. "Sen gerçekten doğru seçimsin, buna şimdi eminim."

Ben daha ona neyden bahsettiğini soramadan masadan kalkıp gittiğinde, diğer katiller de benim gibi şaşkınlardı. "Ne saçmalıyor?" Sorum karşısında adını söyledikten sonra bir kez bile konuşmayan Cem, dudaklarını bükerek beni yanıtladı: "Aramızda en zeki olan Koray'dır. Genelde ne dediğini anlamazsın ama eminim ki bir şeyler bildiği için böyle yapıyordur."

"Zeki olması, benim hakkımda benden çok şey bildiğini kanıtlamaz," diyerek çorbamı içmeye devam ettim. Buradaki her katilin anormal olduğunu düşünmeye başlıyordum. Gerçi normal olmalarını da beklemiyordum da neyse.

Akın, bir katile göre çok iyi birine benziyordu. Anıl oyuna sonradan dâhil olmuş gibi, iyiyle kötü arasındaki çizgide oynuyordu. Koray fazla gizemli ve soğuktu, ayrıca kendini dâhi sanıyordu. Cem herkese göre arka plandaydı ve oldukça sessizdi. Barış, Anıl gibiydi ama daha çok iyi tarafta olma rolünü üstleniyordu. Ege kaslı ve kabaydı, onun için söylenebilecek fazla söz yoktu. Son olarak Asır... İşte o, gerçek bir katildi. Diğerlerinden farklıydı, bir davranışı diğerini tutmuyordu. Gözlerinin içinde alev alev bir ışıltı vardı ama karanlığın hâkimiyet kurduğu gözlerindeki ışıltıyı görmek için çok derin bakmak gerekiyordu. Gülüşünden, öfke ve dalga aynı anda akıyordu. Her seferinde o kadar içten gülüyordu ki rol yapmadığına, bir oyuncu olarak çok emindim. 

Kısacası hepsi ama en çok da Asır akıl hastasıydı.

"Sıra ana yemekte. Mantar sote yaptım, spesiyalim olur." Akın, önümdeki boş çorba kâsesini alarak, yerine ana yemekle dolu tabağı koyduğunda düşüncelerimden sıyrıldım. Yemeği büyük bir iştahla bitirirken içine kafayı bulup onlara uyacağım bir şey katmıyorlardır umarım, diye düşünmeden edemedim. Ben etraftan soyutlandığımı düşünürken Akın'ın üzerimdeki bakışlarını fark ettim. Yemeğini bitiren herkes kalkıp gitmişti ama Akın dikkatle beni izliyordu. Çatalı, tabağın içine bırakarak ağzımdakileri yuttum.

" Merak etme, çatalı şah damarıma batırıp kendimi öldürmeyeceğim. Henüz değil."

Gülerek sandalyede geri yaslandı.

"Sadece, seni birine benzetiyorum o kadar. Bir arkadaşım vardı, ona çok benziyorsun."

Çatalımı tekrar elime aldım, "Genel bir tipim var, şaşırmadım." dedim ve yemeğime devam ettim.

"Biliyorum, o değilsin. Çünkü yıllar önce beni bırakıp gitti. Bir daha da gelebileceğini sanmıyorum."

Tam zamanında yemeğim bittiğinde elimdeki çatalı tabağa bırakarak gözlerine baktım."Şanslı kız. Eğer burada olsaydı senin bu halini gördükten sonra ölü olmayı tercih ederdi."

Söyledikten hemen sonra buna pişman olsam da Akın'ın bakışları, pişmanlık yerine korku hissetmeme neden oldu. Kaşlarını çattı, şakaklarındaki damarlar belirgin bir hâl alırken çenesini kastı. Bunu fark eder etmez, sandalyemi geriye doğru iterek ayağa kalktım. Sanki hiçbir şey söylememiş ve onun sinirlerini tepesine çıkarmamışım gibi odaya ilerleyecekken, bileğimden yakalayarak beni durdurdu. Belki de onun, aralarında en iyisi olduğunu düşünerek hata ediyordum. Gerçek yüzü, derinlerde yatan büyük yaralarına basınca ortaya çıkıyordu. Tam da az önce yaptığım gibi...

Onunkinin aksine zayıf bileğimi, büyük elinden kurtarmaya çalıştım. Daha fazla denememe müsaade etmeden beni hızla kendine doğru çekti ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Vücudum, vücuduna çarpmadan hemen önce durmayı başarmıştım ama aramızda birkaç santimden fazla mesafe yoktu. Çene hizasına denk gelen gözlerimi kaldırıp kararan gözlerine diktim. Akın, onda şu ana dek hiç görmediğim karanlık, ürkütücü bir havaya bürünmüştü. Parlayan gözleri kızarırken, daha ileriye gitmeden ondan kurtulmak istedim ama aramızdaki birkaç santimi, beni daha çok kendine çekerek kapattı.

"Bırak." Gözlerini yavaşça kapattı ve açtı. Tabii ki bu sakin katil davranışlarına kanmıyordum. Bakışları kendini ele veriyordu. Resmen bir cümlen için seni diri diri yakarım bakışı atıyordu. Bu yüzden Akın'dan ilk kez korkuyordum.

"Benim canımı yakma Defne. Yoksa ben senin canını lafta yakmam, bize yapıştırdığın katil sıfatının hakkını veririm."

"Haydi, versene," diye sözümü sakınmadan, kırdığım dizimi bacak arasına geçirdim. Aldığı darbeden sonra beni bırakacağını düşünmüştüm ama hiç etkilenmedi. Sanki fiziksel acılardan arınmıştı. Aldığı darbe onu fiziksel olarak etkilemese de sinirsel olarak etkilemiş olacak ki beni tezgâha iterek kolumu sıkıca kavradı ve eline aldığı koca bıçağı boğazıma dayadı.

"Sana katilin olurum dedim Defne!"

"Ol o zaman, senden korkmuyorum!"

İçime dolan, anlık bir cesaret değildi. Yaşadıklarımın kalbimde bıraktığı acının etkisiydi. Kurtuluş, diye düşündüm bir an; bu, kurtuluşum olabilirdi.

Anıl, "Akın, ne yapıyorsun, bırak kızı!" diye telaşa kapılarak yanımıza geldi. Akın gözlerini benden ayırmadan, "Zaten ölmek istiyordu. Ben bu dileğini yerine getirebilirim," dedi ve bıçağı boğazıma bastırdı. 

Tenimde açılan kesik, dudaklarımın arasından acı dolu bir nida kaçmasına sebebiyet verirken gözümden akmak için an kollayan yaşları tutmaya çalıştım. Ağlayamazdım, güçlü kalmalıydım.

"Aslında bunu yapmak istemiyorsun, Akın. Eğer Defne'yi bırakmazsan buna çok pişman olacaksın."

Belki de yapmalıydı, buna bir son vermeliydi. Daha fazla ölümle burun buruna kalmak istemiyordum. Sadece kendi hayatımı istiyordum, onların bana verdiklerini değil. Buraya ait değildim, asla olmayacaktım. Bu yüzden tek bir hareketin beni ölüme götürmesini ister olmuştum. 

"Yap, öldür beni, bitir bu işkenceyi! Tek isteğim, aileme kavuşmaktı ama beni canımdan usandırdınız. Canımı hiçe sayacak kadar nefret ettirdiniz. Bir de bunu düşün, seni tanıyan biri bunları öğrense neleri hiçe sayardı?"

Cümlelerimi onun üzerine kusarcasına sarf etmek, içimde bir yerde huzuru hissettirdi. Gerçekler işte bu kadar basitti. Gerçekler onların hoşuna gitmiyordu, bu yüzden içlerindeki kötüler, kendilerini derhâl belli ediyordu.

Akın'ın dudaklarının arasından kaçan öfke dolu nida, her şeyin bittiğini sanmama sebep olacak kadar içtendi. Gözleri körleşmiş, düşüncelerinin önüne öfkesi geçmişti. Nefretini, öfkesini attığı çığlıkla kapatmak istese de elindeki bıçağın boğazımı kesmek için hareket etmesini engellemedi. 

Keskin bıçak tenimi sıyırırken vücudumu titretecek kadar büyük bir çığlık dudaklarımın arasından firar etti. Acı, vücudumu anında uyuştururken kendimi kaybettim. Gözlerim acıyla dolup bulanıklaşmadan önce onun yumuşayan bakışlarını görür gibi oldum. 

En başından beri gördüğüm, iyi olduğunu düşündüğüm Akın gibi bakıyordu. 

İrkilerek ellerini üzerimden çektiğinde yere yığılmamam için hiçbir sebep kalmamıştı. Yere düşeceğimi sanırken Asır'ın kolları bedenimi yakaladı. Gözlerinde derin bir korku yatıyordu. Endişeliydi, eskisi gibi umursamaz değildi.

Biliyordum, hiçbiri beni istedikleri şey için kullanmadan ölmemi istemiyordu. Bu yüzden bile bazı anlarda ölmek istiyordum.

Bölüm Sonu...

Akın der yorumlarınızı buraya bırakmanızı dilerim ☠️

Yorum yapmayı-satır aralarını coşturmayı- ve oy vermeyi unutmayınız. Her bölümün bin yorum olması hayaliyle yaşıyorum...

✨Üstteki geçmiş zaman hayali✨

İnstagram | fennayazar


(Asır Karahanlı ve Defne Karaca)

(Koray İplikçi ve Anıl Erel)

Continue Reading

You'll Also Like

111K 7K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.6M 67.2K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
393K 31.9K 48
"Uyan, kavga et, sigara iç, dolandır, uyu. Hayır, ben bundan ibaret değilmişim.." K.T. Bir dolandırıcı çetesinin üyesi olan Karmen, çeteyle birlikte...
735K 32.8K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...