SAHİPSİZ

Da _eleutheromania_1

2.7M 97.6K 15.8K

Başlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izle... Altro

Bölüm 1: Başlıyoruz,
Bölüm 2: Hiçbir işe yaramazsın,
Bölüm 3: Üzgünüm,
Bölüm 4: Aç gözlerini,
Bölüm 5: Geri geleceksin,
Bölüm 6: Zümrüd-ü Anka,
Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,
Bölüm 8: İntikam soğuk yenir,
Bölüm 9: Plan,
Bölüm 10: Oynayalım bakalım,
Bölüm 11: Neden,
Bölüm 12: Ne istiyorsun,
Bölüm 13: Turta,
Bölüm 14: Kanlı Dövüş,
Bölüm 15: Tehlike,
Bölüm 16: Burası çok karanlık,
Bölüm 17: Ortak hisler: Öfke,
Bölüm 18: Ateş,
Bölüm 19: Sesler,
Bölüm 20/1: Melisa,
Bölüm 20/2: Karaoke,
Bölüm 21: Sarhoş,
Bölüm 22: Hissetmek,
Bölüm 23: Yeni Ev,
Bölüm 24: Yakınlaşma,
Bölüm 25/1:Lili,
Bölüm 25/2: Kararlar,
Bölüm 26: Aptalsın,
Bölüm 27: Cidden Aptalsın,
Bölüm 28/1: Takas,
Bölüm 28/2: Takas,
Bölüm 29/1: İzin vermem,
Bölüm 29/2: İzin vermem,
Bölüm 29/3: İzin vermem,
Tanıtım Videosu 1-2
Bölüm 30/1: Ölüm,
Bölüm 30/2: Ölüm
Bölüm 30/3:Ölüm
Bölüm 30/4: Ölüm,
Bölüm 30/5: Ölüm,
Bölüm 31: Kuş Beyin,
Kesit
Bölüm 32: Bu Kadar Hassas Olma,
Bölüm 33: Sahip,
Bölüm 34/1: Kim O,
Bölüm 34/2: Kim O,
Bölüm 34/3: Kim O,
Bölüm 35: Çaresizlik,
500K! Teşekkürler.
Bölüm 37: Kaçış
Bölüm 38: Öyle Değilsin,
kesit
Bölüm 39:
Bölüm 40:
Bölüm 41'den,
Bölüm 41:Ve Kuş Kanadı Sarmaşığa Dolaştı,
Bölüm 42: Gerçek,
Bölüm 43: Dilek Taşı,
Bölüm 44: Arkadaş,
Bölüm 45: Güven
Bölüm 46: Renkarnasyon
kesit
Bölüm 47/1; Acı Nota
Bölüm 47/2: Acı Nota
Bölüm 47/3: Uçurtma
Bölüm 48: Kökleri Zehir Dolu Gerçekler
Bölüm 49: Daima
Bölüm 50: Döneceksin...
Bölüm 51: YUVA'M
Bölüm 52: Aile
Bölüm 53: Değişim,
Özel; Sarhoş
Bölüm 54: Dikiş, Part 1
Bölüm 54: Dikiş, Part 2
Bölüm 54: Dikiş, Part 3
Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil Part 2
Bölüm 55:KMÇABD 1.KİTAP FİNAL

Bölüm 36: Prens Vakti,

40K 1.3K 183
Da _eleutheromania_1

Önüme hiç bilmediğim bir yol seriliyor. Yolun kenarlarında daha önce hiç görmediğim ağaçlar serili ve bir kuş tam tepemden geçip gitmeden hemen önce o ağaçlardan birinin dalında benim için duraksıyor. Ninniyi andıran sesini duyduğumda duraksıyorum ve gözlerimi onun gözlerinde sabitliyorum.

Küçük tüy dolu kafasını benden tarafa çeviriyor ve önümdeki yola bakıyor, içimden bir ses ilerlememi söylüyor. Küçük kuş artık ninni söylemek yerine çıldırmış gibi çırpınmaya başladığında yolun sonunda kötü bir şey olacağını anlıyorum ama içimdeki ses buna aldırmıyor.

Bana tüm felaketleri yaşatmak istiyor.

Küçük kuşa bakmaktan vazgeçmeden önce benimle bir kez daha göz göze gelmesi için onu bekliyorum, ellerimi birbirine kenetliyorum. Küçük kuş bana döndüğünde bunun son kez olduğunu biliyorum, ellerimi birbirinden ayırıyorum. Küçük kuş tepemde kanat seslerini bırakarak uçmaya başladığında ona yalvarmaya başlıyorum, ellerimi birbirine kenetliyorum. Buradan gitmesini istiyorum, ellerimi birbirinden ayırıyorum. Çünkü biliyorum ki burada kalırsa attığı birkaç kanat çırpınışından öteye gidemeyecekti, başka bir ağacın dalının nasıl hissettirdiğini asla bilemeyecekti, başka bir meyvenin damağında nasıl bir tat bıraktığını bilemeyecekti ve burada sonsuza kadar ben ve benim gibilerin geçişini izleyecekti.

Küçük kuş içimdeki yakarışı duymuş gibi gözden kaybolduğunda gözlerimden yalnızca bir damla yaş süzüldü. Biri benim, diğeri ise küçük kuşun giderken geride bıraktığı küçük tüy içindi.

Küçük kuşun tüyü için olan gözyaşım Uluç'un tişörtünü ıslattığında onu hafif aralık olan gözlerimle izliyordum. Doğrudan karşıya bakıyordu ve bir eli bacaklarımın altından geçerek beni kavramış, kucağında sabit durmamı sağlamıştı. Diğer eli ise ense kökümdeydi ve oraya beni rahatlatacak cinsten dokunuşlar konduruyordu. Bunun için ona minnet duydum. Çıldırmak üzereymiş gibi hissediyordum.  Uluç'a bakmayı sürdürürken derin bir iç çektim, bunu yaparken kısık bir ses çıkmıştı.

Bu sesle birlikte dikkati dağılan Uluç gözlerini bana çevirdi, şimdi ona bakmayan taraf bendim. Gözlerini, yüzümün her çizgisinde hissediyordum. Kucağında olduğum gerçeği uyuşmuş olan beynimi uyandırırken kımıldamamak için kendimi zor tuttum ama Uluç'un kucağında, onun yönlendirdiği şekilde oturmak zordu. En azından ben zorlanıyordum. 

Uluç kıpırtımı hissettiğinde bacağımı tutan elleri gevşedi ve beni kucağında daha rahat bir pozisyona getirdi. Şimdi kafam omzu ile boynu arasındaki o yere daha yakındı ve dizlerim onun kolları arasındaydı. Kucağında küçük bir kız çocuğu gibi göründüğüme emindim ama buna aldırmadım.

Uluç bakışlarını yeniden karşı duvara yönlendirdiğinde beni neden bırakmadığını düşünecek oldum ama ondan önce beynimi meşgul etmem gereken daha önemli bir konu vardı.

Şimdi ne  yapacaktım ? Onunla mı kalacaktım yoksa evime mi dönecektim. Evime dönmek sıkıntı değildi, asıl sorun ailemin orada oluşuydu. Tüm bu pisliği aileme bulaştıramazdım. Onların hayatını Zümrüd'ün acısından sonra birde ben alevlendiremezdim. Onlar üzülmeyi haketmiyorlardı.

Ama onları görmeden de yapamazdım. Onları görmeli, babamın elini öpmeli, annemi koklamalı hiç olmazsa tüm anılarımın kilitli olduğu odamda bir saat geçirmeliydim. Bu haftada bir olabilirdi, ayda bir olabilirdi hatta ve hatta yılda bir bile olabilirdi ama mutlaka olmalıydı. Yoksa dayanamazdım, dayanamayacağımı biliyordum. 

Diğer yandan ise Uluç'la kalmak vardı. Onun bilinmezliği içinde kaybolmak vardı. Ona yardım etmek isteyen elimin kızgın ateşte kavrulduğu gerçeği vardı. Ona sevgi sözleri fısıldamayı göze alamayacak tüysüz bir dilim ve sürekli onu izleyen gözlerim vardı. Her yerde o vardı. Onun olmadığı yerde bile bir şekilde o olmayı başarabilmeye başlamıştı ve onunla sürekli yakın olmak beni korkutuyordu. Bu basit bir korku değildi, bu korku beni dehşete düşürüyordu.

"Düşünüyor musun ?"Dedi sakinleştiğimden emin olarak. Ona vereceğim cevabı düşündüm. Düşünüyor muydum ? Düşünmeden durduğum bir an yoktu ki şimdi düşünmüyor olaydım. Ama onun bunu kast etmediğini biliyordum. Teklifine cevap vermem gerektiğinin de farkındaydım.

"Evet,"Dedim bunu söylemekte zorlanarak. Evet düşünüyordum ama bir sonuca varamıyordum. Beynimin içinde parazit gibi çoğalan düşünce filizleri vardı ve ben onların üzerlerine gider gitmez kalbime kök salıyor, kocaman ağaç oluveriyorlardı. En kötüsü de yapraklarının arasında yeni bir tohum yeşeriyor ve Uluç'un beni savurduğu rüzgarla yeniden toprağıma düşüyor ve yeni bebek filizlerin oluşmasına sebep oluyordu. Bir sürü bebek filizlerle kalamazdım. Onları eninde sonunda öksüz bırakırdım.

"Sen düşünüyor musun ?"Sorunun mantık çerçevesini düşünmedim ama merak ediyordum. Ne yapmaya çalışıyorsa bilmek istiyordum. Uluç onun kucağında olduğumu unutmuş olacak ki omuz silkti. Bu hareketiyle birlikte kafam boynuna daha çok yaklaşmıştı. Burnum neredeyse boynuna değecekti ve ben onun boynunun soğukluğunu buradan bile alabiliyordum. Ve bu soğukluk hiçbir zaman hoşuma gitmiyordu. Bu soğukluk benim acizliğimi yüzüme vuruyordu. Ona ulaşamayışımın en büyük kanıtıydı ve bir cesetten farksız oluşunun en büyük göstergesiydi.

Ve bu soğukluk hiçbir zaman hoşuma gitmiyordu. Ona ulaşmayı beceremeyen tarafım üzüntüyle kıvrılıyordu.

Uluç'un kokusu burnuma dolduğunda onun daha önce hiç  nasıl koktuğunu düşünmediğimi farkettim. Uluç'un kokusunun neye benzediğini kafamda daha önce hiç şekillendirmemiştim. Oysa ki her şeyi kendimce bir kalıba sığdırmak her zaman hoşuma giderdi.

Kokusunu yavaşça içime çektiğimde önce kaşlarım çatıldı, bu kokunun ne olduğunu bilmiyordum. Tanıdığım hiçbir kokuya benzemiyordu ama aynı zamanda tanıdık bir kokuyu da içinde barındırıyordu. Uluç'un soğukluğu o tanıdık kokuyu bastırıyordu. Uluç sonsuz gibi kokuyordu ve ben o sonsuzlukta tanıdık bir  koku arıyordum.

Kaşlarım daha çok çatıldı.

"Düşünüyorum."Dedi Uluç. Cevap vermesi o kadar uzun sürmüştü ki sesini aniden duymak irkilmemi sağladı.

"Sen daha iyi misin ?"Diye soru yöneltti. İrkildiğimi hissetmemiş olmalıydı. Onun yaptığı gibi omuz silktim ve boğazıma biriken gözyaşlarını yutkunarak temizledikten sonra sesli bir şekilde cevap verdim.

"İyiyim." Uluç kafasını bana doğru eğecek olduğunda yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları yüzüme battı ve bu benim daha çok irkilmemi sağladı. Ona daha fazla sokulurken amacım sadece yüzüme temas eden çenesinden uzaklaşmaktı. Uluç bunu anladığında dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve sırf beni rahatsız etmek için saniyeler boyunca süren bir yavaşlıkla çenesini yüzümün ona dönük tarafında baştan aşağı gezdirdi. Ona karşı koyamazken Uluç ellerini daha çok gevşetti ve çenesini benden çeker çekmez konuştu.

"İn o zaman."Başta ne söylediğini anlamadım ama elini inmem için bacaklarıma vurduğunda telaşa kapılarak kucağından inmeye çalıştım. Ayaklarım birbirine takıldığında düşecek gibi oldum ama ben düşmeden önce Uluç homurdanarak beni kollarımın altından tutup yanına düzgünce ve beceriksiz küçük bir kız çocuğuymuşum gibi oturttu. Gözlerindeki ifade resmen beni azarlıyordu.

Ona mahcup bir ifade ile bakarken gözlerinde benimle dalga geçen bir taraf yakaladım ve bu daha çok utanmama sebep oldu.

"Bir karara varabildin mi ?" Ellerimi birbirine kenetledim ve parmaklarımın hareketlerine baktım. Bir karar vermiş miydim ? Verebilecek bir karar hakkına sahip miydim bilmiyordum ama evet, vermiştim. Burada kalacaktım. Aileme zarar gelmesini istemiyordum. Ve belkide en önemlisi bedenimi ihtimallere teslim edip hiç bilmediğim bir erkeğin altında gözlerimi güneşe aralamak istemiyordum. Uluç beni cinsel anlamda zorlamıyordu. Onun yanı güvenliydi ama onun yanında kalacaksam yeni bir anlaşma listesi oluşacaktı. Yoksa onunla süresini bilmediğim ama geçirmek zorunda olduğum zaman bana katlanılmaz bir acıya, daha doğrusu pişmanlığa dönüşürdü.

"Evet,"Dedim soğukkanlılıkla. Uluç bana kararımın ne olduğunu bilmek ister gibi baktığında bir dizimi koltuğun üzerine alarak yönümü ona doğru çevirdim. Şimdi birbirimizin yüzüne bakabiliyorduk.

"Neymiş ?" Dedi Uluç sesinin tonunda gizlediği uyarı ile. İyi düşün diyordu bana. Sonuçlarına yalnızca benim katlanacak olmamı hatırlatmaya çalışıyor gibiydi. Vücudumun iskeletinin artık sadece bir iskelet ile kalmayacağını da söyler gibiydi. Kalırsam iskeletimin içine sızacak olan zehirleri de görmemi istiyor gibiydi. Bunların hepsini biliyordum, kabul edecektim ama anlaşmanın şartlarını yeniden elden geçirecektik.

Uluç'un bakışları altında ezilen ruhumun elinden tuttum ve onu dizlerinin üzerine doğrulttum. 

"Yanında kalacağım ama bazı şartlarım var."Uluç'un kaşları ukalaca havaya kalktı. Şimdi burada söz hakkın yok dese karşı koyabilir miydim bilmiyordum ama aklımdakiler için kararımı çoktan vermiştim. Bakıcı sıfatını ortadan kaldıracaktım. Onunla normal iki arkadaş gibi olacaktım. En azından kendimi normal hayatıma dönmüş gibi hissetmem için bu gerekliydi.

"Sen artık benim sahibim değilsin." Dedim. Uluç kaşlarını hayretle kaldırmak uzak bir şekilde çattı ve bana ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışarak baktı.

"Bende senin Bakıcı'n değilim." Devam etmek için derince bir nefes aldım.

"Yanında kaldığım sürece yalnızca arkadaşız. Okuluma devam edeceğim ve ailemi arayacağım. Güvenli olduğuna emin olduğum zamanlarda da onları görmeye gideceğim. Ve telefonumu istiyorum." Uluç gözlerini kısarak bana bakmayı sürdürdü. Söylediklerimi anlamamış gibi bakıyordu ama anladığına emindim. Belki de ciddi olup olmadığıma karar verememişti.

"Rolleri mi değiştiriyoruz ?" Sesi yüksek çıkmamıştı. Kısık ve tehlikeliydi ve o bu ses tonunu kullandığında kanım çekiliyormuş gibi oluyordu. Her an bir yerlerden bir elin parmak boğumlarını boğazımda hissedecekmiş gibi ürküyordum.

"Anlamadım," Dedim neyi kast ettiğini tam olarak kavrayamayarak. Uluç sırtını koltuğa yasladı ve bana tehditkar bakışlarını atmaya devam etti.

"Söylediklerini yapacak olursam bu iş senin Sahip, benim Bakıcı olmama döner." Uluç bacaklarını ileriye doğru uzattı.

"Sana göz kulak olurum, Bakıcı değil." Yani şu saçma Sahip sıfatından vazgeçmeyi kabul ediyordu öyle mi ? 

"Bana Bakıcı olmanı zaten istemiyorum Uluç. Yalnızca temkinli bir şekilde eski hayatım için adımlar atmaya çalışıyorum. Senin aksine ben geçmişimi seven biriyim." Başta bu cümleler yalnızca amacımı desteklemek içindi ama kelimeler beynimde duman olmaktan vazgeçip yerli yerine oturduğunda neler söylediğimi anladım. Onu geçmişini unutmaya çalışmakla suçlamıştım. Oysaki geçmişini unutmasını bende istiyordum. Uluç söylediklerimle yüzünde olan tüm ifadeyi sildi ve aramıza çektiği o görünmez perdenin rengini kırmızı ile boyadı.

"Geçmişimden kaçtığımı mı düşünüyorsun ?" Gözlerindeki ifade bütün özgüvenimi yerle bir ederken söyleyecek bir şeyler aradım. Beynimi mantıklı olması için zorluyordum. Yeni bir densizlik yapmak istemiyordum. Uluç hala bana bakmayı sürdürürken cesaret alabilecek bir şeyler aradım ama ne etrafımda ne de içimde destek alabileceğim bir şey yoktu. Yalnızdım. Yalnızlığımı sırtıma yükleyip güçlü olmaya çalıştım ve cevap verdim.

"Özür dilerim, ben öyle söylemek istememiştim." Uluç olumsuz anlamda başını salladı.

"Söylediklerinin arkasında dur. Bir ateş yakıyorsan çıngılarının eteklerini tutuşturmasına izin vermelisin." Kurduğu cümlenin etkisini bedenim hissetti ve içimden çıkan bir burukluk damağıma kadar yol aldı ve orada kötü bir tat bıraktı.

"Ben sadece her şeyi yoluna sokmaya çalışıyorum Uluç. Seni ve acılarını küçümsemiyorum. Ve geçmişini unutmak istemeni de anlıyorum. Ben olsam bende unuturdum." Kurduğum saf cümlelerin tehlikeliğini onun sertleşen gözlerinden anladığımda iş işten geçmişti. İşte şimdi yaktığım ateşin çıngılarının eteklerime sıçramasına izin veriyordum. Koltukta iyice geriye sindim. Hangi mantıkla Uluç'un geçmişini unutmaya çalıştığını düşünüyordum ki ?

"Geçmişimden utandığımı mı düşünüyorsun ?" Bu bir soru değildi, Uluç resmen tıslamıştı.

"Hayatım hakkında hiçbir bok bildiğin yok. Bana gelip herkes gibi iyiliğimi düşündüğünü de söylemek sakın. Ve bırak anladın mı ? Benim, aradığın çocuğun peşini bırak. Söylediğini yapmaya çalış. Mutlu hayatına dönmek için ısrar etmeye devam et. Ama şunu unutma. Sana yalnızca göz kulak olurum. Yaptığın hataların sonuçlarını yalnız ödersin. Sırtına geçirilen bıçak umurumda olmaz." Uluç ayağa kalktığında ona bakamadım. Her zaman yaptığı gibi çekip gideceğini düşündüm ama bana doğru eğilip elinin birini kafamın arkasına geçirdi ve bir kaç tutum saçı parmaklarına dolayarak başımı kendine çevirdi. Ona bakmak zorunda kalmıştım.

"Kuralları ben koyarım ve adına her ne dersen de senin Sahibinim. Yanımda kalacaksan bunları göz önüne al. Koyduğun maddeler benim için hiçbir önem arz etmiyor. Yanımda kaldığın sürece sana canım nasıl isterse öyle davranırım." Başımın ardında bıraktığı ince sızıyla çekip gidecek olduğunda dilim zehirli bir elma yemiş gibi yanmaya başladı.

"Yani bana bir hayvan gibi davranacaksın." Uluç sırtı bana dönük şekilde durdu ve kafasını tavana çevirdi. Derin bir nefes alırken ne düşündüğünü merak ettim.

"Bazı şeyleri yanlış görüyorsun. Sana hayvan gibi davrandığım yok." Alayla güldüm. Zaten yalnızca normal bir insan bunca şeyi yaşardı.

"Peki nasıl davranıyorsun ?"Uluç yavaşça döndü. Bakışları o her zamanki sert haline bürünmüştü.

"Sahibin gibi davranıyorum." Dediğinde bu işin bir sonu olmayacağını anladım. Uluç bundan vazgeçmeyecekti. Bütün darbeleri yiyen ben ve benim ruhum olacaktı. Onun ruhu ise hiçbir zaman o siyah sis bulutundan arınmayacaktı. 

"Uluç," Dedim. Sesimin acizliği karşısında gözlerim dolmuştu.

"Ben böyle bir hayat istemiyorum." Uluç bakışlarını umursamaz bir hale dönüştürdü ve uzun parmaklarını kotunun cebine sokarak omuz silkti. Bakışlarındaki alaya gözüm kaydığında sinirlenmeden edemedim.

"Öyleyse gidersin. Seni engellemeyeceğim ama," Bana doğru bir adım atacak oldu ama sonra ne düşündüyse bundan vazgeçti ve karşımda o umursamaz hali ile dikilmeye devam etti.

" Birilerinin yatağına düştüğünde seni kurtaracağımı bekleme benden. Dönüp bakmam bile. Anlıyor musun ?" Kafamı birbirine kenetlediğim ellerime indirdim ve gözümden bir damla yaşın akmasına izin verdim. Uluç'un görüp görmemesi bile umurumda değildi artık. Yorulmuştum ve devam etmek istemiyordum. Neden anlamıyordu ? Neden her şeyi bu kadar gerçek bir şekilde yüzüme vuruyordu. Tüm olanların, tüm öğrendiğim gerçeklerin altında yeterince ezildiğimi görmüyor muydu ? Neden soluklanmam için bana fırsatlar tanımıyordu ?

"Tamam." Dedim burukça. Sesim o kadar acınası çıkmıştı ki hissettiğim acizlik beni yok etti, küçücük bir kan pıhtısına dönüştürdü ve tüm tedaviler o kan pıhtısına düşman kesildi.

"Sana gerçekleri söylüyorum. Bunun için ağlama. Başından beri hayatta kalmayı başardın. Eğer sabretmeye devam edersen belki bir şeyleri aşabiliriz." Aşabiliriz ? Kullandığı biz zamiri içimde bir umut ışığının doğmasına sebep oldu ama erken sevinmemem gerektiğininde farkındaydım. Bu yüzden o ışığı Uluç'a yansıtmamaya çalışarak bakışlarımı ona çevirdim. Sert ifadesi yok olmuş gibiydi ve bana adına şefkat diyebileceğim kadar net bir ifadeyle bakıyordu. Bu ifadenin ondaki varlığını farkeden ruhum olduğu yerde kanat çırptı. İşte dedi, küçük çocuk orada.

Yerimde öylece durmaya devam ederken kelimeler benden izin istemeden dudaklarımın arasından dökülüverdi.

"Uluç ben böyle bir hayat istemiyorum." Ses tonumdaki yalvarış canımı yaktı. Çıkarken dilimin üzerindeki tüm hücreleri törpüledi ve kalbim ona en uzak yerde, en dipte atmaya başladı. Uluç yanıma geldi. Uzun boyuna aldırmadan eğildi ve elini çenemde sabitledi. Belki saniyeler süren, belkide dakikalar boyunca bana baktı ama o süre bana binlerce asır gibi geldi. Uluç gözlerini gözlerimden ayırmıyordu ama ben arada onun dudaklarına, çıkacak kelimelerin dumanına bakıyordum.

"Ben hiç yaşamadım Anka. Bahsettiğin hayatın benim belleğimde bir yeri yok. Sana sunduğum bu anlar yalnızca geçmişimin izin verdiği o aralıktan sızan ışık süzmesi. Daha fazlası için benden söz alamazsın ama benimle kalıp o ışık süzmesini genişletmeye çalışabilirsin. Çünkü," Dedi elini çenemden yukarıya çıkarıp baş parmağını alt dudağımda gezdirerek.

"Sen geldiğinden beri daha rahat nefes alıyorum." Kalbim tekledi. Uluç'un kullandığı kelimeler midemin kaynamasına sebep oldu. Başım dönüyordu. Benimle gerçek anlamda ilk defa konuşuyordu ve bana ilk defa onun için çabamın boşuna gitmediğini gösteriyordu. Ona az da olsa ulaşabildiğimden bahsediyordu. Bu gerçekle dengem sarsıldı ve gözyaşlarım varlığını daha da arttırdı. Uluç'un kaşlarını çattığını buğulu gözlerimin gerisinden gördüm.

"Neden ağlıyorsun ? "Gözyaşlarım parmaklarına değdiğinde Uluç bundan rahatsız olmuş gibi ellerini çekti ve bana ters ters baktı. Sinirlenmiş görünüyordu.

"Kes ağlamayı. Sana ağlamaman için söyledim onları.  Daha fazla ağlaman için değil." Dudak kenarlarım benden izin istemeden kıvrıldı ama bu belli belirsizdi. Bu kıvrılış Uluç'un şimdiye kadar hiç görmediğim yanı içindi ve bedenine sahip olduğum Anka bu duyguyu inanılmaz şekilde sevmişti. Uluç yüzünü sarmaya çalışan ifadesizliği ev sahipliği yapamadan şaşkınlığı sergilendi.

"Gülüyor musun sen ? Cidden kafayı yedin." Onaylamaz gözlerle ona bakarken Uluç artık gerçekten gerildiğini belli ederek ilerlemeye başladı ve dış kapının oraya varmadan önce dönüp bana baktı.

"Ben geri dönene kadar kaldır ortadan şu aptallığını."

Uluç kapıyı sertçe ardında bıraktığı bir sinir dalgası ile birlikte kapattı ve o sinir dalgası bana vurduğunda kahkahalarım tüm salonu doldurdu. Kafayı yiyordum. Kafayı yediğimi hissediyordum. Tüm dengemin yerle bir olduğunu görebiliyordum ve ayaklarımın uçlarında bir sis bulutu dolaşıyordu. Tıpkı beni kaydırmak isteyen tehlikeli bir çelme gibi beni gözetliyordu.

Uluç'un yenice gördüğüm ama öncesinde varlığından emin olduğum yüzü aynada silüet kazandı ve bana gülümseye başladı. Yukarıya doğru kıvrılan dudaklar onun dudaklarıydı, gözlerinin altındaki belli belirsiz çizgiler onun çizgileriydi ama aynadan ruhumu kendi ruhuna katmak isteyecek kadar derin bakan gözlerdeki ifade ona ait değildi. Evet, bu bakış çoğu zaman Uluç'a uyuyordu ama şimdi ki bedenine ait değildi. Bu her zaman var olduğuna inandığım o çocuğun bedenine aitti ve bakışlarındaki arzu basit bir zevk dalgası değildi. Bu:  Beni buldun ama yakalayamadım diyen, oyun oynamaktan, kendi belirlediği çizgilerde oyun oynamaktan zevk alan o küçük çocuğa aitti. Ve ben onun ini için şimdiki sahibinden bir işaret almıştım. Belkide tüm bu olanları yanlış yorumluyordum ama hissettiğim şey tamamen bunlardan ibaretti. Ve ben tüm aptallığıma rağmen her zaman hislerini dinleyen taraf olmuştum. Şimdi de bundan öteye gidemezdim.

Dış kapının gerisinden anahtar sesleri duyulmaya başladığında Uluç'un geldiğini anladım. Aynadaki silüet suyun yüzeyinden siliniyormuş gibi dalga dalga kaybolduğunda lavabodan çıkma kararı aldım ve Uluç'un koridorun başında yakaladım. Odasına gidecekmiş gibi görünüyordu, bu yüzden sesimi çıkarmadan yanından geçip gittim. Çaktırmadan ruh halini yüzünde barındırdığı ifadeden anlamaya çalıştım ama onunla anında göz göze geldiğimizde telaşa kapılıp gözlerimi kaçırdım ve adımlarımı daha da hızlı tutarak solana geçtim.

Salonda oturmaktan sıkıldığımda ve dışarıya çıkmayan Uluç'un varlığını kabullendiğimde ayaklandım ve uyumak için odama yöneldim. Ara holü telaşsız adımlarla geçip kendi kapımın önüne geldiğimde hemen yanımdaki kapı aralandı ve Uluç'la göz göze geldim. Onu gördüğüme şaşırırken onunda beni birden karşısında görünce irkildiğini anladım ve öylece bakmaya devam ettim. Uluç kapısını kapatmaya gerek duymadan eşikte bir dakika kadar durdu.

"Hemen uyuyacak mısın ?" Ağır bir sigara kokusu burnuma dolduğunda kokunun Uluç'tan geldiğini anladım. Derdi neydi ? Neden bu kadar kokmayı becerebilecek kadar çok sigara içmişti ?

Varlığını iyiden iyiye unutturmaya başlayan içerideki Anka uzun saçlarını kalbimin üzerine dökülmesine sebep verecek kadar başını eğdi ve tam olarak beynime doğru baktı.

Alıç.

Dedi, sesi tüm bedenimde yankı uyandırmıştı. O yankıların dinmesini bekledim ve bana bakan bir çift göze dikkatimi vermeye çalıştım. 

"Belli olmaz." Derken yankının dudak aralarımdan elimde olmadan kaçacağını sandım ama korktuğum gibi bir şey olmamıştı. Rahat bir nefes alırken Uluç'un bir şeyler döndüğünü anlayan bakışlarını üzerimde hissettim ve ona bakmayı sürdürdüm.

"Uyumayacaksan seninle konuşmak istediğim bir konu var." Ona soru soran gözlerle baktım ama Uluç bana bakmadan yanımdan geçti ve salona doğru ilerlemeye başladı. Arkasından öylece bakmayı sürdürürken hareketsiz kaldığımı hissetmiş gibi konuştu.

"Uyumayacaksan gel, salonda konuşalım." Önüme serilen merak kırmızı halısı beni cezp etti ve adımlarım Uluç'un peşine takıldı. Gözden kaybolduğunda onu tekli koltukta sırtı bana dönük şekilde buldum ve telaşa kapılmamaya çalışarak ikili koltuğa gidip oturdum.

Uluç'un gözleri bana kaydığında konuşmak için sabırsızlandığını anladım ve merakla ona bakmayı sürdürdüm.

"Seninle bir anlaşma yapabiliriz." Lafı dolandırmadan söze girdiğinde içimdeki merak daha da arttı.

"Nasıl bir anlaşma ?" Beynimin içinde soru işaretli kabarcıklar oluşmaya başlamıştı.

"Senin hoşuna gidebilecek türden bir anlaşma." Kaşlarım çatıldı. Uluç yüzüne yaydığı ifadesizlikle verdiğim tepkileri izliyordu.

"Maddeleri neler ?" Diye sordum.

"İstediğin her şeyi yapmana olanak sağlayacağım. Ailenle iletişim kurmanı, eğitimine devam etmeni ve şu istediğin Sahip sıfatını ortadan kaldırmayı bile." Durdu ve yüzüme daha dikkatli baktı. Ama bu duraksama uzun sürmemişti.

"Karşılığında senden tek bir şey isteyeceğim." 

"Ne ?"Dedim merakla. Uluç kendinden emin bir şekilde sırtını koltuğa yasladı.

"Onu zamanı geldiğinde sana söyleyeceğim. Kabul ediyor musun ?" Uluç'un yüzünde ne yapmaya çalıştığını anlatacak bir iz aradım ama o yüzüne yapışmış ve her zaman varlığını koruyan ifadesizliği görmekten ileriye gidemedim. Uluç benden cevap isteyen bakışlarını üzerimden çekmediğinde gözüm sehpanın üzerinde duran telefona kaydı ve başka bir seçeneğimin olmadığı gerçeği yüzüme vurdu. Dönüp Uluç'a yeniden baktığımda onu hala bana bakarken buldum ve tedirgin bir şekilde ona telefonu işaret ederek konuştum.

"Ailemle şimdi konuşmak istiyorum." Uluç geriye yasladığı omuzları ile rahatladığını adamakıllı belli etti ve bana bakarak omuz silkti.

"Konuş, artık senin." Bu kadar kolay izin vermesine şaşıran tarafım ona bakmayı sürdürdü ve bu işin altında bir iş aradı. Ama Uluç güven vermek istermiş gibi bakıyordu ve bu anlaşmadan oldukça memnundu. Benden isteyeceği şeylerin tehlikeli bir yanı olabilirdi ama beynim bunu zamanı geldiğinde düşünmeyi yeğliyordu. Bakışlarım telefona  tekrar kaydığında Uluç bana dikkatlice bakmayı sürdürüyordu. O da kararsızlığımı görüyor olmalıydı.

"Sorun yok, git ve kimi arayacaksan ara." Gözlerinde ki ifade bana güven vermek için sertleştiğinde başımı sallayarak yutkundum ve boğazımdaki düğümü mideme gönderdim. Titrediğini yenice farkettiğim parmaklarım Uluç'un önündeki sehpada duran telefona yöneldiğinde içimdeki Anka bana bir anne nasihatı verirmişcesina fısıldadı ve kalbimin üzerine dökülen saçlarını yavaşça topladı. Telefonu almak için acelem yoktu, içerideki Anka'nında saçlarını toplamak için acelesi yoktu ve ben bunu farkettiğimde gerçeği kavradım.

Zorlanıyordum. Babamın sesini duyduğumda nasıl bir tepki vereceğimi, onlara nasıl yalan söyleyeceğimi bilmiyordum. İçerideki Anka'da bunu bilmediği için kendi kıyısına çekilmeye başlamış ve beni köpüklenmiş duygu dalgaları ile yalnız bırakmıştı. Uluç bana neden tereddüt ettiğimi anlayamayarak baktı ama ona aldırmadım ve telefona ulaşan parmaklarımla birlikte ayağa kalktım.

Odama doğru ilerlerken ela gözleri sırtımda hissediyordum. İçimde doğan bir his ona bakmamı söylerken bunu yapmadım ve sakin adımlarla odama doğru ilerlemeye devam ettim.

Bana ayrılan odanın kapısı, geçmiş ile geleceğimin arafı oluverdi ve bedenim elimdeki telefonla birlikte kalakaldı. Hiç bilmediğim bir dünyanın hiç bilmediğim geleceğinde, geçmişimin kapı arkasında, ne yapacağımı bilmeden bekliyordum.

Soluduğum havada cesaret tohumları ararken, araflaşmış kapı parmaklarımı titretti ama kapı kulpunu avuç içime tamamen kaydırdığımda tereddütlüğüm birden yok oluverdi. İçeride ki Anka çoktan karanlığa karışmış, biraz sonra yapacağım görüşmede beni yalnız bırakmıştı.

Kapıyı araladığımda yüzüme vuran hava bana o sıcak yaz günlerindeki anılarımı hatırlattı. Her zaman evimin ön bahçesinde oturduğum ikindi vakitleri, dalları sarkan yeşil ağaçlar gözümün önüne geldi ve annemin kurabiye pişirirken ki tatlı tıkırtıları elimdeki telefonda duyulmayı bekledi.

Babamın ezbere bildiğim numarasını tuşladığımda o tatlı tıkırtıları sandığımdan çok daha fazla özlediğimi farkettim. Bir kuş gibi titrerken gözlerimin pınarlarına birikmiş olan gözyaşlarını düşünmemeye çalışıyordum.

"Alo ?"Dedi bir ses. Bu ses babama aitti. Her zaman ki tatlı sesini kullanmamıştı. Numaranın yabancı olması onu resmileştirmiş olmalıydı. Dudaklarımın ona cevap vermek için araladığımda babamın sesi yeniden duyuldu.

"Kimsiniz ?"Sesindeki merak gözlerimin önüne geldi. Telefonu sağ eliyle tutmuş olmalıydı ve kaşlarının o hafif çatıklığı çoktan yüzündeki yerini almış olmalıydı.

"Baba." Dedim devamını nasıl getireceğimi bilmeden. Sanki kelimeler beni terk etmiş gibiydi.

"Anka, kızım ? Demek vakit bulabildin." Sesindeki memnunluk yüzümü gülümsetti. Hiçbir telaşa kapılmayışları beni memnun etmişti. Demek ki Melisa beni sandığımdan daha iyi idare etmişti.

"Buldum," Dedim tam olarak ne söyleyeceğimi bilemesem de.

"Nasılsın babacım ?" Göz pınarlarım beni zorlasa da sesimi titretmemeyi becerebilmiştim. 

"İyiyim güzelim, annenin elime zorla verdiği bir kitabı okuyordum." Gülümsedim. 

"Annem biraz kendine gelmiş diye duydum." Sandığım kadar kötü gitmiyordum ama mideme attığım tüm düğümler yavaş yavaş boğazıma takılıyordu, hissedebiliyordum.

"Evet geldi, o koca defterini ortaya çıkardı yine. Birde," Dedi yürüdüğünü belli ederek.

"Sana bir mektup yazdı, göndermemi istiyor. Staj gördüğün için nereye göndereceğimi bilemedim."Melisa'nın uydurma bir staj programı yaptığını çoktan anladım. Annemin bana mektup yazmış olması biriken gözyaşlarımın hepsini göz pınarlarımda kuruttu ve yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti.

"Normal ev adresine göndermemi ister misin  ?"Cevap vermek için düşünmeye başladım. Uluç beni evime götürür müydü bilmiyordum ama babam benden bir cevap beklemeye devam edince, bir şey çaktırmamaya çalışarak,

"Tabii, gönder babacım. Yalnız eve ne zaman geçerim bilmiyorum. Lütfen anneme kısa sürede cevap veremeyeceğimi söyle. Hem annem orada mı ? Görüntülü arayabilirim. Annemi görmek istiyorum." Dedim.

"Annen yan komşunun bahçesinde. Hilal ablanın gelini ve çocuklarıyla oturuyor. " Hilal abla annemi sık sık ziyaret ederdi. Benim üzerimde de çok emeği vardı ve annemin durumunu biliyordu, annem ondan rahatsızlık duymadığı için onların yanına gidip konuşmadan durmayı dert etmezdi. Hatta eminim onları dinlerken gülümsüyor bile olabilirdi. Bu moralimi daha çok yerine getirirken içimde beliren huzur bir süreliğine beni idare edecek gibiydi.

"Peki babacım, ben vakit bulursam tekrar arayacağım oldu mu ?" 

"Tamam kızım, sen eğitimini bizi düşünmeden hallet. Annen de bende gayet iyiyiz." Kapı sesi duyulduğunda bir an dikkatim dağılsa da gelen kişinin kim olduğunu merak ettim ve babamla vedalaşmayı hiç istemesemde,

"Peki baba. Görüşürüz."Dedim. Babam telefonu kapattığında bir süre olduğum yerde durmaya devam ettim ve biten görüşmenin dakikasına baktım. Yalnızca dört dakika yirmi bir saniye konuşmuştum. Bunun getirdiği huzur ise dört dakikanın kat be katıydı.

Kapının sesi tekrar duyulduğunda Uluç'un homurtu dolu o kısık sesini duyabiliyordum. Telaştan yoksun bir hızla odamdan çıktım ve daha çıkar çıkmaz Nejla ve Savaş'ın eve girdiğini gördüm.

"Bir kere basamıyor musun lan siktiğimin ziline ?"Savaş'ın yüzü bana dönüktü ama Uluç kapıyı açan olduğu için geniş sırtını görebiliyordum. Yüzündeki ifadenin hoşnutsuzluğunu görmeden bile tahmin edebiliyordum.

"Çatacak yer arama abi, çağırdın geldik." Uluç kapıyı sertçe kapatıp beni görmeden salona girdi ve Savaş'ta arkasından bir süre  dik dik baksa da ses çıkarmadan onu takip etti. Nejla mutfağa doğru çoktan ilerlemiş, o da beni görmemişti. Salona doğru ilerledim ve Uluç'un önüne telefonu koydum.

Bana şaşkın bir şekilde bakan Savaş'ın aksine Uluç ne yaptığını bilen bir şekilde yüzüme bakıyordu. Savaş'a aldırmamaya çalışarak

"Teşekkür ederim."Dedim. Uluç sanki ona söylememişim gibi bana bakmaya devam ederken ne  yapacağıma karar veremedim. Mutfaktan gelen Nejla'nın tıkırtılarını duyduğumda elimle mutfağı gösterdim.

"Ben Nejla'nın yanına gideyim."Savaş Uluç'a neler olduğunu soran bakışlar atsa da Uluç yine aldırmadı ve sehpanın üzerinde duran laptopu bana cevap vermeden kucağına çekti. En azından Savaş'a da aldırmıyor oluşu moralimi çok bozmamıştı.

Nejla ağzına tıktığı ekmek dilimini yutarken beni gördü ve elini ağzına götürerek, " Naber Anka ?" Dedi. Haldun'un yanından döndükten sonra onunla hiç konuşmamış olmamıza rağmen bana o konuda soru sormaması beni rahatlatmıştı. 

"Teşekkür ederim, sen ?" Nejla ağzındaki ekmek yüzüne konuşamadı ve parmağıyla bana iyi olduğuna dair işaret verdi. Onun bu haline gülümserken bir bardak su aldım ve önüne koydum.

"Nerden geliyorsunuz böyle ?" Önüne koyduğum sudan çokça bir yudum alıp ağzına aldığı lokmayı yuttu ve bana baktı.

"Beni Savaş aldı. Göz'deydim. Kendi nerden geldi bilmiyorum ama Uluç bir şeylerin peşinde." Uluç'un Alıç ile ilgili planlar yaptığını tahmin etmek zor değildi. Bunu Nejla'ya söyleyip söylememekte kararsız kalsamda Uluç'un işine karışmak istemediğim için sesimi çıkarmadım.

"Çarşamba gecesi Bakıcı değişimi varmış." Dedim tepkisini ölçmek için. Sonuçta kuralları o da biliyordu ve bende Uluç'un başına gelecekleri konusunda Nejla'dan ön bilgi sahibi olabilirdim. Çünkü Uluç bana her zaman olduğu gibi pek bir şey anlatmayacak gibi görünüyordu.

"Ne olmuş varsa ?" Kaşlarım çatıldı.

"Uluç'un başı belaya girecek." Bunu söylerken Uluç'un başının belaya girip girmemesini umursayıp umursamadığımı düşündüm. Aslında artık yaptığımız anlaşma onu benim için önemli kılıyordu. Ona bir şey olursa ben savunmasız kalırdım ki bu beni yine o çukura sürüklerdi.

"Niye ki ?" Nejla'ya ters ters bakarken ne yapmaya çalıştığını düşündüm.

"Çünkü beni teslim etmeyecek." Bunun üzerine onunda kaşları çatılır gibi oldu ama bu çok kısa sürdü. Bir parça ekmeği ağzına atarken bana baktı.

"İyide seni zaten takas etti. Uluç'un değiştirmesine gerek yok ki." Nejla unutulan bir gerçeği göz önüne serdiğinde afalladım. Haklıydı. Benim değişme sürem takasla birlikte tekrar bir aya yükselmemiş miydi ? Uluç dikkatli bir adamdı. Benim gibi unutmuş olması imkansızdı. İçime doğan his onun bundan zaten haberi olduğunu söyledi. Yani Uluç beni kandırmış mıydı ? 

Kanatları yolunmuş bir kuş kadar kendimi çıplak hissettiğimde Nejla'nın karşısında kollarımı birbirine dolamamak için kendimi zor tuttum. Bana bundan haberin yok muydu diyen bakışları altında ne yapacağımı bilemeyerek durdum. Hem Nejla neden beni vermeyecek olmasına şaşırmamıştı ? Tamam takas süresini biliyor olabilirdi ama yinede bunu söylediğimde şaşırmasını beklemiştim.

"Ben gelen zarfı görünce şaşırdım. Hem biliyorsun Uluç genelde hiç konuşmaz." Nejla beni başıyla onayladı ama sanki o da bir terslik olduğunu anlamış gibiydi.

Mutfak kapısının önünde Savaş belirdiğinde  peşinden Uluç'un gelmesini bekledim ama Savaş masaya Nejla'nın yanına oturup çıkardığı yiyeceklerden yemeye başladığında Uluç'un gelmeyeceğini anladım. Savaş'ta karnını doyurmak için buradaydı. Bir an onların yanında kendimi fazlalık gibi hissettim. Mutfaktan çıkıp salonda oturan ve kaşları çatık bir şekilde laptop ekranına bakan Uluç'u gördüm. Yanına gidip gitmemek konusunda kararsız kalsam da hemen sonra bundan vazgeçtim ve odama doğru ilerledim. Uluç'u gerginken çekmek istemiyordum. Hem uykumda gelmişti ve en iyisi yorganı başıma çekip bugün duyduğum babamın sesini hatırlayarak uyumaktı.

Belkide haftalar sonra bu kadar rahat bir uykuya dalmıştım ama biri beni iteklediğinde ve sırtımdaki dövme yarası belli belirsiz hissedildiğinde huysuzlanarak gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Hareket eden şeyin ne olduğunu görmek için başımı doğrulttuğumda yanıma uzanan siyah bir silüet gördüm. Korkuyla bağıracak olduğumda 

"Korkma benim."Diyen Uluç'un sesi beni yatıştırdı ve ona çattığım ama daha çok uyku mahmuru olan gözlerle baktım.

"Ne yapıyorsun sen ?" Yatağa çoktan uzandığında bana cevap vermesini bekledim.

"Yatıyorum." O görmese de karanlıkta gözlerimi devirdim.

"Görüyorum Uluç, neden burada yatıyorsun ?" Uluç sıkıntılı bir nefes verdi. Açıklama yapmaktan nefret ettiğini biliyordum.

"Nejla yine benim yatağıma yatmış, Savaş'ta horluyor. Yatabileceğim başka bir yer yok. O yüzden ses çıkarmada uyuyabileyim." Karanlıkta yüzünü tam olarak seçemesemde ters ters ona bakmaya devam ettim. Gözleri kapalı mı yoksa açık mı bilmiyordum ama Uluç dakikalar sonra benim geri yatmadığımı görerek konuştu.

"Bak cidden uğraşmak istemiyorum. Dön arkanı da uyu Anka." İtiraz edecek olsamda sesindeki bıkkınlığı anlayabilmiştim. Hem bir kez daha birlikte uyumuştuk ve çok büyük bir sıkıntı yaşamamıştık. Yeniden uyusak bile bir şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Yüzümü duvardan tarafa dönerken kalçam Uluç'un koluna değdi ve bir an kaskatı kesildim. Pekala, daha dikkatli olmalıydım. Olabilirmiş gibi, duvarın içine girebilirmiş gibi ondan uzaklaştım ve duvarın o hafif soğuk yüzüne kafamı dayadım. Uluç yatağın içinde yan döndüğünde rahatsız olduğumu anladığını biliyordum. Bana sırtını dönmüş olacağını düşünürken bir el belime dolandı ve bütün uzuvlarım korkuyla karışık o şaşkınlığı duyumsadı.

"Seni yemem, rahat bir şekilde yatmazsan kıpırdanıp duracağını biliyorum. Ve inan sinirlerim senin uykuya dalmanı bekleyecek kadar yerinde değil. O yüzden kımıldama." Konuşmak için ağzımı aralasamda Uluç'un gazabına hele ki bu saatte uğramak istemiyordum. Belimdeki elini düşünmemeye çalışarak gözlerimi kapadığımda bir saatten sonra bilincim uykunun kollarına kendini bırakmıştı.

Sol kolumun uyuşukluğu beni uykunun kollarından sıyırmaya başladığında içeriden gelen seslerin varlığını da duymaya başladım. Gözlerimi henüz aralamamışken yüzüme değen bir nefes beni korkuyla irkiltti ve bir an nefesin kime ait olduğunu unuttum. Uluç'un göğsünün yarısının altında kalmış kolum acıyla uyuştuğunda bilincim artık tamamen kendine gelmişti. Göğsümün üzerinden geçen koluna kırışmış yüzümle bakarken bu hale yine nasıl geldiğimizi düşünüyordum.

Omzundan iteklemeye çalıştığımda Uluç homurdandı ve göğsümün üzerinde öylesine duran kolu yastığımın altına girerek sabitlendi. Nejla ve Savaş'ın belli belirsiz duyulan sesi beni huzursuz ederken Uluç'u uyandırmadan kollarının altından çıkamayacağımın farkındaydım.

"Uluç," Dedim kötü uyanmamasını ümit ederek. Bir dakika boyunca ses gelmesini beklesemde ses gelmeyince onu omzundan dürttüm ve yeniden seslendim.

"Uluç." Sesim bu  sefer daha yüksek çıkmıştı. Uluç başta kolunu yastığın altından yatağın başlığına değdirecek kadar uzattı ama bu yalnızca esneme hareketi gibi bir şeydi. Kolunu derin bir nefes alarak geri çektiğinde sırtını artık yatağa değdirmişti ve böylelikle göğsünün altında kalan kolum özgür kalmıştı.

Acıyla buruşan yüzüme engel olamayarak kolumu ovalamaya başladım. Uluç'a dönmeden önce bir süre kolumla ilgilendim. Uyuşukluk yerini hafif bir sızıya bıraktığında sıkıntıyla kapadığım gözlerimi aralayıp Uluç'a döndüm. Onuda çattığı kaşları ile koluma baktığını gördüğümde ne yapacağımı bilemedim ve onun bir şey söylemesini bekledim. Uluç yataktan çıkıp sırtı bana dönük bir şekilde oturduğunda bunu yapmayacağını çoktan anlamıştım.

Anlayabileceğim bir şekilde duyulan Nejla'nın sesi kulaklarıma dolduğunda aklıma ilk olarak dün akşam bana mutfakta söylediği şeyler geldi. Ne demişti ? Takas yapıldığına göre benim değişmeme gerek yoktu. Uluç bana bakmazken sırtına bakıp bunu ona sorup sormamayı düşündüm. Bir an sürekli tereddüt eden yanıma nefret duydum ve konunun benimle ilgili olduğunu hatırlayarak sormaya karar verdim.

"Uluç,"Dedim tereddüt etmeyerek. Uluç saçlarına daldırdığı parmaklarıyla arkadan bana inanılmaz bir manzara sunuyordu.

"Söyle." Bir an nasıl soracağımı bilemesemde bu tip işlerin zaten çok düşünülmeyeceğini biliyordum. 

"Beni takas ettiğinde değişim sürem uzamamış mıydı ?" Uluç bunu sormamı beklemiyormuş gibi bana döndü.

"Nerden çıktı şimdi bu ?" Bir an için onun karşısında uzanıyor olmaktan utandım ve sırtımı yatak başlığına verecek şekilde doğruldum.

"Dün Nejla söyledi. Hem herkesin içinde Haldun'a satıldım. Bunun kurallar açısından bir önemi yok mu ?" Uluç bir an gözüme yorgunmuş gibi göründü ama bundan emin olamadım. Uykudan yeni uyanmıştı, muhtemelen onun mahmurluğu olmalıydı.

"Haldun'a satılman benim ayarladığım bir oyundu. Yukardan yardım aldım. Takas'ta kağıtlar üzerine yansımadı." Bu kadar rahat olması beni şüpheye düşürdü.

"İyide kuralları Göz belirliyorsa tüm bunlara yapmana nasıl izin verdi ?" Uluç sıkıldığını belli eden bir ifade yerleştirdi yüzüne.

"Kuralları göz belirlemiyor. Göz yalnızca yukardan gelen emirleri uyguluyor. Benim yaptığım yalnızca Göz'de bulunan adamı kullanmaktı. Yaptığım usulsüzlükten yukardakilerin haberi olmadı." 

"İyi ama biraz önce yukardan yardım aldığını söyledin. Hem kim o yukardakiler ?" Uluç bakışlarını sertleştirdiğinde artık konuşmak istemediğini anlamıştım.

"Sana hesap mı vereceğim? Kimse kim, sen sana dediklerimle ilgilen yeter." Uluç daha fazla konuşmak istemediğini belli ederek odadan çıktığında bende düşünmeye bir son verdim. Başına bela alıp almamasını önemsememeliydim.

Nejla'nın dik bakışları altında mutfak masasına oturduğumda Uluç her zamanki gibi gergin görünüyordu. Üzerine siyah bir takım giymişti ve yüzündeki ifade olsa olsa soğuk bir katilde olacak kadar ketumdu. Nejla önüme çay fincanını uzattığında ona gülümsedim.

Savaş her zamanki iştahı ile yemek yerken Uluç ona ters ters bakıyordu. Sorun şu ki görmezden gelmeye çalışsam da Nejla'nın bana karşı olan bakışları da pek iç açıcı değildi.

"Kalk lan masadan." Uluç alev topu gibi patladığında henüz bir yudum çay bile içmemiştim. Bana söyleyip söylemediğinden emin olamadığım için bir süre kilitlenip kalsamda Uluç'un çatık kaşlarının rotasının Savaş olduğunu gördüğümde rahat bir nefes aldım.

"Abi," Dedi Savaş, onun yüzünde ilk defa bu kadar ciddi bir ifade görüyordum.

"Sikerim abini, kalk git dışarda bekle." Savaş bir an bozulsada Uluç'a ters ters bakmaktan geri kalmadı ve önüne bırakılmış olan kahvaltı tabağını da alarak mutfaktan çıktı. Nejla kıkırtısını bastıramazken Uluç'un da Savaş'ın bu hareketi ile yüzündeki ifadenin yumuşadığını gördüm.

Elimde olmadan gülümserken gözlerim Uluç'un bana bakan gözlerinde takılı kaldı. Uluç doğrudan yukarıya doğru kıvrılan dudaklarıma bakıyordu. Çay fincanını dudaklarıma dayadığım da kaşları çatılır gibi oldu, gözleri gözlerime tırmandı ve bana anlamını bilmediğim bir bakış attı.

Bizi izleyen Nejla'nın bakışlarını gördüğümde kendimi sevgilisi ile bakışan, daha doğrusu yakışıklı bir erkeği gözüne kestiren ve ona kur yapan kızlar gibi hissettim. Yüzüm elimde olmadan buruşurken bu düşüncenin getirdiği o iğrenç damak tadını çayımdan bir yudum alarak bastırdım. Uluç ilgisini benden çekip hiçbir şey söylemeden mutfaktan çıktığında bile çay fincanını uzunca bir süre dudaklarımın arasında tuttum.

Nejla elime uzanıp çay fincanını masaya koyduğunda bu sefer aksi bir ifade ile ona bakan bendim. Nejla ise hınzır bir şeyler söyleyecek olan edepsiz çocuklardaki o bakışları taşıyordu.

"Siz dün gece bir şeyler mi yaşadınız ?"Uluç'un dün gece bana dolanan kolu boğazıma sarılan gerçekler gibi nefesimi daralttı.

"Saçmalama. Sen onun odasında uyuduğun için benim yanımda yatmak zorunda kaldı." Nejla bunu beklemiyormuş gibiydi. Yüzündeki tüm renk silindiğinde yerini hastalıklı bir beyazlık aldı.

"İyide Uluç benimle zaten yattı. Neden benim yanımda yatmak varken senin yanına geliyor ki ?" Bunu daha çok kendine soruyormuş gibiydi ama sorgulayıcı bakışları benim üzerimdeydi.

İlk kaçma girişimimde Nejla'nın beni oyuna getirme sahnesi gözümde canlandı ve benimde kanım çekildi. Sahiden neden Uluç benim yanımda yatıyordu ? Nejla'dan çekineceği bir şey yoktu. En fazla...Kelimeler boğazıma dizildi. En fazla birlikte benim aksime uyumazda, o işi yaparlardı. Nejla bana bakmayı sürdürse de ben aklıma dolan müstehcen içerikli o soru işareti ile meşguldüm.

"Sen bilerek mi onun yatağında uyuyorsun ?" Nejla sinirleri bozulmuş gibi çay fincanını masaya sertçe koydu ve önündeki omletten kibar olmayacak şekilde koca bir çatal aldı.

"Saf mısın ?" Gerçekten sinirlenmiş görünüyordu ve aksiliğini bana yansıtıyordu. Sanki ben onun düşmanıymışım gibi yüzündeki o gocunmuşluk hissini silip yerine sinsi bir ifade yerleştirdiğinde ona güvenemeyeceğimi anladım. Zaten güvenmiyordum fakat artık derdinin ne olduğunu biliyordum. Bana yardım ederken amacının Uluç'a yakın kalmak olduğu da böylelikle ortaya çıkmış oluyordu.

"Neyse, en azından ona benden kalan güzel bir koku bırakıyorum." Çay fincanını kur yapıyormuş gibi dudaklarına değdirdiğinde bakışları hala benim üzerimdeydi.

"Belki de daha fazlası. Kim bilir ?" Midemde kaynamaya başlayan acı, bir su buharını dönüşüp beynime tırmanmaya başladığında hissettiğim şeyin ne olabileceğini düşündüm. Kıskanıyor olamazdım. Belki de Nejla'nın bu pis işleri kanıma dokunuyor olabilirdi. 

"Ben gidiyorum, sen buraları toplarsın öyle değil mi ?" Sesindeki yapmacık tona rağmen renk vermedim ve başımı onaylar anlamda salladım. Aslında toplamayabilirdim fakat kibarlık edip benim içinde bir tabak hazırlamıştı ve bende en azından masayı toplayarak bunun altında kalmamış olurdum.

Nejla daha fazla bir şey söylemeden çıktığında yalnız kalmıştım. Kafamı ara holün en sonunda Uluç'a ait olan odanın girişine çevirdim ve gözlerimi kısarak kapıya baktım. Belki de daha fazlası derken neyi kast etmiş olabileceğini bilmek istiyordum ama gururum buna izin vermiyordu. Masayı toplayıp ellerimi kağıt havlu ile silerken bile aklımdan bu soru gitmiyordu. Uluç'lar gideli neredeyse bir saat olmuştu. Odama doğru ilerlerken beynimdeki sorulara bir yenisi daha eklendi ve Uluç'un beni bu kadar başı boş bırakmasının nedenini düşündü. İçerideki Anka bunun altından bir şeyler çıkması ihtimaline karşı şüphe duyuyordu.

Uluç'un benim üzerimde oyun oynama düşüncesi sinirlerimi kabarttığında onun mahremiyeti umurumda olmadı ve kendimi bir an onun odasına girerken buldum. Pekala, kimse görmeyeceğine göre gurur yapmam gerektiğini de düşünmüyordum. Ortada duran Uluç'un yatağına doğru ilerleyip yüzeysel olarak yatağa baktım ama kokunun olduğum yerden duyumsanmayacağını da biliyordum. Yastığa doğru eğilip Nejla'nın meyveli parfümünün kokusunu aldığımda öğürür gibi oldum. Ondan daha sert kokular bekliyordum. Uluç'un bu parfümden nefret edeceğine emindim. Muhtemelen başını yastığa koyar koymaz sinirle doğrulacak, küfür ettikten sonra yastığı bir köşeye fırlatacaktı. Yastığı elime alıp koklamaya devam ettiğimde kokunun yastıktan gelmediğini anladım, gözüme çarpan siyah dantelli kumaş dikkatimi üzerine çektiğinde ağzımın bir karış açık kaldığına emindim.

Olamazdı değil mi ? İç çamaşırına parfüm sıkıp, yastığın altına koymuş olamazdı! Yastığı tiksinerek ait olduğu yere koydum ve arkama dahi bakmadan odadan çıktım. İğrençti. Nejla'dan artık tiksindiğimi iliklerime kadar hissediyordum.

*

Bazı gerçekler vardır ki; bu bazı gerçekler hiçbir zaman değişmez. Belki ısıtılmış bir yemek bayatlığında, belki de hiç bilmediğin bir kalıpta yeniden önüne serilir, ama özünde hep aynı gerçektir.

Uluç'un her ne olursa olsun varolacak soğukluğuda benim gerçeğimdi. Günler boyunca benimle hiç konuşmamıştı. Beni görmemiş, yüzüme dahi bakmamıştı.

Bir şeylerin üzerine gittiğini anlayabiliyordum ama bana karşı değişen tavrına bir türlü alışamıyordum. Sabah beni görmeme oyununa devam eden Uluç şimdi benim hazırlanışıma kafayı takmıştı. Bu gece şu daveti gelen Değişim Gecesi'ne gidiyorduk. Planı neydi bilmiyordum ama içimdeki tedirginliği belli etmemeye çalışıyordum. 

Uluç sırtını dayadığı kapı pervazından bana bakmayı sürdürürken ben hala içini benim doldurmadığım ve zevkine korkunç gözlerle baktığım dolabı inceliyordum. Tamam kötü değildi, hatta benim gücümün yetip alabileceğim kıyafetlerde değildi ama fazla açıktı. Sürekli barlarda takılan ve geceyi mutlaka bir erkeğin kollarında geçiren kızların elbiselerine benziyordu. Uluç homurdandığında telaşlandım. Onun orada olduğunu bilmek zaten bambaşka bir eziyetti. Ne diye günlerdir yaptığı gibi beni görmezden gelmiyordu ki ?

"Artık bir elbise seçecek misin ?" Daha çok yoksa ben mi geleyim diyen kırodan hallice o ses tonunu kullanmıştı.

"Homurdanmayı bırak Uluç, giyebileceğim bir şeyler bulabilsem burada dikilmem." Ona bakmasamda bana ona karşı bu kadar cesur davranabildiğime şaşırdığına emindim.

Ayakkabısının sert topuğunun sesi kulağıma gelmeye başladığında alt dudağımı dişledim.

"Ne kadar zor olabilir ki ?" Uluç kolunun saçlarıma sürtülmesine izin verecek kadar yakınıma gelmişti. Bir an bunu bilerek yaptığını düşünecek olsam da Uluç'un bu kadar ucuz işlere girmeyeceğini biliyordum. Siyah bir elbiseyi alıp önüme tuttuğunda olduğumuz konum beni heyecanlandırdı.

Kolları iki yanımdan uzanmıştı ve bedenim elbise ile onun arasında kalmıştı. Çıkardığı elbisenin açıklığına kaşlarımı çatarak baktım. Ona biraz önce kıro olmakla suçlamıştım öyle değil mi ? Bu tamamen benim uydurduğum bir şey olmalıydı çünkü Uluç yanındaki herhangi bir kadına bu elbiseyi giymek için izin veriyorsa kıro olması imkansızdı.

"Çok açık bu." Dedim ses tonumdaki hoşnutsuzluğu gizlemeyerek. "Uluç bana ters ters baktı.

"Camii ya da kiliseye gitmiyoruz Anka. Böyle rahibe gibi giyinmem daha çok dikkat çeker." Rahibe gibi giyinmiyordum. Sadece oramı buramı millete göstermek ve onların o ergenliklerini beyinen tamamlayamamış düşüncelerine kurban gitmeyi sevmiyordum.

"İyi,"Dedim elindeki elbiseyi askısından alarak. Uluç geriye çekilmekte gecikince başımı çevirip ne yaptığına baktım. Bana bakıyordu.

"Ben olduğum sürece, bu elbiseyle dahi olsan kimse yanına yaklaşamaz. "Bakışlarındaki  soğukluğun kırılmış olması beni gafil avlasada sakin kalmaya çalıştım. Uluç gitmek için acele etmezken nefesimi çoktan tutmuştum. Sonunda odadan çıktığında bir süre daha onun bıraktığı boşluğu izlemeye devam ettim.

Savaş ve Nejla arka koltukta, bense arabayı kullanan Uluç'un yanındaydım. Göz'ün artık tanıdık gelen yolunda ilerliyorduk ve dikiz aynasından Nejla ile her göz göze gelişimde içime bir sinir dalgası yayılıyordu. Yaptığı şeyi gördüğümü biliyor muydu bilmiyordum ama arada bana karşı bilerek attığı o bakışlardan bunu tahmin ettiğini hissedebiliyordum. Ona bildiğimi çaktırmamaya çalışsamda bazen iğrelti dolu bakışlarımı gizlemeyi başaramıyordum.

Dikkatimi yola vermeyi denedim ama hem elbisenin rahatsızlığı, hem Nejla'nın varlığı ve hemde olacak şeylerden bir haber oluşum beni çok geriyordu. Uluç'a soru soramıyordum çünkü hem ona bakıp soru sormak için cesaretimi topladığımda benimle ilgilenmiyor, hemde aramıza o soğuk perdeyi çekiyordu. 

"Abi bu gece konusunda emin misin ?" Arabadaki sessizlik Savaş sayesinde bozulmuştu.

"Emin olmayacak bir şey yok." Uluç'un sesi kendinden emin çıkmıştı.

"Oradan elini kolunu sallayarak çıkmana izin vermezler." Uluç'a baktım. Dudak kenarları kendine has o özgüveni ile kıvrılmıştı.

"Öyleyse durdurmayı denesinler." Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu anlayamıyordum. Onun kadar olmasa bile bende umursamamayı becerebilmeyi isterdim.

"Abi iş ciddi. Kızı vermeyeceğini söylediğinde Anka'yı orada elinden alacaklardır." Kalbim korkuyla çarpsada elimden gelen yalnızca dönüp yeniden Uluç'a bakmak oldu. Dudak kenarlarındaki kıvrılış hala olduğu yerdeydi.

"Almayı denesinler." Hayretle solurken arkadan gelen Savaş'ın bıkkın nefesinin kokusunu da alabiliyordum. Uluç'un kendine olan güveni beni korkutuyordu.

"Uluç."Dedi Savaş şakayı bir kenara bırakmasını ister gibi. Ben Savaş'tan bir kaç cümle daha beklerken Uluç o kendinden emin sesiyle arabanın içini yine sessizliğe bürüdü.

"Ne yaptığımı biliyorum. Yeni yetmeler gibi cebime bir bıçak sıkıştırıp oraya gideceğimi düşünüyor olamazsınız. Elimi kolumu sallayarak çıkabileceğim tüm plan beni bekliyor. Bu gece oraya yalnızca Haldun'a bir mesaj iletmek için gidiyoruz." Savaş el freninin olduğu o boşluğa doğru eğildi ve Uluç'a baktı.

"Ne yapmayı planlıyorsun ?"Uluç Savaş'ın öne çıkmış bedenine ters ters baktı ve koluna değen yanını ondan uzaklaştırdı. Bu hareketi bende gülme hissi uyandırırken Uluç'un gözleri birden bana kaydığı için ifadesiz durmaya devam ettim. Bana bakmayı kesip önüne döndüğünde bir süre daha yola baktı. Bu çok uzun sürmemişti.

"Ona uyuyan güzel için prens vakti diyeceğim. Eminim neyi kast ettiğimi anlayacaktır."

Bölümü şimdi beklemediğinizi biliyorum fakat çarşamba günü biraz trajedi kokan bir gün olacak,  yarın içinse planlarım var. Bu yüzden bölümü bu gece huzurlarınıza bırakıyorum.

Yeni bölüm ne zaman gelir bilmiyorum bu yüzden bununla ilgili sorular sormazsanız gerçekten sevinirim.

Ve unutmadan,  sizleri seviyorum ♥♥

Continua a leggere

Ti piacerà anche

5.2K 1.1K 34
"Yüreğinin kapılarını benden başkasına açamazsın! Bu ben bile olsam..." "Bu sözüyle deli olduğunu düşünebilirdim ama o an anladım ki bu iki adam birb...
161K 8.9K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
SEVDA Da Hope

Storie d'amore

3.5M 128K 40
Kalbinde büyüttüğü adamı karşılıksız sevmeye daha ne kadar dayanabilecekti ? 21.08.2019
9K 1.8K 122
Ilk degisim saclariydi... sonra ise buna gozleri eslik etti. Ilginç kabusları ve kendisini sevmeyen bir babası vardı. Hayat onun icin zaten kolay değ...