İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.5M 906K 567K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

28 ▶️| "İZ"

337K 13.2K 5.1K
By ElisyaRoyal


Giriş bölümüne bu hafta eklediğim için yeni okurlar görmüş olabilir.

Önceki okurlar için tekrar ekledim. YouTube videosunda, İntikam tanıtım filmi var. Bakmak isterseniz, keyifli seyirler...

Umarım bölümü seversiniz...

28. BÖLÜM | İZ

Lavin gözlerini yavaşça açtı, odağını bulmaya çalışan gözlerin görüş açısına beyaz tavan girdi önce. Hâlâ uykusu olan biri gibi göz kapaklarında ağırlık vardı. Yoğun bakımda olmak; ölü düşlerin ve ölüm bahçesinden hafif adımlarla, dolaşanların yeridir. Bir insan ölüm bahçesinden dönmeyi nasıl tarif edebilir? Dipsiz bir beyazlık belki koyu bir karanlık. Bedenin, içine hiçbir sesin sızamayacağı mucizevi bir cam kaledeydi sanki ve yaşama dair her şeyle teması kesilmiş zihin, içinde bulunulan anla hangi düşünce uyumluysa oraya yerleşmekte özgür gibiydi. Umudun gölgesinin ağırlığı kirpiklerindeydi.

Başını yan tatafa çevirip fısıldadı.

"Baba?"

Bazen insanın aklının almadığı dev boşluklar oluşur yaşadığı anılarda. O boşluğu doldurmak istersin, ama dolmaz. Cevap istersin, yoktur. Lavin, şu an bunu yaşıyordu. Babası, buradaydı; dokunmuştu, sesini duymuştu. Ama şimdi yoktu, neredeydi? Hâlbuki o kadar emindi ki, başını çevirdiğinde yanında bulacağından. Onu gördüğüne mutlu olmuştu, anlık bir mutluluk. Zaten hangi mutluluklar artık zamana yayılıyordu ki, artık hepsi anlıktı. Ve en kötüsü babası bir rüya mıydı, rüyalara mı gizlenmişti mutluluk?

Ancak yine de gözleriyle taradı bulunduğu odayı. Bazı şeylerin üzerinde izi vardı, belki babası da iz bırakmıştı. Annesinin öfke dolu bakışları, yüzünde iz bırakmıştı, Edim'in öpücükleri, dudaklarında iz bırakmıştı, söyleyemediği kelimelerin izi, dilindeydi, Aziz beyin nefretinin izi karnındaydı. Peki ya babası? Onun izi neredeydi? Rüyasında mı?

Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, o anı tekrar hatırlamaya çalıştı... Gözlerini açtı, hayır sadece Seni almaya geldim kızım cümlesinden başka bir şey hatırlamıyordu. Yatağında biraz hareket etmeye çalıştı ama karnına giren ağrı, var olan bir gerçekliği yüzeye çıkardı. Ölümün kıyısına gelmişti, ölümün kıyısında bulunmak ölümden daha kötüydü. Ölüm çok eskiydi ama uğradığı yerlerde yeni sanılıyordu. Bu hayatta kazanan diye bir şey yoktu, tek kazanan varsa; o da ölümdü. Herkesin mezar taşına böyle yazılmalıydı.

Hayatta tek kazanan ölümdür...

Hayat, amacı olmayanlar için kirli bir mücadeleydi ve yeniden önüne uzanmıştı. Ama şimdi daha farklı hissediyordu, savaştan dönen bir insan aynı olamazdı, fiziki hasar almasa bile ruhu aynı olmazdı. Lavin'de ruhunun aynı olmadığını hissediyordu

Karnında, tenini yarıp geçen bir kurşun izi vardı. O sadece kurşun izi değildi, o Aziz beyin nefretinin eser olarak ortaya çıkmasıydı. Üzerindeki hastane örtüsünü aşağı doğru kaydırmaya başladı, içinde neden yarasını görmek isteyen bir dürtünün baş gösterdiğini bilmiyordu, ama kurşun yarasını daha önce yakından değil sadece filmlerde görmüştü. Aziz bey... diye tekrarladı adamın adını, içinden. Şimdi mutlu muydu? Yüreğindeki zehir boşalmış, yerini sevinç doldurmuş muydu, merak ediyordu. Kapı açıldığında, suç işleyen çocuklar gibi örtüyü birden bıraktı. Edim içeri girdi. Onu görünce, içinin kızgınlıkla kabardığını hissetti.

Edim, bir süre kapının önünde, öylece dikildi. Bazen bakışların en güzeli; uzaktan bakmak olabiliyordu. Ne tuhaf diye düşündü, şu an mutlu olması gerekiyordu fakat bazen mutlu anlar, mutlu olmaya yetmiyormuş. Mutlu olmak yerine, kendisini bir garip hissediyordu.

Edim sessizdi, Lavin sessizdi.

Göz göze bakışıp da önce kimin dayanamayıp gözlerini kaçıracağını sınayan oyunlara benzer biçimde, kimin sessizliği bozacağı üstüne bir iddiaya girmiş gibiydiler. Ama genç adamın bilmediği şey, genç kızın bu oyunu sonsuza kadar sürdürebilecek bir kararlılıkla olmasıydı. Çünkü o ölüm bahçesinden dönmüştü ve ruhu farklılaşmıştı.

Yeryüzünün en zalim ve intikamcı yaratığı insanoğluydu işte.

Edim, yatağa yaklaştı. Elini tutmak istiyordu, yüzünü öpmek istiyordu. Bir insanı kazanmak çabayla, kaybetmek ise anlıktı. Edim daha kazanamadan, onu kaybettiğini hissediyordu. Genç adam, içinde boşluk hissetti, ne tatsız bir histi şu boşluk. Sonunda konuşmaya karar vererek, "Nasılsın?" diye sordu Edim. Sesi sakindi ama sesinin topraklarında sessizlikle gömülü olan tedirginlikti. Edim'e yakışmayan bir mesafe vardı sesinde. Üstelik şu an dünyanın en gereksiz sorusunu soruyormuş gibi hissediyordu. Genç kızın gözlerindeki boşluk büyümüş, ikisini de yutacak duruma gelmişti. "Aslında, gece uyanman gerekiyormuş, ama aksilik olmuş." Genç adam muş eklerini kullanırken masalsı bir şeyler anlatıyor gibi sesi sakin ve durgundu. "Sabah olmak üzere."

Lavin, son söylediğini duymazdan gelerek, rahatsız bir sesle güldü. "Nasıl olmamı istersin?" Sesi de bakışları gibi boştu. Düz, sade, bıkkın. Bazen öyle bir an geliyordu ki, Bazı şeyler insanın elinden değil, içinden gelmiyordu artık. "Olması gerektiği gibiyim."

"Lavin, olanlar için beni suçladığını biliyorum," dedi genç kızın gözlerinin içine bakarak. Bu konuşmayı yapması gerekiyormuş gibi hissediyordu ama kelimeleri bile can çekişiyordu. "Beni... anlamayacağını da biliyorum."

"Seni anlamayacağımı nerden çıkardın? Ben seni çok iyi anladım," dedi Lavin. Yüzü bütün ifadelerden soyulmuş, bir heykelin duruşundan farksızdı genç kızın yüz hatları. Sesindeki soğuk duvarları kubbelere kadar inşa eden harfleriydi. "Sen beni öldürtmeden rahat etmeyeceksin, bari ölmeme izin verseydin."

Ölmek mi? Genç kız bunları kafasından silmeli, yerini başka şeylerle doldurmalıydı. Amcam diye düşündü Edim. İstediğini aldı.

"Lavin," diyerek yaklaştı genç kıza. Ama Lavin Edim'in kendisine yaklaştığını görünce, yerinden doğrulmaya çalıştı ve acıyla tısladı. "Sakın! Sakın yaklaşma bana! Git, burdan," dedi. "Her şey senin yüzünden."

Her şey senin yüzünden.

Rüyasında dediği gibi, Her şey senin yüzünden. Edim olduğu yere çivilendi. Siyah gözleri yıkılışının resmini çizmişti bile. Ona yoğun bakımdayken neler hissettiğini söylemek istiyordu genç adam, ama şimdilik gizlemeli miydi bunları? Peki, hisleri açığa çıkarmak yoluyla söylemeyeceksek, hissetmenin ne önemi vardı? Düşündü ne söylemeliydi şimdi? İnsan bazen tek bir sözcüğü bulmak için duraksar, sonra doğru sözcüğü bulamamak kaygısına düşer, ardından aklına gelen sözcüklerle ya doğru kelime bu olmazsa korkusuna kapılır. Sanki ağzını açsa, cümleler kasırgaya dönüşecek gibi geliyordu.

Tüm düşünceleri kenara itti Edim. "Tamam, sakin ol. Kıpırdama," dedi eliyle de sakin olması için işaret ederken. Konuşma için yanlış zamanlama. "Çıkıyorum..." Biraz bekledi. "Sen istediğin için."

Edim'in çıkmasından sonra, Lavin, gözünden akan yaşı hırsla sildi. Birkaç dakika sonra doktoru girdi. Bakışları, saçlarına aklar girmiş doktoru buldu. Saçlarının aksine bıyıkları siyahtı, ten rengi esmere yakındı. Genç kız, doktorların, memurların, işçilerin, demokratların kısacası yaşamda görev edinmiş insanların yürüyüşünü hep farklı bulmuştu, onlar hayatta bir görevi olmayan insanlardan farklı yürüyorlardı kendisine göre. Güçlü bacaklarında açıkça anlaşılan bir yetkiyle yürüyordu, doktor. Evet, hayatta görev edinenler; mesleklerinin verdiği yetkiyle yürüdüklerini açıkça belli ediyorlardı.

Canlı bir sesle, "Nasıl hissediyorsun, Lavin?" diye sordu doktor. "Bizi korkuttun ama güçlü bir kız olduğunu belli ettin."

Sesi mesleğine uygun çıkıyordu, tereddütsüz ve kendinden emin. Bir an adıyla hitap etmesine şaşıracak gibi olduysa da, bazı doktorların anlamsız derecede soğuk, bazılarının ise gereksiz bir samimiyet içinde olduklarını biliyordu. Doktorlar orta yolu bulamıyor diye düşündü.

Genç kız, son söylediklerine aldırış etmedi. "Bilmiyorum, bitkin gibi," diye yanıt verdi. "Çok bitkin."

"Evet, böyle hissetmen normal," dedi başıyla da onay verirken. Elinde henüz dikkatini verdiği, kağıda bir şeyler karalıyordu. "Peki, ağrın var mı?"

"Belirgin değil," dedi kısık bir sesle. "Hareket ettikçe karnıma sancı giriyor sadece."

"Tamam anladım, yaran iyileşme gösterene kadar maalesef ağrıların olacak. Karın bölgesini zorlayacak hareketlerden sakınman gerekiyor, daha kontrollü hareket etmelisin," dedi doktor. "Birazdan, hemşire gelecek, yapacağı iğne seni rahatlatırken, uyumanı sağlayacak."

Doktor, muayenesini yaptıktan sonra odadan çıktı. Aradan çeyrek saat geçmesinden sonra, doktorun aksine yüz ifadesi dümdüz olan bir hemşire içeri girdi.

Lavin, damarlarına giden ilaçla rahatladığını hissediyordu. Bir süre sonra gözlerini kapattı. Edim, yarım saat sonra tekrar içeri geçti. Odadaki sandalyeyi yatağa yaklaştırarak oturdu. Başını, Lavin'in yastığının üzerine bırakarak genç kızla yüz yüze geldi. Karşılıklı yatıyorlarmış gibi görünüyorlardı, tek fark Edim'in sandalyeden yanına doğru uzanmasıydı. Parmak uçlarıyla, kuş tüyü hafifliğinde alnına, şakağına, yanaklarına, dudaklarına dokundu.

"Seni çok özledim, sevgilim..." dedi. "Ama sen yanında durma iznini bile vermiyorsun bana. Beni artık öğrenmiş olman gerekirdi, seni istiyorum nasıl uzak kalayım?"

Lavin, daima kendisini güçlü biri gibi göstermeye çalışıyordu fakat Edim onu biliyordu. Onun ruhunu, bir yaprağın üzerindeki çiğe benzetiyordu. Ve her çiğ damlası yaprağından düşmeye mahkûmdu. Titrek, berrak ve kayıp yok olacakmış gibi. O çiğ damlası yaprağından çoktan ayrılmış ve Edim'in topraklarına düşmüştü. Dudakalarını, genç kızın dudaklarına değdirdi, bu öpücük değildi. Daha önce kimseye böyle dokunmamıştı, bu değerdi ve onun dudaklarında değer duygusunun izi kazınsın istiyordu.

"Kaplanım, öfkenin şu dünyadaki tek ilacı şefkat olmalı. Şefkat olurum, öfkenin çıkardığı o çığlıkta olurum. Ben artık senim... Senden nasıl uzak kalayım?"

🌺

Ne tuhaf ilerliyordu, insan kaderi. Daha düne kadar, kendi evindeyken şimdi ise Yiğit'in hiç bilmediği evindeydi.

Alvina, koltuğun üzerindeki kıyafetlerini alarak, banyoya geçti. Aynadaki aksine baktı uzun uzun, öfkeler içine düştüğünü hissediyordu. Burda olmayı kabul etmemeliydi, yüreği bir şeylerin ağırlığıyla eziliyordu. Belki bu yüreğine düşen ateş; vicdan muhasebesiydi, ama hayır, bir daha bunun olmasına izin vermemeliyim, vermeyeceğim diye yüreğini soğutmaya karar verdi. Yapması gerekeni yapıp, üzerini giydi.

Banyodan çıktı, ayakta öylece dikilip Yiğit'e baktı. O uyanmadan gitmeliyim. Ama içindeki ses bunun kötü bir fikir olduğunu söylüyordu. Kapıya yaklaşırken, başka bir dünyaya açılan kapıya gidiyormuş gibi hissediyordu. Kapı kulpunu kavrayarak geniş hole çıktı. Aşağıya uzanan merdivenlere gelince, içinde bir kaygıyla inmeye başladı. Ayakkabısının çıkardığı sesler, kulaklarında yankılanıyor belki tedirgin bir duygu içinde olduğu için böyle hissediyordu. İnsan tedirgin olduğunda, küçük sesler kendisine büyüyebilirdi.

Mutfağa geçti, mutfağın görüntüsü son derece inanılmazdı. Bembeyazdı. Mutfak dolapları, mutfak taşı, mutfağın ortasındaki masa, masanın etrafında dizili olan iskemleler, minik ev aletleri... Ocağın üzerinde, dumanı tüten çaydanlık bile beyaz seramikdi. Açıkçası böyle bir sadelik ve renk beklemiyordu. Bir bardağa su doldurup mutfak masasının iskemlesini çekip oturdu. Sabah kalktığında, kendisini çok susamış olarak bulurdu. Çocukluğundan kalma bir özellikti kendisi için, ilk işi su içmek olurdu.

İçeri aniden, dün gece gördüğü kadın girdi. Adını anımsamaya çalıştı, evet şimdi anımsamıştı; Safiye. "Ah, günaydın," dedi Safiye, şaşırmışa benziyordu.

Alvina, "Günaydın," diye karşılık verdi oturduğu iskemleden kalkarken. Suç işlemiş gibi hissediyordu.

Safiye, "İstediğiniz bir şey var mı?" diye sordu.

Alvina, "Hayır," dedi çekingen bir sesle. "Ben su içmek için gelmiştim."

Safiye ocağın yanına ilerledi. "İsminiz neydi?"

"Alvina."

"Telaffuz edilirken insanın kulağına hoş geliyor," dedi.

Alvina her zamanki gibi rahatsız olmuştu. "Teşekkür ederim."

Safiye, "Çok güzel," dedi ocağın altını kapatırken. Sonra arkasına dönüp ekledi. "Nar çiçeği çayı yapmıştım, kahvaltıdan önce almak ister misiniz? Rahatlatır."

"Yok, ben..." Alvina bir an ne diyeceğine karar veremedi. Odaya gidecektim diyecek hâli yoktu herhâlde. Sorun yok Alvina diye kendi kendine konuştu içinden. Sonra birden vazgeçip, ekledi. "Tamam, olur."

Safiye, gülümseyip dolaptan iki çay fincanı çıkardı. Çayı fincanlara boşalttıktan sonra birini genç kızın önüne bıraktı. Alvina'nın karşısına geçip oturdu, kızın üzerindeki tedirginliği fark edebiliyordu. Genç kızı merak ediyordu, Yiğit'le nasıl bir bağlantısı olduğunu da. Fakat patavatsız gibi görünmek istemiyordu. Böyle şeyler doğrudan sorulmazdı, insan önce farklı şeylerden sohbete girmeli diye düşündü.

"Bu çayı sever misin?" diye sordu. Rahatlatıcı bir sesle. Safiye konuşurken daima muhatabının gözlerinin içine bakardı. Onun konuştuğu insanlar gözlerinden yayılan enerjiyle bir şekilde rahatlardı. Gözlerinin içi gülüyor değimi, onun için rahatlıkla kullanılabilirdi. "Gençler pek bitki çaylarını sevmezler, ilgileri ve bilgileri de çok azdır. Fakat insan yaşlandıkça sağlık için her yolu denemekten çekinmiyor."

Alvina, onun gözlerinden yayılan ışıkla biraz rahatlamıştı. Bazı insanların etkisi büyük olurdu, daha ilk anda konuştuğunda aradaki tüm yabancı perdeler kendisinden yayılan enerjiden dolayı kalkardı. Safiye böyle biriydi.

"Evet, haklısınız," dedi genç kız, başıyla onaylarken. Karşısındaki kadına ayak uydurmaya çalıştığı belli oluyordu. "Ancak ben severim, annemden dolayı sanırım. Annem altarnatif tıpı çok kullanırdı ve bitki çaylarını severdi."

"Bu iyi," dedi gülümseyerek. "Gençler sağlıklarının ve hayatlarının kıymetini hiç bilmez. Bu yüzden intihar edenlerin çoğunluğu gençlerden oluyor sanırım."

Alvina bir an sustu. Sonra hak verdi. "Galiba."

"Bu arada annen?"

Genç kız sormak istediğini anlamıştı. "Öldü," dedi üzüntülü bir sesle. "Uzun bir süre önce."

"Üzüldüm, bir kızın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri bu olmalı," dedi. "Annenin yerini kimse alamıyor, hiçbir şey tutmuyor."

Alvina, diyecek bir şey bulamadığından, sadece başıyla onayladı. Bu konuya artık takılmıyordu, zaman her acının üzerini örtü gibi seriliyordu. Bir süre sonra, yerini daha büyük acılara bırakarak belki geçip gidiyordu.

Safiye devam etti. "Evin büyük beyi ve büyük hanımı burda değiller, onlar uzun süre önce İzmir'e yerleştiler.

Safiye devam etti. "Yiğit beyle arkadaş mısınız?"

Alvina, hazırlıksız yakalanmış gibi hissediyordu. Şimdi, kaçıp gitmek istiyordu. "Ben yani biz... Evet, öyleyiz," dedi. İsimleri yoktu. Arkadaş bile değillerdi galiba. "Aynı fakültedeyiz."

"Hmm, anlıyorum," dedi Safiye. "Tuhaf."

"Anlamadım," derken karşısındaki kadının bir şeylerden şüphelendiğini anlamıştı. Bakışlarını bir ara pencereden dışarı yöneltip, gökyüzüne doğru çevirdi. "Tuhaf olan ne?"

"Yiğit bey daha önce bu eve bir kız getirmemişti." Safiye genç kızın tepkilerini gözlemliyordu. Alvina'nın az önceki rahat tavırları, yerini tekrar tedirginliğe bırakmış görünürken, bunu söylemesine şaşırmıştı. "Bilmem ne demek istediğimi anladınız mı?"

Ne anlaması gerekiyordu ki, kendisini özel mi hissetmeliydi? Eğer babası, kendisini dün kovmuş olmasaydı, bu eve kendisini asla getirmezdi. Onun yaşantısı hakkında en ufak bilgisi bile yoktu, hiçbir şey anlatmamıştı genç adam. Sadece yalnızlığına dahil ederken, kendisine asla soru sormamasını istemişti.

"Evet," diye mırıldandı. "Anladığımı sanıyorum."

Safiye gülümsedi, anlamadığını biliyordu. "Yiğit, kızlardan utanır ve çekinir," dedi Safiye. "Çok ilgili değildir kızlarla."

Alvina, çayını yudumlarken, gelen bu cümleler nedeniyle boğazına takılan çay yoğun bir öksürme krizine neden oldu. Safiye, telaşla yerinden kalkıp, genç kızın sırtına hafifçe vurdu.

Yiğit mutfağa girip genç kızın yanında bitti. "Ne oldu?" diye sordu Alvina'nın yanına otururken. "İyi misin?"

Safiye gülümsedi. "Çay içiyordu," dedi. "Birden boğazına takıldı. Ben masayı hazırlayayım."

Safiye, mutfaktan çıktı.

"Hey, iyi misin?"

Genç kız, başını evet anlamında salladı. "İyiyim," dedi genç adamın gözlerinin içine bakarak.

Yiğit mi kızlardan utanıyor ve çekiniyordu? Bunun tanıdığı adama hiç de uyumadığını hatta belki dünyanın en yersiz tanımı olduğunu düşündü. Yanında arada Serap'ı görüyordu, hiç de çekiniyor görünmüyordu. Bunu düşünmek içindeki kıskançlık hislerini dalgalandırıyordu...

Alvina, Yiğit'e gitmek istediğini söyleyince genç adam kahvaltıdan sonra diye ısrar etti. Bunu kabul etmeyebilirdi ama babasının evden çıkış saatine denk gelmeyi umarak bu konuda inat etmeyi bıraktı. Salon masasında karşılıklı kahvaltı ettikten sonra. Genç kız, çantasını almak için yukarı çıktı. Safiye, bunu fırsat bilerek Yiğit'e yanaştı.

"Çok çekingen bir kız."

"Biliyorum," dedi Yiğit. "İnsanı deliye çevirecek kadar hem de."

"Çekingen insanlar zordur, Yiğit Bey," dedi tecrübeli olduğu bir konuyu söyler gibi bir sesle. "Onların üzerindeki çekingenliğin gitmesi için onlardan önce bir şey söylenmeli ya da onlardan önce bir şey yapılmalı."

Genç adam bir süre dalgın dalgın başı önde düşündü. Bu esnada Safiye, kendince konuşmanın bittiğini düşünerek masadaki kahvaltı tabaklarını elinde tuttuğu küçük tepsiye yerleştirmeye başladı.

Yiğit aniden, "Ya ben de bir şeylerden çekiniyorsam?" diye sordu.

Safiye genç adama dönüp, "Kızın çekingen olduğu yerde, erkeğin çekingen davranması yakışık almaz," dedi gülümseyerek. "Kızların en güçlü olanı bile narindir, erkeğe düşen her zaman akıllı davranmaktır."

Genç adam başıyla onayladı, aslında dalgınca yaptığı bir hareketti. Alvina, salon kapısında belirince yerinden kalkıp genç kıza yaklaştı.

Alvina, Safiye'ye dönüp, "Her şey için teşekkür ederim," dedi.

"Rica ederim, umarım tekrar sizi görme şansım olur."

Alvina, bu içten kadına hafifçe gülümsemekle yetindi. Hiç sanmıyordu, bir daha bu eve gelmek değil sınırına bile yaklaşmak istemiyordu.

Yiğit'le arabaya yerleştiklerinde Yiğit, "Kahvaltıdan önce Edim'le konuştum," dedi. "Lavin'i normal odaya almışlar, gidecek misin?"

"Evet," diye mırıldandı. "Belki öğlene doğru."

Yol sessizlik içinde geçti. Sokağın başına gelince, genç kız Yiğit'i durdurdu. Kimseye görünmek istemiyordu.

"Alvina," dedi Yiğit kararlı bir sesle. "O adamla artık yaşamayı bırakmalısın."

Alvina genç adamın yüzüne bakmadan, "Bu, seni ilgilendirmiyor," dedi. "Bıraktığın için sağol."

Genç kız kapıyı açtığında, Yiğit hırsla geri kapattı.

"Elbette beni ilgilendiriyor," dedi sinirle. Genç kızın kendisiyle konuşurken böyle mesafeli olması sinirlerini bozuyordu. "O adamla yaşamanı istemiyorum."

"Bir gece evinde kaldım diye, bana karışamazsın."

Yiğit öfkeyle genç kızın yüzünü elleri arasına alıp, "Bana bak," dedi tıslayarak. "Dün gece eğer bana karşı hâlâ bir şeyler hissettiğini anlamamış olsaydım, böyle davranmazdım. Eğer babam dediğin adamı gidip öldüresiye dövmüyorsam, yine sen üzüleceğin için." Genç kızın bakışlarındaki korkuyu görünce; ellerini gevşetti, sesini yumuşattı. "Senin nasıl biri olduğunu biliyorum, sen kimseye kıyamazsın. Gidip o adama dersini versem yine kendini suçlarsın sen."

Alvina'nın gözleri doldu, genç adamın ellerini uzaklaştırdı. "Böyle bir şeyi yapamazsın. Hem dün gece..." dedi duraksayarak. Bakışlarını kucağına sabitleyerek kısık sesle ekledi. "Hataydı."

Yiğit, "Hata?" dedi vahşice gülerek. "Hata öyle mi?!" Yiğit yüreğinin öfkeyle dolduğunu hissediyordu. Bu kız ne yapmaya çalışıyordu böyle? Sesini daha da yükseltti. "Hata yok! Ben nasıl istediysem, sen de istedin. Hiç de zorlanmış gibi görünmüyordun!"

Genç adamın yüzüne bakmaya cesareti yoktu. Hataydı, çünkü yumuşakça baştan çıkarılmıştı. Yoksa kendini o ana kaptırmazdı. Geçmişe dönmek istemiyordu, onunla aynı ilişkide olmak istemiyordu. Kocaman bir sırrı varken kendisine bu kadar yakınlaşsın istemiyordu.

"Alvina, sana kızgın olması gereken benim!" diye bağırdı Yiğit. "Seni ben terk etmedim!"

Alvina hırsla genç adama döndü. "Evet, sen öyle sanıyorsun!" diye bağırdı. "Ama gitmeme izin verdin, nedenini bile sormadın! Bunun da adı terk etmek!"

"Çünkü gözlerinde gitmek istediğini gördüm!"

"Çünkü ben gitmeseydim, sen gidecektin!"

"Ne?" diye şaşkınca sordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Sen buna nasıl karar verdin?"

Bunları konuşmak yersizdi. Şimdilerde yaşadığı değişimler, geçmişin üzerini örtüyordu. Yeni bir karmaşık yaşama girmeye niyeti yoktu. Zedelenen çok şey vardı; onunla yaşadığı dönen çok çabuk gelişmişti her şey ve yine çok çabuk bitmişti. Onun koruyuculuğuna girmesi aynı hatayı tekrar etmek demekti. Yiğit'i biliyordu, her şeyi bir anda yakıp yıkacak biriydi. Ve Yağız'ı öğrenirse, bu noktada vereceği tepkileri kendisi bile tahmin edemezdi.

"Önceden yaptığını yap," dedi genç kız gözlerinden yaşlar süzülürken. Arabanın kapısını açıp çıkmadan önce ekledi. "Tanımıyormuş gibi yap."

🌺

Lavin, yeniden uyandığında saat öğlen on iki olmuştu. Aslında o'na şöyle bir göz atan, bir sorun görmezdi. Göz bebekleri parlak görünüyordu, gözlerinin akıysa porselen kadar beyazdı. Uyku genç kızı yaramış görünüyordu fakat gözlerinde yakıcı bunalımın izleri vardı. Az önce, hemşire kontrol için gelmiş, şimdiyse odanın içinde bunaltıcı bir hava olduğunu düşünüyordu. Yalnızlık öyle bir bahçeydi ki, çiçekleri kokusuzdu.

Edim aklına geldi. Ona çok mu sert davranmıştı? Ona söyledikleri karşısında, gözlerinin aldığı o ifade kendini tekrarlayan bir hayal gibi devamlı gözlerinde beliriyordu. Duruşu güçlüydü fakat gözlerine bir halkın birikmesi kadar kuvvetli bir acı birikintisi vardı. Yıkılmış bir ruhun cesedinin yaydığı karanlık koku onun gözlerindeydi. Siyah alevlerin yükseldiği kara gözleri nasıl da dumanlanmıştı.

Sonra birden kaşları çatıldı. Tavana bakan gözleri şimdi bir aynaya bakıyor gibiydi ve yoğun bakımdayken gördüğü düşler o saydam aynada belirmeye başlamıştı. Bazı yüzler görmüştü, yanıp sönen bazı silüetler, bazı uzun gölgeler görmüştü. Sonra... Sesler, çok fazla ses. Lavin diyordu sesler. Gidemezsin. Şimdi aynada bir yüz belirdi, yüzün gözleri, burnu, dudakları... Aynada yakaladığı son görüntü... O yüz; Edim'di ve... Gitme diyordu.

Başını umudu tükenmiş biri gibi iki yana salladı. Böyle olsun istemiyordu, onu suçlamak istemiyordu. Ama reddedilemez bir gerçek vardı; bunların sorumlusu oydu. Zaten çekilmez berbat bir yaşantısı vardı, buraya getirmesiyle bir de yüreğinde amcasının her an zarar verme endişesi filizlenmişti. O adam, asla durmayacaktı.

Şu anki ruh hali damarlarındaki gezinen kana ve gözyaşlarının aktığı o tuzlu suya bulanmış gibiydi. Hiç umut yok, hiç.

İçi öyle sıkılmıştı ki, farkında olmadığı mekanik bir hareketle, elini yastığının altına soktu. O anda karnına ani bir sancı saplandı ve dudaklarını sıktı. Fakat o da neydi? Eli yastığının altındaydı, çekecekti fakat hissetmesi gereken tek şeyin kumaş olması gerekirken, kumaş dokusundan farklı bir doku teninde varlığını belli etmişti. Fevri hareket etmekten sakınıp, usulca o şeyi çıkardı. Bu, katlanarak dikdörtgen şeklini almış bir kâğıttı, içinde yazılı satırların barındığı bir mektup olacağı direk akla gelecek şeyken, genç kız onda bir mektuptan önce başka bir şey görmüştü.

"Aradığım iz..."

26.Şubat.17 | Pzr

Saat |23:00

ELİSYA ROYAL

🌺

İnstagram & Twitter & Ask.fm : ElisyaRoyal

Duvarımda paylaşmıştım ama burayada bilgilendirme olarak bırakayım; bundan sonra alıntıları instagram sayfamda paylaşacağım.

Continue Reading

You'll Also Like

65.5K 1.6K 22
"Han." derken dudaklarım titredi. Bedenlerimizin yakın olması ise bedenimi titretti. "Güneş." dediği an kalbime bir ok saplandı sanki. Yer yerinden...
174K 12.2K 78
7 ölümcül günâhın toplandığı fani ruhun nasıl da kaldırıyor o kadar vahşeti! Kana susamış lanetli bir canavarsın sen; duygulardan, bir insana ait her...
TAKINTI By 🌙

Teen Fiction

1.8M 32.5K 36
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
732K 32.6K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...