CEHENNET

By ftmnreker

16.5K 5K 2.9K

"Dünya hem cehennemi, hem cenneti yaşattı bana. İkisini bir arada..." Geçmiş hiçbir zaman geçmemişti aslında... More

Sevimsiz olaylar silsilesi;
Ölümün sevimsizlikleri;
yeni bir başlangıç sorunsalı;
gizemli fotoğraf olayı;
üstü kapalı mevzular;
Kardan adam ve güneş;
Aptal bir tahmin;
çocuk ruhlu kardan adam;
eriyen buzlar;
Bir garip çekim;
karışık bir gün;
birtakım yeni sorunlar;

sıradan bir gün;

824 433 182
By ftmnreker

  ☁️ ☁️☁️ 


Sıla ULUSOY;

İki gün oldukça sakin geçmişti. Elif, ağabeyi ile ilgili birkaç ipucu bulup onun peşine takılarak bize veda etmişti ve biz her zaman olduğu gibi Sude ile yalnız kalmıştık. Bu iki gün içinde birçok kez Sude'ye her şeyi anlatmak istesem de bir türlü cesaret edip anlatmayı başaramamıştım. Sadece kaçtım. Korkakça bir hamleydi ama kaçmak hep çok kolaydı. Ben kendi içimde vicdan muhasebesi yaparken; Sude bana defalarca neyim olduğunu sormuştu ve ben de klişelere bağlı kalarak her defasında 'yorgunum' deyip geçiştirmiştim. İnanmıyordu, beni en iyi tanıyan oydu ve bir gariplik olduğunu seziyordu, sadece üstüme gelmektense hazır olup benim ona gitmemi bekliyordu.

Onu hak edecek ne yaptım diye sormuyordum. Bu güzel dostluğu hak edecek hiçbir sevap işlememiştim. Aksine, büyük günahlarım vardı. Ama onun bana, yaşadığım felaketlerin karşılığında verilmiş bir kurtuluş olduğunu biliyordum. Tek bir iyi yanı olmayan yaşantımda, nefes almam için bir sebepti Sude. Tek sebepti.  

"Dokuz yıl önce bugün nefret ettim ölümden." dedi Sude boş duvara odaklanmış öylece bakarken. Bugün annesinin ölümünün dokuzuncu yılıydı. Ama gözlerine bakınca, acısının ilk andaki kadar taze olduğunu görmemek imkansızdı. Sessiz kaldım, şu anda teselliye değil, içini dökmeye ihtiyacı vardı.

"Mezarına bile gidemiyorum." Sert bir şekilde yutkundu. Ben de yutkundum. "Toprağını bile özlüyorum. Her gece gözlerimi kapatmadan önceki son duam onun rüyama gelmesi oluyor. Ama hiç gelmiyor biliyor musun? Hiç görmüyorum. O alıştığım kokusunu almak umuduyla resimlerini kokluyorum hep, kokmuyor ki. Ne oluyor biliyor musun? Öldüğü gün kafasında kırılan kül tablası var ya? Ben onsuz geçirdiğim her gün, o kül tablası gibi parçalanıyorum. Ben onu çok özlüyorum Sıla, ben annemi çok özlüyorum."

Hıçkırarak ağlamaya başladığında benim de gözlerimden yaşlar firar etti hızla. Kollarımı sıkıca sardım etrafına. Elbette özlüyordu annesini, anne yokluğu kolay değildi elbette. Benim de çok yaram vardı ama ben hep Sude'nin acısını daha büyük gördüm. Kim annesinin gözlerinin önünde öldürülmesini kaldırabilirdi ki? Hem de babası tarafından... Bununla kim, nasıl yaşayabilirdi? Hangi insan evladı, annesinin cinayete kurban gidişine tanık olup katillerine çaresizce boyun eğebilirdi yıllarca?

Sözlerine kimse inanmamıştı, tüm itirafları bir şekilde bastırılmış, üzeri kapatılmıştı. Adalet yerini bulmamıştı. Annesinin katilleriyle, yıllarca aynı evi paylaşmış, aynı havayı solumuştu. Bir başkası olsa intikam için gözünü karartır, hayatını yakmayı göze alırdı. Ama o hep dik durdu, hiç göstermedi zayıf yanını. Sırf annesinin hatırası için, sustu. Annesi onu öyle yetiştirmişti çünkü, annesini üzecek bir şey yapamazdı, ölmüş olsa bile. Katlandı yapılan onca eziyete. Hayatım boyunca tanıdığım en güçlü insandı Sude. Ve şimdi o güçlü kız, küçük bir çocuk gibi hıçkırıyordu kollarımda. İçimin acıdığını hissettim. Kardeşim kollarımda çaresizce ağlarken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Acizlik kelimesinin vücut bulmuş haliydim o an. Acizdim, acizliğimden nefret ediyordum. 

"Ama..." dedi dizlerime koyduğu başını kaldırıp gözyaşlarını silerken, "Annemin intikamını alacağım."

"Nasıl olacak? Sen de onları mı öldüreceksin?" dedim, bunu asla yapmayacağını bildiğim halde. 

"Ben katil değilim!" dedi gözleri öfkeyle parlarken. Yutkunmaya çalıştım, yutkunamadım. İşte bundan korkuyordum, gözlerindeki bu öfkenin bir gün bana karşı olacak olmasından korkuyordum. Bu öfke yenilmezdi, bu öfkeyi dindirmenin bir yolu var mıydı bilmiyordum. "Nasıl olacak bilmiyorum ama bu yaptıklarının bedelini ödeyecekler." diyerek bitirdi cümlesini. 

Bir süre öyle oturduk. Kollarım ona sarılı halde, acısını hafifletebilmek umuduyla saçlarını okşadığım bir süre boyunca, öylece oturduk. Sonra duş almak için üst kata çıktı. Ben ise hata dolu geçmişimden nasıl kurtulabilirim diye düşündüm. Cevap basit; kurtulamayacağım. Sude öğrendiğinde ise benden nefret edecek ve ben dibi boylayacağım. Sıkıntıyla oflayıp yerimden kalktım. Cebimdeki paketimden bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştirdikten sonra, kendime kahve yapmak için mutfağa doğru adımladım. 

--

"O güzel poponu yerinden oynatmaya ne dersin? Geç kalacağız." dedi Sude odama hızla girerek. Yine acısını rafa kaldırıp rafı da sandığa kilitleyen klasik Sude olarak duruyordu karşımda. Birkaç saat önce hıçkırarak ağlayan kız değildi. O çaresiz kız çocuğunu uyutmuş, kılıçlarını kuşanmıştı yine. Hep böyleydi. Sude'ydi işte, Sude böyle biriydi.

"İltifatın için teşekkürler canım, hemen hazırlanıyorum." dedim gülerek.

O göz devirip odadan çıkarken, ben de hazırlanmak için ayaklandım. Yalnızca on beş dakika sonra hazır bir şekilde aşağıdaydım. Kapıyı kilitleyip evden çıktıktan sonra sessiz sokağa ayak uydurup sessizce yürüdük.

Mekanın içine girerken Sude kulağıma doğru iyice yaklaşıp "Seninki karşıda." dedi.

Kafamı kaldırınca göz bebeklerim bunu bekliyormuş gibi anında boş bakan göz bebeklerinin içine aktı. Aynı hızla kaçırdığım gözlerimi Sude'ye çevirdim. "Nereden benimki oluyor be?"

Bana yoğun ima dolu bir şekilde bakarak gülümsedi. "Adamın kucağına oturan sensin kızım, benimki olacak hali yok."

Gözlerim kocaman açıldıktan sonra ağzım da gözlerime eşlik etti. Neyse ki çabucak toparlanıp ağzımı kapatabildim. "Allah seni değil, her haltı en ince ayrıntıları ile sana anlatan beni kahretsin." dedim kolunu sıkarak.

Gülmemek için yanağını ısırıp Atınç ve Kerim ağabeyin olduğu yere doğru ilerledi. Arkasından giderken Atınç ile göz göze gelmemek için özel bir çaba sarf ediyordum. İki gün önceki kahvaltıdan sonra bir kez bile karşılaşmamıştık ve şu an onu ilk defa görüyormuşum gibi gerilmiştim. Koray'ın ortalarda olmaması benim için avantajlı bir durumdu. En azından gördüğüm kâbusu unutana kadar Koray'ı görmesem çok iyi olurdu.

Sude genel olarak bir selam verip hemen işine başlayınca, ben de Mete ve Kerim ağabeye kısaca selam verip yerime geçtim. Atınç'ın bıçaktan keskin bakışlarının üzerimde gezindiğini hissedince yutkundum ama ona bakmadım. Mete ile sohbete girdiğim sırada, Atınç elinde tuttuğu viski bardağını sert bir şekilde masaya bırakıp odasının bulunduğu koridora doğru ilerledi. Mete gibi ben de bu hareketine anlam veremediğimi belirten bir yüz ifadesi takınırken, Kerim ağabey bilmiş bir şekilde sırıtıp arkasından gitti.

Değişik değişik tipler, değişik değişik hareketler...

Herkesin oldukça sakin olduğu bir gece geçiriyorduk. Herkes kendi halinde işiyle uğraşıyordu. Arada bir Sude'nin imalı gülümsemesi ile karşılaşmam dışında bir olay yoktu. Üç haftadır burada çalışıyorduk ve üç hafta boyunca geçirdiğimiz en sakin geceydi. Atınç ve soğuk bakışları yoktu, Koray ve ona bağlı şüphelerimin yarattığı korkularım yoktu, herhangi bir rezillik yoktu, kavga ve gerginlik yoktu, uçkur meraklısı, haysiyet yoksunu heriflerin adi yaklaşımları yoktu...

Sonuna kadar sakin devam eden geceyi nihayet bitirip eve gitmek için mekandan ayrıldık. Hava oldukça soğuk olduğu için montuma sıkıca sarılmıştım. Sude de benim gibi montuna iyice sarılıp adımlarını hızlandırdı. Yarın cumartesiydi. Ah, tabi ki biz bu resmi tatilden faydalanamıyorduk. Aksine, hafta sonu bar daha kalabalık olduğu için bir saat erken gitmemiz gerekiyordu.

Hayat gerçekten çok acımasız...

Merdivenleri çıkmış odama girmek üzereydim ki, Sude; "İyi geceler Leyla." diyerek beni kışkırttı.

Topuklarımın üzerinde yavaşça dönüp; "Leyla derken Sude?" diye sordum usulca. Aslında ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım ama yine de sormak istedim.

"Hani şu pembe bulutların üzerinde gezenlere denir ya." dedi kıkırdayarak. Gözlerimden ateş çıktığına emindim ama Sude inatla gülmeye devam ediyordu.

Umursamıyormuş gibi davranarak; "Tatlı rüyalar Sudeciğim..." dedim.

"Sana da buz gibi rüyalar, Leylacığım." dedi buz kelimesinin üstüne basa basa. Neden? Çünkü aramızda Atınç için buz adam sıfatını kullanmıştık. Bacağına tekme atıp odama girdim.

"Ah, acıdı hayvan!" diye bağırışına sadece güldüm. Sonra da kıyafetlerimden kurtulup ılık bir duş alarak kendimi yatağıma teslim ettim. Atınç'ı düşünmeyecektim, o anlamsız bakışların ev sahipliğini yapan gözleri düşünmeyecektim... Hiçbir şey düşünmeden uyumalıydım. Uyu Sıla, düşünme. Sadece uykuna odaklan...

Sabah yüzüme vuran güneşin ışığıyla uyandığımda, gülümsedim. Hava gayet güzeldi ve kâbus da görmemiş olmanın etkisi ile oldukça enerjiktim. Yataktan kalkıp yüzümü yıkadıktan sonra, doğruca Sude'nin odasına sızdım. Ayağından tutup çekerek yataktan düşürdüğümde, sert bir küfür mırıldanıp düştüğü yerde uyumaya devam etti.

"Kalksana kızım." dedim mızmızlanan bir çocuğun ses tonu ile. Tepki vermeyince ayağımla dürtüp "Sude kalk hadi." diyerek yeniden şansımı denedim ama karşılığında aldığım yine koca bir tepkisizlik oldu.

Ayağından tutup banyoya kadar sürükledim. Yastığına sıkıca sarılmış uyuyordu. Ya da uyuyormuş gibi davranarak benden kurtulmaya çalışıyordu. Duş başlığını elime alıp yerde yatan Sude'ye çevirdim ve soğuk suyu sonuna kadar açtım. "Hay ebeni ya!" diye bağırıp yerden kalktığında suyu kapatıp olabildiğince masum bir ifadeye soktum kendimi.

"Günaydın."  dedim hala masum görünmeye çalışarak.

"Seni öldüreceğim Sıla, o duş başlığı ile kafanı ezeceğim!" diye cırlarken ben çoktan banyoyu terk etmiştim. Evin içinde bir aşağı, bir yukarı peşimden koşmasının sonucunda, ağzıma bir paket tarçın boşaltarak intikamını almıştı. Ardından ben yarım saat boyunca klozetin başında öğürmekten iç organlarımı kaybetmenin eşiğine gelmiştim ve o da kapı eşiğinde bana gülmekten yanak kaslarını kaybetmenin kıyısından dönmüştü. Klozet ile ilişkimi kesmeyi başardığım dakikadan itibaren on üç defa dişlerimi fırçalamış, on dördüncü için hazırlanırken Sude diş fırçamı balkondan aşağı fırlatmıştı. Şimdi ise kol kola girmiş, kahvaltı yapmak adına uygun bir yer arıyorduk. Nihayet bir tanede karar kıldık ve vakit kaybetmeden içeri girip siparişlerimizi verdik.  

"Kahvaltıdan sonra nereye gideceğiz biliyor musun?" dedim muzip bir ifade ile.

"Eve gidip uyuyacağız." derken masaya gelen yemeği ile ilgileniyordu. "Ya da markete gidip tarçın ve senin için bir diş fırçası aldıktan sonra eve gidip uyuyacağız."

Bu cevabına gözlerimi devirdim. "Kuaföre gideceğiz." 

"Neden?" diye sordu yine yemeği ile ilgilenirken.

"Senin çirkin sarılarına renk katmak için." dediğimde bakışları hemen beni buldu. Kaşlarını çattı ve; "Asla!" diyerek kesin bir dil ile reddetti.

"Ya seve seve geleceksin Sude, ya da kafana silah dayayacağım. O aptal sarı saçların gözlerimi kanatıyor."

Gözlerini devirdi. "Ben mutluyum böyle."

"Biraz değişiklik seni öldürmez biliyorsun değil mi? Hem bu sana da çok iyi gelecek güven bana, beğenmezsen iki gün sonra eski haline dönersin, söz." dedim beklenti ile ona bakarken. 

"Of!" dedi gözlerini yeniden devirerek. 

"İşte bu!" diyerek ellerimi birbirine çarptım ve yemeğime döndüm. Sessiz bir şekilde kahvaltımızı yapıp kuaför arayışına girdik. Yürümekten belimin ağrımaya başladığı dakikalara girmiştik ki, görüş alanıma bir kuaför salonu yerleşti. Sude'yi neredeyse sürükleyerek götürdüğüm kuaför salonuna soktuğumda, bana sessiz sessiz küfür ediyordu. Ne istediğimi kuaför kadına, Sude'nin duymayacağı bir şekilde söyledikten sonra kendimi salonun deri koltuklarına attım. Dergi karıştırarak geçirdiğim bir buçuk saatin sonunda nihayet kuaför hanım işini bitirmişti. Ayağa kalkıp Sude'yi görmek için yan tarafa geçtim. 

"Vay canına!" dedim şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan. "Kızım var ya... Oha!" Sadece saçları boyamak ile kalmayıp kaşlarıyla da oynamış, cilt bakımı ve makyajını da yaparak Sude'nin evrime kafa atmasında büyük rol oynamıştı.  

"Artık görsem mi?" diye söylenen Sude'yi aynaya çevirdiğimizde, birkaç dakika hiç cevap vermedi. Daha sonra ise sadece, "Bana ne yaptınız?" diye sorarak kuaför kadının yüzünün düşmesine neden oldu.

"Beğenmedin mi? Bence gayet güzel oldu." dedi kadın, hayal kırıklığı ile Sude'ye bakarak.

"Ah, yok. Yani çok beğendim. Ben, sadece bu kadar iyi durabileceğini düşünmemiştim..." dedi Sude belli belirsiz gülümseyerek. Ben de en az kuaför kadın kadar rahatlamıştım beğendiğini duyunca. Çünkü, o sarı saçlarını görmek ciddi anlamda gözlerime işkenceydi. 

Kuaföre teşekkür edip ücreti ödedikten sonra yeniden dışarıdaydık. Sude'nin saçları gerçekten çok güzel olmuştu. Kızıl kesinlikle onun rengiydi. Yol boyunca Sude'nin saçlarına bakıp sırıttım ve bu da Sude tarafından kafama defalarca darbe almama neden oldu. Neymiş? Aptal gibi bakmayı kesmezsem saçlarını kazıtacakmış, yaptığına pişman etmemeliymişim, bok mu varmış da iki dakikada bir dönüp aptal gibi yüzünü inceliyormuşum falan... Ne var yani beğendiğimi her dakika belirtmek istiyorsam? Duygusuz.

Saat geç olmaya başlamıştı, birkaç saat sonra işe gidecektik ama yorgunluktan olduğum yere yığılmak üzereydim. Eve girer girmez yaptığım ilk şey, oturma odası olarak 'Bay R' tarafından düzenlenen odadaki büyük kanepelerden birine kendimi gömmek oldu. Sude de biraz dinlendikten sonra makarna yapmak için mutfağa giderek beni yalnız bıraktı. Tam uyku alemine adım atmak üzereydim ki, Sude yaptığı makarnayı doldurduğu iki tabak ile birlikte odaya girerek buna engel oldu. Yemek ihtiyacımızı giderdikten hemen sonra duş almak adına odama çıktım, Sude de hazırlanmak için kendi odasına girdi. Yaklaşık bir saat sonra hazır bir şekilde odadan çıkıp alt kata indim. Sude çoktan hazırlanmış, telefonu ile uğraşıyordu. Açık kot pantolon üzerine koyu yeşil, askılı, salaş bit tişört giyerek yeni kızıllarını tepesinden toplamıştı. Oldukça hoş bir görüntüsü vardı. Bu halini çok sevmiştim.  

Montumu giydiğim sırada o da siyah deri ceketi ve siyah botlarını giyerek kendini tamamlamıştı. Onu baştan aşağı süzüp ıslık çalarak evden çıktım. 

"Salak." dedi arkamdan çıkarken. Güldüm. Kapıyı kilitleyip bara gitmek üzere yola koyulduk. Kerim ağabey ve Atınç dışında kimse yoktu yine. Biz mi çok erken gelmeye başlamıştık, yoksa herkes mi gecikiyordu? Sude önden girip selamlaşırken; kendimi kasmamaya çalışarak onu takip ettim. Atınç göz bebeklerimi esir almışken, Kerim ağabey Sude'nin yeni saçlarına iltifatlar yağdırıyordu. Gözlerimi hapsolduğu gözlerden ağır ağır alıp Sude'ye çevirdim. Kerim ağabeyin iltifatlarına karşı ufak bir tebessüm takmıştı dudaklarının üstüne. Gerilmişti. Çünkü iltifat almaktan hiç hoşlanmazdı. Birisi ona iltifat edince ne yapacağını şaşırıyormuş ve süslü kelimelerle karşılık verip yapmacık gülüşler atmayı da hiç sevmiyormuş...  

"İnsanlar dolmadan ben bir lavaboya gidip geliyorum." dedi bana dönerek. Başımla onu onayladığımda, arkasını dönüp yanımızdan uzaklaştı. Atınç'ın üzerimde gezinen bakışlarına karşılık vermemek adına, bakışlarımı kapıya çevirdim. O an, kadraja siyah takım elbiseli bir adam girdi. Kaşlarım istemsiz bir şekilde aşağı inerken kafamdan binlerce düşünce geçiyordu. Bu defa kaçırmayacağım dedim kendi kendime. Hızla çıkışa doğru yürümeye başladım ama adam beni anında fark edip harekete geçti. O da en az benim kadar hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Niyetinin ne olduğunu deli gibi merak ettiğim adamı bir kez daha elden kaçırma korkusu ile arkamdan seslenen Kerim ağabeyi umursamadan dışarı koştum. Arkasından koştuğumu fark eden siyahlı adam da koşmaya başladı. Neden bilmiyorum ama bu adam ile konuşabilirsem, gizemli 'R' Bey olayını da çözeceğime inanıyordum. Tam yaklaştım derken, arkamdan biri kolumu tutup beni hızla geriye çekerek durdurdu. Sinirle arkamı döndüğümde, Atınç ile burun buruna geldim.

"Ne halt ettiğini sanıyorsun sen?" diye bağırdım öfkemi içimde tutamayıp. 

"Kimdi o?" dedi benim aksime fazlasıyla sakin bir şekilde. 

Aynı sakinliğe bürünüp dilimle dudaklarımı ıslattım. "Sana ne?"

"Peşinden koştuğun o adam kimdi?" diye sordu yine aynı sakinlikle. Sakindi ama bu sakinliği her an uçup gidecekmiş gibi bir ifade vardı yüzünde. Sakin kalmak için çaba sarf ediyordu. Tıpkı benim, boğazına yapışmamak için çaba sarf ettiğim gibi... Her şeyin cevabını kafasında barındıran bir adamı elimden kaçırmıştım ve bunun tek sorumlusu Atınç'tı. Sinirden ölebilirdim ama yaptığım tek şey dudaklarımı kemirip sakin kalmaya çalışmaktı.

"Bu seni neden ilgilendiriyor?"  İnatla kaçıyordum sorusundan. Öfkeli bakışlarımı da, yükselip dar sokakta yankılanan ses tonumu da umursamıyordu. Bozuk plak gibi aynı soruyu tekrarlıyordu yalnızca. Üçüncü defa, "Kimdi o adam?" diye sorunca, sabrımı sınadığını düşündüm. Normal değildi bu adam, cidden. 

"Bilmiyorum." diye mırıldandım pes ederek. "Sayende de hiç bilemeyeceğim."

Kaşlarını havaya kaldırarak; "Bilmiyorsun." dedi, "Bilmiyorsun ama peşinden koşuyorsun." Bana inanmamıştı. Peki ama, bana inanmamış olmasını neden umursuyordum? 

"Bilmiyorum. Bir süredir bizi takip ediyor, bunun nedenini öğrenmek için peşinden koştum ama sen çabalarımın üzerine sifon çektin." diye bir açıklama yaptım. Sahiden, neden açıklama yaptım? Çenesi seyirdi, buna daha önce de şahit olmuştum. Sinirlendiği anlarda çenesi seyiriyordu. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Bir dakika, bir dakika!" diyerek önüne geçip onu durdurdum. Gözleri yüzümden aşağı inerek göğsüne bastırdığım elimde durdu. Elimi aceleyle geri çektim. "Sen neden peşimden geldin?"

"Kimin peşinden koştuğunu öğrenmek için." derken yüzü ifadesizdi.

"Seni neden ilgilendirdi kimin peşinden koştuğum?" Tek kaşımı kaldırıp meydan okuyan bir gülümseme yapıştırdım dudaklarıma.

"Çalışanımsın sonuçta." dedi birkaç dakikalık tereddütten sonra. Tatmin edici bir cevap olmamıştı. 

Dudaklarımı büzdüm. "Her çalışanına karşı böyle ilgili misin? Gözlerim yaşardı." dedim alayla gülerek. Cevap vermedi, sadece yüzüme baktı ve beni geçip yürümeye devam etti. Dengesiz. Bara tekrar döndüğümüzde oldukça kalabalıklaşmıştı. Atınç yüzüme dahi dönüp bakmadan odasına ilerlerken, ben de iğrenç kalabalıkla olabildiğince az temas ederek yerime geçtim. Sude'ye burada olduğumu gösterip işime başladım. 

"Atınç Bey ile beraber mi geldiniz?" diye sordu Mete beklemediğim bir anda.

"Karşılaştık." diye geçiştirdim. Oturup iki saat açıklama yapmaya hiç niyetim yoktu. Başka bir şey sormadan gülümseyerek işine döndü. Ben de nedensiz yere içimi sarmış olan sinirimden nasıl kurtulabileceğimi düşünerek çalışmaya devam ettim. Atınç'ın davranışları beni neden bu kadar öfkelendiriyordu? Beni bu kadar etkilemesine izin verdiğim için kendime kızdım. Sıradan bir insandı, gereksiz duygular yaşatmasına izin vermemeliydim. Bir anda kulaklarımı dolduran tanıdık bir ses ile irkildim. Kafamı kaldırdığımda, karşımda Atınç'ın odasında gördüğüm kumral kadını gördüm. Neydi adı? Sinem... Sibel... Ah, her ne halt ise! Evet canım, bir sen eksiktin. 

"Sahibi olduğu barda barmenlik yaptıracak kadar mıymış sana olan sevgisi?" dedi alayla gülerek. Sakin kal dedim kendime, seni aşağı çekmesine izin verme. 

Ardından olabildiğince sakin bir şekilde; "Ben burada çalışmak istediğim için buradayım." diye yanıtladım onu. 

"Seni sevdiğine inanıyor musun gerçekten? Zavallı şey..." diyerek beni kışkırtmaya çalışıyordu ama düşmeyecektim. En azından düşmemek için çaba sarf ediyordum. Cevap vermemeyi tercih ettim. Ama ben sustukça, o daha da hırslanıyordu. 

"Yakında sen de kıçına tekmeyi yiyip Atınç'ın kapısında zırlayan kızlardan biri olacaksın." Atınç haklıydı. Bu kadın baş belasının sözlük anlamıydı. 

"Biraz daha devam edersen kıçına tekmeyi yiyen sen olacaksın." dedim gülümseyerek. Gülümsemem samimiyetten tam anlamıyla uzaktı. Mete son söylediğimi duyup kıkırdadığında, kadın sinirle ona bakıp susturdu. 

"Gerçekleri duymak acıttı değil mi? O kimseyi sevmez küçük kız, bunu anlasan iyi edersin. Çok yakın zamanda çöp olacaksın." dediğinde sinirlerim iyice gerilmişti. Zaten var olan sinirimin üzerine birkaç ton daha eklemişti ve bunun sonucu hiç iyi olacak gibi değildi. Korumalarla iletişim sağladığımız telsize; "İçeri bakın." diye bir uyarı gönderip beklemeye koyuldum. Korumalar yalnızca saniyeler içerisinde yanımızda belirmişti. 

"Hanımefendiyi dışarıya alalım." dedim karşımdaki kumralı göstererek. Önce şaşkınlıkla araladı dudaklarını, hemen sonra yanında duran korumalara, "Hiçbir yere gitmiyorum!" diye bağırdı. "Atınç'ı göreceğim." Korumalar kadını çıkarmak için uğraşırken, o hala avaz avaz bağırıyordu. Millet işi gücü bırakmış, film izler gibi bizi izliyordu. Sude yanıma gelip "Neler oluyor?" diye sorduğunda, "Sorunlu bir müşteri vakası." dedim kısaca. Gözlerini devirip kadına kısık bir küfür mırıldanarak işine döndü. O sırada kadının bağırtılarını duyan Kerim ağabey yanımıza geldi. Kadını görür görmez sıkıntılı bir nefes bıraktı. Anladığım kadarı ile tanışıyorlardı.

Kadınla birkaç saniyelik konuşmasının ardından bana dönerek; "Beni takip et." dedi. Müzik sesinden dolayı duymamıştım ama dudaklarını okuyabilmem için fazla açık söylemişti zaten. Mete'nin meraklı bakışlarına karşılık, "Sonra konuşuruz, burayı idare et." diyerek Kerim ağabey, kumral yosma ve iki korumanın peşine takıldım. 

Kumral yosma kapıyı çalma girişiminde bulunmadan odaya dalınca Atınç'ın, "Yine mi ya?" diye söylendiğini duydum. Ardından korumaları kapıda bırakıp Kerim ağabey ile birlikte içeri girdik. Atınç'ın gözleri merakla harmanlanıp bana kilitlendi. 

"Bu aptal kız beni buradan attırmaya çalıştı!" diye bağırdı kadın. Atınç; "Sinem." diye uyarı yaparken ben, "O aptal dediğin kız seni var ya!" diyerek yaptığım yüksek çıkışla kadının üstüne yürüdüm. Kerim ağabey beni geri çekip durdurdu. 

Atınç, Sinem denilen kadına dönüp "İstediğini yapabilir Sinem, çünkü o benim nişanlım." dedi. O kadar inandırıcı söylüyordu ki, ben bile bir an kendimden şüphe duydum. Sinem sinirinden renk değiştirirken, ona sahte bir öpücük yollayarak daha da kudurmasını sağladım. 

"Şimdi buradan gidiyorsun ve bir daha da gelmiyorsun." diyerek son sözünü de söylemiş oldu ve Sinem korumalar eşliğinde, onlarca tehdit savurarak defolup gitti. Kerim ağabeyin acil açıklama isteyen bakışları Atınç ve benim aramda mekik dokuyordu. 

"Kurtulmak için yalan söyledim." dedi Atınç.

Kerim ağabey, "Aferin." dedi alkışlayarak. "İyi bok yedin. Sen kurtulacaksın diye Sıla'nın başı yanacak."

Atınç; "Ona bir şey yapamaz." derken ben de aynı anda; "Bana bir şey olmaz." dedim.

Kerim ağabey beni duymamış gibi davranarak; "Ne demek ona bir şey yapamaz? Sinem'in ne kadar tehlikeli bir kadın olduğunu en iyi bilen sensin."  dedi Atınç'a. Sesinde kendini bariz olarak belli eden bir öfke vardı. 

"Bir şey olmayacak dedim ağabey, buna izin vermeyeceğim." dedi Atınç da aynı öfkeye bürünerek. Ben ise sadece olanları izliyordum. Atınç birden bana döndü ve yumuşayan bakışlarını gözlerime dikti. 

"Bundan sonra küçük hanım..." dedi tane tane konuşarak. "Attığın her adımdan haberim olacak."

☁️⛄️☁️


Continue Reading

You'll Also Like

184K 8.6K 21
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
MAZHAROĞULLARI By niss

General Fiction

91.7K 7.9K 23
Aşiret + gerçek ailem kurgusu. Birçok klişenin toplamından meydana geliyor, istediğimiz de zaten klişeler değil mi? İrem yaşadığı şehri temsil etmiş...
769K 32K 43
BERDEL. . . hikayede cinsel ve yetişkin içerik, küfür, dövüş ve bol bol klişe sahneleri vardır. Bunu bilerek okuyun lütfen, sebebsiz linç yemek iste...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

224K 9.4K 22
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?