YÜKSELİŞ

By nursu_cugalir

1.5M 98.9K 22.4K

Fantastik #1 Yeşil Prenses serisinin 1. kitabıdır. Ve şeytan, inini, parçalanmış ruhları koymak için kendis... More

Giriş ❋ YÜKSELİŞ
Karakterler
1.Bölüm • Asılsız Suçlama
2.Bölüm • Tanzanit Ejderhası
3.Bölüm • Ölümcül Kılıç
4.Bölüm • Kusurlu Güzellik
5.Bölüm • Kızıl Saçlı Tanrıça
6.Bölüm • Kan Havuzu
7.Bölüm • Cehennem Gibi Dört Gün
8.Bölüm • Suçsuz Masum
9.Bölüm • Banyo ve Temizlik
10.Bölüm • Büyücünün Şimşeği
11.Bölüm • Lordhor'un Kibar Leydileri
12.Bölüm • Nyapuvarus Gecesi
13.Bölüm • Şeytanın Ateşi
14.Bölüm • Davetsiz Takipçiler
15.Bölüm • Ozların Saldırısı
16.Bölüm • Yanık ve Kehanet
17.Bölüm • Ebedi Yemin
18.Bölüm • Tanzanit Armağanı
19.Bölüm • Tehlikeli Hırs
20.Bölüm • Sarayın Dersleri
21.Bölüm • Zehir Ustası
22.Bölüm • Masumların Gerçekleri
23.Bölüm • Şeytanın Mırıltısı
24.Bölüm • Katilin Hikâyesi
25.Bölüm • Kadife Eldiven
26.Bölüm • Lordhor'daki Casus
27.Bölüm • Yeminli Koruyucu
28.Bölüm • Avcıların Merhameti
29.Bölüm • Konseyin Kararı
30.Bölüm • Petronus'a Mektup
31.Bölüm • Oyun Gecesi Hazırlıkları
32.Bölüm • Beklenmedik Gönüllü
33.Bölüm • Düello ve Zafer
34.Bölüm • Taht Anlaşması
36.Bölüm • Korkutucu Ağıt
37.Bölüm • Şifacıların Yeteneği
38.Bölüm • Kasvetli Oda
39.Bölüm • Asker Ordusu
40.Bölüm • Ölümün Zehirli Tonu
41.Bölüm • Gül Kokusu Hediyesi
42.Bölüm • Canavar Kız
43.Bölüm • Suç ve Zindan I
43.Bölüm • Suç ve Zindan II
44.Bölüm • Yolculuk ve Aşk
45.Bölüm • Karanlık Geçmişler
46.Bölüm • Şeytanın İni I
46.Bölüm • Şeytanın İni II
47.Bölüm • Ölümün Tatlı Şarabı
48.Bölüm • İntikamın Kara Suları
49.Bölüm • Kristal Zehri
50.Bölüm • Müstakbel Kraliçenin Yanışı
51.Bölüm • Sgieen Gizemi
FİNAL • Büyülü Fosil Tırnak
B.K. |Kıyafetler|
E.K. |Kapaklar|
B.K. |Tanrıça ve İnanç|
TEŞEKKÜRLER
2.KİTAP

35.Bölüm • Acımasız Dövüş

16.5K 1.5K 654
By nursu_cugalir

Bana göre biraz aksiyonlu bir bölüm oldu. Ve ne kadar garipseseniz de Pjotr'u seviyorum ya. Her neyse... Ders çalışmayı falan bırakıp oturdum, sizin için bölüm yazdım. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı esirgemeyin. Görüşürüz ♥

Kral Lev diğerleriyle beraber atıyla ilerlerken, boynundan köprücük kemiklerine uzanan bir boşluk hissetti. Bu boşluğun ne demek olduğunu biliyordu. Annesinden ona son kalan, eski kraliçe Anastasia'nın yadigârı olan gümüş kolyenin eksikliğiydi bu. Atını yavaşlattı ve atını tutan bir elini boynuna götürdü. Gerçekten de yoktu.

Kolye yoktu!

Hissettiği telaş damgası atından aşağıya indi ve meşale ile yürüyen bir kızın elinden meşaleyi hızla aldı. Kız irkildi ama birkaç saniye sonra bu irkilmenin yerini saygıya bıraktı; reveransını yaptı.

Kral Lev boğazını temizledi ve halkına, "Siz gidin. Ben geri döneceğim," diye bağırdı, pek de kibar olmayan bir ses tonuyla.

Muhafızlarını yollayabilirdi ancak buna gerek yoktu. Yalnızca geri dönüp, kolyesini bulacaktı.

Kral Lev tekrar atına bindi. Elinde meşale ile ata binmesi biraz sıkıntılı bir durum olmuştu fakat birkaç dakika sonra atına da kendine de zarar vermeden ata binebilmişti. Atı dörtnala vurduğunda elindeki ateş geriye doğru savruldu, tıpkı saçları gibi. Ateşin rüzgârdan dolayı sönmemesi için atını biraz da olsa yavaşlattı.

Aklındaki soru kolyeyi orada nasıl bulabileceğiydi. Onu gerçekten bulabilecek miydi? Gerekirse her yeri didik didik edecekti ya da muhafızlarını çağıracaktı ve bulacaktı onu. O kolye annesinindi. Onu kaybedemezdi.

Ağzının içinden bir küfür geveledi. Yeniden ormanın içine girdiğinde atını durdurdu ve atından indi. O kadar hızlı inmişti ki kesilen bacağı ve yaralanan birkaç yeri sızlamıştı. Kolyeyi asla boynundan çıkarmazdı. Muhtemelen düello yaparken düşürmüştü. Onu hemen bulabilmesi için Katiyaslavi'ye dualarını iletti.

Atını bir ağaca bağladıktan sonra meşalesiyle beraber ilk önce söndürülmüş, dev gibi köz odunların etrafına baktı. Ancak yoktu. Yere atılmış yemek artıkları ve küllerden başka hiçbir şey yoktu. Bu, tüylerinin daha fazla diken diken olmasını sağladı.

Odunların etrafını arayıp bulamadığında yürüdü ve başka tarafa yöneldi. Eğildi; ayaklarıyla bir yandan toprağı eşeliyor, bir yandan da gözleri ile her yeri arıyordu.

Ağaçların oradan yaprakların hışırdama sesi geldiğinde baştan aşağı ürperdi ve istemsizce sesin geldiği tarafa baktı. Görünürde herhangi bir şey yoktu, lakin orada biri olduğu kesindi. Aramayı bıraktı ve meşalesiyle beraber sesin geldiği tarafa doğru adımlarını attı. Adımları biraz korkuluydu. Ancak tereddütlü değildi.

Sesler devam ediyor, ağaçların sallanması artıyordu. Bu, Kral Lev'i daha fazla korkutuyordu.

Kral Lev nefes alış verişini sakinleştirmek adına derin bir nefes aldı ve başını kaldırdı. Gerilimi her saniye artıyor, bu kaçıp gitme isteği uyandırıyordu. Artık orada kim varsa bir an önce çıkmasını umuyordu. Bu şekilde daha fazla çıldırıyordu.

Olduğu yerde kaldı. Birkaç saniye bekledi.

Ancak bu beklemesi, sırtının bir anda arkasındaki ağaca çarpmasıyla son buldu. Ağzından büyük bir inleme koptu.

Biri onu sertçe ittirmişti!

Kimin ittirdiğini görmek için gözlerini bile açamıyordu şu an. Acı içindeydi. Ciğerlerinin zarar gördüğüne yemin edebilirdi. Midesi resmen ağzına gelmişti.

Gözlerini tereddüt ile açtığında boğazına saplanmaya hazır, eğik bir şekilde duran hançer gördü. Bakışlarını hançerden çekti ve karşısındakine dikti. Karşısındaki adamı gördüğünde yutkundu. Onu tanıyordu. Karşısındaki itici, siyah semboller ile boyanmış suratı, dik, siyah saçları, alaycı yüz ifadesini, hafifçe yukarı doğru bükülen dudakları ve onunla neredeyse aynı hizada olan boyu tanıyordu. Bu kişi... Pjotr'du. Şeytanın ta kendisi...

Kral Lev boğazına dayanan hançere baktı. Kafasını birkaç santim daha öne çıkarırsa kafasının bedeninden ayrılacağı kesindi. Bu yüzden açılmış gözlerini şeytana dikti ve soru sorar gözlerle baktı.

Pjotr ağaca yasladığı elini Kral Lev'in yüzüne yaklaştırdı. Ardından elindeki şeyi salladı. Kral Lev, Pjotr'un elindeki şeye baktı. Bu şey, o kolyeydi.

Onu gördüğü an şaşkınlığı, yerini öfkeye bıraktı. Dişlerini birbirine kenetledi ve zar zor aldığı düzensiz nefesleri eşliğinde çenesini kaldırarak Pjotr'a baktı.

Pjotr sordu. "Bunu mu arıyordun?" Pjotr'un sesi nefret doluydu. Buna rağmen acımasızca gülümsedi.

"Ver onu bana," dedi Kral Lev, acıyla karışık inleme sesiyle. Dişlerini birbirine kenetlediği için sözcükleri ağzının içinden boğuk bir şekilde çıkmıştı.

Pjotr'dan bir kıkırtı yükseldi. Bu kıkırtı, Kral Lev'in içindeki öfke ateşinin körüklenmesine sebep oldu.

"Neden vereyim?" diye sordu Pjotr. "Yoksa ölü, kıymetli annenin hatırı için mi? O umurumda değil. Kolye de umurumda değil." Pjotr kolyeyi sertçe yere attı ve samur çizmesiyle beraber ezdi. Bu... Bu fazla acımasızdı.

Kral Lev, çoktandır ilk defa içi gerçekten burkulmuş, gerçekten üzülmüştü. Ağlamaklıydı, fakat tabi ki de ağlayamazdı. Zamanında çok ağladığı için gözlerinde yaş kalmadığı söylenebilirdi. Üzüntüsünü içinde sakladı; yüzüne yansımasına asla izin veremezdi. Bunun yerine dişlerinin arasından öfke dolu bir hırlama sesi çıktı.

Pjotr'un bacağına sertçe tekme attığında adam geriye doğru sendeledi. Lev bu boşluktan yararlanarak ciğerlerini hava ile doldurdu ve elini boğazına götürdü. Çok geçmeden ona yumruk atmak için elini kaldırdı ancak Pjotr, büyüyle olsa gerek, bir hava kütlesiyle onu tekrar ağaca yapıştırdı ve hançeri boğazına dayadı.

"Ver dedim!" diye tısladı Kral Lev. "Ne istiyorsun? Söyle!"

"Biliyor musun, biricik Lev? Ben sana her zaman kötülük yaptım. Bilmiyorum. Belki de gelecekleri önceden görme gibi bir yeteneğim olduğu için yapacakların yüzünden sana öfkeli olduğumdandır," dedi Pjotr. "Hatta sana, hâlâ gizemi çözülmeyen bir sırrını açığa kavuşturayım. Hani o suçlu sandığınız köle kızı yargılamak adına tanrıçanın yanına gitmiştiniz ya; oradaki aptal süs havuzunu kan sanmıştın, tıpkı salak gibi. Orada omyssa falan yoktu. Orada ben vardım, onu ben yaptım," diye açıkladı gülerek.

Kral Lev, şu an boynuna dayanan hançer olmasa her an saldırabilirdi. "Şunu boynumdan çek!" diye bağırdı, her ne kadar işe yaramayacağını bile de.

"Ah, az sonra. Şimdi hiç çekesim yok." Pjotr iç çekti. "Sana bir teklifim olacak."

"Ne teklifi?" diye sordu Kral Lev.

"Kendi hayatını kurtarmak istiyorsan bana birini vermen yeterli."

"Kimi?"

"O kızı. Darya'yı."

Kral Lev burnundan soludu. Böyle bir şeyi istemiş olamazdı. Bunu yapamazdı. O kız olmadan tırnağın büyü gücünü kullanamazdı. "Ne? Onunla ne yapacaksın?"

"Bu seni ne ilgilendirir? Kibirli kral bozuntusu!"

"Onu vermem!" dedi Kral Lev bağırarak.

Pjotr ani bir hareketle hançeri yere attı ve hızlıca Kral Lev'in yaralı suratına yumruğunu indirdi. Kral Lev düşmemek için ağaca tutundu ve Pjotr'a sert bir tekme attı. Pjotr öksürdü. Kral Lev onun üstüne doğru yürürken, Pjotr büyüsüyle onu yere düşürmeyi başardı.

Kral Lev yere düştüğünde, şeytan onun karnına sertçe tekme attı. Lev'in ağzından kan fışkırdı. Gözleri aralamıştı ve az önceki güçlü yüz ifadesinden eser yoktu.

"Demek onu vermiyorsun," diye mırıldanarak Kral Lev'in kafasını tuttuğu gibi ağaca çarptı. Kral Lev kanlar içinde duruyordu ancak hâlâ ayıktı.

Başı dönüyordu. Az önceki darbe dolayısıyla biraz afallamıştı. Ağzındaki kanı yere tükürdü.

"Hâlâ vermemekte ısrarlı mısın?"

"Vermeyeceğim," diye inatlaştı Kral Lev. Sesi zar zor çıkmıştı. Şakaklarından, kirli sakalının üzerine kandamlaları düşüyordu. "Öldürsen de vermeyeceğim."

Pjotr korkutucu bir kahkaha attı. Ardından Kral Lev'in yattığı yere eğildi; onun savunmasız yüzünü gördüğünde kahkahası hızlandı.

"Neden vermeyecekmişsin?" diye sordu Pjotr, kahkahasını sonunda kesip.

"Ona ihtiyacım var."

"Hâlâ konuşabildiğine hayran kaldım doğrusu. Başkası olsa şimdiden ölmüştü bile."

"Dayanıklıyımdır."

"Ayağa kalkamıyorsun bile. Pek dayanıklı sayılmazsın. Sadece diğerlerinden biraz daha güçlüsün. Tek farkın bu... Sen de diğerleri gibi sıradan, aptalsın. Hem de daha fazla aptal."

Kral Lev kanlı tükürüğünü Pjotr'un yüzüne savurdu. Pjotr bunu beklemiyor olacaktı ki ağzı beş karış açık kaldı. Sonra gözlerini yumdu ve bileğine kadar uzanan eldiveniyle yüzündeki ıslaklığı sildi.

Kral Lev, onun bu acizliğine gülmeden edemedi. Ağzından iniltiyle karışık bir kahkaha çıktı. Fakat kahkahası ciğerlerinin sızlamasıyla beraber son buldu. Acı çekerek iki büklüm oldu.

"Ondan ne istiyorsun?" diye sordu Kral Lev çaresizlikle.

"Ondan hiçbir şey istemediğime emin olabilirsin. Tek istediğim o cehennemi anımsatan sarayı terk edip benim yanıma gelmesi."

Kral Lev, onun dediğine şaşırdı. "Cidden mi?" diye sordu kanlı dudaklarını şaşkınlıkla açarak. Gülmek istiyordu ama içindeki acı ona dur diyordu. "Saray cehennem, şeytanın ini cennet mi?"

Pjotr kaşlarını çattı. "Orası in değil. Bir kulübe!"

"Sen ruh hastası bir manyağın tekisin."

"Fark etmene sevindim."

"Kendini şeytan sanan büyücüden başka bir şey değilsin sen," diye ekledi Kral Lev.

Pjotr'un yüz ifadesi aniden değişti. Alaycılık yok oldu; kaşları yukarıya doğru kalktı. Yerde yatan Kral Lev'e baktı.

Pjotr konsantrasyonunu yeniden topladı ve aniden değişen yüz ifadesini eskiye döndürdü. Çenesini kaldırdı ve yumruğunu yeniden Kral Lev'in yüzüne savurdu. Bu seferki pek sert değildi. "O güzel yüzünü parçalamadan önce o kızı bana vereceksin. Anlıyor musun?"

"Senden korkmuyorum. İstediğin kadar döv. Hatta öldür. Umurumda değil. Onu vermeyeceğim."

"Ne o? Yoksa sen de mi âşık oldun?" diye sordu Pjotr. Dudaklarının arasından kahkahaya benzer bir kıkırtının çıkmasına engel olamadı. "Güçsüz..."

"Hayır," diye mırıldandı Kral Lev, fiziksel acı eşliğinde. "Ona âşık falan olmadım. O bir yeşil." Aslında daha fazla konuşurdu fakat daha fazla konuşamıyordu. Suskunluğu, söylememek istediğinden değildi.

"Ona âşık olman da umurumda değil," dedi Pjotr dudak büzerek. "Seni öyle bir döveceğim ki, cesedinin parçalarını bile bulamayacaklar."

Kral Lev, Pjotr'un bu denli büyük gücüne karşı koyamıyordu. Karşısındaki adam o değil de başka biri olsaydı, şu ana kadar yere yığılmış olacaktı.

Kral Lev az sonra ölecek olmanın verdiği telaşla içi burkuldu. Aslında ölümünün böyle birinin elinden olmasını istemezdi. Daha onurlu bir ölüm istiyordu. Ancak elinde değildi. Ölümdü bu. Nerede, ne zaman geleceği belli olmazdı.

"Yap hadi!" diye bağırdı son gücüyle Kral Lev. Ardından kullanarak bitirdiği gücünü kullandı. Fısıldayarak, "Öldür beni," dedi.

"Bu kadar kolay olacağını mı sanıyorsun sen?" diye sordu Pjotr. "Ben bir şeytanım, unuttun mu? Ben insanlara acı çektirir, kötülük yaparım. Sana her ikisi birden yaptım, yapmaya da devam edeceğim. Biraz işkence... Sadece biraz işkenceden sonra belki huzura kavuşabilirsin."

"Sen bana ne yaptın?" diye fısıldadı Lev.

"Anneni elinden aldım." Pjotr biraz daha öne eğildi. "Onu ben öldürdüm."

"Neden?" diye sordu Kral Lev güçsüz yumruğunu yerdeki toprağa sertçe indirirken. "Onu neden öldürdün?"

"Çünkü her şeyi biliyordum. Darya'yı kullanacağını... Ve ileride olacakları biliyordum. Hâlâ da biliyorum. Acı çekmeni istedim. Ve... Hâlâ da istiyorum."

"Neden onu koruyorsun?"

Pjotr cevap vermedi.

"Konuşsana, adi herif!"

"Adi olmak için doğmuşum," dedi ve omuz silkti Pjotr. "Babanın hastalanmasını da ben sağladım."

"Nasıl?"

"Ben kötü olan her şeyi yaparım. Her şeyi..." diye mırıldandı. "O tatlı, ihtiyar baban acıyla kıvranırken, deliliğe sürüklenirken sen hiçbir şey yapamıyorsun. İşin doğrusu, ülkeyi senin yönetemeyeceğini biliyordum. Bunun için biraz tereddütte kaldım. Ama ülke kimin umurunda?" Pjotr, Kral Lev'in uzun saçlarından tutup kaldırdı ve sertçe yere çarptı. Kral Lev'in acı dolu haykırışlarını yok saydı. "Ve gerçekten ülkeyi bok gibi yönetiyorsun."

Kral Lev cevap veremedi. Verecek çok cevabı vardı; yalnızca mecali yoktu.

Pjotr devam etti. "Aslında daha çok şey var. Sadece senin öğrenmeni pek umursadığım söylenemez. Ve sen öldüğünde onu yanıma alacağım. Sen..." diye haykırdı sesi gittikçe öfkeyle yanan bir kıvılcıma dönüşürken. "Sen ona zarar vereceksin! Sen onu kullanacaksın! Sen benden daha zararlısın!"

Pjotr ayağa kalktı ve güçlü elleriyle yerdeki Lev'i yakasından kaldırdı. Tek eli onu ayakta tutarken, diğer elini sertçe adamın yüzüne savurdu. Ondan sonra bir defa daha... Bir defa daha... Ve bir defa daha...

Kral Lev'in bacakları iyice güçsüzleşince gözleri de kapandı. Bacakları artık bedenini taşıyamaz hale geldiğinde kendini bıraktı, lakin halen Pjotr onu tutuyordu. Bir defa daha geçirmek için hazırlanan yumruğu, arkasından gelen ses ile hava kaldı.

"Dur artık!"

Pjotr'un şeytan lakabını neden aldığını Darya artık anlamıştı. Darya gelmişti. Ve görünüşe göre de ağabeyine itaat etmek zorundaydı.

Pjotr, sımsıkı tuttuğu Lev'in ellerinin arasından kaymasını izledi. Lev sertçe yere düşerken, şeytan, Darya'ya doğru yürüdü. Sonunda onun yanına gelince kızın yanaklarındaki gözyaşlarını başparmağıyla nazikçe sildi. Ardından hazırladığı sert yumruğunu kızın ensesine vurup, onun da tıpkı Lev gibi yere düşmesine izin verdi.

Continue Reading

You'll Also Like

227K 9.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
26.3K 230 11
Oy kullanmaya giderken tanıştığım ak partili sandık görevlisi kadın hayatımı değiştirdi.
12.3K 1K 32
ALFA - OMEGA HİKAYESİ. Yılardır ruh eşimi bekliyordum . Köpekler gibi tasma takmak zorunda kalıyordum çünkü hala ruh eşimi bulamadım. Ama bir gün oku...