ISLAK KELEBEK

By alma_inmortal_N

765 203 154

İsminin hakkını vererek yağdı genç kız. Kalbini örten kanatlar, bulunduğu bedenin gözlerinde harmanlandığı m... More

1...
2...
4...
5...
6...
7...
8...

3...

97 30 32
By alma_inmortal_N

İçinde bulunduğu yangını söndürmek adına yapılabilecek bir şey olmadığının farkındaydı Yağmur, beklide bu yüzdendi düşünceleriyle yangına odun atması, koca alevleri acısıyla beslemesi. Gözlerini her kapattığında göz kapaklarına yansıyan görüntüler ne zaman başladığını bilmediği ağlamasını, sessiz hıçkırıklarını içinde tutması zor bir hal aldırıyordu. Küçük kızın minik bedeni tamamen yatağa kurulduğunda bunu beklermişcesine hıçkırıklar eşliğinde uykuya dalmıştı. Ruhunun büyüklüğüne tezat bedeni büyüyememişti küçük kızın aksine çektiği acılara karışarak zaten minik olan bedeni kalbi kadar küçük kalmıştı sığındığı yorganının altında.

"Yağmur" arkasından duyduğu sesle irkilerek sesin geldiği tarafına dönen küçük kız sesin kime ait olduğunu algılamaya çalışırken aynı sesin ismini tekrar telaffuz etmesiyle aklına kazınan sesle duyduğu sesi karşılaştırdığında sesin sahibinin o olduğu kanısına varmıştı.

"Anne?"sesi sorgulayıcı çıkmıştı küçük kızın, onun sesini tekrar duymasının da etkisiyle dudaklarından dökülen dört harfli sıfat beraberinde mavi gözlerinden bir damla yaş çalmıştı.

"Yağmur... kızım"göz yaşları akışını hızlandırırken deli gibi etrafına bakınıyor annesinin neden yanına gelmediğini düşündükçe beyninde yankılanan katil kelimesi delirmesine sebep olacak şekilde takılı kalmış bir plak gibi tekrar ediyordu. Beynindeki çığlıkları yok saymaya çalışarak belkide son kez annesine seslenmişti seslenişi acı doluydu.

"Anne neredesin?" Ağlaması mümkünmüş gibi daha da şiddetlenirken küçük kız katil fısıltıları arasında hıçkırarak ağlıyordu.

"Yağmur sakın bunu yapma" annesinin sesi uyarır tonda olmasının yanında acı çeker gibiydi. Küçük kız bu acının da sebebi olarak kendisini görüyordu annesinin acı dolu sesinin kendini suçlamamasını söylemesine inat kendine yakıştırdığı sıfatı kimseye vermemek adına sıkıca kucaklarken.

"Neyi yapmayayım anne neden yanıma gelmiyorsun? Sende benden nefret ediyorsun değil mi?"Bu gerçek küçük kızın minik kalbini burkmuştu. Sahi ne kalmıştı kalbinden geriye? O bir canavardı, herkesin, sevdiklerinin canını yakan çirkin bir canavar. Canavarların da kalbi olduğunu unutarak bedeninden geriye kalan tek şeyi yumruğu kadar olan can organını da anne ve babasıyla gömmek için yemin etti küçük kız. O da onlar gibi kendini terk edecek benliğini bir köşeye savurarak müebbet cezasının bitmesini bekleyecekti. Artık bacaklarının kendisini taşıyamayacağı noktaya geldiğinde sert bir şekilde dizlerinin üzerine düşmüştü. Annesi gitmişti ama etrafındaki fısıltılar hala bedenini ele geçirmek istercesine yankılanıyordu. Fısıltılar kendi ismini telaffuz etmeye başladığında hissettiği sarsıntıyla gözlerini araladığında gözlerinin odağını tanıdık yeşil gözler almıştı. Gözlerinin bulanık gördüğünü fark edince gözlerini birkaç kez kırpmış, bunun da işe yaramadığını anlayarak baş parmaklarıyla ovuşturarak görüşünü netleştirmişti. Onun odaya nasıl girdiği hakkında fikirler üretmeye çalışırken dedesinin omzunun üzerinden gördüğü kırık kapı nasıl girdiğini yeterince açıklıyordu.

Aniden çekilmesiyle dedesinin kollarını bedeninin etrafında hisseden küçük kız dedesinin ona sarılışı karşısında affallamış ne olduğunu idrak edince ise minik kollarını tıpkı onun yaptığı gibi sanki kollarını gevşetse kollarının arasından kayıp gidecekmişcesine hissederek sıkıya sıkıya dedesine dolamıştı.

Onun için endişelenmişti Hulusi Bey. Eve geleli yarım saat olmuştu bu yarım saatin tamamını da Yağmur'un odasının kapısında geçirmiş, verdiği bütün seslenmelerine karşın küçük kızdan cevap gelmemesi üzerine kapıyı kırarak odaya girmişti. Torununu kan ter içerisinde sayıklar halde yatağında görünce hiç düşünmeden yanına yaklaşarak onu uyandırmaya çalışmıştı, biraz önce duyduğu endişeden dolayı da torununa aniden sarılmıştı. Kollarının arasındaki minik bedenin kalp atışları az önceki kabusundan dolayı hızlıydı, dakikalar geçtikçe hulusi bey küçük kızın kalp atışlarının yavaşlamasına şahit olmuştu. O an karar verdi adam kollarının arasında atan bu kalbin durmasını engellemek adına bütün çığlıklarını sustururcasına,içindeki yıkımdan geriye kalan enkazın alevlerini söndürürcesine sustu adam, bir çok kalbi durdurmuşken bir kalbi attırmak için sustu. Onu kendinden uzaklaştırmak istediğinde küçük kızın onu sıkı sıkıya sarmış kolları buna izin vermemişti. Hulusi bey de torununa kıyamayarak bir müddet daha pozisyonlarını bozmadan öylece beklemişti. Kollarındaki bedenin soluk alışverişlerinin yavaşladığını fark eden Hulusi bey, torununun uykulu bedenini kendisinden kolayca sıyırarak yatağına yatırmış göz yaşları nedeniyle yüzüne yapışmış saçlarını yüzünden çekerek acısını paylaştığı küçük bedenin yanağına bir buse kondurup ayak ucundaki yorganı küçük kızın bedenini saracak şekilde örtmüştü. Kapıya doğru ilerleyerek gece lambasını yakan Hulusi bey o sırada derin düşünceler içerisine dalmıştı. Yine onu bırakmışlardı yanında küçük bir bedenle yalnız, yine o ve küçük bir çocuk çekecekti bütün acıları. Peki ne yüzündendi bu cezaları, baş rolünü kendisinin oynadığı bir servet kavgasımıydı onları bu hale getiren, bir servet uğruna karısını, küçük kızını, damadını harcayan onların ölümlerine neden olan kendisiyken neden bir başkası daha bedel ödemek zorundaydı. Evet oydu onların ölümüne sebep olan, torununun bu hale gelmesini sağlayan, kaza süsü verilmiş bir olayın gerçek tarafını da bir kendisi bir de bu kumpası kuranlardan başkası bilmiyordu. Ödeyecekti bunları yapanlar, tek tek bedellerini ödeyecekti ani gelen sinirle küçük kızın odasını terk ederek Vedat'ı aradı. Vedat onun sağ koluydu, Hulusi bey sadece beyindi her şeyi planlar uygulama kısmını adamlarına bırakırdı.

"Emret abi"

"Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle...."

Yapması gerekenleri Vedat'a anlattıktan sonra cevaplamasını beklemeden konuşmayı sonlandıran Hulusi bey elindeki telefonu sıkıntıyla boşluğa doğru fırlatarak kendini koltuğa atmış şiddetlenen baş ağrısının üzerine ecza dolabına giderek ilaç almış sehbadaki surahiden bardağına su dökerek ilacı içmişti. Kendini yeniden koltuğa bırakmış Vedat'tan haber beklerken evi dolduran çığlık sesleriyle direk Yağmur'un odasına kendisini atmıştı. Küçük kızı yatakta oturur vaziyette bir yandan ağlayıp bir yandan da eliyle dizlerine vururken gören Hulusi bey bir an ne yapacağını bilememiş vaziyette kapının önünde bir kaç saniye dikilerek küçük kızın haykırışlarını dinlemişti. Benim yüzümden diyordu küçük kız, her şeyin sığındığı dedesi yüzünden olduğunu bilmiyor bütün hırsını kendisinden çıkartıyordu. Hulusi bey kendisinden bir kez daha nefret etmişti, ne yapacaktı? kendisi yüzünden harap olmuş küçük kızı yüzsüzce teselli mi edecekti? Yoksa bu acıyı ona yaşattığı için onu sessizce arkasında hiçbir iz bırakmadan terk mi edecekti?

Yüzsüzleri oynayarak küçük kızın hala kendisine vuran ellerini tutarak ona sarılmıştı Hulusi bey. Yağmur durmuyordu dedesinin kollarını hak etmediğini düşünüyor onlardan kurtulmak adına tüm gücüyle çırpınarak haykırışlarına devam ediyordu. Hulusi bey onu bırakmamakta kararlıydı, başka türlü göz yaşlarını saklayamaz, kendisi yüzünden ağlamaktan harap olmuş küçük bedenin kollarının altında titreyişine bile dayanamazken onunla göz göze gelmeye asla cesaret edemezdi.

"Dede ben... Ben katilim...Dede dokunma bana"

Yağmur'un ağzından dökülen kelimeler Hulusi beyin kalbine bir bıçak misali saplanmıştı, bunun olmasına nasıl göz yummuştu bu derece üzülmesine nasıl izin vermişti.

"O ne demek kuzum ..bu ..bu bir kazaydı"

Yalan! Kendisini bile inandıramamıştı bu sözlerine. Ağzından çıkıvermişti bir anda. küçük kızın inanması için kullandığı kelimelerden nefret etti.

"Ben..ben...öne geçmek istemeseydim...onlar..onlar kemerlerini çıkarmayacaktı.. dede hepsi benim suçum"

Küçük kızın ağlaması gittikçe artarken ilk defa Hulusi bey ne yapacağı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Benim suçum kuzum her şey benim suçum demek istedi ama yapamazdı küçük kızın ondan nefret etmesindense kendinden nefret etmesini isteyecek kadar da bencildi.

"Kuzum kaza bu sen ne olacağını bilemezdin ki"

Bazen masum bir istek her zaman masumluğunu koruyamıyor hiç de masum olmayan sonuçlar doğurabiliyordu. Bir ricada bulunurken başına ne geleceğinden hiç kimse haberdar olamazdı. Tıpkı kendisi gibi. Masum bir istek belkide o kadar masum değildi ama o zamanlar gözünü bürüyen hırs yüzünden yaptığı her şeyi normal karşılar, her zaman yaptıklarının doğruluğuna inanırdı. İstediği tek şey o zamanlar bir şirket kurmakken önüne çıkan engelleri aşmak için kullandığı teknik onun bu hale gelmesine neden olmuştu. Öldürmüştü çoğunlukla öldürtmüştü. Bedeller ödemiş boş durmayarak bedeller ödetmişti. Ama her zaman kendini haklı görmüş, kendine çizdiği başarı merdivenlerini kendi doğrularıyla tırmanmış. Yüksek gelen basamaklarda ayağının altına ceset koyarak tırmanışına devam etmişti. Yaptıklarının yalnış olduğunu ağır bir bedel ödedikten sonra anlamıştı, eşi öldürüldüğünde. Ama o o kadar alışmıştı ki bedel ödetmeye küçük kızını da tehlikeye atmaktan çekinmemiş bedeller ödetmeye devam etmişti. Mutlu muydu peki? Zirveye ulaşmıştı ulaşmasına ama hep birileri tarafından sevdiklerine zarar gelecek her zaman yalnız bırakılacaktı. Yine durmayacak yine canlar alacaktı.

"Bunlar benim suçum ve kendimi asla affetmeyeceğim"

Küçük kızın dudaklarından dökülen bu kelimeler karşısında ne diyeceğini bilememişti bir şey demesine gerek kalmadan kollarının arasındaki bedenin Kendini uykuya teslim ettiğini anlamış onu yavaşça yatağına yatırarak odayı terk etmişti. İşte bir bedenin daha yıkılmasına göz göre göre izin veriyor, hiçbir şekilde suçunu itiraf etmiyor kabulleniyor ama dile getiremiyordu. Salona indiğinde ne zamandır çaldığını bilmediği telefonunu eline alarak aramayı cevaplamıştı.

"Konuş"

Otoriter sesi duyan Vedat lafı dolandırmadan direk konuya girmişti.

"Abi dediklerini harfiyen uyguladık posta yarın eline geçer"

"Arkanızda delil bırakmayın"

"Sen merak etme abi o iş bende"

Bedel ödetilmişti ama bu bedel ilk defa yüreğindeki acıyı hafifletmiş değildi, düşünceliydi. Ne yapacaktı da küçük kızın içinde yaşadığı çatışmaya bir son verecekti, nasıl kurtaracaktı onu bu kabuslarından. Gece boyunca salondaki koltukta düşünmüştü küçük kızın hakkında ne yapacağını. Küçük kız ise kah ağlayarak kah çığlıklarıyla dolduruyordu bütün evin içini. Dedesi son konuşmalarından sonra yanına gelmemişti. Açık cama bir kez daha baktı küçük kız, açıkçası korkuyordu o camı kapatmaya. Sanki yatağından çıksa gölgeler onu yutacak, belkide anne babası gibi dünyadan kopacaktı. Aklına gelen düşüncelerle korkusu artan küçük kız yorganı kafasına kadar çekerek ağlamaya devam etmişti. Odada duyduğu tıkırtılar küçük kızın dehşet içersinde gözlerini büyütmesine sebep olmuştu. Bedenini bir titreme alırken korkudan açtığı gözlerini sımsıkı yumarak yattığı yere daha da sinmiş, başına gelecekleri beklemeye başlamıştı. Kendine yaklaşan adım sesleri onun korkusunu gidermiyor bir bütün olmak istercesine kendisini yatağa gömüyordu. Adım seslerinin kesilmesiyle eş değerli olarak üzerindeki yorganda hissettiği eller titremesini arttırırken, üzerinden çekilen yorganla çığlığı basmıştı. Etrafında hissettiği kollar ona tanıdık güven duygusunu aşılarken, küçük kız kapattığı gözlerini açarak kollarını dedesine sarmıştı. Gece boyunca devam eden kabuslar ve küçük kızın çığlıkları Hulusi beyin odadan çıkmasına adeta bir bariyer olmuş bütün gecesini minik torununu sakinleştirmekle geçirmişti. Sabahın erken saatlerinde Salih'i elinde küçük bir koliyle küçük kızın odasına gelmesiyle Hulusi bey oturduğu sandalyeden doğrularak Salih'in elindeki kutuyu alarak çalışma odasına yönelmişti. Bir sürü dosya ve kağıtlarla dolu masasında kutuya yer açıp masasına kurulmuştu. Yorgunluk ve uykusuzluktan şişmiş gözleriyle bir süre kutuyu izlemiş, çok oyalandığını fark edince de içerisindekini görecek şekilde kutuyu aralamıştı.

Gördüğü kalp hiçbir şekilde canını sıkmıyor, yaptığı davranıştan dolayı hiçbir şekilde pişmanlık ve utanç duymuyordu. O adam da kendisinin kalbini söküp almıştı, bu onun yaptığının yanında ancak bir nokta kalırdı. Dua etmeliydi hatta o mahlukat, ona işkence çektirmediği ailesiyle onu sınamadığı için dua etmeliydi. Ne kadar bir adamın kalbini söküp atacak kadar gaddar olsa da, suçları olmadığı halde ailesine zarar vermeyi o bile aklının ucundan geçirdiği için kendine kızardı. Lakabının kalpsiz olması acımasız olmasından kaynaklanmıyordu, en başından beri aldığı darbelerin hedefi sevdikleri, kalbiydi. Eşi öldürüldüğünde intikamını da aynı şekilde almış onu elinden alanın kalbini söküp almıştı. Sonrasında bu onun en büyük zevki olmuş işlediği cinayetlerde kalpsiz cesetlerle olaya imzasını bırakmayı amaç edinmişti. Yaptığı işten memnun Vedat'ı ararken önündeki kutuyu göz önünden kaldırmıştı, sonra Salih'e attırırdı. Bir an diğer kalplere yaptığı gibi bağış için kullanabileceği gelse de böyle pis bir kalbi hiçbir vücudun kaldıramayacağının bilincine vararak birinci çalışta açılan telefonuna yüzünde hoşnut bir sırıtışla kulak verdi.

"Buyur abi" Vedat'ın sesi istemeden olsa da tedirgin çıkmıştı. Hulusi bey onu verdiği bir iş sonrasında ararsa ya ona yeni bir iş söyler ya da yaptığı işi beğenmediğini söyleyerek onu bir güzel azarlardı.

"Hemen evine git ve eşini yemeğe çıkar bu gün bendensiniz, iyi iş çıkardın"

Vedat duyduklarının doğru olduğunu teyit etmek için kendisini arayan kişiye bakarak telefonu tekrar kulağına götürmüştü. Yaptığı iş mukemmelin ötesinde de olsa hiçbir zaman tebrik için aranmamış veya kendisine izin verilmemişti.

"Anlamadım abi"

"Olum anlamayacak ne var? Git ailenle vakit geçir. Hadi oyalama beni"

Karşıdan gelen cevabı beklemeden telefonu kapatıp masaya koymuş sıkıntıyla nefes alarak geriye doğru yaslanmıştı ki odasının kapısı çalınınca rahat bırakılmamasının verdiği bıkkınlıkla kapıya dönmeden sert sesiyle konuşmuştu.

"Ne var!"

Bağıramamıştı lakin sesinin sertliği yüksek çıkmayan sesine rağmen kapıdaki küçük kızın olduğu yerde durmasına neden olmuştu. Onun kendisini görmediğinin farkında olmayışı bu ses tonunu kendine karşı kullandığı kanısına varması hiç ses çıkarmadan kendi odasına gitmesine yol açmıştı. Hulusi bey kapısının çalınması ama ses gelmemesini umursamayarak yaslandığı sandalyesinde tavanı izlemeyi sürdürmüş, gece boyunca uyumadığı için de kısa sürede gözleri kapanmıştı.

Küçük kız yatağının üzerine oturmuş fotoğraflara bakarken karnından gelen gurultu üzerine mutfağa doğru yol almaya başlamıştı. Zaten o sırada uğramıştı dedesinin odasına, dede dediğine bakmayın 45 yaşındaydı daha. 17 yaşında evlenmişti anannesiyle, bir sene sonra da baba olmuştu. Annesi de 18 yaşında evlendiginden genç yaşta dede olmuştu.

Dedesinin ona karşı tavrı biraz da zoruna gitmişti küçük kızın, hatta o ses tonu midesine oturmuş, yemek yemek için kalktığı yatağına tekrardan sığınmış, hıçkırıklarını örten yorganına derin bir minnetle sarılmıştı.

Hulusi bey boynunun ağrısıyla uyanmış, saatin 7 olduğunu görünce yerinde doğrulmuştu. Bu gün cenaze töreni yapacaklardı. Unutmuştu. Unutmak değildi aslında bu, çocuklarının öldüğüne inanamıyordu çoğunlukla. Cenaze işlemleri için talimatları Salih'e bildirmiş gerekli olan her şeyin yapılması konusunda onu uyarmıştı. Gelecekler için çok uğraşmaya da gerek yoktu zaten. Buğra yetimdi, ne annesini ne de babasını tanıyor biliyordu. Pek arkadaşı da yoktu. Kızı desen onun da kendisinden başka hiç kimsesi yoktu. Gelecek olanlar çoğunlukla kendi çevresindendi ki onlar da olayı çoktan duymuşlardı.

Hastaneden sonra uğradığı karakolun müdürüyle konuşmuş torununun psikolojik sorunlar yaşadığını öne atarak alınacak ifadesini bir hafta sonraya erteletmişti. Bu konuda müdürle eski ahbap olmaları da işini kolaylaştırmıştı.

Cesetleri almak için hastaneye gitmeleri gerekiyordu fakat Yağmur'u da yanına almak konusunda çelişki içerisindeydi. Anne babasını son kez görmek onun da hakkıydı ama bunu kaldırabilir miydi işte onu bilmiyordu. Odasından çıkarak adımlarını küçük çocuğun odasına yönlendiren Hulusi bey onu da yanına alma kararını almıştı. Odaya yaklaştığı her adımda kalbindeki sızıyı yeniden hissettiren hıçkırık sesleri de yükselmeye başlıyordu. Kapının önüne vardığında net duyabildiği hıçkırıklara iç çekişler ve ağlama sesleri de eşlik edince, bir müddet sadece bekledi. Kapıyı açmak için kola giden elinin torununun ağlamasının arasında sayıkladığı cümleler karşısında havada asılı kalmasına sebebiyet vermişti.

"Hepsi...hepsi benim yüzümden...neden...neden ben..ben ölmedim ki sanki?..."

On yaşında bir çocuğun dudaklarından dökülmüştü bu kelimeler. Küçük kızın önceden çok bilmiş halleri onları sadece güldürürdü ama bu yönünün düşündükleri gibi pek iyi olmadığını geç de olsa anlamıştı Hulusi bey.

Kendini toparlayarak içeri girmesi üzerine yerlere dağılmış fotoğraflar gözüne çarpmıştı ilk başta. Daha sonra ise uyuşuk hareketlerle bakışlarını yatakta oturan küçük kıza çıkardı, sanırım bu hikayede en çok incinen en masum olan kişi, küçük su damlasıydı . Bu gerçek bir kez daha oturdu sol yanına sonra ise yine kendini toparlayarak adımlarını küçük kıza yöneltti. Odaya girdiğini ilk başta fark etmeyen Yağmur adım seslerini duyunca sırılsıklam olmuş mavi gözlerini kendisine çıkarmıştı. İşte bütün bu olayın kısacık özetiydi küçük kızın bakışları. Ruhu çekildi adamın. Küçük kızın göz yaşlarından kopan mavi ıslak kelebeğin kanatları örttü yaşlı kalbi, emdi ruhunu. Sessizce çöktü odanın bir köşesine zira bacakları artık dayanamayacak taşıdığı bedenin bir un çuvalı gibi yere yığılmasına göz yumacaktı. Odaya girmesinin üzerinden dakikalar geçmesine rağmen hala onunla tek kelime etmemişti küçük kız, o ise sürüp giden sessizlikte dakikaların nasıl yavaş geçtiğine şahit oldu.

"Hadi kuzum annenleri almaya gidelim."

Nasıl diyeceğini düşündüğü kelimeler kendisinden habersizce dökülmüştü dudaklarından. O bilmezdi ki böyle konuşmalarda ne yapması gerektiğini. Küçük kız yine konuşmamıştı kendisiyle onun yerine başını oynatmakla yetinmişti. Hulusi bey de daha fazla zaman kaybetmemek adına ardından kapıyı kapatarak odadan çıkmıştı. Keşke küçük kız da içindeki harabeden kapıyı kapatarak kurtulabilseydi ama o kadar kolay değildi.

Küçük kız kalkıp yatağının altına sakladığı çantasını çıkarıp durduramadığı ağlayışlarını sürdürerek kıyafetlerini değiştirmişti. Bu sefer önemsemiyordu ne giydiğini, nasıl göründüğünü. O eski halinden artık eser yoktu. Odasından çıktığında dedesinin salondan çıktığını düşündüğü sesi üzerine oraya doğru yönelmiş, hiç konuşmadan kapının önüne gelerek ayakkabılarını giymişti. Dedesinin de ayakkabılarını giymesi üzerine arabaya yönelerek ön koltuklara gözünü bile kaydırmadan Salih abisinin açtığı kapıdan arka koltuktaki yerini alarak emniyet kemerinin takılmasını izlemişti.

Uzun süren yolculuğun ardından hastanenin geniş kapısının önündeki hiç dinmeyen kalabalığa gözlerini dikmiş donuk bakışlarla seyir ederken dedesinin arabadan çıktığını görünce saniyeler süren bekleyişin ardından açılan kapısından çıkmış kendine uzatılan eli tutarak iki adamın yanında yerini almıştı. Sakin adımlarla ilerledikleri bazen acı içeren çığlıkların doldurduğu kalabalık hastane koridorlarında ilerledikçe kalabalığın git gide seyekleşmesi küçük kıza bile yaklaştıklarını fısıldıyordu. Elini tutan büyük ellere daha sıkı tutununca kendine dönen bakışları fark etmiş ama gözlerini önünden hiç ayırmamıştı. Bir müddet sonra kendini izleyen bakışlar üzerinden çekilmiş, onun gibi önlerindeki koridora odaklanmıştı. Son kez bir merdiven inip sola döndüklerinde üzerine kocaman harflerle "MORG" yazılmış çift taraflı açılan kapının önüne gelmişlerdi. Hulusi bey birkaç adım kala durmuş elini tuttuğu küçük kızın önünde diz çökmüştü.

"İstersen burada Salih abinle bekle kuzum"

Küçük kızın olumsuz yönde başını sallaması için cümlesini bitirmesine gerek yoktu, küçük kız biliyordu dedesinin böyle diyeceğini, yol boyunca da bu soruya cevap aramıştı içerisinde. En sonunda ise bütün olumsuz çığlıklar arasında içeri girmek isteğini ruhunun kuytu köşesinde bulmuştu.

Kapıyla aralarındaki bir kaç adımlık mesafede kapanırken, küçük kız vazgeçecek gibi oldu fakat ellerini kaplayan sıcak ellerden kendisine güven aşılanırken, duruşunu dikleştirerek dedesinin araladığı kapıdan sıyrılarak geçmiş, morg adını verdikleri odada eli dedesinin elinde ilerlemişti. Etrafında gözlerini gezdirmesine rağmen anne babasına dair hiçbir şey görmemesi üzerine bakışlarının odağına dedesini almıştı. Donuk bakışlarla bir yere odaklanmış dedesinin bakışlarını takip ederek duvarı bütünüyle kaplamış dolaba benzeyen yer yer çekmece gibi bölümlerden oluşan demir yapıyı görmüş, daha önce hiç görmediği bu şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Sonradan çekmecenin koluna takılmış etiketteki "Aysima DEMİR" yazısını fark edince onların bu şeyin içerisinde olduğunu anlamıştı. Dedesinin elindeki anahtarın kendi baktığı çekmece gibi şeye değilde yanındakine yöneldiğini görünce kim olduğunu bilse de annesinin yazmayı ve okumayı zorla öğrettiği harfleri bir araya getirerek "Buğra DEMİR" yazısını da okumuş dedesinin yavaş hareketlerle kilidini açtığı çekmeceye dikkatle bakarken dedesinin çekmeceyi açmak için kaldırdığı elinin titrediğini görmüştü. Onun bile bu halde olduğunu gördükten sonra güç gösterisine bir son vererek sessizce göz yaşlarının gözlerinden firar etmesine izin vermişti.

Soğuktu çok soğuk. Kendisi üzerinde montunun olmasına rağmen üşüyorsa üzerlerine incecik beyaz bir çarşaf örtülmüş annem ve babam şu an donuyordur diye düşünmüştü Yağmur ellerini birbirine sürterken. Dedesi iki dolabı da açmış, ama beyaz çarşafı kaldırmaya cesaret edememişti. Küçük kız ani gelen bir cesaretle annesinin yüzündeki çarşafı kaldırmıştı, Hulusi bey durdurmaya yeltenmişti ama Yağmur'un elini tutana kadar iş işten geçmiş, Aysima'nın ayı kıskandıracak derecede güzel, bir o kadarda soluk yüzü beyaz çarşaftan sıyrılarak gözler önüne serilmişti.

Zaman küçük kız için akması güç bir varlığa dönüşürken kendinden habersiz havalanan eli soluk beyaz tenle buluşunca dokunduğu tenin soğukluğunu iliklerine kadar hissetmişti. Beyaz tenin üzerine düşen elinin gölgesiydi ona bir cesedin katili tarafından izlenmesinin dehşetini hatırlatan dokunduğu bedenin soğukluğuna rağmen ateşe değer gibi çekildi eli ölü bedenden. Hulusi bey hiç bir şey söylemiyor, hiç bir şekilde küçük kızın yaptıklarına karışmıyor, karışamıyordu. Bedeni adeta taş kesilmiş, dili tutulmuştu Aysima'yı görünce. Sarılmak istedi o an, doya doya sarılmak, tuttu kendini içindeki babaya inat, titreyerek ağlayan küçük kıza inat tuttu göz yaşlarını, akıtmadı. Belkide göstermemeliydi canının yandığını, bu yüzdendi belkide canının yakılması, canlarının alınması. Ve tuttu kendini adam yüreğindeki acıya, gözlerinden firar etmek için sıraya girmiş göz yaşlarına rağmen tuttu kendini. En başından yapması gerektiğini iş işten geçmişken yaptı, bedenini ele geçiren kör istekleri yok saydı.

Küçük kızın hali Hulusi beyin aksiydi, tutmuyordu yüreğindeki yangını söndürmek istercesine akan göz yaşlarını, yaşıyordu acısını, dibine kadar yaşıyor, fark etmese de arkasındaki adama da yaşattırıyordu. Annesinden çektiği gözleri hala bedenini kaplamakta olan beyaz çarşafın altındaki bir diğer bedene kaydı bu sefer. O da soğukmuydu, annesi gibi soluk muydu teni, önceden pembenin canlı bir tonu olan dudakları ölümle morarmış mıydı onun da. Yaptığı hareketler istemsiz ve bir o kadarda korkusuzdu küçük kızın, yapacağı şeylerden, kendinden emin attığı her adım odada varlığını sürdüren Hulusi beyin kalbine indirilen bir tekmeye tekabül ediyordu âdeta. Attığı her adımda yaklaştığı beden ondan kaçmak istercesine uzaklaşıyordu sanki, kendisine uzun gelen ama hiç de uzun olmayan süre sonunda oradaydı, babasının;aşık olduğu ilk ve tek olmasını dilediği adamın yanında. Yine yaptı aynısını. Küçük elinin arasına aldığı çarşafı altında yatan adamdan sıyırdı, çekerken değdi parmaklarının ucu babasının yüzüne. O da soğuktu annesi gibi. Onun da yüzünde yer yer moruklar, annesinde de gördüğü ama görmeyi şiddetle red ettiği çizikler kaplamıştı yüzünün büyük bir bölümünü. Çizgilere ezberlercesine baktı küçük kız, sebep olduğu ölümün ardında bıraktığı derin izlere ezberlercesine baktı.

"Bunun için mi bıraktınız beni?"

Yaşlı bedenin utançtan yere eğdiği başı, sabahtan beri ağzını bıçak açmayan küçük kızın dudaklarından dökülen kelimeler ardından yay gibi gerilerek Yağmur'a dönmüştü.

"Bir kaç çizik için mi vazgeçtiniz benden?"

Konuştuğu her cümle ağlamasını şiddetlendiriyor, Hulusi beyin tutmakta zorlandığı göz yaşlarını tetikleyerek tutması zor bir hal aldırıyordu.

"Teniniz soğuk olsun diye mi mahrum ettiniz beni sıcak kollarınızdan?"

"Hiç mi sevmemiştiniz beni?"

"Hiç mi düşünmediniz?"

"Bu kadar kolay mıydı benden vaz geçmek?"

"Baba?"

İkisini görebilmek adına uzaklaştığı bedenlere, bu cümlesinin ardından daha fazla yaklaşarak bu sefer babasının yanında durup kendini ona çevirdi. Son kez bencil oldu küçük kız.

"Hiç mi utanmadın, hiç mi vicdanın sızlamadı beni bırakırken? Hiç mi düşünmedin küçük kızım bensiz ne yapar diye? Hani sen ne demiştin bana, kız çocukları babalarına aşık olurlar dememiş miydin? Benden başka hiç kimseye aşık olmana izin vermeyeceğim dememiş miydin söylesene? Sen gittin şimdi ben nasıl sana aşık olacağım, nasıl diyeceğim benim ilk ve son aşkım babam diye?"

"Ya sen anne? Sen utandın mı benden giderken? Sen severmiydin senin için ölen bu kalbin sahibini? Şimdi ne yapacağım ben sensiz? Kime anne diyeceğim ben anne?Babamı kim kıskanacak peki benden? Kimin kıyafetlerini sonunda azar yiyecegimi bilerek giyeceğim? Kimi örnek alacağım ben anne?Kimi seveceğim ben sebepsiz? İnanmıştım biliyor musun? Yapmayacağımızı bildiğim halde verdiğin sözlere inanmıştım alışverişe gideceğimizi söylediğinde de yaptığım gibi."

"Bende yapardım yüzünüzdeki çizikleri biliyormusunuz hem de canınızı acıtmadan. Ne çabuk unuttunuz aldığınız boyaları? Onlar ne güne duruyordu. Dudaklarınızı da mora boyardım şimdiki gibi. Kış yaklaşıyordu zaten soğuktan donmak için bekleyemezmiydiniz biraz daha? Bak ölmeden de ölü olunuyormuş değil mi?"

Hulusi beye indirilen son darbeydi bu, tuttukça gözlerine saplanan ağrı bu cümle üzerine düşen tek damla göz yaşıyla son bulmuştu. Bir az önce utançtan eğilen başı şimdi o ilk adımı atan özgür göz yaşının ardında sıraya girmiş göz yaşlarının buldukları boşluktan tek tek özgürlüğüne kavuşması sonucunda eğilmişti. Küçük kız durmadı, devam etti isyanına..

"Sizin aksinize ben sizi düşündüm her anımda, siz benden gittiniz gideli bir bildiğiniz vardır diyerek ben de size eşlik edip terk ettim beni. Dedem suçlu değilsin kazaydı dese de ben büyüdüm anne biliyorum masum görünüşlü bir katil olduğumu. Ben dedim sana beni de alın yanınıza diye, "son kez" dedin sanki hiçbir zaman yanınızda olamayacağımı bile bile. Bir kere yanınıza gelmek istedim katil oldum, şimdi hangi yüzle dileyeceğim Allah'tan beni de yanlarına al diye? Yüzüm kaldı mı söylesene anne, söyle..."

Hulusi bey şimdi de hıçkırıklarına engel olmaya çalışıyordu. Küçük kızın dudaklarından dökülen her harf başı eğik adamın önce gözlerine gelerek bir gözyaşının elinden tutup sonra kayıp oluyordu küçük kızın sözlerinin hüküm sürdüğü soğuk odada. Susuyordu adam en çok konuşması gereken zamanda, vicdanını yok sayarak bencilce susuyordu.

Yaşından olgun çıkan cümleler küçük kızın ne kadar büyüdüğünü ispatlarcasına soğuk odanın içerisinde yankılanarak Hulusi beyin kulaklarını yeniden istila ediyordu. Küçük kızın söyleyecek çok şeyi vardı daha, kanıtlamaya çalışıyordu katil olduğunu.

"Sanırım ölsem bu kadar yanardı canım. Ama biliyormusunuz ben bunu hak ettim..."

Hulusi bey duymamıştı cümlesinin devamını onun yerine tek bir cümlede takılı kalmıştı aklı. O öyle bir cümleydi ki dört duvardan sekerek adamın kulağına girmiş, Adamın beynini hedef alarak yankılanmasını kaldığı yerden devam ettirmişti. Ölsem bu kadar canım yanar. Nereden öğrenmişti bu lafları, o daha 9 yaşındaydı nasıl büyümüştü bir günde?

"Hatırlıyormusun baba? Bir keresinde annem arkadaşlarıyla yemeğe çıkmıştı o zaman seninle bir kovboy filmi izlemiştik. İşte o filmde suçlular elbet cezasını bulur demişti bir adam. Ben de buldum galiba"

Göz yaşlarına inat bir gülümseme belirdi küçük kızın dudaklarında.

Ama acı dolu,

Ama kısa süren...

"Merak ettiniz değil mi siz de ne olduğunu. Muebbetmiş benimki, müebbet yalnızlık"

Küçük kızın o odadaki son sözleriydi bunlar sessiz geçen bir kaç dakika ardından Salih yanında bir kaç görevliyle gelip Hulusi beyin izniyle tabutları omuzlayarak önceden hazırlattıkları özel arabaya yerleştirmiş çok geçmeden evlerine doğru yola koyulmuşlardı. Yol boyunca sessizliğini sürdüren küçük kız göz yaşlarını bir an olsun saklamak istercesine başını önüne eğmiş, uzun annesininkine benzeyen kumral saçlarının yüzünü örtmesine izin vermiş, göz yaşlarının intiharına yandaş olan hıçkırıklarına engel olmak adına minik elerini birbirine sıkıca bastırdığı dudaklarının üzerine kapatmıştı. Yanındaki Hulusi bey ise her şeyi apaçık görmesine, duymasına ve bilmesine rağmen üç maymun misali görmedim, duymadım, bilmiyorum geleneğinin devamını getiriyor, küçük kızın göz yaşlarıyla beslenen kin duygusunun büyümesi için içinde diğer duygulara yer vermeyerek alan sağlıyordu. Şu an kalbini sıkıp suyunu çıkarsalar saf kin'e karışmış sadece bir duygu gün yüzüne çıkardı. Yerleştiği vücudu bir ağacı saran zehirli sarmaşık misali sararak kurutan bu duygu pişmanlıktan başkası değildi. Pişmandı adam yaşadıklarına, yaşattıklarına ve ne yazık ki yaşatacaklarına karşın sadece pişmandı.

&
Merhaba arkadaşlar. Bir bölüm sonu klişesi yapim dedim😊. Galiba bu bana göre değil. Neyse burda olduğunuza dair bir yaşam belirtisi vermenizi rica edecektim 😊. Cidden kitabımı kimler okuyor bilmek isterim. Sorularınız, bölümlerin uzunluk kısalığıyla ilgili sorunlarınız veya bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz. Başka bir bölümde buluşmak dileğiyle...

Continue Reading

You'll Also Like

4.3M 324K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...
518K 27K 68
O gece Barlas Korkmaz, evinin önüne bırakılan pusetten habersiz bir şekilde önemli bir ihaleyi kazanmanın yorgunluğuyla arabasına binmiş ve evinin y...
378K 19.9K 56
Alışılmışın biraz dışında olan bir gerçek aile kurgusudur. Yani,nasıl anlatılır bilmiyorum.Ama galiba "Gül" ailesinden değilim. Biliyordum. Benim gib...