ASİ

By sevval_yelen

41.3K 2.2K 1K

Mutsuzluğa esir düşen huzursuz hayatta, acılar içinde kıvranan iki ruhtu onlar, birbirine sarılacak olan... K... More

10.02.98
1. EPİSODE: -LAV IRMAKLARI-
2. EPİSODE: -YILDIRIM ÖFKESİ-
3. EPİSODE: -UYKUNUN NABZI-
4. EPİSODE: -SÖNEN YILDIZLAR-
5. EPİSODE: -ÖLÜ LEBLER-

ASİ

12.4K 468 173
By sevval_yelen

ASİ - TANITIM

Zihnin ötesinde, üstünde yaşadığın dünyadan daha geniş bir galaksi vardı...

Ilık damlalar yeryüzüne inerken genç kızın içi alev alarak tutuşuyordu, aldığı haberle öfkeli bulutların kavgaları sonucu yeryüzüne inen şimşeklerin hızıyla hastaneye gelmişti. Kaybetme korkusu onu tüketirken içindeki öfkenin sahibini daha kendi de bilmiyordu, aslında her zaman en büyük öfkeyi kendine duymuştu.

Üstüne yıkılan hastane değil, ömrü boyunca ayakta durmasını sağlayan kolonlardı. Ellerini kaldırarak bir dayanak aradı ve duvara tutundu, yaşamasına sebep olarak gördüğü kadın içeride yatıyordu. Görüşü bulanıklaşarak onu suların altına çektiğinde ayakta kalabilmek için göz kapaklarını, ilk kez yuvasından uçmak isteyen kuşun kanatlarını istek ve hızla çırpması gibi kırpıştırdı. Yanağından süzülen bir damla dudaklarına tuzunu bırakırken tüm yaraları o tuzla yanmaya başladı.

O yanıyordu, ruhu sekiz yıl sonra gözünden akan bir damla yaşın tuzuyla tutuşuyordu. Ruhu alev alev yanıyordu.

"Anne." Sessiz fısıltısı hıçkırıkların yankılandığı, etrafına ördüğü kalın aşılmaz duvarlardan acıyla sarsılmıştı. Kolonları çatlayan binanın içine konan bir patlayıcıyla olduğu yere çökmesi gibi bedeni 'Yoğun Bakım' yazan kapının önüne yığıldı.

Eline düşen, içindeki acılar vadisinden akan lav ırmaklarının buharından oluşan sıcak acılardı, yanaklarından süzülen tuzlu damlalar yokuştan aşağı inen freni kopmuş araba hızında iniyordu. Yıllarca ağlayamayan genç kız, gözyaşlarını dizginleyemiyordu.

"Anne!"

Hıçkırarak ettiği feveranı kendini korumak için ördüğü her tuğlası acı olan duvarlarını titretmişti. Sıktığı yumruğunu var gücüyle yere indirdiğinde hastane koridoruna yayılan ses aslında genç kızın kendini koruduğu duvarlarının yıkılışının sesiydi, içinde deprem vardı ve her düşen tuğla paramparça oluyor, sesi kulaklarında yankılanıyordu. Elindeki anlık olan hissizleşmenin ardından gelen yanma umrunda değildi. Mutluluğu, huzuru, üzüntüyü hissedemediği kalbinin karıncalanmasına dikkatini vermişti, fakat acıyı şuan bile hissedemiyordu. Gözlerinden sıcak acılar akarken genç kız kalbinde acıyı hissedemiyordu, hissetmek istedi. Acıyı bile...

Herkesin hayranı olduğu genç kız, kiri saklamak için gri boyanan hastane duvarlarının arasında soğuk zeminin üzerine tek başına yığılmıştı. Kalbi dökük, eski bir harabe olan kızın artık bedeni de harabeden farksızdı, biliyordu annesi iyileşmezse asla yıkıntılarını toparlayamayacaktı.

"Asi!" diyen genç adamın sesinden akan şaşkınlık soğuk su olarak geri dönmüş ve yüzüne çarpmıştı. Genç adam kuzeninin gözlerinden akan yaşları gördüğünde irkilerek bir adım geri atacak olsa da bedeni ondan önce hareket ederek genç kızın önüne diz çöktü. Büyük güçlü ellerini uzatarak uzun parmaklarıyla kızın yüzünü ellerinin arasına aldı, genç kızın ıslanan yanaklarını silerken sıcak acıların yaktığı, kanlandırarak damarlarını belirginleştirdiği ela gözlerine baktı. Yeşilleri kahverengilerini yutmuştu... Asi'nin gözleri doğaya karşı geliyordu. Kahverengi toprak yeşil yaprakları, bedenleri yutarak kendine katarken onun gözlerindeki yeşiller kahverengiyi yutmuştu.

Genç kızın en son ne zaman ağladığını düşündü, sekiz yaşındaydı. Bıkkınlıkla gözyaşlarını silişi öfkeli bulutları anımsatan gri gözlerinde canlanırken zaten belirgin olan çene kemiklerini daha çok belirginleştirecek şekilde dişlerini sıktı. Nefret ettiği anlardan birindeydi, genç kızın geçirdiği krizlerde hissettiği gibi kendini çaresiz hissediyordu.

Genç kız dişlerini ve yumruklarını sıkarak yıkılan parçalanan tuğlalarından güç almaya çalıştı, o duvarlar bir zamanlar çok sağlamdı. Kuşkusuz ki birkaç saat sonra o duvarlar eskisinden çok daha sağlam olacaktı ve genç kız da eskisinden daha acımasız olacaktı. Annesi ister diye yine iyi görünmeye çalışacaktı ama asla iyi olamayacaktı. Hiç iyi olamamıştı.

"Deniz," Genç kızın fısıltı olarak çıkan sesi, içindeki yangının çatırtılarını taşırken genç adamın gri gözleri yağmur toplamaya başlamıştı. "Annem," Konuşamadan hıçkırıklara boğulan genç kızı hemen güçlü kollarının arasına alarak sarmaladı. Genç kız başını kuzeninin göğsüne yaslayarak, ona huzuru anımsatan kokusunu içine çekti. Hıçkırıklarıyla sarsılan bedenini durdurabilmek için güçsüzleşen kollarını kaldırarak kuzeninin kasla çevrili sert ama huzur dolu kollarına tutundu.

"Sedef Kalyon'un yakınları?"

Genç kız duyduğu soru içeren hitapla tüm yıkılmışlığına rağmen biraz önce kollarını tuttuğu kuzeninden yardım almadan hızla ayağa kalkarak elinde bonesini ve maskesini tutan doktor olan adamın yanına gitti. Bu zamana kadar umut etmemiş olmasına rağmen tüm benliğiyle inanarak umut ediyordu, annesi iyi olacaktı.

"Ben kızıyım." dedi, sesinde her zamanki ifadesizliğin yerine elle tutulacak kadar somutlaşan acı vardı. Sol gözünden akan bir damlayı ön görerek başını sola çevirdi ve sıcacık damlayı parmaklarının arasına hapsetti, acılarını göğüs kafesine hapsettiği gibi...

"Sedef Hanım geldiğinde bilinci kapalıydı." diyen doktor genç kızın gözlerinde gördüğü ateşle bir an duraksadı, o gözlerde büyük yangın vardı. O ela gözlerde İzmir yanıyordu. Bir zamanlar ona hakaret eden herkesi gözlerinde yakıyor, korlarını kalbine basarak kavlatıyordu ve küllerini çekinmeden kavlanan kalbine katıyordu. O Asi'ydi.

"Şimdi?" diye sorarcasına konuştu dişlerinin arasından. İçinde olan zelzelede sallanan duvarların ve yere düşen tuğlaların, parçalanan camların seslerinden kendi sesindeki tehditi duymadı. Duysa da bundan bir an çekinmezdi, hastaneyi yakmaktan bir an çekinmezdi.

"Hasta komaya girdi, üzgünüm."

Yer düşen bir damla... Zemindeki mermere izini bırakacak kadar sıcak, genç kızın içindeki harla yanan yangın ruhunu yutarak yok edecek kadar güçlüydü. Ayaklarının altında sallanan zemin taş üstünde taş bırakmamış genç kızın acılarla diktiği kalın, aşılmaz duvarlarından kalan son parçaları da yerle bir etmişti.

Duvara vurulan bir yumruk... Yeşil gözlerinden akan damlaları silerek saklandığı duvarın arkasından çıktı. Canı gibi saydığı iki kişinin biri içeride yatan kadındı, sevdiği kadındı. Diğeriyse kuzeninin zorla ayakta tutmaya çalıştığı onu tanımayan kızdı, kızıydı.

Zemini atılan her darbe hayatlara atılıyordu. Bir kadın komaya giriyordu, genç bir kız on yedi yaşının sonunda olmasına rağmen ilk kez babasını tanıyordu. Adımlarını genç kızın önünde durdurarak sebep olduğu yaralardan habersizce kızına baktı. En büyük yaraların, duvarların sebebiydi.

"Mira," diye fısıldadı karmakarışık olan duygularıyla, kalbinin hızla çarpışı kulaklarında yankılanırken yıkıntıları göremeden genç kızın gözlerine baktı. Tüm gerçekliğiyle karşısında duruyordu, yıllarca uzaktan izlemesinin yerine karşısında durması, biraz önce duyduğu acı habere rağmen dudaklarında şeffaf bir gülümsemesinin oluşmasını sağladı.

Genç kız adını söyleyen tanımadığı adama yorgunca baktı, kalın aşılmaz duvarları çoktan yıkılmıştı fakat gardları varlığını korurken kaldırmaya gücü yoktu. İçinde kalan son gücü karşısındaki adam gözlerinden akan damlaları görmesin diye onları durdurmakta kullanmıştı. Ağlayabildiği zamanlarda bile gözyaşlarını sadece kuzeni görmüştü ve öyle kalmasını istiyordu.

"Mira, ben senin babanım."

Sadece bir cümle...

Dört kelimeden oluşan tek bir cümle, O'nun Asi olmasının sebeplerini hırsla ateşe verdi ve nefretle harlanmasını sağladı. Aşılmaz duvarlar ela gözlerin önüne hızla yükseldiğinde arkasında büyük bir enkazı saklamıştı. Anıların bileyerek keskinleştirdiği nefret kenara çekilerek yüzündeki sinsi gülümsemeyle olacakları izlemeye başladı, onu yenebilen tek duygu vardı. O duyguya da genç kızın inancı yoktu, aşka inanmıyordu.

Bilmediğine inanmazken en acı şekilde öğrenecek ve yaşayacaktı. Her zaman acıyı en salt haliyle yaşamış ama kalbinde hissedememişti.

Birbirine bastırdığı dişlerini öfkeyle daha çok bastırdığında yanında duran kuzeni çıkardığı gıcırtıları duyuyordu, gözlerindeki yeşiller orman misali bir anda parlayarak alev aldığında ayakta durabilmek için sıktığı yumruğunu havaya kaldırırken işaret parmağını ileriye uzatmıştı.

"Tüm İzmir şahit," Acıdan kısılan sesi içindeki yangının çatırtılarını taşıyordu, karşındaki adamın yeşil gözlerine çekinmeden tüm öfkesini sunarak baktı ve içindeki alevi coşturacak derin nefesi alarak devam etti. "Benim babam yok, ben piçim."

Sesi hastanenin kirli ve yaşlı duvarlarına balyoz etkisi yaratarak orada bulunan herkesin sarsılmasına neden oldu. Birkaç yıl öncesine kadar yüzüne aşağılayarak bakanların çekinmeden söylediği kelimeyi karşındaki, babası olan adama çekinmeden söylemişti. Kim olduğunu kabulleneli çok olmuştu, yaraların güçlendirdiğini öğreneni çok olmuştu.

O, Mira'ydı.

Yaşadığı yerde babasızlığı yüzüne vurularak aşağılanan, birkaç dakika öncesine kadar gözlerinin kuraklığı içindeki yaşamsız kuytuları kanıtlayan kızdı.

O, Asi'ydi.

Tüm İzmir'in yüzünü bilmeden delicesine hayran olduğu ama korkutuğu, karanlığın en dibinde değil en zirvesinde olan kızdı.

____

İnsanlar ve anılar kokularla hafızalarda kesik, geçmeyen izler bırakırdı. Her koku bir insandı. Her koku bir anıydı. En büyük izleri en değerliler bırakırdı, en derin kalıcı izler onlara aitti.

Yasemin ve vanilya kokusunun yadsınamaz uyumu taş duvarlara dokunurken genç adam göz kapaklarını soğuk mavilerine örterek kokuyu ciğerlerine misafir etti. Gözlerine örttüğü perdeye yansıyan anılar dudaklarının yukarı bükülmesini sağlayacak gibi olsa da gülmedi. O gülmüyordu. Üst dudağına nazaran daha kalın olan alt dudağı alaycı kıvrımlar dışında bükülmezdi. Soluk renkli dolgun dudaklarına gerçek bir gülümseme vursa aydınlanarak can bulacaktı. Onun dudakları ölüydü.

O, insani duygularını kaybetmişti.

Göz kapaklarını araladı ve renginin tüm soğukluğunu içindeki öfkeyle perçinleyerek keskinleştirdiği mavi bakışlarını, oturduğu koltuğun önünde bulunan ceviz rengine sahip ahşap geniş sehpanın üstündeki deftere dikti. Eli dış görünüşünün donukluğuna rağmen hararetli dokunma isteğiyle defterin açık olan sayfasına ilerledi ve yıllar önce olan dokunuşları hissedebilmek için okşarcasına dokundu.

Mürekkebin izler bıraktığı sayfaya parmaklarını değdirdiğinde keskin hatlara sahip çenesinin kasılmasına neden olacak şekilde dişlerini sıktı. İçindeki fırtına denizin beyaz köpüklü dalgalarla öfkelenmesine neden olurken defterin sert kapağını yıpranmayacağı şekilde dikkatle ama öfkenin yanında getirdiği hızla kapattı.

Sayfaların birbirine kavuşma sesi taş duvarlara çarparak genç adamın kulağına döndüğünde orta kalınlıktaki biçimli kaşlarını sert ve ulaşılamaz bir edayla çatmıştı. Kısılan ve harlanmış mavi gözlerini defterin kapağına muntazam el yazısıyla yazılmış başlığa çevirdi.

Kırmızı Gezegen ve Kuyruklu Yıldızın Masalı

Göz kapaklarını birbirine sıkıca bastırarak bir algısını kapattı ve kulağında kısık bir şekilde uğuldayan sese odaklandı, o sesi unutmaya korkuyordu. Korkunun nasıl bir duygu olduğunu o sesi unutmayı düşündükçe tadıyordu, hiç sevmemişti... Şimdi nasıl bir adam olursa olsun bir zamanlar öyleydi ve o halini hatırlatan birkaç anı kalmıştı.

Sakıt.

Dudaklarında can alıcı kıvrım oluşacakken durdu, fırtınanın durulduğu sanılırken tüm zamanların en hiddetli şimşeği çakarak genç adamın mavi gözlerine yansıdı ve orada bir görüntü can buldu. Dişlerini tüm gücüyle birbirine bastırdığında evde duyulan gıcırtı bir kapıya aitti ama bu kapı genç adamın çocukluğunda arkasında kaldığı kapıydı. Yumruğunu defterin yanına, orta sehpaya vurarak ayağa kalktı ve sert adımlarıyla taş zemini döverek ilerledi.

Konsolun önünde kapağını aralık bıraktığı kokusunu yıllar geçmesine rağmen koruyan krem kutusunu eline aldı, ciğerlerine çektiği koku mavi gözlerini örtmesine sebep olurken yüzünde yalnız olmasının verdiği rahatlıktan yararlanarak öfkeden başka bir ifade oluştu.

Saf acı...

Çattığı kaşlarının her kıvrımından acı somutlaşarak gözlerine süzüldü, keskin hatlara sahip burnunda hissettiği sızlama dişlerini sıkmasına neden olurken gözlerini açarak bakışlarını krem kutusuna dikti. Gözlerini ardından yakan tuz, mavi irislerinin etrafındaki beyazın kızarmasına sebep olurken ağlamak istedi. Dokuz sene sonra ağlayarak rahatlamak istedi ama olmadı.

Krem kutusundaki bakışlarını konsolun üstündeki çerçeveye dikti. Hisleri somutlaşacak olsa çerçeve alev alarak tutuşabilirdi, özlemden alev alev bakıyordu. Çerçeve buz kristalleriyle sarılarak çatlayabilirdi, içindeki öfkeden soğuk bakıyordu. Gözlerini yakından belli olan fotoğraftaki gözlere odakladı, ela gözler parıltılarla sıcacık gülümsüyordu. Özlemişti, hem de çok ve gerçeğini görmek istiyordu.

Özenle sakladığı, bir krem kutusu içinde duyduğu ama bir kere daha saf halini duymak için ömrünü verebileceği kokuyu birkaç gün sonra bir tende bulacaktı. Gerçeğini görmek istediği gözlerin benzerini, kokuyu bulduğu tene sahip kızda bulacaktı.

Onların ki yıllar önce yazılmış bir masal.

Onların ki birbirini yutan iki koyu karanlık.

Onların ki karanlık savaşların anlatıldığı masal.

Onlar Kırmızı Gezegen ve Kuyruklu Yıldız.

"Yaşamayı öğretirken ölümü tattırıyorsun bana, kuyruklu yıldız. Diri diri yakıyorsun."



ŞEVVAL YELEN.

Continue Reading

You'll Also Like

506K 18.7K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.1M 15.9K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
1.7M 68.2K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...