İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.2M 899K 564K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
18 ▶ | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"

264K 9.8K 6.2K
By ElisyaRoyal

Bölüm Şarkısı: Ed Sheeran ¤ Photograph

Benim imdadıma yetişerek, instagramdan @sara_celik77 seçti şarkımızı. ❤

Keyifli okumalar!

38. BÖLÜM | İSLİ KALP

Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim! Neden ben?
Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim?

🍁

Gündüz umut dolu ve masmavi gülümseyen deniz, gece öfkeler içinde kalmıştı da yok etmeye yazgılı siyah kezzap gibi hissettiriyordu.

Lavin, pencereden boğazın derin sularına bakıyorken, sarı saçlarıyla oynuyor, baştan savma yaptığı örgüyü bir yapıyor, bir bozuyordu. İstanbul'un rutubetli ve hüzünlü gecesi, iliklerine kadar işlemişti. Başını biraz daha yana çevirdi, karşıya giden tekneleri ve herbirinin ucundaki direğe iliştirilen ışığın geceyi kırdığını gördü, dudakları farkında olmadan küçük bir gülümsemeye yakalandı; küçükken yaptığı kağıttan kayıklar aklına geldi. Suya giren kağıttan kayıkların, bir süre sonra ıslanıp devrilmesine ne sinir olurdu. Her çocuğun anısında yer edinen kağıttan kayıklar, herkes için farklı his oluşturuyordu, şüphesiz. Başkaları ne hissederdi bilmiyordu ama, kendisi bir gün batmayacak bir gemide, deniz yolculuğu yapmayı düşlemişti. Hüzünlüce iç çekti, küçüklüğün doğurduğu masum hayallerin tozunu büyük karanlıklar süpürmüştü.

Oturduğu pencere pervazından kalkıp, yatağa doğru ilerledi. Sakince yatağa uzandı, gözlerini tavana dikerken, bir bacağını diğer bacağının üzerine yerleştirerek ellerini üst üste göğsünün altına koydu, parmakları sol elinin üzerinde sessiz bir ritimle vuruş yaparken, sıkıntılı bir tavırla verdiği nefes, havaya bir ney sesi gibi karıştı. Edim ne zaman gelecekti ki? Onun düşününce bazen merak, bazen öfke, bazen sitem duygusu altında eziliyordu. Kelimeler, uğrak bir yolcuymuş gibi dilinin ucuna kadar gelip gidiyordu.

Kapının açılma sesini işitti. Heyecanla yerinde doğruldu, gelmişti işte. Farkında olmadan eli saçına gitti, hızlıca düzensiz olan örgüyü çözüp parmaklarıyla saçlarını düzeltti. Sonra bu haline şaşırdı.

Bu heyecanlı ve ona iyi görünmek isteyen kız, ben miyim?

Edim, odaya girince öylece dikildi, Lavin'in babası zaten Ankara'daydı, şimdi de Black belası mı çıkmıştı? Hem de buna kendisi neden olmuştu? Endişe içinde bunlarla boğuşmak, zor ve yorucuydu. Lavin'i bırakmaya karar vermişken, bunun olması hiç iyi değildi. Gitmesine bir kez izin vermişti, evet şimdi burdaydı fakat, ya hâlâ gitmek isterse o zaman ne yapacaktı? Turgay haklıydı, elbette onu tamamen bırakmayı düşünmüyordu, tabii olarak bu, babası ve Black sorunu ortaya çıkmadan önceydi. Şimdi, endişeler içinde boğuştuğunu ondan saklayarak, olduğundan farklı biri gibi davranmak zorundaydı.

Şu an, sadece Lavin'e ve vereceği karara güvenmeliydi ama, onu kaçırmadan bir gün önce aralarındaki yıkılan güven duvarını yeniden onaracak duruma hiç gelememişlerdi. O, ilk kez kaçmayıp buraya gelmişti. Telefonu açmamakla canının yandığını düşünürken, bu kararın uğrattığı sonuç Lavin'in burda olmasıydı ve dolayısıyla iyi bir karardı. Eğer, telefonunu açsaydı ya da geri dönüş yapsaydı kaçmaya devam edeceğine şüphe yoktu.

Lavin, niye böyle durduğuna anlam veremedi. Üstelik bakışları, boş bir feza kadar uçsuz bucaksız ve insanı içine çekip yutacak kadar karanlık görünüyordu. Tedirgin bir sesle, "Edim, iyi misin?" diye sordu yavaşça. Gözlerini diktiği gözlerinde zorlu bir arayışa girdi, Edim o boşluğa tek bir anlam bile katmadığından, arayışlarının sonu boşluğa bulanmış hüsrandı. "Bir sorun mu var?" Hâlbuki içten içe bir sorun olduğunu biliyordu.

Edim, derin bir nefes alıp, yanına geldi, kollarının arasına alarak uzanırken, onu da başını göğsüne bastırdı. "Konuşma," dedi anlamı belirsiz bir sesle. "Sadece sessizliğinden ver bana." Sanki her kelimeyi çok uzaklardan getiriyor gibi yorgun geliyordu sesi.

Lavin, şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Edim'in sıkıntısı vardı, hissettiklerini sese döktü birden, "Nedense... bu kez seni sarması gereken kişi benmişim gibi hissediyorum," diye konuştu yavaşça. "Bunu ister misin?"

Edim göğsünden kendisine çevrilmiş yüzüne tuhafça bakarken, kollarının arasından çıkıp, O'nu kollarının arasına aldı; başını göğsüne yaslayıp, parmaklarını gece karası saçlarında gezdirmeye başladı. Edim, omzuyla göğsü arasındaki boşluğa çekti başını, Lavin karnından zarar görmesin diye yaptığı bir hareketti. Omzunda duran başının içindeki ağırlığı hisseder gibi oldu Lavin. Bu yüzden, bilindik bir sessizlikten değil, sessizliğin içindeymiş gibi hissettirmek istedi ona.

Sanki kelimesiz bir soruna cevap olmak ister gibi, "Bugün... evde değimi yerindeyse kendimi yedim," diye başladı, her biri kuş gibi Edim'in yüreğine tüneyen kelimelerine. Onu huzursuz etmeden, sakin ve sesinde soluklanacağı kadar dinlendirici bir tonlamayla devam etti. "Buraya gelmeme şaşırdın biliyorum, aslında ben de senin kadar şaşkınım. Senden kaçarken, yine..." Duraksadı. Bu itiraflar kendisini zora sokuyordu, hiç rahat değildi. Niye diğer kızlar gibi güzel sözler söyleyemiyordu. Kendisini ona güzel bir şey söylemek için zorladı, küçük bir kelimeye zorladı, olmadı. Sonunda pes ederek ekledi. "Sadece burda olmam gerektiğini düşündüm."

Lavin, ilk kez bir şeyi fark etti: Aslında sevgi, her insanın içinden fırlamaya hevesli olan bir güçtü. Sevgi, içine yuvalandığı sözcüklerle çıkmaya öylesine hevesliydi ki, önce dile, sonra dudaklara kadar geliyor fakat ordan çıkmasını engelleyen iki muhafızla karşılaşıyordu; korku ve utanç.

Evet, ben ve çoğu insan dudaklarımızın önündeki düşmanlara yeniliyoruz.

Başını yana eğip, Edim'e baktı. Gözleri açıktı ama, söylediklerine hiçbir tepki vermiyordu. Aslında tepki vermemesi iyi sayılırdı, aksi olsaydı devam edemezdi, biliyordu. İtiraf etmesi gerekirse, Edim kendisini tanıdığı için sesini çıkarmadığını biliyordu. Parmaklarıyla, göz kapaklarını örttü. Yavaşça, "Geri gidecek misin?" diye sordu. Edim, konuşmadan usulca evet anlamında başını salladı. "Ne kadar vaktin var?"

"Yarım saat, belki kırk dakika." Sesi çok yorgun geliyordu.

Lavin, "Tamam, uyu," dedi. Edim itiraz edercesine kalkmak isteyince, kollarını sıkılaştırarak engel olup fısıltıyla devam etti. "Merak etme, seni bekliyor olacağım. Sadece yarım saat, fazla değil." Kastığı bedeninden hâlâ rahat olmadığını biliyordu. "Bana bırak kendini, bu güvensiz hissettirmeyecek. Söz veriyorum."

Birden ağzından sırayla çıkan kelimelere şaşırdı. Güvensiz hissetmez miydi? Kimdi ki, güvenli bir sığınak gibi görebiliyordu kendisini. Aniden dudaklarını yakarak fırlayan bu kelimeler, nerden beslenip çıkmıştı ağzından? Bir zamanlar korkunç bir şeytan olduğunu düşündüğü bu adam, sözlerini kabullenen masum bir çocuk gibi duruyordu kollarının arasında. Fakat neden Edim teslim oluyorken, kendisini ele geçirilmiş gibi hissediyordu?

Göğsü derin, acılı bir nefesle kabardı, buraya kadar gelmişti, bu her şeyin yolunda olduğunu gösterir miydi?

Edim'i daha önce böyle görmemişti, yılgın ve bitkin görünüyordu. "Sakın gözlerini açma." Bu tembihten sonra yutkundu. "Beni... Yani her seferinde zorla kollarına alıyordun ya, kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum," diye itiraf etti. "Benim en çok korktuğum şey karanlık, sen odanın ışıklarını her söndürdüğünde, içim korkuyla doluyordu. Ama sonra gelip sıkıca sarılıyordun ve bütün karanlıklar bitiyordu. Kimseye bunu söylememiştim, sanki birilerinin korkularımı bilmesi beni zayıf yapacakmış gibi hissediyordum. Gerçi her insan kendisi hakkındaki gerçeği ya da korkuları bir başkasına söyleyemez, değil mi? Çünkü kendisini gördüğünde, korkuları ya da o gerçeğin aklına gelmesinden ve dillendirilmesinden korkar, çekinir."

Başını eğip Edim'e baktı. Nefesleri düzenliydi; uyumuştu. Acı çeker gibi bir sesle, "Sen neden korkuyorsun, Edim?" diye sordu kendi kendine. Onu artık biliyordu, bazı hareketlerini kolayca tahlil edebiliyordu. Başına, tıpkı onun yaptığı gibi ucundan şefkat akan uzun bir öpücük kondurdu. "Buna hakkım var mı bilmiyorum ama, başkalarına anlatmaya çekindiğin şeyleri duymak isterdim." Bulanık mavi gözleri tavana kaydı. "Bana anlatmanı isterdim."

Birden, "Lavin," dedi Edim. Çaresiz ve kısık bir sesle çıkmıştı ismi. "Seni kaybedemem."

Lavin'in parmakları, tekrar hareket etmeden önce buz kesip dondu. Sanki aynı anda birçok kişi, bitmiş sigaralarının son ışığını kendi vücudunda söndürürken, yanık izleri bedenine ustaca acıyı işliyordu. Sigaranın son dumanı kalbine is bırakırken, kalbinin sorunlu olduğunun bir kez daha ayrımını zihnine kazıyordu.

Güvenli bir kalp değil, isli bir kalp taşıyordu.

Sorunlu.

🌺

Aradan yarım saat geçtiğinde Edim, yavaşça gözlerini açtı. Lavin'in parmakları, hâlâ saçlarında dolanıyordu. Bir süre ses çıkarmadan, bekledi. Lavin günlerdir yapamadığını, eşsiz bir ustalıkla yaparak, kendisini uykuya yatırmıştı. Üstelik sabaha kadar deliksiz uyumuş kadar da dinç hissediyordu. Başını kaldırdığında, saçlarında sakince dolanan parmakların hareketi durdu.

Pürüzlü ama sakin bir sesle, "Beni uyuttun," dedi inanamıyormuş gibi. Edim, şüpheyle bakıyordu. Doğruldu. Tişörtünü yukarı sıyırıp, karnına baktığında, Lavin'de şaşkınca açılan karın kaslarına bakıp gözlerini kırpıştırdı. "Organlarım yerinde, kesik bir yer olmadığına göre." Lavin, bunu söylemesine tuhafça baktı. "Yoksa..." Duraksayıp arka cebine elini uzattı. Sırıtarak ekledi. "Cüzdanım da hâlâ bende."

Lavin, omzuna yumruk atıp, "Ne sinir adamsın," derken, sesi numaracı bir küskünlükle çıkıyordu. "Kalk git, iyilik de yaramıyor."

Edim, gözlerini kıstı, "Demek bana vuruyorsun, kaplan," diye devam etti. "Bana vurman, aramızda samimiyet olduğunu gösterir, bunu göze alabilecek misin?"

Lavin, usulca gülümsedi.

Edim, "Demek bir şey demeyip kibar bir kızmışsın gibi hoşgörü ifadesi gösteriyorsun," dedi alayla. Yüzü birden ifadesiz bir hâl alsa da, gözlerinin siyahı yine parlıyordu. Elinin tersini, Lavin'in yanağına yerleştirip okşadı, alaycı tavrından tamamen sıyrılmıştı. "Bir kadının böyle hissettireceğini bilemezdim, Tanrı'ya kadını yarattığı için teşekkür etmeliyim."

Lavin, birden merak ederek, "Tanrı, önce hangisini yarattı?" diye sordu. Dümensiz bir gemi gibi ordan oraya savruluyordu düşünceleri. "Erkeği mi yoksa kadını mı?"

"Erkeği," diye karşılık verdi Edim. Sonra memnun bir sesle ekledi. "Daha sonra da kadını."

"Neden ikisini de yaratmış?"

Edim, derin bir nefes aldı, "Hayat zor, sıkıcı, acılı. Mutluluklar bir an, acılar defalarca kez kendini başka resimlerde tekrarlıyor; hatta mutlu anlar bile şöyle karıştırılsa, altından acı çıkar," diye konuştu. "Yaşamının bir dönemine gelip de, yaşamaktan bıktım demeyen yoktur. Bu zahmetli hayatı yaşamak, her gün koşmak, didinmek çok zor. Bu depdebenin içinde kadın erkekte, erkek kadında sükunet ve rahatlama bulsun diye. Birisi olmadan diğeri hiç olmasa da, yarımdır."

Lavin, anladığını belirtmek istercesine başıyla onayladı.

Edim, işaret parmağını onun yüz hatlarında dolaştırdı. "Yüz kasların çok gergin," diye konuştu. "Niye hüzünlüsün, Lavin?"

"Bilmiyorum." Derin bir nefes aldı. "İçimde bir sıkıntı var," diye dürüstçe cevap verdi. "Hem, senin de keyfin yerinde sayılmaz." Edim, sessiz kaldı. Buraya Edim'e haber vermeden gelmişti, bu yüzden bulunduğu şartlardan şikayet edecek konumda değildi; onu sıkıyor olmaktan çekinerek sordu. "Ne zaman döneceğiz?"

"Sıkıldın burdan."

"Hayır, meraktan soruyorum," diye itiraz etti. İçini saran bu sıkıntı, kaynağını nerden alıyordu bilmiyordu ama, evde olursa rahat hissedecekmiş gibi geliyordu. Belki Edim tam olarak yanında olamadığı için böyle hissediyor, bu yabancı yerde daha fazla kalmak istemiyordu. "Zaten evde olsaydım da, odada tıkılı olacaktım."

Edim, "Bu gece burda kalmayı düşünmüyorum," dediğinde, Lavin, içini saran rahatlamaya anlam veremedi. "Odaya tekrar döndüğümde, havaalanını arayıp bilet ayırtırım."

Lavin'de tıpkı onun gibi keşfedercesine sert yüz hatlarında dolaştırdı parmaklarını, sonra görebildiği şeyler karşısında dehşete kapıldı. "Bu yüzde, kemikten ve etten başka bir şey var," diye konuştu. "Yüz hatlarının altına dağılmış seni yiyip bitiren düşünceler silsilesi gizliyken, gözlerinin ardındaki karanlık kuyularda günyüzünden gizlenen kapkara korkularını görebiliyorum."

Edim, kaşlarını çattı, bu kız açık ve metni çabuk anlaşılan bir kitap gibi kendisini okuyabiliyor muydu? İçindeki diğer Edim'in ne yaptığını, neler gizlediğini, korkularını. Yüzünde dolaşan elini tutup ateş gibi yanan parmak uçlarını öptü, hayat akan avuç içini öptü, usulca nabzının attığı bileğini öptü, badisinin sarmaladığı omuz ucunu öptü, al al olan yanaklarını öptü, boynunda heyecanla atan şah damarını öptü... Her öpücüğü, ölüm gibiydi.

Lavin'in kirpiklerine tutunan iki damla gözyaşı, şakaklarına doğru ince, ıslak ve yakıcı bir yol çizdi.

Gözlerinin içine bakarak, baş parmağını alt dudağında boydan boya gezdirdi. "Güzel dudaklarının hareketini istiyorum," dedi Edim. "Dudaklarımda."

Öpmeye başladı.

Lavin, o her dudaklarını yakıcı bir kavrayışla yakaladığında donduğu gibi yine aynısı oldu; dondu. Edim, dudaklarından ayrıldı, "Bana karşılık ver," derken, kızgınlık dolu bir ciddiyeti vardı. "Buna ihtiyacım var."

Lavin, alaydan uzak belki gergince, "Hani öpücüklerin en güzeli çalınarak alınanlardı," diye kısa bir süre önce kendisine söylediği sözlere gönderme yaptı. Sesi de gergindi, aslında bunu söylerken aklı Edim'in vereceği cevapta değil, Edim'in istediği şeye nasıl cevap vereceğindeydi. Şu ana dek, hep onun verdiği öpücükler vardı ama, buraya gelmesi bazı şeyleri değiştirmişti.

Evet, bunu yapabilirdi.

Doğasındaki erkeksilik Edim'in gözlerinde ışıl ışıl parlayıp her ikisini de yutacak kadar büyüdü. "Beni yanlış anlama, hâlâ aynı fikirdeyim ama," diye cevapladı. Dudağına bir öpücük kondurdu, ardından burnunu burnuna sürterek ekledi. "Çalmadan alınanların hazzını yaşamaya da karşı değilim."

Yeniden dudaklarına kapandı.

Soluğu boğazında düğümlenir gibi oldu, açık olan gözlerini sıkıca yumup ilk kez Edim'e karşılık verdi. Dudakları, dudaklarını örten ateş gibiydi, ağzı ateşler içinde kalmıştı. Ağzından bütün bedenine tatlı bir kıvılcım yayıldı; şehvet. Ellerini, geniş omuzlarına çıkarırken tutunmaya muhtaçtı, daha sıkı tutuncağı bir şey ararken, titreyen ellerini sıcak ensesine getirdi ve bunun da yetmediğini anlayarak, kollarını boynuna sıkı sıkı sarmaladı. Duvara düşen kara gölgeri de bu şehvetli ânın şeklini alırken, zavallı gölgeleri birazdan parçalanarak kaybolup gideceklermiş gibi kıyasıya bir titreşime tutuldular.

O, bu gece farklı mı öpüyordu, yoksa ilk defa karşılık verdiği için kendisi mi böyle hissediyordu? Edim öpücüklerini bir adım ileriye taşıyarak, dilini ağzına izinsizce sızdırıp dili üzerinde ıslak bir gezintiye çıktığında, Lavin'i çok başka bir duyguyla tanıştırdı; bir erkeği isteyebilmenin mümkün olduğunun en yakıcı hissiyle. Hâlbuki, bu yaşına kadar, bu öpücüğe kadar bu hislerin en derin hâlini erkekler yaşar sanıyordu. Bu, güvenli bir şekilde denizi gemiyle aşmak gibi değildi, bu, yüzme bilmediğin hâlde, denize atlayarak boğulmayı göze almak gibiydi. Ve eğer Edim devam ederse, onunla beraber denizin dibini görmeye hazırdı.

Edim, bu ağzın hangi köşesine uğrasa, uğruna korkunç cehennemler yanıyordu. Kanlı bir harbin içinde değildi ama, canını cehenneme döküyordu bu kız. Şehvet korkutucu, kavurucu ve ilkel bir duyguydu; şimdi görünmez bir duygu olamaktan çıkıp, damarlarındaki kana bulaşarak kıvam kazanmıştı. Karnındaki yara olmasa, şimdiye haşince kavramıştı bu kadınsı bedeni. Parmakları nasıl da sızlıyordu, şifaya ihtiyacı vardı. Lavin kendinden geçip inlediğinde, nefes nefese ondan ayrıldı.

Lavin, içinde çağlayan deniz gözlerini yavaşça açtı, Edim'in gözlerindeki siyah cehennemi görünce, içi bir kez daha alev alev oldu. Onun kara cehenneminde bu kadar uzun mu kalmıştı ki, şu an gözleri ışığa hassaslaşıp acıyordu? Gözlerinde öyle bir şey vardı ki, daha önce hiç bir erkek kendisine böyle cayır cayır bakmamıştı; baştan çıkarıcı bir tehlike o siyah cehennemin çukurlarındaydı. Hâlâ içindeki kavurucu arzuyla boğuşuyorken, aldığı derin nefeslerin karnındaki yaralı bölgeye ağrı yaptığını henüz farkediyordu.

Birden bire ayrılmasına şaşıran gözlerle bakarken, Edim, "Durmak zorundayım," dedi. Lavin, telaşlıca başıyla onay verdiğinde, belleğine kayıtlı tüm kelimeler harflenerek yok oldu.

Lavin'in alnı nemlenmiş, Edim'in siyah saçları terden sırılsıklam olmuştu.

Solukları, birbirine çarpıyor karışıyor, tekrar ortak bir nefes olarak ciğerlerine karışıyordu; ikisinin de soğuk nefeslere ihtiyacı varken, ağızlarından çıkan o kavurucu nefesleri tekrar tekrar yutuyorlardı. Edim, dokunmazsa ölecekmiş gibi bir kez daha üst dudağını dudaklarının arasına kıstırdı, defalarca kez öpse yetmeyecekti. Birden bire, ansızın bencil, hastalıklı ve tehlikeli bir his bütün yüreğini ele geçirdi; ondan daha fazlasını, hatta her şeyini almak istiyordu, bu dünyada bir tek kendisine muhtaç yaşasın, kendisi olmadan nefes bile alamasın istiyordu; böylece gitmeyi aklından bile geçiremezdi.

Anında, o dudaklardaki cehenneme tekrar dönmek isteyerek ayrıldı. Gözlerinde saf istek ve bastırılmış şeylerin kalıntısı varken, Lavin'e derin derin baktı; onun gözleri de aynı istekle karşılık veriyordu. Üstelik Lavin'in içindeki dişi kaplan, gözlerine kadar çıkmış, diz çökmüş vaziyette gözlerinin içinde usulca bekliyordu.

Bu manzaradan büyülendi.

Edim, alt dudağını sertçe dişlerinin arasına sıkıştırarak bunun gerçekliğini sorguladı o an. Rüya değildi, Lavin burdaydı. Baş parmağının ucunu, bedenin noktası olan boynundaki boşluğa yavaşça yerleştirip, Lavin'in sertçe yutkunarak titremesine neden oldu. Kehribar bakışlarını, deniz bakışlarına dikerken, parmağı usulca aşağıya doğru ince bir yol çizerek kaydı; göğsündeki vadiyi aştı, karnına ulaştı. Badisini yukarı doğru kaldırıp, gözlerini oraya çevirdi. Bir an sanki hayal kırıklığı yaşayacağını sansa da, işte yarasını örten bandaj oradaydı. İstemeden, "Burdasın," diye fısıldadı. "Geldin." Yeniden dudaklarına kapandığında, avuç içiyle yarasını örttü. Zaman kavramı sanki burda geçmiyordu. "Benim için geldin, Lavin." Alnını alnına yerleştirdi. "Sadece benim için." Alnını sürterek yan tarafa kaydırıp yanağını yanağına sürterek haşin bir sesle ekledi. "Söyle, benim için burda olduğunu söyle."

Lavin, bir an tereddüt etse de, isteğine uydu. "Senin için," derken, sağ elinin uzun parmakları siyah saçlarının arasında geziniyordu. Sanki bu Edim'e yetmemiş gibiydi, yeniden ekledi. "Senin için geldim."

Edim, biraz daha burda durursa vahşi bir açlıkla ona sahip olabileceğinden şüphelendiğinden, "Gitmeliyim," diyebildi sonunda. Sahi ya, gitmesi gerekiyordu zaten.

Lavin, "Şey, tamam," dedi, kalbinin derinliklerinde uyandırılan şehvetle kavradığı kollarını onun boynundan uzaklaştırırken. Yanarken üşümek bu oluyordu belki.

Bu akşam nefret etmişti bu gitmek sözcüğünden, Edim gelişiyle bedenini taçlandırıyor, gidişiyle çarmıha gerilen bir ruh bırakıyordu ardından. Ve böyle düşününce, bir kez daha ne kadar bencil olabildiğini görüp kendisinden nefret etmesi için bir sebep daha çöküp kaldı ruhuna. Edim çok uzağa gitmediği hâlde bu sözden nefret ettiyse, kendisi tüm gerçek gitmeklerin anlamının toplandığı o kelimeyi söylerken... Belki de bir kelimeye değil de, kendisine nefret duyumsamıştı.

Edim, sıkıntısını anlamış gibi, "Lavin, merak etme," dedi, saç tellerini okşarken. "Ben, gitmek istemene, öldürülen anne ve babama..." İç çekti. "Babana rağmen seninleyim." Ondan esen bu rüzgârda Lavin'in bakışları sersemleşti. Sitem dolu bir sesle ekledi. "Sen nerdesin, Lavin?"

Bu itiraf, başını döndürdü, zihnini sarstı. Son cümlesine öyle bir suçlama sıkıştırmıştı ki, kalbi söküldü sandı. Edim'in gözlerinde ilk kez fark edebildiği o yoğun acının kendisinde olmayışından utandı. Daha fazla onun yüzüne bakamayacakmış gibi, başını yana çevirdi. Bu da yetmedi, yerinden kalkmak istedi. Acı, gözlerinden çıkıp elmacık kemiklerine yerleşti.

Edim, engelledi. Gür kaşlarına, isyan dolu çatılma bulaşırken, "Kahretsin, Lavin," diye kızdı. "Bir kez olsun lan, bir kez olsun kaçmadan cevap veremez misin?"

Yorgun düşmüş zayıf bir sesle, "Korkuyorum," diye itiraf edebildi.

"Neden?"

"Edim, lütfen," dedi yakarış dolu bir sesle. Yerinden kalkmak isterken ekledi. "Bırak."

Edim, derin bir nefes alıp, onun penceresinden bakmaya zorladı kendisini. "Kalkma, kafan karışık biliyorum ama, bundan sonra sana ve bana gereken, anlayışlı olmak," diyerek bir kez daha engelledi onu. Sakinleştiğine kanaat edince yeniden konuşmaya başladı. "Hâlâ kafanda oturtamadığın şeyler var, benimle aynı cesur fikri paylaştığını bilsem, bütün hislerimizi masaya yatırmamızı isterdim senden."

Hislerimizi masaya yatırmak, bu cümlenin altındaki anlamlar öylesine derindi ki, göç eden kuşlar gibi hızla ardına üşüşen kelimeler yığını alev alevdi. Zihninde kurulu olan koca bir dünya, gürültüyle yıkıldı. Şu an hiç olmadığı kadar çaresiz bir seçimin uçurumundaydı. Üzerine bir ağırlık geldi, bu tartılarla ölçülebilecek bir ağırlık değildi.

Edim, devam etti. "Sana gitmen için izin verdim. Burda olmandan kendime göre anlamlar çıkarmak niyetinde de değilim, bununla beraber davet gecesi dediğim gibi biletini eline vereceğim. Sana söylediğim hiçbir sözden geri dönmeyerek, aramızdaki adını koymaya korktuğun hislerin eylemlerini sana bırakıyorum; gitmek ve kalmak artık senin kararın. O bileti yırtarsın ya da onunla gidersin. Davet gecesine kadar ben bununla ilgili tek bir imada bulunmak şöyle dursun, sözünü bile açmayacağım. Sende kafan karışık gibi davranıp benden kaçmayacaksın."

Lavin, o her ne kadar belli etmemeye uğraşsa da, acı görüyordu kara gözlerinde, neredeyse özür dileyip affet beni diyecekti. Dünyanın hâlâ delik bir tarafı var ki, güzel adamlar akabiliyordu o delikten. Üstelik şimdi de, babası zihninin yıkılan dünyasına kadar gelmiş kendisine o harebenin ortasından 'Ben burdayım kızım' dercesine umutla gülümsüyordu. Mektubunda artık kavuşacakları için mutlu olan adamın satırları ruhunu örtü gibi sardı. Fısıltıyla, "Topu bana atıyorsun," dedi karmakarışık olmuş bir sesle.

Edim, başını hayır anlamında salladı. "Sorumluluklarımdan kaçmak için, topu sana atmıyorum," dedi kesin bir sesle. "Senden çaldığım topu sana iade ediyorum. Artık kaçırılan o kız değilsin, ben de seni kaçıran o adam değilim. Topun yönüne sen karar vereceksin."

Ne diyeceğini bilemediğinden, başıyla onaylamakla yetindi Lavin. Fakat Edim, ne yaptığından öylesine emin ki, sağlam duruşu her zaman afallatıyordu kendisini.

Edim, yanağını okşadı. "Normal davranacağız," dedi gözlerinin içine bakarken. "Hiçbir sorunumuz yokmuş gibi."

Lavin, kuşkuyla bakıp, "Normal derken böyle mi yani," diye sordu. "Şey gibi..." Birden sustu.

Edim, "Ne gibi?" diye sorarken sırıtmamak için dudaklarını birbirine bastırdı.

Lavin, sinirlenip, "Kalk üstümden," diye kızdı, diğer yandan da sert gövdesinden itiyordu. "Benimle dalga geçiyorsun."

Edim, "Hayır, dalga geçmiyorum," diye savundu kendisini. "Tamamla cümleni."

Lavin, onun gözüne bakamadığından başını yana çevirerek konuştu, yanakları hâlâ öfkenin taşıdığı bir kırmızılıkla al aldı. "Off, sevgili gibi işte." Kendisini rezil olmuş gibi hissediyordu.

Edim, kaşlarını kaldırıp, numaracı bir sesle şaşırmış gibi konuştu. "Benimle sevgili mi olmak istiyorsun?"

Öfkenin alevi, Lavin'in yanaklarına dağılıp, kulaklarına çıktı. "Sürekli çarpıtıp durma benim sözlerimi, seninle niye sevgili olmayı isteyeyim ki?" diye konuştu sinirle. "Hani gidiyordun, gitsene."

Edim, gövdesinden iten kıza hayret edermiş gibi bakıp, "Ya kızım, normal kızlar gibi utansana; yüzün kızarsın, gözlerini falan kaçır," derken bileklerinden yakaladı. "Sen ne yapıyorsun, utanınca ya homurdanıyorsun, ya da hırçınlaşıyorsun."

Lavin, kibirlice çenesini kaldırırken, "Utanmıyorum, hem ben utanmam," diye itiraz ederken, Edim'in dediği gibi homurdanıyor olması da ironiydi. Onun her şeyi anlayan ve bu yüzden zevk alan alaycı yüzünden kaçmak için yan tarafına dönerken ekledi. "Çekilmezsin."

Edim, arkasından sarılıp, "Öyleyim," diye kabul ederken, ensesine yakıcı dudaklarıyla öpücük bıraktı. "Bence de, benimle sevgili olmak istemezsin." Kulağa tehdit eder gibi geldi sesi. Lavin'in kaşları çatıldı, niye böyle söylemişti? Edim, içten içe eğlenerek, gizemli ve erkeklerin dünyasına yabancı olan Lavin'in tamamını anlayamadığı bir tınıda ekledi. "Ah, sevgilim olsan çıplak fotoğraflarını çekerdim."

Lavin'in gözleri büyüdü, bu kelimeler kısık bir sesle kulaklarına ulaştığında, ensesine dökülen erkeksi nefesi de tenini cayır cayır yakmıştı. Onu kendisinden uzaklaştırmak isterken, "Sapıksın," diye tısladı. "Aptal herif."

Onlar kendi aralarında birbiryle atışmaya devam ediyorken, aynı dakikalarda Turgay, ellerini kumaş pantolonunun cebine yerleştirmiş düşünceli bir biçimde pencereden denizin derin sularını izliyordu. Sonra, tartışan Dennis ve Yıldırım'a döndü. Dennis, bağırarak, "Yanlış yapıyorsun," diye kızıyordu Yıldırım'a. "GPS cihazı telefonun bu kısmına koyulmaz."

Yıldırım, "Oraya koymamı sen istedin," diye kızdı.

Dennis, başını kınar gibi sallayıp, "Şu herife bak, şimdi de beceremediği için beni suçluyor," derken sesi madur olan biri gibi yakınarak çıkmıştı. "Nasıl bu kadar cahil olabilirsiniz? Çekil, bunu kendim yapacağım, çünkü sadece zeki olanlar böyle aptalca yanlışlar yapmaz." Zekasını her zamanki gibi ön plana çıkarmaktan memnundu. Ortak bir çalışma yaptıklarında Dennis genelde hep bunu yapardı arkadaşlarına; onları yanlış yönlendirir sonra da bu işi kendisinden daha iyi kimsenin yapamayacağını söyleyip cahil ya da aptal olduklarını söylerdi. Dennis çocuk ruhluydu, bunu kalbinde bir kötülüğün doğurduğu hisle değil de, küçük bir eğlence olarak gördüğünden yapardı. 

Yıldırım, "Yürü git lan," diye tısladı. "Eminim sol tarafı gösterdiğine." Sinirle ayağa kalktı. "Kalkıyorum, ne halin varsa gör."

Evet, sonuç genelde bu olurdu.

Turgay, düz bir sesle, "Edim'i ara ve buraya gelmesini söyle," dedi Yıldırım'a. Yeniden pencereden dışarıyı izlerken, sırrının ortaya çıkmasını düşünmüyordu. Düşündüğü tek şey, bir kadın meselesinin bu işe karışmaması gerektiğiydi... Edim ve Black, Lavin yüzünden birbirine girerse, her şey mahvolurdu, böylesine ince bir iş üzerindeyken, bozulmasına izin veremezdi; yıllarını bu işe yatırmış, kendinden bile vazgeçme fedakârlığını göstermişti. Kendini kendisinden başka anlayabilecek kimse de yoktu.

Bu yüzden tek bir düşünce zihnine çakıldı; Lavin'in ne olursa olsun, Edim'in yanından ayrılması gerekiyordu...

🌺

Edim, cebinde titreyen telefonu memnuniyetsiz bir biçimde ve zorlukla çıkardı. Yıldırım arıyordu. Telefonu meşgule atıp, "Gitmem gerekiyor," dedi, yerinden doğrulurken. Lavin, içini hırpılayan bir sıkıntıyla ona döndü, az önceki küskün tavrından sıyrılmıştı. Yataktan kalkarken devam etti. "Tekrar döndüğümde otelden ayrılırız, istersen uyumaya çalış, dinlenmiş olursun."

Lavin, başıyla ağırca onaylarken, düşüncelerinin çocuk hâli, gitme diye ağlayacaktı. İçini saran bu kasvet niye bilmiyordu ama, bedeni bir anda gerilmişti. Kalbine inceden süzülen sinsi sızı, bütün bedenini bir tehlikeye karşı uyarırcasına, Edim'le olan huzurlu rahatlığın izlerini süpürüp götürdü.

Kalbi ağrıyordu.

Edim, son bir kez daha üzerine eğilip dudaklarını, onun dudaklarına bastırdı. Lavin'in yüzünde beliren tuhaf ifadenin ne olduğunu çözmeye çalışırken, bir iki adım geriye adımladı, çok geçmeden sırtını da döndürüp uzun ve sert adımlarla odadan çıkmıştı.

Lavin, içini tırmalayan bambaşka bir korkunun kontrolünde olarak hemen yerinden kalkıp, O daha kapıya ulaşmadan odadan çıkıp Edim'e sırtından sarıldı; normal bir sarılma da değildi, sanki sırtı birazdan onu yere savuracakmış gibi sıkı sıkıya bir sarılmaydı bu. Alnını iki kürek kemiğinin arasına yerleştirip, bütün nefesleri ordan çekip alıyorcasına uzun uzun soluklandı.

Edim, sertçe yutkunup şaşkın bir sesle, "Lavin?" dedi, niye böyle davrandığını sorgular gibi.

Lavin, alnını yerleştirdiği çukurdan konuştu. "Çabuk gel," dedi ve iki kürek kemiğinin arasındaki o noktayı öperek, Edim'i hem şaşırttı, hem de bütün kaslarını ürpertip kaskatı olmasını neden olmadan hemen önce organlarını, kemiklerini, soluklarını titretti. Gözlerine dolan yaşları akıtamadığı için, asit gibi göz bebeğini yakmaya başlamıştı. "Seni bunaltmak istemiyorum ama, içimde sıkıntı var, lütfen."

Edim, karnına bağladığı ellerini yavaşça birbirinden ayırıp, Lavin'e döndü usulca. Yüzünü ellerinin arasına aldı, bu halleri karakterine öylesine zıttı ki, ona öz davranışlarını geri vermek isteyerek, "Merak etme," dedi kısık bir sesle. Fakat yüzündeki o ifade fazlasıyla derin ve bir anda değiştirilemeyecek gibiydi. Sonra endişesini almak isteğiyle alnını öptü. "İşim biter bitmez hemen geleceğim."

Felaketlerin daima kendine özgü halleri vardır; bir anda gelmez, gelmeden hemen önce insanın kalbine soğuk soğuk yerleşir. İçinde bir yılan gibi sağa sola serice kıvrılan histen dolayı, daha fazla kendini tutamadı ve ağzından bir hıçkırık kaçırdı. Gözyaşları, bir anda yağmur tanelerinin camdan süzülmesi gibi, yüzüne orantısızca dağıldığında, Lavin ellerini yüzüne kapattı; ağlama sesi avucunda boğularak yayılıyordu odaya.

Lavin'in ağlaması, kalbinde acı bir şamar gibi patladı, yüzünde, üzgün ve düşünceli bir şaşkınlık belirdi. Bu haline anlam veremiyordu; Lavin hiç kendisini bırakmazdı ki, başkasının önünde ağlamaktan nefret ettiği hâlde, bugün iki oluyordu bu, fazla değil miydi? Onu bu kadar duygusal hâle getiren, dediği gibi içine sıkıntı düşmesi mi? Üstelik titremeye de başlamıştı, bunu göstermemek ve ağlama seramonisine kendisini kaptırmamak için kendisini kastığını ayrımsayabiliyordu. Telefon cebinde tekrar titremeye başladığında, çağrıldığını biliyordu ancak bu hâlde -ağlarken- onu bırakıp nasıl giderdi? Düşünmeden, bir anda onu kucaklayıp deri koltuklardan birine geçti. Lavin kucağında hâlâ kendisini sıkmaya devam edince, Edim, başını göğsüne bastırıp, "Kendini sıkmayı bırak, Lavin," dedi bir eli saçlarını okşarken. Diğer eli, belli belirsiz bir hafiflikle, sırtında dolaşıyordu. "Ağlamak mı istiyorsun, ağla." Başının tepesini öptü. "Yanındayım."

Lavin, bir süre kendisinden güç ve zindelik yayılan kaslı boynunda yüzünü sakladı. Beş dakika geçtiğinde daha iyi hissetti fakat şimdi de ağladığı için utanıyordu. Gözlerini ve yüzünün ıslaklığını eliyle kurulamaya çalışırken, suç işlemiş gibi utandığından başı yerdeydi. "Ben niye böyle yapıyorum bilmiyorum," dedi duyulur duyulmaz bir sesle. Edim'in kucağından kalkmaya çalışırken ekledi. "İyiyim, sorun yok."

Edim, kalkmasına izin vermedi."Bekle," dedi. Cebinden telefonunu çıkarıp, bir şeyler yaptıktan sonra, Lavin'in beyaz elini tutup avucuna bıraktı.

Lavin, şaşkınca başını kaldırıp, "Telefonunu bana mı veriyorsun?" diye sorduğunda, bir an içinde olduğu utancı unuttu.

Edim, gözlerinin içine bakarak, "Evet, sana söyledim. Sen ve ben, kaçıran ve kaçırılan kişiler değiliz artık," dedi tereddütsüz bir sesle. "Ve buraya gelmenin bazı şeyleri değiştireceğini de söyledim, sen de kabul ettin."

"Evet ama," derken, bakışları telefona düştü. Oyalanması için vermişti kesin, çocuk gibi ağlarsa olacağı buydu. Durgunca ekledi. "Niye verdin ki şimdi, ne yapacağım?"

Edim, büzülen dudaklarını görünce, başını olumsuzca salladı. Lavin'i kollarının arasına çekip sinesine sardı. "Müsait bir ara bulursam seni ararım, ya da bilmiyorum belki mesaj çekerim. Dennis ismini görürsen cevapla," dedi. Sonra usulca kulağına eğilip fısıldadı. "Yanında olmayacağım ama, öyle hissettirebilirim, tıpkı senin sessiz kalmayıp beni sessizliğin içinde hissettirdiğin gibi."

Lavin, ne yaptığını anlamasına şaşırmadı. Sanki içten içe bunu anladığını zaten biliyordu, kendisi konuşurken sessiz kalması da bunun en büyük örneğiydi.

Edim, başını sağ omuzuna onu daha iyi görmek ister gibi yatırıp, "Artık sorun yok, değil mi?" diye sordu. Sesi sakin ve anlayışlı çıkıyordu. "İyisin?"

Lavin, başını sallayıp, "Evet, iyiyim," dedi. Sonra gözlerinin içine bakarak ve kendisini zorlayıp sol elini onun yanağına yerleştirerek ekledi. "Hemde çok iyiyim."

"Aferin benim deniz kızıma."

"Deniz kızı mı?" diye kaşlarını çattı. Burukça bir bakış düştü göz bebeklerine. "Ben mi?"

"Evet, sen," dedi Edim. Eli ister istemez yine Lavin'in kulağına düşen küçük, ince saç tellerini buldu. "Sanki denizden benim kara dünyama atılmış gibisin, ordan geldiğinin tek işaretide gözlerinin içine sıkıştırılan deniz maviliği. Gözlerine biraz uzun baksam, denizi içine düşüp kaybolmuş gibi hissediyorum."

Sitem dolu bir sesle, "Bana niye onu yakıştırdın ki?" diye sorarken gözleri yine doldu. "O her şeyi göze alabilecek gerçek bir âşıktı, ölmeyi bile."

Edim, başını yavaşça ağır sallarken, gözlerinde kimsenin bilmediği bir sırrı bilen ifade vardı. "Sen neler yapabileceğini bilmiyorsun. İçindeki gücün farkında bile değilsin, çünkü kendini hiç tanımıyorsun." Hayat, sanki tam bu anda yavaşça akmaya başlamış gibiydi. Bu yavaşlığın merceği altında, uzun bir bakışma geçti aralarında. Lavin, kendisinde ne gördüğünü bilmiyor fakat onun gözlerinden kendi gözlerini doğru çarpan bir şey olduğunu biliyordu. Yine de, söylediklerine itiraz edecek oldu, Edim izin vermedi. "Hadi yatağa," derken Lavin'in dikkatle kucağından kalkmasını sağladı.

Edim, içinde bir şeyler yeniden ayaklanmadan önce, gönülsüz adımlarla kapıdan çıkıp gitti.

Lavin, O gidince zihninde ruhu kanayan kelimelerle baş başa kaldı. Gözlerini boşluğa dikip elini bile oynatamadan öylece durdu.

Deniz kızı sonunda ölmüştü, değil mi?

Şu an bir masalı yaşamaktaysa eğer, kendisine yakışan tek son bu olmalıydı.

Karanlık bir kez daha kendisini hazırlıksız yakaladığında, elini acıtacak kadar sıktığı telefonun varlığı aklına gelince, irkildi. Elini ağırca kaldırıp telefona baktı.

En azından, etrafını saran karanlığın içinde Edim'in kendisine bir meşale gibi yaktığı umut, tek ışığıydı.

              11.Kasım.17 | Cmrt.

                     Saat | 22:54

                   ELİSYA ROYAL

🌺

Ve bölüm sonuna geldik, umarım sevnişsinizdir bölümü.

Sizi seviyorum ❤

Kaç kişi Lavin'i anlıyor, merak ediyorum. Öylesine mi okuyorsunuz yoksa karakterlerimi anlıyor musunuz?

Ne düşünüyorsunuz?

Ya da siz Lavin'in yerinde olsaydınız, kararınız ne olurdu?

İnstagram & Tiwitter & Askfm | ElisyaRoyal

Facebook Grubumuz : Elisya Royal Hikayeleri

Continue Reading

You'll Also Like

25.2M 899K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1.6K 173 5
"Keşke adam daha çok sevseydi kadını. Belki o zaman gitmezdi..." #hantol Yayınlama tarihi:29.12.2018
245K 10.4K 32
ÖZGE VE ASRIN 'Yine hangi kızı yatağına atmak için beni kullanacaksın ha? ' 'Seni.' 'Efendim?' 'Seni, yatağıma atmak için seni kullanacağım. Ama diğe...
161K 11.1K 78
Karanlıkta kalsaydın eğer, yakar mıydın bütün masum bedenleri? 7 ölümcül günahın toplandığı fani ruhun nasıl da kaldırıyor kadar vahşeti! Kana susam...