YABANCI

By oz_yildirim

133M 2.7M 1.4M

O insanın tenini ürpertecek kadar güzel. Tenine işleyen karanlığa rağmen. O ölümcül derecede soğukkanlı. Çim... More

YABANCI
1. BÖLÜM: "KATİL"
2. BÖLÜM: "SOĞUK"
3. BÖLÜM: "ATEŞ"
4. BÖLÜM: "ANLAŞMA"
5. BÖLÜM: "BAŞLANGIÇ"
6. BÖLÜM: "SABIR"
7. BÖLÜM: "KOLEJ"
8. BÖLÜM: "YALANLAR"
9. BÖLÜM: "RÜYA"
10. BÖLÜM: "ŞAHMERAN"
11. BÖLÜM: "BAHİS"
12. BÖLÜM: "KUKLA"
13. BÖLÜM: "SARHOŞ"
14. BÖLÜM: "KORKULAR"
15. BÖLÜM: "YARIŞ"
16. BÖLÜM: "FİLM GECESİ"
17. BÖLÜM: "DİLEK"
18. BÖLÜM: "ÇIPLAK"
19. BÖLÜM: "HAYAL KIRIKLIĞI"
20. BÖLÜM: "KELEPÇE"
21. BÖLÜM: "BELA"
22. BÖLÜM: "SEÇİM"
23. BÖLÜM: "ÇELİŞKİ"
24. BÖLÜM: "BELİRSİZLİK"
25. BÖLÜM: "SINIRLAR"
26. BÖLÜM: "AVCI"
27. BÖLÜM: "BARİYERLER"
Öznur Yıldırım'dan Not
28. BÖLÜM: "AV"
29. BÖLÜM: "BOMBOŞ"
30. BÖLÜM: "VEDALAR"
31. BÖLÜM: "ARAF"
32. BÖLÜM: "TESLİMİYET
33. BÖLÜM: "KARANLIK"
34. BÖLÜM: "DUVARLAR"
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 1)
35. BÖLÜM: "KAYIP" (Part 2)
36. BÖLÜM: "KABUS"
37. BÖLÜM: "ŞÜPHE"
38. BÖLÜM: "SİLAH"
39. BÖLÜM: "KRİZ"
40. BÖLÜM: "UZLAŞMA"
41. BÖLÜM: "YILBAŞI"
42. BÖLÜM: "ÇARESİZLİK"
43. BÖLÜM: "GERÇEK"
Öznur Yıldırım'dan
44. BÖLÜM: "İZLER"
45. BÖLÜM: "UMUT"
Yazar Notu;
Ön Bölüm (46)
46. BÖLÜM: "EV"
DUYURU
KİTAP DUYURUSU - MORBİDEZZA
-
47. BÖLÜM: "KAFES"
YABANCI, İkinci Kitap (Alıntı)
1. KARANLIK (EDİZ ÇAĞIRAN)
KAOS
LAPLACE'IN ŞEYTANI
48. BÖLÜM: "EN KARANLIK GECE"
49. BÖLÜM: "BEDEL"
50. BÖLÜM: "KUYU TOPRAĞI"
51. BÖLÜM: "ÖLÜMÜN KIZIL GÖLGESİ"
52. BÖLÜM: "EDİZ ÇAĞIRAN"
53. BÖLÜM: "ŞAHMERAN'IN GÖZYAŞLARI"
54. BÖLÜM: "BABALARIN GÜNAHLARI"
55. BÖLÜM: "ÖLÜMLE YAŞAMIN DANSI"
56. BÖLÜM: "ZAMANSIZ ÖLÜMLER"
WATTPAD'İN KARA MÜZESİ

EDİZ ÇAĞIRAN, 8 KASIM 2016

359K 16.6K 12.2K
By oz_yildirim



Bundan tam 4 yıl önce, Kasım 2012'de kurguladım bu kitabı, Aralık 2012'de yazmaya başladım. Henüz on beş yaşındaydım ve bu kitabı yazmamın bir amacı vardı. Yayınlama amacı gütmeden, kendime saklayarak yazmayı düşünüyordum fakat o zamanlar hayatımda olan insanların ısrarlarıyla yayınlamaya başladığım bu kitabın dört yıl sonrasındayız ve tam da yazmaya başladığım amacı yaşıyorum. Bu amacın ne olduğunu kendime saklamak istiyorum, şu zamana kadar da kimseyle paylaşmadım zaten. 

2014 yılında bir yan kitaptan bahsetmiştim. Ediz Çağıran Doğa Güngör'ü kaçırmadan önce bir süre takip etti. Bu takip ettiği süreci, Doğa'nın aile ve okul yaşantısını daha ayrıntılı bir şekilde öğreneceğiniz bir yan kitap olacaktı. 

Aslında yaklaşık 50-60 sayfa uzunluğunda bir bölüm yazmayı düşünüyordum ama şu an ikinci kitap ile ilgili koşuşturmacalar var ve gerçekten inanılmaz yoğunum. Sadece ikinci kitap değil, üçüncü kitap ile ilgili de çalışmalarım ve üretimlerim başladı. Üçüncü kitapta farklı bir şey yapmayı düşünüyorum, bu yüzden kendimi geliştireceğim her alana başvurmuş bulunmaktayım ama bu yoğunluğu seviyorum. Nasıl olacağını hem kendim görmek istedim, hem de bugüne özel, birkaç sayfa da olsa bir şeyler yazmak istedim.

Şiiri dün gece, 8 Kasım'a girdiğimizde yazdım ve bu benim yazdığım üçüncü şiir. İkinci kitapta bir şiir olacak ve o şiir benim yazdığım ilk şiir, Doğa Güngör'e ait olacak. Henüz o şiiri duyurmayı düşünmüyorum. 

İkinci kitabın çıkış tarihini ne zaman duyuracağımızı söylemek istemiyorum çünkü ne zaman bir tarih versem aksaklık yaşanıyor. Bu yüzden yapıp, her şeyi hazır hale getirip ondan sonra söylemek istiyorum; mesela bugün böyle bir bölüm paylaşılacağından hiçbir yerde bahsetmedim. Çıkış tarihini bugün duyurmayı planlıyorduk ama hazırlanan fragman içimize sinmedi, tekrar hazırlanacak. Kitabın çıkış tarihini fragmanla beraber duyuracağız ve titiz çalışıyoruz. İkinci kitapta editör değişikliğine gittik. En temiz, en kaliteli şekliyle kitap çıksın istiyorum. 

Kapak ile ilgili de çalışmalar sürüyor, biliyorsunuz birinci kitabın kapağında kar tanesi kullandık ve o kar tanesini bulmak, üzerinde çalışmak oldukça zordu. Kitap kapaklarının fikir tasarımını ben yapıyorum ve üç kitabın da kapağı birbiriyle uyumlu olacak. 

İkinci kitabın ismi belirlendi, onu da çıkış tarihiyle beraber duyurmayı planlıyoruz. 

Ve YABANCI üç kitaplık bir seri olacak. 

Bu arada Instagram'da ve burada paylaştığım şiir Doğa Güngör'e ait.

Kendinize iyi bakın.

İKİNCİ KİTAPTAN ALINTI:

Yelkovan genç adamın, akrep ise genç kadının bedenine saplanarak onları o ana çivilemişti sanki; ne geri gidebilirlerdi beraber, ne de ileri. Beraber yaşadıkları son andı.

Genç kadın son gücüyle bir elini kaldırdı ve parmaklarının ucuyla sevdiği adamın yüzünde bunca zamandır keşfettiği yerlere dokundu. Adam kollarını ona sararken genç kadın artık doğumun son aşamasında, yaşamın son katmanından ölüme sarkıyordu.

Genç kadının yanağından bir yol çizerek yavaşça kayan o tek damla gözyaşında kaderin son adımlarını attığı kaldırımlar vardı. Kadının gözleri son kez görmek için baktığında sevdiği adama, bütün mevsimler tek bir ana devrildi; çöl kumları kar tanelerine karıştı, rüzgârın ağına takılarak sürüklenen o yapraklara yağmurlar çarptı.

Patika yol hâlâ sessizliğin içinde uzanıyordu; gece gökyüzüne, rüzgârın uğultusu ise hâlâ dallara tutunuyordu ama genç kadının ruhu bedenine tutunamadı.

Ve dünya, ilk cinayetini doğarken işleyen bir katile kollarını açtı.

O katilin adı, Ediz Çağıran'dı.

Şarkı: Deep, Anathema

Bir bebeğin bakire boğazından akıyor ilk nefes,

Akrep ve yelkovan örüyor zamanı.

Saf ve temiz olduğumu söylüyor o ses.

Oysa duruyorum karşısında,

Annemin rahminden düşerken bulandığım o kanla.


Baba, sen sustuğunda,

Elinde sapı kemikten kanlı bir bayrakla,

Başımdaki haleyi söküp kanatlarımı ateşe veren bir şeytan tanıdım.

O an oldu keskin bıçaklar aynalar,

Gökyüzü ölülerin ayak bastığı topraklar.


Şimdi kulakların,

Mezarı artık dilime uğramayan ölü çığlıkların.

Baba, sen nesin biliyor musun?

Sen iyi falan değilsin.

Sen artık kimseyi yakamayan sönmüş bir cehennemsin.

8 KASIM 2016, SALI

"İlk gördüğümde kahverengi gözlerinin bana bir yaranın kabuk bağlamasını anımsatan küçük bir kız çocuğu tanıdım. Onu parçaladım, onu mahvettim, onu yok ettim; onu korudum, onu kurtardım, onu var ettim. Zihnimi durduramadım. Bir rüzgâr esti. Tavanda asılı loş lamba uğursuz bir ses çıkararak yavaşça sallandı. Gökyüzünü kara bulutlar kapladı, yağmur yağdı. Terk edilmiş bir kasabada geceler kimsesizdi, güneş yok oldu, ay sabah olunca doğdu. Boş bir arazide bir yel değirmeni döndü, döndü, döndü. Sonra sana bir masal anlattım." Yeşil gözler yavaşça aralandı, ortasındaki siyah nokta güneşin cesedi gibiydi. "Ve seni ölüm uykusuna yatırdım."

"Süreniz bitmiştir, kalemlerinizi bırakın."

Zamanı keskin bir bıçak gibi kesen öğretmenin sesi sınıfı doldurduğunda soğuk bakışlarımı ona yönlendirdim ve sınav kağıdıyla ilgilenmeyi bıraksam da elimdeki kalemi bırakmadım. Sınıfta bir uğultu rüzgârı esmeye başladığında arkama yaslanarak kalemi parmaklarımın arasında çevirmeye ve isimlerini bilsem de, hiçbir yakınlığımın olmadığı sınıf arkadaşlarımın bana yabancı gelen heyecanını, telaşını izlemeye başladım.

Bazen bu beden, içinde ölü ruhumu taşıyan bir tabut gibi geliyordu bana; zaman ise bu tabutu omuzlarında mezara taşıyordu.

Kağıdımı alan öğretmen, "Zil çaldıktan sonra bekle Doğa," dediğinde gözü elimde gergin bir şekilde çevirdiğim kalemime dokunsa da hiçbir yorum yapmadan kağıdımı diğer kağıtların üzerine koydu ve öğretmen masasına doğru yürümeye başladı. Belki de sınıfta sınav kağıdını dolu dolu veren nadir öğrencilerden biriydim ama yine de yaptığım işlemlerin doğruluk payının ne olduğunu merak etmiyordum.

Kalemi çevirmeyi bırakıp sertçe sırama koyarak ayağa kalktım ve askıdaki kısa, siyah montumu alarak üzerime geçirdim. Eldivenlerimi cebimden çıkarırken hemen yan tarafımda toplanan sınıf arkadaşlarım çıkışta nerede yemek yiyeceklerini konuşuyorlardı; bir kere bile onlara benim de katılıp katılamayacağımı sormamıştım, onlar da soğuktan kaçan sinekler gibi benden uzak duruyorlardı.

Beremi başıma geçirip uzun, koyu renk saçlarımı düzeltirken zil çalmaya başladı. Öğrenciler birbirleriyle konuşarak sınıftan çıkmaya başladığında yavaş bir şekilde sırt çantamı omuzlarıma taktım ve öğretmen masasına doğru yürümeye başladım.

Kimya öğretmenimiz burnunun kemerine düşürdüğü gözlüğüyle sınav kağıtlarına isimlerin yazılıp yazılmadığını kontrol ederken öğretmen masasının önünde sessiz bir şekilde durdum. Esen rüzgâr yağmur damlalarını sertçe cama çarpıyordu, sınıftaki gürültü kalabalığın arkasından sürüklendiği için sınıfa bir sessizlik hakimdi ve cama çarpan yağmur damlalarının sesini duyabiliyordum.

"Evet," dedi öğretmen arkasına yaslanıp gözlüğünü tam göz hizasına alarak. "Kağıdın yine dolu dolu Doğa. Derslerde ya uyuduğun ya da kitap okuduğun düşünülürse beni her defasında şaşırtıyorsun."

"Çünkü bir şeyi yapıyorsam en iyisini yapmalıyım," dediğimde bir an babam konuşuyormuş gibi hissettim. Bir elimi şakağıma götürüp ovuşturarak tenimin altına veba gibi yayılan düşüncelerini dağıtmak istesem de ifademi bozmadan öğretmenimin gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Öğretmenimin dudaklarında anlayışlı bir gülümseme belirdiğinde, "Baban geldi okula," dediğinde kurduğu cümle düşüncelerimin arasında bir çığ gibi ilerledi. "Senin yanına uğramadığını fark ettim."

Ellerim hiç durmayan, durmadığı gibi hiç yıkmayan bir deprem gibi sürekli titrerdi. Hissettiğim şaşkınlık ve artan gerginliğim bu titremeyi besledi, elimde eldivenler olduğu için memnundum.

"Sınavlarımın nasıl geçtiğini merak etmiştir," dedim ifadesiz bir sesle, oysa okula gelme amacının meraktan ziyade onun eserinin mükemmel olduğunu duymak olduğunu biliyordum. Evet, ben onun kızı değildim; ben onun eseriydim. Ve övüldüğüm sürece değil, sadece o övüldüğü sürece bir önemim vardı.

"Sen çok zeki bir kızsın Doğa," dedi ciddi bir sesle. "Sana bir şeyi sadece bir kere göstermek yeterli, çok çabuk kavrayıp çok çabuk öğreniyorsun. Sınav notların da çok iyi ama okuldaki davranışlarından çoğu öğretmen şikayetçi. Bugün bu durum babana da yansıtıldı."

Yüzümde mimik oynamadı.

"Sınavlarımdan birine girmedin, telafi sınavı yaptım, ona da katılmadın." Derin bir nefes alarak uzun uzun yüzüme baktı, ben de gözlerimi bile kırpmadan bakışlarına karşılık verdim. Ardından gözlüğünü çıkararak topladığı sınav kağıtlarının üzerine koydu ve sandalyesinde öne doğru eğilerek dirseğini masaya yasladı. "Bak kızım, senden büyük iki tane çocuğum var benim ve şu saklandığın kalıbın arkasındaki kişiyi görebiliyorum. Zor bir baban olduğunu bugün onunla konuşurken fark ettim ve sınavıma katılmadığını, telafi sınavına da girmediğini ona söylemedim." Şaşkınlık kapalı bir kapının altındaki boşluktan sızan su gibi tenimin altına yayılmaya başladı. "Yarın seni bir sınav daha yapacağım ve bu konuyu kapatacağım."

Birden kendimi, "Bana acımayın," derken buldum. "Yaptıklarımın sonuçlarıyla baş edebilirim."

Şaşkınlık bir kuyuyu doldurur gibi içimi doldurmaya, boğazıma kadar yükselmeye devam ediyordu: Beni düşünüyordu.

"Acımıyorum," dedi gözlerimin içine bakarak. "Ve evet, yaptıklarının sonuçlarıyla baş edebilirsin. Bu da yaptığın seçimlerin bir sonucu, sınavlarıma girseydin şu an bu konuyu konuşmuyor olurduk."

"Ne yaptı?" diye sordum öfke içimdeki şaşkınlığı bir çamur gibi bulanıklaştırırken.

Sorumu yanıtsız bırakarak, "Gerçekten sana inanmasaydım, babanın yapacağı en iyi şey de, en kötü şey de bu konuşmanın gerçekleşmesini sağlamazdı," dedi.

Ellerimle kısa okul eteğimi sıkıca kavrayarak yumruk yaptım ve zorla yutkundum.

"Onun adına özür dilerim," dedim kendimi çaresiz hissederek.

"Özür dileyecek bir durum yok," dese de babamı tanıyordum. "Bencil bir kız olduğunu düşünmüyorum. Yarın ki sınavı yaparak senin için bir fedakarlık yapacağım, bunu görmezden gelmeyeceğini biliyorum."

İçimin ezildiğini hissettim. "Teşekkür ederim."

"Etme," dedi gülümseyerek. "O sınava katıl. Hadi şimdi daha da geç olmadan evine git. Dışarıda hava kötü."

Hafifçe başımı sallayıp tek omzuma taktığım sırt çantasının kulpunu daha sıkı kavradım ve öğretmenin gözlerinin içine baktıktan sonra sınıfın çıkışına doğru yürümeye başladım. Tam sınıftan çıkacağım sırada durdum ve sınıfın karşısındaki koridora kısa bir süreliğine dalgın bir şekilde baktım. Ardından omzumun üzerinden baktığımda öğretmen beni gözlerinde yumuşak bir ifadeyle izliyordu.

"Teşekkür ederim," dedim boğazım düğüm düğüm. Bu sefer bu teşekkürü eden okul numarası 741 olan Doğa Güngör değildi; bu artık varlığını unutmaya başladığım Doğa'ya aitti.

Yeşil gözleri, ağaçları cayır cayır yanan bir orman gibiydi. Yangının kara çığlığı olan dumanlar, ormanın damarları gibi etrafa yayılan o acı nehirlerinin üzerine örtülemiyor, onları gizleyemiyordu. O nehirler gözlerine kazılan mahşer yolları gibiydi. Ölen bütün duygular yavaş yavaş o yoldan ilerleyerek gözbebeklerindeki o boşluğa saplanacak gibiydi, o boşluk araf gibiydi. Onun teni, gerisinde ölümün kızıl izlerini bırakarak kana bulanan keskin bir bıçak gibiydi; onun parmak izleri ise arasında kelime cesetlerinin dizildiği ecelin satırları gibiydi.

Ediz Çağıran arabasını okulun karanlık köşesine park etmiş, dikkatle okulu izliyordu. Yağmur damlaları arabanın camına çarpıyor, cama tutunan yağmur damlalarının gölgesi üzerine düşüyordu. Okul servisleri gitmiş, okulun bahçesinde tek tük öğrenci kalmıştı ama Doğa Güngör hâlâ okuldan çıkmamıştı.

Ediz Çağıran, artık avını gözüne kestiren bir avcıydı.

Dikkatle izlediği okulun girişine ilk önce genç kızın gölgesi çizildi, ardından kendisi göründüğünde adımlarını yavaşlatmadan hızla merdivenlerden inmeye başladı. Altında kısa bir okul eteği, beyaz gömleği, üzerinde siyah montu, siyah botları ve siyah beresiyle, eldivenleri.... Başını kaldırıp yağan yağmura baktığında gökyüzünü kaplayan şimşek her yeri aydınlattı. Bir an gerçeğin içinde değilmiş gibi hissetti; sadece beş dakika önce burada değildi, beş dakika sonra da burada olmayacaktı. Sanki bütün zaman, bütün mekan, bütün insanlar onun varlığı kadardı; sanki bütün zaman, bütün mekan, bütün varlığı karşısındaki insanın varlığı kadardı. Gerçek değildi, gerçek değillerdi. O an intihar gözüne tüm dünyayı beraberinde yok etmek gibi göründü.

Ediz dikkatle genç kızı izlerken Doğa kulaklıklarını takarak beresini kulaklarına kadar çekti ve yağmurun altında yürümeye başladı. Yağmur çoktan saçlarına tutunmaya, onu ıslatmaya başlamıştı ama genç kız buna aldırmıyordu.

Genç adam yavaşça arabasının kapısını açıp dışarı çıktığında bir eli kapının üzerinde genç kızın arkasından uzunca baktı. Ardından kapıyı kapatarak üzerindeki montun fermuarını gürültüyle çekti ve genç kızı takip etmeye başladı.

Aralarında uzun bir mesafe olmasına özen göstererek attığı her adımda yıkımın kökü toprağın altına yayılıyordu.

Doğa, iyice ıslanan saçlarına aldırmadan otobüs durağına doğru ilerlerken zihninin içinde gürültü cesetleri vardı; boşluk o kadar derindi ki gökyüzü içine devrilse yine de dolmayacakmış gibi hissediyordu. Gözleri, hiç kimsenin uğramadığı bir evin içinde unutulan ayna gibiydi; sadece terk edilmişliğin yansımasını gösteriyordu.

Genç kız otobüs durağında durduğunda ellerini ceplerine yerleştirdi ve otobüsün gelip gelmediğini görmek için yola bakarken parmaklarının ucunda yükselip tekrar tabanlarının üzerine bastı. Ediz Çağıran adımlarını yavaşlatarak otobüs durağına yaklaştığında durağın kalabalık olmasının avantajıyla genç kıza en yakın olacak şekilde çaprazına geçti ve Doğa Güngör'e baktı. Yoldan geçen arabaların farları genç kızın yüzünü dökülürken kulaklığından taşan sesi duyabiliyordu.

Durakta bekleyen birkaç öğrenciden biri Doğa'ya bakarak, "Bak sen, otobüse de binermiş," dediğinde genç adamın gözleri konuşan kızın üzerine kaydı.

Kızın yanındaki arkadaşı onu mahcup bir şekilde dürterken Doğa'nın kulağındaki kulaklığı görünce rahatladı. "Saçmalama, kız hep otobüsle gidip geliyor."

"Hayret," dedi ona gözlerini dikerek bakan kız.

Ediz Çağıran bakışlarını önündeki sabit bir noktaya çevirdiğinde yüzünde hiçbir ifade yoktu.

Otobüs yaklaştığında Doğa tek omzuna astığı çantasını omzundan çıkarmadan önüne doğru aldı ve çantanın içinden çıkardığı cüzdanını açtı. Genç kız otobüs kartını ararken cüzdanında neredeyse hiç para olmadığı genç adamın gözüne çarpan şaşırtıcı bir ayrıntı oldu, ailesinin durumu kötü olmaktan çok uzaktı ama cüzdanında bir para kuraklığı vardı.

Belki de okul gününde harcamıştır, diye düşündü Ediz. Parasız yapabilecek, lüksten uzak kalabilecek bir kıza benzemiyordu.

Genç kız otobüse bindiğinde boş bulduğu bir cam kenarına oturduğunda yanına kimsenin oturmaması için çantasını ve çantasından çıkardığı telefonunu koyduğunda Ediz Çağıran hemen arkasındaki koltuğa oturdu.

Otobüs hareket ettiğinde genç adam gözlerini hemen önünde oturan genç kızdan ayırmıyordu. Sanki zaman bir kum saatinin kırık bölmesine akıyor, etrafa saçılıyordu. Sanki zaman son kez akıyordu, o kum saati ters çevrildiğinde zaman saatleri terk etmiş olacak, kum saatinin içi bomboş olacaktı. 

...

ÖZNUR YILDIRIM

Continue Reading

You'll Also Like

114K 8.4K 87
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
1.3M 52.9K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
724K 48.9K 32
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1M 62.5K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...