Queen of Atlantis || Shawn Me...

Od sherlockedsushi

6.5K 439 480

O, güçlü, duyarlı, yakışıklı ama bir o kadar da alçakgönüllü bir erkekti. Ben ise; onun tüm bu özelliklerini... Viac

QOA~1
TÜRKİYEM❤️
QOA~2
QOA~3
QOA~4
QOA~5
QOA~6
ILLUMINATE WORLD TOUR
YILBAŞI
QOA~8
QOA~9
QOA~10
1. YILIMIZ
QOA~11
QOA~12
QOA~13
HEY

QOA~7

430 34 52
Od sherlockedsushi

🎧Shawn Mendes - Hold On

Çoğu insan yolculuklardan nefret eder. Çünkü onlara göre yolculuk sıkıcı ve keyifsizdir. Ben de onlardan biri olduğum için en azından yanımda Shawn olmasına şükrediyordum.

Ayrıca o çok değerli, uyumasına yardımcı olan yastığı ve oyuncak aslanı Leo yanındaydı. Yani yine de bana kıyasla daha az uyuyordu ama artık İstanbul'dakine göre daha iyi uyuyabiliyordu. Yolculuğumuzun bitmesine yaklaşık dört saat vardı ve Shawn üç saat önce uyumuştu bile.

Yanımda başka birisi olsaydı sıkıldığım gerekçesiyle uyandırırdım ama onu uyurken izlemek her ne kadar tacizci gibi hissettirse de çok eğlenceliydi.

Bir de kendimle onu kıyaslayarak vakit geçirmiştim bu sürede. Mesela o çok yetenekliydi, ben ise bostan korkuluğuydum. O Magcon turundayken, ben en fazla şehri turluyordum. O kendi kanalına kendi şarkılarını yüklerken, ben bana özgü abidik gubidik videolar yüklüyordum. En fenasıysa şu anda onun kendi jetiyle uçuyorken, ben İstanbul'da akbil basıyordum.

Ama görüldüğü gibi farklı yönlere gitmiş iki insan paralel de olsa bir araya gelemeyecek diye bir şey yoktu. Gelince de kötü bir kombinasyon çıkmıyordu.

Solumda kalan camdan dışarıya baktım. Yükseklik korkum yoktu ama çok da haz etmezdim. Telefonumu elimde amaçsızca çevirdim. Uçak modunda olduğu için yapabileceklerim kısıtlıydı ve telefonu havadayken uçak modundan çıkaracak kadar deli değildim.

Böyle bir delilik yapmama nedenim ise; daha önce hiç uçakta böyle atraksiyonlu şeyler denememiş olmamdı.

Önümüzdeki masanın üstünde bulunan bilgisayarımı açmaya karar verince yayıldığım koltukla biraz da olsa dikleşmiştim.

Normal bir insan başka bir ülkeye taşınırken büyük ihtimalle daha farklı davranırdı. Ama artık söylememe gerek yoktu çünkü ben o kategorideki insanlardan değildim.

Bilgisayar açıldığında aklıma taşınmamla alakalı Youtube'a hiçbir açıklama yapmadığım geldi. Instagram ve Snapchat hesabımdan havaalanında çektiğim birkaç fotoğraf paylaşmıştım ama kimse Shawn'la birlikte olduğumu ve taşındığımı bilmiyordu.

Hazel'e de son hafta vicdan azabı çektiğimden dolayı haber vermiştim. Neyse ki bana ve şansıma sövmesi dışında epeyce mutlu olmuştu. Ben ne kadar Shawn'a hayransam o da Cameron'a hayrandı. Hatta olur da Cameron ile görüşme şansı yakalarsam diye, her yıl yeni yaşına girdiğinde ona yazdığı mektupları toplamış ve bana kargoyla göndermişti. Eğer Cam'i görme şansım olursa, ona bu mektupları verecektim.

Mesela Shawn'ın Cameron'a yazdığı şarkıda Shawn'ın sesini ben, şarkının sözlerini Hazel sahipleniyordu. Öyle bir manyaktık biz zaten.

En son attığım video hala konser videosuydu ve üç haftadır video atmadığım göz önüne alınırsa arayı fazla uzatmıştım.

Asıl önemli konuysa nasıl bu yaşananları başkalarına nasıl aktaracağımdı.

Hostesi çağırarak bir kahve istedim. Bu kadar lüks bana sebepsizce fazla gelmişti ve Shawn'ın öğrendiğinde kızacağını bilmesem kıza 'Ay kız sen otur, ben yaparım kahveleri!' diyecektim.

Beş dakika sonra kahvem geldiğinde boş boş bilgisayarın ekranına bakmayı kesmiş ve Shawn'ı uyandırmamaya dikkat ederek teşekkür etmiştim.

Aklımda kırk tane tilki vardı vardı ve kuyrukları birbirlerine değmiyordu. Şaka bir yana her şeyi doğaçlama yapma kararı almıştık. Mesela ev konusunu hiç konuşmamıştık.

Eğer Shawn'a destek olacaksam onun yakınında oturmam gerekiyordu. Herhalde oralardan bir yerden ev kiralardım.

Ayrıca annemlerin haberim olmadan benim için yaptığı birikimlerin de haddi hesabı olmadığını kısa süre önce öğrenmiştim. Hesabımdaki paraları istediğim zaman kullanabileceğimi söylemişlerdi.

Okul konusunda ise kararsızdım. Şu sıralar başımdaki dertler hiç yetmiyormuş gibi bir de meslek kararımı gözden geçiriyordum.

Daha fazla dertlerle uğraşamayacağımı fark ettiğimde Harry Potter: Felsefe Taşı'nı kaçıncı olduğunu bilmesem de izlemeye başladım.

Bulutların arasından geçerken film izlemek çok eğlenceli bir şeydi. Shawn'ın da uyuyacağı tutmuştu ya!

Filmin ortalarına geldiğimde biraz üşümeye başlamıştım. Aslında uyusam çok iyi olacaktı ama ilginçtir ki uyumak istemiyordum.

Sırtımın arkasına sıkıştırdığım küçük örtüyü omuzlarımın üstüne örttüm. Shawn'ın üstünde bir pike olduğu için onu dert etmemiştim. Kafası kopasıca Voldemort'a söverken elime aldığım kurabiyeyi kemirdim.

Beni birkaç günlüğüne uçağın içinde bıraksalar şu anki kilomun en az iki katı olacağıma dair garanti verebilirdim.

Normalde, yeni hayatım için endişelenmem gerekirdi ama ben burada sonunu bildiğim filmde Harry için endişeleniyordum. Bu da benim anaçlığımdı işte.

Ancak oraya adımımı attığımda streslerin kraliçesi olacağımdan adım gibi emindim.

Yanımda bir kıpırtı hissettiğimde refleks olarak sağıma döndüm. Shawn sağa sola kıpırdanıyordu ve hafiften terlemiş gibiydi.

İlk izlenimlerim sonucu kabus gördüğüne karar vermiştim ama uyandırsam mı uyandırmasam mı emin olamıyordum.

Babam bana hep küçükken kabusun sonuna kadar beklememizi, o kişinin kabusuyla yüzleştikten sonra rahatlayacağını söylerdi.

Annemse kabus gören kişiyi fark ettiğimizde uyandırmamız gerektiğini çünkü gerçek hayatta yaşadığı zorluklar yetmiyormuş gibi rüyasında en azından rahat olmasının daha iyi olacağını söylerdi.

Ama şu anda yanımda ne annem ne de babam vardı ve ben çoktan kendi kararlarımı verebilecek kadar yalnız yaşamıştım.

"Shawn," dedim kısık ve kulağa melodi gibi gelen bir sesle. Ellerimi başının yanına koymuş yanaklarını okşuyordum. Bu, insanları rahatlatmalıydı. Onu ne uyandıracaktım, ne de kabusuna müsaade edecektim. İki dakikalığına kabustan kopsa yeter de artardı bile.

"Kabus görüyorsun. Sakin ol." dedim aynı ses tonuyla. Göğsü hızlı hızlı inip kalksa da gözlerini bilinçlice kırpıştırdığında beni duyduğunu anladım.

"Dünya turunda olduğunu hayal et. Ne olursa olsun sevdiğin işi yapıyorsun. Seni çok seven insanlarla tanışıyorsun. Beni bulduğun gibi onlar da seni görmenin büyük bir şans olduğunu düşünüyorlar."

Kimsenin aklına gelmese de kabusu rüyaya çevirmek bu kadar kolaydı işte.

Bay Mendes uykusuna kaldığı yerden sakince devam ederken ben de artık kestirmem gerektiğini anladım. Bilgisayarı kapattım ve koltukta en rahat pozisyonu bulmaya çalıştım.

Yüzüm Shawn'a ve onun masum yüzü bana dönükken uykuya yenik düştüm.

Seni özlemişim eski dostum.

~

"Ece Hanım yolculuğun bitmesine bir saat kaldı. Haber vermemiz için not düşmüşsünüz."

Hostesin sesiyle gözlerimi açtığımda her zamanki gibi ağzımda kötü bir tat hisstemiştim.

"Teşekkür ederim." dedim kısık çıkan sesimle. Ardından genç kadın gittiğinde Shawn'a baktım. Hala uyuması iyiydi ama bir yandan da haklı olarak sinirim bozuluyordu.

İstanbul'da neredeyse bütün gece vampir gibi dolaşıp, uyuyamayan Shawn şimdi kaç saattir uyuyordu!

"Shawn uyan hadi." dedim koluna elimle görünmez şekiller çizerek.

İnsanları nasıl uyandıracağımı bilmediğimden dolayı kısa sürede uyanmasını umut ediyordum.

"Son bir saat." dediğimde gözlerini araladı ve belli belirsiz başıyla onayladı.

Ellerini gözleriyle ovaladıktan sonra el verdiğince gerindiğinde gülmeden edemedim.

Ben ne kadar onun yanında rahatsam, o da benim yanımda o kadar rahattı artık.

Doğallığın arkadaşlığımızı geliştireceğine hemfikirdik zaten.

"Saat kaç Queen?" diye sordu birkaç dakika önce sarıldığı yastığı kenara koyarken.

"İzmir için mi Toronto için mi soruyorsun?" diye soruyla karşılık verdim sorusuna.

Ellerini bilmem dercesine kaldırdığında "İzmir'de saat gece dokuz ve Toronto'da saat öğlen iki." diye cevapladım telefonumdan saatlere baktığımda.

"Seni çetin bir jet-lag bekliyor." dedi sırıtırken.

"Nedenmiş o? Sanki sen farklısın?" dedim bilmişçe.

"Ben artık jet-lag olayına alıştım da ondan." dedi yandan yandan sırıtarak.

"Üstünlük taslamasana ya!" diye çemkirdim. "Sonuçta ben de istediğim her an uyuyabilme yeteneğine sahibim."

Her ne kadar kabullenmek istemesem de regl dönemim yaklaştığı için sağım solum belli olmamaya başlamıştı.

Ben daha kendime yetemezken, Shawn'a nasıl yardım edebilirdim, bilmiyordum ama o öyle düşünüyorsa sıkıntı yoktu benim için.

"Evet, öyle bir yeteneğin olduğunu hepimiz biliyoruz." dedi eliyle onay verdiğinde.

"Azıcık ciddileşelim." dedim boğazımı temizledikten sonra. "Havaalanından görünmeden nasıl çıkmayı planlıyoruz?"

Uçarak, derse kesinlikle Türkleşmiş demektir.

"Bilemiyorum. İlla ki görüleceğiz herhalde. Zaten senin varlığını bir şekilde insanların öğrenmeleri gerekiyor. Havaalanından çıktığımızda da internette paylaşırız." dedi düşünceli bir şekilde.

"Olabilir." dedim sessizce. Aklıma bir şey takılmıştı. "Shawn?"

"Efendim Queen?" Elini çenesine koydu.

"Şimdi biz," Yutkundum. "Arkadaş olduğumuzu, benim senin yaşam koçun olacağımı paylaşacağız ama-"

Shawn cümlemi yarıda kestiğinde dikkatim dağıldı. "Ama başkaları -ki özellikle de benim fanlarım- seninle sevgili olduğumuzu düşünecekler. Bazıları da senden nefret edecek."

'Doğru mu?' dercesine baktığında başımla onayladım.

Tamam, beni sevmeyen insanları biliyordum ve hiç üzüleceğimi düşünmeden bunu belirtiyorlardı. Ayrıca çok görüşemesek de benden iki yaş büyük Youtuber arkadaşım Tolga'yla sevgili olduğumu düşünenler de vardı.

Shawn elini çenesinden çekip diğer elimle sımsıkı tuttuğum elimi avucunun içine alarak, güvenle tuttu.

"Queen, çoğu kişi her şeye ön yargılı yaklaşıyor ve sana da yaklaşacaklarını bildiğini biliyorum. Ama onların nefret yorumlarının sadece birer uydurma olduğunu bilmelisin. Güzelliğine, zarafetine, sevecenliğine, kişiliğine laf etseler ne olacak? Hiçbir kötü yorumun doğru olmadığını bilmiyor musun?"

Shawn'ın bu kadar iyi bir yüreğinin olması ve bu yüreği bana açması harika bir duyguydu. Gelecekteki eşi, dünyanın en şanslı insanı olmalıydı.

"Ben ne Camila ne de Hailee ile çıktım. İkisi de arkadaşım ama çoğu kişi ikisinden biriyle aramda bir şeyler olduğunu düşünüyor. Ve onlardan nefret edenler de onları sevenler de çok fazla. Ne olursa olsun biz birbirimizin yanında olacağımız için endişelenme."

"Peki." dedim. İçim biraz olsun rahatlamıştı. "Aslında kendi çapımda alışkınım ama senin çapında daha da endişe verici geliyor. Hepsi bu."

İnişe yirmi dakika kadar kalmıştı ve yol boyunca hissetmediğim gerilim şimdi, sınav sonunda akla gelen sallama yöntemleri gibi beynimde şimşek çaktırıyordu.

"Queen peki fanlarının arasında arkadaşınla senin çıktığını düşünenler var mı?" Shawn az önce hostesin getirdiği kahvesini içiyordu.

"Evet." dedim yanaklarımı şişirerek.

"Anlatmak ister misin?"

"Arkadaşımın adı Tolga ve Ankara'da yaşıyor. Benden iki yaş büyük bu yüzden de üniversiteli. Youtube'tan tanışıyoruz zaten. Çok fazla görüşemiyoruz, o İstanbul'a geldiğinde videolar falan çekiyorduk ve kanallarımızda paylaşıyorduk. Hatta evimde bile kalmıştı. Çok iyi birisi ve cidden çok iyi iki arkadaşız. Halbuki onun takipçilerinin çoğu bizim çıktığımızı düşündüğü için aralarında beni çok sevenler ve benden nefret edenler var. Aynısı Tolga için de geçerli."

"Kim olurlarsa olsunlar, bu bizim hayatımız. Bir gün her şey harika gelişirse ikimiz de hayallerine ulaşmış iki kişi olacağız. İyi bir kariyerimiz olacak, iyi kişilerle evleneceğiz, ikimizin de tatlılık abidesi çocukları olacak ve çocuklarımızın çocuklarını görme şansına sahip olacağız. Ve herkes umarım bir gün başkalarının kararlarına saygıyla yaklaşıp düşüncelerini insanları kırmayarak söylemeyi öğrenir." dedi Shawn karşılık olarak.

"Ayrıca," diye ekledi hızlıca. "Tolga, salonda mı kalmıştı? Yanlış anlama, sadece merak ettim."

Ne kadar masum göründüğünün farkında bile değildi ve de kötü bir amaçla söylemediğini herhalde biliyordum.

"Aslında onu videoları çektiğim odaya postalamıştım. Çünkü yanında şişme yatak getirmişti ve o odayı çok seviyor." Hatırlayınca gülümsedim. Tolga'ya da haber vermemiştim. Gerçi üstümde o kadar da yük olarak hissetmiyordum bunu.

Shawn da gülümsedi.

Pilot konuştuğunda sessizleştik ve talimatları dinledik.

İnişe geçiyorduk.

~

"Shawn, burası çok ama çok kalabalık." Kapıdan geçerken isyan ediyordum.

Daha Toronto havası alamadan isyan eden kişinin bir Türk olmamasına şaşmamalıydı. "İstanbul da öyle." dedi Shawn yanımda alayla bakarken. Yüzümü buruşturduğumda sadece sırıtmakla yetindi.

Güvenliklerin ortasında kısılıp kalmış gibi hissediyordum. Acaba, Shawn da ilk defa böyle bir durumla karşılaşınca benim gibi tepki vermiş miydi?

Bazı fanların bize dönüp merakla bakmaya başladığını ve telefonlarına fotoğrafımızı çekmek için sarıldıklarını görünce gerildim.

Hatta sadece fanlar bile değildi, Shawn'ı tanıyan herkes fotoğraf çekmeye çalışıyordu.

Kızlar fotoğraf çektirmek isteyince bir güvenlikle beraber Shawn'dan biraz uzaklaştım.

Yaklaşık on dakika sonra Shawn'la birlikte tekrardan yürüyorduk.

"Queen daha fazla gerilmene gerek yok. Kendini yiyiyorsun şu anda." Shawn aramızdaki boy farkı yüzünden hafifçe başını eğmişti.

"Çok yardımcı olduğunu söylemeliyim." Gözlerimi devirdim.

Yok oradan yok buradan döndük derken sonunda çıkışa ulaşabildik.

Sürücünün içinden çıktığı arabaya Shawn'la ben binerken arkadaki arabaya güvenlikler ve sürücü bavulları yerleştiriyordu.

Kemerimi bağlayabildiğimde derin bir oh çektim.

"Daha iyi misin?" Shawn tatmin edici bir gülümsemeyle bakıyordu. "Evet, kesinlikle ama şimdi aklıma başka dertler gelmeye başladı. Normal değilim, değil mi?" Tek solukta konuştuğumda kahkaha attı.

Bazen nefes alıp verirken konuşmayı beceremiyordum, ne yani? "Hayır, hayatımda tanıştığım en sıradışı insansın."

Dudak büzdüm. Bana bilmediğim bir şey söyle Shawn!

"Ev konusunu dert ediyorsan, şimdi onu halledeceğiz ve ardından seni ailemle tanıştırmak istiyorum. Akşam yemeğini orada yeriz. Olur mu?" Shawn yolda dikkatlice ilerlemeye başlamıştı.

Shawn'ın ailesiyle tanışacağım için anlatılamayacak derecede mutlu olmuştum. "Olur." dedim sesimi bebek gibi çıkararak.

Haber vermek için annemle babamı aradığımda onları şimdiden özlediğimi fark ettim. Ama İstanbul'da yalnızlığa alışmıştım, burada da alışacaktım. Hatta tam olarak yalnız bile değildim. Yanımda Shawn vardı.

Shawn'dan

Yolculukta çok iyi bir uyku çekmiştim. Her ne kadar kabus görsem de anlaşılamaz bir biçimde Queen beni sakinleştirmişti.

Queen'i çok iyi anladığımı ve de onun beni çok iyi anladığını yeni yeni kavramaya başlamıştım. Şu anda mutluydu, üzgündü, heyecanlıydı ve kafası az da olsa karışıktı.

Ve hepsinin nedenini say deseler, teker teker, üşenmeden sayardım.

Queen'e böyle zor bir şey teklif etsem de onunla aramızda bir bağlantı olduğunu hissediyordum. Ne olduğunu bilmesem de o bir hayrandan fazlaydı.

Yanımda, yanımda olacak olan kız, ailesiyle konuşurkenki cıvıl cıvıl sesiyle ortamı ferahlatıyordu sanki.

Birkaç dakika sonra eli kulağının arkasındaki dövmeye gidince tebessümümü bastıramadım. Bir gözüm yolda, bir gözüm Queen'deydi.

Şu ana kadar benimle aynı fikrin sahibi olarak böyle bir dövme yaptıran tanıdığım tek insan oydu. Ki ilk başta ben yaptırdıktan sonra hoşuna gittiği için yaptırdığını zannetsem de onun dövmesi benimkinden eskiydi.

Acaba yapacağım sürprizi nasıl karşılayacak diye düşündüm, binlerce düşüncemin arasından sıyrılarak.

Şu ana kadar ailemle birlikte yaşamıştım ancak uzun zamandır aklımda dönüp duran "Ne zaman ayrı bir eve çıksam acaba?" sorusu bana artık bu zamanın gelip çattığını söylüyordu.

Geçen günlerde annem ve babamla bu konu hakkında konuştuğumda her zamanki gibi beni desteklediler ama Aaliyah baya üzülmüştü.

Onu üzmek hayatımda yapıp yapabileceğim en boktan şeyler sırasında bir numaraydı fakat bazen insanlar değişimlere ihtiyaç duyardı.

Ama kendi yaptığım muffinlerin olduğu tepsiyle birlikte odasına girdiğimde yakın bir yere taşınmak istediğimi söylemiştim. Böylece şu anda ortada bir sıkıntı görünmüyordu.

Annem emlak işleriyle uğraştığı için de halledivermişti istediğim şeyleri.

Varacağımız yere az kalınca küçük çocuklar gibi heyecanım arttı.

Queen hala ailesiyle konuşuyordu. Türkçe öğrenmeyi kafama koymuştum ama daha böyle bir girişimde bulunmamıştım. Kulağa çok hoş geliyordu ve bildiğim kadarıyla da zengin bir dildi.

Bugün çok güzel bir gündü.

Ve ne olursa olsun, hafızamı kaybetsem bile, hatırlayacağım bir gün olarak kalacaktı.

Ece'den

"Ben de sizi çok seviyorum babacığım, merak etmeyin beni. Her şey rayına oturduğunda daha da rahatlamış olacağım. Kendinize dikkat edin, herhangi bir şey olursa da lütfen beni haberdar edin. Öpüyorum." Yüzümdeki yarım yamalak sırıtışla telefonu kapadım.

Derin bir nefes vererek Shawn'a baktığımda gözlerinin içinin parladığını hemen fark ettim.

Fan demiyorlar sonuçta!

Her ne kadar 'Hayır Queen, sen artık benim fanım değil, arkadaşım ve yaşam koçumsun' adlı nutuk dinlemek zorunda kalmış olsam da tınlamayacağımı bilmesi gerekirdi.

Türk olmanın en has beşinci kuralı: İşinize gelmiyorsa, tınlamayın.

"Ne oldu Mendes? Yüzünde güller açıyor." dedim yandan yandan bakmayı ihmal etmeyerek.

"Yok bir şey, görürsün." Yanağının iç tarafını ısırdı.

Omuz silktim, zorlamaya gerek yoktu.

Radyonun sesini açtım ve Close'un ritmini duyunca izdivaç programının vakti gelmiş teyze gibi sevindim. Nick'in sesi çok güzeldi.

Şarkıya eşlik ederken saçma salak şekilde el kol hareketleri yapıyordum. Neyse ki sesim kötü değildi.

Ergenlik anılarımı hatırlayınca titredim. O çıkardığım böğürtüler de neydi be!

"Close o-o-oh, oh so close o-o-oh, I want you close o-o-oh!"

Tam da tahmin ettiğim üzere Shawn da saçma sapan hareketlerle bana eşlik etti.

Her nakarat kısmında birbirimize yaklaşıp uzaklaşıyorduk. Her ne kadar komik göründüğünü bilsem de bu o kasar huzur verici ve eğlenceliydi ki; başkalarını çok da önemsemiyordunuz bir yerden sonra.

Şarkı bittiğinde ikimiz de kahkahalarla gülmeye başladık. Ardından Shawn sakin bir sokakta bulunan bir evin garaj kapısının önüne arabayı park etti. Şu anda ne yapacağımızı tam olarak bilemiyordum ama benim için ev bakmaya gelmiş olabilirdik.

İyi de çok iyi göremesem de, bu ev biraz fazla büyük gözükmüyor muydu?

Kemerimi sökerken Shawn çoktan kendi kemerini sökmüş, telefonunu ve arabanın kartını almıştı.

Giydiğim kot pantolonun üstüne geçirdiğim mürdüm rengi tişörtüm ve beyaz ayakkabılarımla dışarıdan nasıl göründüğümü düşünerek geçirdim birkaç saniyemi.

O kadar da kötü olduğunu zannetmiyordum gerçi.

Arabadan indiğimde rahatça gerindim. Her tarafım tutulmuştu ve buranın havası biraz daha değişikti İzmir'den.

Nasıl İstanbul'unki İzmir'inkinden değişikse Toronto'nunki de öyleydi.

Arkama baktığımda şoförün sürdüğü arabanın tam arkamıza park edilmiş olduğunu gördüm.

Shawnie'nin yanına doğru ilerlediğimde o da beni bekliyordu. "Shawnie?" dedim soran gözlerle.

Şimdi bir şey dermişim, tersi çıkarmış, göt gibi kalırmışım.

Allah korusun.

"Gel bakalım." dedi elini tutmam için uzattı. Eh, garipsedim ama tabiki de elini tuttum.

Dış cephesi koyu yeşil olan evin önünde küçük bir bahçe vardı, ağaçların en güzel renkleriyle bezenmiş çitler arsayı, sokaktan ayırıyordu.

İki katlı evin asıl girişi, garajın paralelinde, solda kalıyordu. Kenardan ilerleyerek, ön bahçenin üstünden geçmemeye çalıştık.

Üç kısa merdiveni çıktıktan sonra evin kapısının önüne geldiğimizde kapının renginin bile zevkime uygun olduğunu gördüm.

Bu işin içinde bir şey vardı ve altından Shawn çıkacak gibi geliyordu.

Daha beni ne kadar şaşırtabilirdi ki?

Shawn elini cebine götürdükten sonra anahtarları çıkardı ve hem üstten hem de alttan kilitlenmiş olan kapıyı açmam için bana uzattı.

"Ben mi açayım?" diye sorduğumda "Böyle daha unutulmaz olur." diye cevap verdi gülümseyerek.

Omuz silktim ve ilk önce üstten sonra da alttan kilitlenmiş kapının kilidini açtım.

Derin bir nefes alarak kapıyı ittirdiğimde daha evin girişini görmem bile üstümde şok etkisi yaratmıştı.

Girişteki fil dişi renginde olan holün duvarlarında ailemle, Shawn'la, Hazel'le, Mustafa amcayla, hatta ve hatta Hamdiye teyzeyle çekilmiş olan fotoğraflarım zarif çerçevelerle birlikte asılıydı.

Elimi şaşkınlıktan ağzıma götürdüm ve mutluluktan gözlerim doldu.

Shawn, ailemin haberi olmasaydı bu fotoğrafları bulamazdı. Onlar zaten sürprizi benden önce de biliyordu.

Hayatımda alıp alabileceğim sürprizlerin en büyüklerindendi bu ev ve içindekiler. Çünkü Shawn beğenmişti bu evi, Shawn toplamıştı onca fotoğrafı...

Holün tam karşısındaki oda, salondu. Sağ tarafta uzanan koridorda mutfak, iki misafir odası ve bir banyo vardı. Evin ne kadar büyük olduğu konusuna girmeyecektim, seçilmiş renkler ve mekan tam hayalimdeki evle birebi uyuşuyordu.

Mutfakta fuşya, gri ve meşe rengi kullanılmıştı ve burada pişirebileceğim yemekleri hayal edince bu kadar duygunun arasından hafiften bir açlık hissettim.

İki misafir odası İstanbul'daki evimin salonunun renklerindeydi. Turuncu ve mavinin tonları çok güzeldi.

Holün solundaysa bir merdiven uzanıyordu, mutluluktan ve şaşkınlıktan nutkum tutulmuşken, Shawn elini belime koydu.

Merdivenden çıktığımda soldaki ilk odanın çekim yapmam için hazırlanmış olduğunu gördüm. O odada neredeyse her renk vardı. Onun yanındaysa bir hobi odası vardı.

İçinde en iyi ve en güzel gitarları görünce daha nasıl mutluluğum artabilecekse sanki sevinçten çıldırdım. Ayrıca, bir piyano, iki keman ve bir bateri odada çeşitli yerlere konulmuştu. Balkonunu görünce de bir ara orada bisiklet sürmeye karar verdim.

Şaka gibiydi.

Bu iki odanın karşısındaki tek kapıyı açtığımda geriledim, Shawn da benimle gerilemek durumunda kaldı.

Bu kadar iyilik fazla gelmişti. Bir insan bu kadar iyi olamazdı.

Hafifçe başımı kaldırdım. "Sen melek misin Mendes? Nasıl her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünebilir ki bir insan? Neden hiç tanımadığı bir kızın hayatını bu kadar iyi bir şekilde değiştirebilir, kız ona hiçbir yardımının dokunmayacağını bilmesine rağmen..."

Sevinç gözyaşlarımın yanaklarımın üzerinde parladığından emindim.

"Queen, kendine haksızlık etme. Bil ki şu ana kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım her iyi şeyi hak ediyorsun. Ama sana karşı kötü bir şey yaparsam-" kalbini gösterdi, "burada adamlık yok demektir."

Beni kollarının arasına aldı. "Daha reşit değiliz ve sen sorumluluk alarak beni kırmamak için başka bir ülkeye taşınıyor, ailenden ve çevrenden uzak kalıyorsun. Ve pişmanlık hissetmediğini de biliyorum. Bilemiyorum, birbirimizi anlamaya başladık, birbirimizin ne yapacağını ya da neler düşündüğünü az çok kestirebiliyoruz. Sadece 'yaşam koçu'nun ne olduğuna karşı bakış açılarımız farklı. Sen bir iş, bir görev olarak görüyorsun ama bu benim için farklı. Birisine ihtiyacım olduğunda onun sen olacağını fark etmiştim zaten ben. Benim kastım buydu."

Onu başımla onayladım.

Yeni odama göz attığımda, kocaman bir yatağın kapının karşısında ve iki yanında da büyük camların olduğunu gördüm. Sol duvarda bir gömme dolap vardı. Aynı İzmir'deki ve İstanbul'dakindeki gibi. Yanında banyo olduğunu tahmin ettiğim bir kapı vardı. Sağ duvarda hayatımda gördüğüm en yaratıcı şeyi buldum. Duvara Shawn'ın el yazısı olduğunu anlamamın uzun sürmediği sözler yazılmıştı.

Ancak bunlar normal sözlerden değillerdi. Bunlar Shawn'ın şarkılarının en sevdiğim kısımları olan sözlerdi. Bazı farklı cümleler ve sözcükler gördüğümde, yeni albümden birkaç ipucu aldığımı fark ettim.

'I don't know what you're going through but there's so much life ahead of you"

"Do I ever cross your mind?"

"Will you die or let it grow?"

"I wanna love you with the lights on"

"I'm losing my patience"

"I'm just tryna be honest."

"Please have mercy on my heart"

"She takes the long way home"

"Don't be a fool"

"I won't keep on saying those three empty words"

"Promise, I'll never let you down"

"So baby, please no promises"

"Like this"

"But at the end of the day, you know, you're the same person and where your heart is, that doesn't change"

Yazıları okurken gülümsememi engelleyememiştim. "Çok güzeller!"

Duvarın önündeki iki koltuğa baktım. Biri bordo diğeriyse krem rengiydi.

Kapının yanında, sağdaysa özel bir çalışma masası vardı.

Siyah, beyaz, bordo ve krem rengi çok güzel kullanılmıştı.

"Teşekkür ederim Shawn, hem de çok." dedim minnet duyduğumu belirten bir ses tonuyla.

Aşağı indiğimizde bodrum kata giden merdivenlerden indim bu seferde.

Burasının duvarları açık maviydi. İki oda bulunuyordu burada.

Soldaki odaya girdiğimde ne olduğunu algılamam biraz uzun sürmüştü.

Yeni evimde sinema salonu var, a dostlar!

Diğer odaya girdiğimde çamaşı ve kurutma makinesinin yan yana, ütü masası ve birkaç zımbırtının yerleştirilmiş olduğunu gördüm.

Yukarı çıktık ve Shawn salona doğru belirlediğim rotamı değiştirerek beni garajın içine götürdü.

Garajın kapısını açtığımızda içinde asker yeşili renginde bir elektrikli araba gördüm.

"Shawn, sen ciddi misin?" dedim kekeleyerek. Çocuk en iyileri olsun diye bütün parasını harcamış gibiydi.

"Burada elektrikli araba kullanmak için bir hafta öğrenim yeterli olabiliyor. Ayrıca çok basit bir yapısı var. Aslında iki kişilik olanlardan almayı düşünmüştüm ama sonra ailen geldiğinde onları gezdirmek istersen diye üç kişilik buldum. Umarım beğenirsin." Shawn ellerini masumca salladı konuşurken.

"Umarsın mı beğenirim? Bayıldım! Farkında mısın? Hala inanamıyorum!" Üzerine kırmızı bir fiyonk yerleştirilen arabaya baktım. Artık benimdi.

Ben sevinç dansları yaparken salona gittik.

Bu evin her yerini sevmiştim.

Krem, lacivert koltuk takımının üstünde, el yapımı gibi duran bir örtü vardı. Üstünde renkli kocaman çiçek desenleri çok tatlı gözüküyordu. Karşıdaki kocaman televizyonun yanlarına, milli bitkimizin yeni versiyonu konulmuştu.

Kapı girişinin soluna gösterişli bir yemek masası ve bar konulmuştu, iki merdiven inildiğinde ise koltuklara ulaşılıyordu.

Koltukların arkasında kocaman bir kitaplık vardı ve önünde küçüklüğümden beri istediğim ahşap, sallanan sandalye bulunuyordu.

Ama en güzeli ise camdan bir duvar olmasıydı. Kapısından geçtiğimde arka bahçedeki ağaçları, çardağı ve küçücük süs göletini gördüğümde mutluluktan nefes alamaz hale gelmiştim.

En köşede bir bisiklet vardı.

Gerçekliğe dönerken Shawn sol taraftaki bahçeli evi gösterdi. Ev benim yeni evime çok benziyordu, sadece cephesi sütlü kahve rengindeydi.

"Komşunun kim olduğunu öğrenmek ister misin?" Shawnie heyecanlı bir sesle konuştu.

"Evet!" dedim merakıma yenik düşerek. "Hadi söyle!"

"Komşun karşında duruyor!" dedi. Mutluluğu, gülerken kısılan gözlerinden okunuyordu.

"Bu inanılmaz! Harika bir şey! Çok ama çok ama çok teşekkür ederim Shawn. Her şey için!" Kalbim kan yerine duygu pompalıyordu sanki.

"Evet, bu inanılır gibi bir şey! Hem de harika bir şey! Artık sırrı herkese söylemenin vakti gelmedi mi sence?"

Shawn'ın son cümlesini onayladığımda bahçemde gülümseyerek fotoğraf çekildik.

Hesaplarımızdan aynı anda her şeyi paylaştığımızda yüreğimdeki ağırlığın ne olduğunu anladım.

Sır saklamak bana göre değildi.

Ve bugün çok güzel bir gündü, ben böyle hatırlayacaktım.

Hafızamı kaybetsem, yine de bu günü unutmazdım.

~

"Aman Tanrım! Ece ne kadar da güzelsin!" Karen Hanım kapıyı açtığında beni meraklı ve sıcak gözlerle süzdü.

Bavulları eve getirmiştik ve içinden giyebileceğim en kolay şeyleri kombin yapmıştım Shawn'ın yardımıyla.

Kalın omuz askıları olan bordo bir elbise giymiştim. Aşırı derece az bir makyaj yaparak, küpelerimi takmış, krem topuklu ayakkabılarımı giymiştim.

Nazikçe gülümseyerek "Teşekkür ederim, efendim. O sizin güzelliğiniz."

Muhteşem bir görünümü vardı kadının zaten, doğruları söylemiştim.

Arkasından Manny Beyamcacığım da çıkageldiğinde "Karen, Tanrım şunlara bak. Ne kadar da ponçikler!" diye bağırdı ellerini yanaklarına götürerek.

Zaten ben Manny Beyamcacığımı hep bana benzetiyordum, yanılmış olduğumu da zannetmiyordum.

Sadece sanırım bizi bir çift zannetmiş olabilirdi. Sonra anlardı arkadaş olduğumuzu.

Aralarından Aaliyah geldiğinde "Queen, sen çok tatlıymışsın! Neredeyse bütün videolarını izledim, altyazı koyduğun için teşekkürler. Ah, seninle Musical.ly yapabilir miyiz?"

"Tabiki!" dedim sevecen bir sesle. Ben Aaliyah'ın yaşındayken burnumu karıştırıyordum daha ama yeni jenerasyon baya bizim eksiklerimizi kapatmıştı belli ki.

"Ne demiştim canım kardeşim, Ece değil miydi Queen'in adı?" Shawn'ın saçma cümlesinden sonra istemsizce kıkırdadım.

Kapıdan içeri girerken ayakkabılarımı çıkarmaya kalktım ama "Daha yeni temizledim evi, bugün özel bir gün. Ayakkabılarla gelin çocuklar." dedi ikimize de.

~

Günlük,

Normalde şu yaşıma geldim, bir kere seni diğer kızlar gibi düzgün bir yazıyla, bir düzenle tutamadım. Tutmayacağım da! Şu yaşıma gelmişim, her akşam seninle uğraşamam ben. Ama bugün hayatımın en farklı günlerinden biriydi. Neredeyse bütün duyguları bir anda yaşadım ama 'pişmanlık' diye bir duyguyu hatırlayamadı kalbim. İyi ki de hatırlamadı, hatırlamayacak galiba da. Shawn'ın ailesi mükemmel bir aile örneği, benimkilere benziyorlar. Hepsi herhangi bir sorun yaşarsam ya da sıkılırsam onlara haber vermemi söyledi. Shawn yanımdaki evde kalıyor artık ben de salonda televizyonun karşısında oturuyorum. Türk kanalları yok ama izlemiyordum zaten, yine de farklı geliyor insana. Uyku düzenimi ayarlamak biraz zor geliyor, çok uykum var mesela ama seni yazdıktan sonra uyumaya gidebilirim ancak. Şans mı kader mi bilemiyorum ama hayat yüzüme gülüyor bu aralar, devam etsin zaten. Herkese gülsün ama beni bu kadar mutlu eden çocuğa daha da gülsün. Nasıl olsa günün sonunda, aynı kişi olduğumu ve kalbimin nerede olursa olsun değişmediğini biliyorum.

O çocuk öğretti bana...

~

Merhabalar!
Öncelikle uzun süredir bölüm atmıyordum, yazdıklarımın çok kötü olduğu düşüncesiyle sizlerle paylaşmaktan korkuyordum diyebilirim. Ancak nihayetinde bir bölümü daha bitirdim ve sonuç olarak bu bölüm yazdıklarım arasında en beğendiklerimdendi. Sizleri de çok özlediğimi belirtmeliyim.

Ayrıca 1K'ya çok az kalmışız ve sanırım bu bölümle de geçmiş olacağız! Şu ana kadar yanımda olan ve destekleyen herkese sonsuz teşekkürlerimle.

Shawn'lı günler...

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

293K 27.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
58.2K 2.7K 24
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
52.2K 2.3K 14
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
194K 18.5K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin