İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.4M 905K 566K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

İP_12 | "KUZEN"

423K 17.8K 9.7K
By ElisyaRoyal


🌬Bugün ilk defa 'Genç Kurgu' kategorisine sayısal olarak girdik. Artık bizim kitabımızda sıralamanın içinde!  Çok mutlu oldum.

İnanılmaz keyiflendiğim için ve elbette sayenizde olduğu için size bir bölüm sürprizi yapayım dedim. Bu iyi ki varsınız, hep benimle olun bölümü.

Umarım bölümü seversiniz, yorumlarınızı hevesle beklediğimi unutmayın! ♥

Lütfen gizli okur olarak kalmayın, yıldıza basıp okurken satır arası yorumlar yaparak okuyun 🙏❤

Keyifle okuyun, Küçük Avcılarım!

Bölüme ❄

12. BÖLÜM | KUZEN

🍁

Işık kaybolduğunda gölgeler de gider, işte o zaman sonsuz bir karanlık her şeyi yutar.

Küçük yaşlarda edindiğimiz fobiler en büyük zayıflığımızdır, onlardan kimseye bahsetme hatasına düşme.

Bunu günlüğüme not ettiğimde orta son sınıf öğrencisiydim, belki on dört yaşıma gireli çok olmamıştı. Sınıf öğretmenimiz fobilerimizin ne olduğunu öğrenmek için bizi tek tek ayağa kaldırıyordu, sıra bana geldiğinde sınıf arkadaşlarımın acımasız olabileceklerini hiç düşünmeden en büyük korkumu herkesin içinde açıkladım.

Tıptaki terimiyle Niktofobi adı verilen ileri düzeyde karanlık fobisi.

Bu fobinin ileri düzeyi yoğun anksiyete krizine ve depresyona sebep olabilecek gece veya karanlık korkusuydu. Karanlıkta kaldığımda korkum tetikleniyor, kontrolü kaybediyormuş hissinin peşinden ellerim, ardından tüm vücudum titremeye başlarken nefesim daralmaya toprağın içine canlı canlı gömülmüşüm gibi boğulma hissine yakalanıyordum.

Böyle çok ciddi belirtileri olmasına rağmen, sınıf arkadaşlarım beden eğitimi dersinde beni üzerimizi değiştirdiğimiz karanlık odanın içindeki dolaba itip şakalaşmak niyetiyle kilitlediğinde anksiyete krizine girmiştim; nefessiz kalıp öleceğimi sanmıştım. O an ağlaya ağlaya boğazım yırtılacak kadar çok bağırdığımı, çağırdığımı ama uzun süre hiç sonuç alamadığımı hatırlıyorum.

Bir dolabın içinde kilitli kalsanız burnunuza belki ahşap belki içinde olan şeylerin kokusu dolardı, ben boğucu toprak kokusunu aldım. Bir dolabın içinde kilitli kalsanız kendi yaşınızdaki biri gibi korkardınız, ben ise bir anda on dört yaşımdan yedi yaşıma dönmüştüm; çığlıklar atıyordum, çocukluğum o dolabın içinde haykıra haykıra ağlıyordu.

Ne zaman karanlıkta kalsam ben hep o çaresiz, korkak küçük kıza dönüşüyorum, hâlâ.

Neyseki öğretmenimiz Serkay'ı top alması için içeri yollamıştı da, ders başladıktan bir saat sonra kapının önünden geçen Serkay sesimi, hayır yardım çığlıklarımı duyup beni düşüncesizce kilitlendiğim dolaptan çıkarmıştı.

İşte o an, Serkay benim kurtarıcım olmuştu.

Annem benim hakkımı savunmak şöyle dursun, beni içeri iten birkaç arkadaşımın babaları Ahmet Amca ile -Ahmet Amca Tuncay'ın babası olur- ortak iş yaptıkları için ve sınıf arkadaşlarıma ceza verilirse Ahmet Amcanın işi zarar görebilir düşüncesiyle beni sindirip onlarla anlaşma yoluna gitmemi istemişti.

Bana, "Lavin, üvey kızı olmana rağmen sana iyi davranan Ahmet'in işini bozmayı sen de istemezsin, değil mi kızım?" diyerek baskı yapmıştı.

Ahmet amca bana karşı her zaman sevecen ve iyi olmuştu. Mecburen kabul etmek zorunda kalmıştım.

Serkay nakil öğrenciydi, İzmir'e Artvin'den gelmişti. Sınıfa geleli birkaç ay olmasına rağmen bu olay dışında onunla daha önce hiç konuşmamıştım, ilgimi biraz bile çekmemişti. Genel olarak sınıf arkadaşlarımı umursamazdım, çünkü büyüklenmeleri, zayıflıkları ve zırvalıklarına karşı tahammülü olmayan biriydim. Bu olaydan sonra Serkay'ı tanımıştım, beni o dolaptan çıkarır çıkarmaz su verip kendime getirmeye çalışmış sonra öğretmenlerimize haber vermişti.

Her şey olup bittiğinde teşekkür etmek için yanına gidip konuşma başlatan ben olmuştum, konu bir anda benim karanlık fobime geldiğinde öğretmene söylerken duyduğunu, bağırdığım sırada aklına geldiğini söyledi. Fobimi hatırlamasına şaşırmıştım, bunu beklemiyordum; çünkü ben onun fobisinin ne olduğunu şu an bile anımsamıyordum. Ve bir şekilde aramızda konuşma uzadı, zaman içinde de yakınlaşmıştık. Hatta aynı sırada oturmaya, öğlen yemeklerini beraber yemeye başlarken aramızda iki yakın arkadaşın bağı oluşmuştu.

O bana bir bebek hediye etmişti bende ona Tuncay'ın arabalarından birini.

Yıllar sonra yeniden bir aradaydık; bu yılların içinde neler yaptığını, nelerin değiştiğini çok merak ediyorum.

Mesela hangi bölümü okuyordu?

Mezun programının yapıldığı ana salona ilerlerken, "Onu mu düşünüyorsun?" diye sordu Edim, soğuk sesi buzdan yayılan buhar gibi düşüncelerimin arasına soğukça yayıldı.

Bakışlarımı ona çevirdim, "Alakası yok," dedim ama sesimden akan duygular, Edim'in bile ayrımına varacağı kadar yoğundu, kontrol edememiştim.

Mezun programının yapıldığı odaya ilerlerken, Edim ilk defa siyah bakışlarını bana çevirip, "Serkay'ı benden korumak istiyor gibisin," dedi, sesindeki kızgınlığa anlam veremedim. "Senin için bu kadar mı değerli?"

Homurdanmamak için kendimi zor tutarken, durdum haliyle Edim'de durdu. "Niye ilgileniyorsun?" diye sordum, sesimde ucu alev almış bir kibritin cızırtısı vardı. "Benim için ne olduğu seni neden ilgilendirsin ki?"

Bakışları yandı. "Umrumda bile değilsiniz, kızım," diye kızdı, evet gereksizce kızgındı. Zaten bana ne zaman kızım dese, kızgın olduğunu ordan bile anlayabilirim. Dengesiz. "Bir şekilde seni tanıyacak olursa eğer, tüm plan değişir. Anladın mı? İşte bu yüzden siz ikinizin planımı berbat edebilirsiniz ihtimaliyle ilgileniyorum ben, sizinle değil."

"Ona kim olduğumu hatırlatmaya niyetim yok," dedim. "Hevesim de."

Edim bana alaycı bir bakış attı. "Onun arkasından nasıl baktığını gördüm; büyük bir istekle dönüp sana bakmasını, seni hatırlamasını bekledin; o arkasına bakmadığı için yüzündeki hayal kırıklığıysa fark edilmeyecek kadar hafif değildi," dediğinde, an an içimden geçenleri, bakışlarıma yüklediğim anlamların karmaşık kodlarını çözmesini hiç beklemiyordum. "Kurtarılmayı mı bekliyorsun, onun tarafından? Niye o, niye onun seni kurtarabileceğini düşünüyorsun?"

Çünkü Serkay Ilgaz bunu bir kez yapmıştı.

Yutkundum. Benim bile anlamını çözemediğim bilinçaltımdaki tüm o gizli düşünceleri, itiraf edemediğim kurtarılma isteğini o nasıl aniden ve hızlı çözmüştü anlamıyorum. Bu yüzden hâlâ kurtarılmayı gizliden de olsa arzulamak aptalcaydı belki.

Yorgunca iç çekip, "Kurtarılmak ve kurtarılmayı beklemek imkânsız biliyorum," dedim, hırçın mavi bakışlarıma ağır ağır çöken derin ve kederli umutsuzluğu görmesine izin verdim. Bıkkın bir tonlamada yavaşça ekledim. "Rahat bırakacak mısın artık beni?"

Edim bir an öylece baktı ama beni sıkıştırmanın gereksiz olduğunu anlamış gibi tek bir söz etmeden önüne dönüp yürümeye devam edince, benim adımlarımda onun adımlarına uyarak harekete geçti. Mezun programının yapıldığı ana salona girdik ekran kapanmış ve öğrenciler ayaklanmıştı. Demek şu mezun programı sona ermişti, bu iyiydi biraz daha katlanabileceğimi hiç sanmıyordum.

Öğretim görevlileri salondan çıkıp ortamı öğrencilere bırakınca bizi partiye davet eden Çağrı sahnedeki kahverengi kürsüye geçip mikrofon aracılığıyla, "Herkes kendi bölümünden olan kişilerle zaman geçirecek. Yedişer ila onar gruplar hâlinde ayrılın," diye çağrı verdi enerjik bir sesle, buraların parti çocuğu olduğu belliydi. Elini birkaç kez birbirine sertçe şaklatıp ekledi. "Haydi gençler hızlı olun biraz, adı gibi tanışma partisi bu. Birbirinizi tanımanız şart değil, grup içinde tanışacaksınız!"

Bir an gruplaşmaya başlayanların arasına girmek istedim ama galiba Edim nereye oturursa ben de oraya oturmak zorundaydım. Bu durum şimdiden beni irite etti.

Birisi, "Lavin," diye seslenince sesin geldiği yöne baktım, Aslı'ydı bana seslenen; bugün çarpışarak tanıştığım kız. Birkaç kızla birlikte oturuyordu. "Buraya gelsene."

Edim'e baktım, göz göze geldik. "Onların yanına gitmek istiyorum," dedim, uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Edim'den. "Zaten sende buralarda olursun."

Edim beni çağıran kızlara bir göz attı, hepsine dikkatle tek tek baktı. "Git ama hareketlerine, onlara dediğin şeylere çok dikkat et," dedi, pot kıracak davranışlardan sakın diyordu. "Yanlış bir şey yapmaya kalkışma, sarhoş olup ağzından bir şey kaçırmak da buna dahil. Kendi alkol sınırını biliyorsundur, sarhoş olacağın şekilde tüketmeye bile yeltenme alkolü. Gözüm üstünde olacak, sakın unutma."

Uyarıyı almıştım, karşılık verme gereği bile duymadan Aslı'nın da içinde olduğu dört kişilik gruba doğru adımlar atmaya başladım. Sıcak, karanlık bakışlar benim üzerimdeydi ama ilgilenmedim. Kızların yanına bağdaş kurarak oturdum.

Aslı beni kızlara tanıttı. "Kızlar, bu Lavin," dedi. "Biz bugün tanıştık."

Kız grubundan kıvırcığa yakın bir şekilde saçlarını dalgalandıran bir kız, "Lavin, çok güzel bir adın var. Fiziğin aşırı iyi, uzun ince bacaklar manken gibisin. Keşke bende senin gibi zayıf olup, incecik bacaklara sahip olabilsem," dediğinde, o kadar uzun zamandır bu tarz hoş sözler duymamıştım ki direkt fiziki görünüşüme iltifat etmesi beni garip hissettirdi. "Off ya, fazla hızlı girdim ben, değil mi?" Heyecanla söylediği şeyler şimdi utancının nedeni olmuş gibi beyaz yanakları kızardı. "Benim adım, Özden."

"Özden abartma, sen de gayet tabii onun gibi olabilirsin," dedi başka bir kız. "Sadece boğazından kısman gerek, o zaman kilolarından anında kurtulursun."

Bunlar samimiyet kurulduğunda söylenecek tarzdan cümlelerdi. Bu birinci sınıfların tanışma partisiydi ama görünüşe göre dördü de daha önce tanışmış gibiydi.

Özden dudaklarını büktü. "Yemek yemeyi çok seviyorum, bu yüzden kendime engel olup kısamıyorum," dedi, sesi düştü. "Biraz kilo versem, daha güzel görüneceğimi biliyorum aslında ama olmuyor işte."

Özden garip bir şekilde yemeyi çok seviyordu ama diğer yandan yemek yemeyi kıstırıp fiziki görüntüsünde incelme olsun istiyordu. Ona dikkat ederek baktım. İyi de Özden kilolu bir kız değildi ki, biraz balık etliydi hepsi bu. Kilolunun ne olduğunu iyi bilirdim. Sanırım kızlar aralarında sık sık kilo meselesini gündem hâline getirdiği için hâliyle Özden veya Özden gibi kızlar psikolojik olarak baskı altında hissediyordu.

Hâlbuki Özden çok tatlı bir kızdı, heyecanlı konuşması, konuşurken gözlerinin içinin parlaması, al al görünen yanakları ona çok başka bir hava katıyordu. Aslında o çok güzel bir kızdı, yüzü parlıyordu. Onda olanların teki bile bende yoktu, gözlerim hiç onunki gibi içinde yaşam atıyormuş gibi parlamadı, heyecanlı sözler değil ölüm kokan kasvetli kelimeler duraklıyordu dilimde. Yüzüm açık renkti, beyazdı ama yanaklarım kullandığım haplara reaksiyon gösterdiği için soluktu. Etrafındaki insanların ve medyanın güzelleme yapması, zayıf kız güzeldir algısı çığlık boyutunda olup sesleri çok yükseldiği için, sanki asıl gerçek buymuş gibi algılanıyordu ve bu da onun kendini güzel hissetmemesine neden oluyordu.

Özden'e abartma diyen kız, "Ben Simay," dedi, elini bana uzatınca ben de ona uzattım. "Tanıştığımıza memnun oldum."

"Bende."

Simay, "Bizim bölümdeki öğrencilerin tamamınınn fotoğraflarına baktım ben," dedi, bana dikkatli bir şekilde bakarak. Bir insan niye bölümdeki herkesin fotoğrafına bakar, hangi niyetle? "Senin resmin aralarında yoktu, aslında adın bile yoktu."

Benden şüphe mi duyuyordu? Niye? Beni tanımıyordu bile. "Adımın ve fotoğrafımın diğer öğrencilerin arasında neden yer almadığını bilmiyorum," dedim, açıkçası beni sorguya çekiyormuş gibi hissettim, tedirgin oldum. Şüphe uyandırmam Edim'in hoşuna gitmezdi. "Belki sistem hatası vardı, öyle olmasa aranızda olamazdım değil mi?" Duraksayıp onun gibi gözlerimi kıstım. "Sen gizli gizli aranıza dahil olduğumu düşünmüyorsan tabii?"

"Simay, neden bahsediyorsun sen?" diye sordu Özden. "Ne önemi var ki adının veya fotoğrafının bulunup bulunmamasının?"

Simay, Özden'e pek aldırmadı, şüpheli gözlerini benden çekip, "O kadar da değil," dedi ama pek ikna olmuş gibi bir hâli yoktu. "Belki dediğin gibi sistemsel bir hataydı."

Bu kızın derdi neydi?

Tanışmadığım sonuncu kız, elini uzatıp, "Tanışmayan ben kaldım, Dilara ben," dedi, uzun saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamıştı ve bahçıvan pantolon giymişti. "Birbirimizi tanıdığımızı fark etmişsindir, bölümümüz tamamen ingilizce olduğu için hazırlık okuduk. Dördümüz de aynı hazırlık sınıfına denk geldik, böylece öncesinde tanışıp kaynaşma imkânı bulduk. Sen hazırlığı nerde okudun?"

Harika. Onlar birbirini tanıdığı için soruların hedefinde ben olacaktım.

"Ben hazırlık okumadım," dediğimde dördü de şaşırdı.

Aslı, "Yüzde yüz ingilizcesi olan bir bölüme hazırlıksız dalan da ne bileyim," deyip güldü. "Yürek ister."

"Lisenin son üç yılını yurt dışında okudum," dedim dürüstçe, annem hiç istemediğim hâlde beni yollayıp gözyaşlarıma aldırmamıştı ama sanırım avantajını şimdi kullanma imkânım olmuştu. Sanki kader gibi. "Bu yüzden yabancı dil benim için önemli bir sorun olmayacak."

Türkiye'de hazırlık adı altında verilen eğitim olayı beni şaşırtıyordu. Yurt dışında hazırlık eğitimi diye bir şey yoktu. Yani vardı tamam ama hazırlık eğitimini ülkenin içinden değil, ülkenin dışından gelen öğrenciler alıyordu. Burdaysa lisede bile hazırlık eğitimi vardı.

Özden, "Ne kadar şanslısın," dedi, gülümseyerek. "Ben de dili yerinde öğrenmeyi çok isterdim."

Aslı, "İngilizce diline hakimsindir o zaman," dedi. "Başka diller de biliyor musun, Lavin?"

Başımı evet anlamında sallayıp, "Okuduğum okul, uluslararası kız yatılı okuluydu," diye açıkladım. "Bu yüzden başka milletlerden, kültürlerden birçok kızın olduğu okulumuzun dil seçeneği zengindi. Zihnimde zamanla dil öğrenmeye müsait hâle geldi."

Dilara, sıcak bir tonda, "Lavin, konuşma tarzın ve tonlaman bu yüzden mi kulağa çok hoş geliyor?" diye sorduğunda iltifatları beni rahatsız etti. "Umarım seninle aynı dersliğe düşeriz."

Aralarında bana soru sormayan ve pek konuşmayan Simay'dı. Yatılı kız okulunda okumak, kızları daha hızlı tanıma ve hareketlerini analiz etme özelliği kazandırmıştı bana. Varlığım onu rahatsız etmiş gibiydi, kızların ilgisinin benim üzerimde olmasından hoşlanmıyordu, yine de ne zaman onunla göz göze gelsek sevimli görünmeye çalışırcasına gülümsüyordu bana ama mimikler yapaydı, biliyordum.

Kızlar başka bir konuya geçerken, Özden birazdan gelirim diyerek kalktı. Etrafıma bakındım, Edim nerdeydi? Başımı ağırca sağ tarafa çevirdiğim anda onu sekiz kişilik grubun başında otururken gördüm. Yiğit Ömer'de hemen yanındaydı ve grup bize yakın oturmuş sayılırdı. Sanırım bana yakın yerde grubun oturmasını sağlayan kişi Edim'di, çünkü beni rahatça görebileceği bir açıda oturmayı tercih etmişti. Ne de olsa bir delilik yaparak her an ortadan kabolacağımı düşünüyor olmalıydı. Ona baktığımı hissetmiş olacak ki yüzünü bana çevirince göz göze geldik; bir an birbirimize boş bir ifadeyle baktık.

"Üniversite partisinin bir geleneği varmış, duydunuz mu?" diye kıkır kıkır gülen Dilara'nın sözleri beni yeniden gruba çevirdi. "En iyi notla bölüme giren kız öğrenciyle, en iyi notu olan son sınıf erkek öğrenci öpüşüp partiyi başlatıyormuş. Bu diğer öğrencilere şans getirsin diye yapılıyormuş, her yıl."

"Saçmalık," diye fısıldadığımda gruptaki bütün yüzler bana döndü. "Kim bu saçmalığı yapar ki?"

Aslı eğilip, "Ben yaptıklarını duydum," dedi kısık bir sesle. "Kimse itiraz etmiyormuş."

"Sizden biriyle öpüşmeniz istense sırf böyle bir saçmalığı gelenek hâline getirdiler diye, hiç alakanız olmayan biriyle öylece öpüşür müydünüz?" diye sordum.

Özden, kucağında cips ve çikolata tarzı fast food yiyeceklerle geri döndüğünde, "Ben yapmazdım," dedi, diğerleri sessiz kaldı. "Bunları aldım."

Bu sırada elinde poşetle biri belirdi yanımızda, "Yemek kızlar," dedi, poşetin içinden paketleri çıkarıp dağıtmaya başladığında. Çok açtım, midem neredeyse buna sevinç çığlığı atacaktı. "Edim Demiray'ın ikramı, herkese."

Bunu duyduğumda bakışkarım direkt Edim'e kaydı. Bana aç kal demişti ama şimdi de yemek mi veriyordu? Dengesiz. Yüzüm asıldı, sonuçta bana aç kal diye çıkışmıştı. Paketleri dağıtan oğlan bana da bir tane uzattığında, "İstemiyorum," dedim, Özden'in getirdiği atıştırma fod fost yiyeceklerden yiyebilirdim, açlığımı onlarla bastırabilirdim. "Aç değilim."

Oğlan yanımızdan uzaklaştı. Birkaç dakika sonra Edim, reddetiğim o paketle tepemde duruyordu. Bütün kızların bakışları, Edim'e çevrildi. "Bunu yersen iyi edersin," dedi.

"Aç değilim."

"Bugün hiçbir şey yemedin."

"Ne olmuş yemediysem, aç değilim dedim ya."

"Aç kalırsan hasta olursun, hasta olursan da yine benim başıma bela olursun," diye açıkladı. "Çocukluğu bırakmazsan, eve dönmek zorunda kalırız."

Eve dönüp o odaya kapatılmak istemiyordum. İlla ki dönecektim tabii ama en geç ne zaman olsa iyi olurdu benim için. Üstelik hasta olduğumda bana bakan kişi ima ettiği gibi o oluyordu. Kızların şaşkın bakışları arasında, paketi elinden alıp, "Tamam yiyeceğim, oldu mu?" diye sordum, yemeyi bile dayatma yapmasına öfkelenerek.

Edim'in dudağı kıvrıldı. "Oldu," dedi ve uzaklaşarak kendi grubuna katıldı.

"Edim Demiray'la aranızda ne var, Lavin?" diye sordu Aslı, onun son derece meraklı çıkan sesine meraklı diğer bakışlar eşlik ediyordu. "Sevgili misiniz yoksa?"

"Hayır," dedim gerilirken. "Biz kuzeniz."

Dilara "Ya bu inanılmaz," dedi. "Bir an aramızda bir şey var diyeceksin diye korktum."

Her hâlde Edim'in nasıl kötü biri olduğunu biliyordu Dilara, yoksa niye böyle bir tepki versin. Yine de, "Neden?" diye sordum.

Aslı yanıt verdi. "Çünkü Simay geçen yıldan beri Edim'den çok hoşlanıyor," dediğinde, bakışlarım Simay'a kaydı. "Simay'la Edim'in arasını yaparsan harika olur."

Utangaç bir şekilde gülümseyip, "Ya, bunu niye şimdi söylüyorsun ki Lavin'e?" diye kızdı, hayır kızarmış gibi yaptı. Emindim. "Çok utandım şimdi, utandırmayın beni."

Simay'da beni rahatsız eden bir şey vardı, utanmıyordu ama utanıyor gibi davranıyordu. İstiyordu ama istemiyor gibi davranıyordu. Hatta sevimli olmak istemediği hâlde öyle davranıyordu.

Hem bir dakika, Simay'la Edim'in arasını mı yapacaktım?

Oldu, başka?

Bu sırada, "Hadi buraya oturalım," diyen sesi duyar duymaz. Başımı kaldırdım. "Mimarlık bölümü, değil mi kızlar?"

Grubun başında ben, diğer ucunda iki oğlan duruyordu. İki oğlandan biri Serkay'dı. Onu tekrar görünce zihnim şaşkına dönüp suspus oldu, bir süre zihnimin içine yerleşemedi sözcükler. İçimde bir şehri sallayıp korkutan depremin sarsıntısını hissettim. Kalbim sert çarpıyordu, çarptıkça kaburgalarım sızlıyordu.

Dilara, soruyu soran çocuğa, "Burası mimarlık bölümü evet," diye yanıt verdi. "Otursanıza."

Serkay ve yanındaki çocuk oturdu. Bir an Serkay'la göz göze geldik. Olamaz, niye buraya oturdu ki? Onun da mimarlık bölümünde olduğuna inanamıyordum. Her zaman babası gibi bir polis olmak istediğinden söz ederdi. Tabii bunları söylediği sırada bir çocuktu, belki hayalleri değişmişti. Sonuçta ben de iyi bir piyanist olacağımı söylerdim ama şimdi burdaydım, benim olmayan ama benimmiş gibi olan bir hayatı yaşamaya mecbur bırakılmıştım.

Yaşamın biz insanları nereye savuracağı belirsizdi.

Kürsüden bir ses daha yükselip, "Şimdi kendinizi diğerlerine tanıtma zamanı," dedi. "Gruplarınıza kendinizi tanıtın."

Olamaz. Kendimi tanıtıp adımın Lavin olduğunu söylersem, beni tanır mıydı? Geçimişi, yaşananları.

Sol yanımdaki Dilara eğilip, "Böyle ortamlarda kendimi tanıtmakta hiç iyi değilim, çok geriliyorum," diye fısıldadığında, "Ben de öyleyim, pek iyi sayılmam," diye itiraf ettim.

İnsanlara kendimi tanıtmayı hiç istemediğim gibi onları tanımayı da pek istemezdim. Üstelik Serkay'ın grupta olması durumu çekilmez hâle getiriyordu, adımı duyunca ne tepki verecekti? Hatırlayacak mı beni? Yoksa geçmişe gömülü, önemi kalmayan anı olarak mı kalmıştım onun dünyasında?

Salondaki diğer gruplardan kimse kendini ilk tanıtan olmaya yanaşmıyordu, sessizlik oldu. Herkes birinin ilk olup başlatmasını bekliyordu bu tanıtma işini. Serkay birden boğazını temizler gibi öksürdü. Gözlerim üzerindeydi. Cesaret edip ilk başlayan o olduğu için herkesten alkış eşliğinde bir 'vay' sesi yükseldi. "Ben Serkay," dedi, bütün salonda gözlerini gezdirerek. Sonra gözleri bende duraksadı. "Babam polis olduğu için çocukluğumdan beri şehir şehir gezen bir gezgin sayılırım."

Serkay yerine oturdu. Sonra Simay kalktı. "Ben Simay," dediğinde, bir oğlan, "Erkek arkadaşın var mı, Simay?" diye sordu gevşek bir havada.

Simay utangaç bir bakış atıp, "Hayır, erkek arkadaşım yok," dedi.

Başka bir oğlan, "Hadi ama yapma, yemeyiz," dedi. "Çok güzelsin, kesin bir erkek arkadaşın vardır."

Simay, heyecanlanmış gibi, "Hayır, hayır, gerçekten yok," dedi, ilgiye karşı açıktı.

Sağ tarafımda oturan Özden, "Bu senenin, birinci sınıflar arasındaki popüler kızı kesin Simay olacak," diye iç geçirdi. "Erkekler onu sevdi, çünkü güzel."

"Sen de güzelsin," dedim ama bana inanmadığını, "Elbette değilim," diye belli etmişti. "Sizin gibi güzel değilim."

"Benden daha güzelsin," dedim, ciddi bir sesle. Samimiydim ama inanmıyordu bana. "Bence birinin güzelliğini fiziği değil, yüreği belirler."

"Öyle mi dersin?" Dudakları büküldü. "Bazı insanlar diğerlerine göre daha çok parlar, bu gerçek."

"Elbette," dedim, sesim tereddütsüz çıktı. "Bazı insanlar diğerlerine göre daha çok parlar ve bunun nasıl göründükleriyle bir ilgisi yok, emin ol."

Özden'e baktım, Simay'a imrenerek bakıyordu. Gözlerimi çekecekken bakışlarım Edim Demiray'a kaydı. Oturuşunu değiştiriyordu, bağdaş kuruyordu. Hararetle bir şeyler anlatan öfkeli Yiğit Ömer'i büyük bir dikkatle dinliyordu. Dirseğini bacağına bastırmıştı, keskin hatlı, sert çenesi parmaklarına yaslıydı. Diğer eli ortadaki teneke kutudaki alkole uzanıp önüne çekti, işaret parmağı açma başlığının çıkıntısını yakalayıp geriye kaldırdı ve açılan açıklıktan yukarı süzülen buhar parmağına doğru yükseldi. Bunları arkadaşından dikkattini, gözlerini ayırmadan yapmıştı.

Katildi ama her hareketiyle tam bir karizmaydı.

Bende dirseğimi bacağıma yaslayıp yanağımı avucuma yerleştirdim. Edim teneke kutuyu dudaklarının arasına kaydırdı, yüreğindeki o katılık yüz hatlarına yerleşmişti. Alkol boğazından kaydıkça adem elması hareketlendi. Yüreğindeki çirkinlik de yüz hatlarına dağılmalı değil miydi? Niye iyi görünüyordu? Bana yaptığı onca şeyden sonra iyi görünmesi çok adaletsizdi. Toplum içinde saygı görmesi de öyle.

Geçmişte acı duymuştu, şimdi de acı veriyordu.

Edim yüzünü bana çevirdi ve o anda göz göze geldik.

Bizimkisi öyle yakalanınca kaçırılır türden bakışlar değildi, hikayemiz farklıydı, yanlıştı, yalan dolandı, nefretti. Yakalandım, utanmadım, çünkü bizim göz göze gelişimizde bir çatışma, bir savaş vardı. O da bunun farkındalığıyla gözlerini kıstı, bense içimdeki yoğun nefretle baktım ona. Sonra bakışlarımı ayakta dikilip hâlâ erkeklerin aptal sorularıyla muhatap olan Simay'a çevirdim. Simay'ın utanmış gibi yapan yamacık hareketleri ama ilgiden hoşlandığını açık eden şu tabloya neredeyse kusacaktım.

Birisi şu saçmalığı kesebilir miydi artık?

Birisi yine Simay'a güzel olmakla ilgili bir şey deyince, bu mevzunun artık canımı sıktığını fark ettim. "Güzel diye iltifat edip utandırmayın beni," dedi.

Edim'e baktım, tekrar arkadaşına yönelmişti ilgisi.

Herkes kimmiş o diye sorarken Simay'ın, "Hadi kalksana," dediğini işittim.

Yanımdaki Özden, "Hey Lavin," dedi. "Sana diyor Simay."

"Ne?" Bakışlarımı Simay'a çevirdim.

"Hadi kalk, kendini tanıt," dedi Simay.

Ne yapmaya çalışıyordu bu kız? Off ya, ben arada kaynamaya karar vermiştim. Simay yerine oturdu, ben kalktım. Şu Simay kesin elimde kalacak öldürecektim. Umuyorum ki ona katlanacağım tek zaman budur. Normal zamanlarda da bu kız dibimde olursa, nasıl katlanırım bilmiyorum. Sabır seviyem derin bir havuz gibiydi, havuz dolarsa kendimden korkmama neden olacak şeyler yapardım.

Sakin, tatlı, şirin sarışınlardan değildim ben ya, gelmesinler benim üzerime.

Ortalık bir anda sessizleşti. "Benim adım...," Duraksadım ve Serkay'a baktım, o dahil bütün gruplardaki herkesin gözü benim üzerimdeydi. "Lavin," diye tamamladım sözümü.

Erkekler lakayt sorularını bana yöneltti. Erkek arkadaşım var mıydı? Bugüne kadar kim beni nerde saklamış? Babam şekerci miydi, tarzında peşi sıra gelen bir sürü ucuz soru takip ediyordu, kimden çıktığını bilemediğim kahkahaları.

Tüm bu gürültünün ardından o an beklemediğim bir soru yöneltti Serkay. "Afedersin, soyadın ne?" diye sordu, sesi geçmişten parçalar taşıyordu.

Bu soru karşısında yutkundum, bir süre önce susan kalbim tekrar delice çarpmaya başladı. Dikkatli gözlerine bakılırsa adım bir şeyler çağrıştırmıştı. Bir an ne diyeceğimi bilemedim ona ama o an bir delilik yapıp herkesin içinde ben gerçekte Lavin Kutup'um, buraya hiç ait değilim, kaçırıldım demeyi istedim. Safir bakışlarımı Edim'e çevirdim, baktığını lime lime ediyormuş gibi hava veren keskin, yırtıcı bakışları benim üzerimdeydi. O bakışlarda bir tehdit, bir uyarı vardı ve yine o korkusuz bakışlar delilik yapsam bile istediğimi alamayacağımı açık açık gözlerimin içine haykırıyordu.

Bakışlarımı yeniden Serkay'ın yumuşak hatlı yüzüne çevirdim, "Kendimi düzgün tanıtamadım sanırım," dedim, göğsüme büyük bir süratle kocaman bir yangın topu düşerken. "Lavin... Lavin Demiray."

O an artık Lavin Kutup olmadığımı, o andan sonra bir daha asla Lavin Kutup olamayacağımı biliyordum.

Adım Lavin. Hiçbir şeyim yok, hiç kimseyim artık.

Bu gerçeği zaten anlamıştım, şimdi kabullendim.

Bir şeyi kavrayıp anlamakla, kabullenmek birbirinden çok ayrı şeylerdi. Biz insanlar, güler yüzle söylenilmiş bir yalanı bir anda yutabilirken, acı bir gerçeği ancak damla damla yutabiliyorduk.

Kaybettiğimi anladığımda olduğum yere yavaşça oturdum, sonra başka birisi kendini tanıtmak için kalktı. Serkay yüzünü benden çevirip yanındaki arkadaşıyla konuşmaya başlamıştı. Zihninde bir şeyleri çağrıştırsam bile bir yanlışlık olduğunu düşünmüştü, bu belliydi.

Tanıtma faslı bitmişti. Kürsüdeki Çağrı, "Sırada bir okul geleneği var," diye bağırdı. "Partiyi en iyi notlu birinci sınıflar ve son sınıf öğrencileri öpüşerek başlatacak."

Bu gelenek resmen son sınıf öğrencilerinin uydurduğu bir şeydi, bu açıktı. Salonda yeni bir sessizlik alevlendi.

Aslı, "Bizim bölümdeki en iyi notu alan sensin Simay," diye fısıldadı, Simay evet anlamında gülümsedi.

Gözlerimi kısıp ona tuhaf bir bakış attım, öpüşecek miydi? Bana neydi ki, ne yaparsa yapsın? Sanki az derdim varmış gibi bir de bunun merakıyla uğraşacak değildim.

Çağrı, "Bilmeyenler için olay şöyle olacak," diye başladı. "Üç tane son sınıf öğrencisinin ismi verilecek ve kız kura yoluyla hangisini seçerse onunla öpüşüp partiyi başlatacak." Evet, kesinlikle son sınıf erkeklerin uydurduğu bir gelenekti bu. "Yani öpüşeceğiniz adamı bizzat kendiniz seçmiş olacaksınız."

Bir süre sonra bölümlerdeki bütün iyi notlu kızların yanına içinde isim yazılı kağıtların bulunduğu bir cam kavanozu tutan biri geldi. Onlardan biri Simay'ın yanına çöktü, "Çek bakalım, şanslı kız," dedi, ona göz kırparken.

Simay kavanozdaki kağıdı çekerken Aslı ve kavanozu tutan oğlan göz göze geldi, oğlan başını merak etme der gibi eğdi ve birbirlerine ima ile baktılar, sanırım ikisi de birbirini tanıyordu. Sonra Aslı'nın bakışları bana kaydı, ama hemen o bakışlar benden apar topar kaçırıldı. Bunun nedeni neydi anlamadım, ne oluyor burda?

Simay kavanozdaki kağıdı çekti, açıp kim olduğuna baktı ve hiç abartmıyorum gözlerinin içi gözle görülür bir şekilde parladı. Erkek uydurması olan aptal bir geleneği yerine getirecek olmasına rağmen gözleri gördüğü isim yüzünden ışıl ışıl olduysa eğer... Bu durumda o kişi hoşuna gidecek biri olmalıydı, hatta geçen yıldan beri hoşlandığı o erkek olmalı diye düşünürken, safir mavisi gözlerim tekrar Edim Demiray'ı buldu, kâğıtta yazan adın sureti o muydu?

Edim Demiray ve Simay öpüşecek miydi?

Edim Demiray'ın beni öptüğü o ilk ânı düşündüm, nasıl hissettiğimi, o fırtınanın bende bıraktığı hasarı hatırlamaya çalıştım. O aşağılanma ve alaya alınma duygusu kızıla boyanıp içime tıpkı bir kılıç gibi saplandı. Dudakları dudaklarıma deydiği, hiç hareket etmeden birkaç saniye boyunca üzerinde duraksadığı o ilk an. Bir öpücük ancak bu kadar kötü olabilirdi.

Buz gibi soğuktu, ateş gibi sıcaktı.

Aynı anda ikisi birdendi; tavrı buz gibi soğuktu, dudakları ateş gibi sıcaktı.

Simay onun tarafından öpüleceği için boşuna heves ediyordu, onun bir kızı öpmekten anladığı falan yoktu. Bir kızın elini tutmaktan zerre anlamadığı gibi. Kaşlarım başka bir ihtimalin aklıma doğru uzanmasıyla o an çatılıverdi; yoksa Edim sadece beni mi öyle kötücül öpmüştü? Nefret ediyordu benden, nefret ettiğin birini iyi öpmekle ilgilenmezdin herhâlde.

Kürsüdeki Çağrı, "Çıkan isimleri kavanozları tutanlara verin," diye seslendi mikrofondan. Simay kağıdı yanındaki oğlana uzattı. "Gruptan bir adım önde durun kızlar."

Simay grubun bir adım önüne geçerken Edim'e utangaç biçimde göz attı, evet tahminim doğruydu.

Kurada çıkan isim kesinlikle Edim Demiray'ın ta kendisiydi.

Bu arada gruplardaki diğer kızlar da birer adım öne çıkmıştı, sonra son sınıf oğlanlar kızların yanında yerini yavaşça almaya başlamıştı. Gerçekten şaka gibi, şimdi bunlar toplu öpüşme yapacaktı, bizde izleyecektik öyle mi? Allah aşkına, bu aptalca geleneği hangi salak uydurmuştu?

Kavanozu tutan çocuk, yanındaki kişiye, "Edim'e kurada çıkanın o olduğunu söyle," dedi sesi kısıktı, bana yakın olduğu için duymuştum onun sesini. "Git hadi."

Oğlan başıyla onay verip Edim'in yanına gidip çöktü ve kulağına bir şeyler söyledi. Edim hâlâ teneke kutudaki alkolü tüketmekle meşgül görünüyordu. Oğlan geri çekilişine rağmen o tepkisizce teneke kutuyu dudaklarına götürdü. Sonra oğlana bir şey dedi, her ne dediyse oğlanın yüzü bir anda değişti ve çekingen bir tavırda bir şey dedi ya da bir açıklama yaptı, bilemiyorum. Edim başı ile anladığına dair onay verdi ama dudağındaki o alaycı kıvrımı yakalamıştım ve o alayın dolandığı aralık dudakların arasına tekrar teneke kutunun ucunu yerleştirip içmeye devam etti. Kalkmadan evvel elindeki alkolü bitirmeye çalışıyordu sanırım. Nihayet alkol bitti.

Ama Edim hiç beklemediğim bir şey yaptı, boşalmış teneke kutuyu yan şekilde yanına yatırdı ve güçlü parmakları kutuyu hızla yuvarladı. Hipnoz olmuş gibiydim, yerde silindir şeklindeki kutunun ahenk içinde çıplak zeminde yuvarlana yuvarlana gidişini, hatta nerde duracağını gözlerimle takip ettim. Yuvarlanan kutu teneke tam o anda kavanozu tutan çocuğun bir adım atmasıyla onun ayağına deydi ve çocuk sırt üstü yere düştü, sanki yere düşen benmişim gibi yüzümü şaşkın bir ifadeyle buruşturdum.

Çocuğun elindeki kavanoz, havada birkaç defa takla aşarak zemine düşüp parçalara ayrılırken içindeki isimlerin yazılı olduğu kâğıtlar ise Edim'in yanına, tam teneke kutuyu yuvarlayışını başlattığı o noktaya dağıldı.

Bu inanılmaz bir gösteriydi, ancak hesaplanmakla denk gelebilecek bir şovdu resmen. Rastlantı sonucu olabilecek türden bir şey değildi.

Edim'in aşağılayan bakışları kura kavonozunu tutan çocuktaydı, hiç şüphe yoktu kesinlikle hesaplı bir şekilde düşürmüştü çocuğu. Bunu nasıl yapabiliyor? Taş evde, onun dikkatini dağıttığımı düşündüğüm anda elimdeki makası fark etmiş, bileğimden yakalayıp engellemişti planlı öldürme saldırımı. Şimdi de teneke kutuyu yuvarlamıştı; kutu tam olarak hangi noktada çocuğun ayağıyla temas edeceği konumu bir şekilde hesaplayacak kadar akıllı ve çok özellikli biriydi... Yetenekli olması gerçekten sinir bozucuydu.

Evet, başıma gelen onca berbat olaydan sonra onun zayıflığı yerine yeteneklerini keşfetmek bendeki şanssızlığın doğuştan olduğuna inanmama neden oluyordu.

Salondaki herkesin dikkati Edim'in üzerinde toplanırken, Edim yanına düşen kâğıt parçalarını aldı ve açıp baktı. "Üç kağıtta da benim adım var," dediğinde, salonda şaşkınlığa işaret eden küçük çaplı ufak sesler yükseldi. "Nedeni ne?"

Sorusu umursamazdı, gözlerinde öfke ve sinire benzer bir iz yoktu. Benim gözlerim Simay'a kaydı, bu olanları yarı üzülmüş yarı korkulu gözlerle izliyordu; onun da bu işte parmağı vardı. Aslı ve kavanozu tutan çocuğun anlaşmış gibi kaş göz işareti yaptıkları o ânı hatırladım. Simay arkadaş grubuyla birlikte ayarlamıştı ama görünüşe göre Edim Demiray'a yakalanmışlardı.

Edim'in grubundan birisi, "Kimin umrunda, Edim?" diye sordu. "Kız çok güzel, fazlasıyla da öpülesi."

Simay'a baktım, bunu söyleyen oğlan haklıydı. Kız inkâr edilemez güzelliğiyle orda onu öpecek kişiyi, Edim'i bekliyordu. Tıpkı masallara kahraman olan tek becerisi prensin gelip kendisini öpmesini beklemek olan süslü, zarif bir prenses gibi öylece duruyordu. Reddedilmesi nerdeyse imkânsızdı.

Başka birisi, "Senin yerinde olsam, sorgulamak yerine kalkar ve kızı direkt öperdim," dedi. "Evet, tek derdim ona hayatının öpücüğünü vermek olurdu."

Ben ne yaptım, salonun sessizliğine karşı ağzımdan gülüşe benzer ama aslında alaydan ibaret bir sesi orta yere serdim. Bazı yüzler ve tabii ki Edim Demiray'ın yüzü bana döndü. Ona hayatının öpücüğünü verecek kişi de Edim miydi yani? İşte buna sadece gülünürdü, gerçekten. Edim neye bu kadar güldüğümü anlamış gibi kaşlarını çattı, öpücüğüyle alay ettiğimi anlamıştı da. Onun aklına da arazideki soğuk ve katı öpücüğü gelmişti mutlaka.

O ânı hatıtlayınca dudaklarım sızladı; yumuşaklıktan uzak, sert ve yakıcıydı.

Edim, benim gözlerimle teması hiç kesmeden, alaycılığıma bir yanıt olarak, "Küçüklerle öpüşmekten hiç hoşlanmıyorum," dedi, elindeki kâğıtları kenara bıraktı. Benimle olan göz temasını bıçak gibi kesip arkadaşlarına döndü. "Meraklısı olan yerimi alabilir, sorun değil."

"Dön de öpmeyi reddettiğin kıza bir bak, Edim," dedi, bunu söyleyen yine onun grubundan biriydi. "Ve nasıl bir güzelliği çevirdiğini gör."

Edim umursamaz bir havada, başka bir teneke kutuya uzanıp, "Bakmama gerek yok, güzellikten etkilenmem ben," dedi, kutunun başlığını açtı. "Sizin aksinize."

Sahiden güzellikten etkilenmez miydi? Bütün erkekler güzellikten etkilenirdi, hatta güzelliğin kölesi bile olabilirlerdi. Sanırım Edim'in sorunu ilgiyle şımartılmış olması, girdiği her ortamda kızların bütün ilgisini üzerine toplayan, kusursuz bir yakışıklılığa sahipti. Ama onun kusursuz yakışıklılığı karanlıkla iç içe geçmişti, o ışıksız kara gözlerin yaydığı karanlık ürperten ve insanı karanlık bir odaya kilitleyip boğan bir havadaydı.

Edim'i ara sokakta gördüğüm ilk an tam olarak böyle hissetmiştim, karanlık bir odaya hapsedilmişim gibi.

Bana elini uzattığında bir karanlığa uzatmıştım elimi, hâlbuki karanlık benim en büyük kâbusumdu.

Edim kabul etmediği için kurada yazan diğer iki isim arasında seçim yaptı Simay ve diğer kişiyi seçerken morali inanılmaz düşmüştü. Hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti ne de olsa, durum hayli öfkelendirmişti onu. İstemeye istemeye kuradaki diğer çocukla öpüştü. Eh başından bu işe girişmiş olmasaydı, şimdi de bir başkasıyla öpüşmek zorunda kalmazdı. Tamamen kendi seçimi bu.

Bu öpüşme tiyatrosu bittikten sonra parti resmen başladı.

Bir süre sonra salona üzeri örtülü alkol kasaları getirildi. İşin içine alkol girmesi, Edim'in son sınıfların birinci sınıflarla takılma sözlerini doğruluyordu. Fakat son sınıflar bununla sınırlı kalmamıştı, bir de özel olarak barmen getirtmişlerdi. Dört kişiydiler, ikisi barmen diğer ikisi ise onların yardımcılarıydı.

Her iki barmen de gruplar arasında dolaşıp herkesin okuduğu bölüme göre içki veriyordu. Nihayet sıra benim içinde bulunduğum gruba geldi. Barmen aramıza otururken, "Hangi bölüm gençlik?" diye sordu. Özden hevesle, "Mimarlık bölümü," diye yanıt verince, barmen yanında gelen yardımcısına işaret verdi.

Yardımcı çantasından iki tane sarı kask çıkardı. Şu inşaat ve benzeri yerlerde takılan türden kasklardı bunlar. Ah, hayır, o kaskların ne olduğunu ve ne yapacaklarını çok iyi biliyordum. Daha önce mekânın birinde bunu yapmıştık, İzmir'de yaşarken. Gruptakiler barmenlerin bu kaskları çıkarışlarına bir anlam verememişlerdi ama ben anlamını iyi biliyordum.

Barmen parmağına taktığı sarı kaskı döndürerek, "Ee, hanımlar ve beyler!" diye bağırdı. "Şimdi, kim ilk denemeyi yapmak ister?"

Birilerinin ilk deneme için öne atılmasını bekledim ama kimsenin cesaret edemeyeceği aşikârdı. "İlk denemeyi ben yaparım," dedim ve 'Ooo' eşliğinde bir alkış koparken, barmen, "Okey, cesur kız," dedi hoşuna giderek. "İlk deneme mimar adayı bir kızdan."

Mimar adayı bir kız. Sanırım ciddi ciddi mimar adayı olmuştum. Hem de hiç istemediğim hâlde.

Bana uzatılan sarı kaskı istemeye istemeye başıma takıp çenemin altından bağladım, barmen salonda kopan gürültü eşliğinde, "Mimar adaylarına sert, kaliteli ve şöyle ateş gibi bir bira gider," dedi ve büyük bardağa bira döktü yarıya kadar, diğer yarısına ise başka bir içki döktü. Sonra bardağın ağzını bir kapakla örttü, köpükleninceye kadar şiddetle karıştırıp bardağın kalın, alt kısmını kasklı başımın tepesine sertçe vurdu ve dudağıma yakınlaştırıp, "Köpüğü sönmeden önce hemen iç," dedi aceleci bir sesle.

Biranın o keskin kokusu burnumun ucunda yuvalandı.

Ben daha vurmanın sarsıntısından kurtulamamışken, hemen içtim. Bu şekilde içilen bir içkiydi ve kafanız zonklarken, nefessiz ve aralıksız içilmeliydi. Damaklarımı yakan bol köpüklü, asitli içki dudaklarımın kenarından akacakken duraksadım bu bir saniye sürdü, sonra içimime devam ettim.

Nihayet bitti, bardağı nefes nefese dudaklarımdan ayırınca, Barmen, "Voah, iki nefeste ha! Harikaydın bebek," dedi ve başlattığı alkışa diğerli de katıldı. Alkışların gücü zayıfladığında bana bir peçete uzatırken diğerlerine, "Ee, sıradaki mimar adayımız kim olmak ister, gençler?" diye sordu, sesi coşkuluydu.

Peçeteyle dudaklarımı silerken, Dilara, "Ben olacağım," diye atıldı.

Hâlâ zonklayan kafamdaki kaskı çıkarıp Dilara'ya uzattım. Midem çalkalanıyordu.

Barmenler birinci sınıf grupları tek tek bu şekilde gezdikten sonra işleri bitmiş olacak ki ortamı terk ettiler. Onlar gittikten sonra küçük yarışmalar düzenlendi, bunlardan birinin karşılığında birinci sınıf öğrencilere bilgisayar, telefon ve tablet vermekti.

Çağrı, "Bu gece birbirinden ayrı turlar olacak. Popüler kültür, dil bilgisi, matematik, fen, müzik ve spor. İlk turda müzik olacak. Müzik kültürünüzün ne durumda olduğuna bakalım ve endişe etmeyin kolayla başlıyoruz," dedi coşkuyla. "Şimdi bir gitar sesi gelecek, siz bunun hangi esere ait olduğunu söyleyeceksiniz."

Gitar sesi geldi ve ormanları kaplayan sis gibi dağılarak ortamı kaplayıp sardı.

Müzik. Benim iyi olduğum alandı. Elbette hangi eser olduğunu hemen anlamıştım. Kimseden ses çıkmadı, bütün dikkatler cevap verecek kişiye dönecekken, Edim'in dikkati de bana dönebilirdi. Buranın bana iyi geldiğini bilmesini istemiyorum ama diğer yandan eserin kime ait olduğunu da söylemek istiyordum.

Yanımda oturan Dilara, "Aslında çok tanıdık geliyor ama bir türlü çıkaramıyorum," dedi, bulamıyor olmanın sıkıntısı yüzüne dağıldı. Çenesinin kenarını kaşıdı. "Off, neydi bu ses, neydi?"

Elbette tanıdık gelirdi, birçok dizi ve filmde illaki herkes tarafından duyulmuş ama adı sorulduğunda o an cevap verilemeyen meşhur bir eserdi.

Edim'e bir göz atıp, hemen yanımda oturan Dilara'nın kulağına eğilip kısık bir tonda, "Beethoven'ın beşinci senfonisi," diye fısıldadım.

"Emin misin, Lavin?"

Başımı kendimden emin bir şekilde sallayıp, "Eminim," dedim. "Haydi, söyle onlara."

Dilara bir an şüpheyle baktı. "Bu kadar eminsen eğer, sen neden söylemiyorsun ki?"

"Dikkat çekmek istemiyorum, hepsi bu."

Dilara, heyecanla el sallayıp, "Bu Beethoven'ın beşinci senfonisi," deyince, Çağrı, "Evvet! Kesinlikle, beşinci senfoni!" diye bağırdı. "Bu turu beşinci grup kazanıyor. Bütün alkışlar, puanlarla birlikte onlara gidiyor!"

Bizim grup da heyecan içinde alkış tutanlara katılırken, Dilara sevinç içinde bana sarıldı. "Harikasın! Ya umarım bilgisayar bize gelir, çünkü ihtiyacım var."

Çağrı, "Sıradaki gelsin, eminim bu da fazlasıyla tanıdık gelecek," dedi. "Ve piyano sesi olarak gelecek."

Hoparlörden dağılan ses ortamı doldurdu, sıradaki müzik sesi bale eseri olarak yazılmıştı. Müzikle iç içe olan herkes bu eseri notalara dökmekten, bale dansçısı olan ise bu eseri sahneye dökmekten geri durmamıştır. Swan Lake yani Kuğu Gölü eseriydi bu.

Dilaraya eğildim, "Kuğu gölü bu," diye söyledim kulağına.

Dilara el kaldırıp bağırdı. "Kuğu Gölü!"

"Evet, Kuğu Gölü'ydü! Alkışlar ve puanlar yine beşinci gruba!"

Salonda tekrar bir alkış koptu. Yeni parça geldi, sıradaki eser bir opera bestesiydi.

Dilara'ya uzanıp, "Sevil Berberi," dedim.

Dilara kuşkusuzca el kadırıp, "Sevil Berberi!" diye bağırdı.

Çağrı, "Evvet! Sevil Berberi, beşinci grup müzik kültürü olan birini kaptığı için çok şanslı," dedi. "Bu kız bir harika!"

Sonra birkaç soru daha soruldu ve Dilara'ya bilgisayar verildi. Sonra sessiz sinemaya geçildi.

Dilara bana eğilip, "Taktirleri senin toplaman gerekirken, tüm taktirler bana geldi," dedi. "Bilgisayarı almak istersen sana veririm."

Omuz silktim. "Önemli değil, grup değil miyiz sonuçta, sen veya ben ne fark eder?" diye sordum.

"Doğru ama yine de ne bileyim."

"Kendini kötü hissetme, ayrıca bilgisayar senin."

"Müzikte nasıl bu kadar iyisin?" diye sordu. "Müziğe özel bir ilgin olduğu çok belli, senin mimarlık değil de konservatuvar bölümünde olman gerekirdi."

Sessiz soruların mezarına dönüşen yorgun ruhum, kelimelerin etkisi altında daha bir yorgun, daha bir ağırlaştı...

Zamanın acımasızca sömürerek suskunluğa boğduğu hayallerimden arta kalan tek şeydi müzik. Edim bana seçme şansı verseydi bugün, hiç tereddütsüz konservatuvar bölümünü seçerdim. İçimde buna dair yanan kıvılcımın kanı zihnime can vererek dökülmüştü. Seçimi bana bırakmak yerine benim adıma seçim yaparak içinde bulunmak zorunda kaldığımız durumda her zaman üstünlüğün kimde olacağını net ve keskin bir şekilde gösterdi.

Bir gün müziğin benim için ruhu kokmuş bir kelimeden ibaret olmasına mı hazırlamalıyım kendi küflenmiş ruhumu?

Hayatımdan piyano çıktığından beri geriye çirkin tınlamalar kalmıştı.

Ardından dikkatimi hiç çekmeyen birkaç yarışma daha yapıldı, dans edildi ve sonra herkes grubuyla kendi hâlinde takılmaya başladı. Serkay ve yanında gelen arkadaşı gruptan ayrıldı.

Simay ayağa kalkınca istemsizce ona döndü gözlerim, bir başkasıyla öpüştüğü o an asıklaşan yüzü aynı asık ifadesini korumaya devam ediyordu. Bu yüzden çoğu etkinlik ve yarışmaya da katılmamıştı.

Aslı, "Nereye Simay?" diye sordu. "Ben de seninle geleyim."

Simay, asık yüzünü ona çevirdiği anda gülümseyerek, "Gerek yok, sadece tuvalete gidiyorum," dedi ve gruptan ayrılıp dışarı çıktı.

Aslı bana bakıp, "Ya Lavin, kuzenin Edim bu kadar kendini beğenmiş ve kibirli olmak zorunda mıydı?" diye sordu, aslında bu daha çok sitem duygusu altında hesap sormaktı. Galiba Simay ve Aslı birbirine çok fazla yakındı. "Simay'ın moralini bozdu, görmezden gelemez miydi?"

Kız bana sitem ediyordu. Hadi ama şaka mı bu? Bu yıpratıcı sözlerin beni gerdiğini hissettim.

Alaycı bir sesle, "Yani kast ettiğin şey tam olarak hileye baş vurup plan yapmanıza rağmen Edim'in kurnaz oyununuzu anlayıp uyum sağlamaması mı?" diye sorunca, Aslı bozuldu. "Yine de birilerine hesap sorma niyetindeysen eğer, hesap soracağın kişi ben değilim."

Aslı bozuk bir sesle, "Hesap sormak değil ama o sırada kuzenine bu net ama kibirli tavrı yüzünden senin bir şey demen gerekmez miydi?" diye sordu, saman sarısı saçlarını omuzunun gerisine iteledi. "Sessiz kalıp olanlara izleyici kalmana pek anlam vermedim."

Bu saçmalıklara maruz kaldığıma, üzerine Edim'in tarafındaki biri gibi kendisine hesap sorulan kişi olduğuma inanamıyorum. İyiden iyiye öfkelenip sinirlendim. Şimdi, burda, kendi hislerimi mi yoksa burdaki insanların kuzenim olarak bildiği Edim'in hislerini mi müdafa etmeliyim?

Ortamdaki gerginliğin arttığının farkında olarak, "Önce şunu anla, oyununuzu açık eden kişi ben değilim, Aslı," dedim. "Simay'ı öpmeyi reddeden kişiye ilet sitemlerini, hemen arkandaki grupta." Durdum. "Kuzenimle birbirimize hiç karışmayız biz."

Özden, "Kızlar, yapmayın ama," diye araya girdi. "Gerilmeyin."

Dilara, "Geceyi mahvetmeyelim," dedi. "Hem olanlar sizin hatanız, kim size böyle bir oyun oynayın dedi ki?"

Aslı, "Bunu ben ayarladım," dedi dürüstçe. "Böylece Edim ve Simay arasında ilk defa resmi olarak bir şey olur, gerisi bir şekilde gelirdi."

Edim'in nasıl bir iblis olduğunu bilmiyordu tabii. Gerçekte nasıl biri olduğunu bilselerdi eminim ona oyunlar oynamayı bırak, ona yakınlaşmaya bile korkarlardı.

"Hayır gerisi gelmezdi," dedim, kendimden emin bir sesle. "Eğer gelecek olsaydı, Edim bu oyunu ortaya çıkarmazdı."

Gergin bir sessizlik ortamı sularken Edim'in yerinden kalkıp çıkışa ilerlediğini gördüm. Elinin birinde teneke kutu diğerindeyse kulağına yerleştirdiği bir telefon vardı. O rahat rahat takılırken bu ortam bile onun yüzünden zehir olmuştu bana. Burdaki günlerimin nasıl geçeceğinin ana fragmanıydı.

Yerimden kalkıp arkasından ilerledim. Sanırım burda kalmam için bir nedenim kalmadı, tüm bu kalabalık şimdi yalnızlığın nedeni olmuştu. Kapıdan çıktım, yerimden hareket etmeden kapının yanında dikilip Edim'in arkasından baktım.

Edim telefondaki kişiye, "Ne yaptın?" diye sorarken, tok sesi bütün koridora yayıldı.

Koridorun ortası bir basamakla ayrılıyordu, oraya oturdu.

Tam yanına gitmek için bir adım atacaktım ki, Simay bir duvarın ardından çıkıp Edim'e arkasından yaklaştı ve yanına oturdu.

Edim, "Sonra haberleşelim," diyerek telefonu kapatıp deri ceketinin cebine tıkıştırdı.

Simay gülümseyerek, "Merhaba," dediğinde, Edim cevap vermeden oturduğu yerden kalktı.

Bir adım atacak olduğunda Simay kolunu değil ama ceket kolunu ince parmaklarıyla kavrayıp gidişini engelledi.

Edim onun eli ve ceket kolunun bitiştiği noktaya baktı, profilinden gördüğüm kadarıyla sertti. "Çek elini ve bir daha bana dokunmaya cüret etme," dedi, sesi inanılmaz keskindi. "Bana dokunulmasından hoşlanmıyorum."

O an karşımdaki bu tabloda Edim'in kapısına gidişimi ve sertçe reddedilişimi gördüm. Bu ilgisiz ve sert tavrın babamdan dolayı bana özel olduğunu düşünmüştüm ama belli ki yanılmışım; herkese karşı sert, kaba ve kibirliydi.

Simay bu sert tavrın verdiği mesajı hemen kavramıştı. Parmaklarını çekti. "Çok aptalım, değil mi?" diye sordu. "Afedersin, sanırım sarhoş oldum ve bu cüreti de sarhoşluktan aldım."

"Aptal mısın, sarhoş musun yoksa bu da içerde oynadığın oyunlardan biri mi ilgilenmiyorum, rahat bırak beni."

"Beni niye öpmeyi reddettin?" diye sordu, yüzünde yine ben aslında çok utanıyorum diyen o çekingen ifade belirmişti. "Neden?"

Sanırım gerçekten sarhoştu, yoksa bu soruyu sormasının hiç mantıklı gerekçesi yoktu. Ne zamandan beri Edim'den hoşlanıyor, onu ilk kez ne zaman görmüştü o an merak ettim. Gözlemlediğim kadarıyla arkadaş ortamında pek fazla konuşmayan, genellikle kendi işine bakan biriydi Edim. Sıcakkanlı değildi, buz gibi soğuktu.

Arkamdakı kapının açılma sesini duydum, birkaç saniye sonrasında, arkamdan, "Lavin," diye seslenince birisi, Edim adımı duyar duymaz büyük bir hızla başını çevirip bana baktı ama kısacık yüzüme değen o keskin bakışlar arkama odaklandı ve Simay'a bile çatılmayan kaşları o kişiye çatıldı.

Omzumun üzerinden yavaşça arkama baktım. Bana seslenen kişi Serkay'dı. Şaşırdım. Yine ne vardı? Sırası mıydı? Başımı tekrar Edim'e çevirdiğimde, adımları çoktan bize doğru hızla, kesintisizce ilerlemeye başlamıştı. Serkay'ın mı, benim mi başım daha çok beladaydı, bunu o an kestirmek çok zordu. Serkay onu huzursuz ediyordu, bu açıktı. Belki benim ondan yardım alabileceğim ihtimaliydi Edim'i huzursuz eden asıl şey.

Arkamı döndüm. "Biraz vaktin var mı?" diye sordu.

Vaktim mi? Niye şimdi? Hem de bu anda?

Gözlerimin içine bir şeyi arar gibi bakıyor, kelimeler dilimin ucunda cesetleşiyordu. Arayıp da bulmak istediği kişi Lavin'di, Lavin Kutup. Çok önceden derinlere gömülen ve onun iyi tanıdığı küçük kız. Ama o kızdan geriye hiçbir şey kalmamış, bırakmamışlardı.

Serkay, "İçerde yanlış anlaşılırım diye konuşmak istemedim," dedi, sesi kalbimi ağrıya verdi. "Hemen bir yakıştırma havasına girerlerdi, bu fazla rahatsız edici."

Samimi olmayan mesafeli bir sesle, "Nasıl yardımcı olabilirim sana?" diye sordum, onu tehlikeye atmak istemiyordum.

Edim yanımda belirdi. "Gidiyoruz, Lavin," dedi. "Eve."

Serkay'la konuşmalı ve bu meseleyi onun da iyiliği için kapatmalıydım. Şüphelendiği belliydi.

Edim'e, "Biraz izin ver, birkaç dakikalığına onunla konuşmak istiyorum," dedim, dik dik yüzüne bakarak. "Evde yapacak bir şeyim de yok nasıl olsa."

"Gitmemiz gerekiyor," diye diretti. Başını sakin olmak istiyormuş gibi indirip kaldırdığında, yüzünde ve bakışlarında daha kötü bir ifade vardı. "Israr mı edeceksin?"

Delireceğim, soru soruyormuş gibi görünüyor ama yüz ifadesi çeneni kapat, hemen bana uyum sağla der gibiydi.

Serkay, bir an Edim'e, sonra tekrar bana bakıp, "Sorun değil, şimdilik boş versende olur," diyerek acleyle içeri girdi.

Serkay içeri girer girmez, "Ne işin var bununla, ne dedim ben sana?" diye sordu. "Bunun olası bir soruna neden olacağının farkında değil misin?"

Bıkkınca iç geçirdim. "Ne zaman bana soru sorsan, bu direkt bir sorgulamaya dönüşüyor," diye sitem ettim. "Konuştuğunda daha da çekilmez biri oluyorsun."

Edim bana aldırmadı ve insanın içini okuyan şeytanca bakışını benim üzerimde gezdirirken, "Hem onunla konuşurken yüz ifadelerinin nesi vardı öyle?" diye alay ettiğinde tüm düşüncelerimin nehir gibi donarak buz kestiğini hissettim. "Eğer bu elemandan hoşlanıyorsan, unut o işi."

Dişlerimi sıktım, başımı yana çevirince Simay'la göz göze geldik. Bana gülümseyip bize doğru adım atmaya başladı. "Hoşlanmıyorum, sanırım beni tanımaya başladı ve şüphelerini dağıtmak istedim ben," dedim kısıkça, bizi o mesafeden duymadığını umut ettim. "Tabii ki sen bunu mahvettiğine göre eve gidebilir miyiz artık, yoksa sorguya devam etme niyetinde misin?"

Edim dikkatle gözlerimin içine baktı, ne aradığından emin değilim ama saniyeler sonra, "Gidelim," dedi sadece.

Simay yanımıza geldiğinde Edim'e kaçamak bir bakış atıp, "Merhaba Lavin," dediğinde, Edim, "Acele et," diyerek Simay'ı görmezden gelip yanımızdan uzaklaşmaya başladı.

Simay'a baktım, uzaklaşan Edim'in arkasından bakıyordu. Neden bu kıza ısınamadım bilemiyorum. "Biz gidiyoruz, sonra görüşürüz."

Bana döndüğünde ortada hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsedi, yüz ifadesini çok hızlı toplayabiliyordu. "Pazartesi günü görüşürüz, Lavin," dedi ve omuzları düşük bir şekilde yanımdan ayrıldı.

O yanımdan ayrılırken hâlâ onda beni neyin rahatsız ettiğini bulamadım. Üstelik bu hâline acımıştım.

Edim'in uzun ve sıkı bacaklarının attığı adımlar, aramızda mesafeye neden olmuştu. Onun attığından daha hızlı adımlar atmak zorunda kaldım. "Senin derdin ne?" diye sordum ona yetiştiğimde. "Kıza karşı bu kadar kaba olmak zorunda mıydın? Yanından öylece ayrılarak hiç hoşlanmadığını daha az belli edemezdin."

"Tanımadığım birine karşı kibar olmak zorunda değilim, hele o kıza karşı hiç olmak zorunda değilim," dedi. "Ayrıca hoşlanmadığımı belli etmeme rağmen direnen o. Aptal olmayı seçmişse biri, aptallığından ziyafet çekmek herkesin hakkıdır."

Bu ne tuhaf bir bakış açısıydı böyle. Neden şaşırıyordum ki, Edim'in çok keskin düşünceleri olan biri olduğu belliydi. Simay nasıl tehlikeli biri için aptal durumuna düştüğünü bilemezdi tabii.

"O sadece senden hoşlanıyor," dediğimde, "İlgilenmiyorum," diye karşılık verdi, sesi fazla ilgisizdi ve çok soğuktu. "Sen de bu tarz aptal gereksiz işlerle ilgilenme, burda olmanın nedeni böyle şeyler değil. Yerinde olsaydım başkaları adına üzülmeyi, onlara merhamet etmeyi bırakıp kendime üzülürdüm."

"Hâlâ kendime üzülebilir miyim ki?" diye mırıldandım ama Edim beni duymamış gibi sessiz kaldı.

Bir pul kadar dahi ait olduğum bir yer yoktu, bir pul bile ait olduğu yerin bir zarf köşesi olduğunu bilir ama ben hiçbir yere, kendime bile ait değilmişim gibi bir başkasının açtığı yolda sürüklenip duruyorum.

Büyük binadan sonunda çıktık. Akşam olmasına rağmen dışarısı bahçe lambalarıyla aydınlatılmıştı, aydınlığın içinde gece böceklerinin küçük sesleri yükseliyor, rüzgârın hareketiyle uçuşan yaprakların içine karışıyordu. Hilal şeklindeki ay gökyüzündeki yerini almıştı. Dışarda bizden başka kimse yoktu, bir an temiz hava ve doğal görünen bu ortam beni garip bir şekilde kollarımı iki yana kocaman açıp temiz havayı içime derin derin çekeceğim kadar iyi hissettirmişti ama yanımda Edim olduğu için bu dürtüye uymadım.

Park alanına geçip arabasına geçtik. Koltuklara yerleştiğimizde Edim arabayı çalıştırdı ve kalabalık caddeye karıştı. Sokak lambasının ışığı kemikle sertlik kazanmış yüz profilinin yarısını açığa çıkarmıştı. Diğer yarısı ruhu gibi karanlıkta kalmıştı.

Başımı koltuğa yaslayıp yüzümü cama çevirdim, dış aynaya düşen yansımamı görebiliyordum. Eve gidince yatıp uyumak ve bir daha hiç uyanmamak arzusuyla doldu içim ama nasıl rahat uyuyacağımı bilemiyordum. Edim'in evinde hâlâ diken üstünde ve hâlâ çok tedirgin hissediyorum. Alışamayacakmışım gibi bir his göğsümde bir ağrı gibi dolanıyordu.

Bir butuğin tabelasında Simay'ın adını görünce aklıma yine o geldi. Sonra Eylül'ün ve arkadaşlarının konuşmasını hatırladım. Eylül'ü de hiç öpmemişti Edim. Neden?

Edim'e dönüp, "Merak ediyorum da Simay'ı neden öpmek istemedin?" diye sordum fakat bana cevap vereceğinden pek emin değildim. "Neden yaptıkları hileyi ortaya sermek yerine, görmezden gelip onu öpmedin?"

Bence bu pek de bir erkeğin gözden çıkaracağı bir şey değildi, Edim'in grubundaki arkadaşlarının Simay'ı öpmesi için teşvik etmeleri de buna kanıttı.

Edim bana keskin bir bakış atarak siyah bakışlarını trafiğin aktığı yola çevirdi. "Öpmemi mi tercih ederdin?"

"Öpmemen benim tercihim değil, senin tercihindi," dedim. "Benim tercih ettiğim bir şeymiş gibi bana yöneltme soruyu."

Araba ışıklara yaklaşırken, "Hep böyle akıllı mıydın?" diye sordu. "Beni şaşırtıyorsun, küçük avcı."

"Şaşırdığın falan yok, beni hâlâ küçümsüyorsun."

Araba kırmızı ışıkta durdu. Edim, "O kızı öpmedim," dedi, tekrar asıl konuya dönerek ve üzerime doğru eğilince kapının köşesine sıkıştım. "Çünkü o kız sen değildin, onun yerindeki kişi sen olsaydın eğer hiç tereddüt etmeden seni öperdim."

Gözlerim kara gözlerinde donup kalırken, kara bakışları gökyüzünü saran karanlık gibi bakışlarımın içini sardı ve bedenim olduğu yerde kilitlendi. Sıcak parmak uçlarımın bir buzun soğukluğunu tattığını, üşüdüğünü hissettim. Kelimelerim bile şaşkınlıktan göz kırpıştırdı; deniz dibindeki istiridyelerinde saklanan inciler gibi dilimin altına saklandı suskun kelimeler. Çünkü o an bir çocuğun ağzından çıkan saf kelimeler kadar çocuksu çaresizlik hissetmiştim.

Beni ilk öptüğü anda gözlerindeki, sözlerindeki alayı hatırladım. Onu gösünden ittim. "Benimle yine alay ediyorsun," diye kızdım, sesim son derece öfkeliydi. "Bu masallara karnım tok, benimle bir daha alay etmene izin verir miyim sence?"

Edim geri çekilirken, "Dürüsttüm," dedi, benim yüzüme hizalanan yüzündeki derin bakışlara anlam yüklemek zordu. Yanlış anlamaysa eğer üzülmüş bir hâli yoktu, aksine çok da sakindi. "Bana inanmakta bu kadar güçlük çekiyorsan eğer, inanmazsın olur biter."

Yüzünü incelerken, "Sarhoşsun sen, ne dediğini de bilmiyorsun üstelik," dedim. "Ne zaman seni görsem, üst üste içki alıyordun; tükettiğin alkol miktarını takip edemedim bile."

Edim, "Bak sen şu işe," diye alay etti, koltuğuna yaslandığında yeşil ışık yandı, arabayı hareket ettirdi. "Fark ettirmeden beni gözlüyordun demek."


Edim arabasını sürerken alttan alta fark edilmeyecek şekilde hafif bir açıyla kafasını eğdi ve bunun keyfini gizliden sürmek istercesine dudaklarını anlık bir ifadeyle kıvırdı ama ben o kıvrılmayı fark etmiştim.

Dilimi ısırmak istedim. Ben onu gözlemedim, aynı ortamda olmak beni tedirgin ettiği için bakmıştım. Refleks gibi bir şey ama daha çok dürtüsel. "Gözlemedim, asıl sen değil miydin beni gözlemek için tam karşıma geçen?" diye sordum. "Hâliyle ben de arada seni görmek zorunda kalıyordum, karşımda duruyordun."

Edim yanıt vermedi. Yanıt veremez olduğu için değil vermek istemediği için. Bunu hiç bozulma olmaksızın yüzünde beliren ifadeden anladım.

"Simay'dan konuşuyorken konu nasıl birden bire buralara geldi ki?" diye sitem ettim.

"Benim yanımda bir daha o kızdan söz etme," dedi. "O kız sadece kafamı biraz bile karıştırmayan bir hiçkimse."

Yolculuğumuz sessizlik, yabancılık içinde sona erdi. Edim'in arabası evin önünde durduğu anda ev ve evin çevresinde hiç ışık olmadığını fark ettim. Yolculuğumuz sırasında eve yaklaştıkça bu semtin sokak lambalarının yanmaması elbette ilgimi hemen çekmişti, nihayetinde karanlık korkusu olan biriydim ben fark etmememin imkânı yoktu ama aldırmak istememiştim. Emniyet kemerini çözüp kapıdan çıktım, Edim de beklemeden arkamdan.

Etraf çok karanlıktı, gökteki hilal ise bir aydınlığa neden olmuyordu. "Niye hiç ışık yok," diye sordum, içime işlemeye başlayan korkuyu hissedebiliyordum. Kollarımı ve bacaklarımı gergin bir ruh hâli işgal etti. "Edim, çok karanlık."

Avucumu ağırca arabaya bastırdım, içimdeki tedirginliği ve gerginliği o kısma gömmeye çalıştım. Ayakkabı içindeki parmaklarımı içeri doğru kıvırmaya başladım. Bütün bir ağızdan ışık, ışık diye bağırıyordu karanlıkta kalan tüm hücrelerim.

Edim, etrafına baktı. "Bütün semtte elektrikler gitmiş gibi görünüyor," dedi, sesi ilgisizdi. Konuya benim gösterdiğim ilginin yarısı kadar bile ilgisi yoktu. "İçeri geçelim."

Karanlığın içinde onunla göz göze geldik.

Yerimden kıpırdayamadım. "Ne yapacağız o zaman?" diye sordum, Edim'e nasıl derdim karanlıktan korkuyorum diye. Üstelik asıl ait olduğu yer zaten karanlıkmış gibi telefonunu çıkarıp fenerini açma zahmetine bile girmiyordu.

İçimdeki karanlıkla yaşamaya alışkınım ama dışımdaki karanlık ödümü koparıyordu.

Edim'in gözleri yüzümde dolandı. Doğal olarak sorumu sorgular bir havada tuhaf bularak, "Ne demek ne yapacağız?" diye karşıladı ona gönderdiğim soruyu. "Elektrikler yok diye burda mı konaklayacağız? Yerinden kıpırda Lavin, hemen."

Korkularımla zehirlenmiş sancılı bir nefes aldım. Ne olurdu ki hiçbir şey demeden de onun tarafından anlaşılsam. "Ben..." Durdum, tüm kelimeler dilimin üzerinde kurudu. Söyleyemezdim; beni mahvederdi.

O benim düşmanımdı, benden nefret ediyordu. Zayıflığım kanatlı bir kuşsa, onun nefreti tüfeğinden ayrılmış bir kurşundu; sezdiği anda nefreti zayıflığımdan vururdu beni.

Yürümeliydim, yürümek bir insan için en basit eylem. Ayağının birini ötekinin önüne atarak gerçekleşen bir hareket türü ama şu an bana, bundan daha ağırı yükletilemezdi.

Arabanın camına tutunmuş elimi çektim, kendimi öyle çok kastım ki daha sonra kaslarım ağrıyabilirdi. Kendimi cesur olmaya zorlayarak ve tabii düşmanıma ruh hâlimden parçalar göstermemek için adımlar attım ama en savunmasız olduğum anlardan birinin içindeydim. Attığım adımlar korkudan beslenen hislerimi taşıyamıyormuş gibi tökezlesem de ilerlemeye devam ettim. Eğer karanlık olmasa Edim yüzümün kül gibi bembeyaz kesildiğini görürdü.

En suskun olduğum andaydım; bu suskunluk aslında içten gelen en tiz çığlığımdı benim.

Eve giden merdivenlere bir adım atmadan hemen önce Edim beni belimden yakalayıp, "Dur," dedi.

Rahatladım, karanlık bir ortamda birinin hemen yanımda olduğunu bilmek her zaman rahatlatmıştır beni; karanlığın içinde olmama rağmen, karanlıktan kurtuldum birdenbire.

Edim'e şaşkınca baktığımda bana değil, sol tarafa büyük bir dikkatle baktığını gördüm. "Ne oldu?" diye sordum. Sesim titremişti, fark etti mi bilmiyorun. "Niye durdurdun beni?"

"Sessiz ol," diye uyardı beni. "Bir ses duyduğumdan eminim, fark etmemiş olamazsın."

"Fark etmedim ama," dedim, çünkü o sırada kendi korkularımla fazla meşguldüm. Edim beni bu şekilde tutarken korkunun koşar adımlar hâlinde benden hızla uzaklaştığını hissedebiliyordum.

Edim belimdeki elini çekip bileğimi kavradı. "Evin çevresini kontrol etmeliyim, sen de benimle birlikte geliyorsun," dediğinde, diğer eli iç cebinden telefonunu çıkarıp feneri yaktı. "Seni şimdiden uyarıyorum, hiç yakınmaya kalkışma bile."

Ama hiç haberi yoktu, ben içimden o sesi her kim çıkardıysa minnet duymuştum ona. Ses bir tehlikenin habercisi olabilirdi, yine de şu an karanlıktan daha çok korkutmazdı beni ve Edim tehlikeleri bertaraf etme konusunda iyiydi, güvenilirdi.

Edim evin bütün çevresini dolaşıp kontrol etti. Yine de sesi kim veya her ne çıkardıysa onu bulamamıştı. On dakika sonra ayrıldığımız kapı önüne gelince, "Eve girelim," dedi ve basamakları çıktı, elimi bırakıp kilitli kapıyı açtığında evin içindeki karanlık, fener yardımıyla kırıldı.

İşte o an istedim, Edim Demiray'ın elimi sıkıca tutmasını, tekrar. Ama o korkumun, kül rengine dönen yüzümün, hiçbir şeyin farkında değildi.

Edim kapıyı aralayıp önce kendisi önlem olarak dikkatle kontrol etti, sonra kenara çekilip hâlâ dikkatle etrafı kolaçan ederken, "İçeri geç, küçük avcı," dedi, ses tonundan bir şeyden fena hâlde rahatsız olduğu belliydi.

Ne duyduysa onu işitmiş değildim ama Edim'i böyle temkinli olmaya sürükleyen şeyin merakı içime gömülürken, "Ne oluyor, Edim?" diye sordum, endişe ettim. "Niye bu kadar temkinli ve kontrolcü davranıyorsun?"

"Belki de ben yanıldım," diye mırıldandı "Odana çıkalım, uyu."

Adım attığı o an karnıma ağrılı bir sancı saplandı, bir denizin dibine çöken gemi enkazı zihnimin dibine çöken korkum yeninden hareket etti. Ortama derindeb bir sessizlik çöktü, beklenmedik bir sessizlik adı konmayan bir durum.

"Dur biraz,"dedim, paniklemye başlayan hâlimi gizleyerek. "Elektrikler yok ama."

"Odana kadar yanında geleceğim?"

Yutkundum. "Kapımı kilitlemek için mi?"

"Sen başka ne için olsun isterdin?"

"Alay mı ediyorsun?"

"Bence sen bu soruları sorarak alay ediyor gibisin, neyin var senin?"

"Ben...," İçimde dipdiri bir korku vardı. "Ben karanlıkta göremem önümü, üzerimi değiştirirken ışığa ihtiyacım var."

Edim bıkkınca iç geçirip, "Mutfağa mum var mı diye bakacağım," dedi, adımlarını oraya yöneltirken. İlave etti. "Bekle burda, arayışım zaman alabilir çünkü mumlar tam olarak nerde tutuluyor bilmiyorum. Böyle şeylerle Nergis ilgilenir genelde ve şu an evde değil o."

Öl dese daha kolaydı, ışık benden uzaklaşırken hayatta beklemezdim. Hemen arkasından adımladım tabii. Edim'e yakın şekilde arkasından ilerledim.

Edim durup omzunun üzerinden bana ters ters baktı, "Sen neden bu kadar yakınımdasın, dibimdesin?" diye sordu, arkasında olmama değil de sanki ona yakın durmama anlam veremiyormuş gibiydi. "Aramızda mesafe olmasına dikkat edersin sen, her zaman."

Keskin dikkati beni şaşırttı, öyle mi yapıyordum? Gözlerimin içine beni anlamaya çalışırcasına bakıyordu.

Küçük bir adım geriledim, "Değilim ki," diye inkâr ettim. "Aslında sen benim dibimdeydin. "

Edim, aksi yönde bir şey demedi ama siyah gözleri bir süre daha beni izlemeyi sürdürdü. Sonra önüne dönüp mutfağa girdi, ben de hemen arkasından onu takip ettim. Dolapları karıştırırken durduğum yerde stresten öleceğimi hissettim. Edim mumları bulamazsa eğer ne yaparım, geceyi nasıl geçiririm hiç bilmiyorum. Karanlık beni öldürse bile Edim'e hiçbir şey diyemezdim. Muhtemelen bütün gece yorganın altına kendimi küçük bir kız çocuğu gibi gizleyip gözlerimi sıkıca yumar sabah olmasını beklerdim veya şanslıysam gece elektrikler döner ve bu kadar aksiyona gerek kalmazdı.

Neyseki birkaç saniye sonra Edim, "Buldum," dediğinde inanılmaz rahatladım. Elindeki siyah telefonu tezgâhın üzerine bırakıp cebinden çakmağı çıkardı.

Mumu yaktı, korkularımın arasına ateş kızılı bir ton yayıldı. Kalbimde korkuyla bekeleyen küçük kız için ışıklar yandı. Sadece o an, karanlık korkusu taşıyan her kızın kalbi kalbimin içinde attı.

Koyu karanlık korkumun yüzüme yaydığı gerginlik silinirken ateşin hafif tonundan yayılan ışık ifademe yayıldı. "Mumu ben alırım," dedim, eline uzanarak. Böylesine koyu bir korkuyu taşıyan anlar ışığı elinde tutmanın dünyanın en güzel olayı olduğunu.

Mum tam ortamızda nefesimizin rüzgârıyla dalgalanıp hareketlenirken, önce ellerimiz bir an birbirine temas etti, sonra sanki o an çok yanlış bir şey yapmışız gibi gözlerimiz birbirini buldu. Elleri hep sıcaktı, ellerim daima soğuktu. Tenlerimizin sıcaklığı ve soğukluğu bile birbirine ters düşüp birbiriyle çatışıyordu sanki.

Edim, başını başka bir tarafa çevirip, "Alacaksan alsana, kızım," diye homurdandı.

Kaşlarım çatıldı, yine şu tuhaf tonu kullanmıştı. Bu hâli bir an komik geldi, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bazen fazla garip davranıyordu. Mumu elinden aldım.

Edim tezgâhın üzerindeki telefonu alıp, "Gidelim artık," dedi ve önden yürümeye başladı.

Odamın önüne geldik. Ben ona bir şey demeli miyim diye düşünürken, Edim benden önce odama girince şaşırdım. Odanın içini ve banyoyu kontrol etmeye başladığında ben de içeri girmiştim.

Kaldığım odaya şaşkınca baktım, çünkü odam sabah bıraktığım gibi değildi. Pencereye yakın yere bir masa ve sol tarafa yatağın hemen karşısına gardırop gelmişti. "Sabah bu eşyalar yoktu," diye seslendim banyoyu kontrol eden Edim'e. "Ne zaman geldi?"

Edim'in sesi gecikmedi. "Biliyorum, haberim var. İhtiyacın olacağı için bir ara ben ayarladım eşyaları. Gün içinde getirip yerleştirdiler, Nergis ilgilendi." Banyodan çıktı. Elindeki telefonun fenerini bana tuttu ve bana bakarak ekledi. "İhtiyacın olur diye gardırobun içinde kıyafet de var, şimdilik idare edebileceğin kadar."

Kendime ait bir yerdeymişim gibi içi giyebileceğim kıyafetlerle dolu kendime ait bir gardırobum var. Bu içinde bulunduğum durumu tekrar hatırlattı bana. Yaşamımdan yavaş yavaş kopuş gerçekleşiyordu. Eşya nerdeyse siz de orada olurdunuz ve eşya sizi bir yere aitmiş gibi hissettirebilirdi.

Bu düşünceler yeniden öfkemin ateşini alevlendiren neden oldu. Asabi tonlamayla, "Teşekkür mü etmeliyim?" diye sordum.

"Nasıl istersen," dedi, ukala bir tavırda. "Teşekkür etmek istersen engel olmam ama babasının bir tanesi, çok değerlisi Lavin Kutup birine teşekkür edebilir mi emin değilim."

Babamdan söz etmesinden nefret ediyorum, sesinin ayakları onu ezip geçer gibi çıkıyordu.

Dişlerimi sıktım. "Benim bunlara ihtiyacım yok, senin vereceğin tek bir şeyi bile istemiyorum."

"Gerçekten mi? Ne büyük hayal kırıklığı," dedi, sesi son derece ukala çıkıyordu. "Senin giysisiz ortalıkta dolaşmaya karar verdiğin düşünülürse, öyleyse yok yere burnumu mu sokmuş oldum?"

"Konuşmayı çirkinleştirmeyi bırak," diye kızdım. "Defol git."

Edim'in yüzündeki ukala ifadeler dağılıp silindi, bana doğru bir adım attı. "Benim evimin odasında beni öylesine kaygısız ama küstahça kovmak...," Bakışları zehirli, kara bir yılanın yaptığı gibi bakışlarımı ısırdı. Ve zehir zihnime ulaşıp kelimeleri kuruttu. "Vay be, harbiden yürek yemişsin, kızım."

İşte bana yine 'Kızım' demişti, bu da sinirli olduğu anlamına geliyor. Off ya, asla akıllanmıyordum. Kriz gelince yine canıma okuyabilirdi.

Zaten yakın durduğum yatağın üzerine oturdum. "Beni rahat bırak."

Edim dik dik yüzüme sessizce baktı ve ben bu sessizliğin ne anlattığını bilmiyordum ama bir süre sonra, "Konuşmanı ne kadar dinlersem, o kadar sinirlerim bozuluyor," dedi, arkasını dönüp kapıya ilerlerken ekledi. "Çıkıyorum, sende hemen uyu, Lavin."

Arkasından endişeyle baktım. Tam kapıyı kapatacaktı ki heyecenla ayağa fırladım. "Edim!" Kapatacağı kapıyı tekrar açıp, "Ne var?" diye homurdandı. "Söylemediğin bir şey kaldı mı ki?"

"Ben..." Bakışları cesaretimi kırıyordu, yine de devam ettim. "Kapıyı kilitleme."

Sesimdeki çaresizlik kulaklarımı tırmaladı. Göz göze geldiğim öfkeli bakışların içindeki ateş beni bir şehir gibi yağmalarken, kendi anılarımdan var olan korkuya biraz daha tutundum.

"Gittikçe artan cüretin sinirimi bozuyor," dediğinde, bilmediği şey korkumdu artan cüretimin nedeni. "Sana güvenmediğimi bile bile, hangi cüretle benden böyle bir şey istemeye cesaret edersin?"

İçimdeki korku bir zehir gibi beni yakıp kavururken çenemi diktim, kararlı sözlerle devam ettim. "Çok kez kaçmama rağmen beni her defasında yakalayan kişi sayesinde."

Bana iyi bir satranç oyuncusu olmadığımı söylemişti ama ben kapıyı açık tutma isteğimi onun yeteneğine bağlayarak satranç tahtasındaki bir taşını yemiştim.

Edim tabii ki zeki biri olarak ne yaptığımı anlamıştı. Gözlerini kısıp yüzünümün her noktasını izlerken sordu. "Yani demek istediğin?"

Harflerin kamçısı zihnime ağır ağır inerken, "Kaçmayacağım," dedim hamlemi sağlamlaştırarak. "Çünkü kaçsam bile beni yeniden yakalayacağını çok iyi biliyorum."

Edim'in siyah bakışları bir bıçak gibi önce safir bakışlarımın içinde dolanan ifadelere saplandı, sonra yüzümdeki ifadelerde gezindi. Zeki bakan bu koyu karanlık gözlerin ne aradığını biliyorum, sözlerimdeki samimiyeti yalanın kirli kanıyla sulayacak bir ifadeydi aradığı.

Yalanı ne kadar ararsa arasın bulamazdı; ifadelerim, samimi sözlerimin tenine süzülmüş bir ruhtu.

Edim hiçbir yorum yapmayarak gözlere çekildiği anda kör eden bir mil gibi sessizliği aramıza mil gibi çektiğinde, hislerimin körleştiğini hissettim. Kapıyı yavaşça kapayıp birbirimiz bir kapının iki tarafına terk ettiğinde bile, kapının her iki tarafında gözlerimiz kesişmeyi sürdürüyordu. Ben yerimden bir adım kıpırdamadığım gibi onun da diğer tarafta kıpırdamadığını biliyordum. Hâlâ neyi düşünüyor diye aklımdan geçirirken kilit sesi yerine adım seslerini duydum.

Bu adımların gürültüsü benim Edim Demiray'a karşı zafer kazandığım ilk sefer.

Tuttuğum nefesi geri bırakırken gardırobu açıp elimdeki mumu ileri taşıyarak kıyafetlere baktım, askılığa yerleşmiş olan gri eşofman takımını bulup banyoya ilerledim. Kapıyı arkamdan kapatır kapatmaz mumu beyaz lavabonun sabunluk tarafına sabitleyerek üzerimi çıkarmaya başlarken Edim'in kapı konusunda verdiğim tepkiyi abartı sayan yüz ifadesi geldi gözlerimin önüne.

Eşofmanın altını bacaklarımdan geçirirken ortamı kızıl aydınlatan muma baktım, eğer elektirkler gelmezse ve mum biterse, kapı kilitli olsaydı yeni bir tane almak için aşağıya inemezdim. Eşofmanın üst kısmını başımdan geçirirken şimdi bile ya ışıklar geri gelmezse diye göğsüme biriken gerginliği hissediyordum. Düşünceler zihnimi daha yoğun sarmayı sürdürürken, aynaya ifadesiz gözlerle bakarak dişlerimi fırçaladım.

İşim bitttiğinde yanmakta olan ve yandıkça kendinden kan akıtır gibi kenarlarından taşarak erimeye başlayan mumu kavradım ve banyonun kapısını sakin havada yavaşça aralayıp çıktım. Sakinliğim tuzla buz olurken karşı karşıya kaldığım manzara bütün ruhumu sardı.

Kalbi atmayı bırakan hastalar gibi kalbim bir an atmayı bıtaktı ama kalbi tekrar içinde yaşadığı bedene tutunsun diye uyguladıkları şok dalgasına benzer yakıcı, sert bir dalganın tenime hızla yayıldığını hissettim. Gözlerim bu manzaraya kilitlenip kalırken ayaklarım basılı durduğu yere çivilenip kaldı.

Komodinin üzerinde yananarak bırakılmış iki mum ve hemen yanında mum kutusu duruyordu.

Başta gözlerim gördüğünü reddetti, reddemeyeceğini anladığında bile reddetmek istedi ama bu gerçekti.

Orada yanan iki mum vardı.

Ve bu iki mum yandıkça ruhumu yakıyor, ruhumu mahvediyordu. Çünkü bu mumları yakan kişi Edim Demiray'dı.

Yerimde durmayı bırakıp yatağa ilerledim ve yatağın ucuna yavaşça oturdum. Elimdeki mumu komodin üzerine konumlanmış olanları inkâr etmek istercesine sıktım. Yanarak bırakılan mumların başlangıcı iyilik olabilirdi ama sonu kötülükle sonuçlanabilirdi. Ve en önemlisi Edim Demiray karanlık korkumu biliyordu artık. Üstelik ona kendim vermediğim hâlde en büyük sırrımı almıştı benden.

Ben anlamasın diye direnirken, Edim ne zaman anladı?

Çaresizlik hızla tenime karşırken gözlerimi kapattım ve başımı öne eğdim. Bu bir iyilikse bana neden böyle bir iyilik yapsın ki? Yok eğer aksini düşünerek bıraktıysa mesaj açıktı, karanlık korkunu biliyorum diyordu bana açık açık. Çok şey var bu anda, benim çaresiz oluşum ve Edim'in acımasız bir katil oluşu. Benim gerçeğimle canımı yakacağı düşüncesi ruhumu acıyla kıvrandırıyordu.

Elimdeki mumu sıkmaya bir son verip onu da diğerlerinin arasına kattım. Yatağın örtüsünü kaydırıp bedenimi açıklığa bıraktım, örtüyü üzerime hatta boğazıma kadar sıkı sıkı örttüm. Odanın atmosferi ılık olduğu hâlde üşüyordum, beni asıl üşüten yalnızlık, belki çaresizlikti. Bir ölüm sessizliği her şeyi kaplarken yanan mumun çıkardığı yakıcı ses odadaki sessizliği yırttı.

Ruhum kıvranırken bedenim titriyordu, çok titriyordu, öyle çok titriyordu ki titreyişler içinde uykunun üzerime çöküp kıvranan ruhumu bu andan kopararak almasını ve birkaç saatliğine de olsa uzaklaştırmasını özlemle bekledim.

24.Ağustos.16 |Çarş.

Saat | 17:20

ELİSYA ROYAL
🔸

Lütfen gizli okur olarak kalmayın, yorum ve oy vermeyi ihmal etmeyin. ♥

Lavin Kutup yine derbederrr, canım Lavin çok seviyorum seni. Yılma çiçeğim.

Serkay hakkında ne düşünüyorsunuz?

Simay hakkında ne düşünüyorsunuz?

Lavin Kutup'un ileri seviye karanlık korkusunun bir parçasını gördünüz.

Bugün biraz fobilerden konuşalım mı?
Özellikle küçüklükten bir tohum gibi zihnimize yerleşen korkular hakkında; biz büyüdükçe onlar da büyüyor.

Birinin korkularıyla alay edip onun üzerinden şakalar yapmak iğrenç bir şey, gerçekten. Birinin korkularını, o zayıflığını kullanarak eğlenmek büyük bir kötülük ve şımarıklıktan başka bir şey değil.

Benim de tıpkı Lavin Kutup'ta olduğu gibi ileri düzey bir korkum var. Tıptakı terimiyle Akrofobi denilen yükseklik korkusu.

Yüksekten aşağı bakınca çarpıntı, baş dönmesi ve bazen mide bulantısına kadar tetikleyen çok kötü bir korku. Küçükken yüksekten düşen birini gördüğüm için zamanla ciddi boyutta gelişti.

Sizin de fobiniz var mı? Varsa nasıl başlayıp nasıl gelişti?

Lavin Kutup ve karanlığı için temsili resim.

İnstagram : elisyaroyal

Twitter : ElisyaRoyal

Ask.fm : ElisyaRoyal

Continue Reading

You'll Also Like

1K 121 21
Başka bir hayatın ihtimalini bir resimde görebilirdin. Ama o ihtimali gerçek kılmak bir mucizedir.
1.1M 74.4K 56
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
172K 12K 78
Karanlıkta kalsaydın eğer, yakar mıydın bütün masum bedenleri? 7 ölümcül günahın toplandığı fani ruhun nasıl da kaldırıyor kadar vahşeti! Kana susam...
890K 29.5K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!