İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.5M 906K 567K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"

446K 19.4K 8.9K
By ElisyaRoyal

Yeni bölüm geldiii

Fıstıklar, beklentilerinizi ne yönde tutmanız gerektiğiyle ilgili şu küçük notları okuyun lütfen; öncelikle bu hikayenin başlangıçta romantik bir hikâye olamayacağının farkında olarak okuyun olur mu?

Romantizm tarzını kullanan biriyim ve romantizmi severim ama yerinde, doğru zamanda ve gerçekten kurguya göre mantıklı olduğu anda. Hikâyeyi sabırla okumanızı istiyorum.

İntikam, katil ve kan üçlemesini zihninizden çıkarmayın, Edim'i romantik ve değer veren biri yapsam anlatıcılığım yapmacıklığa döner. Hikayenin psikolojik yönünü devamlı hatırınızda tutun. Bununla birlikte hikayenin başında her okuyucunun yapması gerektiği gibi karakterlerin de psikolojisini anlamaya çalışın.

Bakın hak verin demiyorum, kendi yaşam biçiminize ve kendi hayat kurallarınıza, wattpad'de okuduğunuz romantik karakterlerden yola çıkarak onları herhangi bir kalıba sokmaya çalışmayın, anlamaya çalışın diyorum.

Koccaman öpüyorum, aşşırı seviyorum! İyi ki varsınız!


Bölüme kar taneleri bırakın sayfalarımız soğusun, karlar sayfalara dökülsün ve karlar gibi koksun ❄

6. BÖLÜM | SOĞUK KELEPÇE

'İntikam, cehennemde pişmiş ağıza alınan en tatlı lokmaydı...'

🍁

Düşmanın kadehine damlattığın zehir, sizi beraber kaderin ağına bağlar.

Belki durum bundan ibaretti, kendi ördüğü ağa bacakları saplanmış bir örümcekten farkımız yoktu, kaderin ağına takılıp kalmıştık. Edim Demiray yalnızca beni zehirlediğini, beni mahkûm ettiğini sanıyorken, fark etmese bile o da usulca karmaşaya saplanıyordu. Çünkü ben, üzerine düştüğüm ağda öylece durmayacaktım; belki gücüm yoktu ama benim kadar yaralı olan umudum da kendini toplamaya başladığı anda yılmadan denemeye devam edecektim.

Diğer yandan, kaçmakta başarısız olmuştum. Siyah Tehlikem sessizce karşımda durmuş beceriksizliğimi yüzüme sert ifadesiyle vuruyor, kendimi bütünüyle işe yaramaz hissettiriyordu.

Herkese böyle mi olur? Bazen kendime ya aşırı güvenir, ya aşırı güvensiz hissederdim. Ya çok beceriksiz, önemsiz ve değersiz olduğumu düşünür, ya da çok özel biri olduğuma ve her şeyi başarabileceğime inanırdım. Kendime güvendiğim zamanlarda en büyük güçlüklerin üstesinden gelirdim ama en küçük bir başarısızlık hiçbir işe yaramadığıma inanmam için yeterdi.

Yağmur, bakire bir kızın içine gömülen bir erkek gibi toprağın içine gömülmeye devam ederken, Edim arabanın kapısını gürültüyle kapattı.

Şakaklarıma inip yapışan saçlarıma korkularım dolanmıştı. Ne olacağım şimdi ben, kader bana neler hazırlıyor? Bırak yarını bir dakika sonrasını kestirememek, gelecek hakkında en ufak bir düşünceye sahip olamamak can yakıcıydı. Annem, ablam, Tuncay... Geride bıraktıklarımı anımsamak bile kalbimi paramparça yapıyordu. İçimden çarpan kalp, başka bir korkuyla atıyordu. Küçüklüğümden beri en kötü korkum karanlıktır oysa ki. Korktuğum zaman, kalbime yerleşen korkunun gitmesi adına gözlerimi sıkı sıkı yumar, yastığıma titrek bir sertlikle sarılır, içimden ya sayı sayar ya da farklı şeyler düşünmeye zorlardım zihnini. Korktuğumda, korkularımı giderecek hiç kimse olmuyordu yanımda.

Ama... Kara gözlerin sahibi, karanlığın özüydü.

Hissettiğim hayal kırıklığı, pelerin gibi sarmalamıştı acıyla sızlayan vücudumu. Tenimden sarkan eteklerinden kan damlıyordu. İçimden gözlerimi sıkı sıkıya yummak ve aslında bu anı yaşamadığımı idda edecek arsız yalanlar söylemek geçiyordu. Ama bu içine düştüğüm şey gerçekti, kâbus değildi; gözümü kapattığım veya açtıktan sonra sona erecek değildi.

Bu gerçekliğin ta kendisiydi.

Edim, arabadan uzaklaşıp yanıma yaklaşırken, ben eski hayatımdan uzaklaştığımı hissedebiliyordum. Gözleri gözlerimi bir an olsun terk etmedi. Gözlerine vuran yağmur, göz kapaklarını birbirine dokundurmadı. Karşımda durdu, geceyi katleden gündüz gibi katil bir duruşu vardı; gecenin kanını son damlasına kadar içmiş, sanki sonunda o da bütünüyle siyaha dönmüştü.

Bir katilin alayını taşıyan siyah gözleri kısacık, titreyen dizlerime dokununca kendimi kasıp dik ve korkusuz durmaya çalıştım, gözlerimin içimde olup biteni karşımdaki katile yetiştirmesine izin vermedim. Isırgan bakışları tekrar ifadesiz bakışlarımı ezici bir kuvvetle tuttu. "Başına gelen her şey, daha en başında senin için tasarlandı," dedi, alaycı soğuk bir tonda. "Benim oyunumda, benden mi kaçacaktın?"

Göğsümde kalp gibi atan panik duygusunu görmezden gelmeye çalışarak, kendimi onun gibi rahat tutmaya alaycı olmaya zorladım. "Kendi oyununda, kurbanını yalnız bırakıp gidecek kadar dikkatsiz birinden nasıl kaçtığımı mı sormaya çalışıyorsun?" diye sordum, kaşlarımı alayla kaldırıp indirdim. "Evet, tam olarak bunu yaptım."

Edim'in dudağı kıvrıldı. "Bu durumda dikkatsiz olduğumu düşünecek kadar zeki olup, seni zaten benden kaçıp asla kurtulmayacağını anlaman için orda bıraktığımı anlamaman ne kadar aptalca görünüyor bilemezsin." Başını omzuna yatırdı, gözlerindeki alayın elleri ruhumun üzerinde gezinen çaresizliğe yaslandı. "Bu benim oyunum, aptal sarışın. Kaçmana izin veren bendim, ne kadar süre kaçacağına izin veren de."

Yüzümdeki kayıtsızlığı korumakla, göğsümdeki incinmişliği yok saymak arasında verdiğim mücadele gücümü tüketti. Yine aynı şeyi yapıyordu bana; önce duruşuyla, sonra sözleriyle beceriksiz olduğumu hissettirdi. Halihazırda yanan bir mum gibi eriyordum fakat yine o mum gibi dimdiktim, beni olduğum yere yığılıp kalmaktan alıkoyan şey o mumun üzerinde yanan ateş gibi ruhumun üzerinde yanan gururumdu.

Edim, "Yeterince vakit kaybettik," dedi ve kaşlarını çattı. "Arabaya geç."

Dilimin üzerinde kelime cesetleri vardı, dilim canezelerin çokluğundan kıpırdayamıyordu. İçimde yanan ateş yüzünden tam yanından geçerken onu omzundan sertçe itip ilerledim, Edim bileğimden yakalayıp beni kendine çevirdi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan sırtımı arabanın kapısına yapışır vaziyetteydim. Az öncekinden daha tehlikeli bir ifade kaplamıştı gözlerini, bana göğsünün altındaki kalbi onu çok önceden terk etmiş gibi bakıyordu, göğsündeki koca boşluğa damarlarında dolanan şeytanları sığdırdığını bilmek, yutkunmama neden oldu.

Damarlarında dolaşan şeytanların gözlerinde duraksadığını ve usulca beni yok etmesini söyleyen fısıltılarını duyabiliyordum. Dudakları sert bir ifadeyle gerildi. "Bana bak, kızım," diye konuştu ölümcül bir sesle. "Ben senin kenara itip hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmene izin verecek biri değilim. Aklını başına al."

Kısacık bir an, kükremeden beter bir ifadeyle söylediği bu sözlerden dolayı korkudan titredim, kendimi korkulara teslim etmek istemiyordum. Gözlerimi ondan ayırmak istedim fakat Edim öyle bir bakıyordu ki, onun gözlerine bakmaktan başka çarem yok gibi hissediyordum. Niye böylesi bir durumun içine çekildiğimi bilmesem de, beni öldürecek gibi bakmasını hak edecek hiçbir şey yapmadığımı biliyordum. Dilimi tutamadım, "Almazsam ne yapacaksın?" diye meydan okudum. Muhtemelen bir katille aşık atmak ancak benim gibi daha az akıllı birinin tercihi arasında yer alıyordu. "Ben de böyle sert bakmaların, esip gürlemelerin dize getireceği biri değilim."

Edim, bu cüreti nerden bulduğumu anlamamış gibi bakıp sinirle hırıltı çıkardı. "Bak, zaten sana zor tahammül ediyorum, sınırlarımı zorlama." Saniyeler hissettiğim acının ufkuna serilen kızılllık gibiydi, yağmur gibi bedenime yağıyor, tenimi yarıp geçmişte ruhuma kazınan izleri acıtıyordu. "Gerçi kime diyorum ki? Nasıl baş belası biriysen, annenin bile umrunda olmadın. Şu küçücük hâlinle herkesin nefretini kazandığına göre, benden çokta bir farkın yok."

Bu sözler, ellerimde patlayan ama ellerimi terk etmeyen ayna kırıklarıydı; aynanın her bir parçasında kendimi gördüğüm gibi kelimelerin her birinde kendimi gördüm. İçinde taşıdığı anlam neredeyse beynimi söküp çıkaracaktı yerinden. Az öncesine kadar koca okyanuslara meydan okuyacak cesaretim varken, şimdi damla damla dökülen şu kelimelerin mürekkebinde boğulduğumu hissettim. "Ne demek istiyorsun sen?" Sesim titredi. Gözlerimi kırpmadan gözlerinin içine baktım. "Annem... O burda, yani seninle olduğumu biliyor mu?"

Edim, bir an tepkime şaşırdı, ama o şaşkınlığı hemen sildi. "Bakıyorum dikkat kesildin hemen, demek en büyük zaafın ailen," dedi, acımasız bir sesle. İnsanın aklı durur gibi olunca gözlerini durduracak durak arıyordu; gözlerim onun derin sus çizgisini doldurup giden yağmur suyuna takıldı. "Bak bu aklıma gelmezdi işte."

Edim, bir adım geri çekildi. Neydi şimdi bu geri çekilme? Zafere ulaşan bir adamın işi bittiği için harabeye uğramış bir savaş meydanından çekilişi miydi? "Kayıpsın, iki gündür. Kimse seni aramadı, annen senin için umrunda olmadığını söylemiş, gerçekten bu kadar berbat bir evlat mısın?"

Fotoğraf albümünü karıştırıp öyle bir resme denk gelerek diğer sayfayı çeviremeyen bir kadının o anda çakılı kaldığı gibi gözlerinde çakılı kaldım. Acı kalbimde halkalanırken karşımdaki adamla mücadelenin içinde olduğum gerçeği aklıma gelmiyordu bile. Dilimin ucunda yaşam mücadelesi veren birkaç kelimeyle, "Bu... Tüm bunlar çok anlamsız," dedim, sesim kısık kelimelerim yaralıydı. Annemin beni gözden çıkardığı düşüncesi bile kalbimi hasta etmeye yeterdi. Kefenin içinden konuşan bir sesle, "Annem neden böyle konuşsun ki? Sana inanmam için hiçbir sebep yok," diye ekledim. "Sen... Katilsin."

Annemle aramız iyi değildi kabul ediyorum fakat beni onun acımasız eline bırakması mantık dışıydı, çünkü o anneydi, benim annemdi. Saniyeler, hissettiğim hayal kırıklığının dilinde yaralar bırakıyordu; inkâr etmek, bile bile o yaranın üzerine tuz basmaktı.

Edim, gözlerini yüzümden çekmeden, "Kim katillerin aynı zamanda yalancı da olduğunu söylüyor?" diye sordu. Söyleyeni duymamıştım, şu an sadece bir katil olarak durmuyordu karşımda, düşmanımdı da. "Gerçeklerin gücü acıtınca, inkârı doluyorsun diline."

Yere çöküp ellerimle kulaklarımı kapatmamak için direndim, arkamdaki araba bile kan kusuyordu sırtımın omurga kemiklerine; bir katilin bıçağının battığı gibi canıma batıyordu. Hayat değmeyen, bu yüzden nasırlarla kaplı ruhum kanamaya başlamıştı. "Yeter! Duymak istemiyorum! Sus artık!" diye bağırdım, sesim sokak boyunca dalgalandı. Karabasanlarım vardı benim gece hücum eden, bugün gözlerim açıkken her gerçeği üzerine giyinen karabasanlar dört bir yanımı sarmalamıştı. "Sus!"

Edim, beni şaşırtarak kelimelerini susturdu, yine de karanlık öfkesinden zerre eksilmediğini biliyordum. Kolumu ondan kurtararak, "Bırak!" diye bağırdım, sesimin duvarlarını ören tiksintinin tuğlalarıydı. Yağan yağmur bakışlarımın önüne paramaklık çekiyordu, görüş alanım zayıflıyordu. "Kendim yürürüm, sana ihtiyacım yok."

Edim öfkeyle bana döndü, bakışları yırtıcıydı. "Lavin," dedi, dişlerinin arasından. "Canın bugün için yeteri kadar yandı, beni zorlama."

Ona farklı bir cevap vermek isterken, birden bir kalbimden kan çekildi ve zayıf bedenim titremelerle sarsıldı. Arabanın camına tutundum, başım yere eğildi nefes alış verişim ağırlaştı. "E-Edim," dedim nefes nefese.

Edim, değişen ses tonumdan bir şeylerin ters gittiğini anlamış olmalıydı ki, hesap sormaya hazırlanan tavrı geri çekilirken kolumu tuttu. Kaşlarını çatarak, "Ne oldu?" diye sordu, sesindeki ifadesizlik çatlamıştı. "Yüzün solmuş, ellerin de titriyor. Canın mı yanıyor?"

Başımı yerden kaldırıp Edim'e baktım, gözleri sakin olsa da karmaşık bir mekân gibiydi. "H..Hap, hap almam gerek. Krize gireceğim," derken nefes nefese kaldım. Vücudumun titremesi arttı, zar zor ayakta tutuyordum kendimi. Yere çökeceğimi düşündüm ama öyle olmadı, Edim tutmuştu.

Öleceğimi hissettim.

Edim, beni açtığı kapıdan geçirip yolcu koltuğuna oturmamı sağladı, sonra önümde diz çöküp cebinden küçük bir paket çıkardı. "Neyseki son anda bunu almak aklıma gelmişti." Saçlarına ısrarlı dökülen renksiz taneleri umursamıyordu, bu yakınlıkta parlak ve daha koyu görünüyordu. Beni öldürmek isteyen bir katilden daha farklı olduğunu ayrımsadım ve onu bir katile çeviren hikâyesini merak ettim. Paketin içinden bir tane çıkarıp bana uzattı. "Al bakalım."

Beyaz, küçük hapı elinden alıp direkt ağzıma attığım anda, kesilmiş olan nefesime kavuşmuş gibi hissettim. Zihnim durgunlaştı. Edim arabanın kapısını örtüp arabanın etrafından dolanıp kendi tarafına geçti. Bir süre sonra gerilen vücudum gevşemeye başladı ve her hücrem rahatladı.

Uyuşan bedenimdeki rahatlamayla camdan dışarıya baktım, göğü karanlığa boğan gece gibi kalbim karanlığa boğulmuştu, o göğe yayılan ay ve yıldızlar vardı, benim karanlığıma yayılan hiçbir ışık yoktu. Derin bir nefes aldım, niye hâlâ arabanın hareket etmediğini merak ederek başımı ona çevirdim.

Edim, tüm duyguları yüzünden ve gözlerinden çekilmiş hâlde bana bakıyordu fakat sanki bir şey düşünüyor gibiydi. "Nereye gittiğimizi sormayacak mısın?" diye sordu.

Kaşlarımı kaldırmak istedim, "Sormamı mı istiyorsun?" diye sordum, sesim ifadeleri kapı dışarı etmişti. Arkamda bıraktığımı bildiğim bir yaşantı, o yaşantının içinde beni önemseyen tek kişinin Tuncay olduğunu biliyordum. Belki ailenin istenmeyen evladı olmak, gideceğin veya götürüleceğin yerleri önemsiz kılıyordu. "Sessiz olmamı beklersin diye düşündüm."

Fakat o istediği için sessiz değildim, aklım ailemdeydi. İstenmemenin en beter hâlini yaşamak, insanın ruhunu sessizleştirip sesini kısıyordu. Annem evimizin kapısını yüzüme kapatmıştı, çocukluğum o kapının ardında kalmıştı.

Bakışlarımız bibirinin içinde usulca yuvarlandı. İkimiz de görünüşte sakindik, ikimiz de gizlide çağlayandık.

Edim gözlerini benden ayırıp yola dikti. "Ben, seni tanımayan bir yabancı değilim. Mizacını az çok bilen biri olarak meraklı olmanı beklerdim," dedi, sesi ciddiydi. Durdu. "Böyle kuzu gibi sakin olup ses çıkarmaman işime geliyor aslında."

"Alışma," dedim, hiç düşünmeden. "Elime geçen ilk fırsatta tekrar kaçacağım. Senin gibi aşağılık birinin dediklerini kabullencek değilim!"

Edim, çenemi büyük eliyle kavrayıp sıktı, tutuşu canımı acıtmıyordu yalnızca yüz hareketimi engellemek için yapılmış bir hamleydi. İfritlerin alev saçan bakışlarından daha beter bakarak, "Seni uyarıyorum, canını şuracıkta almaktan çekinmem," dedi, tehditkâr bir sesle. Ellerim, çeneme tutunan güçlü elinin bileğini kavradı. "Ben, tereddüt etmeden birini öldürürken sen de ordaydın. Sokakta canını aldığım o adamdan daha farklı ve değerli değilsin, sözlerine dikkat et."

Gözlerim doldu, beni öldürdüğü o adamla bir tutuyordu. Anlamsızdı, böyle hissetmemeliyim biliyorum ama... Kalbim kırıldı.

Kalbimin kırıklarını göğsümün boşluğuna zar zor toplayıp, "Ne hakkımdaki düşüncen ne de uyarın umrumda bile değil, sana boyun eğmem," dedim. Gözleri daha farklı bir hâl aldı, hayvansal güdüleri harekete geçti, canavarın açığa çıkışını izledim; avcıydı, savaşçıydı, yok ediciydi... "İstersen beni şimdi burda öldür, tıpkı o adamı gözünü bile kırpmadan öldürdüğün gibi."

Edim, başını tehditkâr bir edayla salladı, çenemi yavaşça serbest bıraktı. "Kendini çok akıllı sanıyorsun, değil mi?" diye sordu. Birden bire sakinleşti, dudağı kıvrıldı ve ben o anda yağışını sürdüren renksiz yağmur tanelerinin, cehemnemden dökülen parçalar gibi kan kırmızısına döndüğünü hissettim. Elini sağ cebine götürüp küçük paketi tekrar çıkarınca şaşırsam da belli etmedim. Aynı tehditkâr ama yavaş bir sesle, " İkinci hap, Lavin," dedi. Siyah gözlerine gecenin ceseti uzanmıştı. "İkinci hapı almak senin için hiç kolay olmayacak. İkinci hapı aldığında, bana uymak zorunda olduğunu da aynı anda anlamış olacaksın."

Ruhum son sözlerinin altında ezilirken, o paketi görünce ister istemez irin renkli endişe kalbimin içinde apseye dönüştü; kriz geldiği anda her şeyi yapmak zorunda olacağımı biliyordum.

Edim, yavaşça geri çekilirken, "Hoşuna gitsin ya da gitmesin, bu işte benimle berabersin, beraberiz," dedi, hap paketini cebine koyduktan hemen sonra. Sözleri kumaşa derinlemesine nüfus eden kan gibi ruhumun kumaşına nüfus etti. "Benden kurtulman mümkün değil."

Denizi yağmurdan korumaya çalışan bir çocuğun saflığının sindiği sesimle, "Sana baktığımda, umursamaz şeytana dönüşmüş birini görüyorum," dedim. "Niye böylesin?"

"Nasılım?"

Doğru kelimeyi dikkatle seçtim. "Neden vicdansızsın?"

Edim, "Vicdan mı?" diye mırıldandı, doğrudan gözlerimin içine bakarak. Bakışları, kayaya tutunan yosun gibi bakışlarıma tutunmuştu. "Bazı insanlar bacağı olmadan yaşar, bende vicdansız yaşıyorum." Sesi erkeksi ve keskindi. İçimde her biri bin parçaya bölünen yankıları ateşliyordu. "O insana neden bacağı olmadığını soramayacağın gibi, bana da neden vicdanım olmadığını soramazsın. Vicdanım yok."

Kusursuz, sert yüzü önüne döndü, güçlü elleri kurbanının boynunu kavrayan bir katilin kavradığı gibi direksiyonu kavradı; etrafındaki her şey, canlı ya da cansız sanki onun kurbanıydı. Birkaç saniye sonra motoru çalıştırdı ve siyah araba sırılsıklam yolun üzerinde sürüklendi, su birikintilerini çatlatan tekerleklerin çıkardığı su sesleri darmadağın olmuş zihnimin topraklarına gürültü cesetleri bırakıyordu.

Sanki ruhum birileri tarafından üst üste kumar masasına sürülmüş ve ben o masada kaybedilmiştim.

Yine de anlayamıyordum, o genel eve gerçekten sahipsiz bir eşya gibi bırakılmışsam, bunu yapan zaten Edim değil miydi? Niye fikir değiştirmiş gibi beni tekrar ordan almıştı? Bu işin arkasında düşündüğüm gibi Edim mi, yoksa bir başkası mı vardı? Arabasında ilk kez uyandığımda Edim kiminle konuşuyordu? Kaçırılmamın kime yararı olabilirdi? Allak bullak olduğundan mı bilmiyorum, aklıma kimse gelmiyordu. Cevapsız sorular çoğaldıkça, hissettiğim sızı katlanıyor korkum artıyordu.

Benimle muhatap olmasa, genelde sessiz olsa da iki ay boyunca etrafımda gezen sessiz karanlık bir gölge gibiydi, hiçbir yanlış hareketini görmemiştim o da hiç açık vermemişti zaten.

Ben, kendi hâlinde, tek düze hayat yaşayan biriydim ve böyle bir hayat yaşayan insan için en korkuncu buydu zaten. Bu sıkıntılara, bu kaçırılmaya gerek var mıydı?

İçim zembereği parçalanmış saat gibi paramparçaydı. Arabanın ısıtıcısı çalışmadığı için çok üşüyordum, gururumu iteleyip Edim'e çalıştırmasını söylemeye de cesaretim yoktu çünkü elimde gururumdan başka hiçbir şey yoktu. Bacaklarımı soğuktan kasılan bedenime çekip camdan dışarıyı izlemeye başladım. Isınmak için kollarımı yağmurun ıslattığı çıplak bacaklarımın etrafına doladım ve çenemi dizlerimin üzerine yasladım.

Edim, kırmızı ışıkta durduğunda bakışlarının da paralel olarak üzerimde durduğunu hissettim, arka koltuktaki ceketini alıp üzerime fırlattı. Bakışlarım şoför koltuğundaki rahat varlığını buldu, onun dünyasında bir jest olan bu harekete şaşırdım. Donmamı umursamasını beklemiyordum. Burnuma dolan keskin erkeksi kokusu için bir zamanlar nasıl bu kokuya yakın olma isteğim geldi aklıma.

Gözlerimi kapattım. "Artık bu kokudan nefret ediyorum," diye mırıldandım, ceketi üzerimden iterken.

Edim duyduğu cümleyle bir an başını bana çevirse de tek söz etmeden tekrar yola döndü başı. Nefret etmemi umursamadığı belli oluyordu. Aksi olsa anormal olurdu diyen ses, hissettiğim acının dilinden dökülmüştü.

Edim, ceketi tekrar üzerime atıp, "Aptalca görünen gururunu bir tarafa bırak, çünkü donman umrumda bile değil," dedi, ifadesiz bir sesle. "Arabanın ısıtıcısı arızalı, bu yüzden hastalanıp başıma bela olmanı istemiyorum." Onu takmaya niyetim yoktu, ceketi üstümden atmaya hazırlanırken, soğuk bakışları bana döndü; siyah gözleri bir kapan gibi beni içine hapsedince parmak uçlarımı bacaklarıma batırdım. "Eğer bir kez daha onu üzerinden atarsan, üzerindeki kıyafetleri çıkartır ve o ceketi kendim giydiririm sana." Ona ters ters bakarken, "Ben ciddiyim, istersen dene de sonucunu gör," diye ekledi.

Dişlerimi sıktım, hiddetten boğulacaktım ama ciddi yapılmış tehdidini görmezden gelemedim. Ceketini dikkatle üzerime örttüğümde kokusu da beni onun kollarıymış gibi sıkı sıkı sarmıştı.

🌺

Hareketini devam ettiren arabanın içindeki görünmez sessizlik, bir çuvala birikip omuzlarıma biniyormuş gibi ağırlaştı.

Camın dışına astığım bakışlarımı ihtiyatlı bir yavaşlıkla Edim'e çevirdim, fakat o yanı başındaki varlığımdan bihaber gibiydi. Direksiyona son derece hakim görünüyor ve ifadesiz yüzüyle dikkatli gözleriyle yola odaklanmıştı. İki büklüm yolculuk yapmak, bedenimdeki ağrıları katlıyordu. Daha ne kadar var sorusu dudaklarımdan dökülecekken, son anda tuttum kendimi; soruları dilimin ucunda tükettiğim bu an, aslında umudumun tükendiği andı. Umut yoksa uzayan yolun ne önemi vardı ki? Dilime kilit vurdum, kayan ceketi yavaşça üzerime çekip yanağımı arabanın soğuk camına yasladım.

Zaten bir süre sonra araba durdu ve kilitlerin açıldığını haber veren ses duyularımda yankılandı.

Edim, mermer kadar sert bir sesle, "İn," diye emir verdi, yüzüme hiç bakmıyordu. Emniyet kemerini çözerken ekledi. "Geceyi burda geçireceğiz."

Sesiyle ürperdim, kısa bir an ona boş boş baktım.

Edim Demiray, sesinde tükenmez nefretini taşıyordu.

Arabadan inip kapıyı sertçe kapattım, soğuk hava dalgası cılız ve güçsüz bedenime çarptığında içime kadar titretti. Ceketi omuzlarıma asarak kendi etrafıma sardığında, ağzımdan çıkan beyaz buhar, bulut kümesi gibi yan tarafımdan akıp dağılıyor, kendine havada beyaz uzun kıpırdanan bir yol çiziyordu. Karşımda duran ve son derece yalnız görünen eve baktım, burası dışı tamamen doğal taşlardan yontulan iki katlı ve genişliği göz dolduran bir taş evdi; taş evlerin, normal evlere oranla kışın çok daha sıcak olduğunu bildiğimden içinin bir nebze daha sıcak olduğunu düşünmek üşüyen bedenimin dikkatini çekmişti. Evden bakışlarımı ayırıp çevresini kuşatmış sık ağaçlara baktım, çok fazla ağaç... sanki her yerden ormana giden bir görüntüsü vardı. Bunun yanı sıra, havada çok daha ilerisini göremeyeceğim sis etrafa dağılarak kalın beyaz bir tabaka oluşturmuştu.

Bacaklarımı soğuktan dolayı refleks olarak birbirine sürterken, deniz rengi bakışlarım arabanın diğer tarafında bana bakan celladımı buldu; Edim'in bir an bana bakarak gülümsediğini fark ettim. Bu öylesine silik bir andı ki, kendi hayal ürünüm olduğunu düşündüm, çünkü kimseye göstermeye tenezzül etmediğine emin olduğum gülümsemesini ne diye bana bahşedecekti ki? Onu gördüğüm ilk andan bu yana bir kez bile samimi gülümsemesine şahit olmamıştım.

Edim, karanlıkta belli olmayan kara bakışlarla arabanın ön tarafından dolaşıp bana doğru asil bir yavaşlıkla ilerlerken, siyah postalları altında ezilen sonbahar yaprakları, gecenin içinde çınlıyordu.

Bakışlarımı tekrar eve diktim. Bir an her şey çok ağır geldi. Bu evde olmak istemiyordum, huzursuz da olsa kendi evimde olmak istiyordum. Tıpkı beni sevmese de annemin yanında olmak istediğim gibi.

Buradan nasıl kurtulacaktım?

Edim, yanıma gelip kolumdan tuttuğu gibi eve çekiştirdi. Taş evin basamaklarnı tırmanıp kapının önünde durduk. Anahtarı cebinden çıkarıp kilide yerleştirdi, beni tuttuğu kolumdan içeriye çekiştirmek isterken, hırsla kolumu avucundan sökercesine aldım.

Bir adım geriye gittim. "Girmek istemiyorum bu eve!" diye haykırdım. "Evime gitmek istiyorum!" Parmaklarımı ıslak saçlarımdan geçirdim, titriyordum. "Anlayamıyorum, ben sana ne yapmış olabilirim ya?"

Edim'in bedeninin kasıldığını görür gibi oldum, yüzü hâlâ ifadedizdi ve ifadesiz bir yüze karşı konuşmak çok daha zordu. "İnat etme," dedi, buz gibi bir sesle. Bakışları bir namlunun ucu gibi bana kilitlenmişti. "Gir şu eve, bu tavrına devam edersen sonuçları senin için bile ağır olur."

"Benim için bile öyle mi?" diye mırıldandım. "Girmeyeceğim!"

Edim'in burun delikleri gevşedi, dudaklarını birbirine bastırdı. "Pekâlâ, madem eve girmek istemiyorsun..." dedi, sanki durumdan hoşnut olmuştu. "Seni zorlayacak değilim, benim de zorlamalarımın bir sınırı var elbette."

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. "Ne?" diye şaşkınlığımı ifade etmeye engel olamadım. İkna mı olmuştu?

Edim'in dudağı kıvrıldı, birden şaşkına dönmüş bakışlarıma ardından titrememek için kastığım bedenime, tüylerimi diken diken yapan bir sessizlikle baktı. Elini kaldırıp yanağıma uzattı ama sadece parmak uçları tenime değdiği anda geri çekildim. Tavrıma aldırmadan, "Her zaman senin gölgenmişim gibi etrafında olduğum için sana kıyamayacağımı sanıyor olmalısın," dedi, gözlerinin içinde alev alarak canlanmış garip ifadesi beni rahatsız etti. "Ve seni kolayca harcamayacağımı, gözden çıkarmayacağımı falan."

Yutkundum, göz bebeklerimin büyüdüğünü hissedebiliyordum. Sözlerinde, içinde kendiyle yaşayan canavarların devrilmiş gölgeleri vardı, sanki konuşan o değil de hiç susmadan konuşan karanlıktı. "Sen ne demeye çalışıyorsun?"

"Lavin," dedi, zihnimin kuluçkasına sesindeki korkunç ifadeyi yerleştirirken. "Sen... umrumda bile değilsin, sadece hedefim için küçük bir piyonsun, karşılaştığımız ilk andan şu âna dek ve öyle de olmaya devam edeceksin."

Dişlerim hissettiğim acıyla gıcırdadı, kulaklarımı ellerimle kapasam bile kelimelerindeki karanlık anlamlar bileklerimi tutar ve kendini zihnime atardı. Onu iterken, "Siktir git be!" diye bağırdım. Belki kendim için tehlikeyi büyütüyordum ama beni çileden çıkartıyordu. "Benden uzak dur!"

Edim, "Bak sen... demek küfür de edebiliyorsun," dedi, alaycı sesi mayınla tuzaklanmış bir araziyi andırıyordu. "Tebrik ederim, daha önce hiçbir kadın bana küfür etmeye cesaret edecek kadar yakınıma yanaşamamıştı." Dudağı kıvrıldı. "Amma da seksi oluyormuşsun."

Her ne kadar alay ediyor olsa da bu alay eğlendiği için değildi, aksine tıpkı benim gibi hiç eğlenmiyordu. Kendisine küfür edilmesine izin verecek biri olmadığından da emindim. Bu onu daha korkunç yapıyordu ve ben, onun sıradaki hamlesini beklerken bulmuştum kendimi.

Edim'in yön değiştirerek sağ tarafımdan geçmesi üzerine, gözlerimle onu takip ederken, Edim tahtadan yapılma korkuluk önünde duran uzun zincirli kelepçeyi almasıyla, şaşkınlık tenimin mezarından dirilen bir ceset gibi ayağa kalktı. Kelepçenin burada ne işi var diye düşünmeme zaman kalmadan, elindeki kelepçenin bir tarafını eğilip aniden ayağıma geçirdi.

"N..Ne yapıyorsun sen?" diye sordum dehşete kapılarak.

Doğruldu, alaycı tavrından tamamen sıyrılmıştı. "Eve girmek istemediğini söyleyen sendin, istediğini yapıyorum," dedi duygusuz bir sesle. "Sana berbat bir satranç oyuncusu olduğunu daha önce de söylemiştim; çok yazık rakibinden gelecek hamleye karşı nasıl davranış sergilemen gerektiğini bir türlü kestiremiyorsun."

"Edim, çıkar şunu ayağımdan!"

"Yakıştı sana," dedi. "Ve sen, bana uyum sağlamaktan başka yolun olmadığını anlayana dek burdasın."

Gökyüzüne damar damar yol yapan bir şimşek o an etrafı aydınlattığında, kelimelerimde yan yana düşecek alfabem dilimin ucunda tutuştu. Ona ne söylersem söyleyeyim, onu ikna etmeye yetmeyecekti çünkü açık açık ona boyun eğmem için beni cezalandırıyordu. Ama anlayamadığı şey ben bu türlü cezalardan bağışıklık kazanacak kadar çok geçmiştim. Çok defa aç bırakılmıştım, çok defa soğuğa terk edilmiştim ve çok defa travmalarımı besleyen karanlığa mahkûm kalmıştım.

Omuzlarımdaki ceketini üzerimden çektiği gibi açık kapıdan geçip kapıyı ardından gürültüyle kapattı. Bu soğuğa dayanacağımı ümit ederek merdivenlere çaresizce oturdum. Onun benden istediği çaresizliğimi kabullenip yüzüne haykırmamdı, biliyorum. Soğuktan donarak ölürdüm, yine de bunu ona itiraf etmezdim.

Edim Demiray'a beni içeri alması için yalvarmayacaktım, asla...

🔸

Kendimin var ettiği bükük teslimiyettense, kendiliğinden var olan güçlü mağlubiyeti kabul etmiştim ben.

Aradan geçen bir buçuk saatin sonunda dişlerim, kış gecesi dışarda kalmış bir kız çocuğunun dişlerinin birbirine gürültüyle çarpması gibi çarpmaya başlamış, soğuğun kuruttuğu dudaklarım birbirine kavuşamadan titreyip duruyordu. İçimden çıkan nefesle yüzümü ısıtabilmek için parmaklarımı yüzüme bastırdım. Ağzımdan çıkan buhar yüzüme işleyen soğuğun camını kırmayı geçtim, çatlatmaya bile yetmiyordu. Ayağımdaki kelepçenin izin verdiği kadar ayakta dolaşarak hareketin ısısıyla ısınmaya çalışmak nafileydi, oyalanmaydı. Sonunda soğuktan bedenim acımaya yüz tuttu, sanki üzeri buzla kaplanmış bir gölün içinde nefes alıp vermeye çalışıyordum.

Acıdan gözlerim dolduğunda bakışlarım usulca taş evin ahşap kapısına kaydı, o kapının ardında ne yapıyordu? Ona yalvarmamı beklediği için mi bir kez bile çıkıp bana bakmamıştı, yoksa aklına bile gelmiyor muydum? Edim nasıl böylesine cani olabiliyor aklım almıyordu, hayatımda tanıdığım en acımasız, şeytanlaşmış insan oydu. Gözlerimden süzülen yaşlar göğsümün tahtasına aktıkça, ıslanmış bir nefret birikiyordu orda; o nefret ıslak oldukça ben Edim Demiray'dan nefret etmeye devam edecektim.

Kendimi hissiz, kimsesiz hissediyordum.

Zaman gücümü kemirip oyuklar açan tahta kurusuna döndüğünde, hissizlik parmak uçlarımdan başlayarak bütün bedenime yayılmaya başlamıştı.

Ayakta dolanmayı bırakıp merdivenlerin başına oturdum, kollarımı bedenime sarmaladım, ölümün tenimi kıskıvrak yakalayan soğuk parmaklarına direnmeye çalıştım, güçlü durmaya ama gecenin soluğun fayda vermiyordu.

Tek bir soru, müzik kutusunun içinde dans ederek dönen o kız gibi kafamın içinde dönmeye başladı. Ne fark eder? Cevap basitti, hiçbir şey. Sonunda başımı yavaşça sağ tarafıma düşen, tahta zemine bırakıp güçsüz düştüğümde yüzümü bir gülümseme aldı.

Belki burada ölür ve her şeyden kurtulurdum...

Yazar, ELİSYA ROYAL

🌺

Okuyorsanız vote verip, ufakta olsa yorum yaparsanız sevinirim.

İnstagram : elisyaroyal

Twitter : ElisyaRoyal

Ask.fm : ElisyaRoyal

Continue Reading

You'll Also Like

333K 12.3K 47
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
13.4K 696 15
Bir seri katilden kaçmak kolay mı? Katil içindeyse değil. ... DİKKAT: Bu kitapta, eziyet, cinayet, istismar, psikolojik ve fiziksel şiddet, mental s...
185K 8.9K 24
Bir kız var, acısını kalbine gömüp, hayatını müziğe veren. Gece Alkay. Hayatın tüm zorluklarına göğüs germiş, kendi ayakları üzerinde duran bir kız...
879K 61.1K 36
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...