CEHENNET

Door ftmnreker

16.5K 5K 2.9K

"Dünya hem cehennemi, hem cenneti yaşattı bana. İkisini bir arada..." Geçmiş hiçbir zaman geçmemişti aslında... Meer

Sevimsiz olaylar silsilesi;
Ölümün sevimsizlikleri;
yeni bir başlangıç sorunsalı;
üstü kapalı mevzular;
Kardan adam ve güneş;
Aptal bir tahmin;
sıradan bir gün;
çocuk ruhlu kardan adam;
eriyen buzlar;
Bir garip çekim;
karışık bir gün;
birtakım yeni sorunlar;

gizemli fotoğraf olayı;

1.1K 539 162
Door ftmnreker


☁⛅☁

Sıla ULUSOY;

"Bırak beni." diye tısladım sinirle. Adam odanın kapısını açmış beni dışarıya çıkarmak için uğraşıyordu ama tek eli kolumda, tek eli belimde olduğu için transa geçmiş hareket edemiyordum. Bana dokunmamalıydı. Şu an bu, yapması gereken en son şey bile değildi. Şu an olmazdı. O arada geç kaldığımı fark eden Sude ve açık olan kapıdan olayları gören Kerim ağabey de gelmişti.

Kolumu her saniye biraz daha sıkan adama, "Bırak diyorum!" diye bağırdım. Bırak yoksa kötü şeyler olacak.

"Bırakmazsam?" dedi ifadesiz bir şekilde.

Ben sinirden titrerken Sude araya girip; "Emin ol denemek istemezsin." diye uyardı. Patronum olacak Koray Beyefendisi bize şaşkınlıkla bakıyordu. Ben bu bakışları bir yerden tanıyordum ama nereden tanıdığımı hatırlayamadım ve şu an yapmak istediğim son şey bile değildi hatırlamaya çalışmak. Adını bilmediğim diğer adam ise yerinden bir milim bile kıpırdamamıştı.

Kolumu tutan iri adam, "Hadi ya? Çok korktum." deyip beni çekiştirince sinirden yumruk yaptığım elimi adamın suratına indirdim. Koray Bey bana biraz şaşkın ve çokça sinirli bir ifadeyle bakıyordu. Kabul, bunu ben de beklemiyordum, bir anda olmuştu. Omuz silktim. Hak etti. Bu hareketi beklemeyen zavallı koruma geriye sendeledi ama kendini çabuk toparlayıp bu defa çok daha sert bir şekilde kolumu tuttu. Bu kadarı da fazla değil mi?

Sude, "Ona dokunma." diye telaş ve sinirle söylenirken ben adamın karın boşluğuna dirseğimi geçirmiştim. Nefes almakta zorlanıyor olması umrumda değildi. Öne doğru eğildiği sırada bir tane de ensesine vurdum. Böylece iri adam zemini boylamıştı. Sude beni geri çektiğinde, Kerim ağabeyin; "Sıla sakin ol, ne yapıyorsun sen?" dediğini zorlukla duyabilmiştim. Bu da, istemediğim halde bana dokundukları için geçirdiğim ataklardan biriydi işte. Titriyordum, çok sinirliydim. Yaptığım şeylerin sonuçlarını düşünecek durumda kesinlikle değildim.

Adını bilmediğim adamın Kerim ağabeye, "Murat'ı da al çık." dediğini duydum. Ardından kapının kapanma sesi. "Koray suyu kıza uzat." dedi hemen ardından. 

Önüme uzatılan suyu hızla geri ittim. Sude beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Koray Bey geri çekilirken adını bilmediğim adam, "Siz kimsiniz?" diye bir soru yöneltti. Bu Koray denilen adam her kimse beni tanıyordu, gözleri bana farklı bakıyordu ama lanet olası hafızam bir türlü hatırlamama yardımcı olmuyordu.

"Yeni elemanlar." diye cevapladı Sude.

"Ve ilk günden sorun çıkardınız öyle mi?" diye sinirle soludu adam bu defa. Sorunu çıkaran yine ben mi olmuştum şimdi? Defalarca uyarmış olmamıza rağmen...

Sude, "Ben arkadaşım adına özür dilerim." dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona döndüm. Sude ve özür dilemek mi? Sude bana çaresizce bakarken adam, "Senin adın Sıla mı?" diye sordu. Ona bakmadığım için bana bakıp bakmadığını bilmiyordum ama sorusu bariz bir şekilde banaydı. Başımı hafifçe aşağı yukarı sallayarak onayladım kim olduğuna anlam veremediğim adamı.

"Sana, bu odaya girmemen gerektiğini söylemediler mi?" diye sordu bu defa. Konuşmak yerine yine başımı sallayarak onayladım. Aferin Sıla, konuşma ve suçlu olan senmişsin gibi haller sergilemeye devam et. 

"Ve buna rağmen girdin öyle mi?" 

"Öyle gerekti." derken sesim fısıltı gibi çıkmıştı ama yine dik başlıydım. Kendimi ezdirmezdim, asla.

"Neden?" Çünkü ben, üstüne basa basa yasak olduğu söylenilen şeyleri yapacak kadar aptal bir kızım. Çünkü benim tuhaf takıntılarım var. Çünkü ben yabaniyim, birisi bana dokununca bunu konuşarak çözemeyecek kadar büyük sorunlarım var. Ben tuhaf ve saçma sapan bir insanım. 

Sorusuna cevap vermedim. Ben cevap vermeyince sorusunu yineledi. İnatla sessiz kaldığımda Sude, "Yeter, üstüne gitmeyin. Görmüyor musunuz sinirli işte." diye bağırdı birden.

Adam onu umursamadan, "Neden bu odaya girdiğini anlatmazsan, ikinizi de kovarım." dedi sert sesiyle. Bir an için başım dönse de olayı hızlı bir biçimde kavramıştım. İkinci patron sorunu... Kafamı kaldırıp gözlerine baktım, fazlasıyla ciddiydi ama anlatmayacaktım. İnat etmiştim bir kere, eh biraz da utandığımı inkar edemem.

Yeniden, "Anlat." dediğinde başımı önüme eğip olumsuz anlamda salladım. Sude'nin sabrı taşmış olacak ki, "Kovarsan kov be!" diye bağırdı sinirle. 

Adam net sesiyle, "Çıkın." deyince hiçbir şey söylemeden odadan çıktık. Kapıyı arkamızdan kapatıp sağa kayarak sırtımı duvara yasladım ve yavaş yavaş kayarak yere oturdum. Sude de karşıma oturduğunda, sinirimin azalmış olduğunu fark ettim. Titremem geçmişti. Yanımıza yaklaşan adım sesleriyle kafamızı kaldırıp kimin geldiğine baktık. Kerim ağabey yanımıza gelip durduğunda, ikimizi de merakla süzdü.

"Ne oldu? Ne dedi Atınç?" diye sordu tek kaşı havaya kalkarken. Nihayet sevimsiz adamın adını öğrenmiştim ama kovulduğumuz için artık pek de önemi yoktu.

Sude ile aynı anda, "Kovulduk." deyince içimden bir yerlerden gelen gülme isteğimi bastırmam için yanağımı ısırmam gerekti. Şu an sırası değildi, hiç sırası değildi.

Kerim ağabey avuç içiyle alnını sıvazlarken; "Başka bir şey söylemedi mi?" diye sordu. Şaşırmış gibiydi. Belki biraz da meraklı.

"Neden girdiğimi sordu, cevap vermediğim için de kovdu işte." dedim umursamaz bir tavırla.

"Neden girdin peki? Seni uyardık diye hatırlıyorum." derken kızdığını belirten bir ciddiyete bürünmüştü. "Ha bir de, korumaya gösterdiğin o tepki de neydi?"

Ben cevaplamadan Sude araya girip; "Ağabey bir de sen üstüne gitme gözünü seveyim. Onda bir çeşit takıntı bu, istemediği halde ona dokundukları zaman atak geçiriyor." diye bir özet geçti.

"Ayrıca, odaya da girmek zorunda kaldım." diye kısa bir ekleme yaparak kestirip attım. Oturup durumumu tartışacak durumda değildim.

Kerim ağabey birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra başını aşağı yukarı sallayarak anladığını belirtti. Hemen ardından, "Burada bekleyin, ben konuşayım Atınç'la." dedi. Bizden ses çıkmayınca kapıyı tıklatıp ses gelmesini beklemeden içeri girdi. 

On veya on beş dakika kadar bir süre zarfından sonra kapı yavaşça aralandı ve Kerim ağabey yanında Koray ile birlikte dışarı çıktı. İkisi de bize bakarken ortamda hoş olmayan bir sessizlik vardı. "Atınç seni bekliyor Sıla, seninle konuşacakmış." dedi Kerim ağabey sessizliği bozarak. Kaşlarım yavaşça havaya kalkarken ikilemde kalmıştım. Patronum pek sakin ve sabırlı birine benzemiyordu ve bende, birini üç dakikada zıvanadan çıkarabilecek bir yetenek vardı.

Sude, "Olmaz! Onu tek bırakmam." dedi hızla ayağa kalkıp.

"Atınç arkadaşını yemeyecek merak etme. Sadece konuşacak ve sen o odada olmayacaksın." diye araya girdi Koray. Bu ses... Hatırlayacağım, hatırlayacağım... Ah, hatırlayamıyorum.

Sude ona diklenecekti ama buna fırsat vermeden kolunu tutup durdurdum. "Tamam, ben konuşup geleyim." dedim ciddi bir ifadeye bürünerek. Bana emin olup olmadığımı soran bir bakış attığında bakışlarını onayladım. Bugün yeterince olay çıkarmıştım zaten, fazlasına gerek yoktu.

"Tamam burada bekliyorum." dedi Sude sıkıntıyla.

Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. Atınç'ın, "Gir." emriyle kapıyı aralayıp odaya girdim ve tekrar kapıyı kapattım. Birkaç adım ilerleyince patron masasının tam önündeydim.

"Buyurun Atınç Bey?" dedim gözlerimi onun gözlerine dikerek. Uçurum gibi gözleri vardı, dibi sisten görünmeyecek kadar derin ve belirsiz bir uçurum. Buğday teni, uzun boyu ve kirli sakalıyla ideal erkek kategorisindeydi. Bu düşünceme içimden gülerken dışımı ciddi tutmaya çalışıyordum. Ciddi ortamlarda gelen hunharca gülme isteği de neydi Allah aşkına?

"Otur." dedi eliyle masanın önünde, benim ise hemen yanımda bulunan deri koltuğu işaret ederek. Bir şey söylemeden yavaşça söylediğini yaptım. "Şimdi bana neden bu odaya girdiğini ve korumamı hastanelik ettiğini anlat." dedi ben oturur oturmaz. Ses tonu sakin ama kesinlikle itiraz kabul etmeyen bir tondaydı. Daha çok; 'sen inatçıysan ben senden de inatçıyım' der gibiydi... Şu an onunla büyük bir inatlaşma yoluna girebilirdim ama bu işe ciddi anlamda ihtiyacımız vardı. 

"Kerim ağabey anlatmadı mı zaten?" dedim umursamaz tavrımla.

"Ben senden duymak istiyorum." dediğinde birkaç saniye anlamsız anlamsız etrafıma baktım. Benden duymak istiyorsun çünkü inadımı kırarsan egon tatmin olacak. 

"Bir tane adam peşime takılınca ondan kurtulmak için girdim, sizin odanız olduğunu bilmiyordum. Korumanıza gelince... Temastan hoşlanmıyorum, o öyle birden tutunca olaylar iradem dışında gelişti." dedim hızlı hızlı.

"Pekala, bu açıklamanı özür kabul ediyorum..." derken sözünü kestim. Bu kadarı biraz fazlaydı. "Bu açıklamamı özür kabul etmeyin. Özür dilemedim, dilemeyeceğim. Çünkü özür gerektiren bir şey yapmadım." dedim sinirle. Özür dilemesi değil, dilenmesi gereken kişi bendim.

Atınç bir müddet sessizce yüzüme baktıktan sonra, "İşinin başına dönebilirsin." dedi. Kısaca teşekkür edip hızlı adımlarla odadan ayrıldım. Benim çıkmamla, Koray zaman kaybetmeden odaya girdi. Benimle göz temasından ve konuşmaktan kaçtığını fark edebiliyordum ama nedenini bir türlü çözemiyordum. Kimdi bu Koray?

Sude ve Kerim ağabey bana meraklı gözlerle bakıp üzerimde baskı kurarken; "İşe devam ediyoruz." diye geçiştirdim ikisini de.

Kerim ağabey şaşkınlığından sıyrılıp memnun bir ifadeyle;"Haydi, herkes işinin başına o zaman." dedi.

Ben hemen ilerleyip eski yerime geçerken Sude de yarı şaşkın halde servise devam etti. Mete beni görünce samimi bir şekilde gülümsedi. "Neden bu kadar geç kaldın, bir sorun mu çıktı?" dedi bir yandan votka servisini hazırlarken.

"Ufak bir aksilik oldu ama halledildi." diyerek Mete'yi de geçiştirip içki isteyen adama yöneldim. O da fazla üstelemeden işine devam etti.

--

Saat gecenin üçüydü ve mekan yavaştan boşalmaya başlamıştı. Kerim ağabey yanımıza gelip bar taburelerinden birine oturdu. "Ne haber çocuklar, her şey yolunda değil mi?" dedi kocaman gülümsemesiyle. Mete de, ben de onu gülerek onayladık. Semih ve Sude hâlâ mekânda kalan birkaç kişiyle ilgileniyordu.

"Siz gidip arka odaları halledin, burayla ben ilgilenirim artık. Zaten neredeyse kimse kalmadı." dedi Kerim ağabey bar tezgahının etrafını dolanırken. Ve, "Patronların odası hariç." diye ekleme yaptı uyarıcı bir sesle. Utançla dudağımı ısırıp başımı önüme eğdim.

Mete; "Merak etme ağabey, bizde." dedi havalı bir şekilde. Yerimizi Kerim ağabeye bırakıp arka tarafa doğru yol aldık.

"Odaların boşaldığına emin miyiz?" dedim bir tane odanın kapısında durduğumuzda. O odaların ne için kullanıldıklarını biliyordum, daha önceki bar serüvenim sağ olsun. Eğer odalar doluysa hiç hoş olmayan manzaralarla karşılaşabilirdik ve ben, insanların mahremine şuursuz bir şekilde girmek istemiyordum.

"Buranın bazı kuralları vardır, üçten sonra dolu oda kalmaz, kalmışsa da muhtemelen içeride sızıp kalan birileri vardır." dedi kendinden emin bir şekilde. Onu başımla onaylayıp arkasından odaya girdim. Odaları toparlama işimiz bir saatimizi almıştı. Bu bir saat içinde bar tamamen boşalmış ve sessiz bir hal almıştı.

 Bizi fark eden Semih, Sude ve Kerim ağabey yanımıza geldiler. Kerim ağabey Semih ve Mete'ye dönüp; "Siz çıkabilirsiniz çocuklar." dedikten sonra bize dönerek; "Siz kalıyorsunuz, almanız gereken bir ön ödemeniz var." dedi. Mete ve Semih hepimize veda edip ayrıldıklarında, Kerim ağabey de on dakikaya döneceğini söyleyip arka tarafa doğru ilerledi ve gözden kayboldu. Biz de Sude ile birlikte masalardan birine oturup birer sigara yaktık. Saat dördü birkaç dakika geçiyordu ve biz yorgunluktan bitmiş haldeydik. Şu an tek düşüncem, otele gidip ölümüne uyumaktı.

"Ev işini halletmemiz lazım." dedi Sude sigarasını dudaklarından ayırarak.

"Birkaç saat uyuyalım da, sonra çıkıp tüm işlerimizi hallederiz." diye mırıldanarak yanıtladım. "Bünyem uyku için beynime yalvarıyor şu an."

"Patron ne konuştu seninle?" diye bir soru yöneltti bu defa merakla.

"Olanları anlatmamı istedi, ben de anlattım. Sonra da işine dön dedi işte." diye cevap verdim meraklı sorusuna.

"Biraz tuhaf bir adam." Bunu bana değil de daha çok kendine söylüyormuş gibi bir hali vardı.

"Evet, biraz..." derken cümlemi nasıl tamamlarsam daha uygun olur diye düşünüyordum. "Soğuk." dedim sonunda uygun kelimeyi bularak. Evet, soğuk bir adamdı ve bu da, ister istemez ona karşı mesafeli davranmamıza neden oluyordu. Sude cevap vermeden sigarasını söndürdüğünde, ben de ona uyup sigaramı söndürdüm. 

Çok geçmeden Kerim ağabey yanımıza gelip içi para dolu bir zarfı bize uzattı. "Bu ön ödeme niteliğinde, önümüzdeki aydan itibaren maaşlarınızı almaya başlayacaksınız." dedi bir açıklama yaparak. Zarfı açma gereği duymadan çantama attım.

"Artık çıkabilir miyiz?" derken yorgunluğum sesime yansımıştı.

"Çıkabilirsiniz." dedi Atınç soğuk sesi ile bir bütün olan soğuk çehresiyle Kerim ağabeyin arkasından bize doğru bakarken. Ne ara geldiğini, ne kadar bir süre boyunca orada olduğunu bilmiyordum. Gözlerim gözleriyle buluşurken başımı sallayarak onu onayladım. Sude montunu giyerken Kerim ağabeye dönüp; "Yarın aynı saatte burada oluruz ağabey." dedi soğukkanlılıkla. Kerim ağabey onaylayınca üçüne de iyi geceler dileyip dışarı attık kendimizi. 

Birkaç sessiz dakikanın sonunda otele girdiğimizde, iki tane görevli dışında kimse yoktu. Hızlı ve yorgunluk nedeniyle saçma salak adımlarla odamıza çıktık. Mini buzdolabımızdan bir şeyler çıkarıp atıştırdıktan sonra kendimi soğuk bir duş ile rahatlatıp yorgun bedenimi yatağa bıraktım.

Gözlerimi zorlukla araladığımda ilk olarak camdan içeri sızan gün ışığını fark ettim ve sonra da Sude'nin odada olmadığını. İyi ama, neredeydi? Gözüm karşı duvarda asılı olan altın sarısı saate kaydığında, on ikiye yaklaştığını gördüm. Telefonumu bulup Sude'yi aramalıydım. Çıplak ayaklarım ve dağınık saçlarımla odanın içinde telefon arayışına girdiğim sırada, odanın kapısı yavaşça açıldı.

"Uyandın demek, güzel. Çok yorgun görünüyordun, uyandırmak istemedim. Gidip yemek için bir şeyler getirmek daha mantıklı geldi." dedi Sude samimi ve içten bir gülümsemeyle. Onun iyi olduğunu görmek beni rahatlatmıştı.

Yatağın ucuna otururken; "Ne zaman uyandın sen?" diye sordum.

Saate ufak bir bakış atıp; "Neredeyse bir saat oluyor." diye yanıtladı beni. Cevap vermeden getirip yatağa koyduğu yemeklere gömüldüm. Çok acıkmıştım, çok fazla. Yemeğimi iştahla yiyip bitirdikten sonra hemen bir sigara yaktım.

"Hemen hazırlanıp çıkmalıyız, yoksa hiçbir işimizi yetiştiremeyeceğiz gibi görünüyor." dedi Sude ağzı dolu bir şekilde söylenirken. Onun bu haline gülerek kafamı salladım. Bugün yeniden bankaya gidip dün aldığımız parayı bankaya yatıracaktık. Elimizde zaten fazlasıyla para vardı, bizim için şu aralar yatırım her şeyden önemliydi. Ah, aklıma gelmişken; dün bize verilen zarfta ne kadar vardı? Sigaramın izmaritini dışarı fırlatıp çantama yürüdüm. Zarfta idare edilebilir bir miktar vardı. Bununla birlikte bankada epeyi bir birikimimiz olacaktı. Zarfı tekrar çantama atıp hazırlanmak üzere ayağa kalktım. Sude çoktan giyinmiş saçlarıyla uğraşıyordu. Ben de seri bir şekilde hazırlanınca odadan ayrıldık.

--

"Bir yerde bir şeyler içsek ya, çok yoruldum." diye söylendi Sude huysuz bir tavırla. Haklıydı, ben de çok yorulmuştum. Bir yerde oturup dinlenmemiz gerekiyordu. Bankaya uğrayıp parayı yatırmış ve şehri biraz olsun tanımak amacıyla gün boyu gezip durmuştuk.

"Bak şurası güzel bir yere benziyor." dedi Sude yeniden konuşarak. Onu onaylayıp gösterdiği kafeye yöneldim. Küçük ama şirin bir mekandı. Cam kenarındaki masalardan birine karşılıklı oturup garsonun yanımıza gelmesini bekledik. Birkaç dakika içinde on yedi yaşlarında bir kız yanımıza yaklaştı. Sarı saçları ve masum ifadesiyle oldukça dikkat çekiciydi. Ağlamış mıydı? Gözleri kızarmış ve fazlasıyla bulutlu bakıyordu. İçimde yeşeren sebepsiz sıkıntıyla nefesimi verdim ve düşüncelerimi hızlı bir şekilde kafamdan kovdum.

"Buyurun, ne istersiniz?" dedi kız beceriksiz bir gülümseme eşliğinde. Ne kadar kırık bakıyordu böyle? Gözlerine bakınca içindeki dağınıklığı net bir şekilde görebiliyordum. Onun için üzülmüştüm.

"Bir orta, bir sade kahve." dedi Sude çabucak cevap verip gülümseyerek. "Ah, bir de çikolata olursa yanında, fena olmaz."

Kız başını aşağı yukarı sallayıp yanımızdan ayrılırken arkasından bir süre baktım. On yedi yaşında -belki daha da küçük- bir kızı bu denli kıracak ne olmuş olabilirdi ki?
'Acaba...' dedi iç sesim bana bir şeyleri hatırlatmaya çalışırcasına. Yutkundum. On yedi yaşında bir kızı paramparça edecek olaylar yaşamıştım. Belki de bu yüzden o kıza bir sempati beslemiştim, tanımadığım halde.

"Buradan çıkar çıkmaz ev bakmalıyız." dedi Sude beni düşüncelerimden birden çekip çıkaran bir ses tonuyla. Havanın kararmasına birkaç saat vardı ve bu süre zarfı, birkaç ev bakmamız için yeterliydi.

"Bakarız. Olmazsa yarın da çıkarız." diye mırıldandım cevap olarak. Sude sessiz kaldığında, sarışın kız kahvelerimizi getirip yavaşça masaya bıraktı. Teşekkür edip ufak bir tebessümle kıza baktığımda, o da bana gülümseyerek yanımızdan ayrıldı. Acı kahvemi yudumlarken bir yandan da Sude ile sohbet ediyorduk. Birkaç dakikalık bir sessizliğin ardından Sude huzursuzca yerinden kıpırdandı.

"Sıla." diye fısıldadı kıpırdanışı gibi bir huzursuzlukla.

"Ne oldu?" dedim kaşlarım kendiliğinden çatılırken. Endişelenmiştim ve bu fazlasıyla sesime yansımıştı.

Sude kaşlarını çatmış, bakışlarını arkamda bir noktaya odaklamıştı. "Sakın arkanı dönme." dedi zihnimden geçenleri okumuş gibi bir edayla. Bu hali beni daha fazla meraklandırıyor ve tedirgin olmama neden oluyordu.

"Sude, neler oluyor?" 

"Bir adam fotoğrafımızı çekti." Bunu söylerken gözlerini bana çevirmemişti, hâlâ aynı noktaya bakıyordu.

"Emin misin?" diye sorduğumda aceleyle, "Evet, kesinlikle eminim." diye yanıtladı. Ama neden? Kim? Mahalleden birinin olabilme ihtimalini düşündüğümde, tüylerimin ürperdiğine şahit olmuştum. Eğer bizi bulurlarsa hiç iyi şeyler olmazdı.

"Ne yapacağız?" diye sorduğumda, Sude kısa bir el hareketi ile hesabı istedi.

"Gidip derdinin ne olduğunu öğreneceğiz." dedi hesabı öderken. Çantalarımızı alıp ayağa kalktığımızda, "Siyah takım elbiseli, hemen kapının yanında duruyor." dedi bana bakarak. Temkinli bir şekilde arkamı döndüğümde, adam direkt görüş alanıma girmişti. Bizim birkaç büyük adım atmamızla arkasını döndü ve onu bekleyen siyah arabaya binip hızla uzaklaşarak gözden kayboldu. Bu da neyin nesiydi şimdi? Kim bizim fotoğrafımızı çekmişti ve asıl soru; bunu neden yapmıştı?

☁⛅☁

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

113K 2.2K 44
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.
110K 8.9K 16
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
22.1M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
962K 56.9K 73
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...