HARABE

Por ElifKrkyn_

1.5M 69.3K 24.5K

Kaybolan çocukluğunun kelebeği bir kıvılcımı ateşledi. Kanatları yanan kelebek karanlığa karışmış bir adamın... Más

HARABE
1.Bölüm " İrtihal'in Harekete Geçirdiği Ceylan"
2.Bölüm "İttifak "
3.Bölüm " İntikam Arzusunun Doğurduğu Yazgı"
4.Bölüm " Hedef Haline Gelen Ceylan"
5.Bölüm "Kaplanın İnine Yerleşen Ceylan "
6.Bölüm " Hesaba Katılmayan Yakınlık"
7.Bölüm " Seçim Yapma Şansı Olmayan Kaplan"
8.Bölüm "Kanatları Yanan Kelebek"
9.Bölüm " Korkuların Duvarlarına Çarpan Yakınlık"
10.Bölüm " Tanımı Olmayan His"
11.Bölüm "Kağıt Helva"
12.Bölüm " Kükreyen Kaplan"
13.Bölüm "Kaplanın kollarında Sakinleşen Ceylan"
14.Bölüm "Uraz Alakurt Dili"
15.bölüm "Salise"
16.Bölüm "Yağmurun Acı Anısı"
17.Bölüm"Zor Karar"
18.Bölüm "Tuzak"
19.Bölüm "Geçmişi Hatırlatan İz"
20.Bölüm "Hiçbir Şey Hissedemeyen Kadın"
21.Bölüm "Acıya Çalınan Elalar"
22.Bölüm "Son Bakış"
23. Bölüm "Kor Anılar Sokağı"
24.Bölüm "Tahta Göz Diken Kaplan"
25.Bölüm " Gittikçe Büyüyen Şüphe Tohumları"
DUYURU
26.Bölüm "Kaplanın Göğsünde Uyuklayan Ceylan"
27.Bölüm "Acığa Çıkan Gerçek"
28. "Geçmişin Gerçekliğinde Boğulan İnciler"
29.Bölüm "Anılar ve Acılar"
30.Bölüm "Çocukluğumun Elaları"
31.Bölüm "En Güzel Bedel"
33.Bölüm "Labirent"
34.Bölüm "Yoğun Hisler Karmaşası"
35.Bölüm "Alevler ve Hatıralar"
36.Bölüm "28 Nisan Gecesi Gölgelenen Hayatlar"
37.Bölüm "Kavrulan Tenler"
38.Bölüm "Geçmişin Karanlığından Süzülen Sırlar"
39. Bölüm "O Adam"
40.Bölüm "Kalp Durduran Teklif"
41.Bölüm "Senin Olan Sana Gelir "

32. Bölüm "Evine Ulaşan Kelebek"

31.5K 1.6K 327
Por ElifKrkyn_

Ay nasıl özlemişim ama buralarııı. Sizde beni özlediniz değil miii?

Ne dediniz tam duyamadım? Özlemediniz miiii?

Ha tamam özlemişsiniz. Biran gözlerim kör oldu sandım ldkdkdks. Bende sizi kocaman özledimmm.

Bendeki bu evlat özlemi sizi kocmaan sarmalar ( evlatlarım da siz oluyorsunuzz dleleke)

Neyse neysee

Aşk kokulu bir bölüm yazdım. Bu bölümden sonra diğer kitabıma gitmeyeni çiçeklikten ve evlatlıktan  rededtme kararı aldım. Evet kesinlikle kararlıyım. O kadar yazıyorum hayalet gibi bir arkadaşa bakıp çıkıyorum hesabı okuyup beğenmeden kaçıyorsunuzz.

Hayır size kıyamıyor olmam rededemeyeceğim anlamına gelmez şşş susunnn. :)

Çok fazla uzatmadan kaçıyorum ben iyi okumalar çiçeklerimm.

Sorsan demin reddiyordum sizi yine çiçeklerim  dedimm kararlılıkta benim gibi olun kskssmdm

.
.
.
🦋

Karanlık odayı aydınlatan tek şey siyah perdelerin arasındaki minik boşluktan içeriye süzülen gün ışığıydı. Bir sarayı andıran evin, büyük odasında pençe izleriyle dolu olan ahşap koltukta oturan Pençenin ifadesiz ruhsuzdu.

Odanın kapısı iki kez tıklatıldığında, parmaklarını ahşap koltuğun etrafında gezdirdi. "Gir." Dedi güçlü bir sesle.

Komut alan adam kapının ortasına güç uygulayarak iki yana doğru açtı. İçeriye girdikten sonra kapıyı arkasından kapatmıştı. Üstüne sinen kanları umursamadan Pençeye doğru adımladı.

Tam karşısında durduğunda ölümü andıran gözlerini adamın üzerine dikken Pençe bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

"Anlat." dedi ruhsuz bir tonda.

Adamın bakışları onu buldu. Yüzündeki ruhsuz ifadeye yadırgamadan bakarken olanları anlatmaya başladı.

"Hala konuşmamak için direniyor. Bu kadar direnmesine bakılırsa tam tahmin ettiğimiz gibi sıkı eğitilmiş." Dedi Aras sıkıntılı ses tonuyla.

"Ya da canlı kalmasının tek biletinin susması olduğunun farkında." Dedi Pençe ahşap koltuğun kenarına ellerini bastırırken.

"Evet. Bende öyle düşünüyorum. Bildiklerini öğrenmeden onu öldürmeyeceğimizi biliyor. Bu nedenle susuyor. Zaman kazanıyor. " dedi Aras

"Teninin altındaki cipi esi fark ettiğimizi henüz bilmiyor. Bu bölgeye girdiği an sinyallerin devre dışı olduğundan da bir haberdir. Adamların onu kurtarmaya geleceğini biliyor." Dedi Pençe.

"Ne yapmamı istersin?" diye sordu Ares samimiyetle. Çünkü oda aynı şeyleri düşünüyordu.

"İşkence boyutunu artır. Konuşacak. Aras. Birkaç bir şey bile anlatsa konuşacak." dedi saf öfkeyle. "Gerekirse sağlam parçası dahi kalmayacak ama o Musa şerefsizi konuşacak. Bize istediğimiz bilgileri birer birer verecek."

"İşte bana bunlarla gel." Dedi Aras keyifle. Pençe keskin bakışlarını ona çevirirdi. "Öldürmek serbest." Dedi keyifle.

"Ama cesedini sakın kuyuya atmayın." Diye devam ettiğinde Aras'ın kaşları havalandı.

"Neden?" diye sordu. "Cesetle bir planın mı var?"

"Evet." Diyen Pençe arkasına yaslanmıştı. "İki gün sonra konuşmazsa öldür. Cesedi labirente üçe götür." Dediğinde Aras şaşırmıştı.

"Labirent mi? Cesetti eğitim alanlarının yapıldığı bölgelerden birine neden götürüyorum?" diye sorduğunda Pençe düz bir ifade ile baktı ona.

"Labirent üç artık servis dışı. Oyun sahamız olacak." Derken keyifle dudağının kenarı kıvrıldı.

"Oynayacağız. Sonu ölümle sonuçlanan bir taht kavgası herkese bir ders olacaktır."

-----

PELİN AKAY

Kapı çaldığında tedirginlikle ayaklandım. Bakışlarım duvarda asılı saate kaydı. Saat  on biri geçiyordu. Gece gece kim gelirdi ki?

Kapının önüne geldiğimde. Yaklaşıp dürbünden baktım. Cem? Şaşkınlıkla geri çekildim. Emin olamadığım için tekrar yaklaşıp baltım.

"Daha ne kadar dürbünden bakmaya devam edeceksin?" diye seslendiğinde hızla geri çekildim. Gerçekten oydu.

Hızla üzerimi düzeltim, uzandığım için birbirine karışmış saçlarımı da elimle düzeltikten sonra kapıyı açtım.

"Şükür." dedi sırıtarak.

"Cem?" derken, sorarcasına ona baktım.

"Pelin?" dedi aynı neşeyle. Ses tonundaki neşe iyi şeyler olduğunu gösteriyordu.

"Niye burdasın?"diye sordum.

" Sen kapına gelen her misafirine bunu mu soruyorsun çok ayıp. " dediğinde biran utandım.

" Kusura bakma. Ben bu saate seni beklemiyordum. Buyur geç. " dedim kapıyı aralayıp geçmesi için yana kayarak.

" Abim beni evden kovdu. Bende sokaklarda dolanmaktansa sana geleyim dedim. Bir çayın vardır umarım. " derken içeriye giriyordu.

Gülümsedim. "Var tabi de Uras abi seni evden mi kovdu?" dedim, şaşırırken.

"Evet. Gerçi o demedi ama ben o bakışlardan anladım. Gelme eve bizi baş başa bırak bakışı attı. Tabi öğrendi Afra olduğunu." kapıyı kapatırken son dediği ile birlikte heyecanla ona döndüm.

"Ay öğrendi mi? Nasıl öğrendi? Kim söyledi?  Sen mi? Ayza mı? Yoksa kendi mi öğrendi? Nasıl oldu?" diye sorular sorarken yanına gittim.

"Nefes al Pelin." derken güldü. Yanaklarım ısınırken bakışlarımı kaçırdım.

"Bir çaya karşılık anlatabilirim." dediğinde bakışlarım tekrar onu buldu. Yüzünde keyifli bir ifade vardı.

"Kesinlikle bana çay için geldiğine emin oldum." dedim gülerek. Oda güldü

"Tabi kızım. Tek çay içmek keyifsiz korumalar desen kimse bilmiyor Afrayı bulduğumuzu. Otursam anlatacak kimse yok bir sen biliyorsun." dediğinde gözlerinde gördüğüm çocuksu heyecanla güldüm.

"Tamam tamam. Geç sen içeri ben çay koyayım." dediğimde beni onaylarlen içeriye girdi.

Mutfağa doğru ilerlerken içimdeki heyecana yüzümdeki ağtal gülümsemeye engel olamıyordum. Bana gelmişti.

Çayı üstüne verip içeriye girdim. Koltukta oturmuş Cem televizyona doğru bakıyordu.

" Çay birazdan olur aç mısın?" diye sordum. Geldiğimi beli edercesine. Bakışları bana döndüğünde, ilerleyip çapraz koltuğa oturdum.

"Teşekkürler yedim yemek." derken telrar televizyona baktı. "Sen sanırım film izliyecektin ben engel oldum." dediğinde netflix açık olan televizyonu kapatmak için kumandaya uzandım.

"Sorun yok. Canım sıkıldığı için film izliyeyim dedim."

Başını anladım dercesine sallarken, bakışları üstümde gezindi. Dudağının kenarı kıvrılırken birden gülmeye başladı.

"Sen Tom ve Jerryli pijama mı giyorsun?" diye sordu.

Bakışlarım hızla üzerime kaydı. Ay ben bu pijamayla mı kapıyı açmıştım. Rezilik. Hızla oturduğum koltuktan kalktım.

"Ben unutmuşum. Üzerimi değiştirip geliyorum. Sen be..." diye bir yandan konuşup bir yandan adım atarken, aniden ayağıya kalkıp önüme geçmesiyle dibine kadar girdiğim için geriliyerek durmak zorunda kaldım.

"Değiştirmen için söylemedim Pelin." dedi yumuşak bir ses tonuyla. Bakışlarımı kahve gözlerine çevirirken yutkundum.

"Ben yine de değiştireyim." dedim yanından geçmek için hareketlendim fakat kolum tutup engel oldu.

"Değiştirme." dedi net bir ifadeyle. " Seni kendin gibi görmek güzel." dediğijde kalbim ağzımda atıyordu artık.

Beni kendim gibi görmek güzel miydi onun için?

"Hem." dedi üzerime doğru eğilirken. "Yakışmış." dedikten sonra göz kırpıp gülümsedi.

Sakin ol Pelin normal bir iltifat sakin ol. Sakin... Sakin olamıyorum.

"Ben çaya bakayım." dedikten sonra hızla elinden kurtulup kaçarcasına odadan çıktım.

___

Çayı önübe bıraktıktan sonra karşısına oturdum. " Anlat hadi nasıl oldu Uraz abiye kim söyledi?" diye merakla sorduğumda gülümsedi.

"Afra söyledi." derken gülüyordu. "...Ne olacağını da kestiremiyorum. Merdivenlerin başında durmuşum. Sonra baktım bunlardan ses çıkmıyor merak edip kapıyı araladım. Aralamaz olaydım." dediğinde kaşlarım havalandı.

"Neden ki?" diye sordum.

"Bunlar sindirme kızmını geçmiş işlev kısmına geçiş yapmıştılar." dedi gülerken.

"İşlev?" diye sorarken biran için kendimi gerizekalı gibi hissetim. Ben mi anlamıyordum yoksa o mu üstü kapalı anlatıyordu.

"Şey işte." dedi gözlerimin içine bakarken. "Öpüyordular birbirlerini. " dediğinde ağzım şokla açılırken, hızla elimle ağzımı kapattım.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Ay öpmüşler sonunda.

"İşte keşke bölmeseydim ama." dedi hoşnutsuz bir ses tonuyla. "Neyse telafi etmişlerdir diye düşünüyorum." dedi sırıtarak.

Bakışlarımı kaçırdım. Demek öpmüştüler. Darısı başımıza diyecem ama biz o aşamaya bir geçemedik.

AFRA KAYA

Yaklaştı, yaklaştı. "Uraz..." dedim kısık bir sesle. Kalbim biraz daha hızlı çarparsa duracaktı. Ya da göğsümden fırlayıp çıkacaktı.

Sıcak nefesi yüzüme çarptığında gözlerim refleks olarak kapandı. İri elleri yüzümü avuçladı. Ellerim refleks olarak bileklerine gitti. Dudaklarının sıcak dokusunu alnımda hissettiğimde zaman sanki durmuştu.

Geri çekilmedi. Bir süre anlımda durdu dudakları. Sıcaklığı yavaş yavaş uzaklaşırken kapadığım göz kapaklarıma araladım.

Elanın en güzel tonu olan gözlerine baktım.

"Sen." dedi. Derin bir ses tonuyla. "Sen var oluş sebebimin en güzel bedelisin."

Kalbim yerinden sökülmek istercesine atmasının sebebi anlıma değen sıcak dudakları mıydı? Yoksa sarf ettiği cümle miydi?

Nefes almak istedim ama heyecanıma karışan titrek nefesim beni bozguna uğrattığında dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım.

Elalarına bakmayı sürdürdüm. Hayata oluşuna karşılık beni bedel olarak gören adama uzun uzun baktım.

O bakışları çok şey anlatıyordu. Çok... Bakışları o kadar derindi ki. Biran bedenimin bu derinlik karşısında yok olacağını düşündüm.

İçimde kaynayan o hisse anlam yükleyemezken ona sarılma arzusu ile dolup taştım. Kollarım öne doğru atıldı. Biran bile düşünmeden kollarımı boynuna doladım. Başım sanki yerini biliyormuşçasına boyun girintisine yerleştiğinde gözlerimi yumdum. Kokusunu ciğerlerime doluşan bir oksijenmişçesine içime çektim. Kolları hızla belime yerleşirken, beni biraz daha kendine çekti.

Kalbim bağımsızlığını ilan etmeye çalışan bir kelebek gibi kanat çırptı.

"Teşekkür ederim." Dedim, yüzüm boynunda olduğu için boğuk çıkan sesimle.

"Benden vazgeçmediğin için teşekkür ederim." dedim hafif geri çekilip bu kez duyabileceği bir mesafede.

Bir eli saçlarıma gitti. Beni kendine biraz daha bastırdı. "Ben senden vazgeçmem." dedi keskin bir ses tonuyla.

Gülümsedim.

"Geçme." dedim hızla.

Tutuşu sıklaştı. Kaybolan yılarımıza bir çizik atmak istercesine sarıldık birbirimize.

Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum. Kollarının arasında öylece durmak sırtımı sızlatsa da geri çekilmedim. Kokusu bedenimi mayıştırırken, gözlerim beli belirsiz kapanıp açıldı.

Bir elim boynundan kayarak benden izinsiz göğüs kafesine yerleşti. Gözlerim bir kez daha kapanırken, bu kez açılmadı. Hareketlendiğini hissetim. Bedenim arkaya doğru hafifçe itildi. Sırtım yumuşak yatakla buluşurken, başım sert gövdesine yaslanmayı sürdürdü. Beli belirsiz araladım göz kapaklarımı.

"Uraz..." diye mırıldandığımda üzerime bir şey örtüldü, beni kendine doğru biraz daha çekti.

"Uyu." dedi naif bir tonda. İri elleri saçlarımda gezindi. "Uyu küçüğüm."

Komutuna uyan göz kapaklarım kapandı. Saçlarımda gezinen parmaklar uykumu şiddetlendirdi, uyumadan önce son hatırladığım saçlarımın arasına konuşlan öpücük ve onun eşsiz sesiydi.

"Şükürler olsun."

---

Yüzümde gezinen yumuşak dokunuşları hissediyordum. Saçlarım usulca geriye doğru çekiliyordu. Yanağımı okşayan sert derinin yumuşak hissiyatını hissediyorum, yüzüme çarpan ılık nefesi.

Sert deri? Ilık nefes? Neler oluyordu?

Olduğum yerde hafif kıpırdanarak kapalı göz kapaklarımı araladım. Görüş açıma ela gözler girdiğinde, ilk birkaç saniye ne olduğunu kavrayamadım. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına etrafa bakındım.

Uraz bir dirseğini yatağa yaslamış, yüzünü avuç içine yerleştirmiş üzerime hafif eğilmiş bir şekilde beni izliyordu. Onun beni dikkatle izleyen çehresi ile göz göze gelmeyi beklemediğim için gözlerimi kırpıştırdım.

"Uraz..." diye uyku sersemi bir şekilde mırıldandım.

"Siktir!" dedi panikle. "Uyandırdım mı?" diye sorarken hızla elini yanağımdan çekip doğruldu.

Bakışlarındaki mahcuplukta takılı kalmıştı gözlerim.

Algılarım hala açılmadığı için ona alık alık bakmaya devam ettim. Hangi ara uyumuştum? En son sarılıyorduk biz.

Yüzünü incelerken, fark ettiğim bir diğer detayla gözlerim kısıldı. Onun gözleri neden kızarıktı? Uyumamış mıydı?

"Saat kaç?" diye konuştum. Henüz uyku akan çatlamış sesimle.

Bakışlarım arkasında hemen çaprazında duran pencereden içeri sızan hafif gün ışığına kaymıştı. Gün yeni yeni doğuyor gibiydi.

"Erken daha, niyetim uyandırmak değildi. Uyumaya devam et sen." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim.

Uyumak? Ben uyurken o ne yapacaktı?

Ayrıca neden bu kadar uykusuz görünüyordu. Yatakta oturur bedenine doğru dönüp elimi yumru yapıp çenemin altına koyup ona bakmaya devam ettim. Her hareketimi büyük bir dikkatle izleyen gözleri üzerimde gezinmeye devam ederken elinin birini yatağa doğru yaslayıp hafif yan dönmüştü bedeni.

"Sen?" dedim hala uyku akan sesimle. "Sen neden uyumuyorsun?"

Birkaç saniye ne diyeceğini bilmez şekilde duraksadı. Bakışlarını anlık benden kaçırıp.
"Uyku tutmadı." diye yanıtladı beni.

Saniyeler sonra sanki dayanamamış gibi tekrar benimle göz teması kurmuştu. Bu istemsiz tebessüm etmeme sebep oldu. Bakışları anlık tebessümüme kayarken, dudakları kıpırdandı. Aynı şekilde bir tebessüm dudaklarına yerleştiğinde kalbim maratona çıkmıştı.

Yüzüne yerleşen gülümsemeyi fark ettiğim o an yüzümdeki gülümseme biraz daha büyüdü. Gülümseme bulaşıcı mıydı?

Bence kesinlikle bulaşıcıydı.

Bakışlarım gözlerine tırmandığında kızarık gözlerine dikkat kesildim. Demin söylediğini düşünürken, yalan söylediğini hissediyordum. Sanki beni geçiştiriyor gibiydi. Gözleri kızarık ve uykusuz bakarken nasıl olurda uyku tutmazdı?

Aklıma gelen şeyle gözlerimi kırpıştırırken, dudaklarım aralandı. Gitmemden korktuğu için uyumamış beni izlemiş olamazdı değil mi?

Bu hiç onluk bir hareket değildi.

Aslında onluk o yolardır aradığı küçük kıza kavuşmuş bir adam inanmakta güçlük çekiyor. Diye fısıldadı kalbim.

Haklılığı karışında yutkunurken uykum biranda kaçmıştı. Elimi çenemin altından çekip yatağa bastırarak doğruldum. Bakışları bana dönerken, kaşları havalandı.

"Uyu kalkma. Uykun açılmasın." dediğinde çoktan doğrulup ayaklarımı kendime çekerek bağdaş kurmuştum.

"Neden uyku tutmadı?" diye bir soru yönelttiğimde, her saniye bakmak istediğimi fark ettiğim elalarını bana dikti.

Neden o elalara her saniye bakmak istiyordum?

"Öyle işte." derken elini ensesine atıp kaşıdı, bunu yaparken kolu gerildiği için pazıları şişmişti.

"Uraz..." dedim, ona doğru biraz eğilip kucağındaki elinin üzerine elimi koydum. Duraksadı, bakışları ellerimizde kaydı. Ağırca yüzüme çıkarken, bir şey demeden yüzüme baktı

"Ben hiçbir yere gitmeyeceğim" dediğimde, kendimden beklemediğim bu sözü ona veriyor olmak kalbime bir balyoz etkisi yaratmıştı.

Gitmeyi düşündüğüm yoktu evet ama gitmeyeceğimi bu kadar kararlılıkla söylemek beni afallatırken, onun göz bebeklerine yerleşen yumuşama ve rahatlamaya an ve an şahit olmuştum.

Biranda ela gözleri parladı. Onları ilk kez bu kadar canlı görüyordum. Çok güzeldi. Birkaç saniye içinde belki de nadir olan hareketlerinden birini yaptı karşımda tıpkı küçük bir çocuk gibi bakışlarını benden kaçırdı. Elimin altında duran eli hareketlenip çevrilirken, avuç içi avuç içime dokundu.

Bakışları ellerimize kayarken, parmaklarımla oynamaya başlamıştı. Tüy kadar yumuşak dokunuşları kalp ritmimi artırırken, derin bir iç çekmemek için kendimi zor tutum.

"Sanki." dedi baş parmağı ile elimin tersini okşarken. "Rüya gibi. Gözlerimi kapattığım an kaybolacaksın..."

Yutkundum. Ses tonu titrek miydi?

"İnanması güç benim için." diye fısıldarken kafasını kaldırıp yeşillerime dikti bakışlarını. " Yılarca aradım seni on dokuz yıl sonra bulmak..." derken kafasını sağa sola salladı." Çok garip... "

Öylece yüzüne baktım. O kadar haklıydı ki. Çok garipti. İntikam uğruna girdiğim bu yolda ona rastlamak. Çocukluğuma ulaşıp hayatımı silmek. Ya da silinen hayatımı öğrenmek... Çok fazlaydı, çok...

" Anlıyor musun beni?" diye sordu zarif bir ses tonuyla.

Yüzündeki ifadeye baktım. Onu anlamamı isteyen bakışlarına. Onu anlıyordum ama anladıklarım ilk kez bu denli ağır geliyordu ruhuma. Hatırladığım ve hatırlamadığım anılarımızın karşısında boğuluyordum sanki.

Acı olan ise boğuldukça onun gençliğini yaktığım gerçeği ile yüzleşiyordum.

"Üzgünüm." dedim omuzlarım düşerken." Seni on dokuz yıl boyunca unutmuş bir kadının peşinden sürüklediğim için... "

" Şşş..." de elimi biraz daha sert okşarken, susmamı istiyor gibiydi.

"Senin suçun değildi." dediğinde burukça ona baktım. Oysa beni suçlamasını deli gibi istiyordum. Bağırıp çağırmasını, neden bu kadar geç geldin demesini.

Neden bu kadar sakindi. Hesap sormalıydı bana. Öfkesini kusmalıydı.

"Bana kızgın değil misin? Neden bağırmıyorsun? Neden kızmıyorsun Uraz?" diye sorarken sesim titriyordu.

"Neden geç geldin diye sorsana bana. Neden beni unutun diye bağırsana. Senin yüzünden hayatımı mahvettim diye bağırsana bana." diye feryat ettim kısık bir ses tonuyla.

Kızmalıydı bana. Ben seni ararken sen nasıl hayatına baktın demeliydi.

Ben seni ararken, sen nasıl bir adamı hayatına soktun demeliydi.

Hiç mi aklına düşmedim diye sormalıydı.

Hiçbir şey demeden öylece yüzüme baktığında dudaklarım titredi." Şöyle bakma. " dedim, çaresizce.

"Nasıl?" diye sordu, en az gözleri kadar yoğunluk barındıran o ses tonu içime içime işliyordu.

"Şöyle işte." dedim elimi kaldırıp gözlerini işaret ederken. "Senden gelen her şey, başım gözüm üstüne dercesine..."

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Öyle çünkü." dedi. Beni bozguna uğratarak "Senden gelen her şeyi başım gözüm üstüne Küçüğüm."

Kalbim çığlık atarken, dayanamadım gözümden birkaç damla yaş hoyratça döküldü.

"Hayır." dedim, bu hayır kendime miydi ona mıydı bilmiyorum.

Belki de heba edilen çocukluğumuzaydı.

" Kız bana. " Duraksadım. "Hata Bağır." dediğimde, öylece yüzüme baktı.

İçimde adlandıramadığım duyguyla ona bakarken, elimi ellerinin arasından çektim. Omzundan onu güçsüzce itelemeye çalıştım.

"Bağır bana Uraz!" dedim bağırarak. Bir kez daha yumruğumu omzuna geçirdim. "Kız bana!" diye bağırdım bir kez daha.

"Ben seni yılarca her yağmur yağdığında Galata kulesinde bekledim ama sen..." dedim sesim titrediği için yutkunmak zorunda kalırken. " Bunu bilmeden her gece huzurla başını yastığa huzurla koyup , nasıl uyudun diye hesap sorup bağır bana!"

Bağırmadı. Gözlerinde milyonlarca duygu geçti ama hareket etmedi. Omzuna attığım her güçsüz darbede omzu hafif salandı ama olduğu yerden bir adım bile kıpırdamadan bana bakmayı sürdürdü.

" Uraz. " dedim. Omzuna vuran elim tişörtünün yakasını sıkıca kıvrarken. "Bağır..." dedim cılızca.

"Yalvarırım bağır bana." dedim tişörtünü sıkıca kavradığım için yüzlerimiz birbirine yaklaşırken.

Duraksadı. Benden böyle bir şey duymayı beklemediği için gözlerini kırpıştırdı.

"Uyumuyordun." dedi hızla toparlarken.

Tişörtünden onu çekmemi hiç umursamamış gibi elini kaldırıp yanağıma dokundu. Yanağıma dokunmak hoşuna gidiyormuş gibi parmakları yanağımda gezinip yumuşakça okşadı. Dudaklarının kenarına bir tebessüm yerleşmişti.

Bakışlarını yanağımdan ayırıp yeşillerime çevirirken, o tebessüm hala yerli yerinde duruyordu. Derin bir nefes verirken, önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına doğru itti.

"Sen her yağmurda aslında benimleydin." dedi, kararlılıkla. "Her damlada tenime dokunuyordu minik ellerin... "

Kesik bir nefes alıp verdi. Gözlerine hüzün yerleşti. Saniyeler içinde hislerimi bıçaklayan o cümleyi kulandı.

"Ben yılarca yağmuru sen bilip, yağdı diye mutlu olmuşum. Nasıl kızarım sana?"

Ses tonu o kadar naif çıkmıştı ki. Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan omuzlarıma ağır gelen sevgisinin boyutu muydu? O konuştukça büzülüyordum sanki.

"Benim yüzümden girdin değil mi bu cehenneme?" diye sordum sonunda, içimi kemiren o kan akıtan soruyu.

Bakışları ifadesizleşti. Biran karşımda ilk zamanlar tanıdığın ifadesiz yüzü belirdi. Gözlerine bir perde inerken, ne düşündüğünü göremedim.

"Hayır." dedi tok bir sesle. Bu kadar iyi yalan söylemesi beni şaşırtırken, dudağımın kenarı kıvrıldı acıyla.

"Yalancı." diye fısıldadım burunum çekip.

"Beni bulmak uğruna girdin sen bu dünyaya. Sen yazar olmak isterdin hep. Sen hiç sevmezdin ki silahları. Sen oyuncakları bile çok sevmezdin kalemini defterini hep yanında taşırdın. " diye fısıldadım sonra doğru kısılan sesimle.

"Sen." Dedi duraksarken. Bize dair bir anıyı hatırlıyor oluşumun şaşkınlığı vardı yüzünde.

Burukça baktım o yüzüne.

"Uyazzz." Dedi küçük kız neşeyle. Küçük adam yazı yazmaya devam ederken, göz ucuyla dibine kadar girmiş kıza baktı. Örükleri kağıdının üzerine sarkıyordu.

"Yine ne var Afra?" dedi bıkınca. Küçük kız bir saattir yanındaydı ve tam odaklandığı anlarda sürekli Uraz diye seslenerek dikkatini dağıtıyordu. Seslenirken sesi tatlı çıksın diye 'z' harfini bilerek uzatıyordu. Uraz'ın bu ses tonuna kıyamadığının farkındaydı çünkü.

"Bitmedi miiii? Bitsin artığğğ. Hadi bitsin? Bitti demiğğ? Ne zaman biter? Oyun oynayalım mııı? Hadi evcilik oynayalım sen babasın ben annee." kelimeleri art arda kuran kız, hızlı hızlı konuştuğu için ağzındaki sakızı yüzünden tükürükleri küçük çocuğun önündeki kağıdın üzerine sıçramıştı.

"Afra ne yapıyorsun be kızım?" derken elini kaldırıp kağıdına siper etti Uraz..

Böyle bir tepki beklemeyen küçük kız duraksamıştı. Kağıdı korumaya çalışan Uraz'a baktı.

"Ne yaptım ki?" diye sordu masum masum. Uraz kafasını kaldırıp kıza baktı. Dudaklarını büzmüş, masaya doğru eğilirken başını yana yatırmış alttan Altan ona bakıyordu. Bir şey dediği am ağlayacağı sulu yeşil gözlerimden beliydi. Elinde olmadan gülümsedi bu görüntüye.

Afra böyle bakınca Uraz'ın siniri falan kalmıyordu. Dayanamıyordu.

"Hadi in masadan, git ben gelene kadar oyuncaklarınla oyna. Sonra birlikte ne istersem oynarız tamam mı? " Dediğinde, küçük kız dikleşerek karşı çıktı.

"Hayır. Ben seni bekleyecemmm. Hem bana yazdıklarını okuyacaktın. Okumadın ki daha. Yoksa okumuyacak mısınn? Ama söz verdin. Oku hadi. Uyyaz hadi okuğğğ. Ne olurrrr? Ne yazıyor orda?" dedi tekrar kağıda bakarken.

Uraz onun heyecanlı haliyle birlikte kafasını sağa sola salladı. Tam bir baş belasıydı. Onun yüzünden ödevlerini hep gece yapmak zorunda kalıyordu. Gece geç yatıp sabah erken kalktığı için ise çoğu kez okula geç kalıyordu.

"Öğretmen ödev verdi. Hayalimizi yazmamız için. Bende hayalimi yazıyorum." Dediğinde küçük kız heyecanlanmıştı.

"Hayal mi? Hayal ne? Nasıl bi şeyyy? Böyle pembe pembe mi? Barbiem gibi mi? Nasıl bir şey? Ne diledin? Ne istiyorsun? Araba mı? Yoksa köpek mi? Söy-" küçük kız farkında olmadan hızlı hızlı konuşmaya başladığında çocuk elini kaldırıp kızın ağzını kapatarak susturdu.

"Yine çok konuştun küçük." Dedi azarlarcasına. "Öyle bir hayal değil. Ne olmak istersiniz diye sordu öğretmen. Ne yazarsak mesleğimiz o olacakmış." Derken, elini küçük kızın ağzından çekmişti.

"Meslek ne?" diye sordu merakla.

"İlerde paramızı kazanmak için çalıştığımız yermiş." Dedi Uraz öğretmeninden öğrendiği kadarını Afraya aktardı.

"Yaaa." dedi Afra heyecanla. "Peki sen ne yazdın Uyazzz? Ne yazdınn? Okuuu. Hadiğ pku Uyazz. " diye bağırdı heyecanla. Henüz 'r' harfine dili dönmeyen kız. 'r' harfini 'y' harfi olarak söylüyordu. Bunu bilen Uraz güldü.

"Çok mu merak ettin sen küçük?" diye sorduğunda, Afra hızla başını aşağı yukarı salladı.

" Çokkk. Böyle koşaman. " dedi kısa kollarını kaldırıp kocaman yapmaya çalışarak.

"Eh o zaman söyleyim sana. Yazar olmak istediğimi yazdım." Dediğinde küçük kız anlamamıştı.

"Yazay mı? Oda ne ki?" diye bir soru yöneltti.

"Hani sana geceleri okuduğum masal kitapları var ya." Dediğinde, kız hızlı konuştu.

"Kıymızı, başlıklı kız olan mıı?" diye sordu heyecanla. Uraz dün gece ona o masalı okumuştu. Okurken bir sürü soru sormuştu. " Kuyt babanneyi mi yemiş ama nasıl yemiş ama nasıl yemiş? Babane bu mu kocaman kuyt onu yiyemez ki bence şaka yapıyoylar." demişti.

" Yoksa petey pan mı? Pinokyo? Külkedisiii kedi ve tosii? Hangisi Uyazz." diye sordu yerinde kıpırdamadan duramıyordu.

"Hepsi." dedi Uraz gülerek. "Tüm o kitapları yazan insanlar var. "İşte onları yazan kişilere yazar deniyor. Yazar olup sana bir sürü okuma kitabı yazacağım."

Küçük kız heyecanla doğrulurken sandalyenin üzerine çıkmıştı. "Yazalll mı? Bi süyü kitap mı? Ne kadar bisüyü? Çok mu? Ne kadar çoğğğ? Kaç tane? Üşmü? Meş mi?" diye heyecanla konuşurken Uraz onun bu haline güldü.

"Dur düşecesin." Dedi kızın sandalyenin üzerindeki kıpır kıpır bedenini kontrol altında tutmak için kollarından tutarak. "Hadi söyleee. Kaç tane?" dedi kız sandalyenin üzerinde tepinirken.

"Bir sürü. Gökyüzü kadar çok." Dedi çocuk gülümseyerek, küçük kızın gözleri heyecanla parladı.

"O zaman hemen ol. Hemen ol Urazz. Gökyüzü kadar kitabımız oluyyyy." " derken hızla kollarını çocuğun boynuna dolamıştı.

" Sadece bana okuyacan demiiğğğ? Tek bana demiii?" diye sorduğunda çocuk kafasını salladı.

"Sadece sana." Dediğine kız heyecanla daha sıkı sarıldı.

"Oleyyyy. O zaman biz hiç ayyılmayızzz."

Anılar keskindi.

Sıyrıldığım anılarımın ardından ona baktım. Bir şey demeden öylece bana bakıyordu. Gözlerindeki dalgalanmalar sisli duruyordu. Belki oda bu anıyı hatırlamıştı.

Benim için yazar olmaya karar veren o adam yine benim için silah tutmuştu.

Ağırdı. Çok fazla ağırdı. Artık elinde kalem değil de silah olduğunu bilmek. En az sebebinin ben olduğumu bilmem kadar ağırdı.

" Benim yüzümden." Dedim, çatlamış sesimle. " Benim Yüzümden artık o ellerin kalem değil silah tutuyor değil mi? " diye sordum çaresizce.

" Böyle düşünme olması gereken oldu. "dedi tok bir sesle. Bakışlarını benden ayırmadı.

" Hayır. Benim yüzümden. " dedim acıyla. Benim yüzümden hayatı mahvolmuştu.

" Belki de ben kaybolmasaydım senin ellerin o çok sevdiğin kalemi tutacaktı. Hepsi benim yüz... "

Birden belimden tutulup aniden kucağına yan bir şekilde oturtulduğumda, cümlem yarım kalmıştı. Kafamı kaldırıp ıslak kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım.

Elini kaldırıp yüzüme düşen, saçları geriye doğru iti. Yanağımdaki ıslaklıkları tek tek eliyle silmeye başladı.

" Hayatım kötü değil. Pişmanda değilim. Belki şu an o kalemi tutmuyor artık ellerim ama hayatımın tek kitabı olan kadın şu an kollarımın arasında duruyor. Ben onu buldum. Başka kitapların pekte önemi yok..."

Durdum. Yutkundum. Ela gözlerine bakıp derin bir iç çektim. Bir şey demek istedim. İzin vermedi, parmakları saçlarıma giderken beni göğsüne bastırıp sımsıkı sarıldı.

"Sen geldin. Kollarımın arasındasın. Böyle şeyler düşünüp sakın bir daha kendini üzme. Elimin ne tutuğunun pekte önemi yok artık."

Kokusu bedenimi gevşetirken, elimi kaldırıp dövmesinin üzerine koydum. Üzerinde tişört vardı ama sanki ben tişörtün altında dövmesini görüyormuş gibi dokunuyordum dövmesinin olduğu noktaya.

Sıcak nefesini saçlarımın arasında hissetim. Kokumu derince içine çektiğinde, bedenim gerilirken yutkundum. Koca bir his karmaşasına düşmüş gibi hissediyorum.

"Bana bizi anlatsana." diye mırıldandım. Saçlarımın arasındaki dudakları geri çekilirken, bana baktığını hissetim.

"Neyi anlatmamı istersin?" diye sordu.

"Bilmem. Seninle güldüğüm zamanları... Ya da özlediğim zamanlar, korktuğumda olabilir. Bir şeyler hissettiğim zamanlar olsun." diye mırıldandığımda bedeni gerilmişti.

"Sen hissiz bir kadın değilsin... Afra." dediğinde, söylediğini görmezden geldim. Zira gerçeği saklamaya gerek yoktu.

"Anlat hadi." dedim. Kucağına biraz daha kurulurken. Sıcaklığını sevmiştim. Şey gibi hissettiriyordu...

Ev.

Ev gibi.

"Okula başladığım dönem..." diye konuşmaya başladığında, tüm dikkatimi ona verdim. "Okula başladığım yıllar. Ben okuldayken sen bizim eve damlardın. Beni beklerdin. Elinde en sevdiğin bebeğin olurdu, bahçede bağdaş kurup beni beklerdin." Soluklanmak için kendine aman tanıdı.

"Bahçe kapısından girdiğimde seni oyuncaklarınla oynamaya dalmış bir halde bulurdum. Sonra adını seslenirdim. Kafanı kaldırıp koca gözlerini bana dikerdin. Beni gördüğün an yüzünde o tatlı gülümsemelerinden biri olurdu." Derin iç iç çekti.

"Uraz derdin. Adımın sonlarını uzatarak koşardın bana doğru. Önce sarılırdın. Elini uzatıp benden lolipop isterdin. Onu sana verdiğimde, yeniden sarılırdın. Ardından hadi evcilik oynayalım derdin..."

Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. Zihnimi zorlayıp o anları düşünmeye çalıştım. Ama aldığım tek cevap koca bir karanlıktı.

" Bir keresinde okulda yere düşüp kaşımı patlatmıştım. " dedikten sonra aklıma bir şey gelmiş gibi gülmeye benzer ses çıkarmıştı.

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Kaşın mı? Nasıl patlatın?" derken bakışlarım kaşına kaymıştı.

"Yere düşmüştüm." dedi umursamazca. "Kaşımda kanlı bir bant vardı, beyaz okul üniformam kan olmuştu. Beni öyle gördüğün an oturup saatlerce ağlamıştın." derken güldü.

"Bana dikiş atarlarken bile o kadar ağlamamışımdır. Niye ağlıyorsun dediğimde ise. Canın acıyor, acıtmasınlar." Demiştin.

Canı yanan çocuğun gözlerinden sessizce yaşlar akarken, kapının köşesinde duran kızın ağlayışları şiddetlendi. Uraz'ın annesi inci hanım küçük kıza doğru yaklaşıp onu sakinleştirmeye çalıştı ama küçük kız hiçbir şey demeden bağıra bağıra ağlamaya devam ediyordu. Doktor bandı takıp geri çekildiğinde, çocuk doğrudan küçük kıza baktı.

"Anne." dedi sedyenin üzerinde oturan Uraz. "Bırak yanıma gelsin." derken bakışlarını küçük kıza çevirdi.

"Küçük, göz yaşlarını sil ve buraya gel." dediğinde, küçük kız biranda ağlamayı keserken, kazağının tersiyle yüzünü silmeye çalışarak içeriye girdi. Tam çocuğun önünde durduğunda, inci hanım yaklaşıp kızı kucağına alarak oğlunun yanına oturttu.

Uraz'ın bakışları yanındaki kıza kaydı.

" Sen neden ağlıyorsun küçük?" diye sordu sert bir sesle.

"Çünkü canın yanıyooo Uyaz." derken tekrar ağlamaya başlamıştı.

"Ah küçük ah." dedi elini kaldırıp omzuna koydu.

"Ağlama hadi bak bende ağlamıyorum. Geçti ağrısı. Doktor amca bant taktı bak." Dedi kafasındaki bandı göstererek.

Kız merakla kafasına bakarken, uraz'ın kolunu yaklaşmasını için çekiştirdi.

"Yaklaşş." Dedi, kolunu çekiştirmeye devam eterken. Çocuk söyleneni yapıp yaklaştığında, hafif dikleşip yarasının üzerindeki bandın üstüne minik bir öpücük bıraktı.

"Öptüm ben yayandan. Aytık hiç acımaz Uyaz." Dediğinde, çocuğun kalbi sıcacık olurken ağrayan yarasını çoktan unutmuştu.

Gözlerimin önünde yatakta yan yana kıvrılarak uzanmış iki beden belirdi. Anılar kordu.

...

Hissettiğim sıcaklıkla birlikte bunalırken olduğum yerde kıpırdanmak istedim. Bedenim hareket edemezken kaşlarım çatıldı. Ne olduğunu anlamak için göz kapaklarımı araladığımda görüş açıma kapı girmiştim ilk birkaç saniye nerede olduğumu algılayamazken bakışlarım ağırca başımın altındaki bedene kaydı. Uraz'ın göğsünde uyuduğumu fark etmem uzun sürmemişti.

Başım göğsündeydi bir kolum beline sımsıkı sarılmıştı, kolları beni aynı sıkılıkla iki yandan sarmaladığı için kollarının arasında büzüşürken minicik kalmıştım.

Uyuyor muydu? Onu uyandırmamaya dikkat ederek kafamı hafifçe yukarıya doğru kaldırdım. Huzurla uyuyan yüzünü görmemeyi beklemediğim için duraksamıştım. Kaşları gevşemiş, yüzünde tıpkı bir bebeğinin huzurlu ifadesi vardı.

Aklıma dün gece olanlar gelirken gülümsedim. Elimi belinden hafifçe çekerken, onu uyandırmamak için savaş veriyordum.

Bakışlarımı yüzünden ayırmadan elimi belinden çektim. Başımı biraz daha geriye atarak hayran olduğum yüzünü daha fazla gözler önüne çıkardım. Elimi kaldırıp tereddüt ederek yüzüne yaklaştırdığımda, ona dokunmak ve dokunmamak arasındaki ikilemde takı kalmıştım.

Dokunsam uyanır mıydı ki?

Yumuşak dokunsam uyanmazdı bence. Ya da uyanırdı. Tereddütle ona bakarken, bana doğru yan dönmüş başı tüm algılarımı kırıyordu. Dayanamayıp elimi yanağına koydum. Teninin sıcaklığı avuç içime yayılırken, sakları elimi gıdıklamıştı.

Usulca okşadım yanağımı. Bakışları dudaklarına kaydı, uyuduğu için hafif şişmiş rengi soluk pembeye dönen dudaklarına. Onu öpmek istediğimi fark ettiğimde yutkundum. Neydi bu his? Ne oluyordu bana böyle?

Bakışlarımı suç işlem küçük bir çocuk gibi dudaklarından ayırırken sanki gözleri açıkmışçasına kapalı göz kapaklarıma baktım. Bir azar bekledim belki de.

Yanağını okşamaya devam ettim. İçimde ona karşı adlandıramadığım bir duygu vardı. Bu mahcupluk muydu yoksa... Yutkundum. Aşk mıydı bilmiyorum. Yüzleşmem gereken yarım bırakılmış bir hayatım vardı ama ben sadece ona dokunmak ona sığınmak istiyordum. Neden böyle olmuştu?

Yoksa rüyalarıma giren o küçük kız farkında olmadan kayıp giden yılları mı telafi etmeye çalışıyordu?

Bu düşünce beni gülümsetti. Kayıp giden yılları telafi edebilir miydik? Peki sonrası. O adam ne olacaktı? Onunla yüzleşecek miydim? Kutay. O ne olacaktı intikamı ne olacaktı. Kaldığımız yerden devam mı edecektik. Sahte sevgililik olayımız peki, pençe.

Kalbim korkuyla çarptı. O Pençenin tahtına göz diktiğini söylemişti. Hayatı tehlikedeydi.

"Umarım gözlerinin dalma sebebi anılarımızdır. Başka türlü bu surat ifadesini kabul etmiyorum." duyduğum sesle irkilirken, ne ara gözlerini açtığını dahi fark etmediğim Uraz'a baktım.

Uyku mahuru gözlerini kırpıştırırken başını biraz daha aşağıya indirdi. Yüzlerimiz yakınlaşırken dikkatle bana bakıyordu.

" Hı? Dalmışım ben. Uyandığını fark etmedim." dedim mahcupça. Bakışlarım hala yanağında duran elime kaydığında yanaklarım ısınırken elimi çekmek için hareketlendim.

"Onu fark ettim." derken elini belimden ayırıp yanağının üzerindeki elimin üzerine koyarak beni durdurmuştu. "Seni bu denli daldıran sebep ne?"

Kısılmış ela gözlerine baktım. Ona şu an söylesem kafayı en az benim kadar takardı biliyorum o yüzden gülümsedim.

"Hiç öyle. Hadi kalk yemek yiyelim acıktım ben." dedim elimi çekmeye çalışıp doğrulurken.

Tam doğrulduğum esnada biranda çekmekte olduğum elimin bileğimden tutarak beni altına çekip üzerime çıktığında pörtlemiş gözlerimle ona baktım.

"Ne... Ne yapıyorsun?" dedim kekelerken.

Dudağının kenarı kıvrılırken üzerime doğru eğildi. Kokusu burnuma, doluşurken, kalbimin atışı hızlandı.

"Bir yalancının kaçmasını engelliyorum." dedi keyifli bir ses tonuyla.

"Ne yalanı? Saçmalıyorsun şu an Uraz?" derken elimi kaldırıp göğsüne koyup onu üzerimden itmeye çalıştım.

"Kalksana. Hem sen nasıl bu kadar çevik olabiliyorsun? Ben uyandığımda algımın açılması bile..." diye konuşmaya devam ederken aniden ağırlığının tümünü üzerime vermeye başladığında dirseklerim yatağa batarken, yüzlerimizin arasında milimlik bir fark bıraktı.

" Ne... Ne yapıyorsun? " dedim biranda içime kaçan sesimle. Bunun Konuşurken, dudaklarımızın birbirine sürtünmesinin de büyük bir faydası vardı.

"Ne..." dudaklarımız birbirine sürtündü. "Yapıyormuşum?" diye sorarken sesi keyifliydi. Ve sanırım o bunu yaparken benim kalbim kesinlikle bu kez durmak üzereydi.

Bakışlarım anlık dudaklarına kaydığında, yutkundum. Tereddütle yüzüne bakarken onunda dudaklarıma baktığını gördüm. Biranda bedenimi saran heyecan ve panik duygusuyla kasıldım. Sırtımı yastığa biraz daha bastırarak dudaklarımızın arasına mesafe koymaya çalıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi sadece bir parmaklık mesafe vardı.

"Beni öpmeyeceksin değil mi?" diye sordum Tereddütle

Göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu ve tek dileğim onun bunu fark etmemesiydi. Yüzüne yayılan eşsiz gülümsemeye bakılırsa fark etmişte olabilirdi.

"Kalbin seni öpeceğimi düşündüğü için mi bu kadar hızlı atıyor?" diye sordu yoğun anlamlar barındıran ses tonuyla. Bilmem kaçıncı yutkunuşumu yaptım.

"Ben... Yani biz..." diye konuşama başlarken hala dibimde olan bedeni yüzünden cümleleri bir ara getiremeyeceğimi fark ettiğimde sustum.

Hiçbir şey demeden öylece ela gözlerine baktım. Berraktılar, güzeldiler. Bakışları tekrar dudaklarıma kaydığında, kaçamayacağımı anladım. Usulca göz kapaklarımı kapattım. Dudaklarımdan titrek bir nefes firar ederken, göğsündeki ellerim bedeninden güç almak istercesine ona tutundu.

Yaklaştı. Sıcak nefesi dudaklarıma çarptığında kalbim sanki yerinde çıkacaktı. Dudakları dudaklarıma sürtündü. Nefesimi tutum. Siktir bu histe neydi!

Sıcaklık hafif geri çekilir gibi oldu. Saniyeler içinde anlımda hissettiğim sıcak nefesin hemen ardından anlıma konulan dudakları ile kasılan bedenim gevşerken, göz kapaklarımı araladım. Adam elması görüş açıma girdi. Dudaklarını anlımdan ayırırken bakışlarını yüzüme çevirdi. Yüzüme sıcak bir gülümseme yayıldı.

Bakışları gülümsememe kaydı. Yüzüne hoş bir ifade yerleşti. Derin bir nefes alıp üzerimden kalktığında biranda kalkan ağırlığı ile birlikte anlık boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim.

"Hadi kalk bakalım, daha fazla aç kalma." dediğinde doğruldum bende.

"Duş alacağım sen istersem aşağıya in." derken yataktan kalkmıştı.

"Tamam." dedim onu onaylarken bende yataktan çıkmıştım. Yüzüm hafif yanıyordu ama bunu çaktırmamaya çalışıyordum.

Bir süre yüzüme baktı. Ardından, aklına bir şey gelmiş gibi gülümseyip kafasını sağa sola salladı. Arkasını dönüp banyoya doğru ilerlediğinde ben onu izliyordum.

Banyonun kapısının önüne geldiğinde ona baktığımı fark etmiş gibi arkasını döndü, dudağının kenarı kıvrıldığında hala olduğum yerde durduğumu fark edip hızla odadan kaçarcasına çıktım.

Odama girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra saçlarımı tepeden rastgele topuz yaptım. Gözlerimdeki ışıltıyı fark ettiğimde dudağımın kenarı kıvrılmıştı. Mutluydum sanki.

Merdivenlerden inip mutfağa girdiğimde, Pelinin hala gelmediğini gördüm. Normaldi çünkü saat sabasın 6'sıydı. Henüz daha çok erkendi. Neden bu saate uyanmıştık bilmiyorum ama ikimizde oldukça dinçtik.

Çayı üstüne verip, reçeli çıkardım. Kahvaltılıkları da çıkaracakken canım özlemle vişne reçeli çektiği için onları boş verip ekmeğe uzandım. Reçeli ekmeğe sürerken büyük bir özlemle yemeye başladım.

Özlemiştim bu tadı.

"Çok mu açıktın?" diye bir ses duyduğumda irkildim. Arkamda varlığını hissederken sıcak nefesini boynuma çarpıyordu.

Allahtan ağzımdaki lokmayı yutma aşamasında değil de çiğneme aşamasındaydım yoksa kesinlikle boğazıma takılır ölürdüm.

Hareketlenip yanıma yaklaştığında, ona doğru döndüm. "Şey ben reçeli görünce dayanamadım." dediğimde gülümsedi.

"İyi yapmışsın güzelim." dediğinde saçlarının ıslak oluşunu fark ettim. Öne doğru dağılmış saçları anlına dökülmüştü. Üzerinde siyah bir tişört ve eşofman altı vardı. Elini kaldırıp saçlarına daldırırken etrafa bakındığında, bu görüntü gerçekten nefes kesiciydi.

" Fazla erken kalktığımız için Pelin şu an gelmez." derken bana döndü. Onu izlediğimi fark ettiğinde dudağının kenarı kıvrıldı.

"Evet." dedim panikle. "Ben çayı üstüne koydum aslında. Şimdi hazırlarım bir şeyler.." dedim hızlı hızlı konuşurken.

Bana doğru yaklaşmaya başladığında merakla ona baktım. Elimdeki reçel sürülmüş ekmeğimi aldığında bakışlarım ona kaydı. "Önce bunu bitirelim." derken ekmeği dudaklarıma doğru uzatmıştı.

Dudaklarım aralanırken sanki her gün onun elinden bir şeyler yiyormuşçasına rahatlıkla ekmeği aldığında şoka girmiştim. Ekmeği ısırdığımda gözleri kısılmıştı. Lokmayı çiğnerken zorlanıyordum. Fazlasıyla dikkatli bakıyordu.

Acaba canımı çekmişti? Bu düşünceyle lokmamı yutup elinde yarım kalan ekmeğime kısa bir bakış atarak ona baktım.

"Canın çektiyse devamını sen yiyebilirsin." diye konuştuğumda dudağının kenarı kıvrıldı.
"Canım çekti." dedi yoğun bakışları altında.

"O zaman yiyebilirsin." dediğimde gözleri biraz daha kısıldı.

"Yersem..." derken, duraksadı. Bir şeyler düşünüyordu. "Bence de yiyeyim ben." dedi.

Kafamı sallarken, ekmek olan elindeki bileğini tutum. Onu hiç reçel yerken görmemiştim. Bileğinden güç vererek ekmeği dudaklarına yaklaştırdım. Tam o esnada nefesimin kesilmesine sebep olan bir şey yaptı.
Dudaklarına yaklaşan ekmeği boş verip üzerime uzanarak dudaklarını dudaklarıma örtü. Bedenim elektrik çarpmışçasına irkilirken, tepki dahi veremedim.

Dudaklarının üzerindeki sıcak dudakları saniyeler içinde geri çekilirken, yoğun gözlerle yüzüme baktı. "Gerçekten tadı güzelmiş." dediğinde refleks olarak dudaklarımı yaladım. Bakışları yeniden dudaklarımı buldu.

"Siktir!" derken, biranda ensemde elini hissetim. Beni boynumdan tutup hızla kendine çekerken aynı hızla dudaklarımız birleşti.

Dudaklarımın üzerindeki dudaklarının şokunu ikinci kez yaşarken gözlerini kapattı, dudaklarını kıpırdattığında, elim boynumu tutan koluna tutundu. Dudakları yumuşaktı, öpüşü yumuşaktı. Göz kapaklarımı kapatırken, dudaklarımı kıpırdattım. Bununla birlikte boynumdaki eli baskı yaparak beni biraz daha kendine çekti.

Üst dudağımı dudaklarının arasına alıp emmeye başladığında, alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Bildiğini tutan elim gevşerken çoktan omuzlarına yönelmiş ortan yukarıya doğru kayıyordu. Bir elini belime yerleştirip beni sertçe bedenine yasladığında dudaklarımdan dökülen iniltiye engel olamadım. Dili arsızca aralanan dudaklarımdan içeriye sızdığında tüm bedenim şok yemişçesine titredi.

Göğsüm hızla inip kalkar, hissetmiş olduğum garip duygularla birlikte ellerim saçlarına çıktı. Saçlarını çektiğimde dudaklarımız anlık ayrılırken hırıltılı bir nefes verdi. Dudaklarımız birbirine sürünürken, kesik kesik verdiğimiz nefesler birbirine karışıyordu.

Kapalı göz kapaklarımı zorlukla araladığımda onun koyulaşmış elaları ile göz göze geldim. Alınlarımız birbirine çarparken, beni mümkünmüş gibi biraz daha kendine çekti.

"Tadın." dedi kesik kesik nefesleri eşliğinde. "Çocukluğumuzun elma şekeri gibi..."

Nefesimi tutum. Dilim tutulmuş gibi hiçbir şey diyemezken öylece ona bakıyordum. Yanaklarım ısınmaya başladığında bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Şey..." dedim elimi saçlarından çekerken. "Yemek mi yapsak?"

"Yemek mi?" diye sorduğunda kaçırdığım gözlerimi ona çevirdim. "Sence de yemek yemek için saat çok erken değil mi güzelim? Önce kahvaltı hazırlamakla mı başlasak?" diye sorarken sesi oldukça keyifli çıkıyordu.

"Kahvaltı işte şaşırdım ben. Girmişsin dibime dibime. Birde keyifle gülüyorsun." diye sitem ederken kollarının arasından çıkmaya çalıştım yoksa kesinlikle birazdan duyduğu kalk atışlarım yüzünden tekrar rezil olabilirdim.

"Girmişim dibine dibine?" derken yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Rahatsız mı oldun?" diye sordu.

Yakınlığı algılarımı tekrar dağıtırken "Hı?" diye bir ses çıktı dudaklarımdan. Birden ne olduğunu anlamadan başını arkaya atarak sesli bir kahkaha attı.

Beklemediğim bu gürültüyle irkilirken şaşkınca kahkahasına baktım. Ne olmuştu ki şimdi?

"Gel biz senle güzel bir omlet yapalım." derken ellerini belimden çekip benden biraz uzaklaşmıştı.

"Omlet mi? " diye sordum, etkisi altından çıkmaya çalışarak.

"Evet. Sever misin?" diye sorarken dolaba doğru ilerliyordu.

"Maydanozlu mu?" diye sordum çekinerek. May donuz sevmezdim.

"Maydanozsuz. Sen May donuz sevmezsin." dedi eğilip dolaptan yumurta alırken.

Durdum öylece. Benimle ilgili bir şeyi unutmayan adama baktım. Yılar geçmesine rağmen unutmayan.

"Evet." diye mırıldandım. "May donuz sevmem ben." derken tebessüm ediyordum.

Elinde dört adet yumurta ile dolabı kapatıp bana doğru yaklaştı. "Hadi orada duracağına peyniri çıkar dolaptan." derken onunda yüzü ciddi dursa da gözlerindeki keyfi görebiliyordum.

"Tamam." dedin hızla ilerleyip dolabı açmaya çalışırken. Ken diyorum çünkü açılmıyordu. Kaşlarım çatılırken dolabın kolunu biraz daha çekiştirdim.

"Ee bu açılmıyor?" dedim kafamı kaldırıp ona doğru çevirirken. Yumurtaları tezgahın üzerine bırakmış üsteki dolabı açmıştı. Konuşmamla birlikte bana doğru dönerken sırıttı.

"Yeni kapandığı için kilitlenmiş olabilir mi güzelim?" diye sorduğunda durdum. Evet olabilirdi.

"Doğru." derken dolabın kapağını çekiştirmeye son verip biraz bekledim.

Beklerken başımı çevirip göz ucuyla ona baktım yukarıdan aldığı kaseyi tezgahın üstüne bıraktıktan sonra çatalların kaşıkların olduğu çekmeceye doğru ilerledi o Çekmeceyi açarken gördüm görüntü biraz garibime gittiği için şaşırmadan duramıyordum.

Önüme dönüp dolaba odaklanmaya çalıştım dolabı açtığımda bu kez açılmıştı. Eğilip rafa baktım. "Kaşar mı vereyim yoksa normal peynir mi?" diye sorarken ona doğru seslendim.

"Peynir. Kaşar tadını o kadar vermez." diye seslendi. Kafamı sallarken peynir kabını çıkardım. Dolabı elim dolu olduğu için bedenimle kapatarak ona doğru yaklaştım. Peynir kabını tezgâha koyup kabı açarken ona döndüm.

"Ne kadar peynir vereyim?" diye sorduğumda göz ucuyla bana baktı. Bende o esnada hareketlenip arkasından geçerek çekmeceye yaklaştım. Çekmeceyi açıp bir bıçak çıkarırken, aklıma biran için çekmeceden gizliden aldığım bıçaklar gelmişti.

Ben o bıçakla birini öldürmüştüm değil mi? Unuttuğum bir gerçeği yeniden hatırlarken irkildim.

"Güzelim?" diye bir ses duydum, eş zamanlı olarak bir el omzuma konulduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Ela gözleri dikkatle yüzümde dolaştı.

"İyi misin?" diye sorduğunda, ses tonu gergin çıkmıştı.

"İyiyim." Diye mırıldandım. Sadece biran bıçakları görünce katil olduğum aklıma geldi.

"Ver sen bana o bıçağı." Derken uzanıp elimdeki bıçağı aldı. "Sen en iyisi sofrayı hazırla." Dediğinde, bir şey demeden yüzüne bakıp yavaşça kafamı salladım.

Çekmeceyi kapatıp hareketlendiğimde, hala bakışları üzerimdeydi.

"İyiyim. Hadi çabuk yap ben çok acıktım." Dedim, endişeli bakışlarını toparlamaya çalıştım. Başarılıda olmuştum. Dudağının kenarı kıvrılırken kafasını sallayıp beni onayladı. Önüne döndü.

O işine devam ettiğinde, bir süre arkasında durup geniş sırtına baktım. Kollarını her hareket ettiğine omuzları geriliyordu. İçimde engelleyemediğim dürtüyle ona doğru yaklaşırken düşünmeden kollarımı beline dolayıp yanağımı geniş sırtına yasladım.

Bu hareketimle birlikte hareket etmekte olan bedeni kaskatı kesilmişti. Ellerimi karnının üzerinde birleştirirken gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim.

Elinde her ne varsa zemine bıraktığını çıkan seslerden anlamıştım. Ellerini ellerimin üzerinde hissettiğimde bedenim biraz daha gevşedi.

"Küçüğüm?" diye seslenirken, dönmek için hareketlendi ama kollarımı sıklaştırarak engel oldum.

Ben onun küçüğüydüm.

"Böyle kalalım biraz..." diye mırıldandığımda, bedeni hareket etmeyi kesti. İri ellerimi ellerimin üzerini tamamen kapatırken, usulca tenimi okşadı.

"Sen sadece kendini korudun." Diye konuştuğunda, nasıl anladığını nerden anladığını merak etmiştim.

Hiçbir şey demeden sırtına biraz daha kedi gibi sokuldum. Kesinlikle onun teninin sıcaklığı kokusu beni yatıştırıyordu.

"Senin bir suçun yok." Diye tekrar konuşurken, tenimi okşamaya devam ediyordu.

"Biliyorum." Diye mırıldandım. "Onu ben öldürmeseydim o beni öldürecekti." Diye devam ettiğimde bedeni kasılmıştı.

"Ama ben öldürdüm." Dedim, kasılan bedenini gevşetmek adına. "Hiçbir şey hissedemediğim için mi hiç aklıma gelmiyor bilmiyorum ama pişmanlık duymuyorum. Ya da o duyguyu da bilmiyorum." Diye mırıldandığımda. Bu kez kollarımı ayırarak bana doğru dönmeye çalıştığında engel olmadım. Başımı sırtından ayırıp bana dönmesini bekledim.

Elaları görüş açıma girdiğinde, yüzündeki sıkıntılı ifadeyi gördüm. Ellerini belime yerleştirdiğinde, hala belinde olan ellerimi çekme girişiminde bulunmadım. Başımı hafif kaldırarak yüzüne baktım.

"Onu öldürdüğüm için pişmanlık duymuyor oluşum, beni kötü biri yapar mı Uraz?" diye sorduğumda sıkıntıyla bir nefes verdi.

"Belki de pişmanlık duygusunu tam bilmediğim için onu öld..." diye devam edecekken elini kaldırıp dudaklarımın üzerine baş parmağını bastırarak beni sustururken diğer parmakları çenemin altına yerleşti.

"Şşş... Sen kötü biri de değilsin. Duygusuz bir kadında değilsin. Bir kez daha kendine duygusuz bir kadın dersen bu denli duyguyla bakan yeşillerine haksızlık ettiğin için sana kızacağım." Dediğinde, hiçbir şey demeden öylece yüzüne baktım.

"Sen kendini o kadar duygusuz olduğuna şartlamışsın ki küçüğüm. Bedenin hissettiğin duygulara bir ad koyamadığı için duygusuz sanıyorsun kendini. " derken baş parmağı dudağımın üzerinden kayarak köşede durdu.

"Ben senin gözlerinde acıyı da gördüm, mutluluğu da Ayza..." Derken bana Ayza diye seslendiği için duraksadı. Onunla birlikte bende duraksamıştı.

Geçmesi zor bir alışkanlığımız vardı.

Adım.

" O gözlerde bazen oturan hüznü de fark ettim. Sence duygusuz olsan..." derken belimde olan saten tişörtümü sıyırarak çıplak belime dokundu. Bununla yetinmeyip belimi okşayarak yukarıya çıktığında nefesim hızlanmıştı.

"Sana her temasımda bu kadar hızlı çarpmazdı göğüs kafesin. " derken, bakışları hızla inip kalkan göğüs kafesime kaydı. "Heyecandan titremezdi bedenin." Diye fısıldarken, dudağının kenarı kıvrıldı.

Ben onun her temasından heyecanlanıyordum değil mi? Kalbim bu yüzden bu denli hızlı çarpıyordu.

"Ya da..." dedi, üzerime doğru eğilirken, nefesimi tutum. "Seni öptüğümde, utandığı için al al olmazdı o yanakların."

Yutkundum.

Ben duygusuz değil miydim?

"Değilsin." Dedi sanki gözlerimle sorduğum soruyu anlamışçasına konuşurken. "Sadece duygulara bir ad koymamaya o kadar alışmışsın ki ad koymakta zorlanıyorsun." Dediğinde, düşündüm. Gerçekten haklı olabilir miydi?

Ailemi kaybettiğimde ki o derin acı geldi aklıma. Duygusuz bir kıza her gece ağlar mıydı? Ağlarken, duygusuz oluşumu düşünüp onun için ağlıyorum deyişim geldi. Sonra Uraz için endişelenişim o korku. Ona sarılmayı istemem. Beynim karmakarışık olduğuna, nefesimi dışarıya verdim.

"Düşünme. Sen duygusuz bir kadın değilsin bunu bil. Tüm duyguları sana öğreteceğim." Dediğinde, yutkunarak yüzüne baktım.

"Kötü olanlarını öğretme ama..." dediğimde, dudağının kenarı kıvrıldı.

"Gel buraya." Dedikten sonra elini çenemden çekip bedenimi kendine çekerek sarıldı. Başım göğsüne yerleşirken, belindeki ellerim sırtına doğru çıkıp sarılışına karşılık verdim.

Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çekerken, sarılışı o kadar iyi geliyordu ki. Nefesi saç diplerime sızarken, saçlarımın üstüne bir buse kondurdu.

"Senin yüzünden temas bağımlısı olacağım." Dedi sıkıntılı bir şekilde. Gülümsedim.

"Şey..." diye mırıldanırken, yüzüne bakmamaktan cesaret alıp konuştum. "Sanırım bende. Çünkü sana sarılmak iyi hissettiriyor."

"Demek sende. " derken sesi keyifliydi. "Sadece iyi hissettirdiği için mi sarılıyorsun yani?" diye sordu huysuz bir ses tonuyla.

Başımı hafif kaldırıp yüzüne bakmaya çalıştığımda, bana bakıyordu. "Hem iyi hissettiriyor. Hem de..." deyip sustuğumda tek kaşı havalandı.

"Hem de?" diye sordu merakla.

"Sanki her sarılışımızda zamanı telafi edecekmişiz gibi hissettiriyor." Dediğimde, yüzüne buruk bir ifade yerleşirken hızla toparlandı. Birden kollarını sıklaştırdığında, biran için nefesiz kalmıştım.

"Demek zamanı telafi ettiriyor." Derken biraz daha sıklaştırdı kollarını.

"Uraz..." dedim, nefes alamazken. "Çok sıkıyorsun." Dediğimde gülümsedi.

"Zamanı telafi ediyorum işte." Dediğinde, gülümsedim. Beline sarılı kollarım sıklaşırken bende aynı şekilde ona sarıldım.

Sanki elde yıkanmış çamaşırın suyunu sıkmak istercesine birbirimiz bedenine sıkı sıkı sarılıyorduk.

Tutuşlarımız sıklaştığı için yüzlerimiz yine yakınlaşmıştı. Bakışları dudaklarıma kaydığında, sabah sabah bir öpücüğü daha kalbimin kaldıramayacağını hissederken, tutuşumu hızla gevşettim.

"Artık kahvaltıyı hazırlayalım." Derken kollarının arasından kaçarcasına çıkmıştım.

"Ben kahvaltılıkları çıkarayım." Dedim dolaba doğru ilerlerken. Arkamdan gülme sesleri geliyordu.

"Hazırla bakalım." Dedi. Sesindeki keyifli tını fark ettiğimde, dudaklarımı ısırırken yanan yüzüme rağmen gülümsedim.

Kahvaltılıkları masaya bıraktıktan sonra çayı demlemiştim. Büyük bir dikkatle rendelediği peynir kasesine yumurtaları kırıp üzerine pul biber atıktan sonra çırpmıştı. Yağladığı tavaya yumurtayı döktüğünde, kızgın olan yağla birlikte yumurta kabarmaya başlamıştı.

Köşede duran silikon sıpatulayı alıp yumurtayı becerikli bir şekilde kalıp gibi ters çevirdi. Arka tarafı kızarmış yumurta iştahımı açarken, kokusu midemi kazındırmıştı.

Göz ucuyla bana bakarken, onu izlediğimi fark ettiğinde gülümseyip göz kırpmıştı. Onu ilk kez bir şeyler hazırlarken görmek tuhaf bir şekilde hoşuma gitmişti. Acaba pelini arayıp artık sabahları gelme Uraz kahvaltıyı hazırlayacak desem ne derdi?

Güldüm. Kesinlikle kız şoka girerdi.

"Neye gülüyorsun sen öyle kendi kendine." Diye sorarken, yumurtayı ikiye bölerek servis tabaklarına koymuştu.

"Hiç." Dediğimde, inanmadığını beli eden bir bakış atmıştı bana. "Sadece acaba Pelini arayıp artık kahvaltıları hazırlamasına gerek kalmadığını senin her sabah kahvaltıyı hazırlayacağını söylesem tepkisi ne olur diye merak ettim. Şaşırmış yüz ifadesini düşünürken, komik geldi." Dedim gülerek.

"Kahvaltıyı her sabah bana kilitlemeyi düşündün yani." Derken elindeki tabaklarla birlikte masaya doğru ilerledi.

"Yani kısmen öyle." Derken bende peşinden gidiyordum.

"Birlikte yapacaksak olabilir." Derken, göz kırpmıştı bana.

Aklıma öpüşmemiz geldiğinde, yutkundum. Her kahvaltı öncesi öpüşecek miyiz diye sormamak için kendimi zor tutarken sandalyeyi çekip oturdum.

"Bilemiyorum. Dürüst olmak gerekirse kahvaltı hazırlamak keyifli ama uyumak daha keyifli." Dediğimde güldü.

"Birlikte kahvaltı hazırlamak için ayıracağımız zamanı birlikte sarılarak uyuyarak geçirelim diyorsun yani?" diye sorarken, elini uzatıp beni şaşırtarak çayları doldurmaya başlamıştı. Bu hareketi karşısında gülümsedim.

"Evet." Dediğimde, bakışları hızla beni buldu. Cesur cevabımı beklemediği yüz ifadesinden beliydi.

"Bunu sevdim." Dedi keyifle.

Gülümsedim. Bende sevmiştim.

---

Biten çayını doldurduğumda, çayı çok sevdiğini fark ettim. Kaç bardak olduğunu umursamadan içiyordu.

"İşe gidecek misin?" diye sordum merakla, çay bardağını avuçlarının arasında tutarken bana baktı.

"Akşama doğru uğramam gerek." Dediğinde, mükemmel olan omletinden bir parça daha alıp ona baktım.

"Yani akşam geç geleceksin?" diye sordum merakla.

"Evet." Derken, sesi sıkıntılı çıkmıştı.

"Bir sorun yok değil mi?" diye sordum, çatalımı bırakırken.

"Endişelenme. Bir sorun yok. Konuşmam gereken birkaç kişi var. Görüşme yapacağım." Dedi.

"Peki Pençe meselesi ne olacak?" diye sorduğumda duraksadı. Birkaç saniye öylece yüzüme baktı.

"Hala onun intikamını almak istiyor musun?" diye sorarken sesi biranda sertleşmişti.

"Evet. Bir söz verdim. Pençeyi bulup öldüreceğim. " dediğimde, yüzündeki sert ifade bunun hoşuna gitmediğini gösteriyordu.

"Onu sevmiyordun?" diye sordu. Emin olmak istercesine.

"Evet. Sevmiyordum. "diye itiraf ettiğimde, bakışlarında hareketlilik oldu. "Ama o ailemden sonra bana destek olan tek kişiydi. Bu şekilde ölmüş olması. O benim için çok fedakarlık yaptı Uraz. Bende on..."

"Sende onun için Pençeyi öldürerek yaptığı fedakarlıklara karşılık vermek istiyorsun." Diye tamamladı beni. Kafamı aşağı yukarı salladım.

"Evet." Diye karşılık verdim.

"Pençeye bir savaş açtığımı biliyorsun değil mi?" diye sordu, kuru bir ses tonuyla. Başımı evet dercesine salladım.

"Bu savaşın sonunda Peçeyle karışılacağız." Dedi kararlıkla. "İşte o zaman söz verdiğim gibi. Onu sen öldüreceksin."

"Peki ya o seni..." derken cümlemi devam ettiremedim. Bu düşünce bile kanımın buz kesesine sebep oldu.

"Gücünün sınırı bile bilinmeyen bir hayaletten bahsediyoruz Uraz. Gören kimse yok onu. Ya bu savaşta seni yarlarsa?" diye sorduğumda, dudağının kenarı kıvrıldı.

"Beni yaralaya bileceği tek kişi şu an karşımda. Ben onu gözümden sakınacağım için  istese de beni yaralayamaz." Dedi kararlılıkla.

...

Kahvaltıdan sonra onun telefonu çalışınca kalkıp bahçedeki adamların yanına gitmek zorunda kalmıştı. Bende yukarıya çıkıp duşa girdim.

Duştan çıkarken saçlarımı kurutmak yerine aklıma gelen anılarla birlikte aynanın karşısına geçerek iki yandan ayırıp örmeye başladım.

Sol tarafı ördüğümde çıkan görüntü ile birlikte gülümserken, diğer tarafa geçtim... İki tarafıda ördükten sonra aynadaki görüntüme baktım.

Küçük bir kıza mı benzemiştim?

Gülümsedim. Küçük Afraya benzemiştim. Banyodan çıkıp odaya girerken, hafif serin olduğu için ilerleyip askıdan bir hırka aldım. Asker yeşili hırkayı siyah askılımın üzerine geçirirken odadan çıktım.

Uraz'ın işi bitmiş miydi acaba? Merdivenlerinden inip bahçe kapısına doğru ilerledim. Bahçeye çıktığımda Sinan, Cem ve Uraz'ı masada  konuşurken gördüm.

Uraz Sinan'a elindeki kağıtlarla bir şeyler anlatırken, Cem'in etrafta dolaşan bakışları beni buldu. Yüzümde gezinen bakışları saçlarıma kaydığında,  gülümsedi. Biranda ayaklanıp bana doğru ilerledi.

Cem'in ayaklanması ile birlikte Uraz'ın bakışları da ona döndü. Yüzündeki  ifadeye baktıktan sonra nereye baktığını anlamak için bana doğru döndü. Göz göze geldiğimizde duraksadı. Bakışları örgülerime kaydı. Bir süre uzun örgülerime baktı. Yutkunduğuna şahit oldum.

"Ufaklık." diye seslendi Cem.  Bakışlarımı Uraz'dan çekip Cem'e çevirdim.

Bir kaç adım önümde duran Cem kollarını iki yana açmış gülümsüyordu. Bende aynı şekilde gülümserken ilerleyip kollarının arasına girdim.

Bana sımsıkı sarılırken sesini duydum. "Örgüler yakışmış." dediğinde gülerek ayrıldım ondan.

"Kendimi çocukluğuma dönmüş gibi hissediyorum. Bir önlüğüm eksik." dediğimde oda güldü.

"Bence önlük değilde." derken düşünürcesine baktı. "Pembe bir yeşek güzel olurdu." dediğinde aklıma anılarımdaki pembe yeleğim geldi.

"Yeter bu kadar sarılma." diyem Uraz bir anda Cem'in ensesinden tutup benden uzaklaştırdı.

Görüş açımı çatılmış kaşları girdi. Ters ters cama bakıyordu.  Cem onun bakışlarını fark etmiş olmalı ki gülümseöesi büyüdü.

"Yine mi ya. Benim ben arkadalınız olan Cem. Beni mi kıskanıyorsun hala? " diye yakındığında Uraz onu öteye doğru itmiş yanıma yaklaşmıştı.

"Zevzek zevzek konuşma." diye ters bir cevap veren Uraz yaklaşıp saçlarıma dokundu.

"Saçlarını niye kurutmadın? Hasta olacalsın." dedi sıkıntıyla.

"Hava soğuk değil." diye bir yanıt verdiğimde hala elleri saçımdaydı. Örgüde gezinen parmakları yumuşak ve dikkatliydi.

"Örmüşsün." dedi bakışlarını zorlukla örgülerimden ayırıp yüzüme bakarken.

"Evet. Uzun oldukları için açıken çok dağılıyor. Yakışmamış mı?" diye sordum merakla.

Sorumla birlikte bakışları tekrar örgülerime kaydı. Dudağına güzel bir gülümseme yerleşti.

"Yakışmış." derken derin bir nefes aldı. "Çok yakışmış küçüğüm." dediğinde onun yüzüne yerleşen aptal gülümseme benimde yüzüme yerleşti.

'Yiaa valaha mı?' diye sormamak için kendimi zor tutum.

"Teşekkürler." dedim ısınan yüzüme rağmen bakışlarımı ondan çekemezken.

"Teşekkür mü edersin?" diye sordu çapkın bir ifadeyle. Kıkırdadım.

"Tövbe bismillah." diyen Cem'in sesiyle irkildim. Ben Cem'i bir an için unutmuştum. Tuhaf tuhaf bize bakıyordu.

"Ben az önce ne izledim." derken kafasını sağa sola salladı. "Resmen gözlerimin önünde kıza kur yaptı." dedi inanamazcasına.

Arkasını dönüp Sinan'a doğru ilerledi. "Kur yaptı ya. Nemrut suratlı herif kur yaptı." diye yakındığında, dudaklarımı birbirine bastırdım.

Bu kişi Uraz mıydı? Göz ucuyla ona baltığımda arkasını dönmüş giden Cem'e ters ters bakıyordu.

"Gel kardeşim. Gel otur." diyen Sinan sandalyesini çekip oturmasına yardım etti.

"Sende gördün değil mi?" diye sordu hala atamadığı şaşkınlıkla Sinan'a.

"Gördüm kardeşim. Gördüm." dediğinde Cem'in sırtını sıvazladı.

"Lan bu herif kadınlardan kaçıyordu. Kur ypamayı nerden öğrendi?" diye sprduğunda, göz ucuyla yine Uraz'a baktım. Demek kadınlardan kaçıyordu.

İçimi saran sevgiyle ona bakarlen, o çatık kaşları ile  Ceme bakıyordu.

Ona doğru yaklaştım. Hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi. Hala çatık olan kaşlarını umursamadan gülümsedim.

"Demek kadınlardan kaçıyordun?" dedim, hoşuma gitmişti bu durum.

Çatık kaşları gevşerken, elini omzuma atıp beni kendine çekti.

"Kalbimde zaten bir kelebek varken, başkasına ev sahipliği yapmak yakışmazdı." dedi.

"Yaa..." dedim bu kez. Evet dedim. Benimde erime kotam bir yere kadardı. Bu hareketimle birlikte bakışları bana dönerken güldü.

Başımı eğip kollarımı çekinmeden beline sardım. Omzumdaki eli beni biraz daha kendine çekti.

"Ne o etkilendin mi küçüğüm?" diye sorarken ılık nefesi boynuma çarpıyordu.

"Yani. Göğsünüzdeki dövmenin sahibi olduğumu bilmek bir gururumu okşamadı desem yalan olur." diye itiraf ettiğimde. Sesli bir kahkaha attı.

"Acaba bende senin dövmeni mi yapsam? Ama senin bir lakabın, yok ki? Var mı?" diye sordum merakla sırıtmaya devam ederken.

Kafasını eğip gözlerime baktı. Kahkahası kesilmişti ama Yüzündeki gülümseme hala varlığını koruyordu.

"Sen bana böyle bak yeter." derken gözlerime daha rahat bakabilmek için biraz eğdi başını. "Asıl dövme senin gözlerin..."

Ve ben elendim.

"Bakarım." derken gülümsedim. Cevabım hoşuna gitmiş gibi yüzüne sıcacık bir gülümseme yerleşti. Öyle içtendi ki iç çekmemek için kendimi tutum.

"Uraz?" dedim kısık bir sesle.

"Güzelim..." diye karşılık verdiğinde, gülümseme büyüdü.

"Sence bu kadar rahat hissetmem normal mi? Yani garip öğrendiğimiz gerçek. Şu an ki halimiz tuhaf bir his. Yani sana sarılmak. Çekinmemek. Sanki..." dedim doğru bir kelime bulamamış gibi sustum.

"Sanki evindeymişsin gibi." diye beni tamamladığında yoğun duygularla elalarına baktım.

Tam olarak öyleydi.

"Evet..." diye mırıldandım.

"Evindesin kelebek." dediğinde, gülümsedim.

Evet. Kelebek artık evindeydi.

"Gözlerimin önünde birbirilerini seviyorlarrr." diye yakınan Cem'le birlikte gerçek dünyaya döndüğümüzde bakışlarımı ondan çektim.

Cem, Sinan'ın yakınlarından tutmuş hüzünlü bir ifade ile bize doğru bakıyordu. Hüzünlü ifadesinin altında yatan mutluluğu gizleme gereği duymamıştı.

" Gerizekalı. " diye homurdandı Uraz.

"Olum bir dur ya. İçipte mi geldin beni geçtin repliğimi çaldın resmen." diye kısdı ona Sinan trip atarcasına.

Biz onlara doğru ilerlerken, Bulut'un bize hızlı hızlı gelmesi ile birlikte Uraz'ın adımları durdu.

"Abi." dedi panikle. Uraz'ın sarıldığım bedeni gerildi.

"Ne oldu Bulut?" diye sordu düz bir sesle.

"Zarf geldi." derken, elinde tutuğu zarfı Uraz'a doğru uzattı.

Uraz bir şey demeden elinden zarfı alıp açtı. İçinden bir kağıt çıkarken, bakışlarım pençe işaretine  kaydı.  Hemen altında yazan sözleri okuduğumda artık benimde bedenim kaskatıydı.

"Tahta göz dikmek cesaret ister. Cesareti olana saygım var. Tek roundluk bir maç. Kazanan tahta oturur. Ne dersin? Var mısın Kaplan?"

Ay ay ila bombayı sona saklayacammm

Nasıldı bölüm. Güzeldi ama değil mi? Bir öpüşmelere doyamadılar. Onlar öptükçe ben fenalık geçirdim aaaaaaa

YENİ BÖLÜM HAKKONDA AÇIKLAMA ALTAKİ SATIRDA

Biliyorsunuz ki bilgisayarım bozulduğu için bölüm silinmişti ve yeniden yazmak zorunda kaldım. Sadece Harabenin değil Kimsesizler Şehrinin de yeni bölümü gitmişti.  Bu hafta iki bölüm bekleyen çiçeklerim bu bölüm 9k kelime  tutu. Yazarken, parmaklarım sızlıyordu. Bir kaç gün dinlenip cumartesi gününe Kimsesizler Şehrinin yeni bölümünü yetiştirmek zorundayım bu nedenle iki bölüm atmam şu anlık mümkün değil :(

Ayrıca Uraz ve Afra karakterini feğiştürmeyi düşünüyorum aklınızda model varsa kişisel hesabıma modelleri atabilirsiniz.

Son olarak evet bugün çok konuştum ama neden bizim kitap sosyal medyada duyurulmuyor kırılıyorummm :(

Evet tamam söyleyeceklerüm bu kadar. Ben kaçar iyi akşamlar çiçeklerimm güzel yorumlarınız için teşekkür ederimm ❀

İnstagram: Harabeoffical, ElifKrkynn

Seguir leyendo

También te gustarán

Peyda Por Herkes Yalan

Novela Juvenil

939K 65.2K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.2M 42.1K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
427K 26.1K 47
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
YUVA Por _twclr

Novela Juvenil

922K 44.5K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...