BEYAZ KUMRU

By buseedilan

363K 13.3K 2.3K

"Kaybolmuş bir ruhtum sadece ve doğru yolu bulmak için çabalamıyordum. Ben akıntıya karşı çırpınmayı seçmemiş... More

1: SÖNMEYEN ATEŞ
2: BOZUK PARÇA
3: BU AYRILIK BİR VEDA DEĞİL
4: BİLİNMEYEN KİŞİ
5: URAS ARSLAN
6: DENKLEM
7: KİLİTLİ KAPI
9: KENDİNDEN GEÇMEK İÇİN NE HARİKA BİR GECE!
10: ÇOBAN YILDIZI
11: ESKİ BİR ARKADAŞ
12: SABAH KOŞUSU
13: NİŞAN
14: BİR TUTAM AŞK
15: ERKEN BALAYI
16: GÜVENLER
17: YEMEK SAVAŞI
18: TESADÜF
19: BUSE
20: DOSYA
21: MIŞIL MIŞIL
22: AKŞAM YEMEĞİ
23: KAÇIRILMA
24: SATILIK EV
25: KÜÇÜĞÜM DAHA ÇOK KÜÇÜĞÜM...
26: KISMEN DOĞRU
27: ÇETİN VALENTINI
28: D.
29: PROVA
30: HAYDUT
31:GÖL EVİ (BÖLÜM1)
32: GÖL EVİ (BÖLÜM2)
33: DÖVÜŞ
34: AYRILIK
35:ÇALINTI BİLGİ
36:PİNOKYO
37: BAHAR ŞENLİĞİ
38: DOĞUM GÜNÜ
39:BEYAZ KUMRU
40: KISKANÇLIK
41: KASA

8: SARILMAK

12.5K 438 126
By buseedilan

Bölüm Parçası : One Republic - Come Home

-ŞİMDİ-
Zigot mucizevi bir varlıktır. Hem annenin hem babanın elli bin genini barındırabilir. Minik zigot, yirmi dört veya kırk sekiz saat arasında çoğalmaya başlar. Böylece embriyo oluşmaya başlar ve sekizinci haftada oluşumunu tamamlar.  Bu haftada bebeğin kalp atışları ulturasonik steteskop yardımıyla hissedilme başlanır. On birinci ve on ikinci haftada nefes alıp veriliş başlar. Yedinci ayda bebek hareketlenmeye başlar. Dokuzuncu ay geldiğinde bebek ana rahminden çıkarak dış dünyaya ilk bakışını gerçekleştirir.

Her Ademoğlu bu aşamalardan geçtikten sonra ilk olarak annesinin kucağına yerleştirilir. Bebek ilk kez ait olma ve güven duygusunu keşfeder. Bu ona bahşedilen ilk sarılmadır.

Sarılmak kan basıncını düşürür. Bir bebeğe sarıldığınızda kalp atışları yavaşlar ve daha az ağlamaya başlar. Bebeği emzirirken sırtı sıvazlamak normalden daha hızlı gelişme seyri gösterir.

Bir yerlerde-Bir dergide ya da sitede, hatırlamıyorum- okumuştum: Yapılan araştırmalara göre sarılmak ruhu iyileştiriyordu.

Kötü hissettiğinizde ellerinizin sizi seven avuçlara alınması ne kadar rahatlatıcıdır bilirsiniz. İlk karşılaşmamızda beni nefret dolu bakışlarıyla boğan adamın kollarındaydım. Fakat sarılmak iyi hissettiriyordu.

Sarılmanın iyileştirici gücünü hissetmeye çalışmak, sanki hayatı değiştirebilir bir güç gibiydi.

Bana neden sarılıyordu bilmiyordum.

Böyle olmak istemiyordum.

Böyle hissetmek istemiyordum.

Hayır ağlamayacaktım.

Uras'ın kollarında dağılmayacaktım.

Dağılmak için sarılmaya ihtiyacım yoktu. Ben zaten harabeydim.

***

-ŞİMDİDEN BİR HAFTA ÖNCESİ-

"En kötü şey öldürmeyen acıdır. Çünkü asla dinmez ve eğitilmez. Bir barbar gibi sende ne varsa yakıp yıkar." demiş Franz Kafka. Tek bir son nefes her şeyi çözebilirdi.

Hissettiğim bütün duygular beni bıçak gibi kesiyordu. Acımı göremiyordum. İncitmemesi için ellerimle itemiyordum. Tadı da hissettirdikleri kadar acı mı diye tadamıyordun. Soyut bir şeyin fiziksel olarak acı verebilmesi oldukça ironik.
Bazen kaçmak istiyorum. Her şeyden... Herkesten... Hissettiklerimden... Ve en çok da kendimden...

Annem benden daha küçük bir yaşta, trafik kazasında kaybetmiş ailesini. Merak ediyorum sadece; içindeki boşluğu doldurmayı nasıl başarıyordu? Oda kaybolmuş muydu benim gibi? Tekrar hayata bağlanabileceği şeyi nasıl bulmuştu?
Günler beraberinde haftaları, haftalar ayları, aylar yılları getiriyordu fakat hüzünüm büyüyen özlemimle git gide şiddetleniyordu. Zamanın her şeyin ilacı olması gerekmez miydi, oysaki?

Babamın tok sesi beni gerçeklikten kopmuş vaziyetimi uyandırmak için sarstı: "Beni dinliyormuş gibi görünmüyorsun!" dediğinde kafamı kaldırdım.

Nasıl olurda aynı konuşmaları yapmaktan sıkılmıyordu? Aynı şeyleri dinlemek istemiyordum. Kulaklarımı ve gözlerimi kapatma şansım olsaydı tereddüt etmezdim. Neden yanımda değildi? Hayatın salıncağından düşmüştüm ve kalkmam için elini uzatmıyordu. Ben annemi, o ise karısını kaybetmişti. Birbirimizin yaralarını ikimizden başka kim en iyi şekilde sarabilir ki?

Konuşmak için dudakları aralandığında kapı çalınarak açıldı ve eşikte Berkay belirdi : "Engin amca, seninle birkaç dakika konuşabilir miyiz?" diye sordu yutkunarak. Babamın olumsuz bir cevap vereceğini anladığında, "Lütfen, bu çok önemli." diye ekledi beceriksizce.

Babam, 'tamam' anlamında kafasını salladı ve içeriye girebileceğini işaret etti. Berkay karışımdaki koltuğa, babam ise çalışma masasının sandalyesine yerleşti. Meraklı gözlerle Berkay'ı izlerken koyu mavi bakışları bana takıldı. Daha sonra bakışlarını babama yönelterek beni işaret etti. Sanki burada olmamdan rahatsızlık duyuyormuş gibiydi. Bu yüzden dudaklarımda beliren gülümsemeyi parmaklarımı ağzıma götürerek kaybettim. Rahatsızlık duyan kişinin ben olmalıydım diye düşündüm.

Babam, "Derin dışarıya çıkabilirsin." dediğinde Berkay'a bakarak gözlerimi devirdim. Ellerimi koltuğun her iki yanına koyarak baskı yaptım ve kendimi hava iterek ayak kalktım. Çalışma odasının kapısını ardımdan çektiğimde Berkay'ın "Aklınızın Derin'de kaldığını biliyorum." diyerek söz başladığını duydum.

Babamla benim hakkımda konuşacak neyi olabilir ki? Midemden aşağıya doğru inen, huzursuz edici bir ağrı vardı. Vücudumdaki her kas lifi fazla şişirilmiş balon kadar gergin yapıya bürünmüştü.

Arkamı dönüp gidecekken merakıma karşı girdiğim savaştan mağlup çıktım ve tekrar kapıya yaklaşarak Berkay'ın konuşmasını sürdürmesini bekledim. "Bugün ne kadar endişelendiğinize şahit oldum. Size ne dedi bilmiyorum ama Derin'i bulduğumda sınıfta kilitli kalmıştı. O katta telefon pek çekmiyor zaten..." Babamı sakinleştirmeye çalışması kafamı karıştırmıştı. Nereye varmaya çalıştığını kestiremiyordum.

"Bunları eve ilk geldiğinizde de anlattın, Berkay... Ve bende sana ne olduğuyla değil, yalnızca sonuçla ilgilendiğimi söyledim." dedi, babam tekdüze bir ses tonuyla. Ben ise babamın ağzından dökülen kelimelerine karşı göz devirerek cevap verebildim.  Alnımın ortasında beliren şişkin ve mavi damarın seyreldiğini hissedebiliyordum.

Berkay'ın verdiği sesli nefesi duydum. Ardından devam etti: "Bakın, belki sizi anlayamam. Karımı kaybetmedim. Endişelenebileceğim genç bir kızım yok. Ama kendimi sizin yerinize koyduğumda size de hak veriyorum. Bir yandan Derin'ini de tanıyorum. Bazen onu kontrol etmenin zor olduğunun farkındayım."

Harika!! Bu babamın üzerimdekini baskısı azaltacak olan can alıcı cümleydi (!)

"Öyleyse niye bu konuşmayı yapıyoruz?" diye sordu babam.

"Bende konuya nasıl gireceğim diyordum. Size hak veriyorum fakat Derin'e haksızlık etmek istemiyorum. Yaşadığı şey kolay olmamalı. Onu asla anlayamayacağım. Annem seyahat ettiğinde onu ne kadar özlediğimi düşüyorum. Bir hafta sonunda onun leziz yemeklerinden yiyebileceğimi bilerek geçiyor hafta sonum.  Derin bunun asla olmayacağını bilerek yaşamayı öğrenmek zorunda bırakıldı. Bu tür bir şeye kim alışmak ister ki? "

Söyledikleri yutkunmamı engellemiş ve midemin sancısını şiddetlendirerek yalnızca bir doz ilacın iyileştirebileceği yaralar açmıştı.

"Üzerinde çok fazla baskı hissettiğinde Derin derslerine odaklanamayacak kadar hassas. Hep öyleydi. Bunun en iyi ben biliyorum, inanın bana. Yani eğer sizin için sakınca yoksa onu okula ben bırakıp almak istiyorum. Böylece kafanız biraz olsun rahatlamış olur."   diye öneride bulunduğunda gözlerim fal taşı gibi açıldı ve dilimin ucundaki küfü bastırdım. Yükselen nabzımla titremeye başlayan ellerimi kapı koluna yerleştirdim.

Kolu tam çevirecekken kulaklarım Ceyda'nın ince sesiyle doldu: "Derin, kapı mı dinlemeye başladın?" diye sorduğunda donakaldım.

Ağzımdan ikinci kez çıkacak olan küfrü sahte bir gülümsemeyle gizledim. "Dışarıda beklememi söylediler. Bende odama çıkıyordum." diyerek geçiştirdim ve kapıdan uzaklaşarak birkaç adım attım.

Ceyda, "Derin." diye seslenerek bir kez daha durmamı sağladığında gözlerimi kapadım ve nefesimi tuttum.  Kafamı kaldırdığımda hemen sağ tarafımda durmuş, kollarını göğsünün altında birleştirmişti. Açıklama bekleyen bir havaya bürünmüştü. Tek kaşı havadaydı ve bir yandan da bacağını sallıyordu.

Tam o sırada Berkay ve babam çalışma odasının kapısında belirdiler. Ceyda'yla aynı anda kafamızı onlardan tarafa çevirdik. İkisinin de gözleri Ceyda'yla benim aramda gidip geldikten sonra el sıkıştılar. O an ne olduğunu anlamıştım babam Berkay'ın teklifini kabul etmişti.

Berkay'ın bu durumu kendi lehine çevirmesine inanamıyordum. Onunla her sabah ve öğleden sonra vakit geçirme düşüncesi ciğerlerimde delikler açıyordu. İstanbul'a gelirken bu macerayı atlatmanın kolay olacağını kendime defalarca tekrarlamıştım. Tüm planı yapmıştım. Kontrolümü kaybettirecek her şeyden uzak durmaya yeminliydim. Fakat daha ilk günden beri talihsizlik peşimi bırakmıyordu. Yaşadıklarımın üzerine yük bindirip duruyordum. Tüm sıkıntımı göğsümden söküp atmak istercesine abartılı bir şekilde ciğerlerimde tuttuğum nefesi serbest bıraktım.

Bu sırada Berkay, "Ben artık gideyim." dedi. Babama küçük bir bakış attıktan sonra Ceyda'nın elini bir leydinin elini tutarmış gibi tutup, küçük ve nazik bir öpücük kondurdu: "Ceyda Hanım, yine muhteşem görünüyorsunuz." diye iltifat ettiğinde Ceyda'nın yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. Buna karşılık Berkay çarpık bir gülümseme gönderdi.

Ceyda, "Ay, ilahi Berkay. Çok naziksin." diye teşekkür etti. Daha sonra bana bakarak "Derin seni kapıya kadar geçirsin öyleyse." diye ekledi.

Tüm gözlerin üzerime çevrildiğini hissettiğimde kafamı kaldırdım. "Bence kendisi yolu bulabilir." Bunu söylerken kaşlarım çatılmıştı ve saldırgan bir tavır sergilemiştim. Çünkü Berkay'ın rahatsız olduğum noktayı hiç anlamamış olması canımı yeterince sıkmıştı. Üzerimde baskı oluşmasını sevmediğimin farkına vardığını sanıyordu. Ancak bunun yanından bile geçmiyordu. Israrcı olduğu zamanlar ona karşı beslediğim büyük öfkenin önüne geçemeyecek kadar kontrolsüz bir dönemdeydim.

Berkay, gözlerini benden ayırmadan "Sorun değ..." diye cümleye başladığı sırada babam araya girdi: "Derin, arkadaşını geçir ve sonra odana çıkıp uyusan iyi olur. Saat geç oldu. Yarın matematik sınavın var." dedi.

Babama doğru bir bakış attığımda , 'Bana hemen yap şunu!' diyen zorlayıcı bakışlar fırlattı. Ertürk krallığının labirentinden kaçış yolu bulacağım günü iple çekiyorum. Bakışları karşısında abartılı bir şekilde nefes aldım ve bir süre nefesimi tuttum. "İyi, tamam." Sonrasında suratıma sahte gülümsememi yerleştirdim. Bu sırada kendime sakin kalmam gerektiğini hatırlattım. Berkay'ı geçirecek, sıcak bir duş aldıktan sonra ilaçlarımı içip, uykuyla sarmaş dolaş olacak ve sabahı edecektim.

Arabasının önüne geldiğimizde bana söylemek istediği bir şeyler olduğunu ağzında geveleyip duruyordu.

"Söyle." dedim, en ufak bir duygudan yoksun bir tavırla.

"Bana kızma. Babanla ikimiz bir anlaşma yaptık ve..."

Ağzındaki baklayı çıkarırken "Biliyorum." diye araya girdim.

Önce kafası karışmış bir halde kaşları çatıldı, daha sonra soru sorarmış gibi havaya kalktılar.

"Konuştuklarınızı duydum." deyip konuya bir açıklık getirdim.

Kısa bir süre devam etmem için bekledi. Fakat diyecek başka bir şeyim olmadığını anladığında "Bir şey demeyecek misin? Kızıp, bağırmayacak mısın?" diye sordu. Gözlerimin içine baktığında orada hiçbir şey göremediğini biliyordum. Fakat yine de patlamaya hazır saatli bir bomba olduğumu biliyordu. Üzerimdeki gergin enerjinin farkındaydı. Ortamı yumuşatmak için çarpık gülümsemesiyle "Ne yani, bu sefer suratımı yumruklamak yok mu?" dedi.

Ciddi olup olmadığını soran bir bakış attığımda kaşlarım havaya kalktı.

Berkay anında ciddiyete bürüdü ve gözlerini birkaç kez kırparken yutkundu. "O halde sabah 7.30 gibi seni alırım."

Parmaklarının sıcaklığını buz tutmuş elimde hissettiğim anda hemen geri çekildim. Temasta bulunmaya çalışması içimdeki uyarı isteğini alevlendirdi. Gözlerimi koyu mavilerine kenetledim ve onunda duyabileceği bir şekilde nefes aldım.

"Bu anlaşmayı ne için yaptığını bilmiyorum. İyi mi, yoksa kötü bir amaç mı aramalıyım, emin değilim." dediğimde açıklama yapmak için araya girmeye çalıştı fakat buna izin vermedim: "Lütfen bölme. Bırak bitireyim. Belki beni düşünerek yaptın, belki de kendini... Artık neye güveneceğimi bilemeyecek kadar karmaşık çamurunun içine batmış bulunmaktayım. Senden tek istediğim; bu durumu ikimiz için de zorlaştırmaman. İşlerin kolay yürümesi adına bazı şeyleri sineye çekebilirim. Biz beraber büyüdük. Sen benim en iyi arkadaşımdın. " Anlamasını umut ediyordum, fakat sesim umutsuzluk dalgaları halinde yayılıyordu etrafa.

Sinileri bozulmuş ve dalga geçmek arasında bir gülümseme sergiledi. "Tekrar en iyi arkadaşım ol diyorsun?" diye sordu ve onu doğrulamam için bekledi.

"Belki en iyisi artık olmayız ama arkadaş olabiliriz." Arkadaştan öteye gitmeyeceğimize dair net ve düz bir çizgi çizdim.

Başta buna karşı çıkacağını ve yine istediği şeyi direteceğini düşündüm. Fakat beni şaşırttı.  "Anlaştık." Dudak kenarları yukarı doğru kıvrıldı ve duraklarının ardından dişleri tebarüz etti. Arabanın kapı kolunu tutuğunda tekrar bana döndü. "Yarın sabah saat 07.30'da, unutma.  Kahveler benden."

Gülümsedim. İçime bir ferahlık yayıldı ve kaslarımın bir nebze olsun gevşediğini hissederek rahatladım. "Sabah görüşürüz, öyleyse."

Kollarını açarak bana doğru bir adım attığında rahatlama hissi yerini tekrar endişeye bıraktı ve panik hissi kaslarımı ele geçirerek zafer bayrağını çekti. Ellerimle onu durduğumda : "Ne?" dedi, omuz silkerek. "Arkadaşlar böyle veda etmezler mi? Sarılarak?" Yanlış bir şey yapıp yapmadığını soruyordu.

"Bu gece olmaz. Bana biraz zaman tanı olur mu?" Kafamı toparlayıp, bazı yaşanmışlıkların üzerine sünger çekmeyi dakikasında başaramazdım. Bunu anlayışla karşılamasını umdum.

"O halde el sıkışalım? Arkadaşım?" Bunun biraz tuhaf olduğunu düşünüyormuş gibi bir havası vardı fakat yine de gülümsedi.

Bende küçük bir tebessüm eşliğinde uzattığı eli sıktım. "İyi geceler." dedikten sonra el salladım ve eve yöneldim.

Kimseye görünmeden odama çıktım ve banyoya vardığımda sıcak suyu sonuna kadar açtım. Sıcak su soğuk küveti doldururken oda ağzına kadar buharla doldu. Sis bulutlarını andırıyordu. Üzerimdekilerden kurtulmadan öce İdil'in endişe dolu mesajlarına merak etmemesini ve iyi olduğumu söyleyen bir cevap gönderdim. Daha sonra Zehra teyzeye her şeyin yolunda gittiği ve gün geçtikçe iyi hissettiğimle ilgili yalan dolu bir mesaj gönderim. Sonrasında soğuk hislerle buz tutmuş bedenimi suyun sıcaklığına bıraktım.

***

-ŞİMDİDEN 1 SAAT ÖNCESİ-

Tüm haftam okul ve ev arasında gidip geldi. Sınavlar ve ders çalışma arasında bir o yana bir bu yana savrulup duruyordum.  Vizelerin sona ermesiyle, öğrenciler kafesinden kurtulmuş güvercinler gibi heyecanla çırpınan kantlarla okulu boşaltmışlardı.

İdil bir sarmaşığın duvarı kucaklaması gibi sarıldı bana ve kulağıma fısıldadı : "Kahramanım! Beni kurtarmaya geldin öyle değil mi?" Benden uzaklaştığında umut dolu bakışları parıldadı. Göz rengini daha çok ortaya çıkaran yeşil ve parlak kumaştan yapılmış bir elbise giyinmişti. Göğüs kısmı kalp şeklinde geliyordu ve elbisesinin bel kısmından sonrası bollaşarak pileli etek formunu alıyordu. Maşayla şekillendirdiği saçları sağ omzundan göğsüne doğru aşağıya sallanıyordu ve boşta kalan omzu sallantılı küpeyle buluşuyordu.

Gülümsedim. Babamın zoruyla bu müzayedeye getirilmiştim ve bende beni kurtaracak bir kahramanın arayışındaydım. "Pek sayılmaz. Eğer kahramanını bulursan, atınızda bana da yer ayırın."

"Çalan müziği duyuyor musun?" diye burun kıvırdı. Filmlerde duyduğumuz şu lüks mekan müziklerinden biriydi. "Üstlerine toprak atalım diye bekleyen penguenlere bak." Hemen çapraz köşemizdeki smokin giyinmiş ve kadehteki şampanyalarından yudumlayan adamları işaret ediyordu. 

Bastırdığımız kahkahaları sindirmeye çalışırken arkamızdan yaklaşan bir erkek sesiyle irkildik: "Şuna bir bakın. Müzayedenin yakışıklısı buradayken rakiplerimi kesip gülüşüyorsunuz. Alındım. " dedi Berkay, suratındaki kocaman gülümsemesiyle.

Günlerimi gerginlikten uzak kılan iki şey vardı. Biri ilaçlarım. Diğeri ise; tuhaf olsa da Berkay'la yeni denediğimiz arkadaşlığımızdı. Çocukluğuma dönmüş gibi hissediyordum ve bu güzel bir histi. Sanki annem tekrar yanımdaydı ve biz de Berkay'la arka bahçemizde çamur savaşı yapıyorduk. Bazen Berkay'ı  İdil'e benzetiyordum. Eğlenceliydiler ve zaman zaman içten gülümsememe sebep oluyorlardı. İnsanı düşüncelerden uzaklaştırıyorlardı.

"Hey!" diye selam verdim.

"Hey!" diye karşılık verdi Berkay ve kafasıyla İdil'i selamladı.

"Ne? Olgun erkekleri severim." dedi İdil omuz silkerek ve üçümüz birden kıkırdadık.

Berkay ve Eren ve arkadaşları sık sık sahilde basketbol oynuyorlarmış meğer. İdil ve Berkay da oradan tanışıyorlarmış. Henüz İdil'e Berkay'la olan geçmişimi anlatma fırsatı yakalayamadım. Tamam, yakalamış olabilirim. Fakat iyi anlaşıyorlar ve ben işleri berbat etmemek adına Berkay'la olan geçmişime sünger çekmeliyim. Karşı çıkmak Berkay'ı daha ısrarcı bir hale getirecekti ve her şey çok daha zorlaşacaktı. Babamla sorun yaşamamak için gururumu kırmış bu çocukla kötü anılarımı rafa kaldırmak zorundaydım.

İdil'in arakamdaki noktaya kilitlediği bakışlarını takip ettiğimde Eren görüntü alanıma girdi. Ardından, git gide küçüldüğünü hissettiğim salonun kapısında kravatını gevşeten Uras belirdi. O günden sonra; Uras'la sınıfta kilitli kaldığımız günden beri onunla karşılaşmamıştım. Şu ana kadar...  Gülümsemem buğulanan cam gibi bulanıklaşarak yüzümden silindi. Bakmıyor olsam da Berkay'ın surat ifadesinin benimkinden daha memnuniyetsiz bir ifadeye büründüğüne bahse girerdim.

İdil el sallayarak yerimizi bildirdiğinde Eren ve Uras bizden tarafa doğru ilerlediler. İdil paytak adımlarla Eren'e ilerledi ve tıpkı bana yaptığı gibi kollarını boynuna doladı. Topuklu ayakkabı giymesine rağmen parmaklarının ucunda yükselmesi gerekti. "İşte beklediğim kahramanım!" diye sızlanarak uzaklaştı Eren'den.

Zümrüt yeşillerim yağmur bulutu grileriyle çarpışınca bir an için çevremdeki sesler boğuklaştı. Kenetlenmiş gözleri ilk uzaklaştıran ben oldum. Her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için Berkay'a yöneldiğimde elindeki telefonu göstererek müsaade isteyen bir hareket yaptı ve konuşmasını gerçekleştirmek için salondan ayrıldı. Tekrar etrafıma bakındığımda Eren ve İdil'in yanımızda olmadığını henüz fark ettim. Salonun ortasındaki kalabalığı taradığımda hala İdil'i göremiyordum.

Beni burada Uras'la yalnız bırakması ne güzel bir sürpriz (!) diye söylendim kendi kendime.

Uras'ın son günlerde bana karşı kuruduğu ilk cümle; "Ondan haz etmediğini düşünmüştüm." olmuştu.

Hafta boyunca ortalarda gözükmemişti. Değineceğimiz çok sayıda soru işareti varken Berkay'dan başlaması öfkemi körüklemeye başlayan kıvılcımların cızırdattı.

Kollarımız neredeyse birbirine değecek şekilde yakın duruyorduk ve yüzlerimiz karşıya dönüktü. "Haz etmiyorum demedim. Durum karmaşık demiştim." diye düzelttim teorisini.

Ondan tarafa bakmıyordum fakat bakışlarının üzerimde süzüldüğünü hissediyordum. O da beni "Sen değil, gözlerin söylemişti zaten." diye düzeltti.

Cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada Ceyda ve babam görüntü alanıma girdi ve beynimde dalgalanmaya başlayan panik çanları midemden aşağıya doğru yayılarak parmak uçlarıma kadar ilerledi. Ceyda'nın kafasında tasarlayacağı bir hikayeye daha ihtiyacım yoktu.

Aniden gelen panik duygusu gerginliğin iğneleyici esintisiyle harmanlandığında kalabalıktan rahatsızlık duyduğumu hissettim. Nefesimin kesileceğini hissettiğimde ise tek bir kelime etmeden teras büyüklüğündeki balkona ilerledim.

Hava serindi ama cildi acıtan türde soğuk yoktu. Gökyüzünün karanlığıyla ışıldayan yıldızlar savaş halindeydi. Ay ise kendi hakimiyetini sürdürüyordu gecenin sessiz krallığında. Balkonun kenarlıklarından tutunarak parmak ucunda yükseldim ve tekrar topuğumu zenine dokundurdum. Rüzgar ürpermeme sebep oluyordu fakat ciğerlerim burnumu gıdıklayan toprak kokusundan memnun gibiydi. Bu memnuniyete gözlerim arkadaşlık etmek istercesine kapandı.

Omuzlarıma yerleşen ceketle toprak kokusu yerini arzulayıcı bir parfüm kokusuna bıraktı. "Bilirsin. İnsanlar konuşmanın ortasında çekip gitmeleri gerekiyorsa müsade isterler." dedi, Uras. Sesinde kırgınlık yoktu fakat alaycı bir tınıda barındırmıyordu. Hafif bir tebessüm eşliğinde " Nezaketen. " diye ekledi.

"Affedersin." dedim denizi ve üzerindeki ışıklandırılmış köprüyü izleyerek. Alt dudağımı ısırmıştım. Bir dakika, Uras peşimden mi gelmişti? Bu çocuk gerçekten ne istediğini bilmiyordu. Uzak durmasını istediği bir kız mıydım, yoksa arkadaşı olmasını istediği biri miydim? Belki ikisi de değildim.

Esen rüzgarın ürpertisi afallamadan uzaklaştırıp geri kendime getirdi ve ona doğru döndüm. Tıpkı güneş batınca çöken karanlık gibi göz rengi koyulaşmıştı. Bu karanlıkta göz bebeklerin büyümesiyle de ilgili olabilirdi. Emin değilim. Kirli sakallarını traş etmişti. Saçları her erkekte rastlayabileceğimiz bir şekilde sağ tarafa taranmıştı. Ona bu sıradanlığın ne kadar yakıştığını fark ettim.

Sonrasında onu incelediğimi fark ettiğimde utanç ve öfke kıvılcımları yanaklarımın kanın toplanmasına sebep olmuştu. Bunu fark etmemiş olmasını diledim fakat bunu dilemekte çok geç kalmıştım. Neler döndüğünü anladığında geceye ışık tutan dişlerini sergiledi.

Kaşlarımı çattım: "Sürekli değişen ruh halin şok geçirmeme sebep oluyor." deyip dikkatini üzerimden dağıtmaya çalıştım.

"Ayarlarımla oynuyorsun." sesindeki alaycı tınıyı duyuyordum.

Son cümlesini alaycı bir tınıyla söylese de alınmıştım. Tıpkı babama yaptığım gibi onunda frekanslarıyla oynuyordum. "O halde beni gördüğünde yolunu değiştirmemen akıl karı değil." diye geveledim.

Gülümsemesi daha da büyüdüğü için gözleri eğri bir çizgi halini aldı ve göz çevresinde çizgiler oluştu. "Pek akıl karı değil. Ama üşümene izin veremezdim."

Gözlerimi devirdim ve tekrar denizi süsleyen ışıklandırmalara bakındım. "Arkadaş olmak istemediğini sanıyordum."

Suratındaki gülümseme yerini ciddiyete bıraktı. "Akıl karı olmayan arkadaş olmamız olurdu. "

Benimle dalga geçtiğini düşünmeye başlamıştım. Ne yapmamı istiyorsa açık olmalıydı. Onu gördüğümde nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Kafamı karıştırıyordu. Beni kurtardığı için pişmanlık mı duyuyordu? "Belki de beni o gece kurtarmamalıydın." Depodaki karşılaşmamızdan bahsediyordum.

Kaşlarını çattı ve yüzünü buruşturdu. "Kaba davrandığımın farkındayım. Bunun o geceyle alakası yok. Arkadaş olmasak daha iyi; bu arkadaş olmak istemediğim anlamına gelmiyor."

"Peki, bu ne demek oluyor?"

"Tanımak isteyeceğin türde bir adam değilim demek oluyor. Beni araştırmak sadece zaman kaybetmene sebep olur." Söylediği her kelimeyi beynime kazınmasını ister gibi bir hali vardı. Bunu tane tane ve nazik bir tonda söylemeye çabaladı.

"Bundan vazgeçtiğimi sana söyledim." Ancak benim yüzümden bir başkasının zarar görmesini istemiyordum. Bu yüzden "D'nin başı dertte olmadığı sürece." diye ekledim.

"Şu an için herkes güvende." Bakışları ona güvenmem ve bu işten uzak durmam için son uyarısını yapıyordu.

Bir an sessizlik çöktü geceye. Bir şey demedim. Diyebileceğim ne kalmıştı ki? Bir şey demedi. Yalnızca denizi izledim. Rüzgar uğuldadığında yapraklar birbirlerine sürtünerek hışırdıyorlardı. Kıyıya çarpan dalgalar kulaklara rahatlatıcı ninniler fısıldıyordu. Doğa mekanik bir senfoni oluşturmuştu sanki. Denizin hemen üstünde dolunay okyanusu öpüyordu. Böyle derdim anneme küçükken.

Hatırladığım anı beraberinde sesli bir gülümseme getirdi. Gri-mavileri üzerimde hissettiğimde kafamı çevirdim ve göz göze geldik. "Demek gülebiliyorsun." dediğinde gülümsemem daha çok büyüdü ve oda gülmeye başladı. "Ne?" diye sordu.

"Bak." dedim ay ve denizin birleştiği ufuğu işaret ederek. "Ay denizi öpüyor." diye eklediğimde bunu sesli söylemek beni hüzün girdabına çekti. Annemi özlüyordum. Hayatı anlamaya çalışıyordum ama hiçbir şey yolunda gitmiyordu.

Uras'ın duygusuz yüz ifadesinde kısa bir an hüzünü yakaladım. Sanki ona acı veren bir şey hatırlatmıştım. Bakışları tanıdık bir yüzü arıyor ama bulamıyor gibiydi.

"Yanlış bir şey söylemişim gibi bakıyorsun."

Önce durdu ve sonra yutkundu. Derin bir nefes aldı ve nefesini verirken göğsü indi. Kafasını salladığında deniz ve aya bakıyordu. Hüzünlü bir şekilde gülümsedi. "İçeri geçsek iyi olur. Hava epeyce serinlemeye başladı."

Yine benden uzaklaştığını hissettim. Ona ne yaptığımın farkında değildim. Ama onunla sürekli aynı döngünün içinde buluyordum kendimi. Suratımı astım ve ceketimi üzerimden alarak ona uzattım: "Teşekkür ederim." dedim, yerdeki taş desenlerini incelerken.

Ceketi elimden alırken soğuk elime değen sıcak parmakları kolumda karıncalanmaların başlamasına sebep oldu. Bu yüzden kafamı kaldırdım ve ona baktım. Fakat o bana bakmıyordu. İzlerimi kapatması için dirseklerime kadar uzanan eldiven aşağıya kaymıştı. Sol kolumdaki izleri fark ettiğini anladığım anda elimi çekerek göğsümün altında birleştirmeyi planladım. Ancak Uras benden hızlıydı ve sol bileğimi yakalayarak nazikçe çevirdi. Göz göze geldiğimizde ne düşündüğünü anlayamayacağım kadar iyi saklamıştı duygularını. Bana acıyor muydu? Bana acımasını istemiyorum.

"Bunlar..." Yutkundu. Rahatsız olmuştu. İzler iğrenç görünüyordu. Rahatsız olmuş olmalıydı. "Bunlar nasıl oldu?" diye sorduğunda başparmağı izlerin üzerinde geziyordu. Dokunuşuyla kolumda başlayan yanma hissi bende savunma mekanizması oluşturdu ve ani bir hareketle elimi çektim. Sonrasında ise eldiveni tekrar dirseklerime kadar çekiştirdim.

Bir şey diyemezdim. Ona anlatamazdım. Herkesin normal bir genç kız olduğumu düşünmesi gerekiyordu.Ağlamak istedim . Boğazımdaki yumrunun gitmesi için yutkunmaya çalıştım. "Seni ilgilendirmiyor." Bunu sesimi titretmeden söyleyebilmeyi başarmıştım. Gitmek için arkamı döndüm. İlaçlarımı almalı ve uyuşukluğun beynimde dans etmesine izin vermeliydim.

Arkamdan gelerek önüme geçti ve beni durdurdu. "Bunu sana yapan bir başkası olsa bana söylerdin, öyle değil mi?" diye sordu.

Yüzüne bakmıyordum. Gözlerinde parıldayan düşünceleri görmeden açıklama yapmak daha kolay olacaktı. "Başkası değildi." diye cevapladım. Sonra ne sorduğunu fark ettim. Ona güvenip güvenmeyeceğimi soruyordu. Kaşlarım çatıldı. "Başkası değildi." diye tekrar ederken koyulaşan grilerine baktım. "Ve hayır. Başkası yapsaydı da hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adama olanları anlatmazdım." diye eklediğimde beni rahat bırakacağını düşündüm. Bunu umut ettim. Bu gecenin felaketle sonuçlanması babamı çığırından çıkartacak bir olay olurdu. Hızlı adımlarla bahçeye doğru inen merdivenlere ilerledim fakat bahçeye vardığımda gene önüme geçerek beni durdu.

Hayır. Bu gece kontrolümü kaybetmeyeceğim.

Onu görmezden gelerek ilerlemeye devam ettim.

Düşünme!

"Anlaşılan bir ortak noktamız daha çıktı, beyaz kumru. İkimiz de gün yüzüne çıkmasını istemediğimiz sırlara sahibiz." diye seslendi arkadan.

İlaçlardan bahsediyordu. Bana karşı kullanabileceği bir şeyler öğrenmek için mi yakın davranmıştı? Kanım yavaşça öfkeyle kaynarken hücrelerim bir doz hapın özlemini duyarak beynime sinyal veriyordu. Belki de birden fazla dozun... "Kes şunu!" Olduğum yerde döndüm ve suratına haykırdım. "Bana beyaz kumru demeyi kes!Neden böyle seslendiğini bile bilmiyordum. "Kendini bakmamak için zorlama. Biliyorum iğrençler! Ne düşünüyorsun ki? Acınacak hal... " Sesim her cümlenin başında bir ton yükseliyor ve sonuna geldiğimde ise alçalarak yok oluyordu.

Hangi ara bana bu kadar yaklaştığını farkında değildim fakat kolları etrafımı sarmalamıştı. Titrememi durdurmak için kollarını daha sıkı tuttu. Titrediğimi o anda fark ettim. Ellerim göğsünün üzerindeydi ve sağ elimin avuç içiyle kalp atışlarını hissediyordum.

"Kendin hakkında böyle konuşma. Ne yaşamış olursan ol." dedi şefkatli bir sesle.

Kollarının arasında olmak tüm sinirlerimi önce gerginleşti sonra rahatladı. Dudaklarımın titremesini durdurmak için yanaklarımı dişledim. 

Aylardır ağlamıyordum. Bir sarılma beni dağıtamazdı. Annem gittiğinden beri kimse böyle sarılmamıştı bana. Kimse kırık kanatlarımı ısıtmak istememişti. Kaslarımın yavaşça kendini saldığını hissediyordum.

***

-ŞİMDİ-

Böyle olmak istemiyordum.

Böyle hissetmek istemiyordum.

Hayır ağlamayacağım.

Uras'ın kollarında dağılmayacaktım.

Dağılmak için bir sarılmaya ihtiyacım yoktu. Ben zaten harabeydim.

Sakın aptalca bir şey söyleme.

Lanet olası hislerimi paylaşmaya ihtiyacım yok!  diye çığlık attı iç sesim. Ama vardı. Şu an tek istediğim konuşmaktı.

Bir sarılma bana öfke, hüzün, mutluluk, sevgi, özlem... Birden fazla şey hissettirmişti.  Şu an tamamen karmaşık ve hassastım

Gözlerimi kapadım ve burnumu çektim.

"Bir sene önce annemi kaybettim." Bunu söylerken sanki daha çok kendime itiraf ediyordum ve kabullenmeye çalışıyordum. "Kullandığım ila..."  Beni daha sıkı sardığında sustum. Yanağımı sıcak ve sert göğsüne iyice gömdüm. Sarılışıyla buz tutmuş sancılı duygularım erimeye ve daha az acıtmaya başlamıştı.

"Şşştt. Açıklama yapmak zorunda değilsin. Seni zorladığım için özür dilerim. Sana üzülme demeyeceğim ve üzgün olduğumuda söylemeyeceğim. Çünkü bu acı çekiyor olduğun gerçeği değiştirmeyecek." Sakinleşmem için nazikçe saçlarımı okşuyordu.

Hissettiklerimi birebir telaffuz etmesi kısa süreli şaşkınlık yaşamama sebep olmuştu. Daha önce beni bu kadar şeffaf gören olmamıştı. Hissettiklerim konusunda kendimi ifade edemiyordum. Onunda kaybettiği biri var mı diye merak ettim. Sormak istedim, fakat ne yapıyordum ben böyle? Baharatlı parfümünün kokusuyla dolduruyordum ciğerlerimi ve vücut ısısında mayışıyordum. Uras'ın kollarında olmam yanlış geliyordu. Bu yüzden ellerimle göğsünden destek alarak yavaşça sıyrıldım kollarından. Ondan uzaklaştığım anda kollarının sarmaladığı yerler boşluğu hemen hissetti ve üşümeye başladılar.

Ağlamamıştım fakat gömleğinde ruj ve rimel lekelerim vardı. Gözlerimin akmış olduğunu düşünerek işaret parmağımla sildim. "Gömleğini mahvetmişim." dedim, yaşadığımız tuhaf dakikaların üzerine örtebilmek için.

Kafasını eğdi ve gömleğini inceledi. Kısa bir süre duraksadı ve gülümsedi. "Öyle görünüyor. Anlaşılan şimdide bana bir gömlek borcun var." Hayatımı kurtarmıştı. Borçlarım gittikçe artıyordu ve bundan hoşlanmıyordum. Üstelik sırlarımı biliyordu. Kimsenin bilmesini istemediğim şeyleri. Ona yalvarırsam bu yüzsüzlük olurdu. Mecbur olmadığı halde benim için çok şey yapmıştı. Fakat babama kendimi kanıtlamalıydım. İnsanların farklı olduğumu bilmesini istemiyordum. O zaman benim onlara uyum sağlamama izin vermez, onlar bana uyum sağlamaya çalışırlardı. Söyleyeceklerini süzgeçten geçirmeye çalışacaklardı.

Yutkundum ve bakışlarımı yere sabitledim. "İdil ve Eren ilaçları ve kolumdaki izleri bilmiyor. Aslında bunu İstanbul'daki kimse ..." duraksayarak konuşuyordum. Bakışlarım yerdeki taşlarda geziniyordu. Sanki doğru kelimeler oradaymış gibi. Ciğerlerime dolup taşan nefesimi serbest bıraktım. Kaldığım yerden devam edecekken Uras konuşmama izin vermedi.

"Pek konuşkan biri değilim."

Bakışlarımız buluştuğunda gözlerim kısıldı ve teşekkür ettim. Daha sonra ayak sesleri duyuldu. Berkay hemen Uras'ın arkasında belirdi. Gözlerindeki öfke ve memnuniyetsizlikle Uras'ı süzdü. Uras da aynı bakışların yansımasıyla cevap veriyordu. Birbirlerinden haz etmediklerini anlamak için dahi olmak gerekmezdi.  İkisi arasındaki havaya karışan gerginlik kaslarımı tekrar harekete geçirmişti. Masaja ihtiyacım olacaktı.

Beni incelerken gözleri büyüdü ve panikle yanıma vardı. "Derin sen iyi misin? Yüzün beyazlamış." Uras'a doğru bakarak sıktığı dişleri arasından öfkeyle nefes verdi. "Ne yaptın ona?"

Uras keyfinin kaçtığını belli eden bir ses çıkardı. Berkay'a kafasını kopartmak istiyormuş gibi bakıyordu. Tam bir şey söylemek için ağzını açtı ki araya girdim: "Onunla alakası yok. Midem..." dedim karnımı tutarak. "... Midem bulanıyor." Yalan söylemiyordum. Midem bulanıyordu ve kusma isteğimi zar zor bastırıyordum. İkisi de endişeyle bana baktılar. "Sanırım üşüttüm. Eve gitmek istiyorum. "

Berkay'a bakarak "Eve gitmek istiyorum dedim." dedim. Beni eve götürebilecek tek kişi oydu. Babam onsuz ancak Berkay'la buradan ayrılmama izin verirdi. 

Berkay ceketini omuzlarıma yerleştirdi. "Sen arabada bekle ben babanı bulayım." dediğinde kafamı salladım.

Berkay gözlerden kaybolduğunda Uras,  "Sana eşlik etmemi ister misin?" diye teklif etti.

Kafa mı salladım: "Başa çıkabilirim."

Birkaç adım attıktan sonra "Derin." diye seslendi. Kafamı çevirip geriye baktım.

Koşar adımlarla yanıma geldi ve elini uzattı. Kafam karışmıştı. "Şu işi düzgün yapalım. Uras ARSLAN." Gülümsedi.

Gülümseme engel olamadım ve dudaklarımı serbest bıraktım. "Derin ERTÜRK. Memnun oldum."

İşte artık başlangıç yapmıştık.

Bu bölümü sevgili Ezgi'ye ithaf etmek istiyorum. Kendisi harika bir insan. Kalemine hayranlık duyuyorum. Evet, doğru kelime bu sanırım. "Hayran olmak." Yeteneğin tamamıyla ortada. Kalpten gelerek yazdığını hissedebiliyorum. Başarılarını en içten dileklerimle diliyorum :* Yolun açık olsun <3 Desteğin için sonsuz minnettarım :)

Tekrar ve tekrar söylüyorum. Yorumlarınız oylarınızdan çok daha değerli sevgili okuyucularım. Sizi yorum yapın diye zorlayamam. Bu içinizden gelmeli. Fakat yeni bölüm yayımladıktan sonra en sevdiğim şey sizlerle fikir alışverişi yapmak. Bunu çay saati gibi düşünün :) Yazdıklarımı eleştirin. İyi veya kötü. Her eleştirinizi dikkatle değerlendiriyorum.

Derin ve Uras'ın bu kadar inişli çıkışlı olması bu bölüm için içime pek sinmedi. Fakat yazmaya başladım ve bir baktım ki yine yükselip alçalmışım :D Bipolar bozukluğu olan bir kızı yazmakta zorlanmıyor değilim. Her şeyin en uç noktasını düşünmek zorunda kalıyorum. Mutluluğun, üzüntünün ... Buda olayları dramatize ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Kendimi frenlemeli miyim, yoksa genel olarak akış hoşunuza gidiyor? En azından bu konuda fikirlerinizi belirtirseniz en güzel hediyeyi vermiş olursunuz. Hepinizi seviyorum :*<3

Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
141K 7.6K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
928K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.