BEYAZ LEKE

By asliaarslan

32.4M 1.9M 7.2M

Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk a... More

BEYAZ LEKE
1. MAHKUMİYET
2. SUÇ KRALI
3. SİYAH ELDİVENLER
4. İLK TEMAS
5. SEVGİLİ MÜVEKKİLİM
6. GÖKYÜZÜ, GÜNEŞ ve HAYALLER
7. İKİ DAKİKA ON YEDİ SANİYE
8. RÜYALAR ALEMİ ve GERÇEK DÜNYA
9. DÜŞEN MASKELER
10. MAHKEME
11. SAVAŞ ÇANLARI
12. HER GÖZYAŞI BİR YANGIN
13. SAVAŞA RAĞMEN
14. ZAAFLAR ve TERCİHLER
15. SON İKİ DİLEK
16. ZEHİRLİ URGAN
17. DÖNÜM NOKTASI
18. KAR KRALİÇESİ ve ATEŞ KRALI
19. YİRMİ DOKUZUNCU KİŞİ
20. ON OCAK MİLADI
21. FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK
22. FIRTINA
23. FEDA
24. KURUCU ve LİDER
25. KAYIPLAR
26. SAÇ TELİNDEN URGAN
27. SUÇ KRALI ve KRALİÇESİ
28. TUTKUNUN NOTALARI
29. DENİZ KIZI
30. AYNANIN İKİ YÜZÜ
31. ON ALTI SAAT YİRMİ DOKUZ DAKİKA
32. YÜZÜK
33. HAYAL SAVAŞÇILARI
34. ONURLU BİR ADAMIN KIZI
35. DAVET
36. ZAMANA KARŞI
38. AYNADAKİ YANSIMALAR

37. SÖZLER ve YEMİNLER

403K 26.2K 72.3K
By asliaarslan

Selaaamm, duyguların ağırlıklı olduğu, dingin, bir yere kadar kalp acıtan ama bir yerden sonra da kalp yumuşatan bir bölümdür 37. bölüm. Afyon şuruplu Giray Pusat Çeviker... seni çok seviyorum... Özellikle son kısım Eftalya'sı, benim kalbimde bile çiçekler açtırdı.

HEEEYYYYY!
Bu aralar Instagram hesabıma sık sık uğrayın çünkü bazı geri sayımlar açılabilir, şakkkkadanak karşınıza bir şeyler çıkabilir. Arka planda çok çalıştık çünkü. Aslında daha erken olmasını istiyordum ama hayat, ölümler, yaşam mücadelesi derken kısmet bu zamanaymış diyelim. :)):):))))):₺:!)

İyi bayramlar şimdiden, dualarını, iyi enerjilerini benden esirgemeyen herkese sonsuz teşekkür ederim. Geçmeyen bir hastalığım var, eğer bölümü düzenlerken gözden kaçan hatalarım olduysa hastalıktandır. Affola. Bazen on kere de okusam gözden kaçırabiliyorum, bir de gözüm yanıyor eehe :')

Oylarınızı ve yorumlarınızı lütfen esirgemeyin, beni motive eden tek şey bunlar unutmayın olur mu? Kalp.

Bu kitapta geçen kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir.

Keyifli Okumalar!

Şarkılar: Radical Face, Welcome Home, Son
My Mind&Me, Selena Gomez
Kodaline, Brother (Acoustic)

Seneler öncesi...

İzmir'de sıcak bir akşamüzeriydi. Gökyüzü kızıl rengine boyanmış, bulutlar kendilerini gizlemek isterlermiş gibi güneş ışığının arkasına saklanmışlardı. Tugay ve Giray kardeşlerin beraber son geçirecekleri özgür ve mutlu yazlarından bir tanesiydi. Ve aslında bunu ikisi de biliyordu.

Zaten insan son kez olduğunu bildiği anların tadını çıkarmak yerine acısını yaşardı bu yüzden Tanrı çoğu zaman son kez olduğunu hissettirmek istemezdi.

Elbette insan kendi sonunu kendi yazmıyorsa.

Tugay kendileri için mutlak finali yazamazdı elbet ama geçip gidecek olan zamanın hesabı çoktan yapılmıştı. İşte bu yüzden son bir kez, en sevdikleri şehir olan İzmir'de istediklerini yapıyorlar, geleceği düşünmemeye çalışıyorlardı.

Tugay kumsalda yere oturmuş, sol elinde sıkıca tuttuğu bira şişesiyle kardeşine bakıyordu. Üzeri çıplaktı, altında deniz şortu vardı. Giray ve arkadaşları da denizden çıkmak üzereydi. Nemli saçlarından damlayan suları hissetmeyi, Giray'ı izlerken bırakmıştı. O an, ilk kez kardeşinin hayatını elinden aldığını düşünmüştü çünkü o savaşların, silahların, öfkenin adamı değildi. İstese olurdu ama Giray için savaş yoktu, barış vardı. Silahlar sadece askeriyeden öğrendiği kuvvetli gücüydü, öfkeye ise hayatında yer vermeyecek kadar enerji doluydu.

Ölüm ise Giray'ın en korktuğu şeydi çünkü yaşamayı sahiden de çok seviyordu.

Denizden çıktıklarında Giray, o gün tanıştığı kız arkadaşını kolunun altına alıp dudaklarına uzun bir öpücük bıraktı ve sonrasında göz kırpıp bir şeyler söyledi. Büyük ihtimal gece yapacakları planla alakalı diye düşündü Tugay, kızın adını bilmiyordu ve bir daha görmeyeceğinden de emindi çünkü Giray hayatı hızlı yaşamayı seviyordu. Karşılıklı hazlar, tek gecelik ilişkiler, bağlanmadan bitişler ve sadece eğlence. Hiçbir kadına umut verdiğini görmemişti sadece anı yaşıyordu.

Kalabalık biraz sola doğru dağıldığında ve aralarından bazıları Tugay'a selam verdiğinde Tugay da gülümseyerek onlara karşılık verdi. Giray, kardeşinin yanına yürürken "Tuz bile değmemiş vücuduna," diye sitem etti. "Seni boğacağım diye korktun değil mi?"

Tugay, güldüğünde Giray, Tugay'ın sol elindeki bira şişesini eline aldı ve kafasına dikerken yanına oturdu. "Su savaşı yapmak için fazla yaşlıyım," diye dalga geçti, Tugay Giray'la. Giray güldü.

"Aynı yaştayız amına koyayım, benden yirmi dokuz dakika önce doğman seni ihtiyar yapmıyor." Tugay da güldüğünde Giray çıplak ayaklarını öne uzatıp biradan büyük yudumlar içti ve sonrasında son yudumunu içerken elinin tersiyle ağzını silip "ama ruhun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim tabii ki."

Tugay, başını iki yana salladığında bakışlarını kardeşine çevirdi ve sonrasında birkaç adım ötelerindeki kızı gösterdi. "Evleniyor musun?"

"Evet."

"Ne zaman?"

"Bu gece."

İkisi de güldü ve Tugay bir kez daha başını iki yana salladı. "Sen eğleniyor olabilirsin hatta o kadınlar da seninle eğleniyor olabilir ama bir gün fena bir duvara toslayacaksın, hissediyorum."

Giray yüzünü ekşitti ve sonrasında "Ve aşk beni öldürecek," dedi dramatik bir sesle. "Hadi ama. Gerçekçi gözle bakalım, ben sadece anı yaşamaktan keyif alıyorum ve anlar, aşk için çok kısa. Aşk beni öldüremez."

"Zaten aşk bir anda olur," dedi Tugay karşı çıkarak. "O an, ne olduğunu bile bilmezsin ama çoktan aşık olmuşsundur."

Giray, bakışlarını ikizine çevirdi. "Daha önce hiç aşık oldun mu?" Aslında cevabını biliyordu ama amacı ona bu soruyu sorup iğnelemekti.

Tugay, bir süre sessiz kaldı, Giray'ın kafası sessizlikle karıştığında Tugay, bakışlarını denize doğru çevirdi. "O an, ne olduğunu bile bilmezsin dedim ya." Tugay, omzuyla kardeşini itekleyip ucu açık bir yanıt verdi. "Bence öyledir yani. Birini görürsün ve hissedersin; bu ilk görüşte aşk değil, bu birinin kaderinin büyük bir kısmında yer aldığını bilmekle alakalı bir şey. İyi ya da kötü fark etmez, o kişinin hayatında bir şeyleri değiştireceğini bilirsin. Daha önce aşık oldun mu, sorusuna hayır diyebilirim ama birisinin kaderim üzerinde etkisi olabileceğini hissettiğime evet yanıtını veririm."

Giray, kaşlarını kaldırdığında çok kısa bir an düşündü ve sonrasında kahkaha attığında hiç çekinmeden ikizinin omzuna kolunu atıp onu kendine çekti ve sonrasında ağzına birayı dayadı. "Bu tarz cümleler için fazla genç, çıtır ve seksiyim. Beni rahat bırak, hayatımı yaşayacağım."

Beni rahat bırak, hayatımı yaşayacağım.

Tugay biradan büyük yudumlar içtikten sonra başını geriye doğru yatırdı. "Hem baksana," dedi Giray, sağ tarafta kalan esmer kızı göstererek. Bakışları Tugay'ın üzerindeydi. "Şu kız saatlerdir seni kesiyor, fark etmediğini söylemeyeceksin herhalde."

Tugay, o tarafa bakmadan "Evet," dedi. "Telefonumu istedi."

"Sen de henüz telefonun icadından haberim yok mu dedin?" Tugay güldüğünde Giray da kahkaha attı.

"Aslında öyle demedim."

"Ne dedin?"

"Telefonumu çaldırdım dedim." Giray daha yüksek bir sesle kahkaha attığında Tugay da başını öne eğip sırıttı.

"O da sana, o halde mektupla haberleşelim demedi mi?"

Tugay kahkaha attı. "Deseydi etkilenirdim ama demedi, bu devirde bir mektup aşkım olmayacağı için perişanım."

Giray, birasından son yudumları içerken sırıtmasını engelleyemiyordu. "Birazdan yemek yiyip sonra aşağı kumsala ineceğiz, bilirsin, herkes benim hayranım olduğu için bira, gitar ve şarkı üçlüsüyle herkesi etkileyeceğim. Sonra dans etmeye gideriz. Gece de otele dönmek istemiyorum..." Haylaz bir şekilde gülümsedi. "Biraz heyecan istiyorum." Çenesiyle Tugay'ı işaret etti. "Ve sen de geliyorsun."

Tugay, bu anların son anlar olduğunun bilinciyle "Gelirim," dedi kardeşinin gözlerinin içine bakarak. Normalde derinlikleri pek paylaşmak istemezlerdi ama öyle bir bakmıştı ki, Giray, Tugay'ın ne düşündüğünü sanki anlamıştı. Direkt bakışlarını kaçırdığında kaşlarını çattı.

"Başlama," dedi Giray. "Şu anı sikmeyelim şimdi."

Tugay hiç düşünmeden "Zorunda değilsin," dedi belki yirminci kez. "Hiç değilsin hem de."

"Zorundayım." Giray'ın cevabı oldukça hızlıydı. "Çünkü sen benim kardeşimsin." Gözlerini yeniden Tugay'a çevirdiğinde ciddiydi, gülümsemeler yoktu ve ikizine duyduğu o sevgi ta derinlerden hissediliyordu. "Zorundayım çünkü bu hayatta senden başka kimsem yok. Zorundayım çünkü," büyük bir nefes verdi, "seni yalnız bırakırsam ve seni kaybedersem hayatım boyunca kendimi affetmem."

"Giray," dedi Tugay, sakince. Gökyüzü gitgide karanlığa kucak açıyordu. Kalabalık kahkahalar içindeydi, ikizler ise hayatlarının dönüm noktası olan konuşmayı yapıyorlardı. "Seçtiğin hayat senin için çok karanlık ve ben seni bu karanlığa mahkum bırakıyorum." Kendisi mahkum kalacağını bile bile. "Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorsun değil mi? Özgürlük? Yok. Eğlence? Yok. Değişeceksin çünkü değişmek zorunda kalacaksın. Bütün bunlar seni mahvedecek."

Giray'ın kaşları havalandı. "Karanlık insanın kalbine girmediği sürece bir insan asla değişmez." Boş bira şişesini Tugay'ın eline tutuşturdu. "Savaşlar, silahlar, ölümler..." Nefret ediyormuş gibi nefesini verdi. "Evet, bütün bunlar çok karanlık ama ben o karanlığa gireceğim diye o adama dönüşeceğim anlamına gelmiyor." Denizi gösterdi sonra gökyüzünü ve en sonunda ikisini. "Bir gün her şey başlayacak fakat bir gün hepsi de son bulacak, o gün ikimiz de yaşıyor olursak biz yine bu sahile geleceğiz, biralarımızı içeceğiz ve aynı adamlar olacağız. İkimiz de hiç değişmeyeceğiz. Bizden hiçbir şey kaybetmeyeceğiz. Korktuğum yollar değil, korktuğum yeniden bu hayata geri dönemeyecek olmamız. Ben kendi adıma söz veriyorum, bu adam hiçbir zaman değişmeyecek."

Tugay, yutkunduğunda derin bir nefes verdi ve sonrasında kardeşini kendisine çekip öyle bir sarıldı ki, gelecekte birbirlerine sarıldıklarında tereddüte düşeceklerinden bihaberlerdi. Giray da ona sarıldığında aslında her ikisi de böyle duygusal anların adamları değillerdi fakat hisler bakiydi ve gelecek düşünüldüğünde an şu an demeye ikisi de başlamıştı.

"Sen söz vermeyecek misin?" diye sordu Giray geriye çekilip ikizinin yüzüne bakarak. "Değişmeyeceğine dair."

Tugay dilinin ucuna gelen sözleri geri gönderirken bunu ona yaptıranın ne olduğunu bile bilmiyordu. Belki değişebileceğini düşünüyordu, belki de verdiği sözün onda yaratacağı tahribatı hesaba kattığında o sözünden cayıyordu. Söz vermedi ama "Değişmem," dedi düşünceli bir sesle. "İnsan kardeşine neden değişir ki?"

Giray gülümsediğinde bu cevap onun için yeterli olmuştu. "O halde," dediğinde göz kırptı. "Her şey son bulduğunda bu kumsala geleceğiz, biralarımızı içeceğiz ve sonra akşamüzeri denize gireceğiz. Kabul mu?" Elini kaldırıp çak yapmasını bekledi, Tugay da o zamanlar sağlam olan sol elini kaldırıp çaktığında elleri birleşti.

"Ben başka bir şeyin sözünü vereceğim sana," dediğinde Tugay'ın sözleşmesindeki o madde işte o an ortaya çıkıyordu.

"Nedir?"

"Hayatı senin elinden alıyorum." Cümle her yere çekilebilirdi, Giray'ın cevap vermesini bile beklemeden devam etti. "Fakat bir gün ölürsen bu benim yüzümden olacak." Başını aşağı yukarı salladı. "Söz ya da yemin fark etmez, nasıl anlarsan anla, bir gün ölürsen bedelini ödeyeceğim ve ben de öleceğim, söz veriyorum."

Giray yüzünü buruşturduğunda tiksiniyormuş gibi nefesini verdi. "Ben ölmeyeceğim," dediğinde kendinden oldukça emindi. "Daha şarkılar söyleyeceğim, eğleneceğim ve kalbime karanlığın bulaşmasına izin vermeyeceğim." Oturduğu yerden kalktı ve sol elini öne doğru uzattı Tugay tutup kalksın diye. Hiç çekinmeden Tugay elini tutup kalktığında "Ben ölmeyeceğim," dedi Giray bir kez daha. "Ve sen de ölmeyeceksin, biz başaracağız çünkü birimiz kaybetsek bile diğerimiz..."

"Birimiz kaybetsek bile diğerimiz savaşmaya devam eder çünkü kalbimiz ortak."

Giray sırıttı ardından ellerini birbirine çarpıp ıslık çalarak "Millet!" diye bağırdı, o karamsarlığından ayrılıp yeniden neşeli haline dönerek. "Kim benimle bir dikişte bira içme yarışması yapar?"

Tugay çenesini havaya kaldırdı ve ellerini şortunun cebine yerleştirdi. "Ben yaparım, kolla kendini."

Giray kahkahalarla güldü. Tam o esnada Tugay'ın numarasını isteyen kız onların yanına geldiğinde Giray, dudaklarını birbirine bastırıp sinsice ikizine baktı. "Hey," dedi kız ikisine birden sonra Tugay'a döndü. "Geliyorsun değil mi?" Kız kaşlarını kaldırdı. "Ama istersen sahilde telefonunu da arayabiliriz, şu köşedeki kafeye belki de bırakmışlardır."

Tugay, kızın arkasından onu sırıtarak izleyen Giray'a baktı ardından elindeki telefonu yavaşça kaldırdığını gördü. O an kendisini aradığını fark ettiğinde hayır, demesine kalmadan Tugay'ın kumsalın üzerindeki sırt çantasından telefonun sesi geldi. Kız şaşkınlıkla telefona doğru baktığında Tugay gözlerini kapatıp utançla "Giray," dedi dişlerinin arasından.

"Bir sırt çantasının telefon çaldığını ilk kez görüyorum, daha neler..." Giray'ın cümlesinin ardından Tugay, gülerek ona baktı ve sonrasında kardeşinin üzerine doğru koştu. Giray kaçmaya başladığında aralarında boğuşma oluştu ve herkes onları ıslıklarla izledi.

Gökyüzünde ise çoktan akşam olmuştu ve bu onların son akşamüzeri gülümseyişleri, değişmeyen yüzleri ve kardeşlik bağlarının hissedildiği andı.

EFTALYA ATALAR

Bazen insan gözlerinin gördükleriyle kulaklarının duyduklarına inanamayabiliyordu. Tam da bu yüzden, karşımda duran Defne'nin yüzüne bakarken istemsiz bir şekilde tırnaklarımı koluma batırma ihtiyacı hissetmiştim derin bir nefes verip.

Hayır, her şey gerçekti, o burada mahvolmuş bir vaziyette elindeki küçük şişenin içindeki panzehirle karşımızda duruyordu. Yutkunduğumda ve kaşlarım çatıldığında ellerinin titrediğini gördüm ama bakışları öyle berbat bir durumdaydı ki, her an bayılabilecekmiş gibi görünüyordu.

O kitabı Giray'a verirken zehirden bilgisi var mıydı, yok muydu, emin olamıyordum. Tek emin olduğum gözlerinde yer alan gerçek korkuydu.

Tugay'ın yüksek sesli nefesleri, çatık kaşları ve gözlerinden okunan nefreti... Defne, bir tek ona bakarken aslında neyi kaybettiğini çok iyi biliyordu. Canı umurunda değildi, Tugay Demir Çeviker'in kardeşini yok etmek istemişti. Bu Giray'a ihanetinden çok büyük bir darbeydi.

Tugay'ın iki yolu vardı, ya o panzehri alacaktı ve Defne'ye güvenecekti ya da Defne'yi yok edecekti ama kendi içinde ona güvenmekten başka hiçbir çaresi olmadığının da farkındaydı. Üstelik zaman geçiyordu ve Giray'ı her an kaybedebilirdik; bunu göze almak fazlasıyla yanlış olurdu.

"Bunu nasıl yaptın?" Bu soru Marco'dan gelmişti; sesinde nefretten daha çok büyük bir şaşkınlık vardı.

Defne, bakışlarını yavaşça Tugay'dan ayırıp Marco'ya baktığında dudakları düz bir çizgi halini aldı ardından başını iki yana salladı. "Bunu ben yapmadım."

Marco alayla güldü, kimse ona güvenmiyordu ama benim içimden ses, gerçekten de o kitaba zehri bulaştıranın Defne olmadığını söylüyordu ve sanki ben tam bunu düşünürken Defne'nin bakışları bana döndüğünde gözlerindeki yalvaran ifade, sanki birinin ona inanmasını istiyormuş gibiydi. Bu kişinin ben olmasına hazırlıksız yakalandığımdan kaşlarımı yavaşça çattım.

"Ben yapmadım," dedi bir kez daha ve direkt bana yönelik. "Onun ölmesini istemiyorum, hiç istemedim."

Söylenecek çok cümle vardı, karşı çıkılacak çok savaş fakat zaman, Giray'ın aleyhine işlerken hangi cümleler içimizi rahatlardı bilmiyordum. Tugay'ın ela gözleri panzehrine bir kez daha kaydığında zaten ölmek üzere olan kardeşini kurtarabilecek olan o şişenin Defne'nin elinde olması yıpratıcıydı. Eli yavaşça uzandı sonrasında Defne'nin eline baktığında çıplak olup olmadığına dikkat etti; Defne çıplak elle şişeyi tuttuğundan olsa gerek yüzünde aşağılayıcı bir ifade oluştu ve sonrasında yine de sağ eliyle değil, sol eliyle şişeyi aldı.

"Ben yapmadım," dedi Defne bir kez daha bu kez Tugay'a yönelik. Tugay gözlerini ona çevirmedi, şişeden bakışlarını ayırmadı ardından arkasını Defne'ye döndüğünde gözleri evin olduğu tarafa doğru döndü.

Dudaklarından ise tek bir cümle çıktı. "Onu esir alın, hemen."

Hızlı adımlarla yürümeye başladığında Ölüm Timi'nden birkaç kişi Defne'nin olduğu tarafa doğru atıldı fakat gördüğüm kadarıyla zaten Defne'nin bir kaçış içerisinde olduğu söylenemezdi. "Ben yapmadım!" diye bağırdı bu kez avazı çıktığı kadar. "Yemin ederim ben yapmadım!"

Tugay'ın adımları daha da hızlandığında ben ve Marco da peşinden onu takip ediyorduk. Ne düşündüğünü asla kestiremiyordum ama adımlarına verdiği güç, kardeşini kurtarmak isteyen adamdan başka hiç kimseye ait değildi.

Evden içeriye girdiğinde peşimizden diğerleri de katıldı. Sinan soluma geçtiğinde sadece birkaç saniye bakıştık ve ikimiz de ne olduğunu anlamaya çalışarak başımızı iki yana salladık. Marco ise ağzının içinde birkaç küfür yuvarlıyor, Defne'nin adını sayıklıyordu.

Tugay, hızlı adımlarla Giray'ın olduğu odaya girdiğinde, Nida'yı, sol eli Giray'ın göğüs kafesinde kalbinin atışını hissederken buldum. Bir çocuk için ne kadar yıpratıcı olduğu gözlerimin önündeyken Nida, kısık bir sesle "Atıyor, baba," dedi sakince. "Hissediyorum."

Tugay'ın sırtı kasıldı ve elindeki şişeyi doktora uzattığında "Panzehir olduğunu söylüyor," dedi sadece. "Ne gerekiyorsa yap."

"İçinde ne olduğunu bilmeden bunu kullanmak..."

"Ne gerekiyorsa," dedi Tugay, dişlerinin arasından doktora bakarak. "Yap çünkü kimya profesörü olman için vaktimiz yok. Görmüyor musun?" Sıktığı dişleri öfkeden değil daha çok acıdan gibiydi. "O zaten ölmek üzere."

Doktor yutkunduğunda sadece bir kez başını salladı ve sonrasında şişeyi yavaşça açıp içine yeni açtığı şırıngasını batırdı. Yavaşça içindeki sarı sıvıyı çekerken bir elim farkında olmadan kalbime gitmişti. Öyle hızlı atıyordu ki, ne kadar zamanımız kaldığını bile bilmiyordum. Tek bildiğim eğer bu panzehir faydasız gelirse Giray'ı kaybedeceğimizdi.

Şırıngadaki iğneyi, Giray'ın damar yolundan yavaşça enjekte ettiğinde gözlerim, Giray'ın kızaran vücudunda dolaştı. Ağzındaki solunum cihazına rağmen bembeyaz dudaklarını, moraran göz altlarını görebiliyordum. Elleri bile mosmor kesilmişti, sanki karşımızda yirmi yaş yaşlanmıştı, bir başkası için ise ölmüş kadar beyazdı.

Sıvıyı enjekte ederken odanın içinde çıt bile çıkmıyordu. Tugay, elini kardeşinin kalbinin üzerine yaslarken sağ parmakları içeriye doğru kıvrıldı ve sanki Giray'ın kalbini avcunun içine alıp iyileştirmek istiyormuş gibi yavaşça parmaklarını hareket ettirdi. Nida ise Tugay'ın hemen yanında, bir eli, Tugay'ın dizine yaslı Giray'ın yüzüne bakıyordu.

Şırıngadaki iğneyi enjekte ettikten sonra "Ne oldu?" dedi Tugay direkt, Giray'ın yüzüne bakarken.

Örgütteki doktor tam da aklımdan geçeni okurken "Hemen bilemeyiz," diye mırıldandı. "Zamanla belli olur."

"Yani birkaç dakika içinde ölmezse işe yarıyor mu demek istiyorsun?" Tugay gibi bir adamın bu sorusuna evet, diye yanıt vermek oldukça zordu fakat adamın sessiz kalması evet demekten farksız değildi.

"Tamam," dedi Tugay kardeşine bakarak. "Herkes çıkabilir o halde."

"Ne?" dedik Marco'yla aynı anda. Marco devam etti. "Çıkabilir derken?"

Tugay, omzunun üzerinden bize doğru baktığında kızarmış ela gözlerinin arkasındaki kederi ama bir yandan da o intikam ateşiyle yanıp tutuşan adamı gördüm. Sadece bununla da sınırlı değildi artık onun gözlerine baktığımda aklından geçenleri de okuyabiliyordum, başka bir planı daha vardı. O planı tahmin etmek ise asla zor değildi.

Çenemi kaldırdığımda ve dişlerim kenetlendiğinde "Marco," dedim Tugay'ın yüzüne bakarak. "Sadece beş dakika Nida'yı alıp çıkar mısınız? Ben buradayım."

Tugay benim kalmak istediğimi anladığı anda "Avukat," dedi başını sağa doğru yatırarak. "Sen de çıkar mısın?" Çık değil, çıkacaksın değil, çıkar mısın, diyordu. Her şeye rağmen o beni kırmamaya çalışan tarafını susturmuyordu fakat aklından geçeni bilmek, bütün kalp kırıklıklarına zaten bedeldi.

Tugay'a hiçbir cevap vermediğimde Marco, burnundan öfkeli nefesler vererek Nida'ya doğru uzandı ve elini öne doğru uzatıp "Sadece beş dakika sonra döneceğiz," dedi Nida'ya ama daha çok Tugay'a konuşuyor gibiydi.

"Ama ben onu bırakmak istemiyorum." Nida'nın baskın sesi ve çatık kaşları Tugay'a döndü. "Neden gideyim ki?"

Öne doğru birkaç adım attığımda dakikalardır Tugay'ın gözlerinde olan gözlerimi ayırdım ve dizlerimin üzerine çöktüğümde Nida'yla aynı boya geldim. Ellerim omuzlarına tutunduğunda önüne gelen birkaç tutam saçı arkaya doğru attım ve sonrasında "Giray'ı iyileştirmek için yapılması gerekenler var," dedim, en ucuz yalanlara başvurarak. "Ve sen varken yapılamaz çünkü biraz," ona doğru yaklaşıp kısık sesle devam ettim, "çocukların görmemesi gerekenler şeyler. Şu an inat edersen o hemen iyileşemez ama inatlaşmazsan odaya yeniden döndüğünde belki de onu uyanık görebilirsin."

Nida'nın gözleri parladığında yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum çünkü bir çocuğa söz vermekten ziyade, Giray'ın yaşayacağına dair söz vermekle eş değer bir durumdu. Eğer ona bir şey olursa Nida'nın gözünde hem sözünü tutamış birisi olacaktım hem de umutlarını elinden alacaktım.

"O iyileşecek o zaman değil mi?" diye Nida sordu gülümseyerek. Tamamen ümitli, tamamen neşeyle hatta huzurla. "Uyanacak değil mi?"

İki yolum vardı, ya o sözü verecektim ya da gerçekleri onunla paylaşacaktım fakat ben her zaman olduğu gibi ilk yolu seçip diğerlerinin üzerimdeki bakışlarına aldırış etmeden "İyileşecek," dedim sakince. Tugay'ın bakışları direkt bana döndü. "Uyanacak ve her şey eskisi gibi olacak."

Nida'nın gülüşü genişlediğinde hevesle başını salladı ardından beni kendisine çekip sıkıca sarıldı. Küçücük kolları boynuma dolandığında benim de kollarım beline sarıldı. O aralıkta Tugay'la olan bakışlarımız yine birçok duyguyu barındırıyordu ama Nida'nın bana sarılması, sakinleşmeme neden olmuştu.

Geriye çekildiğinde ve sol yanağıma öpücük kondurduğunda parlayan gözlerindeki umut, kalbimdeki umudun yeniden yeşermesine neden oldu.

Sonrasında da diğerleriyle beraber odadan çıktıklarında üçümüz o odanın içinde kaldık. Komada olan Giray, aklından geçenleri başından sonuna kadar okuduğum Tugay ve öfkesini sindirmeye çalışan ben.

Tugay, ne düşündüğünü anladığımı bilerek kardeşinin yüzüne baktığında hemen arkasında ayakta durmaya devam ettim. Verdiğim derin nefesler, Nida'nın sarılması ya da yanağıma kondurduğu öpücük sakinleştirir diye düşünüyordum ama öfke katlanarak artmaya devam etti. Hayır, diyordum kendime. Şu an ona öfkelenemezsin, bir tepki vermemelisin fakat geride kalmışlığın hissi, beni daha fazla boğuyordu.

"Aklından ne geçtiğini biliyorum." Kısık sesle kurduğum cümlenin ardından Tugay'ın bana dönük sırtına baktım. "Aklından ne geçtiğini biliyorum Tugay çünkü seni artık öyle iyi tanıyorum ki, sen bile bunu düşünmeden önce ben bunu düşündüm."

Önce sessiz kaldı ve sonrasında derin bir nefes verdiğinde "Söz verdim," dedi o da kısık bir sesle. "Aslında seneler önce ikimiz de birbirimize sözler verdik." Başını iki yana salladı, zaman geçtikçe omuzları daha fazla düşüyordu. "O hiç değişmeyeceğinin sözünü verdi, aynı adam olacağını söyledi." Silik bir şekilde gülümsediğinde omzunu indirip kaldırdı. "Ve o sözünü tuttu, her şeye rağmen aynı adam olarak kaldı." Kendisini işaret etti. "Ben değiştim, aynı adam olarak kalmadım ama verdiğim söz bu değildi." O sözü çok iyi biliyordum. "Bu yola benim yüzümden girdi, başına gelen her kötülüğün suçlusu benim. Ona bir şey olursa kendimden bilirim ve o şimdi ölürse," gözleri bana döndü çekinmeden ve tam gözlerimin içine baktı. "Ben de ölürüm."

Onu anlamak için kendi içimde verdiğim çabanın haddi hesabı yoktu fakat içimde biriken öfkenin nedeni, onun ölümünden ziyade bu yola bensiz girebileceğini düşünmesiydi.

"Tugay," dedim derin bir nefes verip. Öne doğru bir adım attım ardından bir adım daha ve sonrasında tam yanına geçtiğimde üstten üstten ona baktım, onun gözleri ise kardeşinin göğüs kafesindeki elindeydi. Bir derin nefes daha verdim ve sonrasında yeniden dizlerimin üzerine çöktüm, bu kez onun için. Yüzünü ellerimin arasına aldığımda bakışlarının bana dönmesine neden oldum; o bakışlarında suçluluğu da gördüğümde öfkem toz bulutu olup içti, tek hissettiğim kalbimdeki acıydı. "Tugay," dedim bir kez daha ve o ilk kez onun bana kurduğu o sevgi sözcüğünü kullandım. "Canımın içi." Sanki canımdan bin parça koptu, onun da bakışlarındaki ifade değiştiğinde parçalandığını hissettim. "Benim canım, sevgilim," yutkunduğumda gözlerim dolmuştu, "ben ölmek istemende değilim şu an, ben bensiz ölmek istemendeyim, anlıyor musun beni?" Çenemle Giray'ı işaret ettim ve yüzündeki baş parmağım yanağını okşadı, Tugay, başını hafifçe sola yatırıp yüzünü elime gömdü. "Sen ölürsen ben de ölürüm, biliyorsun bunu. Neden hâlâ yalnız kalmak istiyorsun? Bırak öleceksek beraber ölelim."

Tugay'ın yüksek sesli yutkunuşu ve sonrasında gözlerini kapatışı, birçok hissini barındırıyordu ama yeniden gözlerini açtığında ve dudakları sol avcumun içindeki yanık izini bulduğunda "Ben," dedi kısık bir sesle. "Kendimi çok suçlu hissediyorum. Her konuda." Tam gözlerimin içine baktı, hangi cümleyi kurarsa kursun kalbimi kıracağından korkarak "Beni anlıyor musun?" diye sordu. "Yoksa konuşmaya devam edeyim mi?"

"Anlıyorum," dedim sadece. "Fakat sen de beni anla, seninle tanışmak, seninle yürümek, seninle birlikte savaşmak ve seni sevmek," başımı aşağı yukarı salladım, "benim kaderimdi. Eğer öleceksek bu da benim kaderim. Senin için ölebilirim, seninle ölebilirim, hiçbir korkum yok bunlardan."

Derin bir nefes verdikten sonra "Avukat," diye fısıldadı hiç kimsenin duymasını istemiyormuş gibi. Hatta kendisinin bile. Bir benim duymamı istiyordu, sadece ben, benden başka kimse değil. "Bir savaş meydanında yediğim hiçbir darbe bana kendimi güçsüz hissettirmedi. Kolumu benden alabilirler, aldılar da. Gururumu da alabilirler, aldılar da. İtibarım? Üzerini çiğnediler. Hiçbirisi güçsüz hissettirmedi ama şu an..." Yutkundu bir kez daha ve en büyük zaaflarını yine bana gösterdi. "Kendimi çok güçsüz hissediyorum. Yenilmiş değil, ben yine yenerim, ben yine kazanırım bu savaşı ama güçsüz bir askerin kazandığı savaş hiçbir zaman kalpte galibiyet oluşturmaz. Kendimi o kadar güçsüz hissediyorum ki, tarifi yok. Çünkü o hapishane insanlığımı öldürmemiş, içimdeki o kardeş sevgisini katletmemiş, sana baktığımda hissettiğim o aşka zaten dokunamadı. Benim kalbime dokunuyorlar ve bu çok güçsüz hissettiriyor." Tugay Demir Çeviker'in dudaklarından dökülen bu kelimeler, bir kurşundan bile çok daha acı vericiydi. "Bana gücümü geri ver, bir şeyler yap sevgili avukat."

Gülümsediğimde bu acı doluydu. Dolu gözlerle ona bakarken "Sana senin gücünü geri veremem ama kendi gücümü senin önünde siper edebilirim, yeter ki bensiz bir adım dahi atma." Çenemi dizine yasladım ve bu kez alttan alttan ona baktım. "Benim için sadece suç kralı Tugay Demir Çeviker değilsin, hiç olmadın. Şimdi bana lütfen söz ver, yaşam da benimle beraber, ölüm de. Söz ver lütfen."

Tugay tam gözlerimin içine bakarken sadece bir kez başını aşağı yukarı salladı ardından "Söz," dedi sanki sonrasında pişman olacağını düşünse bile. Bakışlarında o sözü verdikten sonranın pişmanlığı vardı çünkü bencillik olarak görüyordu biliyordum ama bende açacağı yaranın da farkındaydı. "Sen de söz ver."

Gülümsediğimde ve dudaklarım söz vermek için aralandığında komodinin üzerindeki o zehirli yüzüğü gördüm, aynısından babamda da vardı. O yüzük kayboldu sanmıştım, yok oldu sanmıştım ama orada duruyordu. Tugay bir gün her şeyden vazgeçerse o yüzükle bunu gerçekleştirecekti, biliyordum.

Baktığım yöne o da baktığında aklımdan geçenleri anladı. Şimdi şu an Giray'a bir şey olursa ikimiz de o yüzükle yok olacaktık, bize mutluluğumuzu veren parmaklarımızdaki yüzükler ise tarihe gömülecekti.

Söz vermek için yeniden dudaklarım aralandığında Tugay'ın başı sert bir şekilde Giray'a doğru döndü ve sonrasında sağ eline bakıp parmakları daha fazla içeriye büküldü. "Bir şeyler oluyor," diye mırıldandığında bu kez elini daha fazla bastırdı ve sonrasında ayağa kalkıp kulağını kardeşinin kalbinin yasladı. "Bir şeyler oluyor!" dediğinde sesi daha gür çıktı. Ben ise bu cümlelerin ardından yerimde duramayıp koşarak odadan çıktım ve kapının önündekilere bakıp doktora sadece bir baş hareketi yaptım.

Herkes yeniden içeriye girdiğinde ve doktor ilk önce nabzına, sonrasında kalbinin atışlarına ve en sonunda da solunumuna baktığında gözleri direkt Tugay'a döndü. Emin olamıyormuş gibi birkaç kez daha tekrar etti bunu. Tugay'ın kaskatı vücudu her nefes alışında daha fazla ateşin içine gömülürken eğer şu an Giray'ı kaybedersek kendini öldürmeden bile önce ne yapacağını biliyordum.

Defne'yi öldürmek.

Doktor dördüncü tekrarının ardından yeniden Tugay'a döndü ve yutkunarak "Tam olarak emin olamam," dedi korkudan, "fakat anladığım kadarıyla nabzı normale dönüyor gibi görünüyor, panzehir etki etmiş."

Gamze'nin dudaklarından tiz ve neşe dolu bir çığlık koptuğunda Nida da direkt gülerek Tugay'ın bacağını sarıldı. Ben ise ellerimle ağzımı kapatıp soluma döndüm ve Sinan'ı gördüğüm an onu kendime çekip öyle bir sarıldım ki, o da aynı şekilde bana karşılık verdi. Gözyaşları yanaklarımdan bu kez mutluluktan dökülürken daha sıkı sarıldım ona ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. İçimde tuttuğum bütün acının aktığı yer gözyaşlarıydı ama gülüyordum.

"Amına koyayım," dedi Marco arkamdan ve ondan hiç beklemezken koşup Tugay'ı kendine çekti ve bir kardeş gibi onu kendine yasladı. Tugay, şaşkınlıkla karışık bir gülümsemeyle etrafa bakarken direkt benimle göz göze geldi ve sonrasında o da Marco'ya sarıldı. "Amına koyayım," dedi Marco bir kez daha sonrasında da yaptığı hareketin abartılığını fark edip geri çekildi. "Çok korktum ulan," dedi dişlerinin arasından. Sevgisini göstermiş olmak Marco'yu utandırmıştı. "Ama korktuğum tabii ki, erik yüzünden öleceğinin düşünülmesiydi." Tiksiniyor gibi nefesini verdi. "Yazın erik, kışın mandalina severdim, eriğin de içine sıçtılar, ne yiyeceğim ben şimdi?"

"Abi konumuz bu mu?" dedi Javier geriden.

"Sus," dedi Marco ona bakıp. "Ve bana en acilinden yeni bir meyve bul."

Tam o esnada gözlerim Lena'yla kesiştiğinde elleri yüzünde mutlulukla Giray'a baktığını gördüm sonra bakışları Tugay'a kayıyor, tebessümü daha fazla katlanarak artıyordu.

"Marco," dedi Tugay en sonunda. "Boğuluyorum." Marco şaşkınlıkla gözlerini açtığında hâlâ Tugay'a sıkıca sarıldığını fark edip geri çekildi ve üzerini düzeltti. Tugay gülümsediğinde eğilip bacağına dolanan Nida'yı kucağına aldı ardından bana yaklaşıp sol koluyla çekip sıkıca sarıldı; şakağıma uzun bir öpücük kondurduğunda nefesini öyle bir verdi ki, gücünün yerine gelmesinden daha ziyade güçsüzlüğü bir öpücükle sanki yok oldu.

"Şimdi ne yapılması gerekiyor peki?" diye sordu Gamze heyecanla. "Yani biz ne yapacağız?"

Doktor kaşlarını çattı. "Aynı rutinde devam edecek, kendine gelmesini bekleyeceğiz. Eğer iyileşiyorsa yavaş yavaş kızarıklıkları gidecektir sonra gücünü toparlayacaktır."

"İyileşiyorsa değil," dedi Tugay, o eskiden olan güveni yerine gelirken. "İyileşecek." Bu kez dönüp Nida'nın şakağına bir öpücük kondurduğunda bakışları Marco'ya döndü. "Odaya sadece ben, avukatım ve Marco girebileceğiz." Doktora baktı. "Sen de biz varken girebilirsin."

"Defne'ye ne olacak?" Soruyu sorarken alacağım cevaptan neredeyse emindim.

Tugay, Nida'ya baktı ve sonrasında elinin tersiyle yüzünü okşayıp Giray'a döndü. "Ona Giray karar verecek."

🥺

Giray'ın yaşattıkları bana çok önemli bir şeyi fark ettirmişti.
Yüzleşme korkusu.

Meryem'le olan yüzleşme korkusunu. Babamla kendi içimde yüzleşebilmiştim, nedenlerim vardı. Annemle yüzleşebilmiştim, nedenlerim vardı ama Meryem'le bir türlü kendi içimde yüzleşememiştim. Bu yüzden olması gerek ki, bir kez bile olsun onun mezarına ziyarete gidememiş, kendi içimde bile pek onunla konuşamamış hatta ölümünü durmadan ertelemiştim.

Ölüm Timi'ne ait olan bahçedeki küçük salıncakta oturmuş, ilerideki onlara ait mezarlığa bakarken kendi içimde onunla konuşmak için çaba sarf ediyor ama içimdeki o suçluluk hissini bir türlü bastıramıyordum.

Tugay Giray'ın yanındaydı, diğerleri tam olarak neredeydi bilmiyordum, üç saate yakın geçmişti, bir hareketlenme olmamıştı ama kalbi de durmamıştı. Bu yaşayacağını gösteriyordu, kalpten emindim yaşayacağından ama kalbim, Meryem'in öleceğini hissedememişti. Öyle ki, o ölmeden önce hayatımın en mutlu dakikalarını yaşamanın verdiği suçluluk duygusu da sırtıma yüklenmişti.

İkili salıncağın yanında ağırlık hissettiğimde ve birisi yanıma oturduğumda bakışlarım soluma döndü. Gamze. Bana bakmak yerine o da baktığı yöne döndü ve sonrasında üzerindeki ince ceketin cebinden bir sigara paketi çıkardı. İçinden bir sigarayı çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi ve sonrasında bana bakmadan paketi uzattı. Geri çevirmeden içinden ben de bir sigara aldığımda ve ucunu yakmasına izin verdiğimde benimle neredeyse beş dakika kadar sessizliği paylaştı.

En sonunda "Bence gitmelisin," dedi, sakin bir sesle. "En azından yüzleşmiş olursun."

Kaşlarım hafifçe çatıldığında "Nereden anladın?" diye sordum.

Gamze, en sonunda gülümseyerek bakışlarını bana çevirdi ve başını omzuna doğru yatırdı. "Biz dost olduk bence Eftalya Atalar," dedi içten bir tebessümle. "Ve dostlar birbirini anlar."

Ben de gülümsediğimde sigaradan bir duman çektim ve sonrasında "Bilmiyorum," dedim solgun bir sesle. "Haksızlık gibi geliyor." Başka söyleyeceğim birçok cümlem vardı ama onları dile getirmek bile istemedim.

"Sinan sürekli ve sürekli onların mezarını ziyaret ediyor," dediğinde nefesini verdi. "Ve bence bunu senin için de yapıyor. Anlattığı kadarıyla senin ailen, onun da ailesi olmuş ama her gittiğinde sanki seni de yanında götürüyor. Ben seni anlayabilirim ama o sanki seni tamamen hissediyor. Sözsüz bir anlaşma gibi." Başını aşağı yukarı salladı. "Eğer gitmekten geri duruyorsan da bunu Sinan için de yapmalısın çünkü o yalnız kalıyor, kimse bir mezarı yalnız başına ziyaret etmenin verdiği ağırlığı kaldırmak zorunda değil. Hatta şu an bile orada olduğuna eminim."

"Gamze," dedim şaşkınlıkla. "Bunu ben," başımı iki yana salladım, "ben bilmiyordum."

"Çünkü savaşın, acının, kazançların arasında kendini o kadar çok unuttun ki bence. Hepimiz unuttuk." Sanki içinde bambaşka cümleler de barındırıyordu. "En nihayetinde insanız, düşebiliriz, üzülebiliriz, acı çekebiliriz ama özellikle sen ve kurucu, hayır, şu an üzülemem sırası değil, hayır şu an düşemem, sırası değil diyerek kendinizi öyle bir yönetiyorsunuz ki..." Omzunu indirip kaldırdı. "Sizinle bu noktada çok ayrılıyorum. Hepinizden ayrılıyorum aslında. Ben ne hissedersem onu yaşayan biriyim, çoğunuza abartı gelen hareketlerim benim içimden gelenler. Birini öldürürken kahkaha atma isteğimi bastırmama gerek yok, birini severken dozunu ayarlamamalıyım, birisi beni üzdüğünde en dibine kadar o acıyı çekmeliyim. Ne hissediyorsam onu yaşamalıyım, benimki normal olmayabilir ama sizinki de değil."

Bir tarafım kendi içimde sor diye savaş verirken diğer tarafım sormamam gerektiğini, burnumu sokmamam gerektiğini dile getirip duruyordu fakat Gamze haklıydı, biz onunla o hücrede bir dost olmuştuk. Kurallara göre ilerlememe gerek yoktu, bir arkadaş, bir dost nasıl davranıyorsa öyle davranmalıydım.

"Peki Sinan'ın o masada söylediklerinden sonra ne hissediyorsun?"

Cevap vermedi.

"Neden susuyorsun ki?"

Yine cevap vermedi.

En sonunda dayanamayıp o soruyu sordum. "Gamze o oyunu araştırmış mıydın Sinan itiraf etmeden önce?"

Çok kısa bir sessizlik. Öyle kısa bir sessizlik ki, Gamze'ye belki de çok uzun gelen ama cevabı da bir o kadar kısaydı. "Evet, araştırmıştım."

Neden şaşırdığımı bilmiyordum, kim olsa araştırırdı ama ben bana verdiği sözü tutar diye düşünmüştüm. Dudaklarım aralandığında Gamze sigarasından bir duman daha çekti, yüzünden hiçbir duygusunu okuyamıyordum, başka da hiçbir şey söylemek istemiyormuş gibiydi. "Peki şu an ne hissediyorsun?" diye sordum. "Ve araştırdığında ne hissettin?"

Omzunu indirip kaldırdı. "Hiçlik."

"Nasıl yani?"

Gamze, ayaklarına baktı ve yerdeki çimleri iteledi. "İlk önce sana kızdım, böyle bir söz neden verdirdin diye fakat sonrasında seni anladım. Herkes Sinan için olduğunu düşünebilir ama sen Marco için bunu yaptın. Sonra geçmişi düşündüm, kendimde hata aradım ben mi bir şeyleri yanlış anladım diye ama gün sonunda neyi fark ettim biliyor musun?" Gözleri bana döndüğünde bakışlarında öfke vardı. "Bu bir oyunla gerçekleşti, bunu bana söyleyen Marco olmadı ve konu orada kapansın istedi. Benim geçmişte gösterdiğim cesaretin çeyreğini yine gösteremedi. Bir karşılık bulamayacağından ötürü değil, Marco korkak bir adam, bununla bile yüzleşemedi." Çenesiyle mezarlığın olduğu tarafı gösterdi. "Ve sonra Sinan, Marco'nun yerine cesaret etti, bunu bana söyledi. Amacı da sadece beni düşünmekti. Peki ya bunu yapmalı mıydı?" Kaşlarını çattı. "Hayır, bunu yapmamalıydı, ben de hafızamın derinliklerine gömmüştüm bunu. Bilmeseydim de olurdu yani ama Sinan gün yüzüne çıkardı, bana Marco'ya ve kendine bir yük bindirdi."

"Yük mü?" diye sordum. "Aslında Sinan'ın senden tek istediği hislerinden emin olmandı."

"Hislerimden emin olmamı isteseydi, bunu bana yalnız başımayken söylerdi. O Marco'nun yanında bunu bana söyledi çünkü yüzleşmemizi istedi. Üzeri çizilen, yaşanmayan ya da yarım kalan aşklar zaman aşımına uğrar. Eğer sadece bana söyleseydi konu kapanacaktı ama o masada söyledi ki, ikimizi o yüzleşmeye zorunlu tuttu. Kafasında tek bir soru işareti bile kalmasın istedi. Sinan hem çok cesur hem de çok zeki bir adam, Eftal."

"Peki yüzleşecek misin?" Yutkundum. "Marco'yla yani."

"Benim yüzleşecek hiçbir şeyim yok ki," dedi Gamze rahat bir sesle. "Hislerimi zamanında sonuna kadar yaşadım, sonuna kadar söyledim ve sonuna kadar çabaladım. O ise dümdüz duvardı. Ben sana aşık değilim, dedi sadece. Reddedilmenin o kötü hissini hiç yaşadın mı?" Cevap vermemi bile beklemeden devam etti. "Hatayı hep ama hep kendinde ararsın. İlk önce fiziksel olarak kendimi eleştirdim güzel değil miyim, diye. Sonra davranışlarımı sorguladım. Ruhuma bile savaş açtım. Yanlıştı ama özgüvenimi hiç ettim, ayaklarımın altına alıp ezdim. Elbette bir başkasının sevgisi bizim kendimize olan güvenimizi sağlayamaz ama his bu, çocukluktan beri aşıktım bir de, kabullenilmemek mahvetti beni. Zamanla ona öfke duydum sonrasında ise Giray'ın bir cümlesi beni kendime getirdi. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, bu kalplerimizle alakalı görüntülerimizle, ruhlarımızla değil." Gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. "Kabullendim kabullenmesine ama şimdi bu gerçeği öğrendim, güya bana aşıkmış. Aşıktı belki de bilmiyorum. Hala geçip bana söylemiyor, hâlâ bir kaçış içerisinde. En azından o kadar özgüvensiz hissettirmesine, üzmesine karşılık geçip bunu bana itiraf edebilirdi. Zaman geçmiş üzerinden. Biz onunla aşktan önce arkadaştık, hak etmedim mi bunu?"

Çok haklıydı, öylesine haklıydı ki onu anlamak benim bile kalbime kırıyordu şu anda. "Bilmiyorum," döküldü dudaklarımdan. "Marco her konuda çok cesur bir adamken böyle konularda dünyanın en korkak adamı. Yüzleşmekten korkuyordur, belki de kimseye anlatmadığı bir nedeni vardır."

"Eftal," dedi gözlerini devirerek. "Aşk sence cesaretsiz bir duygu mu?" Hızlıca devam etti. "Aşk dünyanın en mantıksız duygularından birisi, beynin ölümü gerçekleşiyor. Söylesene, aşık bir insan çaba göstermeden durabilir mi? Hangi neden aşık bir insanı engeller?" Kaşlarını çattı. "Aşk korkusuzluktur, cesarettir ve çabadır benim nezdimde. Korkak bir adamı hiçbir zaman istemem ben."

Kendimi tutamayarak "Peki ya gelip sana geçerli nedenler sunarsa?" dedim. "Veya şu an bir cesaret gösterirse? Arkasında durursa?"

"Bir nedeni olduğuna inanmıyorum," dedi Gamze omzunu silkerek. "Ayrıca aşık olduğuna da inanmıyorum."

"Gamze," dedim baskın bir sesle. "Ya bunu yaparsa? Çünkü Sinan'ın istediği bu yüzleşmeydi."

Gamze gözlerini kıstı. "Bunu Sinan'ın en yakın dostu olarak mı soruyorsun yoksa benim dostum olarak mı?"

"Her ikisi de." Çenemi havaya kaldırdım. "Aldığım her cevap ikinizin de yolunu belirleyecek, kimseyi sevmediği diye suçlayamaz ama insanları birini kandırdığı için suçlayabiliriz. Kalbin hâlâ Marco'daysa Sinan'ı kandırmış olursun ve ben buna izin vermem onun dostu olarak. Aynı şekilde kalbin hâlâ Marco'daysa yaşamak istediğin hayatı yaşamamış olursun ve sana da sinirlenirim bu yüzden." Bir kez daha sordum. "Ya sana geçerli nedenler sunarsa ve o aşka inandırırsa?"

Gamze huzurlu bir nefes verdi, salıncaktan kalktı ve ellerini üzerine silip gülümsedi. "Üzerinden çok zaman geçti, ben büyüdüm ve değiştim Eftal. O yüzleşme ise hiçbir zaman gerçekleşmeyecek çünkü artık kendimi yarım kalmış değil," bakışları mezarın olduğu yöne doğru döndü, Sinan'ın bulunduğu yere, "tamamlanmış hissediyorum."

Bakışlarım onun üzerindeyken aklımdan geçen tek bir cümle vardı: Bir gün o yüzleşme gerçekleşecekti ve Gamze belki de kalbinin en büyük sınavını verecekti çünkü içimden bir ses, Marco'nun nedenlerinden ziyade korkaklığının bedelini zamanında çok ağır ödediğini söylüyordu.

🫨

Giray'a panzehir verilmesinin ardından tam dört saat geçmişti ve hâlâ bir ses seda yoktu. Ben ise kendi içimdeki savaşımda mağlup olmuştum. Mezarlığın uzak bir köşesinden ailemin yan yana olan mezarlarına bakıyordum. Babam, annem ve kardeşim. Ve tam da Gamze'nin söylediği gibi Sinan onların mezarının yanında topraklarına çiçek ekiyordu.

Sinan çiçek ekmekten hiç hoşlanmazdı ama sanki benim için onların mezarına çiçekler ekiyordu.

Dakikalardır onu izlediğimden bihaberdi ama en sonunda arkasını dönüp geri dönmek istediğinde köşede onu izleyen benimle göz göze geldi ve kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Gülümsemeye çalıştığımda bu kez de endişeyle kaşları çatıldı ve hızlı adımlarla ailemin mezarının olduğu yerden ayrılıp bana doğru yürüdü.

Her mezarın üzerinde birbirinden ayrı rengarenk çiçekler vardı, her mezarın başına filizlenmesi için bir tohum ekmişti ve o ağaçlar büyüyecekti biliyordum. Bunların hiçbirini ben ailem için yapamamıştım, Sinan kendi ailesi olarak bildiği insanlar için yapmıştı. Öyle ki, annemin bütün ona karşı olan tavırlarına rağmen sevgisiyle annemin mezarına yasemin çiçeklerinden ekmişti.

"Eftal," dedi karşıma geldiğinde ve sonra elleri kollarımı tutup ovuşturdu. "Ne zamandır buradasın?"

Mezarlara bakarken "Asıl sen ne zamandır buradasın?" diye sordum, bütün zamanları kastederek.

Sinan, yutkunduğunda çenesi kasıldı ve dağılan saçlarını düzeltmek istermiş gibi ellerini saçlarını geçirdi fakat tedirgin olduğunda yaptığı bu hareketi en iyi ben bilirdim. Yeşil gözleri arkasında kalan mezara kaydığında geniş omuzlarından artık o mezarı göremiyordum çünkü önümdeydi fakat yeniden bana döndüğünde üstten bir bakış attı.

"Gömüldüklerinden beri geliyorum," dedi afallayarak. "Ve ben," eli bu kez ensesine gitti, "çiçekler ekiyorum çünkü biliyorum, sen de gelsen çiçekler ekerdin."

"Evet, ekerdim," dedim göğsüne bakarak çünkü utanıyordum. "Hiç olmadık topraklara bile çiçek ekme meraklısı olan Eftalya Atalar'ın ailesinin mezarına hiç çiçek ekmemesi ne kadar utanç verici öyle değil mi?"

"Eftal," dedi yeniden omuzlarımı tutup ve ben ona bakana kadar beni göz hapsine aldı. En sonunda bakışlarım ona döndüğünde yüzündeki mutsuzluğun yanındaki o korumacılığını gördüm. "Ben bu çiçekleri senin için ekiyorum zaten çünkü biliyorum seni, tanıyorum. Gelebilsen gelirdin, ekebilsen ekerdin. Bak," dedi çocuksu bir heyecanla önümden çekilip mezarları göstererek. "Senin için yaptım en çok ve orada tohumlar da var, ister misin şimdi bir tane de sen dikmek?"

"Hayır," dedim korkak bir sesle ve geriye doğru bir adım attım. "Hayır, hiç gerek yok."

Yüzüme uzun uzun baktı. Öyle uzun baktı ki, beni gerçekten iyi tanıyan o arkadaşımı, dostumu hatta kardeşimi gördüm bakışlarında. "Bütün dünya," dedi adeta heceleyerek. "Seni suçlasın. Bütün dünya senin kötülüğünü savunsun. Hatta sen bile geçip kendini suçla, umurumda değil, ben biliyorum seni. Ben kendini affetmeyen o Eftalya Atalar'ı da biliyorum. Seni korumak sadece fiziksel anlamda olmak zorunda değil, seni hatalarından da korurum sonradan pişman olma diye."

"Sinan," dedim susmasını istermiş gibi çünkü ondan da utandığımı hissediyordum.

"Biliyorum," dedi rahat bir sesle. "Bir gün bu mezarlara geleceksin, işte o zaman geldiğinde ben bu mezarlara neden çiçek ekmedim diye üzülme diye ektim o çiçekleri."

"Sinan," dedim bir kez daha ve sonrasında alnımı göğsüne dayayıp ona sıkıca sarıldım. Sinan da saçımı bir baba gibi okşadığında sanki dolaşan o eller, Adnan Atalar'a aitti. "Bir gün ben de çiçek ekebilir miyim sence?"

"Kendini affettiğinde evet," dedi Sinan. "Ve kendini affedeceksin, biliyorum."

"Suçluyum ama."

"Değilsin ama."

"Öyleyim ama."

"Hiç olmadın ama."

Burnumu çekip güldüğümde geriye çekildim ve ona baktım. "Beni taklit etme ama."

Sinan da güldü. "Senin attığın adımdan biliyorum ben ne hissedeceğini. Şimdi affetmeyeceksin belki ama bir gün affedeceksin, hem belki o zaman babanın bana verdirdiği sözü sen gerçekleştirirsin."

"Ne sözü?" Kaşlarım havalandı.

"Bir keresinde birlikte rakı içerken bana, annen ondan sonra ölürse mezarına gidip yasemin çiçekleri ekmemi söylemişti, öyle kokuyormuş çünkü. Şimdi ona verdiğim sözü de gerçekleştiriyorum."

Başımı ağır ağır iki yana salladım. "Öldükten sonra bile eşinin mezarına ekilecek çiçeği düşünmesi tam da babama yakışırdı, biliyor musun?" Ve bu o kadar tanıdık gelmişti ki, aslında bir kez daha babam ve Tugay'ın nasıl birbirlerine benzediklerini görmüştüm. Aynısını o da yapardı, biliyordum. Bu ürpermeme neden oldu.

"Eh," dedi Sinan kafamı dağıtmak istermiş gibi ve sonrasında beni kolunun altına çekti ve diğer tarafa yürüttü. "En azından kızının deliliğinin kime çektiği belli oluyor."

Ben de güldüğümde kolumu beline sarıldım ve mezarlık arkamızda kaldı. Şu an özellikle Meryem'le yüzleşmeye gücüm yoktu ama bir gün kendi içimde kendimi affedersem o mezara gidip çiçekler ekeceğimi biliyordum. "Bana deli diyene bak," dedim kendimi tutamayıp. "Neydi o masada yaptığın senin?"

Sinan, başıyla başıma vurdu hafifçe. "Beni bilirsin, avukat Eftalya Atalar, örgüt lideri Eftalya Atalar, katil Eftalya Atalar, ünlü Eftalya Atalar, çocuk Eftalya Atalar, süper kahraman Eftalya Atalar." Kıkırdamaya başladığımda o da güldü. "Dururum dururum sonra bir şey yaparım, herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutar. Seninki bile kocaman gözlerle bana baktı." Derin bir nefes verdi. "Ve o kadar rahatladım ki sana anlatamam, yük kalktı üzerimden."

"Peki Gamze'yle konuştun mu koruma Sinan, yakışıklı Sinan, şaşırtan Sinan, herkesi bayıltan Sinan?"

"Hayır," dedi gülüşünün arasından. "Ayrıca vaktimiz mi var şöyle oturup konuşmaya?" Kaşlarını çatıp bana baktı. "Aylar önce Kerem solucanını öldürmek istemekten başka isteğim yoktu şimdi dünyanın yarısıyla savaşıyorum." Gözlerini kıstı ve tiksiniyormuş gibi nefesini verdi. "Yok tamam, ben yine de Kerem yerine dünyanın yarısını tercih ederim."

"Öyle söyleme," dedim yapay bir mutsuzlukla. "Çok iyi anlaşırdınız, kendisi her yemek yemeden önce ilk sana tattırmak isterdi."

Sinan gülmeye başladı. "Sana bir şey itiraf edeceğim."

"Ne?"

"Bir keresinde yiyeceği yemeğin içine müsil koymuştum." Gözlerim kocaman açıldı. "Ve o göt herif, o yemeği bana da tattırdığı için ikimiz de mideyi bozduk."

"Sinan," dedim yüksek bir sesle kahkaha atarak. "Şaka mı yapıyorsun?"

"Ve ben daha az yediğim için hemen iyileştim ama o mahvoldu. Ne yapayım, öldüremiyordum, dövemiyordum, kılkuyruk yüzüne yumruk da atamıyordum. Bir yerlerden acısını çıkarmam gerekiyordu."

Kahkahalarım devam ederken ilerden "Koşun!" diye bir ses işittim, evin önünde Gamze bize sesleniyordu ve yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. "Koşun, Giray uyandı!"

Gözlerimi kocaman açtığımda ikimiz de koşar adımlarla eve doğru ilerledik ve Sinan arkamdan dış kapıyı kapatırken ben merdivenleri hızlıca tırmanıp Giray'ın odasının içine daldım, "Giray!" diyerek.

Herkes içerideydi ve sona kalan Sinan ve ben olmuştuk. Giray'ın hemen solunda Tugay duruyordu, sandalyeye oturmuş, kardeşinin yüzüne bakıyordu, Nida, yatağın üzerine oturmuş, Giray'ın elini tutuyordu. Marco, Gamze, Javier, Lena, Ufuk, Pink ve birkaç kişi daha yatağın ayakucundaydı.

Giray'ı yattığı yerden azıcık doğrultmuşlardı ve sırtı yastığa yaslı uzanıyordu. Gözleri yorgun bakıyordu, dudaklarına hâlâ renk gelmemişti ve seruma bağlıydı ama göğüs kafesindeki kızarıklıklar iyileşmeye başlamıştı. Bakışları içeriye dan diye dalan bana döndüğünde tebessüm etti ve sonrasında "Yengeciğim," dedi gülmeye çalışarak. "Kırsaydın kapıyı ya. Naber nasılsın?"

Böyle bir tepki beklemediğim için gözlerim açıldı ve herkesin yüzüne baktım fakat onların ne düşündüğünü bilmiyordum, Gamze gülmemek için kendini zor tutuyordu, Tugay'ın ise kafası karışmış bir hali vardı. Ölümden dönen bir adama göre fazla neşeliydi.

"Giray," dedim yutkunarak ardından Marco'nun yanına geçtim. "Nasılsın?"

"İyiyim ya, şöyle bi gittim geldim," dedi rahat bir sesle. "Sen nasılsın yengem?" Bakışlarım Marco'ya döndü ve başını iki yana salladığını gördüm. "Bir keresinde Tugay'a avukattan yenge mi olur, çekirdek çitler gibi adam öldürüyoruz demiştim, Tugay da bana avukat çekirdekleri çiğ yer demişti, aklıma o geldi." Tugay boğazını temizlediğinde Giray kaşlarını kaldırıp ona baktı. "Ne oldu çekirdek? Pardon biz çiğdem diyorduk."

"Marco," diye fısıldadım ona dönüp. "Ne oluyor?"

"Mahvolduk," dedi Marco kısık sesle. "Acılarını dindirsin diye afyon şurubu gibi bir ilaç vermiş doktor, kafası pek yerinde değil, ağzına geleni sayıyor. Sıçtık hepimiz, sırlarımızı ifşalayacak."

"Marcito." Giray bu kez Marco'ya seslendi. "Bana buzlu badem bulur musun?"

"Giray," dedi Marco gözlerini devirip. "Az önce çikolatalı çilek istedin."

"Şimdi de buzlu badem istiyorum."

"Nerden çıktı şimdi?"

"Çünkü sana sokacağım."

Kendimi tutamayıp güldüğümde Gamze'yle Sinan da bana katıldı. Tam o anda Sinan'ı gören Giray, gözlerini kocaman açtı ve doğrulmaya çalışarak "Resmen beni bayılttın," dedi Sinan'a doğru. "Hatırlıyorum." Gülmeye başladı sonra gözleri yeniden açıldı ve Marco'ya baktı. "Adam resmen Marco'nun Gamze'ye aşık olduğunu söyledi sonrasını hatırlamıyorum, içim geçmiş." Bir tek kendisi güldüğünde Marco kasıldı. "Çok komik değil mi? Sinan bunu söyledikten sonra şaşkınlıktan bayılmışım gibi."

"Giray," dedi Tugay gülümsemeye çalışarak. "Sen biraz dinlensen mi?"

"Yok," dedi Giray. "Ben dans etmek istiyorum."

"Ya," dedi Nida gülerek. "Benimle dans eder misin peki?"

Giray gözlerini kısıp Nida'ya baktı. "Nida biliyor musun, biz örgüt lideriyiz." Tugay öksürmeye başladığında herkes aynı anda öksürdü ama Giray devam etti. "Ve meydan okuyoruz herkese. Başkan'ı salıncak gibi ipin üzerinde..."

"Girito," dedi Marco son harfi uzatarak. "Artık uyku vakti."

Tugay, Nida'yı götürmem için bana baktığında Giray bu kez de sert gözlerle Marco'ya baktı. "Bu niye burada hala?"

"Yine başladık."

"Ne?" Şaşkınlıkla ona baktım.

"Lan," dedi Giray doğrulmaya çalışarak. "Beni nasıl erikle zehirledin ulan sen?" Gözleri kocaman açık Tugay'a baktı. "Haini görüyor musun? Mahvetti beni."

"Bence daha fazla afyon şurubu verilmemesi gerekiyor," dedi Lena doktora doğru ama Giray'ın ağrılarının olduğu açıktı. Onun cümlesinin ardından Giray'ın bakışları ona doğru kaydı ve yüzündeki gülümseme çapkın bir hal aldığında Lena'ya göz kırptı. Dudaklarım aralandığında Marco da "Şerefsiz," diye fısıldadı. "Şu halde bile ne peşinde, eski haline döndü çocuktan."

"Merhaba," dedi Giray Lena'ya doğru. "Seni galiba rüyamda gördüm."

"Seni rüyamda gördüm olayı çok eskide kaldı, Giray ve sen yaklaşık yirmi senedir uyuyorsun." Marco'ya kahkaha attığımda diğerleri de bana katıldı.

Lena ise utançla gözlerini kaçırdığında gülmemek için kendini zor tutuyordu. Giray kendine geldiğinde afyon şurubunun etkisiyle Lena'yla flörtleşmeye çalıştığını duyduğunda acaba ne tepki verecekti...

Fakat Giray, Lena'ya bakmaya devam etti. "Bunu bir de mesaj atıp söyleyeyim sana, olur mu? Numaranı versene bana."

"Benim telefonum yok," dedi Lena.

"Ne kadar da çağ gerisi ve ilkel bir kadın." Giray sırıttı. "Bayılırım."

Tugay öksürmeye başladığında "Delirmiş olabilir mi?" diye fısıldadı.

Giray ise bambaşka dünyalara dalıp bakışlarını pencereye doğru döndürdü. "Denize mi girsek ya? Ayaklarıma minik balıkların değmesini istiyorum, çok severim hissi."

"Bu bilgiyi neremize soksak acaba?" diye mırıldandı Marco bana doğru.

"Etkisi ne kadar sürüyor?" diye sordu Tugay, doktora.

"Değişiyor."

"Peki daha verecek miyiz?"

"Elimde bir tek bu şurup var," dedi doktor başını iki yana sallayarak. "Diğer türlü çok ağrıları olur."

"Tugay," dedi Giray bir anda ona dönüp.

"Efendim?"

"Küçükken acı biber yeme yarışması yapıp altımıza işerdik, hatırlıyor musun?"

"Giray," dedi Tugay ve etrafına baktı. "Bence artık uyuman gerekiyor."

"Peki senin ilkokulda tiyatroda ağaç rolünü oynaman?" Giray kahkaha atarak bize baktı. "Kırmızı Başlıklı Kız oyununu oynuyorduk, ben kurttum," sırıttı ve Lena'ya baktı, "rüyamda kurt değildim ama." Giray, gerçekten örgüt kurulmadan önce böyle bir adam mıydı, diye düşünmeden edemedim ama çok eğleniyordum. "Tugay da ormandaki dümdüz ağaçtı. Bütün tiyatro boyunca öyle durdu, en sonunda altına kaçırmıştı." Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda Tugay elini alnına vurup doktora baktı ama doktor da dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Sen niye hep işiyordun lan sahiden?"

"Ben o tiyatroda ağaç rolünde değil, büyükanne rolündeydim," dedi Tugay en sonunda dayanamayıp. "Altıma kaçırma nedenim de her gün evde ben uyurken o kurt kostümüyle beni korkuttuğun içindi." Hepimize baktı. "Kurt fobim var bu herif yüzünden."

"E ağaç kimdi o zaman?"

"Hatırlamıyorum," dedi Tugay yüzünü buruşturup. "Sen niye bu kadar takıldın ağaç rolüne?"

Giray dudaklarını büktü. "Bilmiyorum, birileri ağaç olsun istedim galiba." Yeniden Marco'ya döndü. "Bu herif neden hâlâ burada üstelik beni zehirlemişken?"

"Dakikada bir yenilenme, göt," dedi Marco sert bir sesle sonra Nida'yı fark edip sırıttı. "Lalesi yani, döt lalesi."

"Tugay," dedi Giray bir kez daha.

Tugay derin bir nefes verdi. "Efendim canım kardeşim?"

"Şu lisede aşık olup uğruna mektuplar yazdığın kızın adı neydi?"

"Uğruna mektuplar yazdığı kız mı?" diye sordum şaşkınlıkla. "Sadece bana mektuplar yazdığını söylemişti."

Tugay'ın gözleri kocaman açıldı ve başını iki yana sallayarak korkuyla ayağa kalktı. "Zaten öyle." Giray'a bakıp kaşlarını çattı ve sonra doktora dönüp baktı. "Olmayan şeyler anlatıyor, kes şu şurubu artık."

Giray, ağzını yüzünü hareket ettirip aynen aynen dermiş gibi onu geçiştirdi. "Kıza çiçekler de alıp duruyordu, bahçelere götürüyordu, yok efendim neymiş, her matematik sorusu, bir öpücükmüş."

"Tugay!" dediğimde herkes kahkaha atmaya başlamıştı.

Tugay da güldü fakat benim zerre tebessüm etmediğimi gördüğünde gülüşü dondu kaldı, sonrasında başını iki yana sallayıp doktora doğru "Şu şuruptan," dedi. "En iyisi biraz da bana ver, ihtiyacım olacak."

"Hayır," dedi Gamze. "Biraz daha konuşmaya devam ederse hepimizin ihtiyacı olacak."

"Gamze," dedi bu kez Giray da ona dönüp. "Geçen gün seni Sinan'ı öperken gördüm bahçede."

Gamze elleriyle yüzünü kapattığında Nida kahkahalarla gülüyordu ve en çok eğlenen oydu. Marco ise bu cümlenin ardından kaşlarını çattığında "Uyutsanıza artık şunu," dedi küfür edermiş gibi. "O panzehri götten vermemiz gerekiyormuş buna, diğer türlü devreleri yandı bunun."

"Lan," dedi bir anda Giray gözlerini kocaman açarak ve hepimize bakarak. "Oha lan!" Hepimiz anlamayan gözlerle ona baktığımızda büyük bir dehşet içindeydi. "Ölüyordum lan ben!" dedi sanki bir uyanış içindeymiş gibi. "Kim zehirledi lan beni?" Marco'ya baktı yeniden. "Sen zehirledin lan beni!" Ayağa kalkmaya çalıştığında Tugay omzundan onu itekledi ama Giray Marco'ya çatık kaşlarla bakıyordu. "Benim omzumda ağladın lan zamanında sen Gamze için, böyle mi olacaktı?"

Elimle ağzımı kapattığımda "Giray," dedi Marco dişlerinin arasından. "Şu saatten sonra bir daha elimden hiçbir şey yeme çünkü kendine geldiğinde bu kez seni gerçekten ben öldüreceğim."

"Olmayan şeylerin hayalini kurabilir," dedi doktor toparlamak istiyormuş gibi. "Sakin karşılanması gerekiyor."

"Hayır, Tugay aşk mektupları yazdı, Marco omzumda ağladı, Gamze Sinan'ı öptü," bakışları Lena'ya kaydığında yeniden sırıttı, "ve ben seni rüyamda gördüm."

Lena da boş bulunup "Ben de seni görmüştüm," dediğinde Marco eliyle yüzünü kapatıp kabustan uyanmak istiyormuş gibi hareketler yaptı.

Gamze'nin Sinan'ı öptüğü doğruydu, diğerlerinden asla emin değildik ve belki de olamayacaktık. Tıpkı Tugay'ı ağaç olarak hatırlaması gibi.

"Ayrıca," dedi Tugay'a dönüp. "Sen de büyükanne değil, ağaçtın."

"Büyükanneydim."

"Ağaçtın."

"Büyükanneydim."

"Kadın mısın yani?"

"Evet."

Giray gözlerini kocaman açtı ve bana bakıp kısık bir sesle "Duydun mu?" diye fısıldadı. "Kadınmış seninki. Ürperdim ne yalan söyleyeyim."

"Sahiden sen niye büyükanne oldun?" diye sordum Tugay'a şaşkınlıkla. "Yani o kadar rol arasından neden büyükanne?"

"Krallık'a mail atacağım," dedi Marco sırıtarak. "Tugay Demir Çeviker'le baş edemiyor musunuz, bir de büyükannesi geliyor diye. Karşılarına bi çıkacak kostümle, hop arkasında da kurt kostümünde Giray. Ülke filan dinlemez direkt kaçarlar zaten."

"Hayal ettirmesen olmaz mıydı?" diye sordum yüzümü buruşturarak.

Marco kaşlarını kaldırdı. "Herkesin karizması çizilir avukat, TDÇ'nin bile."

"Ağaçtı bu arada," dedi Giray sorumu bölüp.

"Ya," diye heveslendi Nida ve ellerini birbirine çarptı. "Sen tamamen iyileştikten sonra bir kez daha bu tiyatroyu çekelim mi?" O kadar heyecanlanmıştı ki, Giray da onunla beraber çocuk gibi heveslendi. "Hatta Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'i oynayalım. Ben Pamuk Prenses olayım, Prens," Sinan'ı gösterdi utanarak, "o olsun." Marco'ya baktı ve sırıttı. "Sen de ağaç olur musun?"

"Otuz üç yaşında adamım," dedi Marco. "Ama hayatım boyunca hiç bu kadar aşağılanmamıştım bir çocuk tarafından."

"Ya lütfen!" dedi Nida hevesle. "Lütfen! Hem bak cücelerim de var." Bizleri gösterdi ve sonrasında zekice bir şekilde Giray'dan söz istemek için ona döndü. "Söz ver, ne olursun!"

Tugay'ın "Hayır," demesine fırsat kalmadan Giray "Söz," dediğinde hepimiz mahvolmuş bir şekilde Giray'ın yüzüne baktık.

"Aman da aman," dedi en sonunda Marco da dalgaya alıp. "BL Örgüt Prensesi ve Ölüm Timi Cüceleri... Nasıl da temiz insanlarız, bak sen şu işe..."

"İnanılmaz," dediğini işittim ardımdan Javier'in. "Sen geç, tüm dünyaya şov yap ama burada Pamuk Prenses ve Yedi Cücelere dönüş. Anlatsan inanmazlar, gözleriyle görseler imkan vermezler."

"Yine de ben anlamadım," dedim yüksek bir sesle Tugay'ın duyacağı şekilde. "Söylediklerinin hangisi doğru, hangisi yalan?"

"Mektup doğru," dedi Giray.

"Mektup yalan," dedi Tugay.

Kaşlarım çatıldığında Tugay, başını omzuna doğru yatırıp korkulu gözlerle bana baktı.

"İnanılmaz," dedi bir kez daha Javier. "Sen geç ülkeye savaş aç, birçok insan yen ama bir kadının karşısında korkudan elini ayağını koyacak yer bulama." Tugay sert bir şekilde bakışlarını Javier'e çevirdiğinde Javier boğuk boğuk nefesler verdi. "Ay afyon şurubunu fazla kaçırmışım, bana bir şeyler oluyor."

Tugay'ın gözlerinin içine bakmaya devam ettim ve sonrasında saçımı arkaya atıp odadan çıktığımda hem eğleniyordum hem de gerçekten içsel olarak kıskandığımın farkındaydım. Bundan aylar önce kıskançlık duygusu bu kadar uzakken şimdi bu kıskançlığı hissetmek odadan çıktığım an gülümsememe neden oldu fakat sonra merdivenlere doğru yürürken arkamdan geliyor mu, diye dönüp baktım.

Hayır gelmiyordu.

Ayaklarımı yere vurduğumda ve merdivenlerden iniyormuş gibi davrandığımda kapıya bakmaya devam ettim ama yine gelmiyordu...

Kaşlarım çatık bir şekilde yeniden odaya doğru döndüğümde sert bir vücuda çarptım ve bu kişinin Tugay olduğunu fark ettim. Elimle alnımı ovuştururken "Dikkat eder misin lütfen?" dedim çatık kaşlarımın arasından.

Tugay, gülüp gülmemek arasında bakarken "Sen geri mi dönüyordun?" diye sordu, benim yeniden odaya döndüğümü anladığında.

"Hayır," dedim ardından "Evet," diye yanıtladım. "Yani hayır ama evet, ben şeyi soracaktım..." Boğazımı temizledim ve içeriye baktım ardından kollarımı önümde bağladım. "Defne'yi ne yapacağız?"

Tugay'ın adeta gözlerinin içi gülüyordu ve bunun nedeni Giray'ın uyanması mıydı yoksa yüzümdeki o aptal ifade miydi, bilmiyordum.

"Giray karar verecek ve gördüğün gibi aklı pek yerinde değil."

"Anlıyorum," dedim kollarımı önümde bağlamaya devam ederken. "Peki şeyi ne yapacağız?"

"Neyi ne yapacağız güzelim benim?" dedi öne doğru eğilip ağzını doldura doldura. "Söyle neyi ne yapalım, ne istersen onu yapalım, lütfen söyle."

Gülümser gibi oldum ve sonrasında saçımı arkaya doğru attım. "Giray uyandı," dedim elimle göstererek. "Yani X'in sesini yayınlamamız gerekiyordur artık diye düşünüyorum, sonuçta bir yerden adım atmak gerekiyor, ülkenin güveneceği birisine ihtiyacı var. Ben, örgüt lideri olarak diyorum ki..."

Tugay, gülümsediğinde dişlerini sıktı ve kanı kaynıyormuşçasına "Söyle," dedi dişlerinin arasından. "Ne olarak diyorsun, bir kez daha söyle."

Sanki o ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi benimle flörtleşiyordu ve ben de yine o kadına dönüşmüştüm. Aslında savaşlar bize öyle çok da dokunup geçemiyordu, acılar bizi tüketiyordu ama gün sonunda biz yine Avukat Eftalya Atalar ve Mahkum Tugay Demir Çeviker'e dönüşüyorduk.

"Ciddi bir şey anlatıyorum, Tugay," dedim kaşlarımı çatarak. "Ülke karışık ya hani şu an, oturup böyle dalga mı geçeceksin benimle?"

O da kollarını önünde bağladı ve sırtını duvara yaslayıp çenesini kaldırdı ama o güzel gülümsemesini benden gizlemedi. "Sence şu an ülke umurumda mı benim?"

"Haklısın tabii umurunda olan lisedeki aşk mektupları yazdığın kızdır." Tugay gür bir kahkaha attığında kaşlarım daha fazla çatıldı.

"Şu an ne alakası var bununla?" dedi gülüşünün arasından. "Bir yerden o lafı sokman gerekiyordu ve böyle bir anı mı buldun?"

"Bulacağım anlara ben karar veririm, istediğim lafı sokarım, istediğimde ciddileşirim, istediğimde de sana soru sorarım. Karşı mı geleceksin?"

Tugay, gülümseyerek başını iki yana salladı ve sonrasında kollarını açıp bileklerini öne doğru uzattı. "Beni kelepçelemek ister misin, sevgili Avukat? Her emrine uyabilirim, istediğin her şeyi yapabilirim, lütfen biraz daha devam et şu suratsızlığına."

"Ciddiyetsizsin, küstahsın ve üste çıkıyorsun."

"Ciddiyetsiz değilim, bir sana gülüyorum. Küstah değilim, sen delirdiğinde güzelliğinden mest oluyorum, üste çıkmıyorum, kucağıma gelmeni istiyorum, hem de her zaman." Son söylediklerinden sonra dudaklarım kocaman açıldığında bir şey söyleyecek gibi oldum fakat sonrasında geri sustum.

"Sen," dedim kekeleyerek. "Bakıyorum da keyfin yerine geldi."

"Sana bakarken hep keyfim yerinde."

"Hızın iki yüz oldu, suçlu erkek itemi bunlar, okudum hep internette."

"Ne?" dedi Tugay gülerek. "Neyi okudun?"

"Bir erkek suç işlediğinde hep çiçek alırmış," dedim işaret parmağımı ona doğru sallayarak. Isırıyormuş gibi atıldığında elimi çektim. "Hep güzel cümleler kurarmış, hediyeler filan alırmış. En başından beri hep böylesin, en başından beri suçluydun demek ki." Tugay kendini tutamayıp güldüğünde ben de güldüm ve sonra ciddileştim. "Hayır, kastettiğim suç, o suç değil ama suçluydun. Suçlu insan işte. Suçlu adam. Sensin işte."

"Sevgili avukat," dedi Tugay, gülüşünün arasından. "Güzelim benim, ne anlatıyorsun sen o güzel sesinle?"

"Konuyu değiştirdin mesela."

"Hangi konuyu?"

"Lisedeki aşkının konusunu."

Tugay, başını omzuna doğru yatırdı ve kollarını yeniden önünde bağladı. "Hangisinden söz ediyorsun?"

"Hangisi mi?" Şakaklarımı ovuşturdum. "Sanırım bayılacağım." Gülüşü kulaklarımdaydı. "Ben sanıyordum ki bir tek bana mektup yazdın, bir tek bana çiçekler aldın, bir tek bana böyle güzel cümleler kuruyorsun ama internette de okudum, erkekler biraz böyleymiş. Rol yapıyorsunuz, kendinize bağlıyorsunuz, bir de sen yalan söylüyorsun. Kaç tane aşkın oldu kim bilir, hepsine mektup mu yazdın? Bahçe olayı doğru muydu? Onlara da sevgili takısını takıyor muydun? Böyle bakıyor muydun?" Derin bir nefes verip gözlerimi açtım. "Çiçekleri elbiseler peki? Zaten çiçekli elbiselerden en iyilerini seçmenin bir nedeni olmalıydı, sen modadan nasıl anlayacaksın ki? E sen de elbise giymediğine göre..." Yüzümü buruşturdum. "Giy bir de. Ne gülüyorsun? Sen giymiyorsun, kız kardeşin daha minicik, soracak kimse de yok nereden bulabileceksin o kadar güzel elbiseleri? Daha önce aldın demek ki. Almadım diyebilir misin?" Ağzını açtı. "Susar mısın lütfen ben konuşuyorum, şu an." Gözleri kocaman açıldı. "Zaten senin burcun Yay, araştırdım, çapkın oluyormuşsunuz. Yükselenin neydi?" Yine dudakları aralandı. "Unuttum gitti işte. Oğlak burcu ve Yay burcu ilişkisine baktım, aynı biz. Sen hep böyle gülüyorsun, ben de hep böyle konuşuyorum." Dudaklarını ıslattı ve gözlerim dudaklarına kaydığında yutkundum. "Zaten biz seninle X'in evinin dönüşünde yemek yiyecektik, yapacaktın belki. Yapmamalısın zaten, üzülüyorum. Sen sarhoş olacaktın benim yanımda, o da artık gerçekleşmeyecek gibi görünüyor. Mektup yazmıştım sana, dans edeceğimizi söylemiştim delirmiş gibi. Film de izleyecektik. Hiçbiri olmadı. Sürekli kötü bir şeyler oluyor. Aynalı oda desen," yutkundum ve ellerime baktım, "ay ne bileyim, Tugay, şimdi konuşurdum da başını şişirmek istemiyorum, boş ver. Sonra ben çok konuşuyor oluyorum."

Tugay, başı omzunda beni dinlerken kollarını daha sıkı doladı ve yüzündeki gülümseme ışıl ışıl bir hal aldı. "Kaç kez daha söyleyeceğim sana, dünyanın bütün kelimelerini kullanarak konuşsan da bana az geliyor fakat sen çok konuştuğunu söylüyorsun." Yaslandığı duvardan ayrıldı ve sonrasında bana doğru bir hamle yaptığında yüzüyle yüzüm arasında bir karışlık mesafe kaldı. "Sımsıkı doluyorum ki kollarımı, seni omzuma atıp buradan kaçırmayayım fakat bir kez daha aynalı oda dersen mantıklı düşünmeyeceğim, hiçbir şeyi de umursamayacağım, seni alıp götüreceğim buradan." Nefesi yüzümü yalayıp kaçarken gözleri dudaklarıma kaydı ve kolları daha sıkı birbirine dolandı. "Sikerim burcunu, yükselenini, şu trip atma olayı ne kadar çok yakışıyor sana, farkında mısın?" Gözlerimi açtığımda aynı anda "Tüh," dedik. "Tüh kere tüh. Küfür."

"Ama internette erkekler trip atan kadınlardan hoşlanmaz yazıyordu," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen yakıştığını söylüyorsun."

"Benim sevgili avukatıma yakışmayan bir şey mi var?" diye sordu ve yüzüme biraz daha yaklaştığında dudağı neredeyse dudağıma dokunacaktı. "Sana yakışmayan tek şey ben olabilirdim, beni bile renklerinin arasına gizledin. Böyle gülümseme, öpeceğim seni dayanamıyorum."

"Yine de o ses kaydını..."

"Sikmişim ses kaydını."

"X'in yaptığını..."

"X'in gelmişini geçmişini sikeyim."

"Ülkedeki savaş..."

"Umurumda bile değil şu an."

"Giray'ın..."

"Giray'ı afyon şurubunun içinde boğacağım birazdan."

Gülümsedim ve sonrasında çenemi kaldırıp ona baktım ve dudaklarım dudaklarına sürtünürken "O halde," dedim ve dilimi yavaşça alt dudağına dokundurduktan sonra ufacık bir öpücük kondurdum. "Aynalı odamız..."

Tugay yutkunduğunda ve dilini alt dudağında gezdirdiğinde iniltili bir nefes verdi ve tam bana hamle yapacağı sırada içeriden ses yükseldi.

"Tugay!" diye bağırdı Giray yüksek bir sesle. "Tugay, Marco beni zehirledi erikle! Ölüyordum ulan ben! Koş!"

Kendimi tutamayıp güldüğümde "Güncelleme yeniden geldi," dedim ve geriye doğru bir adım attım, Tugay ise aynı şekilde kaskatı kalmaya devam etti. "Kardeşin çağırıyor, en iyisi sen onun yanına geç. Ben daha fazla kalamayacağım ve gidip biraz uzanacağım çünkü başka aşk mektuplarını da dinlemek istemiyorum."

Arkamı dönüp küçük adımlarla ilerlerken neredeyse arkamdan geleceğinden emindim ama merdiven basamaklarının önüne geldiğimde ve arkama baktığımda beni öylece izlediğini gördüm. Kaşlarım çatıldı, bir basamak aşağıya indim ve bir kez daha ona baktım. Yine öylece beni izliyordu. Birkaç basamak daha ona bakarak indim ama asla arkamdan gelmiyordu. "Şu an arkamdan gelmen gerekiyordu," dedim başımı sallayarak.

Tugay, gülümsedi ve beni delirtmekten haz alıyormuş gibi o da çenesini havaya kaldırdı. "Neyse," dedi o da trip atıyormuş gibi bir ses tonuyla. "Madem gidiyorsun, ben de kardeşime bakayım o halde. Ne yapayım..."

"Şaka yapıyorsun," dedim gözlerimi açarak.

Tugay ise benim gibi gözlerini devirmeye çalıştı fakat başaramadığında dudaklarından bir nefes verip arkasını döndü ve sonrasında odaya girip kapıyı kapattı. Dudaklarım kocaman bir O şeklinde arkasından bakarken Tugay Demir Çeviker tarafından trip atıldığına inanamıyordum.

Ve bu savaşı da elbette ben kazanacaktım.

Fakat o an fark ettim de aslında bizim dünyamıza bunların bile fazla olabileceğini. Hadi ama Eftalya Atalar, iki genç insan gibi flörtleşecek, sevgili olacak haliniz yoktu ya? İmkansızlıklar imkan dahilindedir ama bazı şeyler de imkansızdır, bunu anla.

🪞

Kötü bir kabus gördüğümün farkındaydım ama o kabusun içindeyken bile ne olduğunu anlayamıyordum. Her yer karanlıktı, uçak sesleri geliyordu ve bomba. Birileri durmadan benim adımı söylüyordu, tanıdık sesler değildi. Sanki haber kanalları durmadan benim adımı anons geçiyordu, ben ise karanlığın ortasında bağırmak istedikçe bağıramıyor, kaçmak istedikçe kaçamıyordum. Ellerime baktığımda ellerim yoktu, koşmak istediğimde bacaklarım karanlıkta kalmıştı.

Titreyerek ağzımda kekremsi bir tatla gözlerimi açtığımda odanın içinde yanık olan loş sarı ışıkla ve bembeyaz tavanla karşılaştım. Yüzümü buruşturduğumda elim kalbime doğru gitti, o kadar hızlı atıyordu ki, hâlâ kabusun etkisindeydim ve ne zaman uyuya kaldığımı bile hatırlamıyordum. Saat kaçtı, onu da bilmiyordum, sadece akşamın geldiğini penceredeki karanlık gökyüzünden anlayabiliyordum.

Bulduğum ilk odaya girmiş, yine de bir ümit Tugay'ın benim yanıma gelmesini beklemiştim, büyük ihtimal o ümitli anlar içerisinde uyumuştum ve kabusum da ümitlerim, umutsuzluğa dönüştüğünde ortaya çıkmış olmalıydı.

Giray nasıldı? Evin içinde öyle bir sessizlik hakimdi ki hâlâ kabusun etkisinde miyim diye merak ederek bakışlarımı kapalı olan kapıya doğru çevirdim ve o anda dikkatimi çeken bambaşka bir detayla yatağın üzerinde öyle bir doğruldum ki, başım döndüğü için komodine tutunmak zorunda kaldım.

Hemen solumdaki komodinin üzerinde bir çiçek vardı, sümbül çiçeği. Sonsuz sevgiyi ve bağlılığı simgelerdi. Çiçeğin arasında ise bir not kağıdı değil, benim fotoğrafım vardı, uyurken çekilmiş bir fotoğrafım. Bugün değil, ben gitmeden önce çekilen bir fotoğrafımdı. Saçlarım yastıkta dağılmış, yüzümde lekelerim parlıyor, hafif tebessüm ediyor. Öyle ki, ben bile o kadına bakarken ne kadar güzel göründüğünü düşünmüştüm.

Bu fotoğrafı ne zaman çekmişti, ne zamandan beri onunlaydı bilmiyordum ama çiçeğin dallarının arasına iliştirmişti.

Yutkunduğumda ve fotoğrafı elime aldığımda çiçeğin hemen yanındaki paketi gördüm, o paketin içinde ne olduğunu ise az çok tahmin edebiliyordum fakat fotoğrafı çevirdiğimde notun arkasına yazıldığını gördüm; nedeni ise o notta gizliydi.

Sevgili güzeller güzeli avukatım,

Bu zamana kadar en güzel çiçekleri seçip sana verdiğimi düşündüğüm için önce kendimden sonra senden çok özür dilerim, çiçekler aslında benim sana hislerimi anlatan bir araçtı sadece fakat asıl ve en güzel olan o çiçek sendin. Sensin ve hep sen olacaksın. Ben de bu yüzden, senin fotoğrafını sana veriyorum ve bu dünya üzerindeki en güzel çiçeği sana armağan ediyorum.

Bak fotoğrafına, o fotoğraftaki kadın benim dünyamın en güzel çiçeği. Daha güzeli yok.

Senden başka hiç kimseye mektup yazmadım, senden başka kimseye cümlelerim yok ve ben aslında büsbütün senden ibaretim; kalbim sadece senin için atıyor, seninle beraber de duracak.

Senin uzun cümlelerinin her detayı tek tek ezberimde ve bil diye söylüyorum sevgilim, görevim onları gerçekleştirmekten ibaret.

Şimdi sana aldığım bu beyaz çiçekli elbiseyi giy, hayır modadan anlamıyorum, sadece bütün çiçekler sende güzel duruyor. Giy bu elbiseyi ardından benim yanıma gel. En sevdiğin filmi izleyeceğiz, senin için sarhoş olacağım ve nasıl istersen öyle dans edeceğim seninle. Gözlerinde gördüğüm o tutkunun bin katını hediye edeceğim sana.

En güzel yemeği yapamayacağım belki ya da en sevdiğimiz yemekleri de öyle ama bizim için çabalayacağım, üzülme, kötü anıları güzellerle değiştirirsek yaralarımız ize dönüşmez. Biz kendimiz için sevdiğimiz başka yemekler buluruz.

İze dönüştürmeyeceğim, izin vermeyeceğim, kalbini kazandığım gibi güzellikleri de bizim için inşa edeceğim. Senin gibi bir kadının eşi olmanın verdiği gururla hareket edeceğim daima.

Gücün daima siperim olsun, o zaman her daim ayakta kalacağım; gücüm daima sana feda olsun, o zaman her daim kalbini hissedeceğim.

Sevgi ve aşkın ötesinde hissettiğim duyguyla,
            Sonsuza kadar senin eşin, emrindeki askerin ve mahkumun,
Tugay Demir Çeviker"

Gözlerim dolduğunda oturduğum yerden kalktım ve yeniden fotoğraf karesine baktım. Beni bana göndermişti, en güzel çiçek olduğumu söyleyerek. Daha üstü yoktu, olamazdı da. Diğer çiçeklerden de özür diliyordu üstelik.

Mektupta yazan her cümle öyle bir içime işlemişti ki kaç kere okumuştum bilmiyordum, öyle ki, odanın içindeki duşa girip banyo yaparken bile cümleler ezberimde dönüyordu. Çıktığımda, paketi açarken, paketin içinden beyaz derin göğüs dekoltesi olan mavi çiçekli dar mini elbise düşerken de...

Yanımda iç çamaşırlarım olmadığı için elbiseyi direkt giyindim ve sonrasında yüzümde o gülümseme devam ederken saçlarımı taradım. Nemli saçlarımı kurutma zahmetine bile girmedim, aynada gördüğüm lekelerime bakarken bile gülümsüyordum. Çenemdeydi, yanağımdaki, saçlarımın önündeydi, boynumdaydı, omuzlarımdaydı, göğüs kafesimde kocamandı... Kirpiklerimin bazıları bile beyazlamaya başlamıştı ama o kadar umurumda değildi ki; kendimi çok güzel hissediyordum.

Belki de hiç güzel değilken çok güzel hissetmeme neden olan bir adama sahiptim çünkü.

Ayaklarıma davette giydiğim topuklu ayakkabılarımı geçirdikten sonra sol elime sıkıca sümbülün içinde olduğu saksıya aldım, çantamı da öyle ve kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Merdivenleri inerken eve nasıl gideceğimi bilmiyordum ama tam dış kapıya giderken Marco'nun "Ben bırakacağım seni," demesiyle irkildim. Yan odadan çıktığında beni beklediğini anlamıştım. Gülümseyerek ona baktığımda ve kendimi tutamayıp sarıldığımda, ona kahkaha atarak bir şeyler söylediğimde, evden dışarı çıktığımızda, arabaya bindiğimizde... Hepsinde Marco'nun o bakışlarındaki ışık, aslında benim yaydığım ışıktı, biliyordum.

Saat akşam dokuz buçuk diyordum, gökyüzüne bak Marco, bulutlar ne güzel diyordum, yıldızlar parlaktı. Yaz esintisi vardı, Haziran gelmek üzere, diyordum Marco'ya. Yazın güzelliğinden söz ediyordum, lekelerimden bahsediyordum, kirpiklerime bulaşmış, kötü mü demiyordum, kirpiklerime kadar bulaşmış, ne kadar farklı diyordum.

Giray'ı sorduğumda iyi cevabını almıştım, bir şeyler anlatsa bile o kadar kafamın içindeydim ki, sanki zihnimin içinde bir şarkı çalıyordu; o şarkıyı bilmiyordum ama pencereyi açtığımda yüzüme çarpan yaz esintisi gibi hissettiren bir şarkıydı.

Tugay bana bir yaz esintisi gibi hissettirmişti bu akşam. Zihnimin içinde şarkılar çaldırmıştı, aynalara gülümsememe neden olmuştu. Bir insan, sessizliğin en ortasında şarkıları hissettirebilir miydi? Tugay bana hissettirmişti.

"Avukat," demişti en sonunda Marco eve yaklaşırken. "Aşk bu kadar güzel bir şey mi? Resmen yüzün güneş gibi parlıyor."

"Aşk değil," dedim pencereden dışarıya bakıp gözlerimi kapatarak. "Tugay Demir Çeviker'e aşık olmak güzel bir şey. Belki de hissettiğin aşkı yaşayabilmek güzel bir şey. Hatta bütün imkansızlıklara rağmen şu anı yaşayabilmek aşk, Marco. Biz bunu başarıyoruz. Önceden çekinirdim, şimdi sesli de dile getirebiliyorum. Onun aşkı beni güzelleştiriyor, ona olan aşkım beni iyileştiriyor."

Bütün yaşadığım her şeye bedel, dedirtiyordu bu his bana. Ya bu hissi hiç yaşamasaydım? Hayır, bu hissin bir gün bize yara açacağını düşünmeyecektim bugün. Savaşı düşünmeyecektim, ölümü düşünmeyecektim. Kaybetmeyi düşünmeyecektim.

Bir barda tanışan Eftalya Atalar ve Tugay Demir Çeviker olabilirdik bugün biz. Bunun gerçekleşmesini sağlayacaktım çünkü Tugay da en başından beri bizim aramıza savaşı hiç sokmamıştı; ilk karşılaştığımız günden beri anı yaşamıştı.

Araba evin önünde durduğunda hızlı bir şekilde indim ve Marco'ya görüşürüz bile demeyi unuttuğumu fark ettiğimde geri döndüm, onun sürücü koltuğunun kapısını açtım ve sonrasında indirip ona da sarıldım. Ağzının içinde bir şeyler geveledi, delilikten söz etti sanırım, tam bilmiyordum ama ben heyecandan ne yapacağımı bilemez haldeydim.

Onu serbest bırakıp yeniden eve döndüğümde Marco'nun ardımdan sesi geldi. "Merak etmeyin, Nida'ya ben bakacağım, kölenizim zaten..."

Sırıtıp ona el salladığımda kapının önüne gittim ve saksıya daha sıkı bir şekilde sarıldım. Elimi kaldırıp kapıyı çalacağım sırada ise benim çalmama izin vermeden o kapı açıldı.

Tugay'ı tam karşımda bulduğumda üzerinde onu o yılbaşı gecesi gördüğüm gibi beyaz keten gömleği vardı, dirseklerine kadar kollarını sıyırmıştı, ön iki düğmesi açıktı. Altında siyah pantolonu. Saçları yeni yıkanmış ve nemli, tıraşını yeni olmuş, gözleri parlıyordu. En bilindik, en güzel gülümsemesini bana gönderdiğinde her şeye rağmen böyle gülümseyebilmemiz de bir kazançtı aslında, bir galibiyetti, bir zaferdi.

Sol protez elini öne doğru uzattığında gömleği gerildi, başını ise sola doğru yatırdı. Sol elimi onun eline bıraktığımda herkes tersini öperdi ama o elimi çevirdi, avuç içimden öptü, yanık izinden. Her zaman yaptığı gibi yine yaptı ve sonrasında "Hoş geldin, sevgili avukat," dedi sesindeki tutkuyla ve sevgiyle. İçeriden gelen güzel yemeklerin kokusunu alabiliyordum. "Seni gelecekte bekliyor olacağım demiştim, tam da bugünü kastetmiş olmalıyım."

...

ÖNCELİKLE BEN KÜÇÜK ŞEYLERE DÜŞEN BİR İNSAN OLARAK O FOTOĞRAF DETAYINA DÜŞTÜM! YERDEYİM! ÇOK FENA ERİYORUM EFENİM! KENDİ KARAKTERİME ERİYORUM EVET!

Gelecek bölüm aynalara dikkat edelim, bölüme başlamadan önce bi aynadan kendinize bakın olur mu...

Soru: Sizce Giray kendine geldiğinde (agsdhfjasjfgk) Defne için nasıl bir karar verecek?

Sizce çabasız bir aşk neden dinler mi?

Desteklerinizi, oylarınızı esirgemezseniz çok çok seviniriimm.

Instagram: asliarslaan, beyazlekeofficial

Özgürlüğümüze :)

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 222K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
5.2K 326 19
Yıllar önce kurulan denge altüst oldu. Geçmişin karanlık ruhu uyandı ve şimdi hepsinden intikam almak için geri dönüyor. Bu yıkımdan sağ çıkabilece...
1.3K 143 13
sadece huzur isteyen genç kız, kendini kahraman olmak isteyen insanların içinde, büyük bir macerada bulur. ** -"BEKLE BEKLE BEN YİNE Mİ HUZURA KAVUŞA...
777K 45.9K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...