BEYAZ IŞIK KIRINTISI | SARI

By mehriial

11.1K 1K 808

❝Yel essin kokusu gelsin, derler. Yel esse, seni bana getirse olmaz mı, Akasya?❞ Akasya Altun, abisinin en ya... More

1. Basketbol
2. Kütüphane
3. Yorum
4. Kardeş
5. Kalp Çarpıntısı
6. Sorular
7. Puan
9. Aşk Denklemi
10. Yeni Çocuk
11. Karşılık
12. Çöpçatan
13. Gizli Saklı
14. Piknik
15. Kahraman
16. Basketbol Maçı
17. Seçimler
18. Barışma
19. Hayaller
20. Basketbol | Final

8. Parti

583 63 54
By mehriial

selamlar,

bölüme başlamadan önce küçük bir ricada bulunmak istiyorum. VERUS serisinin ilk kitabını (KHP) yakın zamanda yayımlayacağım. birbirile bağlantılı kurgularımız olacak, biraz aksiyon dolu, dark evrenli kitaplar...

aranızda kapak yapabilenler varsa eğer bana yardımcı olabilir mi?

şimdiden teşekkür ederim.

keyifli okumalar

Bölüm 8 | Parti

“Çok güzel oldun,” diyen annem başını duvara yaslayarak bana tebessümle bakarken ona gülümseyip mavi gözlerimi aynaya değdirdim. Elbise denediklerim arasından en sevdiğim elbise olmuştu, asla bunun nedeni Aral'ın bunu sevmesi değildi.

İnandık, aynen.

“Yaren'e verdin mi elbisesini?”

Başımı salladım. “Evet, Aral'la gittik. İki dakika annesine de geçmiş olsun deyip çıktım.”

“İyi yaptın. Bir sıkıntı olursa söylesin, doktora götürelim kadını. Sen de yanında ol arkadaşının.”

Annesinin öyle ciddi bir şeyi yoktu ancak yine de Yaren de endişeliydi ve onun üzerine titriyordu. Babasıyla annesi ayrıydı ve görüşmüyorlardı. Sadece annesi çalışıyor, bu şekilde geçiniyorlardı.

“Hadi üzerini değiş de aşağıya in. Aral seni bekliyordu ders çalışmak için.” Başımı salladım. “Daha sonra niye çalışmıyorsunuz? Çok geç oldu saat. Dönmesi falan da var.”

“Burada kalacak.”

Annem şaşırdı. “Ay tamam o zaman! Sevindim. Başka zaman ikna etmesi zor oluyor beyefendiyi.” Saat ne kadar geç olursa olsun Aral başka bir evde kalmayı sevmediğinden burada pek sık kalmadan evine geri dönerdi.

“Kalırsın falan dediğimde tamam dedi, ben de şaşırdım.”

“Kıyamamıştır sana,” diyerek güldü.

Afalladım. “Ne alaka ya?”

“İkisi de üzerine titriyor, canım. Ardıç'la birbirinizi yiyorsunuz ama o da böyle.”

Hiçbir şey demeden saçlarımı tek omzumda toplayıp arkamı döndüm. Annem fermuarı açıp, “Yemek yemediniz değil mi?” diye sordu. Başımı iki yana salladım. “Ben size bir şeyler hazırlatayım. İkiniz de yiyin.”

“Aral'ın yiyebileceği bir şey hazırlamaya dikkat et.”

Güldü. “Tamam, ederim.”

Bana imalı bir bakış atmasının ardından sessizce odadan çıktığında üzerimi değişmiş, beyaz bir eşofman altı üzerine mavi bir crop giymiştim. Telefonumu şarjdan alıp Yaren'e mesaj atmamın ardından odada fazla durmadım. Test kitaplarımı da kucaklayıp odadan çıktığımda abimin, “Öldüreceğim lan seni!” diye bağırışı, annemin gülüşü kulaklarıma doldu.

Kaşlarım çatıldı.

Merdivenleri hızlı hızlı inerken abim hâlâ bağırıyordu. Salona girdiğimde gördüğüm manzara tam olarak şundan ibaretti: Ardıç kolunu Aral'ın boynuna dolayıp onun kafasını yere eğmişken saçlarını çekiştirip duruyordu. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama onların normal halleriydi, Aral büyük ihtimalle Ardıç'ı gıcık edecek bir şey demişti bilerekten.

“Yine ne oluyor size?”

Aral gülerken birden benim sesimi duymasıyla, “Bırak, kardeşim,” dedi. Ardıç onu ittirerek rahat bıraktığında Aral hızlıca kendini toparladı, dağılan saçlarını düzeltti.

“Git şu saçlarını kestir.”

“Sana ne? Saç benim.” Ardıç göz devirdi. Saçları çok uzun değildi ama gür saçlara sahipken çok fazla gözüküyordu. “Yakışmıyor mu?” diye sorarken gözleri etrafta gezindi, kendine bir ayna arayıp da bulamadığında, “Akasya,” diyerek seslendi bana. “Yakışmıyor mu?”

“Yakışmıyor.”

“Zevksiz, sana sormadım. Akasya'ya sordum.”

Derin bir nefes alıp, “Senden hoşlanan kızlar saçlarınla oynamak istiyordur,” derken onlara doğru yaklaştım. Kitaplarımı masaya bıraktığım sırada annemin sessizce salondan çıktığını görebilmiştim.

“Yakışıklı kardeşim benim!”

Güldüm. “Biraz önce dövüyordun çocuğu?”

“Döverim de severim de. Kardeşim o benim.” Yutkundum. “Seni de hem sövüp hem seviyorum. Ne sorguluyorsun?”

“Defol git. Aral'la ders çalışacağız.”

Kapı çaldı. “Git kapıya bak,” dedi Ardıç koltuğa yayılarak otururken. Kaşlarım çatıldı. Bu tavır da neydi?

“Kendin bak. Hizmetçin miyim?”

“Git bak, Akasya.”

“Ben bakarım,” dedi Aral, salondan çıkmak için hareketlenmişti ki onu durdurdum. Tam o sırada Ardıç, “Akasya bakacak, kardeşim,” dedi.

Aral kaşlarını çatmasının ardından aydınlanmış bir ifadeyle bana döndüğünde gülümsüyordu da. Hiçbir şey anlamadım. Sessizce salondan çıkıp koridora geçtiğimde Ardıç'ın peşimde olduğunu fark etmiştim.

Çalmaya devam eden kapıyı kimin geldiğine hiç bakmadan açtım.

“Baba!”

Bir an bile düşünmeden babamın üzerine atlayıp kollarımı boynuna doladığımda mutluluktan ağlıyordum. Göğsümde beliren o özlem hissi gözyaşlarımla birlikte akıp gidiyordu. Babam bana sıkıca sarılırken, “Benim güzel kızım beni özlemiş mi?” diye sorduğunda dudaklarımın arasından bir hıçkırık koptu. “Ben de seni özledim, güzelim.”

“Gelmeyeceksin diye çok korktum.” Bazen babam geleceğini söylese de son anda bir şeyler oluyordu ve gelemiyordu. Yine böyle bir durum yaşanacak diye endişeliydim.

“Benim güzel kızımın doğum günü olacak ve ben gelmeyecek miyim?” dedi babam ben ondan uzaklaşırken. İçeri geçmiş, kapıyı kapatmıştı. Gülümseyerek saçlarımı karıştırdı.

Ardıç arkada alkış tutarak, “Evet, arkadaşlar. An itibarile nasıl evlat ayrımcılığı yapılır onu izleyeceksiniz,” derken Aral, “Bozma kızın mutluluğunu,” diyerek susturmuştu onu.

“Gel buraya,” diyerek babam abime yaklaştığında Aral kenara çekilip benim yanımda durdu, onunla göz göze geldim.

Bana gülümsediğinde kalbim hızlandı.

“Gülümsediğinde çok daha tatlı olduğunu biliyorsun değil mi?”

Başımı onaylarcasına salladığımda, “O yüzden gülümsemeye devam et,” diye fısıldadı, ardından elini başımın üzerine koyarak bana kalbimi delirtecek bir gülümsemeyle bakmaya başladığında donup kalmıştım.

“Gel kızım buraya.”

Babamın sesiyle kendime geldiğimde Aral da elini çekmişti. “Hoş geldin, Fuat amca,” dedi Aral, babamın yanında durup kolunun altına girdiğimde tekrar Aral'a bakmıştım.

“Hoş bulduk, oğlum,” dedi babam. “Gel sana da sarılayım.” Geri çekilmeme fırsat tanımadan Aral'ı tek koluyla sardığında Aral'ın babamın sırtına koyduğu eli yanlışlıkla benim elime temas etti.

Kalbim buna da hızlandı.

Kalbim asla sakinleşemiyordu onun yüzünden.

Hepimiz salona geçtiğimizde içerisini büyük bir mutluluk sarmıştı. Ben babama sarılıp başımı göğsüne yaslamışken Ardıç anneme sataşıyor, annem ona laf yetiştiriyor, Aral'sa bize gülümseyerek bakıyordu.

Bana her gülümsediğinde kalbimin çırpınışlarını durduramıyordum.

“Dersleriniz nasıl?”

Oflayarak geri çekildim. “Ya burada ne güzel oturuyoruz. Ne diye dersleri soruyorsun?”

“Bu kısaca kötü demekti.”

“Hiç de bile!” dedim abime dönerek. “Asıl seninkiler kötü. Benim derslerim iyi. İnanmıyorsanız Aral'a sorun.”

Tüm gözler onun üzerine çevrilmişken Aral sadece bana bakıyordu, bir an afalladı. “İyi dersleri,” dedi kendini toparlayarak.

Ardıç alayla güldü. “Basketbol oynamaktan derse bile zar zor giriyorsun. Nereden bileceksin?”

“Yarışınız ne zaman?” diye sordu babam.

“Birkaç hafta var daha. Önemli maç. İzlemeye gelecekler. Seçilebilirsek eğer bir takıma alınabiliriz.” Gözleri Aral'a kaydı. “Kardeşim halledecek, değil mi?”

Kendisinin seçilmeyi ne kadar çok istediğini biliyordum, bildiğim bir diğer şey Aral'ın seçilmiş olmasını daha çok istediğiydi.

“Kaptan varken bana düşmez.”

Ardıç basketbol takımının kaptanıydı.

“İyi usta öğrencisinin başarısına mutlu olur,” dedi. “Benden küçüksün. Ben ustayım, sen öğrencisin. Sana basketbolu ben öğrettim.”

“İkinizden de güzel haber alacağız,” dedi annem gülümseyerek. “Gelecek sene de Akasya'dan.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Aral, basketboldan devam etmek istiyorsun değil mi? Bir başka bölüm mü yoksa?”

“Daha net bir karar vermedim,” dedi Aral. “Belki Matematik bölümünü yazarım. Önümde bir sene var düşünmem için.”

“Basketbolu çok seviyorsun ama,” dediğimde bakışları bana kaydı.

“Belki daha çok sevdiğim başka bir şey olur.”

“Matematik mi?” diyerek yüzümü buruşturdum. “Hiç sevmem.” Babama baktım. “Aral benim matematik öğretmenim oldu biliyor musun? Bana ders veriyor ama aramızda kalsın, çok kötü bir hoca. İki çarpı üçe beş dedim diye çözmem gereken soru sayısını çoğalttı.”

Babam gülerek, “Haberim var,” dedi. Annem elbette ona her şeyi anlatıyordu.

“Üç çarpı iki beş etmiyor mu lan?” dedi Ardıç Aral'ı dürterek, iki saniye sonra aydınlandı. “Ha altıydı. Benim bile kafam karışıyor şu beş ve altı da. Kafası karışmayan insan mı var? Niye kardeşime işkence ediyorsun?”

“Sınavda kafam karıştı deyince haklı bulmuyorlar, kardeşim.”

Yüzümü buruşturdum. “Kötü bir hocasın yine de.”

“Senin de hocalığını görelim o zaman, Akasya,” dedi gülümseyerek. “Ne öğretebilirsin bana?”

Kalbim anbean hızlanırken tek bir cevabı vardı.

Aşık olmayı.

Saat on iki olmak üzereydi.

Birazdan annemlerin ellerinde pastayla odaya gireceklerini bildiğimden onlara şaka yapmak için odadan çıkmış, Ardıç'ın odasına yönelmiştim. Sesleri aşağıdan geliyordu, odanın boş olduğuna emindim.

Kapıyı sessiz olmaya özen göstererek açıp içeri girmemin ardından yavaşça kapatmıştım. Odalarımız yan yanaydı. Onlar odaya girdiği gibi peşlerinden girip korkutacaktım.

“Ne yaptığını sorabilir miyim, güzelim?”

Aral'ın sesiyle irkilip yerimde zıpladığımda kalbim hızlanmaya başlamıştı. Korkudan mı yoksa Aral'ın hemen dibimde durmuş olmasından mı bilmiyorum, belki de ikisi de. Şaşkınca ona bakarken o da sorgular bir ifadeyle bana bakıyordu.

Burada olduğunu fark etmemiştim.

“Ne yapıyorsun burada?”

“Saklanıyorum.” Sırtım kapıya yaslıydı ve o tam karşımda duruyordu. “Sen aşağıda değil miydin ya? Niye buradasın? Kutlamayacak mıydın doğum günümü?”

Elini havaya kaldırdığında gördüğüm küçük pakete kaşlarımı çatarak baktım. “Hediyeni almaya gelmiştim.”

“Bana hediye mi aldın?”

Gözlerimin içinin parladığına yemin edebilirdim. Aral'dan daha önce de hediye almıştım ancak ilk kez bana hediye alması beni çok fazla mutlu etmişti. Kalbim de bunun keyfini sürüyordu tam olarak.

“Hediyesiz olur mu hiç?”

Elinden hızlıca paketi aldığımda Aral heyecanıma gülümsedi. Paketten çıkardığım küçük kutuyu açmamla bir kolye gördüm. “Çok güzel,” dedim kolyenin ucundaki güneşi okşarken. Sade ancak güzel bir şeydi. “Teşekkür ederim.”

Güneşi sevdiğimi biliyordu.

“Dur,” dedi kolyeyi kutusundan çıkarırken. “Arkanı dön.” Paketi çalışma masasının üzerine bırakıp arkamı döndüm, saçlarımı Aral'a yardımcı olarak topladığımda kolyeyi takmış, daha sonra tekrar ona dönmüştüm.

“Çok teşekkür ederim, çok güzel. Çok severim güneşi.”

“Biliyorum,” dedi gülümseyerek. “Bileğini uzat.”

Kaşlarım çatıldı. “Bileklik de mi aldın?” Kutuda bileklik yoktu.

Nazikçe bileğimi tuttu, hemen ardından ona bir keresinde çok güzelmiş dediğim bilekliğini bileğime geçirdi. Onun için özel olduğunu biliyordum, hatta bilekliği bir kızın ona verdiğini sanmıştım. Belki de öyleydi, bilmiyorum.

“Senin için özeldi,” dedim bilekliğe bakarken.

“Sen de benim için özelsin.”

Kalbim göğüs kafesimde bir karmaşa oluşturup hızlı atarken sesini duymaması için içimden dualar ettim. Şaşkındım. Mavi gözlerim onun parlayan gözleriyle bileklik arasında gidip geliyordu.

“Sana verilen hediyeyi bana vermemelisin.” Bir kızın ona vermiş olduğu bilekliği bana hediye ettiği düşüncesi çok kötüydü.

“Kendime doğum günü hediyemdi,” dedi beni şaşırtarak. “Özel olma nedeni sadece özel bir günde almam, bana o günü hatırlatması.”

“Doğum gününü çok fazla önemsemediğini sanıyordum?”

“Doğum günümü ilk kutlayan sen olmuştun,” dedi, duraksadım. “O yüzden olmalı ki o gün her şey güzel geçmişti. Bana şans getirmiştin. Bilekliği gördüğümde seni hatırladım, o yüzden aldım.”

Şaşkınlıktan donup kalmıştım. Konuşmayı nasıl becerdiğim hakkında doğrusu pek bir fikrim yoktu.

“Şimdi neden bana veriyorsun?”

“Sana ait çünkü.” Gülümsedi. “Her şey gibi.”

Gülümsememde bile şaşkınlığım belli olurken, “Teşekkür ederim,” dedim dolu gözlerle. Bir an bile düşünmeden kollarımı boynuna doladığımda Aral ellerini sırtıma yerleştirdi.

Onun için özel olan bir şeyi bana vermişti.

Onun için özel olma nedeni de bendim.

Yeni yaşıma dünyanın en mutlu insanı olarak giriyordum.

“Bilekliğini bana verdin diye senin bileğin boş kaldı. Ne yapacaksın? Bilekliğinle oynardın.” Hiçbir şeyle uğraşmadığı zaman bilekliği döndürüp dururdu.

“Hallederiz,” dedi, birden hiç beklemediğim bir şey yaptı.

Sağ bileğimde kalan tokamı alıp bileğine geçirdi.

“Artık boş kalmadı.”

Aral bana bugün kaçıncı şaşkınlığı yaşatıyordu ya da kaçıncı kez kalbimi böyle hızlandırıyordu bilmiyorum, tek bildiğim kalbime sahip çıkamadığım.

Hani sevmiyordun bileğine birinin tokasını takmayı?”

“Senin tokan, bir başkasının değil.” Burnumun ucuna dokundu. “Bir kez daha söyleyeyim. O okulda umursadığım tek kız sensin. Hayatımda umursadığım tek kız sensin, Akasya.”

“Akasya!”

Ardıç'ın bağırılıyla irkildiğimde farkında olmadan Aral'a yaklaşmıştım, zaten yakınken biraz daha yaklaşmamla kalbim için tehlikeli bir konuma gelmiştik.

Kalbim bir an bile sakinleşmemişken olduğumuz durum daha kötü bir hale düşürüyordu beni. Delirecek olmalıydım yoksa kalbimin Aral yüzünden bu denli hızlanmasının başka bir anlamı olamazdı.

Aşk zaten delilerin işi.

“Akasya,” dedi Aral yutkunarak, kahverengi gözlerinden geçen ifadeyi yakaladım ancak ne olduğunu asla anlamadım. Aklım durmuştu, sadece kalbim çalışıyordu. “Çok fazlasın.”

Bu da ne demekti?

“Çok fazla güzelsin,” diye devam etti. “Çok fazla tatlısın.”

Tatlı kızları.

“Ben senin karşında ne kendime ne kalbime engel olabiliyorum.”

Yutkundum.

“İyi ki doğmuşsun, güzelim.”

“Annen nasıl oldu?”

“Biraz daha iyi,” dedi Yaren kokteylinden bir yudum alırken. “Çok güzel olmuşsun, Akasya. Gerçekten bayıldım elbisene!”

Gülümseyerek öpücük attım. “Aral seçti.”

“Zevkliymiş,” dedi kaşlarını kaldırırken. “Aral'la da çok sıkı fıkı oldun, fark etmiyorum sanma.”

Hiçbir şey demedim. Gerçekten de öyleyken durup da itiraz etmeye ve yalan söylemeye gerek duymamıştım. Yaren başka bir anlam çıkarmış olsa bile itiraz edebilecek durumda değildim çünkü kendi içimde bile itiraz edemiyordum.

Kalbimin hızlanmasını durduramıyordum.

Gözlerim deli gibi dans edip eğlenenler arasında gidip gelirken en köşede bir kızla konuşan Ardıç'ı gördüm.

“İtiraz etmiyorsun?”

“Niye edeyim?” diye sordum gözlerim hâlâ abimin üzerindeyken. “Arkadaş olduk Aral'la.”

Kalbim bir arkadaştan fazlası olmamız için mi böyle çırpınıyordu?

“Sadece arkadaş mı?” Sesinde herhangi bir imalı tını yoktu, meraktan soruyordu. Zaten en yakın arkadaşımın imalı konuşmasını bile normal karşılardım, diğerleri için aynısını söyleyemezdim.

“Aramızda Ardıç varken sence daha fazlası olur muyuz?”

Sorumun cevabını merak ediyordum.

“Sana geçen sefer de söyledim. İkiniz arasında bir kan bağı bile yokken neden imkânsız olasınız ki?” İçeceğinden bir yudum aldı. “Abine kalsa sen kimseyle olma zaten. Ama bence başta kabullenmesi zor da olsa Aral mükemmel bir aday. Sonuçta onu tanıyor.”

“Aralarındaki ilişkiyi çok seviyorum.” Abimi yanındaki kızdan kurtaran Aral, onu bir köşeye çekmişti. “Birbirilerine güveniyorlar, hatta Ardıç bu hayatta en çok ona güveniyor olmalı. Ben ikisini birbirinden ayrı düşünemiyorum, Yaren. Ama böyle bir ilişki olursa ikisinin dostluğunu bitirmiş olurum, aralarındaki güven parçalanır.”

Bir süre sessiz kaldı. Gözlerim birlikte gülerek sohbet eden abimle Aral'ın üzerinden bir saniye bile ayrılmazken dudaklarımda bir gülümseme vardı. Kokteylden bir yudum alıp boğazımdaki kuruluğu geçirmeye çalıştım, boşa bir çaba olduğunu fark edinceye kadar çoktan tüm kokteyli bitirmiştim.

“Aral bence sana karşı bir şey hissediyor.”

Kalbim bu ihtimal yüzünden hızlandı.

“İster şimdi isterse de okulda... Gözleri hep senin üstünde.”

“Beni korumaya çalışıyor.” Yutkundum. “Beni kardeşi olarak görüyor. Bunu dile getiriyor da üstelik.”

Yazdığı mesajları hatırladığımda kalbim biraz daha heyecanlandı. Kardeşi olarak görmesi gerektiğin söylemişti. Kardeşi olarak gördüğünü söylememişti. Bu imkânsızlığı silip atıyor muydu?

“Belki kendi bile farkında değildir hislerinin,” dedi derin bir nefes alıp. “Sonuçta arada abin var, kendini ona karşı kötü hissettiği için hislerini kabullenemiyordur. O da senin gibi kötü hissediyor olmalı abine karşı.”

“Öyle hissettiğimi söylemedim,” diye homurdandım.

“Sen benim arkadaşımsın, Akasya. Düşündüklerini ve hissettiklerini anlayabiliyorum. Kalbine sahip çıkamıyor olmalısın.” Öyleydi. “Ama abinle aralarında sorun olmaktan korktuğun için kalbini yok sayıyorsun. Onu sevmek istiyor musun bilmiyorum ama onu sevmekten korktuğun kesin.”

Sessiz kaldım.

“Çok fazla düşünme. İkiniz de birbirinizden hoşlanıyorsunuz, abin de bunu gördüğünde sizi sorun etmez.”

Buna inancım yoktu, Ardıç bu konuda fazla katı davranıyordu. Bir kızın abisinin arkadaşına aşık olması konusu açıldığında bile değişen ses tonu ve bakışları belli ederken ne düşündüğünü, benimle Aral'ın adı yan yana geldiğinde daha kötü oluyordu. Yani abim için Aral ve ben sadece abi kardeştik.

Olması gereken buydu.

Ben senin karşında ne kendime ne kalbime engel olabiliyorum.

Ona bir cevap verebilecek durumda olsaydım ben de derdim. Ama o an ne o kelimeleri dökebildim ne de içimden o yakınlığımızdan dolayı gelen öpme isteğini gerçekleştirdim.

Mavi gözlerim Aral'ın üzerinden çekilmeden hemen önce onunla göz göze gelmiş, dudaklarına anında yerleşen tebessümü görebilmiştim.

“Aylin!”

Bir çığlık sesine karışan haykırışla irkildiğimde elimdeki bardağı yere düşürmüştüm. Müzik sesi kesildi, tüm dikkatler havuza düşen kızın üzerine çevrilmişken kız, yüzme bilmediğinden suyun içinde çırpınıyordu.

Birileri bağırıyordu ancak ne denildiği anlaşılmıyordu bile.

Aral'ı gördüm sonra, endişeyle bakıyordu. Suya atlayıp onu kurtaramazdı çünkü su travması vardı. Ardıç bir an düşünmeden suya atlamış ve kızı kurtarmıştı. Orada öylece dikilmeyi bırakıp onlara yaklaştım, Ardıç Aylin'i sudan çıkarıp yere uzandırdığında üzerindeki elbise ıslaklıktan dolayı bedenine yapışmıştı.

Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Hemen önümde bir kız yatıyordu, kulaklarımda diğerlerinin sesleri ve bir de Aral'ın birine bağırışı vardı. Okulun zorba öğrencilerinden biri olan Dila'ya bağırıyordu, onun yapmış olduğu belliydi.

Öksürerek kendine gelen Aylin'le rahat bir nefes aldım. “İyi misin?” diye sordum ona yaklaşarak, elimi sırtına koyarak kalkmasına yardımcı olurken Dila'nın Aral'a, “Onun sakarlığının suçunu bana atmayı kes, Aral!” diye bağırıyordu.

“Kör müyüm kızım ben?” diye bağırdı Aral. “Görmedim mi onu ittiğini?”

“Ben yaptıysam ne yapacaksın? Vuracak mısın?” Aral'ın asla böyle bir şey yapmayacağını biliyordum.

Karşımdaki kızın perişan halini izlerken o an kendimi tutamadım. Ayağa kalkıp onların arasına girdiğimde bir an bile düşünmeden elimi Dila'nın yanağıyla buluşturmuştum. Herkes o an sessizleşti, şimdi biraz öncekinden de ürkütücü bir sessizlik vardı ortamda.

“O vurmayabilir ama ben vurabilirim.” Dila bana şaşkınca bakıyordu. “Öfkelendiğimde gözüm hiç kimseyi görmez, bu yüzden beni öfkelendirmemeye çalışmalı olduğunu söylemiştim.”

Dila paralel sınıfımızdaki bir kızdı ve işin en kötü yanı Buğra'nın kız kardeşiydi. İkizlerdi. Eskiden aynı sınıftalarken Buğra daha sonra bizim sınıfa geçmişti.

“Sen,” dedi Dila. Gözlerindeki öfkeyi seçebildim. Eli birden havalandı, sadece bir göz kırpımında gerçekleşebilecek o anı engellemeye çalışamadan başka bir el onun bileğine dolandı ve ona engel oldu.

Hemen arkamda duran Aral.

“Deneme bile,” dedi hâlâ bileğini tutmaya devam ederken. “Onun saçının teline dokunmaya kalksan seni gerçekten buna pişman ederim. Şu an nasıl onun arkasında duruyorsam hep de dururum, unutma bunu.”

Dila bileğini ondan kutarıp alayla güldü. “Ne yapacaksın?” Gözleri çok kısa bir an toparlanmaya çalışan Aylin'e kaydı. “Ne o? İkisini de bir arada mı idare ediyorsun?”

“Doğru konuş lan!” diye bağırdı Ardıç, Aylin'in yanından kalkıp bize yaklaşmıştı. “Sabrımı sınama, Dila. Sana vuramam diye kendine bu kadar çok güvenmek yerine diline sahip çık yoksa çok kötü olur.”

“Ne yapacaksınız ya?” diye sordu Dila, alayla gülüyordu. “Sen bana laf edeceğine ilk önce kız kardeşinle sevgilisine bak. Senin arkandan ne boklar yediklerini görürsün belki.”

Ardıç bir şey demek üzereydi ki, “Ne bok yiyormuşuz?” diye sorup onu susturdum. “Söylesene bir ne bok yediğimizi. Çok merak ediyorum şu an.”

“Abinin yanında abi kardeş ayağına girip kenarda köşede...” Öfkeyle ona doğru bir adım atan Ardıç'la susup yutkundu. “Ne var? Herkes farkında aralarında bir ilişki olduğunun, bir sen körü oynuyorsun. Gerçekten acıyorum sana. Güzel yiyorsun.”

“Sana güzelce söylüyorum,” dedi Aral derin bir nefes alıp. “Ben seni kapı dışarı etmeden sessizce terk et burayı.” Sakinliğini korumaya çalışıyordu.

Gülümsedim. “Benim sakin olmama gerek yok.” Dila'yı kolundan yakaladığım gibi sürüklemeye başladığımda bağırarak benden kurtulmaya çalışıyordu. Sonra beklenmedik bir şey oldu. Kolunu benden kurtarmak için beni ittiğinde bilerek olmasa bile beni suya düşürmeyi başarmıştı.

Kendimi bir anda suyun altında bulduğumda sadece iki saniye sonrasında suyun altındaki Aral'ı görebildim. Yüzme bildiğimi bilmesine rağmen benim peşimden suya atlamıştı.

Kolunu belime sarıp beni suyun yüzeyine çıkardı, ona tutundum. Yüzme biliyordum, buna rağmen onun bu hamlesine engel olamamıştım. Belki de kaburgalarımın arasındaki arsız kalbim ona dokunabilmek için fırsat bulmuşken karşı çıkmak istememişti.

“İyi misin?”

Tüm sesler susmuştu, o an sadece görebildiğim bir çift kahverengi gözdü. Suya düştüğüm gibi bir an bile düşünmeden suya atlamıştı. Benimle birlikte havuzdan çıktığında yere oturup etrafıma bakındım.

Ardıç endişeyle, “İyi misin?” diye sorduğunda ona gülümseyerek başımı salladım. Dila yoktu, birçok kişi de onunla beraber gitmişti.

Anneme okuldakileri çağırmamasını kaç kez söylemiştim ama beni dinlememişti. Doğum günüm tam olarak mahvolmuştu.

“Dağılın artık,” dedi Ardıç. “Gösteri bitti!” Herkes hareketlenmeye başlamışken birden Ardıç'ın el çalmasıyla duraksadılar. “Son bir kez uyarıyorum hepinizi! Kız kardeşimle veya kardeşimle uğraşacak birisi beni kendine düşman eder ve bilmenizi isterim ki sevdiğim birini üzeni ben de üzmekten bir an çekinmem. Ona göre laflarınıza dikkat edin!”

Kelimelerinin sonunu getirip noktaladığında hepsi dağılmaya başladı, Ardıç o sırada sağ tarafıma çökmüştü. Aral sol tarafımda oturuyordu. Mavi gözleri çok kısa bir an ona değindiğinde gözlerinde çok kısa bir an endişeli ifade yer edindi, yutkunarak bana baktı.

“İyisiniz değil mi?”

“İyiyim,” dedim mırıltıyla. “Aylin nerede?”

“Yaren yukarı çıkardı. Senin kıyafetlerinden verecek kıza.” Sertçe nefesini verdi. “Kız elimde kalacak. Abisi ayrı kendisi ayrı sorunlu. Ne diye uğraşıyorlar bu kızla?”

“Klasik,” dedi Aral kendini geriye doğru atarak. “Aileleri zengin diye anında burslu birinden üstün görüyorlar kendilerini. O yüzden uğraşıyorlar.”

Aylin Aral'dan hoşlanan kızdı, onu hatırlamıştım.

İçimde beliren hisse karşılık yüzümü buruşturdum.

“İyi tokattı,” dedi Ardıç gülerek. “Aferin. Sakin makin bir şeysin ama öfkelendiğinde içinden canavar çıkıyor.”

“İlk defa yapmıyorlar böyle bir şeyi. O yüzden kendimi tutamadım artık. Bunu yapmaya hakkı yok.” Derin bir nefes aldım. “Kendimi kötü hissediyorum şu an. Of! Şiddet uygulamamalıydım. Çok kötü hissediyorum.”

“Yaptığının üzerine bir de söylediklerini düşünürsek hak etti,” diye homurdandı abim. “Karşımda bir erkek olsaydı ağzını burnunu dağıtırdım. Ben bilmiyor muyum sanki sizi? Saçma sapan konuşuyor.”

Yutkundum. Çok kısa bir an Aral'a baktığımda âdem elmasının hareketini izledim. O an kafamın içine Yaren'in sesi yerleşti. Aral gerçekten bana karşı bir şey hissediyor muydu? Abime karşı kötü hissediyor olmalıydı o zaman. Belki de Yaren'in dediği gibi kabullenmemişti bu hislerini.

Sen kabullendin mi, Akasya?

“Kalkın lan!” İrkildim. “Üçümüz de ıslak ıslak oturuyoruz burada. Hava soğuk, kendinize gelin.”

“Akasya?” Yaren'in bağırışıyla omzumun üzerinden dönüp arkaya baktım. Yaren hızlıca yanımıza ulaşmıştı ve bize şaşkınca bakıyordu. “Ne bu haliniz? Siz ikiniz niye ıslaksınız?”

“Dila'yı kovmaya çalışırken itince suya düştüm.”

Gözleri Aral'a kaydı. “Ve sen de onun peşinden atladın?”

Ardıç keyifsizce, “Hava atmakta üstüne yok,” diye homurdandı. “Ben kurtaracaktım ne güzel kardeşimi. Hem yüzme bildiğini bilmene rağmen ne atlıyorsun peşinden?”

“Sen niye bildiğin hâlde atlayacaktın?” diye sordu Aral.

“Yüzme bilse de o benim kardeşim, hep yanında olduğumu ve onu kurtarmaya hazır olduğumu bilmeli.” Gülümseyerek yanağından öptüğümde, “Islak ıslak uzak dur benden,” diyerek kendini geri çekti.

Kıkırdadım. “İki saniyede değişiyorsun.”

“Vıcık vıcık ilişki ters,” dedi saçlarımı karıştırarak. “Ben seninle kavga ederken eğleniyorum.”

Göz devirdim. Gözlerim tekrar Yaren'e çevrilirken, “Aylin nasıl?” diye sordum. Aral'ın kıpırdandığını hissettim ancak ona bakmadım.

Ya yanılıyorsam? Aylin ona karşı bir şeyler hissediyordu. Ya Aral için de aynısı geçerliyse?

Saçmalıyordum.

“İyi, iyi. Senin kıyafetlerinden verdim üzerini değişmesi için.”

“İyi yaptın.”

Ardıç ayağa kalktı. “Ben gidip üzerimi değişeyim, sonra kızı evine bırakayım.” Mavi gözlerini ona garip bir ifadeyle bakan Yaren'e çevirdi, şu an Yaren kıskanıyor olmalıydı. “Sen kalacak mısın? Seni de bırakayım mı?”

“Kal...”

“Kalmayacağım.” Sözümü kesen Yaren'in iki dudağı arasından dökülen tek kelimeyle şaşkınca baktım arkadaşıma. “Annem hasta, yalnız bırakamam.”

Bunu düşünememiştim bir anlık.

“Tamam o zaman,” diye mırıldandım. “Dikkatli gidin. Annene de çok selam söyle.”

Bana doğru eğilip yanağımdan öptü. “Tekrar doğum günün kutlu olsun, bebeğim.” Gülümsedi. “Seni çok seviyorum.”

Gülümsedim. “Ben de seni.”

“Gidelim gel. Siz de geçin üzerinizi değişin, böyle durmayın. Akasya, anneme bir şeyler söyleme. Eve geldiklerinde güzel geçtiğini söyleriz.”

Annemle babam bu partiyi ve bizleri yalnız bırakmayı bahane edip bu gece eve gelmeyeceklerdi. Ardıç onlar çıkmadan önce bir kardeş yeter diye bağırıp onlara sataşmıştı.

İkisi birlikte yanımızdan ayrıldıklarında bir süre arkalarından bakıp gözden kaybolmalarını izledim, daha sonra yanımda sessizce oturan Aral'a baktım. Bana hiç bakmıyordu, gözleri tek noktadaydı.

“Bana neden bakmıyorsun?” diye sordum merakla. “Söylenenler ve abim yüzünden mi?”

Kaşlarını çatarak, “Söylenenlerin yanlış olduğunu bildiğim hâlde neden önemseyeyim?” diye sordu. “Alakası bile yok.”

“O zaman neden?”

“Elbisen ıslak ve üzerine yapışmış hâlde, Akasya,” dedi derin bir nefes alıp. “O yüzden bakmıyorum. Saçma sapan düşünceleri at kafandan.”

Gözlerim üzerime kaydı, dediği gibi elbise üzerime yapışmıştı ancak iç çamaşırım gözükmüyordu. Ya da bana öyle geliyordu.

“Ne bileyim,” diyerek omuz silktim. “Daha fazla o sözlere maruz kalmamak için bana bakmayıp yanımda durmayabilirsin. Daha huzurlu hissedersin.”

Ardıç'a karşı huzursuz hissettiğini biliyordum çünkü ben de öyle hissediyordum.

“Bu saçmalıklar yüzünden sana bakmayacak olsam hiçbir zaman huzurlu hissedemem.” Gözlerini gözlerime çevirdi. “Sana söylemiştim. Sana bakınca huzurlu hissediyorum.”

Kalbimle oynuyordu, bir kez daha emin oldum.

Utanarak bakışlarımı kaçırırken gözlerimi yıldızlara çıkardım. Mart ayındaydık. Bahar geliyordu ama hâlâ hava tam olarak sıcaklamamışken daha fazla böyle durmamalıydık. Ama onun yanından uzaklaşmak da istrmiyordum.

Aral önüne döndüğü gibi ona bakarken aklıma gelen şeyle duraksadım. Suya bakışları o an bana onun sudan korktuğunu hatırlattı. Abimin ona neden endişeli bakıp durduğunu ve onun neden sessizleşitğini o an anlamıştım.

“Sudan korkarsın sen,” dedim şaşkınca. “Neden suya atladın?”

“Seni kurtarmak için.”

“Yüzme biliyordum, boğulmayacaktım. Sudan korktuğun hâlde niye bunu yaptın? Kötüleşebilirdin. Beni kurtarmak zorunda değildin.”

Kötü gözükmüyordu ancak yine de endişeleniyordum.

“Olsun.” Gülümseyerek gözlerimizi birleştirdi. “Kahramanın olmak istedim.”

düşünceleriniz?

instagram: mehriial
twitter: salteramortis

Continue Reading

You'll Also Like

İMKANSIZ By sibel

Teen Fiction

430 15 1
Kaderde bir şey varsa muhakkak ki gerçekleşirdi peki bu kaderde imkansızlık yaziyorsa? Evet ikiside birbirinin imkansiziydi fakat onlar henüz bunu f...
822K 37.1K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
174K 10.7K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
7.1M 407K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...