SİLİOSTAN'IN LANETİ

Por ZeynepErcn0

1.3K 417 301

"Bilinç altının derinlerinde ki bölge, Rüzgar ile fısıldar sessizce. Ay ışığında dans eden gölge, seninle dol... Más

1.Bölüm CHİMERA
2.bölüm İLK TANIŞMA
3.bölüm Maxinta Lu part/1
4.bölüm Maxinta Lu Part/2
6.bölüm Eve Dönüş
7. Bölüm Denge part/1
8. Bölüm Denge Part 2
9. Bölüm Büyük Buluşma Part/1
10. Bölüm Büyük Buluşma Part/2
11.Bölüm Nefaryum Savaşı
12.Bölüm DAVET

5.bölüm Zephyron Yıldızı

107 37 21
Por ZeynepErcn0

Güneşin ışıkları, odanın içinde dans ederken, her bir zerrede adeta bir sihir vardı. Pencerenin perdeleri, ince dokunuşlarla savrulan çiçeklerin hafif esintisini zarifçe yakalamış gibiydi. Renkli kırçıl perdeler, odanın içine yumuşak bir ışık yayarak atmosferi sıcacık ve davetkâr kılıyordu.

Olivia, gözlerini biraz daha açtığında, tanıdık olmayan bu güzellik içinde buldu kendini. Evinde olmadığını farkedince içi sevinçle kaplandı. Gülümsemesi, bu yeni keşiflere duyduğu içsel sevinci yansıtıyordu. Odaya yayılan hafif çiçek kokusu, bir bahçenin ortasında gibi hissettiriyordu.

Yatağından kalktı ve yavaşça pencerenin yanına yaklaştı. İçeri dolan temiz hava ve çiçeklerin taze kokusu, ciğerlerini doldurdu. Kuşların melodisi, gürültülü bir alarmdan çok daha etkileyici bir şekilde onu uyandırmıştı. Kuş sesleri, odanın içinde adeta bir şarkı gibi yankılanıyordu, doğanın kendi konserini dinliyormuş gibi hissetti.

Olivia, penceresinden dışarı bakarken, dün ekilen ağaçlar büyüleyici bir manzara oluşturuyordu. Stew'in bahsettiği mor çiçekleri ve ejderha meyvelerini görebileceği kısım, tam karşısında yer alıyordu. Mor çiçekler, güneşin altında parlıyor, renk cümbüşüyle dolu bir bahar tablosu oluşturuyordu. Ejderha meyveleri ise dalların üzerinde gururla duruyor, masum bir merak uyandırıyordu. Olivia, doğanın uyanışını ve bu büyülü bahçenin zarafetini içtenlikle hissediyordu.

Stew'in anlatıları, ejderha meyvelerinin her birinin benzersiz güçler taşıdığını ve bu güçlerin, ejderha özelliklerinden bir tanesini verdiğini belirtmişti. Ayrı olarak Stew, dengesiz evrenden dolayı meyve vermekte sıkıntı yaşadıklarını söylemişti ama şuan karşısında meyveleri çıkmış ağaçlar görüyordu. Bu nedenle, penceresinden seyre daldığı ejderha meyvelerini inceleyerek, merakını daha da artırdı.

Olivia, pencerenin önünden çekildi ve dolaba doğru yönelerek kapısını açtı, göz gezdirdi kıyafetlere. Kıyafetlerin her biri, geçmişte yaşadığı anıları ve biriktirdiği hatıraları temsil ediyordu. Ancak, şu an hiçbirini hatırlamıyordu. Ona tanıdık gelen gri kazağını ve mavi kot pantolonunu seçerek banyoya doğru ilerledi.

Hazırlanması bittiğinde odasına geri döndü. Kapısının çaldığını duyduğunda hızla açtı. Karşısında, siyah bir kazak içinde duran Stew'i gördü.

"Uyandırmak için gelecektim ama çoktan hazırlanmışsın bile," dedi Stew, Olivia'ya bakarken.

"Ben alışığım böyle şeylere," dedi Olivia, hafif bir tebessümle, ve odadan çıkıp kapısını kapattı.

Asansöre doğru ilerledikleri anda, Olivia merakla hangi anıyı hatırlamamı isteyeceksin diye sordu.

Stew bir an duraksadı ve sonra derin bir nefes alarak, "Hatırlamanı istediğim bir anı var," dedi. Olivia'nın yüzü, büyük bir ciddiyetle Stew'e döndü.

Olivia, bilgiyi düşündükten sonra yüzünü buruşturdu ve "Bu bilgi beni şu an çok aydınlattı, sağol," dedi dalga geçerek. Ancak Stew, sadece güldü ve cevap vermedi.

Olivia, merakla, "Söylesene, ya lütfen," diyerek ısrar etti. Ancak Stew, sırrını korumakta ısrarcıydı. "Zaten en fazla yarım saat içinde göreceksin," diyerek konuyu geçiştirdi. Olivia, Stew'in gizemiyle dolu olan bu anıyı merakla beklemeye karar verdi.

Sarayın bahçesine çıktıkları zaman Olivia, dün çıkmaz diyordun ama ejderha meyveleri çıkmış önce oraya gidicez dedi.

Bu kadar çabuk çıktıklarını daha önce hiç görmedim senin şansına çıktılarsa artık dedi Stew ağaçların olduğu yöne doğru giderlerken.

Stew ağacın yanına gelince ağaca doğru uzandı ve bir tane meyve koparttı. Yuvarlak ve bembeyazdı bu ejderha meyveleri.

Olivia, Stew'e baktı merakla.

Stew meyveyi cebinden çıkarttığı bıçak ile ikiye ayırınca ortasının komple boş olduğunu gördü. Elma dilimler gibi dilimledi ve Olivia'ya uzattı.

Olivia, tereddütle de olsa, Stew ile beraber ağzına attı meyveyi. İlk başta bir gariplik hissetmemişti, ancak meyveyi çiğnemeye devam ettikçe içinde bir değişiklik hissetmeye başladı. O an, ağzındaki sıradışı tat ve dokunuş, sanki normal bir meyve değil de bambaşka bir dünyadan gelmiş gibi bir hissiyat uyandırdı.

Daha sonra yerinde duramadan, "Ağzım dondu!" diye dolandı. Stew'e döndü ve hala ağzı donarken, "Ağzımdan buz çıkacak falan zannetmiştim ben," dedi.

"Ben öyle bir şey söylemedim," diyerek sırıttı Stew.

Olivia, yediğine pişman olmuş gibi bir bakış atarak, "Gidelim hadi, bu kadar meyve yetti," dedi. Meyvenin garip hissiyatı, ikiliyi bulundukları yerden uzaklaşmaya teşvik etmişti.

Tam dere üzerindeki köprüden geçtikleri sırada Smile miyavlayarak Olivia'nın yanına koştu.

"Sen nerelerdesin?" diyerek kucağına aldı Olivia, ve hemen sevmeye başladı. Kedinin tüyleri, onun parmakları arasında nazikçe kayarken, Olivia'nın yüzünde bir tebessüm belirdi.

Stew, bu tatlı kediye bakarken, "Belliki o da sana anılarını hatırlatmak istiyor," dedi.

Olivia, Smile'ı sevmeye devam ederken, "Seni hatırlamasam da olur, sen benim için başkasın," dedi. Stew kafasını sallarken, gözleri aralarında geçen özel bir bağın izlerini taşıyordu. "Ah, kediler," diye ekledi, derin bir iç çekerek, "Gitsek iyi olur, sonra yine geç kaldınız diyip başımızın etini yiyecekler."

''Smile'da gelse olmaz mı?" diye sordu Olivia.

"Malesef, bu yaramazı götüremeyiz. Bir saate kadar geri görüceksin zaten, ne bu ayrılamamak anlamadım," dedi Stew, kafasını sallarken.

Olivia, Smile'ı yere bırakırken, ''istemiyor seni ufaklık, dönmemi bekle'' dedi.

Stew gülerken, istemiyorum dediğimi hiç hatırlamıyorum dedi ve yürümeye başladılar.

Ormanın içinde yürümeye başladıkları zaman Olivia nedense kendini kötü hissetmeye ve huzursuz hissetmeye başladı.

Geriye döndü ve giderek uzaklaştığı Smile'a baktı.

Stew onun bu durumunu farkedince, biz orada olsak bukadar üzülmezdin birazdan tekrar göreceksin zaten dedi tekrardan.

Bilmiyorum nedense kendimi garip hissettim dedi Olivia ve ekleme yaparak, Silviana'ya söylesek iyi olmazmıydı diye sordu.

Stew bir an duraksadı ve haklısın aslında ama geri dönersek geç kalırız zaten çok oyalandık dedi ve durmadan yollarına devam ettiler.

Oradan ayrılırlarken ikiside hiçbir şey düşünmeden yollarına devam ettiler ancak ilerleyen zamanlar burda yaşadıkları olay onlara daha anlamlı gelecekti.

Zephyrion'a giden asansörün önünde buluşan 4 arkadaş birlikte asansöre bindiler ve geçmişe gitmenin ilk adımlarını attılar.

Normalde asansörle biryere gitmek çok çabuk sürsede bu yolculuk uzun sürmüştü. Bu da aslında gidecekleri ormanın yerin çok altında kalan biryerde olduğunun işaretçisiydi.

Asansörden indikleri zaman karşılarında bembeyaz bir atmosfer vardı. Etraf okadar beyaz ve devasaydıki sonu olan bir duvar görünmüyordu.

Etrafta binlerce mor yapraklı ağaç ve her iki ağacın arasında duran makineler vardı. Bu görüm adeta bir rüyadaymış hissiyatı yaratıyordu.

4 arkadaş birsüre oldukları yerde etrafa bakarlarken, daha sonra dümdüz yürüdüler. Olivia ağacının nerde olduğunu doğal olarak bilmiyor, onları takip ediyordu.

Uzun bir gezi sonunda 4 arkadaşın ağacının yan yana durduğunu gördü. Ağacın dalından sarken bir kağıtta isimleri yazıyordu.

Park durdu ve ilk kimin anısına gidecek dedi.

Stew hemen atlayarak, tabikide benim anıma gidecek. Siz kesin kendini tek hatırlatırsınız, benim anımda sizde varsınız dedi.

Gets baktı ve, biz seni niye hatırlatıyoruz zaten dedi karşılık olarak.

Stew'de durdu ve, ben niye sizi hatırlatıyorum ozaman dedi.

Bu dediğine hiç bir türlü inanmayan Park, bana hiç inandırıcı gelmedi bizimde olmamız. Kesin arkada figür gibi duruyoruzdur dedi.

Bu dediği üzerine dayanamayıp gülen Stew Park'ın haklı olduğunu kanıtlamıştı.

Olivia, heyecandan yerinde duramıyorum, hepinizin anısına gidecem zaten uzatmayın daha fazla dedi.

Gets, Olivia'nın bu olağan heyecanını ve korkusunu farkedip; sakin ol zaten sana göre sadece 2 dakika sürecek hemen biticek dedi.

Olivia şaşırarak, 2 dakikamı diye sordu.

Evet, sana göre uzun bir zaman dilimi gelecem ama sadece 2 dakika içeride kalıcaksın dedi Stew ve ağaca doğru yöneldi.

Ağacın gövdesindeki kısıma bir tarih girdi ve tarihi girmesiyle birlikte ağaçtan bir yaprak yere düştü.

Yaprağı alıp makinenin yan kısımında duran kutuya attı Stew ve Olivia'ya dönüp hazır olduğun zaman filmini başlatabilirsin dedi.

Olivia, makinenin önüne gitti ve metal kolunu tutup açtı. Kalbi okadar hızlı ve şiddetli atıyorduki bir an için bayılacağını hissetti.

Metal makine kapağını kendine doğru çekti ve içeriye uzun uzun baktı. Sadece kendi girebilecek kadar yer vardı burada ve bu heyecanla orada dahada nefessiz kalabilme düşüncesi ile korkusu arttı.

Kendi kendine fısıldarcasına, sadece 120 saniye dedi ve büyük bir kararlılıkla içeriye geçti. İçeriye geçmesinin ardından kapıyı kendine doğru çekti ve geri kapattı. Bulunduğu kısımda ayakta uzanırken kalbinin sesini bu metal kutuda duyabiliyordu.

Kalbinin gerçek anlamda çıkabileceğini hissettiği anda gözlerini kapattı. Makineden, dışarısı veya içerisi görünmediği için zaten sadece içeride ki loş mavi ışık görünüyordu ama heyecanını dindirmek için gözlerini tamamen kapattı.

Burada geçirdiği güzel anılara geçmişteki anılarınıda eklemenin heyecanını düşünürken, gözlerinin kapalı olmasına rağmen bir dalgalanma yaşadığını hissetti.

Yavaş yavaş düşünemez hale gelirken, yolculuğunun başladığını farketti. Heyecandan neredeyse yerinden çıkacak olan kalbi yavaşlamaya başlamıştı.

Olivia, makineden çıktığında etrafında hafif bir melodi eşliğinde yayılan müzik sesleriyle karşılaştı. Her bir nota, atmosferi sarhoş eden bir büyü gibi havada asılıydı. Işıklar, etrafı ışıl ışıl aydınlatıyordu, rengarenk bir dansın içindeymiş gibi hissettiriyordu.

İleride, yükselen bir bina belirdi. Bu bina, içindeki ışık ve müziği dışarı taşıyarak çevreye enerji katıyordu. Olivia, merakla bu bina tarafından oluşturulan büyüleyici atmosferi izlerken, aynı zamanda Stew'in anısına döndüğünü fark etti. Ancak, onun neden tek başına olduğunu anlamak için kafasında sorular belirmeye başlamıştı.

Olivia, kırmızı halının desenlerine dalmış, siyah elbisesiyle mekanın atmosferiyle uyum içinde duruyordu. Bir an, içeri girmeye karar vermesi gerektiğini düşündü. Bu renkli dünyanın kapılarını aralamalıydı.

İçeri atmaya karar verdiğinde, Stew'in tanıdık figürünü gördü. Onu görünce içi bir an için huzur buldu. Stew, beyaz gömleği ve siyah ceketiyle şıklığını koruyarak karşılamıştı onu.

Stew, Olivia'nın yanına vardığında "Bir sorun yok, değil mi?" diye sordu.

Olivia gülümsedi ve içtenlikle, "Hayır, bir sorun yok," dedi. Ancak bu sırada fark etti ki, geçmişte ne yaşandıysa, ne söylendi ise, kendisi de farkında olmadan aynı şeyleri yapıp düşünüyordu. "Hayır, bir sorun yok" derken, aslında bu cümleyi bilinçsizce söylemişti.

Beraber içeriye doğru yürüdüklerinde, müzik sesleri daha belirgin hale gelmişti. Etraf, şıklığı ve özenle tasarlanmışlığıyla dikkat çekiyordu.

Stew ile birlikte, Gets ve Park'ın yanına vardılar. Olivia, otururken dikkatini çeken bir detayı fark etti. "Gömleğine içecek dökülmüş," dedi Gets'e bakarken. Sonra, otururken kendi kendine, "Tüm anı boyunca kontrolsüz konuşacak mıyım böyle?" diye mırıldandı.

Stew, müzik sesinin yoğunluğu nedeniyle tam olarak duyamayarak, "Bir şey mi dedin?" diye eğilerek sordu.

Olivia, başını sallayarak "Hayır" dedi.

Stew, Olivia'nın kolyesini farkedince takmış olmasına sevindiğini söyledi. Olivia ise cevap olarak, "Takmayacağımı düşünmüş olamazsın," dedi.

Stew'in gülümseyerek Gets'e dönmesiyle birlikte, Olivia tekrar kendi kendine konuşmaya başladı. "Stew ile neden böyle bir sohbetimiz oldu?" diye düşündü ve yüzü buruşturdu.

Olivia, karmaşık duygular içinde, bu anın anlamını anlamaya çalışıyordu. Aslında anlamıştı ancak anlamamış gibi davranarak kendini kandırıyordu

Olivia, müziğin değiştiğiini fark ettiği an, etrafındaki atmosferin bir kez daha değiştiğini hissetti.

İnsanlar ayağa kalkıyor ve dans etmeye başlıyorlardı. Gets ile Park da kalkmış, müziğin ritmiyle dan ediyorlardı.

Stew, ayağa kalktı ve Olivia'nın yanına doğru yaklaştı. Hiçbirşey demeden, gülümseyerek elini uzattı.

Olivia, Stew'in elini sıcak bir gülümseme ile tuttu ve ayağa kalktı.

Pistin ortalarına doğru ilerlerken, Stew ve Olivia dansa başladılar. Müziğin ritmi, çiftin adımlarını yönlendirirken, Olivia'nın zihni Stew'in neden bu anıyı seçtiğini, kendisinin neden bu hatırayı hatırlaması gerektiğini merak ediyordu.

Dans ederken, bir süre sonra Olivia kafasını Stew'in omzuna yasladı. Kalbi hızlanmış gibi hissetti. Bu hızlanma gerçek miydi, yoksa sadece geçmişin getirdiği bir heyecan mıydı, Olivia kendisine sormaktan alıkoyamadı.

Stew'in adını söylemesiyle birlikte, kafasını kaldıran Olivia, kendisini tam dibinde duran bir çift yeşil göze odaklamış olarak buldu. Dinlemeye başladı, kalbinin atışları, Stew'in söyleyecekleriyle dolup taşıyordu.

"Şu anda bu kadar ses varken, kendi sesimi zar zor duyabiliyorken söylemek istiyorum," dedi Stew, ara ara kekeleyerek. Bu cümleler, içinde biriken duyguları ifade etmeye çalışan birinin samimi itirafı gibiydi.

Olivia, Stew'in gözlerine derinlemesine baktı, sessizce dinleyerek ona destek olmaya çalıştı. Kalpleri, bu anın getirdiği yoğun duygularla çarpmaya devam ederken, geçmişin izleri bir kenara itilmiş, şimdi ve burada, ikisi arasında bir anın büyüsü hakim olmuştu.

Stew, derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti, "Ben seni çok seviyorum, Olivia. Seni denizin altında gördüğüm ilk andan beri hissediyordum aslında, ama başlarda farkında değildim. Daha sonra beni sadece arkadaşın olarak gördüğünü düşündüm, ama artık kalbimde tamamen eminim ki sen de beni seviyorsun. Bunu hissedebiliyorum."

Bu sözler, Stew'in iç dünyasını açığa çıkaran samimi bir itiraf gibiydi.

Stew'in samimi itirafı, Geçmişte sevdiği kişiyi unutması, Olivia'nın içinde karmaşık duygular yaratmıştı. Olivia, o an kendi içsel karmaşıklığıyla baş başa kalmıştı. Stew'in neden anılarının unutulmasına bu kadar üzülüp tepki gösterdiğini artık daha iyi anlıyordu.

Stew dansı o an durdurdu ve "Sevmiyorsun," dedi, buruk bir şekilde. Olivia ise ona bakarak, "Daha bir şey demedim, nereden çıkarttın?" diye cevap verdi. Stew'in yüzü düşmüş, keyfi kaçmış bir haldeydi.

"Yüzün düştü," dedi Stew, durmuş Olivia'nın cevabını bekliyordu. Olivia, içten bir gülümsemeyle, "Aklıma bir şey geldi sadece," dedi. Stew, içi rahatlamış bir şekilde dansa devam ederken, "O zaman..." diye devam etmesini bekledi.

Olivia, bu sefer kalpten gelen bir gülümsemeyle, "Bende seni seviyorum," dedi. Bu sözler, Stew'in yüzündeki burukluğu dağıtarak, danslarını aşk dolu bir ritme dönüştürdü. İkisi de geçmişin izlerini bir kenara bırakarak, şu anın tadını çıkarmanın ve birbirlerine olan sevgilerini ifade etmenin keyfini yaşıyorlardı.

Olivia'nın gözleri, Stew'in gözlerindeki parıltıyla aydınlanıyordu. Bu anı, kendisinin yaşadığını hissediyordu. Stew'in gözlerine doğru daha da yaklaşan bu gözler, aralarındaki bağın gücünü ve içsel bir çekimin varlığını belirtiyordu. Bu anın içinde, geçmişin izleri silinmiş, şu anın getirdiği gerçeklikle dolup taşıyordu.

Gözlerine doğru yaklaşan bu parıltılı bakışlar, Olivia'nın kalbini hızlandırmaya başlamıştı. Bu gözler, geçmişin yükünü unutmanın ve şu anın içinde tamamen olmanın bir yansımasıydı. Stew'in bakışları, içsel bir anın getirdiği heyecanı ve sevgiyi tazelemiş, Olivia'nın kalbinde yeni bir başlangıcın habercisi olmuştu.

Gözleri kapanmış, dudakları buluşmuştu. O an ne geçmişin izlerini ne de geleceğin endişelerini düşünmüyordu Olivia. O an sadece paylaştıkları bir öpücüğün içinde yaşanıyordu. Zamanın durduğu, çevrelerindeki seslerin kaybolduğu bir andı.

Olivia o an farkettiği şey ile anısının bitmeye başladığı düşündü. Etrafındaki nesneler ve insanlar teker teker toz bulutuna dönmeye başlıyordu.

Olivia'nın içini huzursuz bir korku kaplamıştı. Bu anı buraya gelmeden önce yaşamış olma düşüncesi, içinde derin bir huzursuzluk yaratıyordu. Bilinci kaybolmaya başlıyordu ve etraftaki her şey kaybolmuş gibi hissediyordu.

En sonunda, Stew'in siyah bir buluta dönüşmesiyle birlikte, gözleri tamamen kapanmıştı. Bu huzursuzluk ve kaybolma hissi, Olivia'nın iç dünyasında bir geçmişin gölgesini çağrıştırıyordu. Ancak, tam olarak ne olduğunu belirlemek zordu.

Olivia, bilincini kaybetmeye başladığı bu anın içinde, geçmişin ve şu anın arasındaki sınırları zorlayan bir deneyim yaşıyordu. Zihnindeki bulanıklık ve kapanan gözler, bir tür gizemin içine doğru çekiliyormuş gibi hissettiriyordu.

Seguir leyendo

También te gustarán

2K 211 19
Kelimeler de silahlar kadar acıtabilir. #texting
2.4K 974 36
~Aysız gecenin yarısı solmuş günebakanlarıydık, güçlüydük ama yaralıydık~ Kırmızıdan kahveye dönen yapraklar gibiydik. Aynı onlar gibi yavaşça güçsüz...
1.2K 194 10
*Gerçek Bir Hikayeden Yola Çıkılarak Yazılmış Bir Hikayedir* Türkiye'de önemli konumlarında bulunan başarılı mühendislerin intihar süsü verilerek öld...
4.5M 383K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...