2.bölüm İLK TANIŞMA

206 54 69
                                    



Olivia'nın beyni, sadece bir an önceki hafiflikten değil, aynı zamanda bilinçaltındaki sırlardan kaynaklanan bir zonklama ile doldu. Gözlerini açmaya çalıştıkça, sanki görünmeyen bir kuvvetin direnciyle karşılaşıyormuş gibi hissetti. Bu çaba, bilincini bir uykudan uyanmış gibi bulan birinin karşılaştığı ilk engel gibiydi.

Zihni, bir süre önceki hafif ve özgür hissinin yerini, şimdi çok daha ağır ve yorgun bir halin aldığını fark etti. Bir anlık duraksamadan sonra, etrafındaki aydınlığın gözlerini kapalı olsa bile içine işlediğini hissetti. Belki de görülmeyen bir güzellik, belki de içsel bir gerçeklik, farkında olmadığı bir şekilde ona yaklaşıyordu.

Vücuduna batan bir şeyin varlığı, onu harekete geçmeye zorladı. Gözlerini açmak için verdiği çaba, nihayet bir başarı getirdi.

Karanlık bir örtüden doğrulan gözleri, etrafındaki siyah çiçeklerin dansına tanıklık etti. Bu çiçekler, sanki kendi bilinçaltının derinliklerinden fırlamış gibiydi. Simsiyah duruyorlardı.

Kar taneleri kadar hafif, ancak daha dokunaklı olan şeyler, üzerine düşmeye devam ediyordu. Gözlerini daha fazla açabildiğinde, sihirli bahçenin tam ortasında oturduğunu fark etti. Etrafına daha dikkatlice bakındığında, bu yerin neden o kadar tanıdık geldiğini çözmekte zorlanıyordu. Belki de bu bahçe, onun geçmişine ait bir hatıra, belki de şu an içinde bulunduğu bilinçaltının bir yansımasıydı.

Hiç gelmediği biryer olduğunu biliyordu ama nedensizce de yabancı gelmeyen bir görüntüydü. Beyaz elbisesi ve ayakkabısıyla dururken üzerindeki bu giysiye dair hiçbir bilgisi olmadığını biliyordu.

Zihni karışmıştı. Hatırlamaya çalıştı, en son evdeydim dedi. Hayır işteydim diye ekledi kendi kendine hemen. Ancak kütüphaneye gittiği andan itibaren kedi ile yolculuğun ağacın altında bitmesinden sonra nasıl buraya geldiğini hatırlamıyordu.

"Chimera" kelimesini fısıldadı ve ardından kendi düşüncelerine güldü. Yok artık diye ekledi sonradan, ancak ne kadar gülse bile buraya gelmesinde bir bağlantısı olabileceğine inanmıştı.

Ayağa kalktığında etrafına daha detaylıca uzun süreyle bakındı ve buranın neden bu kadar tanıdık geldiğini düşünmeye devam etti. Ancak bir süre sonra aniden farkına vardığı bir korkuyla sarsıldı: Rüyasıydı burası.

Daha önce ara sıra gördüğü yer, dere kenarındaki yüksek saray, mor çiçekleri olan ağaçlar, kar taneleri yağdıran güneşli gökyüzü... Bunlar rüyalarında gördüğü manzaralardı. Tablosunu dahi çizmişti.

Rüyasında görmediği tek şey, şuanda içinde durduğu siyah çiçeklerdi.

"Şu an rüyamdaysam, yani kedinin yanındayken uyumadığıma göre, bayıldığım anlamına geliyor değil mi?" diye sordu kendi kendine. Bu düşünce onda bir tür çaresizlik ve korku yaratıyordu. Rüyalarında genellikle olaylara müdahale edemezdi, sadece seyirci olurdu.

Ancak şimdi buradaydı ve rüyasındaki gibi bir kontrolsüzlük hissiyle baş başa kalmıştı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Öylece durup uyanmayımı beklemeliyim dedi kendi kendine.

Bir sesler duymaya başlıyordu. Belirginleşmeye başlayan insan sesleri, Olivia'nın içinde bir endişe yarattı. İki kızın konuşmaları, nerden geldiklerini anlamakta zorlanan Olivia'yı tedirgin etti. Eğer bu iki kız gelip soru sorsa, ne yapacağını kestirmekte güçlük çekiyordu.

Saklanacak bir yer bulmak için etrafına baktı ama hiçbiryer yoktu. İçindeki korku ile olduğu yerde durdu.

Büyük ve gösterişli saraya benzeyen evin arkasından, siyah giyimleriyle beliren iki kız dikkat çekti o anda. Olivia, başlangıçta farkedilmediğini gördü, ama bir kez fark edildikten sonra, karşılaştığı olumsuz tavırlardan kaçmak için görünmez olmayı tercih ederdi.

SİLİOSTAN'IN LANETİWhere stories live. Discover now