11.Bölüm Nefaryum Savaşı

55 24 15
                                    

               

                 NEFARYUM SAVAŞI
                          (GEÇMİŞ)

''İşe yarayacaklar değilmi?''

''Evet efendim, bu çipi eğer vücutlarına bırakabilirsek beyinleri tamamen bizim kontrolümüzde olacak.''

''Böylelikle onları yöneterek istediğimiz tüm herşeyi yapmalarını sağlayacağız.''

''Ancak bu çipin geri dönüşü yok. Onları kontrol etmeyi bıraktığımız zaman ölücekler.''

''İşte bu daha güzel bir haber, bir taş ile iki kuş vurmuş olucaz. Bize karşı teknolojik savaş aletleri yapmanın ve yaratıkları eğiterek ülkemizi yakmanın cezasını ödemeniz gerekiyordu.''

Bir laboratuvardaydılar. Konuşan Nefaryum komutanının yardımcısı ve bir doktordu. Karşılarında ise ağızları ve elleri bağlı olarak sedyelerin üzerinde duran, Stew'in annesi Lena Colant ve babası Tom Colant vardı.

Sedyelerin üzerinde çırpınırlarken duyduklarının neler yaratacağının korkusu ile duruyorlardı.

Laboratuvarın soğuk duvarları arasında, aile fertleri bu beklenmedik durumla yüzleşmek zorundaydı. Nefaryum komutanının yardımcısı ve doktor, bir sonraki adımlarını belirlemek üzere beklemeye geçmişti. Ailenin çaresizliği, laboratuvardaki gerilimi artırıyordu.

------------------------------------------------------------

''Hayatım biz çıkıyoruuuuz!!''

Park, tahtadan oluşan kahverengi rengindeki merdivenlerden indi ve kapıya doğru geldi. "Bugün Stew ve Gets'in yanına gitmeyi düşünüyordum," dedi.

Park'ın yüzünde belirgin bir kararlılık vardı. Bu zorlu süreçte dostlarının yanında olmak istiyordu.

''Durumları biliyorsun Park, dışarısı hiç güvenli değil sürekli patlamalar oluyor. Şuanda bunların farkında olarak hareket etmemiz gerekiyor.''

Park, yüzünü astı annesinin sözleri karşısında. Annesi, turuncu saçlı ve yüzünde çilleri olan bir kadındı. Fiziksel olarak Park, annesine benziyordu; ancak karakter olarak ise babasına daha çok benzeyen bir yapıya sahipti.

''Biz şirkete geçmeden önce Tom ve Lena'yı almaya gidicez. Eğer istersen Stew'e söylerim Gets ile beraber buraya gelirler olurmu? Biz zaten akşama kadar gelemeyiz, sizde kalmaz aklımız böylece.''

Tamam dedi Park kafasını sallayarak.
Anne ve babası, teknoloji şirketlerinde çalışıyorlardı ve savaş aletleri ile teknolojik araçlar üretiyorlardı. Bu savaşın gölgesinde, evde durdukları gün sayıları neredeyse yok denecek kadar azdı.

"Hadi Teresa, seni bekliyorum," dedi Park'ın babası Alan. Teresa, sesi duyduğu anda Park'ın yanaklarından öptü ve kapının önünden ayrılarak dışarı çıktı. Park, "Görüşürüz, baba," diye seslendi ve kapıyı kapatıp içeri girdi.

Teresa ve Alan arabaya binerek bu sakin mahalleden ayrıldılar. Bu mahallede yaşamalarının sebebi, burada çok fazla insanın olmamasıydı.

Patlamalar genellikle kalabalık ortamlarda oluyordu; bu yüzden insanlar yer altlarına veya sakin yerlere dağılıyorlardı. Savaşın yarattığı tehditlere karşı bu tedbirler, güvenliğin ön planda olduğu bir yaşam tarzını zorunlu kılıyordu.

''Relis kapısı ile gitmemiz gerekiyordu Alan, böyle bir durumdayken araba kullanmamız riskli.''

Relis kapısı, bir yerden bir yere anında gitmeyi sağlayan bir kapıydı. Şehir içindeki asansörlerin görevini üstleniyordu, ancak bu kapılar küçültülebiliyor ve çok elverişliydiler.

"Araba ile gidip gelmeyi seviyorum, Teresa, biliyorsun bunu. Bir şey olmayacak, karamsarlığı bırakıp dışarıyı izle ve sakin ol," dedi Alan, sakin bir ses tonuyla.

Alan, gözlüklü ve kumraldı; kaslı bir yapısı vardı. Teresa'ya göre bir tık büyük görünse de ikisi çok yakışıyor ve birbirlerini çok seviyorlardı.

Teresa, Alan'ın dediği gibi yaparak arabadan dışarıyı izlemeye başladı. Yol kenarıydı ve etraf tamamen ormandan oluşuyordu. Bu kısmı çok seviyordu çünkü ağaç kokusu ve doğanın ferahlığı burada çok güzel bir şekilde hissediliyordu.

Ormanın yeşilliği ve kuşların cıvıltısı, şehir yaşamının gürültüsünden uzaklaştırıcı bir atmosfer yaratıyordu. Teresa, bu doğal güzelliklerle dolu manzarada huzur buluyor ve ara sıra bu sakinlikle baş başa kalmayı özlediğini hissediyordu.

Araç yavaş yavaş sesler çıkartmaya başlayınca Alan ve Teresa birbirlerine baktılar. "Neler oluyor?" diye sordu Teresa.

SİLİOSTAN'IN LANETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin