SİLİOSTAN'IN LANETİ

By ZeynepErcn0

1.3K 417 301

"Bilinç altının derinlerinde ki bölge, Rüzgar ile fısıldar sessizce. Ay ışığında dans eden gölge, seninle dol... More

1.Bölüm CHİMERA
3.bölüm Maxinta Lu part/1
4.bölüm Maxinta Lu Part/2
5.bölüm Zephyron Yıldızı
6.bölüm Eve Dönüş
7. Bölüm Denge part/1
8. Bölüm Denge Part 2
9. Bölüm Büyük Buluşma Part/1
10. Bölüm Büyük Buluşma Part/2
11.Bölüm Nefaryum Savaşı
12.Bölüm DAVET

2.bölüm İLK TANIŞMA

208 54 69
By ZeynepErcn0



Olivia'nın beyni, sadece bir an önceki hafiflikten değil, aynı zamanda bilinçaltındaki sırlardan kaynaklanan bir zonklama ile doldu. Gözlerini açmaya çalıştıkça, sanki görünmeyen bir kuvvetin direnciyle karşılaşıyormuş gibi hissetti. Bu çaba, bilincini bir uykudan uyanmış gibi bulan birinin karşılaştığı ilk engel gibiydi.

Zihni, bir süre önceki hafif ve özgür hissinin yerini, şimdi çok daha ağır ve yorgun bir halin aldığını fark etti. Bir anlık duraksamadan sonra, etrafındaki aydınlığın gözlerini kapalı olsa bile içine işlediğini hissetti. Belki de görülmeyen bir güzellik, belki de içsel bir gerçeklik, farkında olmadığı bir şekilde ona yaklaşıyordu.

Vücuduna batan bir şeyin varlığı, onu harekete geçmeye zorladı. Gözlerini açmak için verdiği çaba, nihayet bir başarı getirdi.

Karanlık bir örtüden doğrulan gözleri, etrafındaki siyah çiçeklerin dansına tanıklık etti. Bu çiçekler, sanki kendi bilinçaltının derinliklerinden fırlamış gibiydi. Simsiyah duruyorlardı.

Kar taneleri kadar hafif, ancak daha dokunaklı olan şeyler, üzerine düşmeye devam ediyordu. Gözlerini daha fazla açabildiğinde, sihirli bahçenin tam ortasında oturduğunu fark etti. Etrafına daha dikkatlice bakındığında, bu yerin neden o kadar tanıdık geldiğini çözmekte zorlanıyordu. Belki de bu bahçe, onun geçmişine ait bir hatıra, belki de şu an içinde bulunduğu bilinçaltının bir yansımasıydı.

Hiç gelmediği biryer olduğunu biliyordu ama nedensizce de yabancı gelmeyen bir görüntüydü. Beyaz elbisesi ve ayakkabısıyla dururken üzerindeki bu giysiye dair hiçbir bilgisi olmadığını biliyordu.

Zihni karışmıştı. Hatırlamaya çalıştı, en son evdeydim dedi. Hayır işteydim diye ekledi kendi kendine hemen. Ancak kütüphaneye gittiği andan itibaren kedi ile yolculuğun ağacın altında bitmesinden sonra nasıl buraya geldiğini hatırlamıyordu.

"Chimera" kelimesini fısıldadı ve ardından kendi düşüncelerine güldü. Yok artık diye ekledi sonradan, ancak ne kadar gülse bile buraya gelmesinde bir bağlantısı olabileceğine inanmıştı.

Ayağa kalktığında etrafına daha detaylıca uzun süreyle bakındı ve buranın neden bu kadar tanıdık geldiğini düşünmeye devam etti. Ancak bir süre sonra aniden farkına vardığı bir korkuyla sarsıldı: Rüyasıydı burası.

Daha önce ara sıra gördüğü yer, dere kenarındaki yüksek saray, mor çiçekleri olan ağaçlar, kar taneleri yağdıran güneşli gökyüzü... Bunlar rüyalarında gördüğü manzaralardı. Tablosunu dahi çizmişti.

Rüyasında görmediği tek şey, şuanda içinde durduğu siyah çiçeklerdi.

"Şu an rüyamdaysam, yani kedinin yanındayken uyumadığıma göre, bayıldığım anlamına geliyor değil mi?" diye sordu kendi kendine. Bu düşünce onda bir tür çaresizlik ve korku yaratıyordu. Rüyalarında genellikle olaylara müdahale edemezdi, sadece seyirci olurdu.

Ancak şimdi buradaydı ve rüyasındaki gibi bir kontrolsüzlük hissiyle baş başa kalmıştı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Öylece durup uyanmayımı beklemeliyim dedi kendi kendine.

Bir sesler duymaya başlıyordu. Belirginleşmeye başlayan insan sesleri, Olivia'nın içinde bir endişe yarattı. İki kızın konuşmaları, nerden geldiklerini anlamakta zorlanan Olivia'yı tedirgin etti. Eğer bu iki kız gelip soru sorsa, ne yapacağını kestirmekte güçlük çekiyordu.

Saklanacak bir yer bulmak için etrafına baktı ama hiçbiryer yoktu. İçindeki korku ile olduğu yerde durdu.

Büyük ve gösterişli saraya benzeyen evin arkasından, siyah giyimleriyle beliren iki kız dikkat çekti o anda. Olivia, başlangıçta farkedilmediğini gördü, ama bir kez fark edildikten sonra, karşılaştığı olumsuz tavırlardan kaçmak için görünmez olmayı tercih ederdi.

Kızların, Olivia'ya karşı aşağılayıcı bakışlar ve fısıldayarak konuşmaları, atmosferi bir miktar soğutuyordu. Neden böyle davrandıklarını anlamak için kafasını kurcalıyordu, ancak siyah giyimli kızların niyetleri hakkında bir türlü net bir fikir edinemiyordu.

Kızların gidişinin ardından bir süre onlara baktı. O sırada kafasının üzerinden aniden uçan devasa bir yaratık ile beraber bağırdı.

Bembeyaz bir ejderhaydı bu, vücudunun üzerinde dikenler vardı. Ağzından etrafa karlar yağdırıp sarayın üstünden uçup gitmişti. Olivia o anın korkusuyla uyanmak istiyorum diyerek sızlandı.

Ejderhanın gitmesinin ardından kar taneleri usulca yere düşmeyi bırakmış, gökyüzünün aydınlığı bulutlu karanlık bir görünüme bırakmıştı.

Aniden bastıran soğuk, içini derinlemesine dondurmuş, her an içinde olan huzursuzluğu artırmıştı. Gözleri çevresine titizlikle bakınarak, bu soğuk sessizlikte yalnız kalmamak için birilerini bulma arzusu içindeydi. Bilmediği bir yerde nasıl ilerleyeceğini düşünmek, uyanana kadar burada kalmanın zorluğunu daha da artırıyordu.

Uzaktan geçen bir erkeğin sarayın içine giderken ona doğru seslenerek, hoş geldin Olivia, seni tekrar görmek çok güzel dediğini duydu.

Kendisini her dakika dahada garip hissediyordu. Tekrar görmek mi? Daha önce kaç kere beni gördüler ki? Bu insanlar beni nerden tanıyorlar dedi kendi kendine.

Genç sarayın içine girmeseydi tüm sorularını sorup yardım isterdi ama artık bunun için geç kalmıştı.

Zeminde adımlarını atmaya başlayan Olivia, saray tarzındaki yapıya yönelirken, başka bir erkeğin kendisine doğru yaklaştığını fark etti. İçinden yardım isteme düşüncesi belirdi; çünkü bu genç, önceki kızlardan farklı olarak gülümseyerek ve hızla yaklaşıyordu. Siyah saçları ve beyaz teni, beyaz ceket ve mavi pantolonuyla adeta bir resim gibiydi.

Kendi iç hesaplaşmaları ile, genç yanına varmadan önce "Yardım istesem mi?" diye düşündü. Ancak genç, sıcak bir sırıtışla çoktan yanına gelip, "Gelmeyeceğini düşünüp, umudumu yitirmeye başlamıştım," dedi ve sımsıkı sarılarak neredeyse ağlamak üzere durdu. Bu uzun süren sarılma sonunda geri çekildi.

Geri çekilirken çiçeklere baktı ve, neden bu kadar tedirginsin çiçekler simsiyah olmuşlar dedi.

Çiçeklerin tedirgin olmamla ne alakası var diye sordu Olivia etrafına bakınırken.

Duygulara göre değişiyorlar ya renkleri, unuttunmu diyerek anlamsızca Olivia'ya baktı genç.

Genç, Olivia'yı görmesi ile yüzünde beliren sevinç ifadesi, içsel bir heyecanı yansıtmaktan bir terslik olduğunu anlayamamıştı. Olivia'nın karışık duygularına rağmen, genç adamın neşeli sırıtışı karşısında gülümsemesi kaçınılmazdı.

Olivia, kafasının içindeki karmaşayı ifade ederken, genç anlamamış gibi bakıyordu. Olivia'nın bir sorunu olduğunu sonunda anlayan genç, "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Olivia, ellerini başına koyarak sinirleri bozulmuş bir gülümsemeyle, "Anlatırsam büyük ihtimalle delirdiğimi düşünürsün. Rüyamda deli ilan edilmeyi umursamam ayrı bir delilik zaten şu anda," diyerek isyan etti.

Genç, anlayışla, "Kafan karışmış gibi görünüyor. En baştan anlatsan iyi olur," dedi. Bu sırada uzakta bir erkek, kucağında bir sepetle geçiyordu. Az önceki kızlar gibi, Olivia'ya kötü bir yüz ifadesiyle baktığını fark ettiler.

''İnsanlar neden bana suçluymuşum, kötü biriymişim gibi bakıyorlar?''

''Kapalı hava, tekrar güneşin yüzünü göstermişti; fakat bu sefer beyaz kar taneleri yerine, nazik bir rüzgarla dans eden çiçek kokularıyla dolu bir nefes bırakmıştı.''

''Evrenin dengesinin bozulmasında sana yöneltilen suçlamalar, uzun süredir görünmemenin bir sonucu olarak insanlarda bir öfke biriktirmelerine sebep oldu. Merak etme, Silviana ve ben halkla defalarca konuştuk aslında, ancak her zaman ikna edilemeyecek bir kesim olacaktır.''

Olivia gencin anlattığı bu karmaşayı film izler gibi takip ediyor, neyden bahsedildiğini anlamıyordu. Silviana kimdi, nasıl olur da evrenin dengesini bozabilirdi, bu sorular hâlâ cevapsız kalmıştı.

Olivia, gencin ifadelerini anlamakta güçlük çekerek garip bir bakış atmaya başladı. "Silviana kim ve ben evrenin dengesini nasıl bozabilirim?" dediğinde, genç Olivia'nın söyledikleri arasında bir bağlantı kuramıyordu.

"Hatırlamıyor musun hiçbir şeyi?" diye sordu.

Olivia ise, rüyamda önceden neler olup bittiğini nasıl hatırlayabilirim? dedi.

Genç, önce gülerken, "Ne rüyası? Senin iyice kafan karışmış," dedi. Ancak Olivia'nın tedirginliğini fark edince ciddiyetle devam etti.

"Yürüyelim biraz, sonra sen neler olduğunu ve en son ne hatırladığını bana anlat. Hatırlamadıklarını da ben sana anlatırım," diye ekledi.

Dere kenarından yürümeye başladılar. Olivia, her adımında konuşarak beynindeki soru işaretlerini dağıtmak istiyordu. Ancak masalsı güzelliklere doyum olmayan bu yerde, konuşmak yerine etrafındaki büyüleyici detayları incelemek istiyordu.

Her bir adımda, doğanın naif dokunuşlarıyla dolu bu yerde geçmişin hikayeleriyle günümüzün masalsı güzellikleri birleşiyordu. Arkalarında yükselen saray, dere boyunca süzülen kuğular ve mor çiçekli ağaçlar, adeta bir ressamın tuvaline işlenmiş gibiydi.

Tablosunun içerisine girmiş gibi hissediyordu. Gökkuşağının renkleri gibi birbirine karışan doğal ve tarihi güzellikler, Oliva'nın içinde hem merak hem de hayranlık uyandırıyordu.

Buranın sadece şu anki çevresiyle sınırlı kalmadığını, ilerideki dağlarda ufuk çizgisini süsleyen gizemli yapıtların belirginleştiği fark ediliyordu. Her adım attığında bu masalsı diyarın sınırlarının genişlediğini hissediyordu. Merak, onu bu büyülü coğrafyanın derinliklerine çekiyordu.

Her yerdeki detaylar, geçmişle gelecek arasında köprüler kuruyordu. Gökyüzündeki kuşlar, dağların zirvesindeki eski tapınaklar... Her bir ayrıntı, Oliva'nın içindeki merak ateşini daha da alevlendiriyordu. Ancak bilinmeyenlerin perdesini aralamadan önce, bu masal diyarının içindeki belirsizlikleri aydınlatması gerekiyordu.

Derenin kıyısındaki bankta oturan genç, Olivia'ya bakarken nazikçe, "Otursana," dedi.

Olivia otururken elini uzattı ve Olivia Miylas, dedi. Her ne kadar bu durumun birazdan son bulacağını bilsede o an yapması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu.

Stew, bu tanışmanın biraz garip olduğunu düşünerek ciddileşti. Morali bozulmuş gibi duruyordu.

Uzatılan eli sıkarken, Stew Colant dedi.

Daha sonra ise ekleme yaparak, buruk bir gülümseme ile ilk kez tanışıyormuş gibi olmak garip hissettirdi dedi.

Stew, daha fazla kafa karışıklığına meydan vermemek adına, "Dahada kafan karışmadan en son ne hatırladığından itibaren anlatmaya başla bakalım," dedi. Ardından, banka kolunu yaslayıp sola dönerek, tamamen Oliva'ya odaklandı. Yeşil gözleri, Oliva'nın anlatacaklarına dikkatle odaklanmış bir şekilde bekliyordu.

İşten kovulmuştum. Kütüphaneye gitmeye karar verdim, ama oraya varmadan önce bir bankta dinlenmek için durdum. Dizlerime kafamı koymuş gözlerimi kapatırken bir kedi yanıma geldi. Daha sonra kütüphaneye kadar bana eşlik etti.

Kütüphaneye adım attım, ancak zihnimde hala o kedi vardı. Kitap rafları arasında dolaşırken bile, o kedi aklımdaydı.

Onun yanına geri dönmeye karar verdiğimde, gözlerimi çeken bir kitap dikkatimi çekti. Üzerinde "Chimera" yazan bu eser, sanki içinde birçok sırrı barındıran gizemli bir dünyanın anahtarı gibiydi.

Almam gerektiğine dair bir düşünceye girdim ve kitabı yanıma aldım. Kedinin yanına geri dönmek için harekete geçtim. Başlarda onu görememiş olabilirim, ancak daha sonra ansızın orada belirdi ve birlikte kütüphanenin arkasındaki arazide yürümeye başladı.

Bana alışması için onunla vakit geçirmek istedim ve o sırada kütüphaneden aldığım kitabı okumayı düşündüm. İçerisinde sadece bir dörtlük olduğunu hatırlıyorum. Ne yazdığı hakkında bir fikrim yok, ama onu okuduktan sonra gözüm karardı ve sonra burada buldum kendimi.

Gerçeklikle rüya arasında ince bir çizgide yolculuk yapıyorum gibi hissediyorum şuanda. Sık sık görürüm burayı, ama hatırladığım sadece birkaç görsel. Ama şu an burada olmak, bilinçli bir şekilde bu masal diyarında var olmak gerçek bir his.

Etrafımda dolaşan insanlar, evrenin dengesini değiştirdiğime inanarak içlerinde kin besliyorlarmış dediğine göre. Bu düşünce, zihnimde karmaşıklığa sebep oluyor, ancak ben buradayım ve geçmişimle bu masalın içindeki rolümü anlamaya çalışıyorum. Ve diğer garip olan ise, sen beni tanıyorsun.

Stew, Oliva'nın cümlesini fark ettiğinde, yüzündeki ifadeye anlam yükleyen bir bakış belirdi. "En iyisi her şeyi bir de benim baştan anlatmam gerekiyor," dedi Stew ve anlatmaya başladı.

Bu masalsı dünyanın içinde, geçmişin izlerini takip etmek, belirsizlikleri aydınlatmak ve anlamak için rehberlik etmeye başladı.

Burası rüya gibi görünse de, aslında bir bilinçaltı seyahati. Gerçekliğin sınırlarını aşan bir deneyim, adeta astral bir yolculuk. Duyguların, aşkın, üzüntünün, acının ve daha pek çok duygunun gerçek olduğu bir dünya burası. Bir düzen var, bir yaşam var, sanki gerçek bir yaşamın paralelinde. Ancak unutmamamız gereken şey, buranın gerçekten bir bilinçaltı yansıması olduğu.

Sen bir süre önce buradaydın. Her an, her dakika bu dünyanın içindeydin. İnsanlar buraya sığınmış, kendi yarattığın bu dünyada bir tür sığınak bulmuşlardı. Ancak, zamanla durum değişmeye başladı.

Sen kötüleşmeye başladın, acı içinde olduğun bir noktaya gelmiştin. Alantör, buranın bilgesi, gerçek dünyaya dönmeye başladığının işaretleri olduğunu söyledi. Bu haberi duyan herkes üzüldü, ancak bir şey yapmak mümkün değildi.

Gelgitler ve dalgalanmalar arasında Silviana, bu dünyanın yönetimini devraldı. Sana ve Silviana'ya yardımcı olmak benim görevimdi, ancak senin ayrılmandan sonra her şey değişti.

Bilmiyoruz neden, ama senin bilinçaltından kaynaklandığına inanıyoruz. Diğer dünyaların kapılarını, istemeden de olsa, açtın. Ardından evrenler içinde savaşlar başladı, dengeler değişti. Aniden yağmur yağabilir veya güneş açabilir, küçük gibi görünen şeyler bile büyük etkiler yaratabilir.

Suçlamalar var elbette, seni suçluyorlar. Onların gözünde, bilerek terk etmişsin gibi görünüyorsun. Buna inananlar diğer ülkelere geçtiler. Ancak gerçek, belki de daha karmaşık bir hikayenin parçası. Bu dünyalar arası olaylar, senin kontrolün dışında gerçekleşiyor gibi. Sadece aniden gitmen, burayı bir kaosun içine sürükledi.

Olivia, Stew'in anlattıklarını şaşkınlık içinde dinlerken, zihni karma karışık bir haldeydi. Anlatılanlar arasında kaybolmuş gibiydi, duydukları gerçek olamayacak kadar fantastik ama bir o kadar da içsel bir bağ kuruyordu. Stew'in sözleri, ona beklenmedik bir huzur getirmiş gibi görünüyordu.

"Belki de yıllardır içimde bir yerlerde, bilinçaltımda, böyle bir gerçeğe özlem duyuyordum''. Stew'in anlattıkları, onun gerçek hayatında yaşadığı sıkıntılardan kaçışın bir türü gibi hissediliyordu. Gözleri uzaklara dalarken, "Neden buraya ait olduğumu hissediyorum? Neden bu karmaşık hikayenin içinde kendimi bulmuş gibi hissediyorum?"

Bahsettiklerin, içsel dünyamda uzun zamandır aradığım bir sığınak gibi. "Evet, belki de burası gerçek evim. Gerçek hayatta herzaman olmam gereken yerde değilmiş gibi hissettim ama şimdi... şimdi burası benim gerçek yerim gibi geliyor,"

Belirsizlik içinde, yıllardır olması gereken yerde olamamanın getirdiği hüzün yerine, şu anki anın ve bu anın getirdiği huzurun tadını çıkarmaya karar verdi Olivia. Yüzünde beliren hafif bir gülümseme, içsel bir huzurun habercisi gibiydi.

Stew, Olivia'nın yeşil gözlerine odaklanmış bakıyordu.

Çünkü evindesin, dedi gülümseyerek.

Olivia, olanlar üzerine düşünürken, bir soru aklına takıldı. "Bu dünyaya bana yol gösteren kitap, Chimera, o mu getirdi beni buraya?" diye sordu.

Stew, gülümseyerek başını salladı ve "Hayır, seni Smile getirmiş, Chimera bu ülkenin adı," dedi.

Olivia şaşkınlık içinde "Smile kim?" diye sordu. O sırada, gri tüylü dostu hızla koşarak yanına geldi. Olivia'nın yüzü güldü, çünkü bu sevimli dostunu arkasında bıraktığını düşünmüştü.

"Smile mi adı?" diye sordu Olivia, kedi şimdi onun kucağında otururken.

Stew, "Evet, hatırlıyor musun? Sen bana her zaman seni gülümsettiği için adını Smile koyduğunu söylemiştin," diye hatırlattı.

Olivia, Smile'ın sıcak tüyleri arasında hissettiği huzurun keyfini çıkarırken, bu bilinçaltı dünyasının, onun için özel ve anlamlı bir yer olduğunu düşündü. Belki de gerçek dünyada bulamadığı huzuru, bu fantastik dünyada bulmuştu.

Kedinin yumuşak tüyleriyle kafalarını birbirlerine değdirdikleri sırada, gizemli bir bağlantı hissetmiş gibiydi. "Smile" kelimesini fısıldadığı anda, geçmişle şu an arasında bir bağlantı kurulmuş gibiydi.

Olivia, bilinçaltının derinliklerinde dolaşan bu gizemli hikayeyi çözmeye çalıştı. "İyi ama bilinçaltıyla ilgili bir durumsa bunların hepsi, 'Smile' beni nasıl getirdi?" diye sordu, merak ve şüphe dolu bir ifadeyle.

Stew, cevap verdi. "Az önce kütüphaneye gitmeden önce bir bankta durduğunu, kafanı dizine yaslayıp gözünü kapattığını söylemiştin ya, muhtemelen orada uyuya kaldın. Hiçbir zaman orada uyanıp kütüphaneye gitmedin veya Smile ile karşılaşmadın. Banktan kalktığın andan itibaren hepsi bir rüyaydı. Beynin düşünmeyi bıraktığı anda, Chimera kitabındaki o dörtlük ve Smile, sadece sana burayı hatırlatan bir uyarı olmuş. Bu sayede gelebilmişsindir."

Olivia'nın yüzünde bir aydınlanma belirdi, anladığına dair bir his. Geçmiş ve şimdi arasında bir zaman yolculuğuna çıktığını fark etmiş gibiydi. "Yani, bu dejavu hissi aslında bir uyarıydı ve Smile, beni buraya getiren anahtardı," dedi düşünceli bir şekilde.

Stew, yüzünde bir gülümsemeyle başını salladı. "Evet, bazen bilinçaltımız, bize önceden rehberlik eder. Chimera kitabı ve Smile, seni buraya çekmek için bir yol gösterici oldu.

Olivia'nın bu olağanüstü dünyaya hızla adapte olması, onun için şaşırtıcı bir kolaylıkla gerçekleşmişti. Bilmesi gereken detayları hatırlamamasına rağmen, bu yerin kalbinde önemli bir yer edindiğini hissediyordu.

Şu an neyle karşılaşacağını ve ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyor olmasına rağmen, güvende ve mutlu hissediyordu. Her şeyin düzenlenebileceğine olan inancı, içsel bir huzur ve güven duygusuyla pekişmişti.

Stew ile yaptıkları konuşma sonrasında, Stew'in "Silviana'nın geldiğinden haberdar olması iyi olur, eminim çok sevinecektir." demesi üzerine, saraya doğru yola koyuldular. Gelecekte neler beklediğini bilmeseler de, bir yerden başlamaları gerekiyordu

Sarayın girişine doğru yürümeye başladıkları zaman, Olivia merak ile az önceki ejderha gerçekmiydi diye sordu gökyüzüne bakarken.

Evet adı, Frostfan drakonya, birde ikizi var Vertone Nax. Vertone Nax karşıdaki Draks Pınk dağlarında tutulur, onu pek fazla bırakmayız. Pek evcil olduğu söylenemez, bu tarz vahşi yaratıkları başka bir ülkede yer altında veya okyanuslarda tutarız. Hepsi brbirinden tehlikelilir ama bize bir zararları olan hayvanlar değiller dedi Stew.

Sarayın içine girmişlerdi sohbetleri bittiği esnada. Sarayın iç mekanı, Olivia'nın hayranlıkla izlediği bir masal dünyasını andırıyordu. Sarayın büyüklüğü dışarıdan bile etkileyici olsa da, içerisi adeta bir başka büyülenmiş dünyaya açılıyordu.

Her köşe, her duvar resim tablolarıyla süslenmiş, bazı köşelerde ise zarif heykeller bulunuyordu. Sarayın içinde dolaşan melodi, atmosferi adeta sihirli kılıyordu. Duvarlar düz olmanın aksine tırtıklı bir yapısı vardı ve bu farklılık çok güzel bir hava katıyordu.

Olivia, içeride geçirdiği her dakikada daha da büyüleniyor, hayallerindeki yaşamın tam da burası olduğunu düşünüyordu. Sarayın içerisinde dikkat çeken bir asansör sistemine benzer bir yapı dikkatini çekti. Ancak bu asansör, geleneksel bir kapalı yapıya değil, balkonu anımsatan açık bir tasarıma sahipti. Üzerinde duran demir kısımda ise kat numaraları yazılıydı. Bu açık asansöre binildiğinde, yavaşça yukarı doğru bir yolculuğa çıkılıyordu.

Asansör benzeri bu açık yapıya binildiğinde, demirin üzerinde belirtilen kat numaralarıyla birlikte yavaşça yükselmeye başlıyordular. Her kat geçildikçe, sarayın farklı zenginliklerine ve gizemlerine tanık olunuyordu. Duvarlardaki resim tabloları, sarayın tarihini ve hikayelerini anlatan birer görsel şölen gibiydi. Heykeller, her biri ayrı bir sanat eseri gibi, sizi sarayın tarihine ve kültürüne davet ediyordu.

Asansörün yavaşça hareket ettiği her an, farklı bir katın kapılarını aralıyordu. Her katta, sarayın özel odalarına ve muazzam manzaralara sahip teraslarına erişim sağlanıyordu. Melodik bir ezgi, her kat değiştikçe ritmini ve tonunu değiştiriyordu, adeta bir müzikal atmosfer yaratıyordu.

Sarayın içindeki bu eşsiz asansör deneyimi, Olivia'nın hayal dünyasını bile aşan bir güzellik ve büyü ile doluydu. Yükseldikçe, sarayın içindeki bu masalsı dünyanın sınırlarını keşfetmek için sabırsızlanıyordu.

2. katta durduklarınsa kocaman bir bahçede olduklarını farketti Olivia ve hemen asansörden inerek birazdan gidelim burayı görmem lazım dedi Stew'e bakarak.

Kat adeta kapalı bahçe gibiydi. Bilmese eğer buranın bir saray içinde olduğunu asla tahmin edemezdi. Orta kısımında kocaman bir bahçe ve etrafında oturmak için yerler vardı. Burada oturup sohbet etmek vakit geçirmek ne kadar güzel olur diye düşünmeden edemedi.

Stew araya girerek, daha görmen gereken binlerce muhteşem yer var ama önce birtakım şeyleri halletmemiz lazım dedi Olivia'ya bakarken.

Olivia bu sözler ardından Stew ile beraber adansöre geri bindi.

4. kata ulaştıklarında Stew'in "Buradan devam edelim" demesiyle birlikte asansörden çıktılar. Karşılaştıkları birçok kişi arasında, gözleri kısık bir şekilde gülen bir kadın dikkat çekti. Olivia'yı fark ettiğinde ise sevinçle yaklaştı, elini sıkarak içtenlikle "Sizi tekrardan görmek çok güzel, hoşgeldiniz" dedi. Bu beklenmedik karşılamadan dolayı Olivia, hem garip hem de güzel bir hissiyat yaşadı.

Her adım attıkları koridorda, tanıdık yüzler ve içten selamlarla karşılaştılar. Bu olumlu enerji, Olivia'nın içinde bir rahatlama kaynağı oldu. Onu sevenlerinde olduğunu görmek dışarıda karşılaştığı olumsuz tavırları dengelemişti.

Kırmızı renkteki görkemli kapı Stew'in itmesi ile iki yana açıldı ve içeri adım attılar. Oda, muazzam bir atmosferle onları karşıladı. İçeride, uzun bir masa vardı ki üzerinde rengarenk meyve tabakları dizilmişti. Odanın bir köşesinde ise iki rahat koltuk vardı, sohbet için oldukça güzel dekore edilmişti etrafı.

Gözleri karşı kısımdaki geniş terasa takıldı. Teras, sarayın arka bahçesine açılıyordu ve buradan görünen manzara nefes kesiciydi. Uzun bir dere, sağ ve sol tarafları ise ormanlarla çevriliydi. Karşıda ise bulutların ardında belirsizleşen bir dağ silueti uzanıyordu, mistik bir atmosfer yaratıyordu.

Oda, sadece fiziksel güzellikle değil, aynı zamanda doğanın huzur verici öğeleriyle de dolup taşıyordu. İçerideki sıcaklık ve terastan gelen serin esinti arasında, burası adeta bir huzur adasıydı.

Odanın görünmeyen bir köşesinden bir kadın, kapı sesinden biri geldiğini anlamış olacaktıki, oldukları yere geldi.

Olivia, bu kadının Silviana olduğunu anlamıştı. Kadın, mor renkteki uzun elbisesiyle dikkat çekiyordu; kol kısımları zarif tül detaylarıyla süslenmişti.

Siyah, dalgalı saçları ve derin siyah gözleriyle kadın, etrafına gizem ve güzellik saçıyordu. Mor elbisesi, ona zarif bir hava katarken, göğsündeki kırmızı taşlı kolye ise dikkat çekici bir detay olarak öne çıkıyordu.

Olivia'yı karşısında gören Silviana, geniş açılmış gözleriyle şaşkınlığını belirtti. Ancak bu şaşkınlık, heyecanla ismini söylerken yerini bir samimiyet ve sıcaklığa bıraktı. "Geri gelmişsin" dedi ve Olivia'ya doğru adım atıp, sıkı bir kucaklaşmayla karşıladı.

Olivia, karşısındaki samimi kadını hatırlamasa da, Silviana'nın dostça yaklaşımına karşılık gülümsedi ve "geldim" dedi. Ancak bu sevimli anın tadını çıkaramadan, Stew'in, Olivia'nın zor bir duruma düştüğünü fark ettiği bir anda Silviana'ya baktı.

Derin bir nefes alarak, Olivia'nın hiçbir şey hatırlamadığını söyledi.

Silviana, şaşkınlıkla Olivia'ya bakarken, "Nasıl hatırlamıyor?" diye sordu.

Olivia, olduğu yerde küçük adımlarla yürürken, "Daha önce burada olduğumu, burada edindiğim anıların hiçbirini hatırlamıyorum" diye açıkladı.

Silviana öylece anlamsız bakışlar atarken; Stew, Olivia'nın uyuduğu bir esnada Smile aracılığı ile geldiğini belirtti. "Onu bahçede gördüğümde hiçbir şey hatırlamıyordu buraya dair," dedi.

Silviana, bir umutla Smile'ı görmesi iyiye işaret, tamamen unutmuş olsaydı bağlantı kurması zor olurdu dedi.

Olivia bu duruma yardımcı olacağını düşünerek, "Burayı rüyamda gördüğümü düşünüyordum, rüya değilse anılarımı hatırlıyor olabilirim" dedi.

Silviana, umutlanmış bir şekilde, "Evet, evet, bu muhtemel" dedi ve kitaplığın olduğu köşeye giderek kitapları karıştırmaya başladı. Olivia kadının n ne yaptığını anlayamadan bakışlar atarken, Stew araya girdi.

"Kitaplardan bunun sebebini anlayamazsın, Silviana. Alantör'e başvurmalıyız" dedi ve koltuğa oturdu.


Silviana elindeki kitabı kapattı derin bir nefes içine çekerken ve Stew'e bakıp, haklısın dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

314K 11K 52
Kurtlar sofrasına oturan bir kuzunun kurda dönüşme hikayesi...
21.6K 252 19
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
2.6K 1.5K 12
Kadın bölümüne girince lavabonun sessiz ve bir o kadarda ıssız olduğunu fark ettim. Aynanın karşısına geçip önce tişörtümü temizlemeye başladım. Ben...
49.3K 2.2K 15
Kendimi bildim bileli onu seviyordum işte. Biz çocuktuk büyüdük benimle birlikte ona olan,aptal platonik aşkım koca bir dünya olmuştu içimde. Filisti...