giselle ou les willis || sans...

By nehwatiny

926 147 231

Vililer; onlar ki ihanete uğramış ruhlar, onlar ki kelebek ömürlü kırılgan yürekler... Onlar ne ölü ne de dir... More

- Info -
Chapter I
Chapter II
Chapter III
Chapter IV
Chapter V
Chapter VI
Chapter VII
Chapter VIII
Chapter IX

Chapter X

38 11 15
By nehwatiny

Gecenin geç ve kasvetli saatlerine doğru ilerlerken hava soğumaya ve köyün etrafını çevreleyen antik ormanın yalnızca gece ortaya çıkan ruhları da yavaş yavaş uyanmaya başlıyordu. Yalnızca gece yarısından sonra ortaya çıkan bu huzursuz ruhlar şüphesiz en hüzünlü ruhlardı. Ömürleri boyunca bulamadıkları o mutluluk ve huzuru mezarlarında da bulamamışlar, kanayacak bir kalpleri kalmamıştı. Aşkı ölümünü getiren her talihsiz ruh gibi onlar da öfkeliydi, kinliydi, kalpleri nefret ve intikam arzusuyla dolup taşıyordu. İyilik nedir, merhamet nedir bilmezlerdi. Çünkü yaşarken hiç öğretilmemişlerdi veya kendi iyilik ve merhametlerine karşılık bulamamışlardı. Gözleri yaşarken yalnızca yalan, hile, açgözlülük, kıskançlık ve dalavere görmüştü.

Sevmeyi denemişler ve bu ölümlerini getirmişti.

Bu peri masalında iyiler mutlu sona kavuşamıyordu. Çünkü gerçeğin en acı tarafı şüphesiz en masum ve en iyi kalpli insanlar en çok acı çekenler olmasıdır. Dünya bir nimet ise hayatın suyunu en çok kötüler ve günahkârlar çıkarır ve iyilere tek bir damlasını bile bırakmazlar. Konu aşk ise işer daha kötüdür.

Yaşarken en masum, en saf, en temiz yürekli insanlar olan bu ruhlar için aşk yalnızca kafalarında kurabilecekleri ateşli bir rüyaydı. Gerçek değildi. Güya olmadığına bizzat kendileri tanık olmuşlardı. Ve o aşk hayalini kurabilecekleri bir hayatları yoktu artık. Onlar ölüydü.

Onlar için artık sadece bu soğuk mezarın taşı ve toprağı vardı.

Onların ölümünü bu kadar trajik yapan yaşadıkları aşkın yalan olması değildi. Bu zavallı kızlar; sevmişti, âşık olmanın tadına bakmıştı, dudakları sıcak ve tutkulu bir öpücüğe tanık olmuştu, parmaklarına bir yüzük geçirilmeden önce 'Evet' demişler, gelinliklerini giymiş, yüzlerini beyaz bir duvak örtmüş, ellerine beyaz bir buket çiçek almışlardı.

Ve o gün son günleri olmuştu.

Kimdi bu zavallı ruhlar, hüzünlü kızlar, ölü gelinler?

İşte buradalar, vililer; onlar ki ihanete uğramış ruhlar, onlar ki kelebek ömürlü kırılgan yürekler... Onlar ne ölüydü ne diri. Zira ihanetin bıçağı bir kere kalplerine saplandı mı ölüm onlar için neydi ki?

Onlara vili diyorlardı.

Peki onlar bugüne kadar neden hep genç kızlar olmuştu?

Cevap için çok düşünmeye gerek yoktu.

Erkekler

İşte erkekler, dedi Myrtha, vililerin asil kraliçesi. Bu kadim dişi ruh her gece mezarından ilk kalkan kişiydi. O ilk viliydi. Ölümsüz bir ruhtu. Ebediyen lanetliydi. En güçlüleriydi.

İşte erkekler, ahmaklar, hayvanlar, domuzlar... Bir farkları var mıdır ki? Biz amansız aşk denizinde yüzerken delicesine âşık gözlerimizle onlara bakıp bu dünyada var olmayan bir aşkın hayalini kurarken onlar bizim gibi kızların delicesine âşık gözlerini bir hiçe saydılar ve kulaklarımıza zehir gibi yalan fısıldadılar. Aradıkları şey masum, tutkulu ve saf bir âşık değil; yalnızca onu her açıdan memnun edecek ve ona annelik edecek şehvetli, itaatkâr, güzel bir kadın. Bir hizmetçi, bir köle...

Katilimiz olduklarından haberleri bile yok. Biz şanslıyız, onların cehenneminden kurtuluşumuz ölümümüzle oldu. Asıl onlarla uzun bir ömür yaşayıp yavaş yavaş ölenlerin vay hâline...

Peki ya biz? Biz öldükten sonra kimse o erkeklere katil demedi.

Peki öyleyse biz neden öldük?

Tabi ya... Talihsizlik... Başka bir şey değil.

Gelinliği hiç olmadığı kadar beyaz ve uzun saçları güzelce toplanmış, başına beyaz güllerden bir taç takılmış, mezarından kalkan güzeller güzeli gencecik ancak kadim ruh, Myrtha, beyaz duvağını yavaşça başından çekti. Eline iki küçük mersin dalı aldı. Sadakatin simgesi...

Beyaz mersin çiçekleri, beyaz zambaklar, beyaz güller, beyaz orkideler, beyaz papatyalar, beyaz karanfiller...Hepsi düğünlerinde tutamadıkları bir buket çiçeğin hüznünü getiriyordu. Myrtha beyaz çiçeklerin süslediği bir çift küçük dal parçası ile dans ederken bir yandan vilileri mezarlarından kaldırmaya ve gece dansına çağırmaya koyuldu.

Konu vililerin dansı olduğunda, dans kelimesi sakın ola ki size neşe, umut ve mutluluğu çağrıştırmasın. Hayalet Kraliçe Myrtha'nın dansı ruhaniydi, buz gibiydi, tüyler ürperticiydi ve tamamen cansızdı. Vili kraliçesinin gece dansına çağrısıyla birlikte ölü kızların ruhları mezarlarından kalkmaya başladı. Onlar etraftayken kimseden mutlu bir ses çıkamaz, kimse neşe dolu kahkahalar atamaz, kimse gökyüzüne umutla bakamazdı. Vililerin dansı başladığında her şey soğuk, her şey karanlık, her şey hüzünlüydü.

Vililer adım adım süzülerek mezarlarından uzaklaşırken beyaz bir tülle örtülü başları, kraliçelerine saygılı bir şekilde eğildi. Elleri göğüslerinde bir kucak boşluk olacak şekilde kesişmişti. Çünkü rahimlerde hiçbir hayatın doğamadığı zavallı kızlar; hiç doğmamış, hiç var olmamış bebeklerini kucaklarında taşıyorlardı.

Myrtha elindeki mersin dallarını yere attı ve çıplak, ölü ve soğuk elleriyle dansına devam etti. Ruhani ve korkunç bir dansın yarattığı zarif ve hüzünlü trajik güzelliğe bir bir katılmaya devam eden vililer sıra sıra dizildiler ve Myrtha'nın etrafını çevreleyerek onu merkezlerine aldılar.

Onlar danslarına devam ederken gece ilerledikçe sis etraflarını çevreledi ve bütün ormanı sardı. Artık göz gözü görmüyordu neredeyse.

Ancak hepsi biliyordu ki bu gece diğerlerinden farklıydı. Bu gece yalnızca sabah çanlarına kadar hüzünlü danslarını edip mezarlarına geri dönecekleri türden bir gece değildi. Bu gece sadece hüzün yoktu.

İntikam vardı.

Çünkü hepsi yanlarına katılan yeni mezarı fark etmişlerdi. Hepsi bu aralarına katılmak üzere olan yeni ruhun hüznünü ve huzursuzluğunu hissedebiliyordu. Vililer sabırsızlıkla danslarını bitirip oldukları yerde taş gibi hareketsiz kaldılar.

"Siz de fark ettiniz mi?" dedi vililerden biri "Yanımızda yeni bir mezar var."

"Şu mezara bak! Ne kadar sade ve çirkin!"

"Ormanın karanlığında neredeyse hiç fark edilmiyor bile!"

"Yeosang Kennenberg."

"Kim bu hüzünlü ruh?"

"Zavallıcık. Kim bilir ne oldu ona?"

Karanlıktaki ıssız mezar ormanın en derinlerinde, tanrının terk ettiği yere kazılmıştı. Kimse böyle terk edilmeyi hak etmezdi. Ancak Yeosang'ın mezarı tanrının ve insanlığın unuttuğu bir noktada duruyordu. Sanki asla bulunmaması için özel bir çaba sarf edilmişti. Vililer teker teker mezarın başına toplaştı.

"Onu çağıralım." dedi Myrtha. "Bu zavallı acınası ruhun acısına ortak olalım ve intikamını bu gece alalım."

Vililer hep birlikte bu fikri onayladı. "Evet! Evet! Hadi onu çağıralım!"

Bununla birlikte bütün vililer sıra sıra dizilip Yeosang'ın mezarını çevrelediler. Myrtha eline yeniden mersin dallarını aldı ve ellerini yukarı kaldırdıktan sonra süzülerek adımlarını teker teker mezardan uzaklaştırdı. Her bir adım uzaklaşışında mezarından kalkan bu hüzünlü ruh yavaş yavaş bir viliye dönüşüyor ve adımlarını bir bir hayalet kraliçeye yaklaştırıyordu. Kolları hâlâ mezara yatırıldığı gibi göğsünde kesişmiş bir şekilde duruyor, parmak uçları hâlâ omuzlarına dokunuyordu. Gözleri kapalı, başı sanki derin bir uykudaymış gibi önüne düşmüştü. Ancak Myrtha ona bir kere dokunduğu an bir anda uyanmış gibi başını kaldırdı.

Yeosang nihayet bütün dünyevi bağlarından ve fiziksel sınırlarından kurtulmuştu.

O artık bir viliydi.

Soğuk, bembeyaz ve ölü bedeni artık toprağın altında kalmış geriye yalnızca ışıklar saçan ruhani silüeti kalmıştı.

Ancak bu vili diğer hiçbir viliye benzemiyordu. Vililer şok içinde Yeosang'a baktı.

"O bir erkek!"

"Nasıl olur?"

"Burada olmamalı! Midemi bulandırıyor!"

Myrtha elini kaldırarak sessizliği sağladı ve gözlerini son cümleyi söyleyen viliye çevirdi. "Ophelia, biraz sakin ol. O da en az bizim kadar sevdiği erkeğin yalanlarına maruz kalmış ve ihanete uğramış. O da bizim gibi kederli bir ölüme kucak açmak zorunda kalmış. O da bizim kadar öfkeli."

Myrtha boynu bükük hüzünlü ruha döndü ve yüzünü örten ince tülü başından çekti. "Dans et, Yeosang! Artık ne hayat kaldı ne de aşk! Hüznünü dansına kat ve bu edebi ızdırabı kabullen!"

Yeosang yavaşça gözlerini açtı. Kendi bedeniyle bütün ilişkileri kesilmişti. Artık kalbinde bir acı sızı yoktu. Kalbi toprağın altında ve tamamen ölüydü. O an hissettiği hiçbir şey yoktu. Ne soğuk ne de acı... Bir bedeni yoktu. Hiçbir şey hissetmiyordu. Ne ayaklarının yere bastığı toprağı ne tenine vuran soğuk gece rüzgârını, ne de elinin dokunduğu herhangi bir şeyi. Kendini bile hissetmiyordu. Sadece bir siluetti artık...

Vililer o gözlerini açtığı an heyecanla Myrtha'nın sözlerini tekrar ederek seslendiler. "Dans et, Yeosang! Artık ne ömür kaldı ne aşk!"

Dans edebilmesi için tek engel ortadan kalkmıştı. Artık duracak bir kalbi yoktu. Artık ölecek bir bedeni yoktu. Tüm bu aşamalar çoktan geçilmişti. Bunun farkındalığı ile Yeosang hiç olmadığı kadar rahat bir şekilde ve büyük bir tutkuyla dans etmeye başladı. Hiç olmadığı kadar neşeli ve özgür...

Vililer bu yeni ruhun dansına hayretle bakakaldılar.

Çünkü Yeosang'ın ışıklar saçan soluk, buz gibi ve tüyler ürpertici hayaleti bir yana dursun, dansı hâlâ inanılmaz enerjik, mutlu ve neşeliydi. Bu talihsiz ruhun ölümden sonra bile sönmemiş neşesi vilileri gitgide öfkelendiriyordu.

"Bana pek öfkeli gibi gelmedi." dedi vililerden biri

"Bana da. Ne kadar neşeli dans ettiğine bir bakın!"

"Tanrım! Onun nesi var böyle?"

"Onda bir terslik var!"

Bakışları yaşarkenki gibi masum, saf, yumuşak ve mutluydu. En şaşırtıcı nokta ise Yeosang'ın hâlâ âşık olmasıydı. Öfkeli değildi. Ölü gözleri kin ve nefretle bakmıyordu. Kalbi intikam arzusu ile dolup taşmıyordu. O hâlâ âşıktı. Zavallı masum ruh hâlâ çaresizce ölümüne sebep olan yalancı yabancıyı seviyordu. Yeosang'ın havada mutlu mesut süzülüşü yavaşladıktan sonra büyük bir şaşkınlık ve hüzünle kendi mezarına baktı ve ölümün kasvetli gerçeği o an ruhuna bir lanet gibi hücum etti.

"Tanrım, ölüm böyle bir şey mi?" diye mırıldandı.

"Ölüm boş kafalı ve kötü insanlar için sandığından daha basittir, sevgili Yeosang." dedi Myrtha. "Onların ölümünün romantik bir tarafı yok. Bedenleri birkaç hafta sonra toprağa gömülüp üzerlerinde çiçekler açtığında daha romantik bir hâl alıyor. Ancak ruhları cehennemin en hafif acılarını çekiyor. Ancak biz masum ruhlar için ölüm... çok daha dramatik."

"Sen Myrtha'sın!" Yeosang sanki bir ölü görmüş gibi - ki bu bir 'gibi' değildi - şaşkınlıkla vili kraliçesine baktı. "Annem bana sizin hikayelerinizi anlatırdı! Sen... Gerçekten varsın!" Yeosang o an nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. "İnanmıyorum..."

"Artık bizden birisin." dedi Myrtha.

"O-Onur duyarım, majesteleri."

Myrtha gülümsedi. "Diğer vililer genelde bana majesteleri demezler. Normalde bir erkeğin bana her zaman saygı göstermesini isterim ama sevgili Yeosang, sen fazla güzel bir erkek olduğun ve bir vili olduğun için bir ayrıcalığı hak ediyorsun."

Gitgide ilgisini çeken bu tuhaflıklara karşı Myrtha sordu:

"Sevgili güzel ilahi Yeosang, söyle kimdir o çaresizce ve umutsuzca âşık olduğun o hain erkek?"

Yeosang bu defa ölümün ona getirdiği farkındalık ve ciddiyetle cevap verdi. "Adı San." dedi. "Bana adının Loys olduğunu söyledi." Gülümsedi. "Ama sevdiğim adamın adı San'mış! Ve... ve o bir kont! Tanrım! Ne kadar aptalmışım! Zaten soylu birine benziyordu. Uzak diyarlardan gelen bir prens gibiydi. En başından anlamalıydım."

O bütün hikayesini anlatırken Vililer Yeosang'ın yanına doğru toplaştı, onu teselli etmeye ve genç kontu ayıplamaya başladılar.

"Ona yalan söylemiş!"

"Ne kadar iğrenç!"

"Zavallı küçük çocuk!"

"Kabul edilemez!"

"O hain erkeklerden biri daha!"

"Sahtekâr!"

"Ne cüretle onu kandırır?"

Yeosang anlatmaya devam ettikçe vililerin öfkesi gitgide artıyordu.

"Bu Jongho denen çocuk da 'Hayır'dan anlamıyormuş! Benimki de aynı öyleydi! Bu erkekler neden hayır kelimesinden anlamıyor?"

"Kont Albrecht ve kasaba bekçisi Hilarion. İnanamıyorum ikisi de birbirinden aptal!"

"Merak etme sevgili Yeosang," dedi Myrtha. "İntikamın alınacak. O San denen hain sahtekâr kont müsveddesi mezarına geldiği hatta bu ormana ayak bastığı an gazabımıza uğrayacak. Bize güvenebilirsin. Ona cezasını biz vereceğiz ve mezarında huzur bulacaksın."

Yeosang boş bakışlarla vili kraliçesine baktı. "İntikam mı?"

Vililer hayretle sordu. "Seni öldüren adamdan intikam almak istemiyor musun?"

"Tanrım, bu nasıl bir vili böyle?"

"Bugün ikisi de ölecek!" dedi Kraliçe Myrtha. "Onları lanetleyeceğiz. Son nefeslerini verene kadar bizimle dans edecekler. Tabii bizim aksimize onların son nefeslerini verecekleri etten kemikten bir ölümlü bedenleri olacak. Bugün ikisi de onlardan önceki her zalim erkek gibi ölüm dansını tadacak!"

Bu emirle birlikte vililerin her biri hızlıca ıssız ormanın bir köşesine dağıldı ve alışık oldukları gibi erkek kurbanlarını aramaya koyuldular.

Yeosang ise mezarının başından ayrılmadı. Kendi mezarına dikilen ahşap haçın arkasına geçti ve korkuyla beklemeye koyuldu. İçinde büyük bir endişe ve dehşet vardı. Genç kontun vililerin gazabına uğramasını istemiyordu. Bu yüzden bekledi.

Biliyorum, o bu gece gelecek...

Mezarımda göz yaşı dökecek.

Ve ben onu bütün kalbimle affedeceğim.

Sana bir kez olsun gerçek isminle sesleneceğim.

O sevimli gerçek isminle.

San...

A/N: Laptoptan attığım ilk bölüm. Lütfen saçmalamasın lütfen. Geçen sefer baya bi sorun çıkardı yüreğim ağzıma geldi. Umarım bu sefer sorun çıkarmaz amin. 

Continue Reading

You'll Also Like

882K 70.7K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
395K 36.2K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
223K 22K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
52.7K 2.5K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...