BUZ KRAL

By Nerime_ULC

10.9M 426K 53.8K

Elif kendine özgü masum sade bir kız. Ta ki Dağhan ile tanışana kadar... Aşkın bu kadar karmaşık acı am... More

Züppe... ( BÖLÜM 1)
Kimsin Sen?... (BÖLÜM 2)
Fotoğraf... (BÖLÜM 3)
Oyuncak....(BÖLÜM 4)
Bilet...( BÖLÜM 5)
Kadın... (BÖLÜM 6)
Konser... ( BÖLÜM 7)
İlk Buluşma...( BÖLÜM 8)
Aptal...(BÖLÜM 9)
Beyaz Buket...(BÖLÜM 10)
Yazardan Açıklama...
Hırs... (BÖLÜM 11)
Teklif... (BÖLÜM 12)
Telefon... (BÖLÜM 13)
Yazardan Açıklama 2
Roma... ( Bölüm 14)
Sadece Bir Hafta...(BÖLÜM 15)
Rüya...(Bölüm 16)
Yazardan Açıklama 3
İtalyan Kahvaltısı... (BÖLÜM 17)
Fesleğen Soslu Makarna...(Bölüm 18)
Uçurum...(Bölüm 19)
Karniyarik, Pilav, Cacık...(Bölüm 20)
COMO GÖLÜ ...(Bölüm 21)
Cam Kırıkları...(Bölüm 22)
Klise Düğünü...(Bölüm 23)
Aşk Çeşmesi...(Bölüm 24)
Beni öptü...( Bölüm 25)
Yazardan Aciklama... 4
Siyah Dantel Elbise... (Bölüm 26)
Yazardan Açıklama... 5
Pislik... (Bölüm 27 - Part 1)
Pislik... (Bölüm 27 - Part 2)
Soğuk... (Bölüm 28)
Ben Buyum....(Bölüm 29)
Bitti... (Bölüm 30)
Dostluk... (Bölüm 31)
Sadece Bir Ay...(Bölüm 32)
Özür...(Bölüm 33)
Oyun ...(Bölüm 34)
Kaza... (Bölüm 35)
Korku...(Bölüm 36)
Yüzleşme.... (Bölüm 37- Part 1)
Yüzleşme...(Bölüm 38 - Part 2 )
Kırmızı Spor Araba... (Bölüm 39)
Özlem...(Bölüm 40)
Yemek...(Bölüm 41)
Anne...(Bölüm 42)
Geçmiş... (Bölüm 43)
Sürpriz...(Bölüm 44)
Yazarda Açıklama 6
Mutluluk... (Bölüm 45)
Gerçek Aşk ...(Bölüm 46)
Yazardan Teşekkür...
Kavuşma ... (Bölüm 47)
Seni Seviyorum...(Bölüm 48)
Bir Ay Bitti ... (Bölüm 49)
Yıkım ...( Bölüm 50)
Kapak Değişikliği
Paylaşınca Azalır Acılar ... ( Bölüm 51)
Teşekkür....
Alışmak ... (Bölüm 52)
İzmir ... ( Bölüm 53)
Okuyucu İlgisi
Yeni Bir Yol ...(Bölüm 54)
Cesaret ... (Bölüm 55)
Yağmur Fırtına ve Alabora... ( Bölüm 56)
Kısacık Bir Giriş Olsun (Geriye Dönüş - Bölüm 57)
Geriye Dönüş... (Bölüm 57)
Duyuru...
Savaş, Mağlup, Esir... (Bölüm 58)
Beni Affet ... (Bölüm 59)
Yeni hikaye, Yeni kapak tasarımı ....
YABAN Tanıtım ve Kapak...
Asla Pes Etme ... (Bölüm 60)
Yeni Bir Yıl...(Bölüm 61)
Yeniden Merhaba...
Varlığı Yokluğu Bir Olan Adam... (Bölüm 62)
Alıntı (Bölüm 63) Gitme Yalvarırım Gitme...
Gitme, Yalvarırım Gitme (Bölüm 63)...
Bitmesin, Gitmesin.... (Bölüm 64)
Sanki Hiç Gitmemiş Gibi...(Bölüm 65)
Uyan ... (Bölüm 66)
Yazardan Açıklama...
Alıntı...
AŞK ... (Bölüm 67)
Merhaba...
Wattpad Hakkında
Son ... (Bölüm 68)
BUZ KRAL 2 - KAFES / 1. Bölüm
BUZ KRAL 2 - KAFES / 2. Bölüm
BUZ KRAL 2 - KAFES / 3. Bölüm

BUZ KRAL 2 - Kafes 4. Bölüm

1.4K 91 26
By Nerime_ULC

Aptallığının kurbanı olduğunu apaçık ortadaydı. İçindeki saflığı ortaya çıkarmaktan ise ömür boyu hiç gocunmamıştı. Böyle kolayca teslim olmak, kapılıp gitmek onun zaafı gibiydi. Hele ki kalbi yavru bir kuşun kanat çırpışı gibi onu nefessiz bırakıp çırpınmaya devam ediyorken.

Dağhan, adı gibi heybetli bu adam onu soluksuz, dilsiz, tutarsız, ne yapacağını bilemez bir divane haline dönüştürmüştü. Ve Elif tüm bunları bile isteye ona kapılıp sürüklenmeye devam eder olmuştu. Dün gece sokağın ortasında kurumuş dudakları deliler gibi çarpan kalbi ve titreyen dizleri ile onu öylece bırakmış çekip gitmişti. Neyi ne için yaptığı belli olmayana deli bir fırtına gibiydi. Koyu bir girdap. Yıldızsız, karanlık bir gece.

Sokağın ortasında öylece bir müddet dikildikten sonra çaresizce eve çıkmıştı. Ve günlerdir yapmak için beklediği şeyi tüm cesaretini toplayıp yapmış nihayet Esra'yı arayabilmişti. Kendine bile sık sık itiraf etmek zorunda kaldığı hala inanamadığı gerçeği ona açıklamıştı.

Esra her zaman ki gibi, yaptığı her yanlışta ya da her tutarsızlığında olduğu gibi önce sinirlenmiş bitip tükenmek bilmez yakarışları, öfkeli, kızgın halleri ve bunu takip eden dinginliğini yinelemişti. Ancak onu destekleyerek yanında olduğunu söylemiş fakat hala bir şeyler için endişe duyarak telefonu kapatmıştı. Biliyordu Esra için bu konuşma yeterli değildi. En kısa sürede bir mantar gibi başında bitecek, Dağhan'ı karşısına alacak Elif'e gerdiği kol kanat ile önce kıskanç bir abla edası ile ona gözdağı verecek sonra onu bir kaç kritik soru ile tartacaktı. Ancak Elif'in gerçekten Dağhan'a sımsıcak bakan gözlerine şahit olabilirse yumuşayabilecekti. Elif arkadaşını çok iyi tanıyordu. Elif'i güvene almadan bir şeylere emin olmadan asla pes etmeyecekti.

İş yeri bugün fazlasıyla sakindi. Belki de cuma olması nedeni ile haftanın gerginliği yitip gitmişti. Ama Elif'in aklını bir türlü toparlayamaması, kendini sık sık Dağhan'ı son günlerde bu yaşadığı yenilikleri düşünmesi, uzun süredir unuttuğu kalp sesini yeniden işitmesi işte tüm bunlar iş ortamına uyum sağlamasını güçleştiriyordu.

Bu sakin gününün aksine Tuğçe oldukça yoğundu. Elif'in yanına gelip dün neler olduğunu sormaya sadece bir kaç dakikalık fırsat bulabilmişti. Neyse ki bu Elif'in işine yaramıştı. Dalgın ve karmaşık düşünceleri arasında bir de Tuğçe ile uğraşmak zorunda kalmamıştı. Nihayet bu sıkıcı ve durgun günün bitiminde saatin mesai bitişini göstermesi ile iş yerinden çıkıp arabasına bindi. Yoğun trafik sebebiyle eve epeyce bir sürede varabildi.

Sokağına girer girmez dikkatini kapısının önündeki siyah karavan çekti. Oldukça pahalı ve lükstü. Tam apartman girişine park edilmişti. Koyu filmli camları sebebiyle garip ve şüphe uyandırıcı duruyordu, içerisini ise göremiyordu. Şüphe ile karavana dönüp bir kaç kez daha baktıktan sonra apartmana girdi. Asansörden inip kendi daire kapısına geldiğinde duraksadı. Kapısının önünde daha önce hiç görmediği takım elbiseli iki adam dikilmekteydi, elleri kolları torba ve kutular ile doluydu. Önlerinde demir bir askılık uzanmaktaydı, üzerinde ise etiketleri üzerinde belki de onlarca kıyafet torbaların içerisinde asılıydı.

Elif gördüklerinin şoku ile bir kaç adım daha atıp adamların yanına yaklaştı.

"Pardon siz kim siziniz acaba? Evimin önünde ne işiniz var?" diye sordu.

"Elif hanım bizi Dağhan bey gönderdi" dedi takımlı adamlardan biri.

Duydukları ile gözlerini kırpıştırdı ve elbiselerin üzerine çevirdi bir kez daha. Giysi torbalarında etiketleri üzerinde onlarca elbise vardı. Renk renk ve her dokuda kumaşta. Pahalı olduklarını anlamak için markalarına bakmaya gerek bile yoktu. Elif için alışıla gelmedik ve hatta birazda tedirgin edici bir durumdu. Tıpkı ardında ki isim gibi...

"Dağhan mı? Yani tüm bunlar, Dağhan..." diyerek hayretle soludu Elif.

"Evet efendim sizin için. Bunları size teslim etmek için buradayız" dedi adam.

Elif dişlerini sıkıp hınçla çenesini gıcırdattıktan sonra hızlı adımlar ile kapısına yönelip kilidi açtı ve içeriye adımladı.

"Hiç birisini istemiyorum. Patronunuza bunu böyle söyleyin" dedi hırsla.

Adamlar sanki Elif'in bu tepkisini duymamış ve görmemiş gibi ellerindeki kutular ve eşyalar ile eve geniş adımlarla girdiler. Bunu yaparken oldukça başına buyruk ancak son derece saygılıydılar. Giysileri büyük bir hızla salona taşımaya başladılar.

Kısacık süre içerisinde adamlar onlarca kıyafeti salona, koltukların üzerine, yemek masasına bir dağ gibi yığmıştı. Ve hala da hızlıca inip çıktıkları merdivenlerden elleri kolları kutular ve giysiler ile dolu bir şekilde karavanı boşaltmaya devam ediyorlardı.

Elif üzerindeki şaşkınlıktan çabuk sıyrıldı, ceketini hırsla çıkarıp koltuğun üzerine fırlattı ve adamların önüne kendini attı.

"Duymadınız mı size diyorum. Hiç birisini istemiyorum. Evime böyle izinsizce girebileceğinizi kim söyledi" diye haykırmaya başlamıştı ki çalan telefonunun sesi ortamı doldurdu. Kulaklarındaki öfke ve hırs çınlamasının yanında işittiği telefon sesi adeta bardağı taşıran son damla olmuştu.

Elif çalan telefonunu çantasının içerisinden çıkarıp öfke dolu bir ses ile açtı.

"Aloo..." diye adeta telefona haykırdı.

"Elif" dedi Dağhan derin bir iç çekme ile.

Elifin sesinden nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu anlamıştı.

"Hediyelerimi beğenmiş olman beni çok memnun etti" dedi telefonun ucundan gelen alaycı ses tonu ile.

Adamların üzerine kusamadığı öfkenin muhatabının telefonun diğer ucunda olmasını memnuniyeti ile,

"Sen ne yaptığını sanıyorsun. Sana bunu yapamayacağını söylemiştim. Bunları asla kabul etmeyeceğimi de söylemiştim. İstemiyorum hiç birisini istemiyorum" diyerek hırsla telefona doğru söylenmeye başladı.

"Elif biraz sakin olur musun lütfen" diyen Dağhan soğukkanlılığı ile kontrolünü kaybetmeden konuştu bu kez.

"Sakin mi olayım? Bana tüm bu karışıklığa ve emrivakiye karşı sakin ol mu diyorsun?"

"Evet sakin ol. Dün gece bunu yapabileceğimi bana sen söylemiştin unuttun mu?" diye sordu bu kez.

Elif dün geceyi, o yakınlığı, Dağhan'ın bedeninden yayılan çekimi, dudaklarını yalayıp geçen sıcak soluğunu hatırlamış olmanın heyecanı ile bir kaç saniye ne demesi gerektiğini bilemeden donup kaldı. Dün geceyi anımsamak bile aynı his ve duygularla bir kere daha dolmasına yetmişti. Somutu soyut ile ayırt edemiyordu. Dağhan söz konusu olduğunda bu böyleydi. Varlığını bile düşünmek onu etkisi altına alıyor, sarsılıp istençsiz bir hale dönüştürüyordu. Bu şimdiye kadar hiç yaşamadığı bir deneyimdi.

Kendini çarçabuk toparladı.

"Ama bu hiç, hiç adil değil" diyerek hızlıca cevap verdi.

Sesindeki direnç ve irade düşmüştü. Duyduklarının haklılığı altında acizleşmişti.

"Adil olmayan ne?" diye sordu Dağhan ve hemen arkasından ekledi.

"O kadar yakın olmamız mı adil değildi, ya da vücutlarımız arasında ki o çekim mi? Yoksa hızlanan nefeslerimiz, birbirine kitlenen gözlerimiz, karıncalanan tenimiz mi? Dün gece bizi ele geçiren o tutku adil değil miydi?" diyerek kısık sesle sordu.

Dağhan'nın ağzından bu cümleleri işitince bir kez daha dizlerinin bağının çözüldüğünü, midesinde ise kor mengene gibi bir sızının gezindiğini hissetti. Aman tanrım bu adam inanılmazdı. Bu ses tonu, kurduğu bu cümleler hormonlarını alt üst etmeye yetiyordu. Yüzüne hücum eden kanı hissedebiliyor, alev alev yanan yanakları ile tüm yüzünün kızardığını tahmin edebiliyordu.

"Ben senin istemediğin izin vermediğin hiç bir şeyi yapmam" dedi Dağhan bu kez ciddi ve kendinden emin sesi ile.

Elif hala konuşamıyor tek bir kelime bile edemeden kitlenip kalmış bir halde telefon kulağında dikiliyordu. Ne etrafından gelip geçen adamlar ne telefonun öbür ucundan nefes alıp verişini duyduğu Dağhan'a hiç birisine tepki veremiyordu.

"Elif?" diyen Dağhan'ın sesi ile kendine geldi.

"Buradayım" dedi zorlukla.

"Güzel. Seni daha sonra ararım" diyerek Elif'in cevabını beklemeden telefonu kapattı.

Koltuğunun üzerini kaplayan elbise yığınının üzerine kendini atıp hareketsizce elindeki telefona bakmaya devam etti.

Lanet olsun haklıydı, söylediği her cümlede ona anımsattığı her anda haklıydı. Her şeyin özeti gibiydi bu işittikleri. Elifin büründüğü dönüştüğü yeni kimliğinin tamamı gibiydi. Dağhan'ın birden bire hayatına girmesi ile dönüştüğü yeni kadın bambaşka biriydi. Bunca yıldır var olan Elif ile taban tabana zıt ve farklıydı.

Adamlardan birisinin,

"Elif hanım biz işimizi bitirdik efendim" demesi ile kendine gelip doğruldu.

Solonu yatak odası hatta mutfak masası bile bir kıyafet dağının altında kalmış gibiydi.

"Peki" dedi çaresizce.

Zaten artık daha fazla da ne denirdi bilmiyordu.

Adamlar geldikleri gibi tek kelime etmeden evden ayrıldılar. Adamların gidişi ile gözlerini devirip salon kapısını kapattı. Hemen ardından yere çöküp sırtını kapıya yasladı.

Tüm bu elbise yığını ile istila edilmiş evine umutsuz gözlerle bakarken aklından geçen tek bir düşünce vardı, bu kahrolası adamla ne yapacaktı? Hayatına davetsizce sızan, emrivakiler ve kurallar ile karanlık bir yolda yürüyor gibiydi. Elinden hiç bir şey gelmiyor, dalgalı bir denizde oradan oraya sürükleniyor ancak işin ilginç tarafı garip bir haz ile de bedeni sarsılıyordu. Dağhan'ın tüm vücuduna, aklına, benliğine kalbine verdiği bir hazdı bu.

Bunların yanı sıra ise değişiyordu. Hem de hiç tahmin etmediği bir şekilde hızla farklılaşıyordu. Bunu durduramıyor, mani olamıyordu. Saplantıları artmış kontrolsüzlük yaşadığı duygusuna kapılır olmuştu. Kendine hislerine söz geçiremiyordu. Aklını düşüncelerini yönlendiremiyordu. Kendini sık sık Dağhan'ı düşünürken buluyordu. Sanki her kapının ardında, her yolun sonunda, baktığı her yerde o var gibi hissediyordu. Korkuyordu hem de çok, bu yaşadıklarının gideceği belirsizlikten çok endişeliydi. Kime dönüşeceğini nasıl bir Elif olacağını ve onu neyin beklediğini bilmiyordu. Çaresizce tüm bu olup biteni izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Şimdiye kadar hayatında hiç olmadığı kadar zayıf, dirayetsiz ve iradesizdi.

Akşamı salonundaki tüm elbiseleri küçük ardiye odasındaki çekmecelere, işe yaramaz askılığına ve pek kullanmadığı köşede beklettiği eski gardırobuna istifleyip tıkıştırmakla geçirdi. Telefonu bir kaç kez çaldı. Üstelik ısrarla. Ancak hınçla küçük odadaki çekmecelere dolaplara tıkıştırdığı eşya yığını ile mücadelesine devam ediyor, kulaklarında çınlayan bu sese inatla sırtını dönüyordu. Tüm işlerini bitirip de gecenin bir yarısı kan ter içinde kendini kanepeye attığında bile sehpanın üzerinde çalmaya devam eden telefonuna başını çevirip yan gözle bakmadı. Arayan her kim ise yarını bekleyebilirdi. Elif'in daha sakin, daha dingin olduğu bir anı. Sıcak bir duş ile gerilen tüm sinir ve kaslarını gevşettikten sonra sürüklenen adımlar ile kendini yatağına atıp tonlarca ağırlık da ki göz kapaklarına teslim oldu.

******

Kemiklerine kadar yorulmuş hatta kırılmış gibi hissederek gözlerini araladı. Cumartesi sabahıydı. Takatsiz ve bitap bir haldeydi. Bunun sebebi dün gece saatlerce yerleştirmeye çalıştığı şu aptal elbiseler ayakkabılar değil, Dağhan'a karşı mağlubiyetin, yenilmişliğin ve öfkenin verdiği histi.

Sakin uysal bir kızdı. Uyumluydu, sıcaktı. Ancak tabi ki kuyruğuna basılmadığı sürece. İnatlaşmak ise en büyük zaaflarından birisiydi. Ama bu sefer bu inatlaşmada galip gelen taraf Dağhan olmuştu ve Elif de bir nevi kendi sözleri ve iradesi ile ona teslim olmuştu. Şikâyetçi miydi bu durumdan? Hayır, değildi. Dağhan'ın hayatında olma tarzı buysa buna da razıydı. Çünkü onunla birlikteyken başka nasıl olunur bilmiyordu. İşte buda bir diğer can sıkıcı durumdu. Tüm bunlar kısır bir döngü gibi uzayıp gidiyor beyninin içini didik didik ediyordu.

Boş gözler ile izlediği tavandan gözlerini ayırıp doğruldu. Yavaş adımlarla mutfağa yöneldi. Dün gece ki telaştan doğru düzgün bir şeyler yiyememişti epeyce aç hissediyordu. Dolap da ki atıştırmalıkları çıkarıp kendine güzel bir omlet ve kahvaltı hazırladı. Yavaş lokmalarla yemeğini yiyip çayını içti. Salondan gelen telefonun sesi kulağını doldurduğunda ağzındaki son lokmasını da telaşla yutup salona koştu. Tüm akşam ısrarla çalmasına rağmen telefonuna hiç bakmamıştı. Ancak artık buna daha fazla kayıtsız kalamazdı. Sehpanın üzerinde inatçı bir titremeyle sarsılan telefonu eline aldığında arayanın Dağhan olduğunu gördü ve ona olan tüm öfkesine rağmen kalbi yine bir an için tekledi. Bu da neydi şimdi dün ki o kızgınlığa, hiddete rağmen hala nasıl bu kadar nefes kesici olabiliyordu.

Hoşnutsuz bir şekilde yüzünü buruşturup kendini kanepenin üzerine attı. Bu tepkisi kendinden başka hiç kimseye değildi. Dağhan'a karşı fazlasıyla zayıftı.

"Alo" diyerek çatallaşmış sesiyle telefonu açtı.

Elif'in bu uyku mahmuru haline zıt enerjik bir şekilde cevap verdi Dağhan.

"Günaydın. Bu kez de telefonu açmasaydın evine gelmeyi düşünüyordum" dedi tok sesi ile.

"Seni tüm gece aradım. Ancak ulaşamadım" dedi ardından cevap bekler gibi.

Gözlerini kapatıp içini ısıtan bu sese karşı ortadan kayboluveren sinirini yeniden bulmak istedi.

"Acaba bu bana yolladığın pahalı giysilerini, elbiselerini, ayakkabılarını şu hap kadar evime yerleştirme ve tıkıştırma çabam yüzünden tüm gecemi harcamam sebebiyle olabilir mi?" diye sordu.

Telefonun diğer tarafından hafif bir gülme sesi işittiğinde Dağhan'ın çekici ama ukala yüzü bir kez daha gözlerinin önünde belirdi. Kahretsin hayallerinde bile bu kadar etkileyici olmak zorunda mıydı?

"Bunu benden geniş bir ev isteği olarak mı algılamam gerekiyor?" diye sordu bu kez Dağhan.

Duydukları ile oturduğu kanepenin üzerinden hışımla fırladı.

"Hayır!" diye kulakları sağır eden bir çığlık attığında Dağhan bu kez kendini tutamayıp büyük bir kahkaha attı.

"Bunu sakın, sakın aklından bile geçirme. Asla anladın mı beni asla" diye telefonda büyük bir hiddet ve hızla kelimeleri sıralıyordu.

"Sakin ol. Sadece seni uyandırmaya çalışıyordum" dedi.

Kendini tekrardan kanepenin üzerine bıraktı.

"Neyse ki dünden beri beni ne kadar yormuş olduğunun farkındasın öyleyse" diyerek mırıldandığında Dağhan da bu kez ciddileşti.

"Senin dudaklarının arasından çıkan her kelime, ya da aklından geçen her düşünceyi gerçekleştirmek benim için çok kolay ancak çok da önemli, bunu unutma" dedi.

Bu sözlerle ile onun ne kast ettiğini anlamıştı ancak birde fark etmesi gerektiği bir anlamı olduğunu biliyordu. Elif de onun için böyle miydi? Kolay ancak önemli...

Birkaç dakikalık bir duraksamanın ardından derin bir nefes çekti.

"İyide benim böyle bir isteğim yok ki. Ben sadece düşünmeden aklımdan geçenleri söylüyorum. Buda her defasında senin bunları yerine getireceğin anlamına gelmiyor. Ben böyle bir şeylere alışık değilim. Garipsiyorum tedirgin oluyorum ve rahatsız hissediyorum " dedi bıkkınlıkla. Bunu bu derece açık söyleyebildiği için çekinmiş ancak buna rağmen biraz da olsa rahatlamıştı.

"Benimle birlikteysen bunlara alışman gerekli" dedi hemen akabinde. Sanki Elifin söylediklerinin hissettiklerinin ya da olmasını istediklerinin hiçbir önemi yokmuş gibi. Geçerli olan sadece onun olmasını arzuladıklarıymış gibi.

"Ben, ben gibi olmak istiyorum. Eskisi gibi, hayatımdaki hiç bir şey değişmeden öylece. Sadece ben gibi olarak seninle olmak istiyorum" diyerek mırıldandı.

Bu bir itiraftı, hem de öylesine büyük bir itiraf ki. Dağhan'a onunla olmak istediğini söylemişti. Onu istediğini söylemişti. Kendi gibi olarak kendi gibi kalarak en saf haliyle.

Dağhan bir an duraksadıktan sonra ses tonunda hissedilir bir memnuniyet belirdi.

"Güzel. O zaman bu oyunu benim kurallarıma göre oynayacağız" dedi.

Elif'in kabaran hisleri içinde bir sabun köpüğü gibi sönerken "Benim kurallarıma göre oynayacağız, benim kurallarım, oyun" bu sözler kafasının içinde yankılanıyordu.

İşin özeti buydu işte. Dağhan'la başlayan her cümlenin sürüklendiği karanlık bir uçurum gibiydi bu kelime. Oyun... Dağhan'ın oyunu...

Elif yutkunup yerinden doğrulup dar sokağı gören pencerenin önüne geçip dikildi. Başını gökyüzüne kaldırdı. O derin mavi sonsuzluğa boş gözlerle bakmaya başladı. Dağhan da sanki Elif de ki bu sessizliğe eşlik etmek ister gibi hiç bir şey söylemeden telefonun diğer ucunda bekliyordu.

Sadece birkaç saniye önce ona kocaman bir itirafta bulunmuştu. Onu kendi gibi kalarak istediğini onun yanında olmayı arzuladığını söylemişti. Daha fazla ne yapabilirdi ki. Attığı her adım kocaman bir boşluğa denk geliyordu, tutunduğu her dal bir müddet sonra elinde çatırdıyordu. Dağhan'la yürüdüğü bu yol adresi belli olmayan, sonu gelmeyen bir çıkmaz sokaktan başka bir şey değildi. Bir adım daha atmalı mıydı? Bu bilinmezliğin içine biraz daha dalmalı mıydı? Ne yazık ki evet. Onu istiyordu. Onun yanında olmaktan başka arzusu yoktu.

Pes etmişçesine,

"Peki" diye mırıldandı.

Dağhan'ın bu sesi duyması mümkün değildi. Ya da belki de Elif böyle düşünmek istedi.

"Az sonra evden çıkıyorum. Şirkete geçmem gerekli pazartesi günü yapılacak olan toplantı ortağımın ülkesine acil dönüş nedeni ile bu güne alındı. Akşamüzeri seni alması için şoförü göndereceğim. O zamana kadar toplantım bitmiş olur. Şık bir şeyler giymeni istiyorum. Akşam eğlenmek için bir yerlere gideceğiz" dedi kontrollü ve mekanik sesi ile. Yine her şeyi kendi isteğine göre düşünmüş ve planlamıştı. Elif'e ise yapacak tek bir şey bırakmıştı, uygulamak.

******

Saat neredeyse öğlen olmak üzereydi. Dağhan kesin bir saat vermemekle birlikte şoförün akşamüzeri gelip onu alacağını söylemişti. Bu da demek oluyordu ki biraz daha miskinlik yapmak ve kendi kendini dinlemek için bolca vakti vardı. Buna çok ihtiyacı vardı. Tüm bu kafa karışıklığının içinde yalnız kalıp hiç bir şey düşünmeden kendini dinlemeliydi.

Telefonu kapattıktan sonra mutfak masasındaki bir kaç kahvaltı bulaşığını toparlayıp yorgun vücudunu salon kanepesinin üzerine bıraktı. Tv kumandasını eline alıp boş boş bir kaç kanalı gezindi. Ancak aklındaki kalabalık düşüncelerden ne kadar uzaklaşmak istese de yine dönüp dolaşıp kendini bu karmaşanın içerisinde buluyordu.

Zaten Dağhan'la her karşılaştığında yaşadığı heyecan, her gece yatağına uzandığında bir karmaşa bombardımanı olarak beyninin içerisinde bir volkan gibi köpürüp patlamaya devam ediyordu. Bu akşamında o gecelerden biri olarak Elif'in karşısına dikileceğinden kuşku yoktu.

Bir kaç saati daha saçma yarışma programlarına odaklanmaya çalışarak ama aklı hep bir noktaya inatla takılarak geçirdi. Daha fazla içine sıkıştığı bu git gel durumuyla baş edemeyecek gücü kendinde bulamadığından uzandığı kanepeden doğrulup sıcak bir duş için banyoya yürüdü. Bol buharlı bir duşun ardından bornozuyla gardırobunun önüne gelip dikildi.

Dağhan şık bir şeyler giymesini istemişti. Ve dün sorgusuz sualsiz yüzlerce pahalı kıyafet göndermişti. Ancak Elif inatla kendi giysilerinin bulunduğu gardırobunun önünde duruyordu. O elbiselerden hiç birini, giymeyecekti. Kendi kıyafetleri içinde daha çok kendi gibiydi, Elif gibi.

Kararsız gözlerle incelediği gardırobunun içinde kurtarıcı gibi bekleyen koyu mor kalın askılı sırtı hafif dekolteli vücuduna oturan ve hatlarını sarıp dizlerinin biraz üzerinde biten elbisesi gözüne ilişti. Bu gece için biçilmiş kaftandı. Bir de üzerine bu elbise ile uyumlu ışıltılı bir ceket tercih ettiğinde gayet iyi görüneceğini biliyordu. Önce iç çamaşırlarını daha sonra elbisesini üzerine geçirdi. Saçlarını açık bırakmak yerine bu kez ensesinde rahat bir topuz ile sabitledi. Kulaklarına sadece pırıltılı taş küpelerini ve bununla uyumlu bir su damlası gibi duran, zarif kolyesini taktı. Makyajını ise hafif tonlarda tuttu. Aynaya dönüp baktığında görüntüsünden memnundu. İşte bu yansıma oydu. Her şeyiyle Elifdi. Şoför neredeyse gelmek üzereydi. Kapı zili çalındığında yanılmadı. Çantasını eline aldı ve heyecan ile evden çıktı.

Apartman kapısının önünde yine son model beyaz bir araba duruyor ve şoför kapıyı kendisi için açmış bekliyordu. Tedirgin adımlarla ilerleyip şoförün açtığı kapıdan girdi, koltuğa oturduğunda huzursuzdu. Böyle şeylere alışkın değildi ve böyle bir lüksün Elif'i pek çok kadında olduğu gibi cezbetmediği ortadaydı. Elleri deri ve soğuk koltuğun üzerinde tedirgindi. Ellerini kucağında toparladı ve parmaklarını sıkıca birbirine kenetledi. Bakışlarını ilerledikleri yola çevirdi. Ve heyecanlı huzursuz nefeslerini düzene sokmak için gayret etti.

Şoför yola çıktıklarında,

"Dağhan Beyin şirketine gidiyoruz efendim. Toplantısı henüz bitmedi. Orada beklemenizi istiyor" dedi saygılı bir şekilde.

"Tamam" deyip gözlerini camdan dışarıya doğru çevirdi tekrar.

Enviroup Group'a gidiyordu. Bu anlaşmaya başladıklarında bu kadarını hiç düşünmemişti. Ancak şimdi Dağhan için en özel ve en önemli yere gidiyordu. Tüm hayatını iş kolik olarak geçiren bir adamın kalesine doğru yol alıyordu. Araba devasa bir gökdelenin önünde durduğunda şoför hızlı adımlarla inip kapıyı onun için açtı. Şaşkınlıkla arabadan dışarıya çıkarken gözlerini bu muhteşem binaya dikmekten alıkoyamıyordu. Etrafı bahçeler, otoparklar, ek binalar, kafeler, restoranlar ve yine ofisler ile çevreliydi. Dağhan'ın cumhuriyetine adım attığı an bu kadarını beklemiyordu. Zenginliğinin ve kudretinin sınırı yok gibiydi.

Peki tüm bu ihtişamın varlığın ve lüksün içerisinde ya Elif. Gerçekten de böylesi bir adamın onunla ne işi olabilirdi. Tüm bu görkem ve variyete gözleri ile şahit olmak kendini daha da değersiz ve yetisiz hissetmesine neden olmuştu. Dün ki telefon görüşmesinde kulaklarında çınlayan ve onu defalarca sarsan o sözcük bir kez daha aklına geldi. Oyun... Elif onun için sadece bir oyundu. Bir meşguliyet. Bir uğraş. Bunu gördükleriyle bir kez daha anlayabiliyordu.

Bu devasa binanın dönen kapılarından içeriye ürkekçe adımını attı. İçerisinin gösterişi dışarıyı aratmayacak kadar muhteşemdi. Kapıda Elif'i tatlı ve sıcak bakışlı bir kız karşıladı.

"Efendim hoş geldiniz. Dağhan Bey toplantıda. Sizi karşılamam için beni görevlendirdi. Lütfen buyurun, Dağhan Bey çıkana kadar odasında beklemenizi istedi" dedi kibarca.

Elif şaşkınlığını hala bertaraf edememişti. Başını sessizce salladı ve kızı takip etti. Şirketin tam ortasından yükselen camlı bir asansörle en üst katına çıktılar. Bir kaç geniş koridoru geçip kapısında iki sekreterin beklediği çift kapılı bir odanın önüne geldiklerinde kızların ikisi de nazikçe ayağa kalkıp selam verdiler. Kendisine eşlik eden kız ise içeriye girmesi için kapıları açtı ve o da selam verip Elif'i oda da yalnız bırakarak dışarıya çıktı.

Buradaydı, Dağhan'ın odasında. Ona ait olan belki de en özel yerde. Beklenmedik şekilde ve tek başına. Oda neredeyse Elif'in evinden bile daha genişti. Yüksek tavanları ve her bir köşedeki aydınlatma ışıklarıyla oldukça ferahtı. Kapının tam karşı duvarı boydan boya cam bir teras ile çevreliydi. Böylece tüm şehri kuş bakışı izleyebiliyor hatta elinizi uzatsanız bulutlara dokunabilecekmiş gibi hissedebiliyordunuz.

Dağhan'ın geniş ağaç masası odanın tam ortasında yer alıyordu. Masasının önünde siyah deri bir oturma grubu ve kocaman bir sehpa vardı. Odanın sağ tarafın da ise şimdiye kadar gördüğü en büyük toplantı masası duruyordu. Onun ardındaki duvarda plazma tv yer alıyordu. Odanın sol tarafı ise kitaplık olarak dekore edilmişti, burada ki koyu renk dolaplar ise erkeksi bir kaç obje ile hareketlendirilmişti. Tüm mobilyalarda koyu renk hâkimdi. Tüm zemin gri mermer ile kaplanmıştı.

Elif birkaç adım daha atıp Dağhan'ın masasının önündeki deri koltuklardan birisine usulca oturdu. Her şey ne kadarda Dağhan'a uygundu. Pahalı, ihtişamlı, göz alıcı ancak tamamıyla soğuk ve ulaşılmaz. Kapı hafifçe vuruldu ve az önce kendisine eşlik eden kız gülümseyerek içeriye girdi.

"Size ne ikram edebiliriz efendim?" diye sordu.

Elif başını iki yana doğru salladı.

"Teşekkür ederim. Hiçbir şey istemiyorum" diyerek gülümsedi.

"Dağhan Bey'in sizi iyi ağırlamamız ile ilgili talimatı var. En azından içecek bir şeyler ikram etmemize izin verin lütfen" dedi.

Kızın bu samimi ve içten hallerini daha fazla geri çevirmek istemediğinden,

"Lütfen sütlü bir nescafe o zaman" dedi.

Bir kaç dakika sonra kız taptaze kokuları odayı donatan bir tabak taze el yapımı kurabiye ve sütlü nescafe ile içeriye girdi. Kız odadan çıktıktan sonra Elif kurabiyelerin iştah açıcı kokusuna daha fazla dayanamayıp tadına baktı. Gerçekten de çok lezzetliydiler. İki tane kurabiyeyi büyük bir zevkle midesine indirdikten sonra nescafe bardağını eline alıp doğruldu, odanın içinde küçük adımlarla gezinmeye başladı. Kendini daha önce Dağhan'a bu kadar yakın hiç hissetmemişti. Ona ait olan bir yerde bulunmanın ayrıcalığını ilk kez tadıyordu. Birazda olsa ona yakınlaşmış gibi hissediyordu.

Usulca masasına doğru yaklaştı. Ayakları onu düşünmeden o yöne ilerletmişti. Koca masada sadece bir kaç eşya vardı. Not defteri, kalemi, bilgisayarı, gümüş bir araba maketi ve camdan yapılmış geometrik şirket şemasının minyatürü. Hepsi bu kadar. Bu ketum adam hayatıyla, kendiyle ilgili tek bir ayrıntıyı detayı yine gözler önüne sermemişti. Bu görüntü Elif'in merakı için hayal kırıklığı olmuş, ancak Dağhan ila ilgili görüşleri içinde yanılmadığını ona göstermişti.

Masaya doğru biraz daha yaklaşıp oturduğu deri koltuğun ardında durdu. Elleri usulca hareketlendi, koltuğu kavradı. Parmaklarını soğuk deride gezdirmeye başladı. Neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. İçinde hissettiği korku heyecan ve istek ile titrek bir nefes çekti. Dağhan'a dokunmak ne kadar imkânsız ve uzak ise teninin değdiği bu soğuk koltuğa dokunmakta bir o kadar tedirgin ediciydi. Artan kalp çarpıntısı kulaklarını doldurmuştu. Kalbinin ritmi bozulmuş ve elleri karıncalanmaya başlamıştı. Vücudu uyuşmuş ve zihni bulanıklaşmıştı. Dağhan'ın yüzü belirdi önce gözlerinin önünde. Keskin bakışları, kapalı dudakları ve sert sakalı. Daha sonra geniş omuzları ve yavaşça inip kalkan göğsü. Sonra saçları. Dalgalı asi ve gür. Ancak yumuşak ve parlak. Sonra ise nefes alışverişi. Uzun ve yavaş solukları. Kendinden emin duruşu, ifadesiz ve umursamaz tavrı. Hepsi bir bir bir puzzlenin parçaları gibi toparlandı ve birleşti. O burada gibiydi yanında tam karşısında.

Tam o sırada oda kapısının kolu hareket etti. Elif suç işlerken yakalanmış bir çocuk gibi irkildi kendine geldi. Dağhan'ın hayali de bir bulut gibi uçuştu ve yok oldu. Masadan telaşla uzaklaşıp az önce kalktığı koltuğa doğru hızla hareketlendi.

******

Ata Londra'dan bu sabah dönmüştü. Gitme sebebi şirketin Londra da bu yıl ki yatırım bütçesi ile ilgili yapması gereken görüşmelerdi. Sadece iki günlük bir seyahatti. Dağhan Türkiye'ye dönmesini ve bu sabah ki toplantıya katılmasını istemişti. Ancak uçağının rötar yapması ile ne yazık ki toplantıya yetişememişti. Uçaktan iner inmez Dağhan'ı aramış fakat o, toplantının bitmek üzere olduğunu söylemiş şirkete gelmesini ve toplantıdan çıkan kararların üzerinden birlikte geçmelerini istemişti. Bu nedenle de hava limanından direk şirkete geçmişti. Tüm yorgunluğuna rağmen Dağhan'la çalışan bir adamın en az onun kadar iş kolik olması gereğine sığınarak hızlı adımlarla odasının bulunduğu kata çıktı.

Onun geldiğini gören sekreterler,

"Hoş geldiniz Ata Bey" diyerek ayağa kalktı.

Tam odaya girmek üzereyken sekreter kız,

"İçeride Dağhan Bey'in bir misafiri var. Oda da kendisini bekliyor efendim" dediğinde Ata bir kaç saniye duraksadı.

Dağhan'ın odasında hem de Dağhan içeride değilken bekleyen bir misafir. Doğru duymuştu dimi. Bu oldukça garipti. Dağhan'ın odasına böylesine rahatça girmek sadece Ata'ya özgü bir durumdu. Çünkü Dağhan'ın çizmiş olduğu sınırlar tüm hayatında olduğu gibi odası içinde katiydi.

Ata başını hafifçe sallayıp merakla odaya doğru yürüdü. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde karşısında titrek bakışlı tedirgin ve mahcup bir kız dikiliyordu. Önce şaşırsa da daha sonra kendini çabucak toparlayıp kıza doğru yöneldi ve elini uzattı.

"Merhaba ben, Ata Özen. Dağhan'ın iş arkadaşı aynı zamanda çocukluk arkadaşıyım" dedi kibarca.

Kızda hafifçe gülümseyip elini uzattı.

"Merhaba bende Elif Yazgan. Dağhan'ın arkadaşıyım" diyerek cevap verdi.

Tabi ya Elif. Dağhan'ın bahsettiği kız. Ata gülümsemesini genişletip yüzüne yaydı.

"Dağhan sizden bahsetmişti" dedi.

Elif mahcupça kırpıştırdığı gözleri ile bakışlarını kaçırdı. Yanakları pembeleşmişti. Ata daha önceki düşüncelerinde yanılmamıştı. Bu kız masumdu hem de çok fazla. Kendine ait bir duruluğu, saflığı, sadeliği vardı. Bunu ilk dakikadan anlayabiliyor ve görebiliyordu. Kendine özgü bir güzelliği de olduğu gerçekti.

"Oturun lütfen" dedi Ata kendisi de Elif'in karşısındaki bir diğer deri koltuğa yerleşirken.

"Dağhan'ın toplantısı bitmek üzere. Az önce telefonla görüştüm. Aslına bakarsanız benimde bu toplantıya katılmam gerekliydi ama ne yazık ki hava yolu şirketinin gazabına uğradım. Uçağım rötar yaptı" diyerek gülümsedi.

Elif de tebessüm etti.

"Bende toplantının gazabına uğradım. Uzadığı için şoför beni buraya getirdi. Odasında beklemek zorunda kaldım" dedi.

Ata sıcak ve samimi birisine benziyordu. Dağhan'ın çocukluk arkadaşı olduğunu söylemişti, iş dışında da bir geçmişleri vardı demek ki. Üstelik epey eski bir geçmiş. Ancak Ata da ki sıcaklığa rağmen Dağhan da ki soğukluk bu iki kişiyi birbirinden oldukça farklı kılıyordu. Buna rağmen yıllardır arkadaşlar kalabilmişlerdi. Ata Dağhan'ı tanıyan biriydi. Üstelik çocukluğundan beri. Fazlasıyla Heyecanlandı ve meraklandı.

"Şirketin finans müdürüyüm" dedi Ata.

Bir şekilde bu kızı konuşturup tanımalıydı. Dağhan'ın yanına ilk kez bu kadar yaklaşan bu kadında o merak ediyordu. Arkadaşını tanıdığı günden beri hiç bir kişi ya da objeye bu kadar ilgi duyduğunu ya da yakınında olmasına izin verdiğini hatırlamıyordu.

"Ne güzel. Hem özel yaşamda hem de iş yaşamında arkadaşsınız demek" dedi Elif de.

"Evet ikimizde Londra da okuduk. Arkadaşlığımızda oradaki yatılı okulda başladı. Lise üniversite derken önce Dağhan'ın Türkiye'ye dönmesi gerekti. Sonuçta idare edilmesi gereken kocaman bir şirket onu bekliyordu ve o bunun için yetiştirilmişti. Tabi ki köklü bir ailenin tek erkek evladı olmak da ona başka seçenek sunmuyordu. Birkaç sene sonra Dağhan beni şirket yönetiminde rol almam için Türkiye'ye davet etti. Bende bu daveti kabul ettim. Böylece iş yaşamında da birlikte çalışmaya başladık" dedi.

Dağhan ve hayatıyla ilgili olarak duyduğu ilk kelimeler Elif'i o kadar rahatlatıp cezbetmişti ki. İlgili gözlerle Ata'yı dinliyordu. Demek Dağhan çocuk yaşta okuması için yurt dışında bir yatılı okula gönderilmişti. Bu durum Elif'in Dağhan'ın ailesi ile ilgili internet sitelerinden okuduğu kopukluk tezini de doğruluyordu. Ailenin tek erkek evladı olduğunu söylemişti Ata. Demek kardeşi ya da bir yakını kuzeni yeğeni de yoktu. Tutarsız bir aile, yatılı okullar, yurt dışında geçen bir çocukluk ve yalnızlık. Dağhan'ın bu kadar sert ciddi ve soğuk olmasının nedeni bu olabilir miydi?

"Sen?" diye sordu Ata.

Elif bu soru ile içine düştüğü düşüncelerden sıyrıldı. Boş gözlerle bakınca sorusunu bir kez daha yeniledi Ata.

"Yani İstanbul da mı yaşıyorsun? Nerede çalışıyorsun? Ve en önemlisi Dağhan ile nasıl tanıştınız?" diye sordu bu kez.

Elif gülümseyip başını hafifçe öne eğdi.

"Ben de İstanbul'da bir şirketin muhasebe bölümünde çalışıyorum. Aslen İzmir'liyim. Ama iş dolayısıyla üç senedir İstanbul da yaşıyorum Dağhan'la da tesadüf eseri karşılaştık. Bir restoranda. Fotoğraf için" diyerek gülümsedi.

"Nasıl yani?" diye kaşlarını kaldırıp merakla sordu Ata.

Aslında Dağhan'dan bu konu ile ilgili bir kaç kelime dinlemişti ama o da Dağhan gibi ketum bir adamla ne kadar konuşulabilecekse o kadar.

Tam bu sırada oda kapısı açıldı ve Dağhan içeriye girdi. İkisinin de bakışları o yöne doğru döndüğünde Elif'in nefesi bir anda boğazında düğümlendi. Karşısında birdenbire beliren bu adamın içeriye adım atmasıyla odanın içerisindeki tüm hava değişmiş farklı bir boyut kazanmıştı. Tüm varlığı gördüğü bu muhteşem görüntü ile çağlayan bir nehir gibi delicesine akmaya başlamıştı.

Dağhan bakışlarını önce Elif'in üzerine çevirdi. Hareketlendi uzun adımlar ile ona yaklaştı. Hiç beklenmedik bir şekilde eğildi ve oturan Elif'in yanağına hafifçe bir öpücük kondurdu.

"Hoş geldin. Üzgünüm seni beklettim" dedi kibarca.

Elif donup kalmıştı. Hareket edemiyordu, konuşamıyordu, nefes alamıyordu. O sımsıcak tenini, yeni çıkmaya başlayan sakallarını yanağında hissetmiş bir tüy kadar hafif öpücüğü ile kendinden geçmişti.

Dağhan ondan uzaklaşırken kısık gözlerini hala üzerinden ayırmamıştı. Ata suratındaki gülümsemesini gizlemek ister gibi burnunu hafifçe kaşıdı, daha sonra genzinden hafif bir öksürük çıkararak Dağhan'ın ilgisini çekmeye çalıştı. Dağhan Atanın öksürüğü ile bakışlarını bu kez ona doğru çevirdi.

"Sende hoş geldin Ata" diyerek elini uzattı.

Ata ayağa kalktı ve elini uzatıp samimice sıktı.

"Merhaba dostum. Geciktim kusura bakma. Ama bir taraftan da güzel bir tesadüf oldu. Elif ile tanışma imkânı buldum. Biraz sohbet etmiş olduk" dedi.

Bu sırada munzur bir ifade yüzünde kol geziyordu.

Dağhan elindeki evraklar ile masasına doğru yürüyüp oturduğunda Ata da yerine yerleşti. Dağhan bilgisayar ekranını açtı ve dikkatle bakmaya başladı. Bu Elif için çok iyi oldu. Hala az önceki anın etkisindeydi, kendini kaybetmemek için son güç kırıntılarını kullanıyordu.

"Burada olmana bende memnun oldum, Elif'e eşlik ettiğin içinde teşekkürler. Toplantıda çıkan kararların hepsi bu dosyanın içerisinde. Senin de incelemeni istiyorum" dedi.

Bunun akabinde Ata ile sıkı bir iş sohbetine tutuştular.

Elif hala kendini tam toplayabilmiş ve az önceki temasın etkisini üzerinden atabilmiş değildi. Az önce ki an muhteşemdi. Ama peki Dağhan neden bu kadar tepkisizdi. Ata ile neredeyse bir iş toplantısı yapıyor ve fazlasıyla sakin ve ciddi davranıyordu. Sanki Elif burada yanlarında bile değildi.

Konuşmaları uzunca bir müddet devam ederken Dağhan Elif'e bir kez bile dönüp bakmadı. Ata ise konuşma arasında bir kaç kez Elif'e doğru bakışlarını çevirmiş sanki sıkılmış olduğunu anlamış gibi onu rahatlatmak için bir kaç göz kırpması bile göndermişti. Nihayet bir müddet sonra konuşmalarını bitirdi.

"Bizim şimdi Elif ile çıkmamız lazım Ata. Bu akşam için ona verilmişi bir sözüm var. Gerekli olan her şeyi sen halledersin" diyerek doğrulup masasından kalktı.

Elif'e doğru yaklaşarak,

"Çıkalım" dedi.

Hala ses tonundan iş ciddiyetini atamamıştı. Elif başını hafifçe sallayıp yerinden doğruldu. Ata da ayağa kalkıp ona elini uzattı.

"Seninle tanıştığım için çok memnunum. Daha geniş bir zamanda hep birlikte bir kahve içelim" dedi yine o sıcak gülümsemesini sergileyerek.

Elif de yüzündeki tebessümle elini uzattı.

"Bende çok memnun oldum. Tabi ki neden olmasın. Daha çok zaman geçirmiş oluruz" dedi.

Dağhan ile odadan çıktıklarında sekreterler yine saygılı bir şekilde ayağa kalkmıştı. O sırada yan odadan çıkan sarışın orta yaşlı şık giyimli bir bayan elindeki dosyalar ile yanlarına koşarak geldi.

"Efendim imzalanan sözleşmenin bir örneği Londra'ya gönderildi" diyerek bilgi verdi.

Dağhan adımlarını yavaşlatmadan yürümeye devam ederken,

"Teşekkür ederim Jülide" diyerek asansör kapısını açıp Elif'e geçmesi için yol verdi.

Holdingden çıkıp arabaya binip yola çıktıklarında Elif zar zor kendini toparlayabilmişti. Dağhan'daki tepkisizliği ise hala devam ediyordu. Bir kaç dakika sonra Dağhan'a yine bir telefon gelmiş iş ile ilgili bir on beş dakika daha konuşması gerekmişti. İş yaşamı ne kadar yoğun ve sıkıcıydı böyle. Ancak Dağhan tek bir bıkkınlık ve yorgunluk belirtisi dahi göstermiyordu. Aksine daha hırslı ve hevesli bir hal alıyor tüm konuşmalarını özenli ve istekli yapıyordu.

İş ile ilgili görüşmelerini bitirdikten sonra Elif'e dönüp nihayet onun yanında olmuş olduğunu hatırlar gibi ilgi ile onu süzdü.

"Özür dilerim. Yoğun bir gündü. Sıkılmış olduğunun farkındayım. Telafi edeceğim. Nasılsın?" diye sordu.

"İyiyim. Sorun değil ama bir an için işine engel oluyormuşum gibi hissettim" dedi.

"Sen işime engel olmazsın. Aksine sen yanımdayken en azından gözümün ünündeyken aklımı daha sakin tutabiliyorum ve işe odaklanabiliyorum" diye cevap verdi.

Gerçekten de böyle miydi? Elif'in Dağhan'ın yanında olması ona iyi mi geliyordu?

"Nasıl yani?" diye sordu heyecanla.

"Söylediğim gibi" dedi Dağhan bakışlarını yola çevirirken.

Konuyu uzatmak istemiyordu. Ancak Elif'in de bu konunun peşini kolay kolay bırakmaya niyeti yoktu.

"Açıkla bana" dedi ısrarla.

Dağhan köşeye sıkışmış gibi hissetmekten nefret ediyordu. Elif de tabi ki bunu biliyordu. Ama bu söyle ve kaç politikasından da artık sıkılmaya başlamıştı. Konu kendiyle ilgiliydi. Bilmeye hakkı vardı.

Dağhan sessiz kalmaya devem ettiğinde beklentiyle gözlerini ondan ayırmadı. Ancak hala kararlı ve inatçı bakışlarla arabayı kullanmaya devam ediyordu. Ömrünün sonuna kadar ona bu ısrarcı gözlerle baksa bile konuşturamayacaktı. Uzatmasının faydasız olduğunu anladı gözlerini devirip o da yolu izlemeye başladı.

Bir kaç dakika sonra,

"Aç mısın?" diye sordu Dağhan.

"Hayır. Kurabiyelerinizden yedim. Harikaydı" dedi kısık ve ifadesiz sesi ile.

"Çok severim" dedi Dağhan.

Elif başını ona doğru çevirdiğinde,

"Ev yapımı çikolata parçalı ve fındıklı" diyerek sözünü tamamladı Dağhan.

Elif tekrardan başını camdan dışarıya çevirip yolu izlemeye devam etti. Kızmıştı en azından sessizliği ile bunu ona göstermeye çalışıyordu.

Dağhan İstanbul'un en gözde mekânlarının bulunduğu Karaköy'de bir gece kulübünün önünde arabayı park edip anahtarı valeye verdi. Burası dışarıdan göründüğü kadarıyla oldukça elit bir mekandı. Önüne yanaşan arabaların marka ve modellerinden bahsetmeye gerek bile yoktu.

Dağhan Elif'in inmesi için kapıyı açıp yardımcı olduktan sonra onu belinden kavrayıp kulübe doğru yürümeye başladı. Bu hareketi artık çok rahat ve sahiplenici bir şekilde yapıyordu. Ancak Elif ise her seferinde heyecanlanmaya devam ediyordu.

İçeriye girdiklerinde etrafın kalabalığı, loş ışıklandırması ve şık giyimli insanların parfüm kokusu baş döndürücüydü.

Dağhan onu belinden kavramış bir şekilde kalabalığın arasından geçirirken yüksek müzik sesinden dolayı kulağına eğilip,

"Karşıdaki loca bizim için ayrıldı" diyerek onu yönlendirmeye devam etti.

Geçtikleri kalabalığın içerisinde pek çok bakış üzerlerinde gezinmeye başlamıştı. Çoğu şık kıyafetleri ve koyu makyajları içerisindeki kadınların yüzlerindeki davetkâr gülümseme ile Dağhan'a sunduğu bakışlardı.

Elif Dağhan'a doğru gözlerini çevirdiğinde onunda bu kadınlara baş selamı verip gülümsediğini gördü. Pek çoğunu tanıyor olmalıydı. Kahretsin. Bir an için İtalya da o balo salonundaki görüntü gözlerinin önünde belirdi. Dağhan'ın kızıl kadının üzerindeki iri bedeni, kadının çığlıkları, haykırışları, birbirlerine karışan soluk sesleri.

Belindeki el kor bir mengeneye dönüşü verdi. Onu yakmaya acı vermeye başladı. Tenini dağlıyor ızdırabı ile gözlerini yaşartıyordu. Belindeki eli tutup itmek istedi. Üzerinden atmak. Onu kendinde uzaklaştırmak. Ama yapamazdı, yapamıyordu. Başaramıyordu onu tüm acıları kederleri eziyetleri ile kabul ediyor ondan uzak durmaya dayanamıyordu.

Biliyordu. Dağhan belki buradaki kadınlarında pek çoğuyla yatmıştı. Bunu tahmin edebilmesi için bu bakışlara şahit olması gerekli değildi. Ancak bunları şu an düşünmek istemiyordu. Daha fazla bu iğrenç bakışları görmemek için gözlerini karşıya sabitledi ve hızlı adımlarla yürümeye devam etti.

Loca teras katta tüm kulübü gören geniş bir balkon şeklinde tasarlanmıştı. İşte yine kendini tüm kibri ile en zirveye taşımıştı.

Geniş merdivenleri adımlayıp üst kata çıktıktan sonra yerlerine yerleştiler. Birkaç dakika içerisinde garsonlar gelip ne içmek istediklerini sordu. Dağhan kendisi için viski söyledikten sonra bakışlarını ne içmek istediğini sorarca Elif'e çevirdi. Ara sıra şarap ve hafta sonları kızlarla gittiği barlarda içtiği bira dışında pek fazla alkol tüketmezdi. Ancak bu gece çok daha sert bir şeye ihtiyacı vardı.

"Bana da aynısından lütfen" dedi.

Dağhan garsona doğru eğilip bir şeyler söyledi. Yüksek müzik sesinden dolayı ne dediğini anlayamamıştı. Garson başını sallayıp yanlarından ayrıldı. Bakışlarını tekrar kulübe çevirdi. Etraf dans eden, içkilerini yudumlayan, birbirleri ile samimi bir sohbete tutuşmuş, müzik sesi ile eğlenen insanlarla doluydu. İçerisi bir anda fazlasıyla sıcak geldi. Üzerindeki ceketini çıkarmak için hareketlendi. Tam bu sırada Dağhan yardımcı olmak ister gibi ellerini uzatıp ceketi hafifçe sırtından indirdiği anda kemikli parmakları çıplak tenine dokunup geçti.

Keskin bir nefes çekti, bu nefes düğüm olup boğazına takıldı. Sırtına dokunan kemikli parmaklardan yayılan ateş sırtını yalayıp geçti. Bu az önce ki acıdan çok daha fazla çok daha etkiliydi. Öyle ki bu yangın yavaş yavaş tüm vücuduna yayılıyor, tüm hücrelerine kadar onu kavuruyor bedenini ele geçiriyordu. Tutuşuyordu. Başını hızla çevirip ona baktı. Elindeki ceketi garsona vermekle meşguldü. Daha sonra çatılmış kaşları ve kısık gözlerini önce Elif'in sırtına daha sonra yüzüne çevirdi. Hiç acele etmeden, yavaş yavaş, özümserce ona bakmaya başladı.

"Çok güzelsin" diyerek fısıldadı gözlerini biraz daha kısarak.

Elif bu cümleyi tam net duyamamıştı ama dudaklarından okuyabildiği kadarıyla anlamıştı. Yine de emin olamadı. Gerçekten bunu söylemiş miydi? Kalbinin deli ritminin bu düşünceye katkısı neydi?

Birkaç dakika daha kesişmeye devam eden bakışmalarını başını kalabalığa doğru çevirerek kesti. Daha fazla ona bakamazdı. Vücudunda ki bu kan akışı biraz daha böyle coşkun şekilde akmaya devam ederse şuurunu kaybedebilir ve bayılabilirdi.

Garsonlar içkilerini, meyve tabakları, çikolatalar ve çerez eşliğinde servis etti. Dağhan masanın üzerine uzanıp içkisini aldı. Elindeki kristal bardaktan büyük bir yudum alıp boş gözlerle kalabalığı izlemeye başladı.

Elif de Elindeki titremenin fark edilmemesini umarak bardağına uzanıp eline aldı. Usulca yudumladı.

Bu içinde bulundukları saçma durumu geçiştirip rahatlamak için,

"Ata çok iyi birisi" diyerek aklına ilk gelen cümleyi kurdu.

Dağhan başını başını sallayıp

"Evet" diyerek kısa bir cevap verdi. Hala dönüp yüzüne bakmamıştı.

"Bana yatılı okuldan beri arkadaş olduğunuzu anlattı" dedi.

Dağhan'ın gözlerini birden bire bir karanlık kaplar gibi oldu. Başını hızla ona doğru çevirdi.

"Sana başka ne anlattı diye sordu" tıslarca.

Elif irkildi. Dağhan öfkelenmişti. Fark edilir ve ürkütücü bir biçimde.

"Hiç. Sadece seninle arkadaşlığınızdan bahsetti o kadar" dedi tedirgin sesi ile.

Dağhan hiç bir şey söylemeyip bakışlarını tekrar kalabalığa çevirdi.

Kahretsin sınır ihlali. Dağhan'ın sınırlarına yapılan bir ihlal daha. Ortam da elle tutulur bir gerginlik oluşmuştu.

O sırada masalarına kahkahalar atan bir çift yaklaştı. Uzun boylu iyi giyimli ileri yaşta ki esmer adamın yanında sarışın genç bir kadın vardı. Saçları bir aslan yelesi gibi kabartılmış, ağır makyajı ve kısa paletli gri elbisesi ile oldukça güzel ve cürretkardı. Hafif çakırkeyif görünüyorlardı. Aralarındaki yaş farkı bariz bir şekilde ortadaydı. Ancak ikisinin yakınlığından bu durumu umursamadıkları ortadaydı.

"Ooo merhaba Haznedaroğlu. Seni bir müddettir bu mekânlarda göremiyorduk" diyerek Dağhan'a doğru elini uzattı adam.

Dağhan masadan kalkıp adamın kendine uzattığı eli tutup sıktı.

"Sana da merhaba Ethem Karacan. Beklenmedik zamanlarda ortaya çıkmayı severim bilirsin" deyip sinsi bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirdi.

Adam Dağhan'ın bu sözlerine karşılık bir kahkaha daha atarak bakışlarını bu kez Elif'e doğru çevirdi.

"Görmeye alışık olmadığımız manzaralar ile sürpriz yaptığın kuşkusuz" dedi ukala bir ses tonu ile onu baştan ayağa süzerken.

"Bu güzel hanımla beni tanıştırmayacak mısın?" diye sordu ardından.

Dağhan Elif'e elini uzatarak onu kibarca ayağa kaldırdı.

"Elif Yazgan, arkadaşım" dedi adamın gözlerinin içine bakarak.

Adam yanında bir kadın olmasını hiç umursamadan flörtüz bir havaya bürünmüştü. Elif'in elini Dağhan'dan ayırıp kavradı ve dudaklarına götürüp öptü.

Hiç tanımadığı bir adamın bu garip tavrı ve tenine değen dudakları onu rahatsız etse de zorlukla gülümsemek için çaba gösterdi. Dağhan bunu hissetmiş gibi hafifçe yerinde hareketlendi. Elif hemen elini adamın ellerinden çekti ve usulca Dağhan'a doğru biraz daha yaklaştı. Artık Dağhan'ı ve vücut hareketlerini çözmekte zorlanmıyordu. Gerilmişti. Adamın gönderdiği ilgili arsız bakışlar ve gereksiz samimi öpücük buna yetmişti. Adamda Dağhan da ki hareketlenmeyi fark etmiş olacak ki bakışlarını Elif üzerinden ayırdı. Bu kez uzun kolunu yanındaki kadının beline doladı ve onu arsızca çekerek vücuduna doğru yasladı.

"Görüşmeyeli epey uzun zaman olmuş olacak ki sınırları aşmaya başlamışsın. Ve benim bundan hiç hoşlanmadığımı unutmuşsun" dedi Dağhan buz gibi bir sesle.

Bu cümle ortama bir anda bomba gibi düştü. Elif kocaman açılmış gözlerle onları izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Bu iki adam arasında ilk dakikadan beri var olan gerilim tavan yapmıştı.

"Sınırları aşmayı senden öğrendim. Çünkü sen her konuda sınırı olmayan bir adamsın Haznedaroğlu" deyip yanındaki kadının boynuna doğru eğildi ve pek te kibar olmayan sulu bir öpücük bıraktı. Kadınınsa bakışları yanında ki adamda değil arsızca Dağhan'ın üzerindeydi.

Elif bu iğrenç ve mide bulandırıcı üçgenin arasında kısılıp kalmıştı. Adamın yanında başka bir kadın olmasına rağmen arzulu ve istekli gözleri Elif'in de genç kadının ise adamın eli belinde ve dudakları boynunda olmasına rağmen bakışları Dağhan'ın üzerindeydi.

Yutkundu ve midesinden yükselen safrayı geldiği yere tekrar gönderdi. Ardına bakmadan kaçmak istiyordu. Buradan bu ortamdan bu insanların arasından. Ancak kalmak ve ayaklarını yere sabitlemek için de inanılmaz bir gayret sarf ediyordu.

Ethem kadının belini kavrayan elini çekip tekrar Dağhan'a doğru uzattı.

"Görüşmek üzere Haznedaroğlu" deyip sırıttığında Dağhan yerinden hiç hareket etmeden bir baş selamı vermekle yetindi ve bu kez adamın elini havada bıraktı.

Ancak adam bu durumu hiç umursamadı. Bu iğrenç çift geldikleri gibi kahkahalar atarak masalarından uzaklaştı.

Elif yaşadıkları anın basitliği ve çirkinliği ile donup kalırken Dağhan'ın eline dokunan eli ile bakışlarını onun yüzüne çevirdi. Az önceki karmaşanın ve gürültünün yerine kulüpte ortama slow bir müzik hâkim olmuştu.

Etraflarındaki çiftler çılgın danslarına ara vermişler ve birbirlerine sokulup sarmaş dolaş salınmaya başlamışlardı.

"İyi misin?" diye sordu Dağhan.

"Evet" dedi ve zorlukla yutkundu.

"Dans et benimle" dedi ardından kısık bir ses tonu ile gözlerinin içine bakarken.

Bakışlarını önce elini kavrayan Dağhan'ın eline çevirdi. Daha sonra ela gözlerine. Hiç bir şey söylemeden ona doğru bir adım attığında Dağhan da yakınlaştı. Elif'i şefkatle kavrayıp kendine yasladı. Vücutları birbirine yaslanmış bedenlerinden yayılan ısı birbirine karışıp etraflarını sarmıştı.

Başını usulca Dağhan'ın omzuna doğru yasladı. Dağhan'ın belindeki elleri biraz daha sıkılaşıp onu kendine daha çok bastırdı. Başı içkinin ve Dağhan'ın kollarında olmanın büyüsüyle dönüyordu. Bir rüya gibiydi. Bir hayal gibi. Onun sımsıcak kollarıyla sarılmış bedeni erimiş, tükenmiş, yok olmuştu. Ciğerlerini dolduran erkeksi koku, çıplak omuzuna çarpan ılık nefes bunlar gerçek miydi? Kendini Dağhan'ın kollarına teslim etti. Çalan müziğe yavaş ve usul adımlarla eşlik ediyorlardı.

"Burayı hiç sevmedin dimi Elif" diyerek kulağına fısıldadı Dağhan.

Başını yasladığı omuzdan kaldırıp yarı kapalı göz kapakları ile aşağı yukarı doğru salladı.

"Evet" diye fısıldadı.

"Biliyorum" diyerek belini biraz daha fazla sıktı Dağhan.

"Peki o zaman beni niye buraya getirdin?" dedi dolan gözleri ile.

"Yanılmadığımı görmek için. Beni hiç şaşırtmıyorsun" dedi gözlerinden düşen bir damlayı başparmağı ile silerken.

"Sen böyle yerleregöre değilsin. Asla. Hadi buradan gidelim" diyerek dansı kesti ve Elif'inelini kavrayıp onu hızla kulüpten çıkardı... 

Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 100K 43
Abisinin arkadaşına yaptığı sosyal medya akımından sonra hayatı değişeceğini kim bile bilirdi ki? ○●□■ Siz : Seni bir arkadaş bir dos...
498K 4.2K 25
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
5.5M 293K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
833K 16.4K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...