KÜRT KIZI (DÜŞ SERİSİ 3)

De pervane0130

1.3K 182 26

İnancı ve yaşayış biçimi farklı olan insanlar bir araya gelebilir mi? İşte bu sorunun cevabı hikayemizde sakl... Mai multe

~Tanıtım~
~İlk Karşılaşma ~
~Kayıp Ruh~
~Yaralı Çocuk~
~ Herşeyi Mümkün Kılan ~
~Yabancı Gibi ~
~Sen Bilmedin~
~Sana Yandım~
~Ruhumun Sana İhtiyacı Var~

~YAS~

81 14 1
De pervane0130

8 yıl sonra;

Her yaşam bir masaldır. Ve herkes kendi masalının kahramanıdır. Kiminin masalı güzel başlayıp kötü biter, kiminin ki ise kötü başlar ama güzel biter. Onun hikayesi güzel başlamış ama umduğu gibi bitmemişti. Ama biliyordu, yaradan hiçbir hikayeyi yarım kalsın diye yazmazdı. Onun yarım kalan masalı bir gün, bir yerde kaldığı yerden devam edecekti.

Genç kızın sessiz adımları adliye koridorlarında sakince ilerliyordu. Bu sabah gözünü açtığında hiç ummadığı bir haber almıştı. Haberin doğruluğu hakkında net bir bilgiye sahip değildi ama ihtimali dâhi onu altüst etmeye yetmişti. O...! İsmini dudaklarına yasakladığı adam... Gerçekten geri dönmüş olabilir miydi? Eğer doğruysa, eğer onun şehrine geri döndüyse, kalbi buna nasıl dayanacaktı. Bunca yıl sonra onu yeniden görmeye ve yüzüne bakmaya cesareti olmadığını hissediyordu.

Günü bu kafa karışıklığı ile, her zaman olduğundan daha dalgın bir vaziyette bitirdi. Ve sonraki iki günü de öyle. Üçüncü günün sonunda adliyeden çıktığı sırada, köşe başında park halinde bekleyen askerî bir araç gördü. Kalbi yıllar sonra ilk defa yeniden çarpmaya başladı. Öyle hızlı, öyle acı bir şekilde çarpıyordu ki, hissettiği ağrı yüzünden neredeyse ağlayacaktı.

Küçük adımlarla araca yaklaştı ancak karanlık camları yüzünden hiçbir şey göremedi. İçeride kimse var mı yok mu onu da bilmiyordu. Daha fazla dikkat çekmemek için araçtan uzaklaşmaya karar verdi. Şayet içeride birileri varsa ve aracı bu şekilde incelediğini görüyorlarsa gülünç duruma düşebilirdi.

Henüz iki adım atmıştı ki, bir ses adımlarının olduğu yere çakılmasına sebep oldu. Bu ses ve melodi onu yıllar önceye, kalbine ilk kez aşkın düştüğü o zamanlara götürdü. Oysa kendine bu türküyü yasaklamıştı. Bildiği tüm hüzünlü şarkı ve türküler yıllardır ona yarenlik ediyordu ama bir tek bu türküyü o günden sonra bir daha hiç dinlememişti. Adını diline yasakladığı gibi, onu hatırlatacak her şeyi de kalbinin derinlerine itmişti. Genç adam onun derinlerde saklı duran ve hiç kapanmayan yarasıydı. Kabuk dâhi bağlamamıştı. Hâlâ ilk günkü gibi kanıyordu.

Bedenini usulca döndürdü ve bakışlarını aracın ön camına dikti. Türkü hâlâ devam ediyordu ama onun varlığını belli edecek herhangi bir hareketlenme yoktu. Alya tüm cesaretini toplayıp ileri doğru bir adım attı. Ancak, o bu adımı atar atmaz, çalışır haldeki araç gaza basıp yanından rüzgar gibi geçip gitti. Alya ardından kalan toz bulutuna bakarken kalbi acı ile kasıldı. Oydu! Artık bundan emindi. Günler önce Sevde onu arayıp Arda geri dönmüş dediğinde ona inanmamış belki de inanmak istememişti. Çünkü onun bir gün yeniden bu topraklara döneceğine hiç ihtimal vermemişti. Yaşanan onca şeyden, edilen tüm o yeminlerden sonra onu bir daha görmeyi beklemiyordu.

Gerçi henüz görmüş sayılmazdı ama az önce olanlardan sonra onun olduğuna artık emindi. Sevde doğru söylemişti. O! Gerçekten de buradaydı.

Bu farkındalık ile daha bir titredi. İçi de dışı da ayrı ayrı titriyordu. Bu titreyiş heyecandan mı yoksa korkudan mıydı bilmiyordu. Ama genç adamın varlığını hissetmek dahi tepetaklak olmasına yetmişti. Onu görmeye, onunla hesaplaşmaya hazır olup olmadığını bilmiyordu. Ama içinden bir ses buna hiçbir vakit hazır olmayacağını söylüyordu.

❣️

Arda günlerdir ona gitmemek için kendi ile savaşıyordu. Yeminini bozduran ve onu yeniden bu topraklara sürükleyen kaderine kızsa mı, gülse mi onu da bilmiyordu. Ne yapacaktı? Onun nefes aldığı bu şehirde onu görmeden nasıl duracaktı. Ya gördüğü vakit ne yapacaktı. Onu hırpalamaktan korkuyordu. Aşkına sahip çıkmadığı için, hikâyelerinin yarım kalmasına sebep olduğu için, yıllardır bitip tükenmek bilmeyen şu kahrolası ağrıyı göğsüne yerleştirdiği için ona kızmak istiyordu. Avazı çıktığınca bağırıp çağırmak ve sonra da onu tutup sımsıkı sarılmak istiyordu.

Buraya ayak bastığından beri böyle saçma sapan, çelişki dolu bir hâl içindeydi. Üniformasını giyindi ve lojmandan dışarı çıktı. Nöbetçi kulübesinde çay içen iki asker onu görünce hemen ayaklandı ve saygı duruşuna geçti. Buralarda henüz yeni olan bu komutan daha önce tanıdıkları kimseye benzemiyordu. Sert mizacı ve korkutucu bakışları onları ürkütüyordu. Bölükteki tüm askerler gibi onlarda Kurt lakaplı bu teğmenden oldukça çekiniyordu. Lakabının soy adından geldiğini tahmin ediyorlardı. Ama kimileri bunun sert bakışlarından ve korkusuzluğundan ileri geldiğini de söylüyordu. Zira kendi gelmeden namı gelmişti askeriye'ye. Haftalardır herkes onun korkusuzluğundan ve kahramanlıklarından söz edip duruyordu.

Arda onları başı ile selamladı ve " rahat asker" komutu ile rahatlamalarını sağladı. Askerler bedenen rahata geçmiş olsalar da, onun karşısında pek rahat oldukları söylenemezdi. Arda onlara adliyenin yerini sorduğunda birbirlerine şaşkınlıkla bakmış ancak sorgulama cüretini göstermeden ona adliyeye nasıl gidebileceğini tarif etmişlerdi. Hatta içlerinden biri dilerse ona oraya kadar eşlik edebileceğini söylemiş ancak bu isteği Arda tarafından reddedilmişti. Oraya yalnız gitmek istiyordu. Onu gördüğünde ne yapacağını ve nasıl davranacağını kestiremiyordu. Hiçbir askerinin o haline şahit olmasını istemiyordu.

Sabah buraya geldiği askerî araca bindi ve tarif edilen adrese doğru yola çıktı. Kısa bir vakit sonra adliyenin önündeydi. Aracı park etti ve park halindeki aracın içinde beklemeye başladı. Aradan bir saatten fazla zaman geçmişti. Arda tam da onun adliyede olmadığını düşünüp gitmeye hazırlanıyorken, genç kız bir anda gözlerini içinde bulunduğu araca dikti. Arda üniformasının içinde kasıldı. O... Ne kadar da değişmişti. Arda'nın hayranı olduğu o güzel saçları artık görünmüyordu. Genç kız onları bir örtü ile saklamıştı. Üzerinde bileklerine kadar uzanan bir elbise ve onun üstünde de hemen hemen aynı uzunlukta bir kap vardı. Her bir parça koyu renkti. Ama o tüm bu renksizliğe rağmen pırıl pırıl parlıyordu. Hatırladığından daha zayıftı ama yinede güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Arda uzunca bir süre bakışlarını ondan alamadı.
Onu özlemle süzdü. Yerini dâhi unuttuğu kalbi kendini hatırlatıcasına göğsünü dövdü. Onu gördüğünde hâlâ böyle heyecanlanıyor olmasına kızdı. Ancak genç kızın arkasını döndüğünü fark ettiği an gideceğini anlayarak kendi ile olan münakaşasını bir kenara bıraktı. Onu durduracak bir şey yapmalıydı. Biraz daha burada kalmalıydı. Zira Arda bunca yıllık hasreti kısacık bir bakışa sığdırmak istemiyordu. Onu saatlerce, doyuncaya kadar izlemeliydi. Belki o zaman bir nebze içi soğurdu. Eli telaşla aracın hoparlörüne bağladığı telefonuna gitti. Ve tam sekiz yıldır hiç bıkıp usanmadan dinlediği o türküyü açtı. Hikayelerinin başlangıç tohumu olan o türküyü...

Bir güzelin hasretinden ahından (Canan ahından)
Tutuştu her yanım yandı ha yandı, yandı ha yandı
Aşık oldum onun mah cemaline ( mah cemaline)
Üç yüz altmış beş günüm de yandı ha yandı, yandı ha yandı, yandı ha yandı...

Genç kızın adımları havada asılı kalınca rahatlamış bir şekilde arkasına yaslandı. Onu durdurmayı başarmıştı. Alya usulca arkasını döndüğünde ve canına yandığı o bakışları gördüğünde acı ile yutkundu. Onun titreyen bakışlarını fark etti. Ağlayacak mıydı? Bunu istemiyordu. Onun ağlamasını istemiyordu. Ne kadar kızgın olursa olsun, onun tek damla gözyaşı için tüm Kızıltepe 'yi yakardı. Hiç kimse, buna kendi de dahil, onu ağlatamazdı. Bir yaprak gibi titreyen bedenin aracına doğru adım attığını fark etti. Bu hareketlenme ile birlikte ani bir kararla gaza yüklendi ve oradan derhal uzaklaştı. Onu görmek istemiş ve görmüştü. Şimdilik bu kadarı kâfiydi. Henüz onunla yüz yüze gelmek istemiyordu. Elbet bir gün karşısına çıkacak ve yarım kalmışlığının hesabını ondan soracaktı ama bu kadarına henüz cesareti yoktu. O gözlere yakından bakıp da kızgın kalmak pek mümkün görünmüyordu. Arda öncelikle içindeki bu çelişkiyi yenmeliydi. Özlemle karışan öfkesini dizginlemeyi başarmadan onunla yüzleşemezdi.

❣️

Alya eve döndüğünde perişan bir haldeydi. Sanki damarlarında akan tüm kan çekilmişti. Ne yapacaktı? Onun yeniden burada olduğu düşüncesi ile nasıl yaşayacaktı. Daha şimdiden nefesinin kesildiğini hissediyordu. Ya karşılaştıklarında ne olacaktı? Onun yüzüne nasıl bakacak, ona nasıl hesap verecekti. Sonunda korkaklığının bedelini ödeme vakti gelmişti. Sekiz yıl...! Çok uzun bir zaman dilimiydi. Tek bir sözü ile hem onu hem kendini sekiz yıldır süren bir azabın içine atmıştı. Bunun için kendini hiçbir zaman affetmedi. Ama bugün aynı durumda olsa, çekeceği tüm acıya rağmen yine aynı şeyi yapardı. Onun canı her şeyden önemliydi. Alya'nın önceliği onun iyi ve sağlıklı olmasıydı. Kalbi onsuzluğun yarattığı acıya katlanabilirdi ama canına gelecek en ufak zarar Alya'nın nefesini keserdi.

Odasına çıktı, pencereyi açtı ve sekiz yıldır her gün yaptığı gibi ruhuna ilmek ilmek dokunan o şiiri açıp, göğe bakarak dinlemeye başladı.

( Şiiri mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim)

Her mısra bir damla yaşa dönüştü gözlerinde. Her dize içini deşe deşe aldı yılların intikamını. Kabusu olan o pişmanlık hissi gelip tam göğsünün ortasına oturdu da, nefes dahi alamadı bir vakitten sonra. Keşkelerle tükettiği yılların acısı ayaklarındaki dermanı öyle bir kesti ki, dizleri bükülüp pencerenin dibine bıraktı aciz bedenini.

Odasının kapısı aralandığında da, annesi yanına çöküp onu sarıp sarmaladığında da hiç kıpırdamadan, öylece dizleri üzerinde oturdu. Başı annesinin göğsüne yaslandığında gözyaşları usul usul hıçkırığa dönüştü. Berzah kızının örtülü saçlarını şefkatle okşadı. Hiçbir şey sormadı. Hiçbir şey söylemedi. Onu bu hale getiren şeyi çok iyi biliyordu. Biricik kızı, gözünün bebeği yıllardır bu ateşin içinde kavruluyordu da, ona bir damla su olmaya gücü yetmiyordu. En çok da bu yetememezlik yakıyordu canını. Onun canının yandığını göre göre, parmaklarının arasından süzülen şu sıcacık yaşların bu güzel yüzü her gün ıslattığını bile bile yaşamak, ve hiçbir şey yapamamak anne yüreğini yakıp kül ediyordu.

Alya bir vakit sonra biraz olsun sakinleşebildiğinde çatallaşmış sesiyle fısıldadı annesinin göğsüne.

" O burada anne... Onu yedi kat yerin dibine gömdüğüm topraklarıma geri döndü."

Berzah sessizliğini korumaya devam etti. Bunu zaten biliyordu. Haberi bu sabah ona da ulaşmıştı. Bu yüzdendi eve gelir gelmez soluğu kızının odasında alışı. Onun ne kadar sarsıldığını, kalbinin nasıl bir acı ile sancıdığını tahmin edebiliyordu.

Anne kız o pencere önünde belki de saatlerce sessizlik içinde koyun koyuna oturdu. Akşam karanlığı çöktüğünde ve ezan-ı Muhammediye yeri göğü sardığında Alya'nın kapısı bir kez daha aralandı. Koridordan taşan ışık odasının duvarına heybetli bir bedenin gölgesini düşürdü. Alya o bedeni görünce başını utançla yere eğdi. Bir adam için ağladığını babası bilsin istemiyordu. Yıllardır olduğu gibi yine gözünde ki yaşı da, gönlünde ki yası da babasından gizledi. Ama Karan biliyordu. Kızının o günden sonra günden güne solan yüzünden, uçup giden neşesinden, hep yarım olan gülüşlerinden biliyordu. O çocuğun gidişi ile kızı bitmek bilmeyen bir yasa gömülmüştü. Biriciği, gözünden sakındığı güzel prensesi, ondan ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, Karan onu mahkum eden acıyı hep gördü. Gördü de sesini çıkaramadı. Gördü de içi yana yana gözlerini kapatmak zorunda kaldı.

Tok adımları odanın içine sürüklendi. Geldi ve kızı ile karısını kucaklayıp yerden kaldırdı. Dünyasını güzelleştiren iki çiçeğinin de yüzü gözü yaş içindeydi. Karan acı ile yutkundu. Yutkundu da tek bir söz edecek gücü kendinde bulamadı. Bir babanın aşk acısı çeken kızına nasihat vermesi doğru olur muydu? Karan ne kadar düşünürse düşünsün bunun bir yolunu bulamadı. Kızının yarasına merhem olacak o kelamları zihni bulup, diline ulaştırmadı. Yalnızca sarıldı. Kızına, onu tüm kötülüklerden, tüm acılardan sakınırcasına, sımsıkı sarıldı ve kulağına onu çok sevdiğini fısıldadı. Alya onun göğsüne sığındı ve kalbinde ki acı bir dirhem olsun hafifleyinceye değin orada soluklandı.

Odaya girdiğinden bu yana sesi çıkmayan annesi, onları namazı kaçırmamaları hususunda uyarınca ikisi de toparlanıp ayağa kalktı. Karan kızının yüzünü ellerinin arasına alıp alnına sıcak bir buse kondurdu ve onun solgun yüzüne son kez üzüntüyle bakıp orayı terk etti. Berzah, onun güçlükle tuttuğu gözyaşlarını secdeye sakladığını biliyordu. Onu defalarca secdede kızı için ağlayarak dua ederken bulmuştu. Kızının omuzunu sevgiyle sıvazladı ve namazını kılmak üzere kocasının ardından odasının yolunu tuttu.

Alya anne ve babasının gidişinin ardından üstündekileri ağır hareketlerle çıkardı, dolaptan çıkardığı alelade bir eşofman takımını üstüne geçirdi ve abdest almak üzere odasının içinde ki banyoya yöneldi.

Seccadesini serdi, namaz elbisesini giyindi ve huzura çıkmak için tekbirini aldı.

Namazın sonunda secdeye kapanıp derdi verene dermanı için yalvardı. Ondan içini yakıp kavuran bu ateşi serinletmesini istedi. Acısını hafifletmesini ve yüz yüze gelecekleri o günü kendisi için kolaylaştırmasını...

Yatsı ezanına kadar seccadesinin üzerinde bağdaş kurarak oturdu ve bekledi. En kötüyüm diyene dahi iyi hissettirebilecek o ses semaya yükseldiği vakit yerinden kalktı. Daha iyi duyabilmek için camın önüne geçti ve yüzünü açık olan pencereden dışarı uzattı. Gözlerini kapattı ve ezanın huzurlu tınısını tüm hücrelerinde hissederek soludu. Bir rüzgâr esti ve bir koku hayal meyal burnunun ucuna dokundu. Gerçek olmadığını biliyordu. Bunu yalnızca düşlüyordu. Onun kokusunu düşlüyordu. Burnunu sızlatan, gecelerini haram kılan o kendine has kokusunu... Şimdilerde o kendine has kokuya bir de barut kokusu eklenmiş olmalıydı. İşte bunu hayal edemedi. Barut kokusunun teninin kokusu ile birleştiğinde nasıl kokacağını kestiremedi. İçinde bir yer bunu duyumsamayı diledi. Günün birinde, hayal edemediği o kokuyu içine çekebilmeyi diledi.

Namazını kıldı ve tek lokma yemeden yatağına uzandı. Annesi ona yemek getirdi ama yemesi için ısrar etmedi. O da midesinden gelen seslere aldırış etmeden gözlerini kapattı. Bir an önce uyumak ve bu kabus dolu günü bitirmek istiyordu. Ertesi günün getireceği sürprizden habersiz ruhunu geceye teslim etti.

Continuă lectura

O să-ți placă și

318K 20.8K 27
"...Sen bana abi diyen kıza, yüreğimin çektiği hasretliği nasıl bileceksin?!" dedi Abdullah. ~ Kocaman bir apartman düşünün, birbirine can olmuş Alla...
82.3K 5.9K 95
Birbirlerinin çocukluk aşkı olan Gökçe ve Demir, yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında, hayatın onlara nasıl bir sürpriz hazırladığının farkında bi...
723K 27.4K 39
11.12.2018 Başlangıç. 08.08.2019 Bitiş. Ayakları kum tanelerine bata çıka ilerliyordu genç kız. Gözlerindeki yaş bitmişti peşinden gelen adam yüzünde...
407K 21.6K 33
"Ne bağırıp duruyorsun? Konağı ayağa kaldırdın!" Karşımda dikilen adama yumruğumu gerçirmemek için içimde verdiğim mücadeleden söz bile edemezdim. E...