Kaçış

By MaysaBerran

181K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
34.Karar
35.Kırmızı
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

36.Yıldızlar

2.5K 291 59
By MaysaBerran

Merhabaaa,

Biliyorum, aşırı derecede geç geldim ve hiçbir haber de veremedim. Ama inanın geçen haftalar nasıldı hiç hatırlamıyorum. Bir şeyleri düzene koymaya çalışıyorum ama onu da pek becerebildiğim söylenemez. 🥺

Neyse, İnşallah düzeleceğiz. Çok uzun tutmak istemiyorum. Bölüm kısa oldu muhtemelen ama elimden bu kadarı geldi. Sizi de çok bekletmek istemediğim için paylaşayım dedim. 🥰

Hepinizi öpüyorummm. 😘

***

Uzun masanın bir köşesinde Rheyold, diğerinde ismini yeni öğrendiğim Wofiira vardı. Hani şu kırmızı gözlü canavar. Şunlara baktıkça Akirlilere şükredecek hale geliyordum. Ama kadınları tam tersi naif, sıcak kanlı ve güllerdi. Henüz bir kaç tanesi ile karşılaşmış olsam da, ilk izlenimleri öyleydi.

Rheyold önünde bulunan tabağı benim önüme itti. Parça parça ayrılmış et ve didiklenmiş yemeğe bakarken gözlerimi devirdim. Kontrol manyağıydı! Hayır yani, aynı sofradaydık yemeğe ne koymuş olabilirlerdi ki?

''En son ki ziyaretimizde hastaydınız, şimdi daha iyi misiniz?'' Rheyold'un kestiği etlerden küçük olanını ağzıma attığımda bir yandan da sohbeti dinliyordum. Wofiira'nın sorduğu soru cevapsız kaldığında, masa da sessizleşmişti. Ne olduğunu anlamazken başımı yavaşça kaldırdım. Kırmızı gözler üzerime kitlenmişken şaşkınlıkla etrafa bakındım.

Bana mı demişti?

Ağzımda ki lokmayı sertçe yutarken çatalı tabağımın kenarına koydum. Doğrudan kırmızı gözlere bakarken,

''İyiyim, teşekkürler.'' dedim. Neyden bahsettiği ile ilgili gram fikrim yoktu. Ne zaman gelmişti? Ben ne zaman hastaydım? Yine de pot kırmadım.

''Geçmiş olsun tekrar. Umarım sağlığınız her zaman sizinle olur.'' İnce sese döndüğümde aynı şekilde gülümsedim. Dolgun dudaklarının arasından gözüken dişleri bembeyazdı.

''Teşekkür ederim.'' Rheyold boğazını temizleyerek dikkatleri üstüne çekti.

"Eşim gayet iyi, ilgiliniz için teşekkürler. Siz nasılsınız asıl? Kuzeniniz tekrar ortaya çıkmış. Birliklerinize saldırmış." Rheyold arkasına rahat bir şekilde yaslanırken, sanki ev sahibiydi. Wofiira, Rheyold'un sözlerinden hoşlanmamıştı. Yüzü sert bir hal alsa da hızla kendini toparladı ve ifadesiz bir şekle büründü.

"Onu hallettik. Bir avuç içe yaramazdan başka bir şey değiller." Rheyold'un dudakları hafifçe kıvrıldı. Onu sinir etmiş olmak hoşuna gitmişti. Ben ise diken üstündeydim. Bunlar konuşuyorlar mıydı yoksa kavga mı ediyorlardı belli değildi.

"Umarım daha ileride büyük sorunlara yol açmazlar. Halkınızda onu destekleyen bir grup var." Wofiira elindeki çatalı sakince masaya koyarak, kırmızı gözlerini Rheyold'a dikti.

"Herkese sıra gelecek, önemli olan doğru zamanı bilebilmek." Sözlerin altında yatan farklı bir anlam vardı sanki. Bunu farketmemin sebeplerinden biri de Rheyold'un gerilmesiydi.

"Doğru söylüyorsunuz. Zaman önemli. Ama o zaman geldiğinde yanınızda duracak ittifaklarınızı da hafife almayın. Neyseki bizimle ittifak halindesiniz. Öyle bir zamanda düşman olmamızı istemezdim. Öyle değil mi?" Wofiira'nın kendine güvenen gülümsemesi, Rheyold'un tehditvari sözleri ile an be an soldu. Rahatsız edici bir sessizlik ortama yayıldı. Öyle ki, en ufak bir harekette kaos çıkacakmış gibiydi.

"Hep iş konuşuyorlar, biz daha farklı konulardan bahsedelim mi? Eğer yemeğiniz bittiyse size kalemizi gezdirmek isterim." Yüzümde açan gülümseme ile rahat bir nefes aldım. Beklediğim bir teklifti. Senira, ismi buydu.

Hevesle başımı sallayarak,

"Çok isterim." Dedim.

"Çok durmayacağız. Daha sonra teklifinizi değerlendirelim." Rheyold'un rahatsız sesi ile yüzümü buluşturdum. Ben ters ters ona bakarken, o ise uyarı dolu bakışlarını gözlerime dikmişti.

Gözlerimi devirerek önüme döndüm. Ketum! Sinir bozucu adam!

"Anlıyorum. Başka zaman mutlaka bekliyorum." Senira red yemesine rağmen kibar bir şekilde sözlerine devam etmişti. Senira'ya zorla gülümseyip Rheyold'a döndüm.

"Gidene kadar dolaşamaz mıyım?" Rheyold dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. Şu an da bir şeyler istemek mantıklı değildi. Ama burada kalmak istemiyordun. Kendimi aşırı derecede rahatsız hissediyordum. Wofiira'nın gözleri üzerimden bir an bile çekilmiyordu. Rheyold ise her an patlayacak bir bomba gibiydi. Ölüm soğukluğu taşıyan gözleri, kırmızı irisler ile savaş içindeydi.

Elimi masada yumruk olmuş elinin üstüne koyarak, baş parmağım ile elinin üstünü okşadım. Yalnız olsak neler neler yapardım da, şimdi ortam müsait değildi.

"Gidene kadar, lütfen." Kabul edeceğini düşünmüyordum ama çok kısa bir an karşısına bakıp gözlerini kıstı ve,

"Yarım saat." Dedi kabul ederek. Her ne kadar şaşırsamda hızlıca silkelendim.

"Ayy, canım benim." Yerimden doğrularak yanağına sulu bir öpücük bıraktım. Herkesin şaşkın bakışlarının hedefi olduğumu bilsemde, umursamadım. Serina da gülümseyerek ayağa kalktı. Dudaklarımı soğuk yanaktan çektiğimde, Rheyold dirseğimi tutarak uzaklaşmamı engelledi.

"Dikkatli ol." Sessiz ama güç veren sesi ile başımı salladım.

"Merak etme, senin dışında kimse bana bulaşmak istemez." Dudakları hafifçe kıvrıldığında, 'iflah olmazsın' bakışları atıyordu.

Son kez yanağını öpüp Serina ile uzaklaşmaya başladık. Kapıdan çıkana kadar iki çift gözün hissiyatı sırtımı delip geçti.

Biri kapkara gözlere, diğeri kıpkırmızı gözlere sahipti.

***

Sessiz yürüyüşümüz sükunet içinde sürüyordu. Rengarenk tablolarla süslü koridorlarda ilerlerken, tüm dikkatimi resimlere vermiştim. Anlamadığım figürlerle doluydu tablolar. Ama renklerin canlı olması dikkatimi çekmişti. Genelde iç içe geçmiş çizgiler ve şekillerden oluşuyordu, tablolar.

"Resimler dikkatinizi çekti sanırım." Mavi ve mor rengin iç içe geçmiş şöleninden gözlerimi çekip Senira'ya döndüm. Gözleri kısılmış, nazikçe gülümsüyordu. Bende hafifçe gülümsedim.

"Evet, aslında daha çok renkleri dikkatimi çekti. Çok canlı görünüyorlar." Senira başını sallayarak,

"Evrenin en eşsiz boyahanelerine sahibiz. Hiç kimse bizler kadar iyi renk yapamaz." dedi özgüvenle. Kaşlarım havalanırken, duyduğum yeni bilgiyi sindirmeye çalışıyordum. Bu gezegende sadece kırmızı rengin olduğunu düşünüyordum.

''Boyayı neyden elde ediyorsunuz?'' Senira beni cam bir kapıdan geçirirken,

''Taşlardan elde ediyoruz.'' dedi eline yeşil bir taş alırken. Yemyeşil taş parmaklarını anında boyarken yavaşça bana uzattı. Kirpikleri olmayan ama sürmeli olduğu için yine de çok güzel görünen kırmızı gözlerine baktım. Onun gözleri daha farklıydı. Yuvarlak, iri ve parlaktılar. Sıcacık bakıyorlardı. Asla o canavar kocası gibi değildi. Onun gözlerinde sinsilik ve şeytanlık vardır. Aklıma gelenlerle yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Karşımda ki zarif kadın bunu yanlış anlayabilirdi.

Bembeyaz elleri arasında bulunan yeşil taşı, yavaşça parmaklarım arasına aldım. Göründüğünden daha yumuşak olan taş, ellerimde yeşil tozlu izler bırakmıştı.

''Bu taşları işliyoruz ve boyanın ham maddesini elde ediyoruz. Her yer de kullanıyoruz, sanat, inşaat, kıyafet gibi bir çok alanda.'' Bulunduğumuz odada bir çok taş vardı. Hepsi farklı renk ve şekillerdeydi. Senira ile balkon olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerlerken elimde ki taşa herhangi bir yere bıraktım. Süt kahve rengi taşlarla döşeli balkona çıktığımızda, ağaçlarla süslü kıpkırmızı dağlar ve büyük parlak ay hemen önümüzdeydi. Geniş koltuklardan birine yan yana oturduğumuzda ikimizde manzarayı seyrediyorduk.

Biraz farklı bir ortamdı, ne konuşacaktık? Ne diyecektim? Onu hiç tanımıyordum ki!

Bir kaç dakika geçmişti ki, daldığım kızıl gökyüzünden beni koluma dokunan sıcacık eller kopardı. İrkilerek yanıma döndüğümde, istemsizce kolumu da çekmiştim.

"Özür dilerim, seni rahatsız etmek istemedim." Mahçup ve endişeli bir ifade ile ellerini geri çekti, Serina.

"Önemli değil, dalmışım." Garip sessizlik olduğunda kolumu yavaşça eski konumuna getirdim.

"Tenin çok sıcaktı. Normal mi?" Serina parmaklarını birbirine sürterken başını salladı.

"Evet, aslında bizim için normal ama sen çok soğuksun." İstemsizce bileklerime dokundum. Aslında soğuk sayılmazdım.

"Aslında bizim genel sıcaklığımız bu şekilde. Çok soğuk sayılmaz, ama size göre tabi durum farklı." Gülümseyerek eline uzandım. Sıcaklık hızla elime yayıldığında kaşlarım havalandı. Ateşe dokunsam bu kadar olurdu.

Ona dokunmamdan cesaret alarak bileğimden tutarak elimi tamamen avuçları arasına aldı. İşaret parmağı tenimin üzerinde yavaşça hareket ediyor, ara sıra da etimi parmakları arasında kıstırıyordu.

"Tenin yumuşacık." Tenimi sıkıyor, uzatıyor, yoğuruyordu. Arada da yüzüme bakıyordu.

"Canın acımıyor mu?" Dudaklarımı büzerek başımı iki yana salladım.

"Çok sert yapmıyorsun ki." Elimi bırakarak saçlarıma dokundu. O beni yavaş yavaş keşfederken ben de merakla ona dokunmaya başladım.

Teni çorak bir toprak kadar yumuşaktı. Saç telleri sertti ama dokusu kadife hissi veriyordu. Saçlarının arasından çıkan boynuzları pürüzlü ve sertti. Onları renkli boncuklarla süslemişti. Parmak uçlarımı, en çok merak ettiğim yere kaşlarına indirdim. Kaşları bizimki gibi değildi. Düşündüğüm gibi değildi. Ben derin yara izi hissi verir sanıyordum ama şaşırtıcı bir şekilde öyle değildi. Pürüzsüz bir taşa dokunuyormuş gibiydim. Rheyold'a dokunmak nasıl gümüşe dokunmak gibi ise, Serina'ya dokunmakta yakut bir taşa dokunmak gibiydi. Tabi daha önce yakuta dokunmamış olduğum gerçeğini göz ardı ediyorum.

"Çok değişik, saç gibi." Benzetmesine gülerek ellerimi üzerinden çektim. O da kirpiklerime son kez dokunarak ellerini üzerimden çekti. İkimizde bir süre durduktan sonra aynı anda gülmeye başladık.

"İki saf birbirini tanımaya çalışıyor." Dedim gülüşlerimin arasından. Kısılan gözleri ve küçük yüz hatları ile sevimli görünüyor çdu. Nasıl olurda o canavarla birlikte olabilirdi bilmiyorum.

"Çok şanslısınız, aslında Akirliler şanslı. Sizin gibi eşlere sahipler." Gülüşlerim solduğunda geriye hafif bir tebessüm kaldı. Ne kadar şanssız olduğumuzdan bahsedebilirdim ama boşuna kayıp olurdu.

"Teşekkürler, sizin eşlerinizde çok şanslı. Çok güzelsiniz." Benim sözlerim onun dudaklarında hafif bir tebessüm bile bırakmadı. Yüzü bir anlık soldu, gözlerinde kayıp giden ışık bir süre etrafı kapkaranlık yaptı. Fakat hızla kendini toparlayıp başını salladı.

"Aslında size tüm sarayı gezdirmek isterdim. Eminim ilginizi çekecek çok fazla şey olurdu. Ama Velihat Rheyold'un durumdan hoşlanmayacağını düşündüm. Sizi zor durumda bırakmak istemem." Saçlarımı geri savurarak güldüm. Bu tepkime gözlerine kırpıştırarak baktı.

"Kendimi ne kadar zor durumlarda bıraktığımı bir bilsen, aklın uçar." Anlamsız bakışlarla bakmaya devam ettiğinde başıma gelen bir kaç olayı aytıntıya girmeden anlattım. Ben anlattıkça zavallı kadının soluk teni hepten bembeyaz kesildi, yüzü hayalet görmüş gibi kasılmıştı.

"Sen yaşıyorsun." Dedi hayretle. Elimi havada sallayarak,

"Bunlar ne ki, sanırım Rheyold da duruma alıştı. Artık eskisi kadar tepki vermiyor." dedim. Tabi eğer doğum kontrol hapı kullandığımı ve Gwrach ile görüştüğümü öğrenirse aynı şekilde sakin kalır mıydı, emin değilim.

"Şimdi anlıyorum, bedenleriniz zayıf ama ruhunuz çok güçlü. Bu yüzden sizi seçmiş olmalılar." Serina düşünceli bir ifade ile başını manzaraya çevirdiğinde kafamı fazlasıyla karıştırmıştı.

"Aslında size benziyoruz. Bizimde bedenlerimiz zayıf ama ruhumuz güçlü. Diğer türlü burada yaşamak imkansız olurdu." Kaşlarım hafifçe çatılarak dikkatle ona bakmaya başladım. Bakışlarında ki yorgunluk tanıdıktı. Tıpkı Sürya gibiydi.

"Ne demek istiyorsun?" Derin bir nefes alarak tekrar bana döndü. Hafifçe gülümseyerek,

"Yani, Akirli kadınları gibi değilsiniz, daha güçlüsünüz demek istiyorum."

"İnan, söylediklerinden pek bir şey anlamadım. Akirli kadınları yıllar önce yok olmadı mı?" Kaşları hafifçe havaya kalktı.

"Yok mu oldu?" Bariz bir şaşkınlık yüzünü kapladığında ne diyeceğimi bilemedim. Sonra bir şeyi hatırlamış gibi iç çekti.

"Ah, anladım. Kusura bakmayın bir an unutmuşum. Doğru siz onları hiç görmediniz. Hem sürgündeler hem de zaten sayıları da çok az. Görmemeniz normal." Ne oluyordu? Ne saçmalıyordu?

"Onlara ne olduğunu biliyor musun? Yani neden sürgündeler?" Diye sordum kayıtsızca. İçimde fırtınalar kopuyordu ama sakin olmalıydım. Bu bir şeyleri öğrenmek için elime geçen iyi bir fırsattı.

"Sürgünde olmaları tüm evren için en iyisi. Onlarla karşılaşmak asla istemezdim. Akirli erkeklerin onları neden sürgün ettiklerini, sizi tanıyınca daha iyi anladım." İstediğim cevap bu değildi. Ama akirli kadınlarından kötü bahsediyor olması kafamı iyice karıştırmıştı. Düşüncelerimin arasında kaybolurken ellerimin kavranamsı ile tekrar Serina'ya baktım.

"Bizim özelliğimiz, hislerimizin kuvvetli olmasıdır. Karşımızdaki herhangi bir varlığın ruhunu analiz edebiliriz. Daha önce de Kraliçe Adalina'yı görmüştüm. Çok fazla konuşmaya fırsatımız olmamıştı ama onda da böyle hissetmiştim." Elimin sırtı yere bakacak şekilde çevirip parmak uçlarını avucumda gezdirmeye başladı.

"Bembeyaz görüyorum. Hiçbir leke yok gibi. Şefkat, merhamet, vicdan, iyilik, huzur, sevgi, ne kadar güzel his varsa hepsi sizdeymiş gibi. O yüzden sizi seçtiler. Çünkü aileye sahip olmak ve onu korumak için her şeye sahipsiniz." Yutkunarak sözlerini sindirmeye çalıştım. Duyacaklarımdan korksamda sordum.

"Akirli kadınlarından ne hissediyordun?" Elimi tutan eli kasıldı. Gözlerini kaçırarak zemine baktıktan sonra tekrar bana döndü.

"Sadece bir kez onlardan biri ile karşılaştım. Korkunçtular. Kapkaranlık bir auroları vardı. Güzel tek bir duyguya rastlamadım. Bomboş bir kabuk gibiydiler." Sanki gizli bir şey söyleyecek gibi yavaşça bana yaklaştı.

"Onlar kendi çocuk-"

"Rana!" Aynı anda korkuyla geri kaçtığımızda hızla balkon girişine baktım. Rheyold çatılı kaşları, şişmiş omuzları ile girişi tamamen doldurmuştu. Rahatsız yüz ifadesiyle ikimize de bakarak ilerlemeye başladı.

''Sohbetinizi fazlasıyla derinleştirmişsiniz.'' dedi. Gözleri Serina'nın üstündeydi. Serina rahatsızca kıpırdanarak geriledi.

''Evet, güzel vakit geçiriyorduk.'' Rheyold'un kasılmış bedenine kollarımı dolayarak parmak uçlarımda yükseldim. Tepeden bana bakarken ona uzanmak zordu. Fakat yine de çenesine dudaklarımı bastırabilmiştim.

''Buna sevindim.'' Dişlerinin arasından söylenmesine gülebilirdim. Ama ortam müsait değildi. Özelikle o kırmızı şeytan Rheyold'un arkasından bize dikkatle bakarken. Rheyold kolunu belime sararak beni iyice kendine çekti. Belimdeki parmakları tenimi sıkıp sıkıp bırakıyordu. Başımı göğsüne yaslarken şaşkınlıkla bakan Serina'ya göz kırptım. İşte, böyle sıyrılıyordum!

''Hadi vedalaşın, gidiyoruz.''

''Ne! Bu kadar erken mi?'' Ters bakışları bana döndüğünde yüzümü astım. Daha Serina ile konuşacaktım.

''Evet.'' Uyarı dolu sesi ile ofladım. Parmakları tekrar belimi sıktığında bu sefer ses çıkarmamıştım. Ama eve gittiğimizde benden kurtulamayacaktı.

"En azından bugün misafirimiz olun. Yıldız şöleni var onu görmenizi çok isterim." Rubies Kralı'nın sözleri hepimize ithafen olsa da, kırmızı gözleri direkt benim üzerimdeydi. O bakışlardaki tehlikeli parıltılar hiç hoşuma gitmemişti. Bakışlarımı çekerek Rheyold'a yaklaştım.

"Teşekkürler, başka sefere." Rheyold her ne kadar nazikçe geri çevirmiş olsa da, ses tonu küfür eder gibi çıkmıştı.

"Velihat Rheyold, isterseniz bu kararı eşiniz versin. Yıldızları görmeyeli uzun zaman olmuştur." Bu sefer direkt bana karşı konuşması ile rahatsız bir şekilde kıpırdansam da ona baktım.

''Rheyold kabul ederse ben de kabul ederim.'' Sözlerim her ne kadar karşımdakini rahatsız etse de yanımdaki bedeni fazlasıyla memnun etmişti. Tabi ki böyle söyleyecektim. Salak değildim! Bu adamdan haz etmediğini anlamıştım. Bu yüzden onun sözünü çiğneyemezdim.

''Dediğim gibi başka sefere. Zaten uzun yoldan geldik. Dinlenmemiz gerekiyor.'' Rheyold, belimden destek vererek beni ilerletmeye başladığında kırmız şeytan şansını bir kez daha denedi.

''En azından yıldız şölenini izleyin. Yaklaşık altı saat sonra başlayacak. Kalmasanız da onu izledikten sonra gidebilirsiniz.'' Rheyold, Wofira'ya gözlerini kısarak bir süre baktıktan sonra bana döndü.

''İzlemek ister misin?'' Sesi bugün duyduğum en yalın şeklindeydi. Gerçekten düşüncemi soruyordu. Buna güvenerek hafifçe gülümsedim.

''Eğer senin için uygunsa izlemek istiyorum.'' Yüz hatları yumuşadığında tam tersi gözleri kararmıştı. Arzu dolu bakışları yalnız olsak asla rahat durmayacağını haykırıyordu.

''Eşim istiyorsa, pekala. Ama öncesinde dinlenmek istiyoruz. Oda ayarlayabilir misiniz?'' Wofira'nın keyfi yerine gelmiş gibiydi. Memnun bir ifade ile yanında ki kişiye döndü.

''Misafirlerimize en iyi odayı hazırlayın.'' Emir alan kişi hızla yok olduğunda Rheyold'un kolları arasından çıkarak Serina'ya ilerledim.

''Beraber yürüyelim mi?'' Serina hafif bir tebessümle ona uzattığım koluma girdi.

''Tabi ki.'' İkimiz beraber kapıya yöneldiğimizde kapının önünde ki beden hiç istifini bozmamıştı. İğrenç bakışları üstümüzdeydi. Hayır anlamıyorum, bu adam eşinin yanında nasıl böyle bakabiliyordu? Ben mi abartıyordum? Kendimi çok kötü hissediyordum. Bakışlarım zemine düşerken koşarak Rheyold'un kolları arasına girmemek için kendimi zor tutuyordum.

''Çekil, Wofira.'' Serina'nın naif sesinden duyduğum sert sözler ile şaşırmıştım. Daha da şaşırtıcı olanı Wofira'nın tek kelime etmeden çekilmesiydi. Kapıdan geçerken Serina yerimizi değiştirmiş, sanki benim rahatsız olduğumu anlamış gibi kendisi Wofira'nın olduğu tarafa geçmişti.

Sessiz ilerlediğimiz bir kaç dakika Serina'nın aldığı içli nefes ile son buldu. Kolumu sıkıp başını benden ters yöne çevirdi.

''Kusura bakma. Rahatsız olduğunun farkındayım. Wofira biraz-'' Cümlesini yarım bırakıp sustu. Ağzını bir kaç kere açıp kapattı ama sanırım edecek tek kelime bulamadı.

''Ben, hayır rahatsız olmadım. Sadece onlar sizden daha farklı duruyorlar.'' dedim bende panikle saçmalayarak. Utanç vericiydi. Kendimi böyle bir konun içinde düşünmek istemiyordum.

''Biliyor musun? Benim asıl mesleğim aşçılık. Dünya'da iken öğrencilerim vardı. Onlara nasıl yemek yapılacağını öğretiyordum. Hatta bir tane öğrencim vardı. Yaptığı her şeyi yerdi...'' Tüm konuyu dağıtıp tamamen farklı şeylerden bahsederken keyfimiz tekrar yerine gelmişti. Dünyadaki anılarımı anlatarak yürüdüğümüz yolun sonunda kalacağımız oda vardı.

''Teşekkür ederim.'' Serina'nın mahcup ifadesine bakarak gülümsedim. Kollarımı etrafına sararak,

''Ben de teşekkür ederim.'' dedim.

Adım sesleri ile koridora baktığımda Rheyold tüm asaleti geliyordu. Parlak gri kumaş arkasından havalanarak süzülüyordu. Yanımıza geldiğinde Serina'ya başıyla selam verdi.

''Ben gideyim artık. Siz dinlenin.'' Son kez görüşürüz deyip odaya girdik. Etrafı süzerek yatağa ilerledim. Standart krem ve kahve tonları ile süslenmişti. Kırmızı bir şeyin olmaması tuhaftı. Orta boy aynalı bir makyaj masası odanın köşesine çapraz koyulmuştu. Yine aynalı, üç kapaklı bir dolap, kahve rengi örtü ile kaplanmış büyük yatağın karşısındaydı. Yemyeşil perdelerle süslü, yere kadar uzanan iki cam vardı. Güzel ve ferah bir odaydı. Kendimi yüz üstü yatağın ortasına attığımda gerinerek nefeslendim. Ne kadar yorulduğumu şimdi fark ediyordum.

Arkamdan gelen hışırtıları umursamadan gözlerimi kapattım. Şu an aşırı rahattım ve bir kaç saat uyku için her şeyimi verebilirdim. Başımı yastığa iyice gömdüm ve kollarımı da yastığın altına soktum. Yatağın ortasında yatıyor olmam hiç umurumda değildi. Ama Rheyold'un umurunda olmuş olacak ki o da kendisini benim üstüme bıraktı. Sızlanarak onu sırtımdan atmaya çalışsam da başarılı olamadım. Tüm ağırlığını üstüme vermese de yine de çok ağırdı.

''Rheyold.'' Dudakları ensemi hükmü altına alırken ellerimi de yastığın altından kavradı. Kalçalarımda hissettiğim baskıyla kıpırdandım.

''Ştt, sessiz ol!'' Ensemi hafifçe dişlediğinde tüm tüylerimin dikildiğini hissettim. Dudaklarımın arasından kaçan sesle kalçalarımdaki baskı daha çok arttı.

''Rheyold, yorgunum.'' Dudakları ve dişlerinin temasını kesmeden sağ omuzuma kadar geldi. Bileklerimi tek elinde hapsedip diğerini elbisemin düğmelerine çözmek için hareketlendirdi. Yatakla bedenim arasında kalan ellini zar zor hareket ettirse de tüm düğmelerimi çözmüştü. Eli göğsümü kavradığında sırtım yay gibi gerildi.

"Yorgunluğunu alacağım." Yutkunarak nefes nefese ona bakmaya çalıştım.

İç çamaşırımın içine giren eli göğsümü sıkıca kavramıştı. O ladar sıkı tutuyordu ki inleyerek kıvrandım.

"Acıyor." Tutuşu gevşese de hala sıkıydı. Şimdiden terlemeye başlamıştım. Bu adamın hiç ayarı yoktu. Şu an misafirdik. Nasıl bunu düşenebilirdi ki!

Kasıklarını kalçalarıma bastırarak dudaklarını hareket ettirdi. Arada dişlerini sürtüyordu. Bu sefer omuzum ile boynumun birleştiği yeri dişleri arasına kıstırdı.

"İz bırakma!" Aynı işlemi daha sert bir şekilde diğer kısma yapınca acıyla inledim.

"Sen benim eşimsin! Benden iz taşımaya utanıyor musun?" Şu an isteyeceğim son şey beni yanlış anlamasıydı.

"Hayır, sadece-" Dudakları bu sefer yanağıma kaymış dudaklarımı hoyratça ele geçirmişti. Beni susturması iyiydi. Çünkü neredeyse utandığımı söyleyecektim. Elbette onun izini taşımaktan utanmıyordum ama bir şeyler yaşadığımız da bilmelerine gerek yoktu.

Beni rahat bırakmayacağı belliydi. Üstümden kalkmadan elbiseyi çıkartmaya çalıştı. Başarısız bir kaç denemeden sonra öfkeyle homurdanarak elbiseyi çekiştirdi.

"Yırtma sakın! Başka kıyafetim yok." Omuzuma dişlerini geçirerek ağırlığını hafifletti. Beni oyuncak bebekmişim gibi elleri arasında çevirerek elbisemi çıkardı. Sırt üstü yattığımda yüzüme kapanan saçları uzaklaştırarak dudaklarıma eğildi. Serbest kalan ellerimi kalın boynuna koyarak yavaş hareketlerine uyum sağladım. Bir nefeslik uzaklaştığında gözlerimi aralayıp onun kararmış gözlerine baktım.

''Mera Asamana, benim parlak gökyüzüm.'' Her zaman ki gibi iltifatı beni utandırmıştı. Gülümseyerek boynundaki ellerimi yüzüne çıkardım. Baş parmağım ile göz çukurlarını okşarken tekrar dudaklarıma eğildi. Tüm gün bunu beklemiş gibiydi. Ama burada olması ne kadar doğruydu?

''Evimizde değiliz.'' dedim başımı yana çevirerek. Sözlerimi hiç umursamadan tekrar dudaklarıma kapandı. Mırıldanarak kurtulmaya çalıştım. Elleri çıplak belimi kavrayarak bedenlerimizi ters çevirdi. Şimdi o benim altımda yatıyordu. Dudaklarımı serbest bıraktığında omuzlarından destek alarak hafifçe kalktım. Siyah gözleri iki yanımdan dökülen saçlarıma düştü.

''Biliyorum. Ama bu bir engel değil.'' Dudaklarımı büzerek doğruldum. Elleri bel oyuntuma bastırıp kucağından kalkmama engel oldu. Üstten onu izlemek güzeldi. Siyah gözleri boynumdan göğüslerime kadar süzdü. Gözlerini kısarak karnıma baktığında derin bir nefes aldı. Şu anda neler düşündüğünü çok merak ediyordum.

Uzun parmakları kalçalarımı kaydığında bende gömleğinin düğmelerine uzandım. Tenine dokunarak düğmelerini çözerken bakışları bu sefer parmaklarıma kaymıştı.

''Ama ya biri duyarsa?'' Tehlikeli bir gülümseme yüzüne yayıldığında saniyeler içinde tekrar altında buldum kendimi.

''Sadece ben istersem duyabilirler.''

Sanırım yıldızları biraz erken görecektim.

***

Bu gördüğüm en güzel şey olabilirdi. Yüksek bir tepedeydik. Rüzgar sertçe estiği için üstüme Serina'nın verdiği örtüyü almıştım. Onlar pek üşümese de benim vücut sıcaklığım bu rüzgara pek dayanıklı değildi. Rheyold hemen arkamda durmuş, rüzgarı az da olsa engelliyordu. Gökyüzü her zamanki kırmızılığından bir kaç ton daha koyuydu. Neredeyse bordoya yakındı. Bizim dışımızda başka kişilerde vardı. Hepsinin şaşkın ve dikkatli bakışlarına maruz kalsam da bir süre sonra ilgileri gökyüzüne kaymıştı.

Bu her sene tekrar eden bir olaymış. Yıldızlar önce tek tek görünür sonra da anlaşmışlar gibi sırayla kaymaya başlarlarmış. Şimdi yıldızların görünme zamanıydı. Saklanan utangaç çocuklar gibiydiler. Teker teker açığa çıkıyorlar ve bizlere göz kırpıyorlardı. Bizim gezegenimizden daha farklıydı. Sanki bizlere daha yakın ve daha parlaklardı. Boyutları nokta gibi değil, bir tenis topu büyüklüğündeydiler.

''Çok güzel! Ne zaman kayacaklar? Dilek tutmak istiyorum.'' Gökyüzünden hiç çekmeden konuştuğumda Serina'nın şaşkın bakışlarını yüzümde hissettim.

''Dilek mi?''

''Evet. Eğer gökyüzünde kayan bir yıldız görürsen ve o an dilek tutarsan, dileğin gerçekleşeceğini söylerler.'' Dedim Serina'ya bakarak. Aydınlanan yüzü ile gökyüzüne baktı.

''O zaman bende dilek tutacağım.'' Kıkırdayarak başımı salladım.

''Rheyold sen de tutacak mısın?'' Başımı hafifçe arkaya çevirerek yüzüne bakmaya çalıştım. Saçlarıma dudaklarını bastırarak çenemi okşadı.

''Benim dileğim zaten yanımda.'' Herkesin içinde söylediği sözlerle kızarırken karnımın üstünde ki ellerini sıktım.

''İşte başlıyor.'' Wofira'nın sesi ile istemsizce ona döndüm. Dümdüz bir şekilde karşısına baksa da anlık göz göze gelmiştik. Kıpkırmızı gözleri mavilerime kilitlenmişti. Sanki o gözlerde bir yangın vardı. Kırmızılıklar sürekli hareket ediyor gibiydi. Beyaz irisleri çentik haline büründüğünde karnımda ki baskıyla hızla gözlerimi kaçırmıştım. Rheyold'un sert solukları saçlarımı havalandırdığında yutkundum. Hemen kulağımın dibinde hissettiğim öfkeli soluklar sıcacıktı.

''Güzel eşim, gökyüzünü izle.'' Hızla gökyüzüne baktığımda her şeyi unuttum. Tüm gökyüzü yıldızlarla süslenmişti. Kıpkırmızı bir tualin üstüne sıçramış beyaz boya gibiydi. Biri yanıp biri sönüyordu. Sonra aniden her biri kaymaya başladı. Hangisini takip etsem yok oluyordu. Her biri farklı yöne kaymaya başladığında gökyüzü de renk değiştirmeye başladı. Kırmızıdan açık bir turuncuya evrildi. Tam o an da bir dilek tuttum. Normalde gözlerimi kapatmam gerekse de bu manzarayı kaçırmamak için kapatmadım.

Tüm yıldızlar yok olduğunda havada yeşil bir duman oluşmaya başladı. Bu dünyada yaşanan kuzey ışıklarına benziyordu ve çok güzeldi. Etrafı hoş bir koku sardığında derin bir şekilde soluk aldım. Yanık şeker kokusu gibiydi.

Yeşil iç içe geçmiş ışıklara bakarken gözlerim hafifçe karardı. Yüzümde ki gülümseme solmaya başladığında Rheyold'un koluna tutundum.

''Rana, güzel eşim, iyi misin?'' Endişeli sesiyle kendime gelmeye çalıştım. Yanık şeker kokusu yanında onun kar kokusunu da alıyordum.

''İyiyim, başım döndü bir an.'' Gözlerimi aralayıp endişe ile açık bir renge bürünmüş gözlerine baktım. Hala aynı endişeli ifade ile bakmaya başladığında gülümsedim.

''İyiyim gerçekten.'' Derin bir nefes alıp başını salladı. Yanık şeker kokusu genzimi yakmaya başladığında hafifçe boğazımı temizledim. Ne oluyordu? İlk başta güzel gelen koku şimdi neden beni rahatsız ediyordu. Yüzümü buruşturarak tekrar gökyüzüne baktığımda dizlerim aniden büküldü.

''Rana!'' Art arda öksürmeye başladığımda üstümde ki örtünün kayıp gittiğini hissettim. Esen rüzgarda savunmasız kalan bedenim hızla üşümeye başladı. Etrafımı saran kolları hissediyor ama karşılık veremiyordum. Panikle daha çok öksürmeye başladım. Bu koku beni mahvediyordu! Genzim yanıyor, sanki bir avuç dolusu köz boğazlarımdan akıyor gibiydi.

Soğuk yanaklarımda hissettiğim sıcak eller ile kapandığını fark etmediğim gözlerimi araladım. Rheyold'un telaşlı yüzü gözlerimin önüne serildi, durmadan beni sarsıyor ve dudakları kıpırdıyordu. O konuşuyor muydu? Peki ben neden duyamıyordum?

Gözlerimi tekrar kapayıp kendime gelmeye çalıştım. Sakin ol! Şokta olduğun için böyle oluyor! Kendime izin verdiğim bir dakikanın sonunda tekrar gözlerimi açtım ama her şey daha kötüydü!

Korku ve endişe ile yanaklarımı kavramış elleri, titreyen ellerim ile tuttum. Nefes, nefes alamıyordum! Duyamıyor ve nefes alamıyordum! Etrafımda olan kargaşanın bile farkında değildim. Rheyold'un dehşetle açılmış gözlerine baktım.

Bu yıldızlardan sonra gördüğüm tek görüntüydü.

***

Evet arkadaşlar, muhtemelen ne oldu şimdi diyorsunuz? Bende bilmiyorum. Bu yoktu içimden geldi. Bir dahaki bölüm buna güzel bir kılıf uyduracağım. 😅

Ne kadarda planlı bir yazar! 😪

Şöyle bir resim buldum. Her ne kadar aklımdakini yansıtmasa da en yakını diyebilirim. 🫣

Rheyold;

Continue Reading

You'll Also Like

119K 8.4K 74
Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın...
1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...
383K 20.2K 31
Sıradan bir yaşamı olan garson kız Alyssa 'nın tek isteği, küçükken yangında kaybettiği ailesinin ölümüne kimin sebebiyet verdiğini bulmak. Ailesinin...
EGLAF By K.A.

General Fiction

4.4K 275 22
"Beni öpmeni istesem, beni öper misin?" "Öperim." "Beni sevmeni istesem, beni sever misin?" "Sevmem," dedi ama hemen ardından ekledi. "Yine de, sever...