Kaçış

By MaysaBerran

182K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

34.Karar

3.2K 335 86
By MaysaBerran

Merhabaaa, evet ben geldim. Gece onikiyi geçmiş olsa da, hafta sonu sayılmaz değil mi? 😅😂

Kısa kesiyorum ve sizi bölümle baş başa bırakıyorummm. ❤️🥰

***

Rana

Rheyold ve Hiyam evden çıktıklarında rahat bir nefes almıştım. Nihayet yalnız kalabilmiştik, kalmasına ama Çiçek'in ağzını bıçak açmıyordu.

"Hayırdır, sessizlik yemini mi ettin?" Çiçek umursamadan tabakaları makinaya koymaya devam etti. Fark ettim ki beni duymamıştı bile.

"Hu hu, Çiçek, aşık mısın kızım?" Önünde parmaklarımı şıklattığım da gözlerini irice açarak telaşla başını salladı.

"Kim, ne, ben mi? Ne aşkı?" Sahte kahkahası ile bana tamamen sırtını döndü. Anlamsız bakışlarla ona bakarak sırtını dürttüm.

"Bak burnuma pis kokular geliyor." Kıpırdanarak dokunuşumdan kaçındı.

"Yemek kokusudur." Dudaklarımı büzerek saçını çektim.

"O, sarı çiyan, aklını karıştırmasın." Çiçek ciyaklayarak kafasını kaşıdı.

"Hayır!" İnkar etse de sesindeki tereddüt, 'Evet' diye bağırıyordu.

Derin bir nefes alarak oturma odasına koşar adım giden bedenin peşine takıldım.

"Bak, canım arkadaşım, Çiçek'im benim. Bu Akirliler bildiğin gibi değildir. Çok güzel manipüle ederler, tatlı sözlerle kandırırlar, sonra bir bakmışsın onların istediği gibi bir eş olmuşsun. Bende bir tane olduğundan iyi biliyorum." Çiçek sarı saçlarını ensesinde toplayarak dudaklarını büzdü.

"Ama sen çok mutlu görünüyorsun." Dumura uğramış bir şekilde Çiçek'e bakakaldım.

"Ben, ben mutluyum ama-"

"O zaman sorun ne? Senin yanında olurum, yine eskisi gibi oluruz. Pasta dükkanı hayalimiz vardı. Onu gerçekleştiriz. Güzel olmaz mıydı?" Sözümü heyecanla kesip konuşmaya başladığında sertçe yutkundum.

Arkadaşım çoktan kaybetmiştim!

Ne zaman? Ne ara?

O sarı Akirliyi elime geçirdiğimde benden çekeceği vardı.

"Çiçek söylediklerin çok güzel şeyler. Elbette seninle birlikte olmak isterim, hayallerimizin hepsini gerçekleştirmek harika olurdu. Hatta öyle ki, bunun için imkanlarımızı zorlamak durumunda kalmazdık. Sana bir şeyleri kötüleyecek, hayallerini yıkacak değilim." Kucağında birleştirdiği ellerini tutarak, omuzları düşmüş bedenine yaklaştım.

"Ama senin burada bir ailen var Çiçek. Onları arkada bırakabilecek misin? O kadar uzak ki orası, bir daha asla göremeyeceksin. Seslerini duyamayacak, kokularını soluyamayacaksın. Adal Amca'nın güvenli kollarına girmeyecek, Zülüş'ün anne sıcaklığını hissedemeyeceksin. Eğer onların yokluğuna dayanabileceksen, karar senin." Usulca akıttığı bir kaç damla yaşla dayanamayarak onu kollarımın arasına aldım. Omuzları sarsılırken yumuşak saçlarını okşadım.

"Hiyam'ı mahvedeceğim. Nasıl karıştırmış aklını!" Çiçek burnunu sertçe çekerek başını iki yana salladı.

"Onun bir suçu yok." Öfkeyle soluyup yanağını sıktım.

''Savunma bana o çiyanı!'' İnleyip parmaklarımdan kurtuldu ve başını göğsüme bastırdı.

''Bilmiyorum Rana, sanırım bir boşluktayım. Kendimi çok yalnız hissediyorum. Seni görene kadar bir Akirli'nin eşi olmanın nasıl bir his olacağını düşünmemiştim. Ama bu düşünce artık eskisi kadar beni korkutmuyor. Bunu değiştiren Hiyam mı bilmiyorum?'' İçli bir nefes alarak göğsümden kalktı. Dudaklarım sarkarak Çiçek'i dinlemeye devam ettim. Bir yandan çok sinirleniyorum, bir yandan da çok üzülüyordum. Çiçek'in yalnızlığını anlayabilirdim. Ben hayatım boyunca bu duygu ile yaşamıştım. Ailenin seni sevmesi ile, bir adamın seni sevmesi arasında çok fark vardı.

En önemli fark ise, ailesi tarafından sevilen insanlar, yanlış insanların, onlara değer vermeyen insanların aldatıcı sevgilerine kanmazdı. Daha bilinçli, daha doğru kararlar alırlardı. Hadi ben ailesi tarafından sevilmeyen, zorla kaçırılan ve birini sevmeye mecbur bırakılmıştım. Ama Çiçek'in böyle bir durumu yoktu. O yüzden, Çiçek'in duyguları gerçekti, bir illüzyonun sonucu değildi. Hiyam'a karşı bir günde bir şeyler hissedecek kadar sevgiden yoksun bir şekilde büyümemişti. Ona hissettiği duygular bir şeylerin başlangıcıydı.

''İçimde bir boşluk vardı. Bu birkaç günde o boşluğun küçüldüğünü hissediyorum. Ailemi çok seviyorum, onlardan uzakta kalmak düşüncesi beni mahvediyor. Diğer yandan ise kaderimin bu olmadığını düşünüyorum. Sanki mutlu olmamın yolu o karanlık gezegenden geçiyormuş gibi, bilmiyorum Rana, kafam o kadar karışık ki, düşünmek de konuşmak da istemiyorum.'' Çiçek'in titreyen sesine eşlik eden elleri konuyu daha fazla uzatmak istemedim. Ellerini sıkarak salladım, yüzünü karnını mıncıkladım.

''Tamam, tamam, hemen bu konuyu kapatıyoruz ve başka konulardan konuşuyoruz.'' Çiçek huylandığı için kıkırdamaya başladığında benimde keyfim yerine gelmeye başlamıştı.

Ne söylersem söyleyeyim ona yardımcı olmayacaktı. Şu an da ailesi ile yaşamak istediği hayat arasında sıkışmıştı. Ona bir şeyler söyleyerek kötü ya da iyi yönde etkilemek istemiyordum. Bu büyük bir seçimdi ve tek başına vermeliydi. Yapacağım tek şey seçiminde ona destek olmaktı.

Hiç geçmesini istemediğiniz zaman, hep hızlı akardır. Bizim için de öyleydi. Geriye dönüp baksak doğru düzgün bir şey konuşamadığımızı, daha birbirimize doyamadığımızı söylerdik. Öyle ki saat çoktan gece yarısını geçmiş, dörde dayanmıştı. İki saat sonra gün açacaktı. Rheyold birazdan gelirdi. Kıyafetlerimi valize koyarken gözlerim dolu doluydu. Bu yüzden çantamın içine bakarak işimi uzatıyordum. Çiçek'in beni böyle görmesini istemiyordum.

''Üzülme belki ben yanına gelirim.'' Mutlu çıkarmaya çalıştığı sesiyle yaptığı iğrenç espriye güldüm. Uzun soluklu konuşmamızdan sonra bu konuya bir daha değinmemişti. Hala bir karar varmadığında emindim.

''Off, Çiçek ya, dalga geçme!'' Valizin fermuarını çekip kenara bıraktım. Yatağın kenarında oturan bedenine yaklaşıp kollarımı omuzlarına sardım.

''Kendine çok dikkat et, benim için endişelenme. Ben çok mutluyum.'' Çiçek'de bana sarılıp başını salladı.

''Mutlu olman her şeyden önemli. İyi ki geldin, seni çok özlemiştim.'' Bizi birkaç dakikanın ardından ayıran şey çalan zildi. İkimizde dolu gözlerle birbirimize bakıp ayaklandık. Kapıyı açtığımda tüm ihtişamı ile Rheyold bekliyordu. Omuzlarına kalın, koyu kırmızı kadife bir pelerin atmıştı. Sol omuzunda, pelerinin uçlarını birleştirdiği gümüş arması vardı. Diğer kıyafetleri standart koyu renk takımıydı.

''Hazır mısın?'' Elime uzanıp valizi aldı. Başımı sallayarak derin nefes aldım. Konuşursam ağlayabilirdim. Kapıdan çıkmadan önce Çiçek'e döndüm. Yüreğime oturan ağırlık, dikenliydi ve nefes aldıkça batıyordu. Ayrılmanın bu kadar zor olacağını düşünememiştim. Küçük bir an Çiçek'i de alıp gitmek istedim. Hiyam kabaydı, ilkeldi, çiyandı ama en azından Çiçek'e değer verirdi.

''Üzülme Rana, belki tekrar görüşürüz.'' Bu sefer nen o şaka yapıyordu ne de ben gülüyordum. Acı bir tebessümle onu kollarımın arasına aldım. Sıkıca sarılarak, kulağına eğildim.

''Kalbinin sesini dinle. En doğrusunu o söyleyecektir.''

***

Burnumu sertçe çekerek camdan söken şafağı izlemeye devam ettim. Çiçek'den ayrıldığımdan beri ağlıyordum. Daha doğrusu kapı kapandığından beri. Çiçek her ne kadar aşağıya kadar inmek istese de izin vermemiştim. Çünkü ağlamak için saniyeler sayıyordum ve aynı şey Çiçek içinde geçerliydi!

''Gözyaşın kalmadı, daha ne kadar ağlayacaksın?'' Daha çok ağlamaya başladığımda pelerinine uzanıp gözlerimi sildim.

''Uzun bir süre daha!'' Hırçın tavrıma içli bir nefes almak ile yetindi.

''Daha önce de söyledim, eğer istersen arkadaşını yanımıza alabiliriz.'' Sanki normal bir konudan söz ediyormuş gibi konuşması ile gözlerimi devirdim.

''Teşekkürler ama o çok sevdiğin komutanın zaten bunu başarmak üzere!'' Sözlerime gülmekle yetindi. Elimi tutarak üst kısmına dudaklarını bastırdı.

''Eğer böyle bir şey olursa, ona sadece teşekkür edebilirsin.'' Yumruk yaptığım elimi havaya kaldırarak salladım.

''Ona öyle bir teşekkür edeceğim, hayatı boyunca unutamayacak.'' Rheyold, başını geriye atarak kahkaha atmaya başladı. Gözlerim yaşlı, yüzüm kızarık, hem üzgün hem sinirliydim. O ise keyifle bu halime gülüyordu. Çenemi sıkıp iki yana salladı.

''Küçük eşime de bakın, sen çok mu sinirlendin Hiyam'a?'' Bir çocukmuşum gibi benimle eğleniyordu. Homurdanarak kollarımı göğsümde bağladım ve cama yaslandım. Ağlamam da durmuştu! Aklımı nasıl dağıtıyordu anlamıyordum!

''Tamam, tamam kızma! Eşine bir öpücük ver bakayım.'' Dudaklarımı büzerek omuzlarımı silktim.

''Pekala, ben alırım daha sonra, hatta daha fazlasını.'' Bacağımı kavrayan koca eline vurarak uzaklaştırmaya başladım.

''Hiç de bir şey alamazsın.'' Tırnaklarımı dahi geçirsem de çekmediği eline kötü kötü baktım.

''Sen, sen Hiyam'ı savundun.'' Parmaklarını sıkıştırıp biraz daha yukarıya kaydırdı.

''Savunmadım.'' Dişlerimi dudaklarıma geçirip elinin hareketlerini izlemeye başladım. Ne diyeceğimi unutmuştum. Tüm algılarım bacağımda bulunan elindeydi. Parmakları ritmik bir şekilde kasılıp gevşiyor ve yavaşça uyluklarıma doğru süzülüyordu.

''Rheyold!'' Mırıldanmamla elinin hareketleri durdu.

''Hmm.'' Başımı koltuğa yaslayarak ona çevirdim. Yolda ki gözleri kısaca bana dönüp tekrar yola baktı.

''Eğer tam tersi olsaydı, Akirli erkekleri Dünya'da yaşamak zorunda kalsaydı, bunu yapar mıydın? Sevdiğin insan için aileni, gezegenini geride bırakır mıydın?'' Rheyold derin bir nefes alarak aracı yavaşlatarak durdurdu. Koca bedenini dar alanda zar zor hareket ettirerek bana döndürdü. Yüzümü iki elinin arasına alıp burnumun ucuna dudaklarını bastırdı. Gözlerim ağırca açılıp kapandı.

''Senin olduğun her yer benim ailem, benim gezegenim. Sen benim en değerli varlığımsın.'' Tekrar dolan gözlerim ile boynuna sokuldum.

''Biliyorum, kabul edecek. Ama korkuyorum, ya pişman olursa, diye. Üzülmesini ve bu vicdan azabı ile yaşamasını istemiyorum.'' Kabul etmenin ağırlığı ile birkaç damla usulca yanaklarımdan kayarak gümüş bedene ulaştı.

''Güzel eşim benim, zor olduğunu biliyorum. Ama herkes kendi ailesini kurmak ile görevli. Bunun için varız. Yalnız olamayacak kadar duygulu varlıklarız. Sevdiğin insanın yanı senin asıl yuvandır, ailendir. Aile dediğin şey budur.'' Gerçekte vahşi bir pençeye benzeyen elleri zarifçe, narin bir eşyaya dokuyormuş gibi saçlarımı okşuyordu. Bazen bu şefkati altında eziliyordum. Ona haksızlık yaptığımı biliyordum. Onun tek yaptığı şey beni sevmekti.

''Teşekkür ederim, benim ailem olduğun için.'' Geri çekilerek, ağlamaktan şişmiş dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Bir gün, bir Akirli'ye beni kaçırdığı için teşekkür edeceğimi söyleselerdi asla inanmazdım.

Anladım ki asla dememek gerekiyormuş.

***

Rheyold

Küçük mırıltılar çıkartarak uyuyan bedene yan gözle baktım. O kadar ağlamış, o kadar konuşmuştu ki en sonunda yorgunluktan uyuyakalmıştı. Beni öptükten sonra sakinleşir demiştim ama aradan çok geçmeden tekrar sızlanıp, homurdanmaya devam etmişti. Çoğu, Hiyam'a olan hakaret cümleleriydi.

Arabayı yavaşlatarak üzerinden kayan pelerinimi tekrar omuzlarına çıkardım. Sürekli kıpırdandığı için üstü açılıp duruyordu. Sıcaklığı biraz daha arttırarak tekrar hızlandım. Geç bile kalmıştım. Bir an önce gemiye gitmeliydik.

Bir saatin sonunda ana merkeze ulaştığımda Hiyam beni karşıladı. Arabadan çıkıp Rana'yı kucağıma dikkatli bir şekilde aldım. Kıpırdansa da uyanmadı.

"Efendim," Hiyam'a kaşlarımı kaldırarak uyarı dolu bir işaret attığımda sustu. Kollarımın arasında ki küçük bedeni sarsmamaya çalışarak ama diğer yandan da hızlı bir şekilde gemiye girdim ve onu odamıza çıkardım. Yatağa yatırdığımda,

''Rheyold,'' diye mırıldandı. Gözleri yarı yarıya açıldı. Uyku mahmuru gözleri zar zor gözlerime tutundu. Yavaşça uykusunun açılmaya başladığını anladığımda, hızla kokumu yaymaya başladım. Zaten uykulu olan bedeni kolayca tekrar uykuya daldı. Cenin pozisyonu alarak ellerini yanağının altına sıkıştırdı. Büzülen dudaklarına dudaklarımı bastırarak üstünü tekrar örttüm.

''Üzgünüm güzel eşim, ama şu an da uyuman lazım.'' Kesinlikle uyuması lazımdı. Eğer birazdan olacaklara şahit olsaydı gemiyi burada ki tüm Akirlilerin kafasına yıkardı, en başta da benim.

Odadan çıktığım da, karşımda Hiyam vardı. Başımla işaret verdiğimde konuşmaya başladı.

''Efendim, her şey tamam. Fakat en fazla yirmi kadın alabileceğimiz konusunda ısrarcılar. Bunu da iki farklı bölgede istiyorlar.'' Daha kendilerine korumaktan aciz olan bu insanların emir verir şekilde konuşmaları beni deli ediyordu.

''Gemide otuz beş Akirli eş için geldi. Bunu başta söyleyeceklerdi.''

''Yılda ikinci kez gelmememizin normal olmadığını, kadınların arasında çok fazla söylentinin olduğunu söylüyorlar.'' Başımı sertçe sallayarak,

''Bu bir bahane değil.'' Dedim. Panelin altın da bulunan silahımı alarak belime taktım ve omuzlarıma yeni bir pelerin attım.

''Argent nerede?'' Hiyam çenesini kaşıyarak,

''Hala merkezde, konu ile ilgili görüşüyor.'' Dedi. Canı sıkkın görünüyordu. Demek ki, Argent ikna etme konusunda çok başarılı değildi. Özellikle onun çok çabuk sinirlenme ihtimali düşünüldüğünde bu tehlikeliydi.

''Bunu ben halledeceğim. Sen burada kal.'' İlk başta itiraz edecek gibi olsa da sert bakışımla susmak zorunda kaldı. Kapıdan çıkmadan önce alayla sırıtarak Hiyam'a döndüm.

''Sana tavsiyem uyandığında kapıyı üstüne kilitlemen, yoksa yolculuk senin için bitmez.'' Gözleri irice açıldığında gülmeye devam ediyordum.

Küçücük bir bedeni vardı ama herkesi parmağında oynatıyordu.

***

Sert adımlarla merkeze girdiğimde girişte bekleyen adam sadece bakmakla yetinebilmişti. Büyük ihtimalle tek kelime edememesinin sebebi siyaha dönen gözlerimdi. Işıklı, geniş koridoru geçtiğimde Argent'in öfkeli sesi kulaklarımı doldurdu.

"Sen kimsin de bana emir veriyorsun?" Endişeli görünen güvenlikleri geçip kapıyı hızla açtım. Karşılaştığım görüntü ile dişlerimi sıktım.

"Argent, kendine gel!" Karşısında ki saçları dökülmüş, yüzü kırışık adamın yakalarına yapışmıştı. Onu öyle bir güçle kaldırmıştı ki adam elleri ile masadan destek alıyor, ayakları yere değmiyordu.

Bir zamanlar masanın üstündeki eşyaların bir kısmı yere, bir kısmı da masanın üstüne dağılmıştı. Bir kaç insan asker silahlarına davransa da, bizim askerlerimiz onları durdurmuştu.

Herkes diken üstüydü, korkmuş ve paniklemişlerdi. Argent, başını hafifçe bana çevirdiğinde sivrilmiş dişleri ve kararan gözlerini gördüm.

"Argent, sakin ol!" Sözlerim ona etki etmemişti. Elleri arasında ki adamı sarsarak,

"Bana emir verdi. Onlar kim ki?" dedi öfkeyle.

Sert adımlarla yanına ilerleyerek elleri arasında ki adamı kurtardım. İstese bırakmayabilirdi ama araya girdiğim için uzatmamıştı. Hırıltılı solukları ortamdaki sessizliği yarıyordu. Kararmış gözlerinin hedefinde hala aynı adam vardı.

''İstediğimizi alacak ve gideceğiz. Şart koşacak durumda değilsiniz.'' Sözlerim ile yakasını düzeltmeye çalışan adam bana döndü. Koyukahve gözleri korkuyla titriyordu ama yine söyleyeceğinden geri durmadı.

''Kurallara uymuyorsunuz! Sizden sonra ne kadar zor durumda kalıyoruz haberiniz var mı? Kadınlar birlik olup isyan çıkartırsa bundan hepimiz zararlı çıkarız. Son gelişinizden sonra herkes sokağa döküldü protesto yürüyüşlerinde bulundular. Ama bunların hiçbiri sizin umurunuzda değil. Size kızlarımızı, kardeşlerimizi veriyoruz. Karşılığı bu mu?'' Elini kaldırıp Argent'i gösterdi. Az önce onun tarafından parçalanarak olsa da, sesi öfkeli ve meydan okur şekildeydi. Burun kemerimi sıkarak derin bir nefes aldım. Haklı gibi görünebilirdi ama kesinlikle değildi.

''Bu yüzden mi, yöneticileriniz her yıl bizden daha fazla altın, para, mücevher talep ediyor?'' Karşımda ki adam duraksarken, birkaç kişinin bakışları yere düştü. Bir adım üzerine yürüyerek konuşmaya devam ettim.

''Kendinizi kandırmayın, sanki kadınlarınızı çok düşünüyormuş gibi davranmayın. Geçmişte onlara nasıl davrandığınız arşivlerinizde hala duruyor. Sizler kendi kızlarınızı, kız kardeşlerinizi, eşlerinizi katleden varlıklarsınız. Bugün biz olmasak sizler yine aynısını yaparsınız.'' Ellerimi masaya koyup üzerine eğildim.

''Şimdi fiyatınızı söyleyin ve daha fazla bizi meşgul etmeyin.'' Adam, arkasında bulunan kişilere bakıp başını salladı. Çekmeden çıkardığı sayfayı önüme koyduğunda alayla sırttım.

İşte onlar bu kadardı!

***

Argent hala yanımda öfkeli nefesler alıyordu. Zaten ciddi bir öfke problemi vardı. Bir tek Sürya2nın aynında sakin kalabiliyordu. Tabi ne kadar sakin kalabildiği tartışılırdı.

''Onu öldürmeliydim!'' Ters ters Argent'e bakıp,

''Saçmalama, şu anda kriz ve diplomatik sorunlarla uğraşamam.'' Dedim. Yüzünü buruşturup başını çevirdi.

Merkezden çıkmadan önce, 'Kalbi' görmeye karar vermiştik. Birkaç saatlik vaktimiz vardı. Girişe geldiğimizde, elimi ve yüzümü tarattım. İlk kapıyı geçince ikinci kapıya da kartımı okuttum. Son kapıya ise bir damla kan akıttığımda üç girişi de sorunsuz geçmiştik. Burası her ne kadar Dünya'da olsa da, Akirliler'e aitti. İçeriye bir insanın girmesi yasaktı. Zaten girseler de yaşayamazlardı. Etrafı titanyum ve gümüş ile güçlendirilmişti. Kapılar da lazer kontrollü sistem vardı. Atmosferi bizim gezegenimiz tarafından kontrol ediliyordu. İçeride biri iki dakikadan fazla kalamazdı. Şimdiye kadar sadece bir kez inşa, Kalbe yaklaşabilmişti, o da zaten biz keşfedene kadardı.

Evet, burası Dünya ile Akirli gezegenini birbirine bağlayan yerdi. Burası Kalp'di. Her şey asırlar önce gezegenimizde bulunan yapıtaşının koparak bu gezegene düşmesi ile başlamıştı. Bu sayede insan kadınları ile eşleşebiliyorduk. Tüm düşmanlarımızın saldırmak istediği ama bir türlü başaramadığı yerdi. Hem başlangıcımız hem de sonumuzdu.

Kapkaranlık alan içeri girmemizle aydınlanmaya başladı. Zeminden sırayla çıkan ışıkların hedefi tam ortada bulunan yıldızdı. Simsiyah, yarım kürenin içinde bulunan parlak yıldız bize göz kırpıyordu. Siyah kürenin etrafında ki bulutsu yapı vahşi bir şekilde dağılıyordu ve içine hapsettiği ışığı boğuyor gibiydi. Daha dikkatli bakıldığında nefes alıp verdiği görülebiliyordu.

''Gwrach'ın dediği gibi, karanlık çoğalıyor.'' İçli bir nefes alıp başımı salladım.

''Onun dediğini yapmak dışında bir tercihimiz kalmıyor.''

''Kız çocuklarından vaz geçmeyecekler.'' Dedi Argent. Bir çocuğu olacağından sanırım bu konuda daha hassastı.

''Eğer çocuğun bir canavar olsaydı, hangisinden vazgeçerdin. Eşinden mi kızından mı?'' Argent gözlerini kalbe dikip sessizliğini korudu.

Çünkü cevap apaçık ortadaydı.

Hiçbir Akirli eşinden vazgeçmezdi!

***

Rana

Uzun süre yatan bedenimin sızısı ile gerinerek uyandım. Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda beni karanlık bir deniz karşıladı. Somurtarak ayağa kalktım. Ne zaman hareket etmiştik ya? Bir süre boş gözlerle karanlığı izleyip lavaboya ilerledim. Elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı tepeden topladım. Böylece solmuş yüzüm daha çok meydana çıktı. Tek ışıldayan yer cam gibi parlayan gözlerimdi. Uzun saçlarımın parlaklığı bile gitmişti. Kendime en kısa sürede bakım yapmalıydım.

Keşke Çiçek olsaydı, eskiden birbirimize maskeler yapardık. Değişik şeyler deneyerek geçirdiğimiz güzellik günlerimiz vardı. Derin bir nefes alarak cama üfledim. Camda oluşan buğuyu silmeden lavabodan çıktım. Odaya geçtiğimde yapacak bir şey olmadığından aynı depresif havamla diğer tarafa geçtim.

Rheyold her zamanki gibi bilgisayarların önündeydi. O karmaşık ekranlardan ne anlıyordu gerçekten bilmiyordum. Başını çevirmeden sadece gözleri ile kısaca bana baktı. Tekrar ekrana döndüğünde sarsak adımlarla ona ilerleyip sırtına sarıldım. Ellerimi zar zor karnında birleştirip yüzümü sırtına gömdüm.

''Kaç saattir uyuyorum?'' Karga sesi gibi çıkan sesimle yüzümü buruşturup boğazımı temizledim.

''On bir saat oldu.'' Şaşkınlıkla geri çekilip yüzüne baktım.

''Ne?''

''Evet, uyuyan güzel oldun.'' Sırıtıp beni önüne çekti ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bir kaç saniye tepki veremedim. Kendime geldiğimde ise geri çekilmişti.

''Bu öpücüğü uyurken vermen gerekiyordu, o zaman.'' Gülümseyip kolları arasında yükseldim ve çenesine dudaklarımı bastırdım.

''Uyurken vermediğimi düşündüren nedir?'' Üzerime gelerek, beni masa ile kendisi arasında sıkıştırdı. Belim masaya dayandığında aramızda hiç mesafe kalmamıştı. Yakalarını tutarak düzeltiyormuş gibi yaptım.

''Bu çok ayıp!'' Burnumu ısırıp, belimi sıktı.

''Ayıp mı? Ben uyurken senin yaptıklarından bahsedelim biraz da.'' Sözleri ile gözlerim irice açıldı. NE?

''Mesela, ben uyurken boynumu öptüğünden bahsedelim, ya da kaslarımda gezen yaramaz parmaklarını hatta biraz daha aşağıya inip-'' Hızla ellimi ağzına kapattım. Yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Bu nasıl olurdu? Uyuduğundan emindim!

''Sen, sen yalancısın!'' Avuç içimi ısırıp belimden tuttuğu gibi beni masaya oturttu.

''Bana uyuyup uyumadığımı sormadın ki?'' Ellerimin altında kalan dudaklarından kelimeler boğuk bir şekilde çıktı. Yine de sesi anlaşılırdı ve açıklaması mantıklıydı!

''Off! Beni kandırıyorsun!'' Dudaklarını parmaklarımla sıkıştırıp masadan atlamaya çalıştım. Fakat ondan kaçış planım suya düştü. Kollarını etrafıma dolayarak dudaklarıma sokuldu.

''Sinirlendiğinde seni yutmak istiyorum.'' Boğuk sesi ve karanlık çöken gözleri ile Ajayu oradaydı. Eskiden olsa korkup kaçacağım yerden onu kışkırtacak seviyeye gelmiştim.

''Sadece sinirlendiğimde mi istiyorsun?'' Gözlerimi süzerek yüzüne yaklaştım ve ılık nefesimi dudaklarına bıraktım. Gözleri kısıldı ve boğazının gerisinden derin bir ses geldi. Tekrar üstüme atıldığında kolları arasından sıyrılarak kaçmaya çalıştım. Diğer yandan da gülüyordum. Elbette her zamanki gibi bu kaçışımda başarısızlıkla sonuçlandı.

Arkadan belimi kavrayarak beni havaya kaldırdı. Dişleri arasına alarak öptüğü tenim ile kısıkça inledim. Boynumda başlayan yangın tüm bedenime dalga dalga yayıldı. Oyuncak bebek gibi kolları arasında, havada bedenimi ters çevirdi ve yüz yüze bakmamızı sağladı. Siyaha teslim olan gözleri kısıldı. Dilini sivrilmişi dişleri üzerinde gezdirdiğinde yutkundum.

''Her zaman istiyorum.'' Bedenimi sertçe bedenine çarptığında nefes almaya dahi fırsatım kalmamıştı. Sabırla, başlattığım yangının sönmesini bekledim.

Bir kaç saat sonra, göreceklerim ile çıkaracağım yangından herkes habersizdi!

***

Kötü kötü Rheyold'a bakarken diğer yandan da bileğimin hemen üstündeki diş izlerine krem sürüyordum. Hayvan herif! Boynumu tekrar ısırmasına izin vermemek için elimi uzatmıştım fakat kendini kaybettiği için engel olamamıştım. Sonuç olarak ise derin diş izleri ile süslü bir kolum vardı.

"Öpmemi ister misin?" Gözlerimi kısıp, yanımda mahçup bir şekilde oturan adama baktım.

"Hayır." Dedim sertçe. Hem yaptığından keyif alıyordu hem de pişman oluyordu. Yine ilk başta yalan söylediğimi ya da abarttığımı düşünmüştü. Fakat acıyla gözlerimden fırlayan bir kaç damla ile endişe hızla onu ele geçirmişti.

Bu sefer gerçekten acımıştı!

Rheyold sıkıntıyla arkasına yaslanıp saçlarını karıştırdı. Kirpikleri gözlerini yarı yarıya örtmüş, bakışları kremli koluma düşmüştü.

Boynumu ya da kaba etlerimi ısırdığında acımıyordu ama kemiğin çok olduğu bölgeyi ısırınca canım gitmişti. Kremin kapağını kapatıp yan tarafa attım. Kaçamak bakışlarla ona baktığımda içim sızlamıştı. Küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Bana bir şeyler söylemek istiyor ama bir türlü cesaret edemiyordu. Dudaklarım büzülürken bakışlarımı ondan çektim ve kolumu ona uzattım.

"Tamam, öp." Uzun parmakları kolumu nazikçe kavradı. Nemli dudakları izlerin etrafında şefkatle gezindi.

"Özür dilerim, güzel eşim. Canını yakmak istemedim." Derin bir nefes alarak ayağa kalktım ve kucağına yan bir şekilde oturdum. Bir kolu hızla belime sarıldı. Diğer elinin baş parmağı ise sızısını almak ister gibi izin üstünde dolaşıyordu.

"Hmm, seni bir şartla affedebilirim." Rheyold gözlerini kapatıp başını geriye attı. Bu hareketine kıkırdayıp sakallarla kaplı yanağına sulu bir öpücük bıraktım.

"Dinliyorum." Başını bana çevirip, büyük ihtimalle şeytani parıltıların olduğu gözlerime baktı.

"Moni olmadan geçirebileceğim bir kaç saate ihtiyacım var.'' Gözlerimi kısıp tepkisini bekledim. Dudaklarını yalayıp bıkkın bir şekilde başını salladı.

''Bir saat!''

''İki!''

''Bir saat, dedim.'' Sakallarını okşayıp çenesini öptüm.

''Bir buçuk saat olsun o zaman.'' Verdiği derin nefes yüzümü yalayıp geçti. Beni kucağından kaldırıp koltuğa geri bıraktı. Panelin karşısına geçerken,

''Bir buçuk saati bir dakika geçmeyecek.'' Zaferle gülümsedim. Hızla başımı salladım.

''Merak etme, sözümü tutarım biliyorsun.'' Kaşları havalanıp başını salladı.

''Bilmez miyim?'' Kahkaha atıp yerimde yayıldım ve harika eşimi izlemeye başladım.

***

"Uzayı görmek istiyorum, camları aydınlatabilir miyiz?" Omuzumun üstünden Rheyold'a baktım dakikalardır kırmızı yuvarlak bir küreyi inceliyordu. Gezegen gibi duruyordu, sanki daha önce görmüş gibiydim. Fakat üstünde durmadım.

"Eşim yeterki istesin." Göz kırptığında gülerek tekrar cama döndüm. Saniyeler içinde yansımam yok oldu ve uçsuz bucaksız evren gözlerimin önüne serildi.

Keskin bir nefes alıp dirseklerimi çıkıntılara yerleştirerek yüzümüde avuçlarıma aldım. İlk zaman da nefret ve öfkeyle yüklü olduğum için keyfine varamamıştım. Muntazam evrene, salaklık yaparak göz kapamıştım. Şimdi ise bunun keyfine varacaktım. Bu görsel şöleni saatlerce izleyebilirdim.

O kadar dalmıştım ki kapının açıldığını dahi fark etmedim. Sadece zihnimde yankı yapan ince tanıdık ses ile başımı hafifçe kıpırdattım. Aynı ses tekrar ettiğinde hızla arkamı döndüm.

Gözlerim irice açılırken, çenem yer ile buluşacaktı. Boş boş karşımda duran bedene baktım.

''Rana.'' Tereddütle bana doğru bir adım attı. Boğazımı temizleyerek derince yutkundum.

''Çiçek.'' Masum gülümsemesi çekingenlikle doluydu. Yerimde sallanmaya başladığımda Rheyold üstüme doğru bir adım attı. Elimi kaldırarak durmasını işaret ettim. Gözlerimi sıkıca kapatıp geri açtım.

''Sen buradasın!'' Onu işaret eden parmağıma bakıp başını salladı.

''Bende buradayım.'' dedim, sanki büyük bir gerçekten bahsediyormuşum gibiydi.

''Olması gerektiği gibi.'' Rheyold'a öyle bir baktım ki, koca cüssesi bir adım geri gitti.

''Çiçek benim eşim. Sizi görmek istedi, Rana Hanım.'' Görmezden geldiğim Hiyam konuştuğunda tüm odak noktam oydu. Dişlerimden çıkan gıcırdama sesi beynimde uğuldadı. Gözlerimin önüne bir sis perdesi indi.

En son hatırladığım şey Çiçek'in çığlıkları, Rheyold'un uyarı dolu sesi ile Hiyam'ın üstüne atılmamdı.

Hiyam bugün benden bir iz taşıyacaktı!

***

Çiçek

Rana gittikten sonra dakikalarca camın önünde oturup Güneş'in doğuşunu izledim ve düşündüm. Bu şekilde mi yaşamak istiyordum? Dünya da, biri ile evlenip sıradan bir hayat mı yaşamak istiyordum? Mutlu olacak mıydım? Daha da kötüsü 'eş' kelimesi artık tek bir kişiyi çağrıştırıyordu bana. Güneşten bir parça alan gözleri ile Hiyam.

Aldığım içli nefesler bana yetmiyordu. Kafam kazan gibi olmuştu. Fakat kararımı vermiştim. Buradan gitmek istemememin tek sebebi ailemdi. Onlar için her şeyi yapardım ama geleceğimden vazgeçemezdim. Aniden gelen enerji ile ayaklandım. Üstümü değiştirdim ve hız kendimi dışarı attım.

Bir saatin sonunda ailemin kapısındaydım. Bir kaç dakika bekleyip kapıyı çaldım. Annem kapı aralığından göründüğünde yüzü şaşkınlıkla aydınlandı. Gülümsemesi yüzüne yayıldı ve beni sıcak kolları arasına çekti.

''Kızım, hoş geldin.'' Mis gibi kokusunu içime çektim. Göğsümde ki ağırlık hafiflemeye başlamıştı bir de salya sümük ağlamaya başladım mı tamamdı.

Uzun bir süre ailemin beni sakinleştirmesi ve benim başıma gelenleri anlatmamla geçti. Hepsi şok olmuştu.

''Kızım, sen kafayı mı yedin? Ne dediğinin farkında mısın?'' Odanın ortasında ileri geri yürüyen babama baktım, yaşlı gözlerle.

''Biliyorum baba. Kafam çok karışık, kendime hakim olamıyorum. İlk defa böyle bir şey hissediyorum.'' Babam'ın dehşet dolu bakışları gitmemişti. Alnında bir damar atmaya başlamıştı.

''Sakin ol Adal! Görmüyor musun kızımız zaten üzgün.'' Babam bir kaç saniye anneme öfkeyle baktı ve tek kelime etmeden kapıyı çarpıp çıktı. Çıkan gürültülü ses, kalbimin kırılan parçaları kadar ses çıkarmamıştı. Annemin göğsüne sığınırken ağlamaya devam ettim.

''Bugün beni bekleyecek anne. Ne yapacağım? Gitmek istiyorum ama sizi de bırakmak istemiyorum.'' Annem saçlarımı okşarken bir yandan da şefkatli dudaklarını bastırıyordu.

''Kızım, ah benim güzel kızım! Sana nasıl git diyeyim? İçim kan ağlar! Ama her gün eriyip gidişini izlemektense, uzaklarda mutlu olmanı tercih ederim. Seni biraz daha kollarımın arasında tutayım. Belki, daha sonra sende tıpkı Rana gibi geri gelir, bizi görürsün.'' Annemin titreyen sesini duymak en büyük acıydı. Boğazıma ateşten taşlar dizilmişti. Yutkunamadım, nefes alamadım.

Bir süre sonra babam geri geldiğinde annemin göğsünden hafifçe doğruldum. Öfkeli değildi, tüm sinirini boşaltmış, şimdi omuzlarında dünya'nın yükü varmışçasına üzgündü. Yanımıza geldi ve diğer yanıma oturarak beni kolları arasına aldı. Anne kucağı gibisi yoktu, ama baba kucağının bir tasviri yoktu.

Tek söyleyebileceğim şey, sonsuz bir güvendi.

''Ne olursa olsun, sen bizim çiçeğimizsin, yavrumuzsun. Verdiğin her karar da arkandayız. Seni seviyoruz.'' İşte bu kadardı babamın sözleri tüm kararımı kesinleştirmişti.

Son saatlere girene kadar onlarla vakit geçirdim. Evden çıkmadan önce ikisine de sıkıca sarılıp öptüm. Onlarla vedalaşmadım.

Çünkü bu bir veda değil, bir başlangıçtı!

***

Çocuksu bir heyecanla ilerliyordum. Gelecek kaygısı hiç umurumda değildi. Güzel şeyler düşünüp, güzel şeyler olmasını hayal edecektim. Evet korkuyordum, Hiyam beni heyecanlandırdığı kadar korkutuyordu. Ama gülünç bir şekilde kendimi iyi hissediyordum. Sanki olması gereken buydu. Bir parçam eksikti de onu bulmuşum gibi hissediyordum.

Parmağımda ki yüzüğe bakıp gülümsedim. Kulağıma dolan çığlıklar haykırışlar varken gülümsedim. Tıpkı bir deli gibi. Ayaklarım koşar adım bir Akirliye gidiyordu, bunu aklı başında hiçbir kadın yapmazdı.

İlk karşılaştığımız yere geldiğimde oradaydı. Hemen karşımda. Başı dik, omuzları gergindi. Rüzgar sertçe estiğinde koyu renk pelerini havalandı. Güneş, gökyüzünde batıyor onun gözlerinde yeniden doğuyordu. Aramızdaki mesafe azalmaya başladığında beni sabırla bekledi. Şimdi arkamı dönüp gitsem engel olmayacakmış gibiydi. Ama gözleri öyle demiyordu. Gözleri, kaçarsan seni yakalarım der gibi parlıyordu.

Tam karşısında dikildiğimde tüm cesaretim ve aptallığım ile gözlerine baktım. Sert çehresi hafif bir gülümseme ile yumuşadı.

''Hoş geldin.'' Uzanıp ellerimi kavradı. İşaret parmağı yüzüğü süpürüp geçti. Kalbim zaten ağzımda atıyordu ama o hepten durduracak şeyi yaptı.

Anlıma bastırdığı dudakları ile beni kolları arasına aldı.

''Hoşbuldum.'' dedim, fısıltıyla.

Tarih iki kadını yazacaktı, biri onu yakalayan Akirliden defalarca kaçmıştı, diğer, bir Akirliye kendi isteği ile teslim olmuştu.

***

Evetttt, sonunda bir bölüm daha bitti. Hiç bitemeyecek gibiydi. 🥹

Normalde içine kaos ekleyecektim fakat kaos yazacak temiz bir zihne sahip olamıyorum. Bu yüzden de soft olarak hikayeyi uzatmak durumunda kalıyorum. 🫣

Neyse, sonuç olarak bence uzun bir bölümdü, yani ben öyle düşünüyorum. 🤭

Şu an da hikaye nasıl ilerliyor sizce, var mı aklınıza takılan bir şeyler? Ona göre diğer bölümde açıklamaya çalışırım.

Hepinizi öpüyorummm, kendinize iyi bakınnn 🥰😘❤️

Continue Reading

You'll Also Like

1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
1M 41.6K 69
İntikam hırsıyla yanan bir kız. Karanlığın içine batan bir kız. O sonradan kötü olmadı. O hep kötüydü. Her zaman acımasız , kötü bir kızdı. İnsan...
Akhenaton (Amenofis) By Oğuz

Mystery / Thriller

93.1K 7.2K 64
LAHİT AÇILIYOR Kapak çatırdayarak açıldı. Vincin mekanizması titreyerek yukarı doğru çekiyordu kapağı. En az on tona yakındı. Profesör ve kızı lahiti...