FİZÂNİ

By safiye-20

10.7K 849 199

Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hisset... More

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
MAHRU
KARGAŞA
Duyuru
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH

KIRGIN

153 14 22
By safiye-20


                          AKADİSTAN/ÂSAM

Omzuma yaslamış olduğu başını kaldırdığında ona döndüm. Yorgun ve yeni uykudan uyanmış bakışları beni bulurken gülümsedi. Buruk bir tebessümle karşılık verdim. Boydan boya çevrili olan parmaklıkların ardına biz geldiğimizden beri ne kadar insan girip çıkmıştı. Bir gün geçmesine rağmen çok uzun bir süre gibi gelmişti. Birilerinin seni kurtarabileceğini bildiği zaman insan için saatler yıllar gibi geliyordu. Fakat zaman geçtikçe kurtulabilme umudumu da kaybediyordum. Onun şimdiye kadar bizi kurtarması gerekmiyor muydu? Umarım eski sevgilisi ile arkadaş kalabilme kuralı eşini kurtarmak için geçerlidir.
Masum insanların topraklarında, inşa ettikleri binalarda özgürce dolaşan sözde barış gücü askerleri için görünmezdik. Onlar için yok hükmündeydik. Yine önümüzden geçip giden askerle aklıma bize buraya getiren komutan gelmişti. Usulca Dua'ya döndüm.

"Şu Komutan Boris dedikleri adam seni tanıyor mu?"

Gözlerini kaçıran Dua tekrar bana baktı.

"Evet, babamla beni tutukladıkların da onu tanımıştım. Babamla babası eski dostmuş, bize yardımcı olmuştu. Sonra Zarah'da bir kaç kez karşılaşmıştık."

"Sana bakışlarından hiç hoşlanmadım."

Sert bir nefes aldığında rahatsızca yerinde kıpırdayarak konuştu.

"Babama benimle evlenmek istediğini söylemişti. Katı bir dille teklifini reddetmiştim."

Sırtımı soğuk duvardan ayırarak mırıldandım.

"Kendi ülkesinde ki kızlar tükenmiş mi!"

Omuz silkerek dudaklarını aralığında anahtar sesiyle başımızı çevirip gelen askerlere baktık. İçimi kaplayan sevinç dalgasıyla, ağır hareketlerle kapıyı açıp içeri giren askere baktım. Askerin bakışları direkt Dua'yı bulmuştu.
"Bayan Suri bizimle geliyorsunuz."
Hafifçe kısmış olduğum gözlerim Dua'yı bulduğunda sakince konuşmuştu.
"Ne için?"

"Komutan Boris sizinle görüşecek."

Dua sakinleştirici bakışlarını bana çevirdiğinde gözleriyle bir sorun olmayacağını söylercesine bana bakmaya devam ederken bakışlarımızı bölen askerin bedeniydi. Kolunu uzatan askere sert bir bakış atarak"Nereden gideceğimi göstermeniz yeterli."dediğinde asker bir adım geri çekilerek Dua'ya yol verdi. Sessizlik çaresizlik içinde Dua'nın gidişini izledim. Dakikalar sonra koridor da yankılanan postal seslerine yenileri eklenmeye devam ederken başımı yaslamış olduğum duvardan ayırmadan gözlerim kapalı bir halde postal seslerine karışan konuşma seslerini dinlemeye devam ettim.

"Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Gelmene çok mutlu oldum dostum."

"Biliyorsun Âsam'a ulaşabilmek son olaylardan sonra daha da zorlaştı."

Son konuşan adamın sesiyle kirpiklerimi aralayıp başımı hızla geniş koridora doğru çevirdim. Arkasını  gördüğüm adam sesiyle, duruşuyla ondan başkasına benzemiyordu. Beni kurtarmaya gelmiş olabilir miydi? Öyleyse neden yanıma bile gelmemişti. Ağır adımlarla yürüyerek uzaklaşırken ayağa kalktığımda koşar adımlarla gelerek "Komutanım." diyen askerin sesiyle iki adam da durmuştu. Üniformalı adam askere döndüğünde yanında ki adamın sabırla dönmesini beklerken asker elinde ki kağıtları komutanına uzattığında yanında ki adam da usulca dönmüştü. Doğru tahmindi. Zeyd Ansarhan'ın kağıtta ki bakışları beni bulduğunda zifiri gözleri hissizce yüzümde gezindi. Bir yabancı gibi. Keskin yüz hatlarında hiçbir hareket olmadı. Beni ölümün uçurumuna sürüklediği den habersizce bakışlarını üzerimden çekti. Nutkum tutulmuştu. Gülümseyerek askere bir şeyler söylediğinde komutan da gülümsemişti. Asker koşarak geldiği yöne doğru giderken onlar ise aynı yavaşlıkla arkalarına dönüp yürümeye başlamışlardı. Buğulan bakışlarım da gidişiyle tüm renkler solarken kirpiklerimi kırpıştırdım. Onun için sadece bir yabancıdan ibaret olduğum gerçeğini bir kez daha acıyla kabullenmiştim.

Nur, Andrea için yabancı bir kadındı. Zeyd için ise zoraki bir eş. Ben onun katında hiçbir zaman vâr olmamıştım. O ise benliğime ince işçilikle işlenmiş nadide bir eserdi.
Demir parmaklıklar da gezinen bakışlarımı soğuk zemine indirdim. Olduğum yere diz çöküp dizlerimi bedenime çektim. Çok mu zordu küçük bir tebessüm , çok mu zordu gözleriyle seni tanıyorum demek.

...

Masanın üzerinde duran viski bardağını alıp bir yudum içtiğin de boşta kalan bardağı arkadaşına uzattı. Genç adam başını olumsuz anlamda salladı.

"Özel günler hariç de alkol kullanmadığımı unutmuş olamazsın."

Tuğgeneral Ariel Noah viski den bir yudum daha aldı.
"Uzun zaman oldu dostum tamamen aklımdan çıkmış. Beni biliyorsun içki benim için yaşam kaynağı."

Arkadaşı gülümsedi.

"Mantıklı düşünmemi engelleyen her şey benim için yasaklıdır."

Ariel küçük bir kahkaha attı.

"Buna kadınlar da dahil değil mi?"

Genç adam gözlerini masanın üzerinde duran dosyalardan çekip Ariel baktı.

"Hemde ilk sıradalar."
Generalin eğlence dolu kahkahası odayı tekrar doldurduğun da bu defa başka bir konuyu başlatacak olan sorusunu sordu.

"İtalya'ya gitmeyeli iki yıl oldu değil mi?"

"Maalesef evet, direnişçilerin arttırdığı sıkı önlemler sebebiyle deşifre olmamak için eskisi kadar sık seyahat edemiyorum."

"Bir avuç aptal mağlup olacaklarını bildikleri halde ne için direniyorlar, ne için savaşıyorlar anlamıyorum. Neredeyse unutuyordum Akadistan'a gelmeden önce Bay Marcus ile görüştüm. İtalya'ya dönmen konusunda çok ısrarcıydı. Tatlı bir dille burada kalmanın daha önemli olduğunu ifade ettim."

Genç adam tek nefeslik bir gülüşle koltuğa gelişi güzel oturdu.

"Babam Akadistan'a gelmemi hiçbir zaman hoş karşılamadı. Gelmemem için çok engel oldu fakat ben davamız için tüm engelleri aşmak için yemin ettim."

Ariel, arkadaşına takdir dolu bir bakış atarak koltuğa yaslanıp bardağından birkaç yudum daha aldı.

"Andrea bu yemini eden bir grup askerin de katıldığı bir gece düzenleyip yeminlerimizi tazeleyelim."

"Güzel fikir en kısa zamanda bu fikrini gerçekleştirelim."

"General Ethan Honest onur konuğu olarak davet edeceğim, ne dersin?"

"Elbette, neden olmasın."

"Kendisine büyük bir hayranlık duyuyorum. Emirler Birliğine hizmet eden bir generali deşifre edip cehenneme göndermişti."

Ariel gözleri ışıldayarak sözlerini bitirdiğinde Andrea parmaklarını birbirine kenetleyerek kollarını dizine yasladı. Dikkatle Ariel bakmaya devam etti.

"Gerçi senin emrin olmadan hiçbir şey yapamazdı."

"Ethan sadık bir askerdir. Hizmetlerinin karşılığını kraliçe de George Davis de fazlasıyla verecektir."

"Buna şüphe yok dostum."

Andrea, asıl konuya girmek için eski pozisyonunu aldı.

...

Dua'ya ne olduğunu ne kadar merak etsem de o gittiğin den beri sadece bir kere yemek vermek için asker gelmiş soru sorsam bile beni görmezden gelip gitmişti. Parmaklıkların ardı saat başı dolup boşalırken o insanları nereye götürdüklerini onları nelerin beklediğini az çok çok tahmin etmek yüreğimde sızıyı coğaltırken bu sızıya alışmayıp taze tutmam gerektiğini defalarca kendime söylemiştim.

Yorgun bakışlarım demir parmaklıklar da gezinirken zifiri bakışlarını unutmuşum gibi yeniden hatırladım. Postal sesleri yoğunlaşırken demir parmaklığın kilit sesi ile kirpiklerimi araladığım da Dua ve Komutan Boris görmemle ayağa kalktım.

Sert bakışlarım Komutana karar kılarken gülümseyerek Dua'ya baktı.

"Arkadaşın çok hırçın sevindirici haberi ona sen verirsen daha iyi olur."

Dua başı ile onu onayladı.

"Teğmen sizi dışarıda bekliyor."
Komutan ılımlı bakışlarımı Dua dan çekip arkasına dönerek uzaklaştı.

"Sana bir şey yapmadılar değil mi?"
Endişeli sesim karşısında Dua gülümseyerek bana sarıldığında rahat bir nefes aldım.

"Üç günlük esaretimizin sonuna geldik."

Demek üç gün olmuştu.
Sevindirici haberin bu olduğunu az çok tahmin etmiştim. Onu gördüğümde ise bir saat sonra serbest bırakılmayı ummuştum ama umduğum gibi olmamıştı.

"Hemen nasıl serbest bıraktılar ki?"
Ona Zeyd'i gördüğümü söyleyemezdim. Bana bir yabancıdan farksız davrandığından da bahsetmek zorunda kalacaktım.

"Bilmiyorum kafalarına göre tutuklayıp kafalarına göre serbest bırakıyorlar."

Hiçbir şeyleri normal olmadığı gibi bu da normal değildi. Dışarı çıktığımızda teğmen gülümseyerek bizi karşılamıştı. Alışık olmadığım bir tepki ile karşılaştığım da şaşırmadan edememiştim. Başına taş mı düşmüştü.
"Sizinle gelmemi ister misiniz Bayan Suri?"
"Teşekkür ederiz Teğmen arkadaşımla gideriz."
Başıyla onaylar bir hareket yaptığında "İyi günler."diyerek elinde ki kağıtları Dua'ya uzatıp binadan içeri girmişti.

"O kağıtlar ne için?"

"İzin belgesi. Bulunduğumuz şehirden başka şehre geçebilme izni askerlere bunu gösterdiğinde tutuklamıyor. Tabi yine canları isterse tutuklarlar."

Çatılan kaşlarım daha da çatılırken binaya döndüm. Bu yüzyıl da kendi ülkelerinde izin belgeleriyle dolaşan insanlar var deseler gözümle görmeden asla inanmazdım. Bazen gözle görmeden inanıp hissetmek gerekiyordu.

"Âsam/Noa Yuval hapishanesi"

Muhtemelen daha önceden bir okuldu. Ya da başka resmi bir bina olmalıydı. Binada ki bakışlarım hapishanenin bahçesini buldu. Tahliye edilen birkaç insan, tutuklanan onlarca insan. Ve sözde barışı getirecek olan Gelişmiş Ülkeler Birliğine mensup asker kılıklı insan müsveddeleri.

Koluma giren Dua ile bahçeden çıkarken elimde ki kağıda öylesine baktığımda bakışlarım anında kısılmıştı. Gördüğüm isimle durakladım.
Mahru Ansarhan.

Sert bir nefes aldığımda duraklamam ile gözleriyle beni bulan Dua bir cevap beklercesine bana bakıyordu.

"Nasıl gideceğiz?"

"Yürüyerek beni takip etmen yeterli."

Ağır adımlarla asfalt yolda ilerlemeye başlamıştık. Sanırım bu şehirde sivil araçlarla girmek yasaktı. Kalabalık olmayan geniş sokaklarda ilerlerken Dua'nın şaşırmadan emin adımlarla yürümesi dikkatim den kaçmamıştı. Ben kendi ülkemde olsaydım kesinlikle onun gibi emin olmazdım. Ki yön bulma konusunda hiç iyi değildim. Çok iyi bildiğim yerlerde bile şaşırma olasılığım yüksekti.

Şehrin sonuna geldiğimizi park edilmiş araçlardan anlamıştım. Açlığın verdiği güçsüzlükle yürümeye takâtim kalmamıştı. Durmam ile yürümeye son veren Dua bana dönmüştü.

"Biraz dinlenmek olur mu?"

"Balamir'e giriş yapmamıza çok az kaldı."

Bu daha sonra dinleniriz demekti. Birkaç adım da yanıma ulaşıp koluma yeniden girdiğinde gülümseyerek ona baktım.

"Hastalığı daha yeni atlattın bu kadar çabuk yorulman normal benden destek alabilirsin."
Elimi parmaklarının üstüne koyup minnetle baktım.

Kasabaya giriş yapmayı beklerken Dua ormanlık alana doğru ilerlemeye başladığımızda sanki biri duyacakmış gibi sessizce konuştum.

"Nereye gidiyoruz?"

"Kasabadan mahalleye geçmemiz tehlikeli."

Zeyd ile beraber geçtiğimizde hiçbir tehlike ile karşılaşmamıştık. Acaba mahallede ki insanlardan gizlediği bir şey olabilir miydi?
Kuru dikenlerin kapladığı yerden geçerken feracemin eteklerini toplayıp temkinli adımlarla elini uzatan Dua'dan yardım alarak açıp alana geçtiğim de bedenimi hızla kurumuş otların üzerine bırakmıştım. Dua gülerek "İyi misin?" diyerek ağaçların sıklaştığı tarafa bakmıştı.

"İyiyim ama çok yoruldum."

Hışırtı sesiyle Dua'nın baktığı tarafa baktığım da Ubeyd atıyla beraber bulunduğumuz yere doğru geliyordu.

"Ubeyd."
Dua'nın sevinç ve mutluluk dolu sesiyle gülümsedim. 
Ardından gelen at ile gülümsemem daha da artmıştı. Artık yürümek zorunda kalmayacaktık. Takâti kalmayan bacaklarıma güç gelmişti. Gülümseyerek attan inen Ubeyd" İyi misiniz?"dedi.
"Şükürler olsun iyiyiz."

Yanakları kızaran Dua'yı zevkle izlerken at kişnemesi ile başımı Ubeyd'in gelmiş olduğu yöne doğru çevirdim.  Luhayf tüm asilliğiyle bize doğru geliyordu. Ve sahibi de.

"Zeyd geldiğine göre biz de gidebiliriz."

Ubeyd'in sözleriyle beynimde şimşekler çaktı. Dua naif bir ses tonu ile konuştu.

"Nereye gideceğiz?"

"Zarah'a nikah tarihi alacağız."

Dua şaşkınlığını gizleyemezken Ubeyd sessizce gülümsedi. Hayatım da gördüğüm en güzel evlilik teklifiydi. Hiçbir şeyi sonraya bırakmaya zamanları olmayan insanlar. Ben sadece onların hayatına şahitlik ediyordum onlar gibi olan, onlar dan da farklı olan  binlerce insan vardı. Yarınları olmayan insanların hikayesi. Dua ben sana bunun hesabını sorarım bakışları atmaya devam ediyordu. Zeyd'in atından indiğini hissettim. 
Dua bana sarılıp veda ederken Ubeyd, Zeyd'e bir şeyler söyleyip atına binmişti. Onunla baş başa kalmaya hazır değildim. Dua ve Ubeyd'in farklı atlarda gidişini izledim. Biraz arkamda varlığını hissettiğim bedenin sahibinin benden bir hareket beklediğine emindim. Birkaç dakika boyunca hoc hareket etmeden rüzgarın esmesiyle salınan ağaç dallarına baktım. Kuru yaprakların ufalanış sesleriyle hemen karşımda yerini alan adamın yüzüne bile bakmadan ona sırtımı döndüğümde derin bir nefes aldım. Bu kadarı bile azdı onun için. Ona karşı bu şekilde davranmam belki de en mantıksız şeydi. Ama şuan içimden nasıl geliyorsa öyle davranıyordum. Gözlerine baktığımda ona olan öfkemin geçmesinden endişeleniyordum.  Koluma dokunan parmakları aniden beni kendine çevirdiğinde gömleğinde ki düğmeye odaklandım.

"Söyle!"
Tok sesi kadifenin yumuşaklığını taşıyordu. Ne söylememi bekliyordu ki zaten her şey orta da değil miydi? Yüreğimin ateş çemberiyle çevrili olduğunu mu? Aramızda ki derin sonsuz uçurumları ona da mı söylemeliydim?

"Ne söylememi istiyorsun?"

Onun kadife sesinin aksine benim sesim sert ve kırgındı. Keskin bakışlarım onu bulmak zorunda kaldığında kollarımı parmaklarından kurtarmak istesemde buna izin vermedi.

"Gözlerinde gördüklerimi."
"Gördüğüne göre birşey söylememe gerek yok."
"İnsanın gördükleri kimi zaman yanılmasına sebep olur. Yanılmak istemiyorum."

"Bana bir yabancıya bakar gibi baktın!"
Kahvelerinde zerre duygu yoktu.

"İşte bak şuan baktığın gibi. Beli o zaman yanında komutan ve asker olduğu için öyle baktın ama şimdi neden öyle bakıyorsun! Yanıma gelmeye bile tenezzül bile etmemişken birde yabancıya bakar gibi baktın."

Sesimin çaresizliği karşında kendime acıdım. Adem elmasının hareket etmesiyle yutkunduğunu fark ettim. Sonunda bir duyguya sahip olduğunu görebilmiştim.  Dudaklarını aradığında kirpiklerini kapayıp açtı.

"Sana ne söylemiştim. Bakışlar insanı yanıltır."
Başımı iki yana salladım.
"Sen bakmıyorsun ki Zeyd. Bakışların beni yanıltsın."

Yeniden suskunluğa büründü. Susumayı kendine öyle benimsemişti ki cevap vermeye bile tenezzül etmeden yabancıya bakar gibi bana bakmaya devam ediyordu. Hiç bakmasa beni hiç görmese belki canım daha az yanardı.
Çehresine hakim olan pişmanlık duygusu muydu? Yoksa başka birşey miydi? Kendi ile kavga eder gibiydi.

"Gidelim."

Gerçekten mi dercesine ona baktım. Şaka yapıyor olamazdı. Luhayf'a ilerleyip yularını düzeltmeye başladı. İçimde ki kırgınlığı daha tam anlamıyla dile getirememiştim ki!

"Galiba hayatta en iyi yaptığın şey susmak."

Yukarı düzenleyen parmakları duraklasa da tekrar işine devam etti. Yorgun adımlarla atın yanına gittiğim de elini uzattığında yılmış bir ses tonu ile konuştum.

"Kendim binebilirim."

Ata bindiğim de ellerimle kabanının eteklerini kavradım.
....

"Kendim inebilirim."
Israrla temas etme çabalarını ısrarla görmezden geldiğim de "Zeyd."diye seslenen yabancı ses ile kendimize gelmiş gibi evin arka bahçesine giden köşeye baktık.
Onun boylarında, kumral tenli adamı daha önce görüp görmediğini anlamaya çalışırken adama doğru ilerleyen Zeyd ile derin bir nefes alıp atından indiğimde eve doğru ilerledim.
Aklım da ki tek şey bir an önce yemek yemekti. Mutfağa doğru ilerleyeceğim an da oturma odasında başka birinin varlığını hissetmemle mutfağa gitmekten vazgeçip oturma odasına girdiğimde başını koltuğa yaslamış bir kadın görmeyi beklemiyordum. Dışarı da ki adamla bir ilgisi olabilir miydi? Kadın birinin gelmiş olduğunu fark etmiş olacak ki arkasına dönerek " Bay Suskun geldin mi?" dediğinde kadının yüzünü görmemle ufak çaplı bir şok geçirirken hızla ayağa kalkıp beni kolları arasına aldığında Bay Suskun dediği kişiden ziyade beni bekliyor gibiydi.

"Rosie."
Hayatta olduğunu beni mutlu ederken şaşkınlığımı hala atlatabilmiş değildim.
"Tanrıya şükür iki gündür yolunu gözlüyorum."

Üzerinde ki kahverengi elbisem birazcık uzun gelse de ona çok yakışmıştı. Işıldayan gözlerle bana bakıyordu. Sonunda şaşkınlığımı atıp gülümseyebilmiştim.

"Sevgili kocan burada olduğumu söylemedi mi? Uzun süredir birbirinizden ayrıydınız aklına gelmemiştir.İyisin değil mi?"

Sanki kırk yıl dostmuşuz samimi davranmasını özlemiştim. Zaten ona da bu yüzden güvenmemiş miydim?

"Ben iyiyim asıl sen iyi misin?"

"Bay Suskun sayesinde bende iyiyim umarım çok vaktimiz olur sana anlatacak çok şeyim var eminim seninde anlatacakların vardır."

"Evet, Bay Suskun dışarı da ki adam mı?"

Başıyla beni onayladığın da gülümsedi.
"Hâlâ ismini bilmiyorum da."

Demek arkadaşları da Zeyd gibi takılıyordu.
Elini avuçlarımın içine alıp tebessüm ettim.

"İyi çok sevindim Rosie."

"Bende iyi olmana sevindim sana benimle gelmeyi teklif etmeseydim şuan kendi ülkende ailenle beraber olabilirdin."

Yüzünü kaplayan mahcup ifadeyle bende kendimi mahcup hissetmiştim.

"Lütfen kendini kötü hissetme insan tercihlerini yaşar."

Gülümsedi.
"İyi hissetmeye çalışacağım baksana benim sayemde hayatının aşkını bulmuşsun."

Hayatımın aşkından ziyade hayatımın acı çarkını çeviren bir adamdı. Rosie bakışları kapıyı bulduğunda başımı o tarafa çevirdim.

"Nur gelebilir misin?"
İnatlaşan tarafımı es geçip ayağa kalktım. Rosie meraklı bir ses tonuyla konuştu.

"O nerede?"
"Gitti."

Onun gitti deyişiyle gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. Umarım ay Suskun dedi adam karşımda zifiri gözlerle bana bakan adam gibi değildir. Rosie gülümseyerek odadan çıkan Zeyd'in peşinden onunla  beraber mutfağa geçtim.

"Rosie geldiğini neden bana söylemedin?"
"Söylememe fırsat vermedin."

Derin bir nefes aldım.

"Seni dinliyorum ne söyleyeceksen çabuk söyle arkadaşım beni bekliyor."

Elini cebine koyup ciddiyetle bana baktı.

"Arkadaşın bir müddet bizimle kalacak burada kalacağını kendisine söylersin, senin odanda."

Bir bu eksikti. Ben mesafe koyacağım zaman bunlar olmak zorunda mıydı?

"Peki ben nerede kalacağım."

Sahtelikle sorduğum soru üzerine sence dercesine bana baktı. Yüzüne yayılan gülümse ile hiçbir şey söylemeden oturma odasına geçtim. Kesinlikle beni sınıyordu. Yemek yemek için sabırla mutfaktan çıkmasını bekleyecektim.

...

Beni ziyarete gelen Ahsa ve çocukları uğurladıktan sonra Rosie odasını göstermek için üst kata çıkmıştım. Rosie çoktan yorganı üzerine çekmiş uyuma pozisyonunu almıştı. Derin bir nefes alarak konuştu.

"Rahat bir yatak temiz kokan nevresim, çok özlemişim."

Yorganın köşesini burnuna götürüp koklayışını izledim. Yaşadığı çok iyi biliyordum.

"Seni çok iyi anlıyorum." Tebessüm ettiğinde "Hayırlı geceler." diyerek gitmek için kapıyı açtığımda "Nur?"dediğinde başımı ona çevirip omuzlarımın üzerinden ona baktım.

"Bay Suskun ne zaman gelir?"
"Bilmiyorum ama Zeyd'e sorarım."
Aylarca aynı hücreyi paylaşıp da bağlanmamak kimsenin elinde olmazdı. Onu çok iyi anlıyordum. Aynı hisleri Dean hissetmiştim.
"İyi geceler."
"Sanada."dediğimde onu yanlız bırakmak istemesem de kapıyı kapayıp odadan çıkmıştım.
Onun odasının önüne geldiğimde uzun bir süre bekledim. Her ne kadar içeride olmasa da bu yokluğu bende vâr olmadığı anlamına gelmiyordu.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde ferahlık veren kokusu ciğerlerime işledi. Bende nasıl vâr olduğunu bilseydi buna rağmen beni kırmaya yine devam eder miydi?

Çok da aşina olmadığım odasını incelemeyi bırakıp dolaba doğru ilerledim. Kıyafetlerim özenle yerleştirilmişti. Elbise modelinde olan mor geceliği alıp üzerime giydiğim de duyduğum tıkırtı ile kaşlarım çatılmıştı. Sesin dolapların yanında ki ayrı bölmeden geldiğini anlamıştım. Ben Rosie yanındayken gelmiş olmalıydı.
Başörtümü alıp koltuğa oturdum. Örgülü saçlarımı sol omuzuma alıp örgüyü açmaya başladım. Birkaç dakika sonra kapı açıldığında elinde ki havlu ile banyodan çıkmıştı. Çıktığı an beni fark ettiğinde durdu. Vücudunu saran siyah tişörtü gözleriyle uyum sağlıyordu. Alnına dökülmüş olan nemli saçları bulundukları konumdan fazlasıyla memnundular. Nadiren gözlerine hakim olan o naif bakışı örgümü çözen parmaklarımı sekteye uğratmıştı. Kalbimin gözlerine tutunduğundan habersiz kirpiklerini kapayıp açtığında o naif bakışından bı emare kalmamıştı.  Kirpikleri bir kez daha yüreğime hançer
gibi saplandı.

Neden kendimi bu denli çaresiz hissediyordum. Neden boğulacak gibiydim. Bana öyle bakmasa belki de bu kadar acı çekmeyecektim. Ona karşı yumuşayan yanımı ezip geçerek gözlerimi üstünden çektim. Ağır adımlarla dolaba ilerledi. Hareket etmeden dolabın önünde birkaç saniye beklemesine bir anlam veremedim.
Saçlarımı omuzlarımın üzerine salıp başörtümü örttüm. Hâlâ hareket etmeden durması, yumruk yaptığı elini açıp kapaması, bedeninin kaskatı durması birşeylerin yolunda gitmediğinin habercisiydi.
Hafifçe yan dönerek koltuğun üzerinde duran elbisemi ağır hareketlerle katlamaya başaladım. Katlama işini ne kadar ağırdan alsamda çok çabuk bitmişti. Çok geçmeden koltuğun diğer köşesi çöktü. Bu kadar yakınıma oturmuş olsa bile ona dönmemekte kararlıydım. Saliseler saniyeleri saniyeler dakikaları kovalarken kararımdan vazgeçmeden aynı pozisyonda oturuyordum. Ona kızgın ve kırgındım. Belki de kalıp gitmeliydim. Belki de o uyuyana kadar odaya gelmemeliydim. Bana izin vermeyeceğini biliyordum.

"Biliyorum bana kırgınsın."

Sükunet çökmüş olan odayı kadifemsi sesi kapladığın da naifçe omuzuma dokunarak ona dönmemi sağladı.
Karşı koyamadım. Odayı kaplayan yoğun havayla sakince yutkundum. Bu denli yakın olması ilk olmamasına rağmen neden her defasında ilk kezmiş gibi yanaklarım alev topuna dönerken bedenimi ateş basıyordu. Kalkıp gitmeliydim. Fakat görünmez bir güç beni buraya sabitlemişti. Tişörtünün yakasında karar kılan bakışlarım yüzüne bakmaya güç yetiremiyordu. Çeneme naifçe dokunan parmaklarıyla kesik bir nefes aldım. Saçlarımdan kayıp koltuğa düşen başörtümün eksikliğini hissederken özgürlüğüne kavuşan saç tutamım yanağımın üzerine yuvalandı. Bu denli yakınken sessizlik fazla uzun sürmemiş miydi? Kuru kuru yutkunduğum da gözlerim tereddüte hakim olan çehresini buldu. Çenemde  ki parmakları yüzüme yuvalamış olan saç tutamını usulca kulağımın arkasına iliştirdi. O bakışı şimdi çözebilmiştim. Bu bakış kendiyle savaşan bir insanın bakışıydı.
Parmaklarını geri çektiğinde gözlerim Adem elmasının hareket edişini takip etti.

"Her şeyini toprağa gömmüş bir adamım, ben çorak bir toprağım sen ise bu beldeye düşen bir tohumsun, bende yeşeremezsin."

Sesi bu denli naifken, gözleri bu kadar güzel bakarken sözleri can yakıcıydı. Yüzümü kavuran nefesi yüreğime kor düşürmüştü. Neden bahsettiğini anlamak istemiyordum. Duygularımın yoğunluğundan kurtulmayı başaramayıp bir hışımla ayağa kalktım.

"Neden bahsediyorsun Zeyd?"

Sesimin bu kadar sert çıkmasını bende beklemiyordum. Usulca doğrulduğun da gözlerimi gözlerine hapsetmişti.

"Benim toprağıma düştüğünde kuruyup gitmenden korkuyorum."

"Sen."dedim fısıltıyla "Beni kabullenmekten korkuyorsun."

Kaybetmekten değilde kabullenmekten korkuyordu. Eğer beni kaybetmekten ya da kabullenmekten korkuyorsa o zaman.... hayır bu mümkün değildi eğer öyle olsa beni kırmaktan incitmekten çekinirdi. Başını hafifçe hareket ettirdiğinde gerilen yüz hatları herşeyi ortaya koyuyordu.

"İnsan bu hayatta neden korkar iyi düşün Nur."

Sesinde ki kırgınlık gerçek miydi. Doğru mu sezmiştim.

"Beni suçlu duruma düşürüp vicdanını rahatlatmaya çalışma."

Yatağına doğru ilerleyip yatağa oturduğunda örtüyü üzerine aldı. Parmakları saçlarını talan ederken sakin bir ses tonuyla "Hayırlı geceler."dedi.
Şimdi de bu şekilde mi ilerleyecektik. Yarın sabah hiçbir tartışma yaşanmamış gibi hayatımıza devam edecektik değil mi? Sertçe yere basarak pencere kenarında ki çiçeğimi alıp balkona ilerleyip kapıyı açtığımda soğuk hava ürpermeme sebep olmuştu. Saksıda ki çiçeğimi balkonun bi köşesine koyup aceleci adımlarla odaya girip hızlıca balkonun kapısını kapadım. Dolaptan aldığım kalın battaniyeye sarıldığımda hırçın bakışlarım karanlığa rağmen varlığı az çok belli olan adamı buldu. Bu gece kendine söz verme Nur çünkü onun için verdiğin hiçbir sözü tutamıyorsun.

Continue Reading

You'll Also Like

13.7K 1.3K 36
Garip bir dünya döngüsündeyim. Ey hayal bana neler sunduğunu bilmem ama sunduğun her neyse enfes bir lezzeti var
5.5K 278 6
Ben bu hikâyenin yanan kişiyim... Bacakları tutmayan bir kızı kim gelini olarak isteyebilir ki? Berdele kurban giden iki can ve burada ölen tek bir...
6.2K 1.1K 27
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
1.3M 92.7K 51
0526******: Hocam inşAllah bu evde kalma sorunsalım biterse nikahımı kıyar mısınız? Hoca Efendi: Ne? 0526******: Nikah diyorum hocam, kıyar mısınız? ...