Bazı Yalanlar

By Tiganis

1.3K 163 38

En çok da geçmişi yaralar insanı ve izleri her daim kalır... More

1.BÖLÜM:Hastalık
2.BÖLÜM:Yıldızlar
3.BÖLÜM:Kütüphane
4.BÖLÜM:Mesajlar
5.BÖLÜM:Hisler
6.BÖLÜM: Kara Kedi
7.BÖLÜM:Piknik
8.BÖLÜM:Abi
9.BÖLÜM:Ziyaretler
10.BÖLÜM:Farkındalıklar
11.BÖLÜM:Anılar
12.BÖLÜM:Özür
13.BÖLÜM:Kestane
14.BÖLÜM:Defter
15.BÖLÜM:Siyah Lale
17.BÖLÜM:Yaşamak ve Sözler
18.BÖLÜM:Beni, benden çok Sevdi
19.BÖLÜM:Çaresizlik
20.BÖLÜM:Leylakların Göz Yaşları
Final

16.BÖLÜM:Doğum Günü ve Yağmur Bulutu

39 6 0
By Tiganis

Kaan Boşnak - Yorgunum ve Ağrılar

Kız bu sefer abisinin yanında değildi. Kendi odasında oturmuş tavanı izliyordu sadece.

Kabullenmişti yalnızlığını, kimsesizliğini. Aradan uzun zaman geçmişti on altı yaşındaydı artık. Ve bu gün doğum günüydü.

Gözleri gardolapın camına kaydı. Kendisine baktı daha doğrusu saçlarına. Babası hep 'saçlarını sakın kestirme' derdi. Uzunken çok güzellermiş.

Annesi kestirmeye kalktığında babası kızardı hep. Zaten kız asla izin vermezdi buna.

Şimdi uzun saçları sayesinde babasını yanında hissediyordu...

Düşüncelere dalmışken odasının kapısı açıldı birden.

Gergince yerinde kıpırdandı. Annesi gelmişti. Daha sabahın altısı olduğu için rahattı, uyanmaz sanmıştı.

Kıza bomboş gözlerle baktı ardından bakışları saçlarında sabitlendi. Nefretle doldu içi "Kestir artık şu saçlarını yoksa ben keseceğim!"

Kaşlarını çattı "Asla!" dedi net bir şekilde "Bana ne yapıyorsan yap ama saçlarıma dokunma!"

Alayla güldü kadın. Bu gülüşü bildiğinden içi korkuyla doldu kızın. Fakat yine de kararlı duruşunu bozmadı.

Yapmıştı yapacağını kadın. O anlık sinirle kızı kolundan sürükleyerek banyoya götürmüştü.

Çok çırpındı Yazel lakin sesini çıkarmadı çünkü bağırıp çağırsa da yardım edecek kimsesi yoktu...

O gün daha çok şey yaşamıştı fakat onun için en acısı buydu.

Babasının varlığını yanında hissedemiyordu artık. İçi bomboştu, ruhu yapayalnızdı...

***

Böyle bir rüyayla güne başlamak pek hoş olmamıştı. O günün en ufacık anını bile hatırlamak istemiyordum.

Saçlarımı da bir daha uzatamamıştım. Hâlâ da kısacıktı ancak artık uzatmak istiyordum. Gerçi ilaçlardan dolayı dökülüp duruyorlardı. Yani bunu önemseyecek durumda değildim.

Benim için en önemlisi ise tüm bu olanlara rağmen ayakta dimdik durabilmekti. Günün sonunda darmadağınık olsam da ertesi sabah hiç bir şey olmamış gibi devam etmekti. Öylede yapıyordum. Sonuçta hayat devam ediyor...

Kulaklığımı da taktıktan sonra evden çıktım.

Bu günü kendime ayırmak istiyordum.

Bunun için ufak bir yürüyüş bile yeterliydi aslında.

Sadece kendi kendime düşüncelerimle birlikte kalmak istiyordum.

İsteklerimin en büyük sebebi ise bu günün doğum günüm oluşuydu. Ve ben yıllar sonra ilk defa doğum günümü kutlamak istiyordum. Öyle dostlarım yanımda olsun, hediyeler alıp, pastalar yiyelim istemiyorum.

Yirmi yedi kasım bu gün. Doğum günüm. Küçükken kendi kendime şarkılar söyleyip kutladığım, büyüdükçe bunlar yapmayı da kestiğim doğum günüm.

İnsan hayatından soğuyabiliyor. Yok olup gitmek isteyebiliyor. Tam her bi' şey düzene girdi, artık mutlu olabileceğim derken o hayat insanın elinden kayıp gidebiliyor... Sonrada birden nefret ettiği, lanetler yağdırdığı yaşam kıymete biniyordu.

Tüm bunlara rağmen bazı şeyler umut verebiliyor mesela bir insan gibi.

Ha birde hayallerim vardı; yazar olmak gibi.

Şimdi ise her zamanki parka gidip yazmaya devam etmeyi planlıyordum.

Ne yazacağım ise muamma. Çok sevilenlerden ilerleyecek olsam; bir aşk romanı olabilirdi lakin bunu yazmak sevginin ne demek olduğunu yeni öğrenen biri için zordu.

Bende düşüncelerimi yazdım sadece, hislerimi yazdım. Ve bundan bi' hikaye çıkarıyordum.

Göğüs kafesinde koca bir acı taşıyan kadının, o acıyı unutturan adamla tanışışıydı konusu. Hayır, aşkla pek alakası yoktu bu hikayenin. Kadın uzaktan seviyordu, adam ise sevgi ne bilmiyordu. Tam kendisine olan büyük aşkı fark etti derken kadın göğsündeki acıdan yitip gidiyordu...

Adamı yazarken Aybora'nın tam tersi olacak şekilde betimliyordum. Mesela; gök yüzü gibi gözleri vardı adamın. Fakat Aybora'nın gözleri deniz gibiydi. Adam sevdiğinin yaralarına tuz basarken Aybora iyileştiriyordu.

Yağmur bulutuydu Aybora...

İşte bu yüzden aşkla alakası pek yoktu hikayenin. Benim için bu kelimenin karşılığı yağmur bulutum olan adamdı.

Hem asıl anlatmak istediğim şey bazen hayatın yaşayamayacak kadar kısa oluşuydu. Ne kadar tutunmaya çalışırsan çalış en ufak darbede yıkılıyordun işte.

Saatlerce oturup yazdım aklımdakileri. En sonunda hava hafiften kararmaya başlayınca Yavaştan toparlanıp eve gitmek için kalktım.

Parktan çıktığım sıra yağmur yağmaya başladı. Ben de hava durumuna bakmadan evden çıktığım için yanımda şemsiye yoktu. Umursamadım, umursayacak halde değildim.

Yorgun hissediyordum, her şey çok ağır geliyordu. Yükümü hafifleten insanlar vardı ancak bazen onlar bile fayda etmiyordu.

Evime yaklaştığım sıra dikkatimi pastanenin camından gözüken pastalar çekti.

Hiç düşünmeden pastaneye girdim. Ardından kasadaki kadından gördüğüm çikolatalı pastayı ve kakaolu kurabiyelerden aldım. Aybora çok severdi.

Dükkandan çıktığım sıra arkamda kalan yolda hızlı adımlarla ilerleyen adamı fark ettim. Şemsiye almamıştı yanına bu yüzden sırılsıklamdı.

Beni gördüğü anda neredeyse koşarak yanıma geldi "Yazel'im nerelerdesin sen? Ne kadar çok endişelendim haberin var mı senin? Başına bir şey geldi sandım?"

Deniz mavisi gözlerinde gerçekten büyük bir endişe vardı "Pasta almaya çıktım." dedim önemsiz bi' şey gibi.

Hafiften kaşları çatıldı "Neden? Tüm gün boyunca mı?"

"Bu gün doğum günüm." dedim mırıldanarak.

Birden durgunlaştı "Bana niye söylemedin?"

Sesiz kaldım.

"Yazel neden söylemedin? Neden kendine bu yaşamı kabul görüyorsun? Annenin ve abinin sana hak gördüğü hayatı neden yaşamaya devam ediyorsun? Yalnızlık sana yakışmıyor bile kehribar gözlüm."

Sözlerindeki haklılık boğazımdaki yumruyu ve acı tadı oluşturdu. Onu da üzmüştüm istemeden değil mi? "Sanırım biraz bencilce davrandım."

Kafasını onaylarcasına salladı "Evet, kendine bencilce davranıyorsun. Ama bi' farkına varsan dünyaları hak ettiğini, kalbinin güzelliğini."

Buruk bir tebessüm oluştu dudağımın kenarında. Ona bakınca bile koy vermiş hissediyordum. "O zaman kutlar mıyız doğum günümü?"

Güldü "Kutlarız tabii. Hatta kütüphaneye de gidebiliriz istersen?"

Yalnız olmak istediğimi söylemiştim öyle değil mi?

Anında "Harika olur." dedim.

Soluna geçip bir elimi beline sardım, o da elini omzuma koydu. Bu şekilde sırılsıklam yürümeye başladık.

Tüm derdimi tasamı unuttum birden bire.

Ve bir şey fark ettim; gözleri deniz gibi değil, okyanus gibiydi. Daha derin, daha anlamlı...

Onu ilk gördüğüm anı hatırladım, bunu dile getirdim "Seni ilk gördüğümde nefes aldığımı, yaşadığımı hissettim." istem dışı söylemiştim fakat pişmanda değildim. Sesimde fısıltı gibi çıkmıştı bu yüzden duyduğundan şüpheliyim.

Sarılışı sıkılaştı hafiften "Ben seni ilk gördüğümde heyecandan ölecek gibi hissetmiştim."

Söylediğine karşı kıkırdadım.

"Ciddiyim. Birde ilk gün göz göze gelmiştik. Aramızdaki mesafeye rağmen gözlerinin altın sarısına kaçan çizgilerini, yeşil lekesini, bütün detaylarını gördüğüme yemin edebilirim."

Akhilleus'un şarkısında sürekli altını çizip, okuduğum bir söz geçiyordu 'gömülmemiş ruhun yarım hayatı' diye. Hayatım yarım olur mu bilemem ama ruhum gömülmüştü artık.

Kalbimi ufak bi' ağrı girdi fakat arada sırada olan bir şeydi, bu yüzden pek önemsemedim.

Zaten kısa sürede de dükkana gelmiştik.

İçeriye girer girmez ikilinin şaşkın bakışları bizi buldu.

"Çakmağı olan var mı acaba?" diye sordum.

Erdem üzerindeki şaşkınlığı atamamış bir şekilde cebinden çakmağı çıkarıp, bana uzattı.

Kahraman'ın bakışları anında Erdem'e döndü "Sigara mı içiyorsun sen?"

Erdem, kaşları çatık kendisine bakan bedeni görünce seslice yutkundu "Hayır, ağzıma bile sürmem."

Sinirli sinirli "Yalan söyleme çarpılacaksın." dedi Kahraman.

"Sende içiyorsun ama."

"Erdem dediğimi yap, yaptığımı yapma."

Ofladı "Bırakmaya çalışıyorum zaten."

Bir yandan onların atışmasını dinlerken diğer yandan pastayı masaya bırakmış, Erdem'in elinden aldığım çakmakla mumları yakıyordum.

Poşetin içinden paketli duran kurabiyeleri çıkarıp, yanımda duran Aybora'ya verdim "Bunlar senin."

"Doğum gününde benim sana bir şeyler almam gerekli değil miydi?"

"Farklılıklar iyidir."

Kahraman "Bu gün doğum günün müydü?" diye sordu.

Kafamı sallayarak onayladım sorusunu.

Tam ağzımı açmış konuşacakken kalbimdeki ağrının şiddetlenmesi kelimelerimi ağzıma tıktı.

Sendeleyecek gibi olduğumda masaya tutundum.

Aybora "İyi misin?" diye sordu hemen.

Zar zor dudaklarıma bir tebessüm kondurdum. Konuşacak gibi olmadığım için kafamı salladım tekrardan.

Bu güzel anı mahvetmek istemiyordum. Benim yüzümden suratları asılsın, üzülsünler istemiyordum.

Sesimi elimden geldiğince düz tutmaya çalışarak "Mumu üflemeden önce dilek tutmam gerekli mi?" diye sordum.

"İyi değilsin." diyen adamın sesine odaklanmaya çalıştım.

Ağrı o kadar çok şiddetlendi ki göğsümü yarıp geçecek gibi hissediyordum. Artık ayakta duracak mecalim kalmamıştı, gözüm kararıyor, etrafımdaki sesler bir uğultudan ibaretmiş gibi gelmeye başlıyordu.

Sendeleyip düşecekken sırtımda ve bacaklarımın altında varlığını hissettiği kollar beni taşımaya başlamıştı. Kim olduğunu kokusundan anlayabiliyordum.

Canım fazlasıyla yanarken dudaklarımdan hırıltılı nefesler çıkıyordu. Yavaştan bilincim kapanmaya başlamıştı, tüm seslerde artık susmuştu.

Beynim uyuşmuş bir vaziyetteydi, sisle dolmuş, artık hiç bi' şey düşünemiyordum. Ve kendimi tamamen karanlığa bırakıyordum...

Bölüm pek olmadı sankim...

Continue Reading

You'll Also Like

289K 11.3K 35
Bir anda hayatı değişen Eflin ne yapabilir? Hee şey yalan mıydı..?
258K 9.6K 33
Bu kitap hiç bir aile kurgusuna benzemiyor #abi#abilerim#baba#üçüzüm #kardeşim#gerçekler #gençkurgu#kurgu#mizah#cinayet
YUVA By _twclr

Teen Fiction

838K 40.9K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
5.3K 128 18
Deniz küçüklükten beri asker olmak istiyordu daha 18 yaşına girince ailesi tarafından evden atıldı .Asker olmak istediği için çok büyük hakaretler i...