Kaçış

By MaysaBerran

182K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
34.Karar
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

33.Çiçek-2

3.5K 324 105
By MaysaBerran

Merhabaaaaa, ben geldimm ❤️

Gece yarısı bölüm atmayı özlemişim 😅

Biliyorum, geçen hafta gelecek demiştim ama eld eolmayan plansız olayalardan dolayı aksama oldu. Ama uzun bir bölüm yazdığımı düşünüyorum. Yani bölsem ikiye bölerdim. Ama yapmadım, yapamadım 😂😂

Sizi bölüm ile başbaşa bırakamdan önce bu bölümü iambilinmeyen_1 ithaf ediyorum. Aslında geçen bölümü ithaf etmiştim ama etiket yapmayı unutmuşum 😅

Hepinizi öpüyorummmmm 😘

***

Çiçek

Günler sonra yatağımda, kesiksiz uyuduğum uyku bile rahatsızlıkla doluydu. Kulağıma dolan sinir bozucu sesle uykum iyice dağıldı. Oflayarak el yordamı ile bulduğum alarmı kapattım. Sabahın 8'ine neden alarm kurduğumu sorgulamadan ayaklandım. Sarsak adımlarla odamın içinde ki ufak banyoya girdim ve yüzümü yıkayarak, kurulamadan çıktım. Enerjim yavaş yavaş kendine gelirken kuş yuvasına dönen saçlarımı aynanın karşısında taramaya başladım.

Bunlar benim günlük rutinlerimdi. Sabah, çoğunlukla erken kalkar, üşenmezsem banyo yapar, saçlarımı tarayarak, elime geçen kıyafeti giyinir, bir kaç parça bir şeyler atıştırarak evden çıkardım. Ama şimdi gözlerimin önünde ki fosforlu kağıda bakarken tüm rutinim bozulmuştu.

'Rana burada. Evinde iki tane Akirli var.'

'Evinde iki tane Akirli var.'

'Akirli var.'

Tarak ellerimden kayıp düşerken şokla kağıda bakmaya devam ettim.

O, rüya değil miydi?

Her şey zihnime tekrar kodlanırken derin nefesler aldım. Öncelikle sakin olmalıydım. Zaten iki Akirli ile de tanıştım. Hatta birisi ile baş başa yemek yedik. Şu an da zararsız görünüyorlardı. Pekala, içeri gidecek ve misafirlerime güzel bir kahvaltı hazırlayacaktım.

Saçımı son kez tarayıp, üstümü değiştirdim. Gözleri üzerimden ayrılmayan Akirlinin karşısına ince şort atlet pijamayla çıkamazdım. Sessiz hareket etmeye çalışarak odadan çıktım. Koridoru parmak uçlarımda yürüyerek geçtim. Rana odama düşmediğine göre hala uyuyordu. Muhtemel eşide onunlaydı. Hiyam da aynı şekilde oturma odasında ona yaptığım yataktaydı, tahminime göre. Gerçi o koltuğa ne kadar sığabilirdi bilemiyorum.

Mutfak kapısında dururken tekrar düşündüm. Belki de Hiyam mutfakta akşam oturduğu yerdedir.

İçeri girmem ile gözlerinin gözlerim ile kesişmesi aynı saniyede gerçekleşti. Sarı gözleri güneş ışığının dolduğu mutfakta daha da parlıyordu. Tam olarak güneşten bir parça almıştı. Başka türlü bu gözlerin bir anlamı olamazdı.

"Günaydın." Dedim yabani gibi davranmamak için. Aslında yabani biri varsa o da, oydu. Az konuşuyor, az ifade takınıyor, etrafa iğreti dolu bakışlar atıyordu. Gerçi bakışları genel olarak benim üzerimdeydi. Eğer çok dikkatli baksaydım belki de bana bakarken ayrıca parlayan gözleri dikkatimi daha fazla çekerdi.

"Günaydın." Sesi pürüzsüz ve toktu. Benim ki karga gaklaması gibi çıkmıştı.

"Erken kalkmışsın. Rahat uyuyamadın mı?" Çay suyu koyarken sordum. Arkam dönük olduğu için daha rahattım. Bakışları altında, güneşte kalan şeker gibi eriyecek oluyordum.

"Uyumadım." Kaşlarım havalanırken, omuzumun üstünden kısaca ona baktım.

"Nasıl yani?" Omuzlarını silkerek sırtımı duvara yaslayarak yan döndü. Bacakları mutfağın ortasına kadar gelmişti.

"Nöbet tuttum." Elimde yumurtalarla kala kaldım.

"Pekala." Sorgulama Çiçek, sorgulama. Tekrar önüme dönüp yumurtaları suya koydum.

Basit ama güzel bir kahvaltı hazırlayacaktım. Eğer şansım varsa geri kalan zamanı da Rana ile geçirmek istiyordum. Onu çok özlemiştim.

Kahvaltılık malzemeleri tabaklara yerleştirirken arkamdan gelen ses ile hareketlerim yavaşladı. Dikkatim Akirli'ye kaydı. Ayağa kalktığını ve hemen arkamda dikildiğini algılayabiliyordum. Çünkü nefesi saçlarımı dalgalandırıyordu.

"Yardım edebilir miyim?" Yanımda duran bedenine kaçamak bir bakış attım. Bunlar kaç metreydi? Omuzuna dahi gelemiyordum.

"Edebilirsin." Kesme tahtasını ve bir kaç domatesi önüne koydum.

"Domatesleri ince ince doğrayabilir misin?" Bıçağı ona uzattığım da tepkisine bakıyordum. Siyah saplı ufak bıçağı parmakları arasına alıp inceledi. Parmağını bıçağın keskin yüzüne sürttüğünde ağzımdan kaçan nida ile parmağını tuttum.

"Ne yapıyorsun? Parmağın kesilir!" Dedim, bedenlerinin gümüşten olduğunu göz ardı ederek. Parmağında kanı bırak, ufak bir çizik dahi yoktu.

Ani tepkime şaşkınlıkla baktı. Elimin içine aldığım parmağını oynatarak göz hizama getirdi.

"Bu bıçak bana zarar veremez." Gözümün önünde ki işaret parmağının yüzeyi ters yüz olmaya başladığında şaşırma sırası bendeydi. Pür dikkat değişime bakarken, çenem yere düşmek üzereydi.

Parmağının ucundaki deri saliseler içinde değişiyordu. Meksika dalgası gibi değişen deri daha mat ve sert bir hal almıştı. Kanlı canlı bir varlık olmasa, bir robot olduğunu söyleyebilirdim.

"Bu da ne böyle?" İlk defa şahit olduğum bu gösterinin heyecanı ile sesim titremişti.

"Kalkan." Kaşlarım havaya kaldırarak merakla parmağına dokundum. Pürüzsüz bir mermere dokunuyormuş gibiydim. Sert yüzey bir canlıya ait olamazdı. Diğer eline dokunduğumda yine sertti ama en azından esniyordu. İki parmağına da aynı anda dokunduğunda biri asla değişmiyor, diğeri hafif çöküyordu.

"Bu çok güzel!"

"Sen de çok güzelsin." İlk başta algılayamadığım cümlesi saniyeler sonra balyoz gibi kafama vurdu. Ellerinin ellerimde olduğunu yeni fark ediyordum. Göğüs kafesimi sıkıştıran hisle gözlerimi yavaşça kaldırdım.

Aramızda oluşan incecik pamuk ipliği benim kendimi telaşla geriye atmam ile havaya dağıldı. Sesimin çıkmamasından korktuğum için boğazımı hafifçe temizledim.

"Ben, ben şunları götüreyim." Dikkatli bakışlarından kaçınarak elime aldığım rastgele kahvaltılıkları balkona taşıdım.

Salaklığıma artı bir puan yazarken temiz havayı derince içime çektim. Bana ne oluyordu? Bir Akirli'nin elini tutmakta neydi? İltifat ettiğimi düşünmek istemiyordum bile. Ama onun iltifatı da kulaklarımda çınlıyordu.

Bana, güzel olduğumu söylemişti. En son ne zaman bir iltifat aldığımı düşündüm. Ailem dışında yakın zamanda yoktu. Ailem ile de zaten uzun bir süredir sayılı görüşüyordum. Yani uzun zamandır iltifat almamış ve karşı cinsele iletişime geçmemiştim. Evet, tek sorun buydu! Bu yüzden yoklukta gibi bir Akirli'ye yükseliyordum.

Kendime gelip, toparlandıktan sonra tekrar mutfağa yöneldim. Her zaman bir akirli ile mutfakta kahvaltı hazırlamıyordum ama en azından varlıklarına alışıktım. Bu yüzden gereksiz heyecan yapmama, şaşırmama gerek yoktu. Mutfağa girdiğimde onu tezgaha eğilmiş domatesleri doğrarken buldum. Gayet usta bir şekilde yapıyordu. Sadece tezgah alçak olduğu için rahatsız bir duruşu vardı.

''Yanlış bir şey mi söyledim?'' Bu sefer gözleri bana değmemişti. Kestiği domateslere bakıyordu. Yumurtaları kırarken yan gözle ona baktım. Ne demek istediğini anlamamıştım.

''Hayır.'' Kaşları hafifçe çatıldı ve bıçak tahtanın üstünde tok sesler çıkartmaya başladı.

''O zaman neden benden kaçtın?'' Şimdi anlamıştım. Buna takılacağını düşünmemiştim. Şimdi ona kaçmadım, heyecanlandım desem, yanlış anlayacaktı. Kaçtım desem, fena kırılacakmış gibi duruyordu. Şu an bile omuzları düşmüş, alınmış gibiydi.

Bir süre ne diyeceğimi düşündüm. Bir kaç dakika sonra aklıma gelen şeyle gülümsedim. Tavanın altını kısıp belimi tezgaha yasladım.

''Henüz kaçmış sayılmam, unuttun mu aynı sınırlar içerisindeyiz.'' Eli havada kalırken yavaşça başını bana çevirdi. Gülümseyen yüzüme baktığında oldukça şaşkındı. Sarı gözleri kıvrılan dudaklarıma düştüğünde daha çok parladı.

Tamamen bana dönmüştü ki içeriden gelen çığlık sesi ile ikimizde irkildik. Aklıma düşen Rana ile hızla koridora fırladığımda Hiyam kolumdan tutarak beni durdu.

''Ne yapıyorsun? Bırak!'' Hiyam, omuzlarımdan tutarak beni ters çevirdi ve tekrar ilerletmeye başladı.

''Rana'nın sesini duydum. Bir şey olmuş olmalı! Odaya gireceğim.'' Tüm çabama rağmen beni mutfağa sokmuş ve sandalyeye oturtturmuştu.

''Rana Hanım eminim ki çok iyidir.'' Gözlerim irice açılmış hala içeriden gelen tıkırtıları dinliyordum.

''İyi mi? Çığlık attı!'' Tekrar ayaklandığımda beni tutma çabasını eğilerek kolunun altından geçerek bertaraf ettim. Fakat üç adım ancak atabilmiştim ki belimden kavrayarak ayaklarımı yerden kesti. Sırtım göğsüne yaslanmış, kolları belimi çepe çevre sarmıştı.

''Bırak beni!'' Bedenimi tezgahın önüne bırakıp kendisi arkamda kalmaya devam etti.

''Birazdan buraya gelirler. Efendi Rheyold, asla eşine zarar vermez. Biz kahvaltı hazırlamaya devam edelim.'' Sıcak nefesi saçlarımdan ense köküme kadar okşuyordu. Sert göğsü sırtıma belli belirsiz baskı uygularken nefeslerim boğuşmaktan değil, bu temastan dolayı kesiliyordu.

Başımı sallayıp kenara kaymaya çalıştım. Beni zorlamadan bıraktı. Aklım Rana'da kalsa da tekrar yanına gitmek için çabalamadım. Zaten sesler de kesilmişti. Ayrıca onlar eşti, içeriye o şekilde dalmam uygun olmazdı. Tabi bunlar şimdi aklıma geliyordu. O anki panikle bunu düşünmemiştim.

"Endişelenme, bizler eşlerimize zarar vermeyiz." Sol tarafım bakışları altında karıncalansa da ona dönemdim. Halbu ki parlayan sarı gözleri her geçen saniye daha çok dikkatimi çekiyor ve bakma isteği uyandırıyordu.

"Ama eşlerinizi acımasızca alıyor ve ailelerinden koparıyorsunuz. Bu zarar vermek sayılmıyor mu? Yoksa zarar vermeyi sadece fiziksel bir temas olarak mı düşünüyorsun?" Sosu karıştırmayı bırakarak ona döndüm. Sözlerimin küstahça olduğunu biliyordum. Ama kendilerini bu kadar masum göstermelerini anlayamıyordum. Belki onu sinirlendirirsem gerçek yüzü ortaya çıkardı.

Sözlerim birer birer ona saplandığında ağır bir şekilde kafasını ters tarafa çevirdi. Bir süre durdu ve ben de onu izledim. İlk çenesi kasıldı, sonra koyu sarı kirpikleri gözlerini örttü. Saatler geçmiş gibiydi oysaki hiçbir şey olmamış gibi bana döndüğünde sadece on saniye geçmişti.

"Aileni seviyor musun?" Dedi çok alakasız bir şekilde.

"Elbette seviyorum." Dedim direkt.

"Peki birini çok sevsen, onun için ailenden uzağa gitmez miydin? Kendi aileni kurmak için bu fedekarlığı yapmaz mıydın?" Şimdi duraksama sırası bendeydi. Gözlerim tezgaha düşerken, derinlerde bir yer sızlamıştı. Çok küçüktü ama acısı tüm bedenime yayılmıştı. Boğazıma bir yumru oturmuştu.

"Uzak olmadığı sürece giderdim." Tereddütle verdiğim cevaba alayla güldü.

"Dürüst değilsiniz, korkaksınız! Bu yüzden sizi kaçırıyoruz ve eşimiz yapıyoruz. Kararı size bırakırsak, sizlerin de bizimde asla ailemiz olmaz." Dudakları alayla kıvrılmış olsa da sözleri sertti. Kaşları çatılmış, sarı gözlerine öfke ateşi değmişti. Yine de sakinliğini iyi koruyordu.

"Sizin aileniz olmazdı. Bizim nesil kaybetme ile ilgili bir problemimiz yok." Soluk, sinirle kıvrılan dudaklarının arasından homurtu yükseldi.

"Doğru neslinizin yarısı eşi olmadan ölürdü. Hiçbir ailesi olmadan, yapayalnız bir şekilde." Atıf yaptığı şey bizim erkek sayımızın az olmasıydı. Haklı sayılırdı. Bugün erkek nüfusu kadın nüfusunun yarısı kadardı ve bu oran asırlardır traji komik bir şekilde korunuyordu.

Sanki tüm var olma sebebimiz onlarmış gibiydi. Bir yerde birbirimize muhtaçtık. Hiç yakalanmamamış büyük halamı düşündüm. Bu dünya da eş bulamamış, bir Akirli tarafından kaçırılmamıştı. Sonuç ise yalnızlık dolu bir hayattı.

Bazen bize korku dolu hikayeler anlatırdı. Akirlilerin nasıl canavarlar olduğunu, karanlık gezegenlerindeki gelişmiş ama ilkel hayatı, etrafı kırışıklıklarla dolu yeşil gözlerini aça aça anlatırdı. O zamanlar küçüktük ve bu hikayeleden korkardık. Bir gün anlattığı hikayenin sonunda sadece ben ve Rana kalmıştık. Uzun uzun boşluğa bakmış ve eski bastonundan destek alarak ayaklanmıştı. Büyük halam gözlerini bu hayata yumduğunda yüz yaşındaydı. O gün söylediği sözler son sözleri olmuştu.

'Yalnız ölmektense, keşke bir Akirli'nin eşi olsaydım.'

O gün bu sözlerini anlayamamıştım. Hatta unutmuştum bile. Şimdi karşımda ki Akirli bunu tekrar hatırlatmıştı. Yalnız olmayı asla dert edecek biri değildim. Taki Rana gidene kadar. Yalnız kalmak bir insanın kendine yapacağı ya da başkasının yapacağı en kötü şeydi. Ailem vardı ama onlar da bir yere kadardı. Sonsuza kadar yaşayamaz ve benim yanımda olamazlardı. Evet şu anda destekleri ve sevgileri çok fazlaydı, ama bir gün bitecekti.

Gözlerini kısarak bakan Akirliden bakışlarımı çektim. Kıvılcım gibi yanan gözlerine bakmak istememiştim.

"Sevmediğimiz biriyle bir ömür geçer mi sanıyorsun? Önemli olan yalnız olmak değil, sevmediğin biriyle ömür bitirmek."

Sevmediğin biriyle nasıl yaşayacaktın? Gerçi aklıma Rana gelince bu teorim de çürüyordu. Üç kez kaçtığı adama aşık olmuştu. Sanırım zorla güzellik oluyordu. Aslında alıcı gözle bakınca eli yüzü düzgün, bayağı düzgün, boylu poslu adamlardı. Eşlerine çok düşkünlerdi. Yani tam anlamıyla hanımcılardı. Karakter ve dış görünüş olarak sevilmeyecek varlıklar değildi. Peki o zaman bu ön yargı neydi?

"Denersen, sevebilirsin." Daha sakin duran ifadesine baktım. Sarı gözleri ile uyumlu saçları kısa olsa da önde ki saçlarından bir kaç tutam geniş anlına düşmüştü. Sakalsız temiz yüzü, keskin yüz hatlarını göz önüne sunuyordu. Yanakları yuvarlak bir biçimde gelse de çenesi köşeliydi. Elmacık kemikleri yüzünde gölgeler oluşturuyordu. Burnunun üst kısmı çıkıktı ama buna rağmen düzgün bir burnu vardı. Çok yakışıklı olmada fazlasıyla çekiciydi.

Dediği gibi, denersem sevebilirdim. Ama kimse bize bu şansı vermiyordu.

"Bize denemek için zaman bırakmıyorsunuz, mecbur bırakıyorsunuz." Dilini dişleri üzerinde gezdirerek başını çevirdi. Dudakları aralanmıştı ki,

"Kapatalım bu konuyu. Tartışmak istemiyorum." Dedim. Duraksadı ve başını salladı. Anlayışlı olması güzeldi.

Bir süre sessizce bir şeyler hazırlamaya devam ettik. Ona söylediğim ufak tefek şeyleri tek seferde yapıyordu. Sessizliğimiz kısa sürmüştü. Fark etmeden ona yemeklerle ilgili bilgi vermeye başlamıştım. Sanırım mesleki deformasyondu.

"Baklavayı duymuştum. Ama hiç yemedim." Menemenin üstüne kaşar rendesi döküp kapağını kapattım ve sandalyeye oturmuş kahvesini içen adama döndüm.

"Gerçekten mi? Sizin orada nasıl tatlılar var ki?" Her şey hazırdı. Sadece Ranaların gelmesini bekliyorduk. Kahvemi alıp karşısına oturdum. Beklerken bir şeyler içmek mantıklı gelmişti.

"Buradakilere benziyor. Çünkü kadınlar bizim kültürümüzün yemeklerine pek alışamadılar. Bu yüzden yemek kültürünü gezegenimize taşıdılar." Anladım dercesine başımı salladım.

"Tatlıyla aran yok mu o zaman?" Dudakları kıvrılarak arkasına yaslandı.

"Hayır. Tatlı olan şeyleri severim." Eğer göz kırpmasaydı ve ses tonu bu kadar sıcak olmasaydı, bunu normal bir cümle olarak algılayabiliridim. Ama tabi ki algılamadım. Bu bana yaptığı ikinci iltifattı. Yanaklarım kızarırken, kupayı parmaklarım arasında kıstırdım.

''Sizin yemekleriniz nasıl?'' İlgiyi üstümden kaldırmak için sorduğum soru ile bedeni kasıldı. Boynunu kütleterek boş bardağı itti.

''Güzel.'' Tek kelime! Hoşuna gitmeyen şeylerde tek kelime ile sohbet ediyordu.

''Nasıl güzel? Baharatlı, tuzlu, tatlı, sulu... Nasıl güzel? Açıklama yapmalısın.'' Sanırım ona nasıl sohbet edileceğini öğretmem gerekiyordu.

Çenesini kaşıyarak arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Cevap verip vermemek arasında kalmış gibiydi. Tekrar verdiği tek kelime cevap ile, keşke cevap vermeseydi diye düşündüm.

''Kanlı.''

''Kanlı mı?'' Bir kaç saniye nefes alamadım. Neyin kanı olduğunu düşünmekle meşguldüm. Benim korktuğumu anlamış olacak ki, telaşla masaya eğildi.

''İnsan kanı değil, yani kan değil. Çiğ et.''

''Çiğ et mi?'' Boğazını temizleyerek dudağının kenarını kaşıdı.

''Evet, çiğ et tüketmek zorundayız.'' Pekala, bunu kabul edebilirdim. Biz de et yiyorduk, sadece çiğ tüketmiyorduk.

''Neden çiğ et yiyorsunuz? Bu zararlı değil mi?''

''Bizim için değil.''

''Peki onu nasıl tüketiyorsunuz? Yani demek istediğim, çiğ eti öğütmek çok zor.'' Dili dişleri üzerinde gezindi ve tek kaşı usulca havalandı.

''Bizim dişlerimizi kendi dişleriniz ile kıyaslamayın.'' Soluk dudakları arasında görünen dişlerine dikkatle baktım. Gözlerimi dişlerinden çekmeden,

''Bizim dişlerimize benziyor.'' dedim. Bana yaklaştı ve dudaklarını daha fazla araladı.

''Dikkatli bak.'' Bende masaya yaklaşarak daha dikkatli bakmaya başladım.

Önce her şey normaldi fakat sonra dişleri uzamaya başladı. İçli bir nefes alarak izlemeye devam ettim. Köpek dişleri bir santimden fazla uzamış, azı dişleri de neredeyse ona yakın şekilde uzamıştı. Bunlara karşılık gelen alt dişleri sivrilmiş fakat çok fazla uzamamıştı. Diş eti kabarmış ve çenesi genişlemişti.

Dehşet ve hayranlıkla izliyordum. Kendimi, okuduğum romantik vampir hikayesinde hissediyordum. Tek fark, karşımda ki Akirli gerçekti.

''Gerçekten sivri mi?'' Saçama sapan sorduğum soruyla kendime vurmak istedim. Çekinerek gözlerine baktım. Sarı gözleri koyulaşmıştı.

''Sivri.'' Tıpkı gözleri gibi sesi de koyulaşmıştı. Derinden gelen, yankı yapan bir ses vardı. Kendime hakim olamadan, parmağımı havaya kaldırarak dişlerine uzandım. Kirpikleri gözlerinin yarısını örttüğünde çenesini havaya kaldırdı. İşaret parmağımı önce alt dişlerinde gezdirdim. Gerçekten sivriydi! Daha sonra ilgimi çok daha fazla çeken köpek dişlerine dokundum. Bir anda dişlerine bana geçirse hiçbir şey yapamazdım. Şimdiye kadar aldığım izlenime göre beni ısırmak gibi ir düşüncesi yoktu. Fakat gözleri için aynı şeyleri söyleyemezdim. Bakışları beni yemek istiyor gibiydi.

Tüm dikkatim ondayken arkamdan gelen çığlık ile yerimden tam anlamıyla sıçradım. Kalbim ağzıma çıktığında Hiyam beni bileklerimden tutmuştu. İkimizde aynı anda Rana'ya baktık. Mavi gözlerinde ki ateşin hedefinde Hiyam vardı.

''Arkadaşımı nasıl yemeye çalışırsın?''

***

Rana

Gözlerimin önünde yaşanan olayla dünyam başıma yıkıldı. Sadece birazcık uyumuştum ve uyandığım da görmem gereken manzara bu muydu? Sabah uyandığımda ki neşem tamamen kaybolmuştu. Çiçek'in küçük parmağı, dev canavarın ağzındaydı. Rheyold beni ısırdığında ona nasıl muhtaç olduğum aklıma geldi. Hiyam'ın planı da bu muydu? Neyi sorguluyordum? Tabi ki buydu!

''Sen ne yaptığını zannediyorsun? Sana güvenmemem gerektiğini biliyordum.'' Çiçek'i, Hiyam'ın tutuşundan zar zor kurtararak, arkama aldım. Hiyam, Çiçek'i vermemekte ısrar etmesi beni daha da çıldırttı. Üzerine doğru bir adım atıp, parmağımı tehditkarca sallamaya başladım.

''Seni uyardım! Arkadaşıma nasıl dokunursun?''

''Rana sakin ol, bana bir şey yapmadı.'' Ah benim güzel ama saf arkadaşım. O nereden bilsin Akirlileri! Onların dişleri arasına bir kez girdin mi, daha kurtulamazsın.

''Arkadaşınıza zarar vermedim. Sohbet ediyorduk.'' Alayla gülerek saçlarımı sertçe savurdum.

''Bana hiç öyle gelmedi! Hemen, şimdi gidiyorsun buradan.'' İşaret parmağımı kapıya doğrulttum. Hiyam'ın gözleri parmağıma dikildi. Kaşlarım burnuma düşmüş, sinirden kıpkırmızı olmuştum.

''Ne oluyor burada?'' Rheyold havada ki parmağımı kavrayıp avuçları içerisine aldığında dudaklarım büzüldü.

''Hiyam, Çiçek'i yemeye çalışıyordu. Sana söyledim, ona güvenmiyorum dedim.'' Sinirden titreyen sesimle zar zor konuştum. Her an ağlayabilirdim. Çiçek, benim yüzümden incinebilirdi. Hiyam'ın ona kafayı taktığına emindim ve tüm sorumlusu da bendim.

''Öyle bir şey yapmıyordum, efendim.'' Hırsla Hiyam'a döndüm. Ayağa kalktığı için başımı yukarı kaldırmak zorunda kalmıştım. Dışarıdan bakılınca ona kafa tutmak pek akıllıca bir hareket değildi. Eminim ki Rheyold'un eşi olmasaydım, tepkisi çok daha farklı olurdu.

Rheyold, derin bir nefes alarak yüzümü avuçları arasına alarak ona bakmamı sağladı. Gözleri çok kısa sarkmış dudaklarıma ve kızarmış yanaklarıma baktı.

''Güzel eşim, biz eşlerimizi yemiyoruz. Bunu anlamış olman lazım.'' Vücudumda ki izleri şimdi göstersem yiyip yemediği ortaya çıkardı! Özellikle bu sabah ısırdığı göbeğim hala acıyordu! Ama evet, gerçek anlamda yemiyorlardı. Ama Çiçek bunu bilmiyordu ki? Ayrıca çok daha farklı bir konu vardı.

''Çiçek, Hiyam'ın eşi değil!'' Dedim anayasadan bir madde okuyormuş gibi. Hiyam'ın homurtusunu duyduğumda tekrar ona dönmeye çalıştım. Fakat Rheyold yüzümü bırakmamıştı.

''Bu güzel sabahı, bu şekilde mahvetmeyelim değil mi?'' Rheyold alnıma dudaklarını bastırarak geri çekildi.

''Rana gerçekten endişelenmene gerek yok. Ben kendi isteğim ile dokundum. Bana zarar vermedi.'' Rheyold beni serbest bıraktığında kollarımı Çiçek'e sardım. Tatlı kokusunu içime çekerken ters ters Hiyam'a baktım.

Çiçek'i ona yedirtmeyecektim!

''Hadi kahvaltı sofrasına geçelim. Az önce yaşananları da unutalım, tamam mı?'' Açık kahverengi gözlerinde ki ışıltı sönmesin diye başımı salladım. Yüzüne düşen sarı kıvırcık saçlarını iterek,

''O zaman, balkona geçin. Ben de çayı alıp geliyorum.'' Dedi ocağa yönelirken.

''Yardım edeyim.''

''Burada yardımlık bir şey yok, sen servisleri aç istersen.''

''Tamam.'' Dedim demesine ama kimse de bir hareketlilik olmadı. Herkes bana bakarken ben Hiyam'a bakıyordum.

''Sen önden geç.'' Sarı gözler, çok kısa arkamda kalan Çiçek'e kaydı.

''Siz önden geçin.'' Gözlerim hafifçe kısıldı.

''Hayır, sen!'' Hiyam boğazını temizleyerek,

''Sizin önünüzden geçmem uygun olmaz.'' dedi. Çok saçmaydı! Tekrar itiraz için aralanan ağzım Rheyold'un beni çekiştirmesi ile yarım kaldı.

''Acele edin.'' Geri dönme çabalarımı savuran bedene çemkirmeye başladım bu sefer.

''Ya Rheyold, onu Çiçek ile baş başa bırakamam.'' Rheyold beni, balkonun korkulukları ile bedeni arasına sıkıştırdı. Tül perde ile kapalı balkonda dışarıdan biri bizi göremezdi.

''Bir şey olmaz.'' İki elimi, tek eli arasına hapsedip tüm hareketimi kısıtladı.

''Nasıl olmaz? Ona nasıl bakıyor görmedin mi?'' Burnunu burnuma sürterek,

''Gördüm. Benim sana baktığım gibi bakıyor.'' dedi, sessizce. Kısa bir an sözlerine daldım. Aklım bulanırken son anda dudaklarıma uzanan dudaklarından kaçındım.

''Ne yapıyorsun? Görecekler şimdi.'' Sözlerimin bitmesi ile boğaz temizleme sesi aynı anda geldi. Rheyold'u ittirip, kimseyle göz teması kurmadan masaya geçtim. Önce Rheyold'un tabağına sonra da kendi tabağıma bir şeyler koydum. Yarım daire şeklinde ki masa da duvar tarafına biz oturmuştuk. Tam karşımda Çiçek vardı. Rheyold benim, Hiyam da Çiçek'in yanında oturuyordu. Çayımdan bir yudum almıştım ki, gördüğüm şeyle neredeyse sıcak çayı püskürtecektim.

Çiçek, Hiyam'ın tabağına yemek koyuyordu ve o ketum, sinir bozucu Akirli ise gülümsüyordu. Gerçekten gülümsüyordu! Homurdanarak bardağımı sertçe masaya bıraktım.

''Kahvaltıdan sonra ne yapıyoruz?'' Çiçek omuzlarını silkerek,

''Eğer istersen dışarı çıkabiliriz.'' dedi.

''Olmaz.'' Anında verilen red cevabı ile Rheyold'a döndüm.

''Neden?'' Bakalım nasıl amntıklı bir açıklama yapacaktı. Hayır dalga geçmiyorum, açıklamaları her zaman mantıklıydı. Sadece benim mantığıma yatmıyordu.

''Senin için insiyatif kullandım. Şimdiye kadar giden hangi kadın geri döndü? Seni tanıyanlar mutlaka bunu dile getirecektir. Yeniden bir krizle uğraşamam. Ayrıca, tehlike her yerde vardır ve kendi gezegenimizde değiliz. Bir ordumuz yok. Son olayları hatırlatmama gerek var mı?'' İmalı sözleri ile gözlerimi devirdim.

''Yok.'' dedim.

''Sorun değil. Evde dururuz. Zaten dışarıda yapacak bir şey yok.'' Rheyold elinde ki çatalı Çiçek'e doğrultarak Hiyam'a göz kırptı.

''Şanslısın, çok ılımlı.'' Çiçek ile aynı anda öksürmeye başladığımız da, sertçe Rheyold'un omzuna vurdum.

''Ne diyorsun ya!'' Rheyold sırıtarak peçeteyle dudaklarını sildi.

''Bir şey demiyorum. Hadi size iyi keyifler biz içerideyiz. Akşam tekrar gideceğim. Yarın da yola çıkacağız.'' Kötü kötü ona bakmaya devam ederken o sırıtarak balkondan Hiyam ile beraber çıktı.

Çiçek ile başbaşa kaldığımızda ikimizde birbirimize boş boş bir süre baktık. Daha sonra gülmeye başladık.

Biz de kafayı yemiştik!

***

Saatlerce konuştuk, sohbet ettik, yemek yaptık. Tıpkı eski günlerde ki gibi küçük mutfağımızda tüm zamanımızı harcadık. Mutfakla işimiz bittiğinde elimizde kahvelerle kendimizi tekrar balkona attık. Güneş batmaya başlamıştı. Tül perdeler hafif rüzgarla dalgalanıyor, turuncu gökyüzü tüm ihtişamıyla renk gösterisine devam ediyordu. Uzun uzun gökyüzünü izledim. Yarın karanlığa tekrar mahkum olacaktım.

''Gökyüzü çok mu karanlık?'' Çiçek de tıpkı benim gibi gökyüzüne bakıyordu.

''Karanlık. Hiç yıldız yok. Ama garip bir şekilde aydınlıkta. Eğer gökyüzüne bakmazsan, karanlık bir gezegen olduğunu anlamazsın bile. Etraf ışıl ışıl, doğa yemyeşil, sakin ama bir o kadarda kalabalık. Her şey düzenli ve sistemli. Tüm teknoloji doğanın önünde diz çökmüş durumda. Asla doğaya zarar vermiyorlar. Daha bir ağaç kestiklerine bile şahit olmadım. Yani kısaca, biz insanların yaptığı hiçbir hatayı yapmıyorlar. Doğa ile savaşmıyorlar, onunla bir oluyorlar.'' Çiçek elindeki kupaya bakarken omuzları içli bir nefesle kalkıp indi.

''Güzel bir yere benziyor. Yani, anlatıldığı kadar kötü değil.'' Dikkatle ona bakmaya başladım. Sabahtan beri Akirlilerle ilgili sorular soruyordu.

''Kötü değil. Alışıyorsun.''

''Burayı özlüyor muydun?'' Kaşlarım hafifçe çatılırken uzanıp elini tuttum.

''Çiçek, benim bir ailem yoktu. Özlediğim tek şey sendin. Nereyi evin olarak görüyorsan orada yaşamaya alışıyorsun. Benim evim Rheyold, bu yüzden burayı özlesem de, artık burada yaşayamam.'' Çiçek elimi sıkarak gülümsedi.

''Anladım.'' İkimizin de bardağını alarak ayağa kalktığında ben de peşinden ayaklandım.

''Ben bir içeridekilere bakayım.''

''Şu tatlının şerbetini koyup geliyorum.'' Oturma odasına girdiğimde bilgisayarlar açılmıştı. İkisi de kafalarını ekranlara gömmüştü.

''İstediğiniz bir şey var mı?'' Rheyold'un bakışları tepeden tırnağa beni süzüp başıyla işaret verdiğinde, gözlerimi devirdim. Kaşlarım havalanırken, Hiyam'ı gösterdim. Dikkatini bize vermemiş parmakları klavye üzerinde seri bir şekilde geziyordu.

''Bir kaç saate çıkacağız. Hiyam da benimle gelecek. Söylememe gerek yok ama evden dışarı çıkmayın. Yarın sabah seni almaya geleceğim.'' Kendimi Rheyold'un yanına atarak, karmakarışık ekranlara baktım.

''Hiyam neden seninle geliyor?'' Yanağımı sıkarak saçlarımı karıştırdı.

''Şimdi sana Hiyam'ın ordudaki görevlerinden mi bahsedeyim?'' Dudaklarımı büzerek ofladım.

''Onun için sormadım. Şimdi Hiyam'ın aklı burada kalır, hata yapar diye sordum.'' Başımı öne eğerek, parmakları duran Akirli'ye baktım.

''Ben hata yapmam.'' Öne düşen saçımı parmağıma sararken sırıttım.

''Çoktan bir kaç tane yaptın bile.'' Omuzları şişerken klavyeye sertçe basmaya devam etti.

''Uğraşma komutanımla.'' Omuzlarımı silkerek arkama yaslandım.

''Yemekleri hazırlıyorum. İstediğiniz bir şey var mı?'' Bize hiç dikkat etmeyen Hiyam, nedense tüm dikkatini Çiçek'e vermişti. Çiçek kaçamak bakışlarla ona baktığında yüzümü buruşturdum. Şu Akirli resmen arkadaşımın aklını karıştırıyordu.

''Teşekkürler ben bir şey istemiyorum.'' Çiçek, Hiyam'a döndüğünde, akirli başını iki yana salladı.

''Ben sana yardım edeyim.'' Çiçek ile tekrar mutfağa geçtik. O tabakları çıkarırken ben de sofrayı hazırlıyordum.

''Eşin ile çok yakışıyorsun.'' Yüzümde gülümseme oluşurken bardakları masaya bıraktım.

''Teşekkür ederim. İlk başta çok mükemmel sayılmazdı ama zamanla bir şeyleri yoluna koymayı başardık. Zaten eşlerine çok düşkünler, ister istemez eşlerinin dediklerini yapıyorlar.'' Çiçek gülerek omzumu sıvazladı.

''Adama kök söktürdüğüne o kadar eminim ki.'' Kahkaha atarak saçını çektim. Sofra tamamen hazır olduğunda iki Akirli de içeri girdi. Yemek benim Hiyam'a alttan laf sokmalarım, Çiçek'in ortamı sürekli yumuşatması ve Rheyoldun masa altından beni sürekli dürtmesi ile geçti.

Mutfağı toplayıp Türk Kahveleri ve Çiçek'in yaptığı tatlı ile balkona çıktık. Ben kahveyi Rheyold'un önüne bırakarak tatlı tabağını da ikimizin ortasına koydum.

''Bu ne tatlısı?'' Hiyam'ın sorusu ile Çiçek saçını kulağının arkasına sıkıştırdı.

''Baklava.'' Hiyam hızla Çiçek'e döndüğünde ikisi arasından geçen bakışma bana kalp krizi geçirtecekti. Bu kadar kısa sürede bunlar neyin anısını biriktirmişlerdi.

''Eline sağlık, çok güzel olmuş.'' dedi sevgili eşim. Resmen tatlıya gömülmüştü. Böylece Hiyam ile Çiçek arasında geçen bakışmayı da sadece ben görmüştüm. Çatalı sertçe Rheyold'un çatalına geçmiş tatlıya geçirdim. Hırsla tatlıyı çiğnerken birden kendimi ayakta buldum. Rheyold elimden tutarak beni sürüklemeye başladı.

"Nereye?" Ağzım dolu olduğundan sesim boğuk çıkmıştı. Kendimi saniyeler içinde yatak odasında buldum.

"Çıkacağım şimdi. Biraz hasret giderelim dedim." Başını boynuma gömdüğün de homurdandım.

"Daha çok komutanını koruyor gibisin." Onu kendimden uzaklaştırarak yatağa oturdum.

"Ya Çiçek'in aklını karıştırırsa. İşte o zaman onu elimden kimse alamaz." Rheyold bıkkın bir ifade ile valize eğildi ve yeni bir gömlek çıkardı.

"Çiçek, çocuk değil. Kendi kararlarını verebilir. Sen niye bu kadar endişeleniyorsun?" Üstünde ki gömleğin düğmelerini tek tek çözerken dikkatim açılan tenine kaydı.

"Ama onun ailesi var." Gömleği gümüş teninden sıyırarak valize tıktı.

"Bırak da bunu o düşünsün." Yeni gömleği üstüne geçirmeden önce ayaklandım ve çıplak tenine sarıldım. Bunu çok seviyordum. Kış güneşinin altında karalara yatmak gibiydi.

"Onun incinmesini istemiyorum. Ailesi kahrolur." Rheyold kollarını etrafıma sararak dudaklarını saçlarıma bastırdı.

"Eminim ki, Çiçek'in mutlu olmasını ister. Bırak da Çiçek nasıl mutlu olacaksa öyle olsun." Derin bir nefes alarak çenemi göğsüne yaslayarak alttan yüzüne baktım.

"Güzel eşim benim, kadere bir kere müdahale etmeye çalıştın. Ama başaramadın. Bu sefer bırak da kader kendi yolunu çizsin."

***

Çiçek

Rana'nın arkasından şaşkınlıkla bakarken yüzümde hissettiğim yumuşak dokunuşla yavaşça Hiyam'a döndüm. Sarı gözleri bir başka parlıyordu. Kirpikleri ağırca açılıp kapandı. Parmak uçları, bir kelebeğin dokunuşları gibi yüzüme düşen kıvırcık tutamı geriye attı.

"Çok güzelsin." Tatlı bir kızarıklık yanaklarıma yayıldığında, açık hava bana yetmemeye başlamıştı. Daha fazla nefes için dudaklarım aralandı.

Üstüme eğildiğinde yutkunarak sırtımı duvara yasladım. Heyecandan mı korkudan mı bilemediğim telaşla avuçlarımı sert göğsüne yasladım.

"Tatlı için teşekkür ederim." Ilık nefesi yüzümü okşuyordu. Daha önce hiç almadığım bir koku etrafımı sarmıştı. Bir şeye benzetmek zordu ama en yakın söyleyebileceğim koku, portakal ile nane karışımı gibiydi.

"Rica ederim." Hiyam'dan geldiğini anladığım koku ile başım dönmeye başlamıştı. Tüm bedenim aniden gevşemiş gibi hissediyordum. Benden uzaklaştığında hep daha iyi hem daha kötüydüm.

"Ben, sana bir şey vermek istiyorum." Hiyam elini cebine attığında sessiz derin nefesler alarak kendime gelmeye çalışıyordum. Fakat Hiyam konuşmaya başladığında nefesim tekrar kesildi.

"Seni ilk gördüğüm an da eşim olmanı istemiştim. Fakat sen güvenli bölgedeydin. Seninle tekrar böyle karşılaşacağımı tahmin edemezdim. Seni daha yakından tanıyınca tüm fikrim değişti. Ben seni nasıl istiyorsam, senin de beni öyle istemeni istiyorum." Şaşkınlıkla açılan gözlerim, duydukları ile uğuldayan kulaklarım ve puslanan zihnim ile çok sağlıklı olduğum söylenemezdi.

Heyecan, korku, bilinmezlik hepsi aynı anda damarlarımda gezmeye başlamıştı. Ondan etkilendiğim için heyecanlıydım, karar vermem gereken şey büyük olduğu için korkuyordum, geleceğim bilinmezlikte kaybolmuştu. Tek kelime edemedim. O da konuşmamı beklemiyordu zaten. Küçük beyaz kadife kutuyu masaya koydu ve kapağını açtı.

Gözleri ile aynı renkte, sapsarı yuvarlak bir taş, gümüş ve elmaslarla süslü yaprakların tam ortasındaydı. Bir çiçek gibi dizilen taşlar, zarif bir yüzüğü ortaya çıkarmıştı. Hayatımda gördüğüm en anlamlı yüzüktü.

"Bugün burada ki son günüm, yarın gideceğim. Gitmeden önce eş seçme zamanı olacak. Ben seni bekleyeceğim. Eğer bu yüzüğü takarsan kimse seni almaya cesaret edemez, benden başka." İki elimi de elleri arasına aldı. Gözlerimi yüzükten çekerek Hiyam'ın gözlerine diktim.

"Senin ile bir aile kurmak istiyorum. İstediğin her şeyi sana verebilirim, seni asla üzmem. Ne kadar zaman istiyorsan verebilirim. Yarın güneş batana kadar seni ilk gördüğüm o yerde, parkta bekliyor olacağım." Ellerimi dudaklarına götürerek her ikisine de tüy kadar yumuşak öpücük kondurdu. Donmuş bir şekilde kalmıştım. Son kez bana bakıp balkondan çıktığında söylediği sözlerin altında kalmıştım.

İlk defa bu kadar uzun cümleler kurmuştu ve onlarda beni darmadağın etmişti. Masanın üzerinde ki yüzüğe bakarken, yanaklarımı ıslatan bir kaç damlaya izin verdim.

Kararım belliydi. Ama bunu kendime nasıl itiraf edecektim?

***

Evet, ne oldu şimdi?

Anlayanlar, anlamayanlara anlatsın. 😂

Aslında aklımda Hiyam'ın, Çiçek'i yakalaması vardı. Bu şekilde olması arada aklıma gelmiyor değildi ama emin olamıyordum. Sonra yorumlarda üst üste isteyerek gitsin yazılarını görünce, dedim ki neden olmasın.... Ve sonuç 🎉💯

Bu arada Hiyam'ı nasıl buldunuz? Son anda içinden çıkan romantikliğe ne diyorsunuz? Garibim, başına neler geleceğinden habersiz 🤭

Neyse, hepinizi öpüyorummmm 🥰

Şuraya Hiyam'ın yüzüğünü bırakıyorum.


Continue Reading

You'll Also Like

HAFIZA By betulcengell

Mystery / Thriller

5.8K 1.4K 46
Tamamlandı ✔️ Hafızanızı kaybetmiş ve yaralı bir şekilde kocaman, kaos içinde olan bir hastanede uyansanız ne yapardınız? Cehennemden kaçmaya çalışan...
763 353 17
"GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİNDEN ALINMIŞTIR Ömer ve Ayşe'nin unutulmaz, hayat hikayesi. İkisi de nasiplerini bekliyordu.. Tevafuklu iki gencin gönüll...
757K 17.5K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...