FİZÂNİ

Galing kay safiye-20

10.7K 849 199

Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hisset... Higit pa

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
MAHRU
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH

KARGAŞA

130 13 2
Galing kay safiye-20

Gözlerim iflas etmiş durumdaydı. Artık içime doğru ağlıyordum.  Ahsa'ya tüm yaşadıklarımı anlatmıştım akşam üzeri evine tek başıma gelip umutsuzca iç çektikten sonra kendimi tutamayıp ağlamıştım. Hiçbir şey anlatmamak gibi bir seçeneğim kalmamıştı. Çoğu şeyi gizleneminin vermiş olduğu yorgunluğu artık taşıyamaz hale gelmiştim. Olanları anlatmakla doğru mu yoksa hata mı yapmıştım çünkü anlattıklarımın üzerine Ahsa hiç de güzel bir tepki vermemişti. Amir abi engel olmasa gecenin bir vakti onun kapısına dayanacaktı.
Sabah güneşi odayı aydınlatırken getirmiş olduğu bitki çayından bir yudum aldım. Mahzun bakışlarım yatak örtüsünün desenlerin de gezindi. Yorgunca nefes aldığımda odanın kapısı sertçe açılmıştı. Başımı çevirdiğimde onu görmemle kaşlarım çatıldı. Öfkeli bakışlarından anladığım kadarı ile Ahsa'ya söylediğimi öğrenmiş olmalıydı. Öfkeli bakışlarına karşılık nasıl baktığıma dair en ufak bir fikrim yoktu.

"Ahsa'ya ne anlattın.!"

"Dün yaşadığım her şeyi anlattım."

Öfkeli bakışları yüzümde gezindikçe yumuşar gibi olmuştu.

"Herşeyi... olayları nasıl bir çıkmaza sürüklediğini bilseydin bu kadar rahat olmazdın."

Umursamadım. Bakışlarımı evin tahta duvarına sabitledim.

"Makul bir açıklama yapmış olsaydın şuan bana bunları söylüyor olmazdın.Cevaplarını aldığına göre gidebilirsin."

"Sorduğun soruların cevabını alamaya alışık olabilirsin ama burada her sorunun cevabını istediğin zaman alamazsın! Aynı dünyadayız fakat burada ki yaşam senin bildiğin ve yaşadığın hayat gibi değil! Söylediğin bir kelime bile hayatının sonu olabilir. Sadece kendini düşünerek hareket ediyorsun!"

Bana bencilsin dedi. Şımarık bir kız çocuğu gibi davrandığımı ima etti. Farklı yaşam tarzına sahip olduğumuzu biliyordum ama burada aynı yaşam tarzını paylaştığımızı düşünmüştüm. Yanaklarımdan süzülen yaşı görmediği için silme gereksimi duymadım. Suçsuzken beni suçlu duruma düşürmüştü. Ne yapmaya çalışıyordu her ne yapmaya çalışıyorsa gayet başarılıydı.

"Yine kendi açından bakıp kararını ver fakat dün söylediklerimi onaylayarak yeterince açıklayıcı olduğunu da bil."

Birkaç saniye sonra kapanan kapıyla gittiğini anladım. Bir kez daha beni harabeye  çevirip gitmişti. Yüreğim daha ne kadar kaldırabilirdi onun tarafından hiç sayılmayı. Aşık olmak insanı bu denli zavallı biri mi yapıyordu.Sevmenin bedeli bu kadar ağır mı oluyordu? Kırgın bakışlarım oda da gezindi. Ne yapacağımı bilmez halde öylece bakıyordum.
Oturma odasından gelen seslerle odanın kapısını araladım.

"Seni de Hamza ve Said gibi kaybetmemi istiyorsun! Beni sonsuz bir acıya hapsedip bir başımamı bırakacaksın!"

Ahsa'nın sesi sitemden ziyade hüzün barındırıyordu. Aynı candan aynı kandan olan erkek kardeşleri de Akadistan'nın özgürlüğü için şehit olmuşlardı. Oturma odasını kaplayan suskunluğu yine Ahsa bozdu.

"Beni geçtim karının suçu ne? Böyle bir risk alarak onu ve hepimizi nasıl bir çıkmaza sürüklediğinin farkında mısın? Sakın tüm bunları bizi korumak için yaptığını söyleme !"

Sevdiklerinin canını yakarak onları nasıl koruyabilirdi ki insan? Bütün şüphelerimi doğrulamasına rağmen bir umut bekledim fakat yine hiçbir cavap alamadım.

"Nur'un gönlünü almadan onu götürmene müsade etmeyeceğimi biliyorsun."

Kalbim tekledi. İçten içe Ahsa bilmem kaçıncı teşekkürlerimi sundum. Eğer o olmasaydı dün yaşadıklarımı kimseye anlatamaz yine kendi kendimile kalakalırdım.

"Kırdığım gönlü ne zaman kırık bıraktığıma şahit oldun?"

Tok sesinde Ahsa'ya karşı kırgınlık sezmiştim.

"Sorularıma tatmin edici bir cevap verene kadar..."

Sadece benim sorularımı değil ablasının sorularını da  cevapsız bırakıyordu.

"Ahsa'm, sakinleşince oturup konuşuruz.Şimdi birbirinize karşı farkında olmadan kırıcı oluyorsunuz."

Amir abinin ikna edici sesi Ahsa'nın sözlerini yarım bırakırken solunu kaplayan adım sesleiyle kapıyı kapatıp pencereye yöneldim. Camıaçtığım da derin bir nefes aldım.
Acı, bu toraklara has değildi ama bu topraklarda daha derin ve keskindi. Soğuk hava içime işlediğinde yüreğimde ki yangının geçmesini ummuştum. Hâlâ odaya gelmemesi beni şaşırtmıştı. Dalgın bakışlarımı kaldırıp patika yola baktığımda onu gördüm. Kabus görüp uyandığım o gün ki gibi bakıyordu. Hissiz , çelişkili ve benzersiz bir muamma ile.
Benden müsade bile almadan beni karanlık girdabına çektiği o bakış.

Umusamaz ve duygusuz bakışlarımı gözlerinden çekip perdeyi kapadım. Beni bu hale getirmeye ne hakkın var Zeyd Ansarhan.

  

                                     💫

"Törenime geleceğine söz vermiştin?"

Albay Honest alaylı sesi ormanın derinliklerini kaplarken karşısında ki adamın da bakışları da bir o kadar alaylı bakıyordu.

"Oradaydım, etrafına dikkatli baksaydın beni  mutlaka görürdün."

Histerik bir gülüş dudaklarına yayıldı.

"Peki, orada olduğuna inandım. Kanlı törene ne oldu?"

Esedullah başını iki yana sallayarak albayı onaylamayan bir bakış attı.

" Güçlü bir düşman olduğunuzu sanıyordum Bay Honest. Haberin hâlâ size ulaşmamış olması ne vahim."

Albayın gözleri kısılırken kendinden emin konuşan adama kin ve nefretle baktı.

"Yine ne sürpriz hazırladın.?"

"Çok yakında öğreneceksin."

Gök gürlediğinde korkusuzca kendisine bakan adama sırıttı.

"Fehimdar Suri'yi ziyaret ettim."

Esedullah'ın gözlerinde ki kıvılcım her geçen saniye büyüyordu.

"Emirler Meclisini çözmeye başladık. Şimdi de hızla çözülmeye başlayacak."

"Yerinde olsam ,ki bu denli ihmalkar biri değilimdir, kesin konuşmazdım."

"Yoksa bana başka bir sürprizin daha mı var. "

Adamın  ilk kez hafif bir tınıyla güldüğünü duyarken yaslandığı ağaçtan uzaklaşıp kendisine yaklaştı.

"Böyle sorular sorman ne hoş."

Birkaç dakika önce Fehimdar Suri'nin ismi geçince kıvılcım saçan gözler tehlike ile bakıyordu.

"Şimdi merakla beklediğin sürprizinle seni başbaşa bırakıyorum."

Emirler meclisi üyesini ele geçirdiğini söylemesine rağmen hâlâ sürprizden bahsetmesi albayı öfkelendirmişti.  Gözden kaybolan adamın ardından yeminler ediyordu. Neye bedel olursa olsun o adamı yakalayacaktı. Karargaha dönmek için harekete geçtiğinde şiddetli patlama sesiyle olduğu yerde  kalakalmıştı.
"Esedullah!! Yemin olsun ki seni de lanet direnişini de bitireceğim "

Keskin sesi yakıcı bir fısıltı olarak ormana yayılırken koşarak  ağaçların son bulduğu yerde duran arabasına doğru ilerledi.

 
                                        💫

O gittikten sonra Ahsa uzun bir süre benimle
konuşmuştu. Aklımda ki şüphelerin hiçbir önemi olmadığını söylemişti.  Hatta beni çok sevdiğini, Akadistan'a geldiğinden beri onlara karşı bile  benimleyken daha içten davrandığını  dile getirmişti. Zeyd'in beni sevdiğini söylemişti.  Aşkın faydalı birşey olduğunu söyleyip sonra da bana aşık olursan zararlı çıkarsın diyen adam beni seviyor muydu? Kendisinden duyana kadar inanmam mümkün değildi. O zifiri gözlerin birine aşık olduğuna inanmak ne kadar da mümkündü. Ahsa'nın ilk söyledikleri şüphelerimi gidermekte önemli rol oynasa da eski sevgilisiyle arkadaşça görüşmesinin elle tutulur bir yanı yoktu. O gün ki yağmurun acısı yavaş yavaş çıkımaya başlamıştı. Kendimi fazlasıyla halsiz hissederken aralıklarla vuran baş ağrısı peşimi bırakmıyordu. Bu kez ayakta atlatamayacağımı seziyordum. Alnımı ovalayarak  sağ tarafıma döndüğümde hafifçe yatakta doğruldum.  Ahsa yapmış olduğu karışımdan bir kaşık daha yemezsem bu gece benim için bitmezdi. Sedirin üstünde hafif  oturur pozisyonda uyuduğunu gördüm. Ne zaman gelmiş olacağına dair tahminlerde bulunma zahmetine girmedim. Soğuk havaya rağmen üstüne bir şey örtmemiş olması sinirimi bozmuştu. Sessizce üzerini örterken sert çehresinin bana yumuşak baktığı zamanları özleyen tarafıma kızdım. Yüreğim onun esaretine düştüğünden beri ne hale gelmiştim.

Örtüyü örter örtmez kolumu çekeceğim an bileğimin nazikçe kavranması ile irkilirken uzun kirpiklerini yavaşça araladı. Ağır ağır nefes almasını uyumasına yormamam gerektiğini çok geç anlamıştım.
Özlem duyduğum o yumuşak bakışını şuan içtenlikle bana sunuyordu.

"İkiyüzlü olduğuma gerçekten de inanıyor musun.?"

Gece gece ne diyordu bu adam.
Bileğimi parmaklarından kurtaramazken zifiri gözlerine bakmak zorunda kalmıştım. Bedenime yayılan sıcaklıklığın tesiri altından kalmamak için gözlerimi kapayıp açmam işe yaramamıştı.

"İnanıyordum... ama sözlerimi doğrulayana kadar."

Derin bir nefes aldı.

"Dürüst olmam gerekirse nadiren ne dediğimin farkına varamıyorum."

Ve hep bu nadiren farkına varamadığı zamanlar bana denk geliyordu. Dün ki  sözlerini yeniden hatırlarken kırgın bakışlarım zifiri gözlerindeydi.

"Bencil birine açıklama yapmak zorunda değilsin."

Parmaklarını bileğimi okşar gibi hareket ettirdiğinde yutkundum. Kendine gel Nur.

"Sorunun cevabını aldığına göre bileğimi bırakır mısın?"

Gözlerini  gözlerimden anlık kaçırıp tekrar beni bulduğunda nazikçe bileğimi serbest bıraktı. Arkamı dönüp küçük masaya doğru ilerledim.

"Değilsin."

Loş karanlığa hakim olan sesiyle başımı hafifçe çevirip nedenini bilsem bile soru soran gözlerle ona baktım.

"Bencil değilsin."

Bana bu şekilde bakmaya devam ederse koşar adımlarla ona ulaşıp sarılabildim. Daha önce de yaptığım gibi tüm kırgınlıklarımı unutabilirdim. İnsan sevdiklerine karşı çok fazla unutkandı ya da çok çabuk unutmayı tercih ediyordu. Bakışlarımı üzerinden çekip Ahsa'nın yapmış olduğu karışımdan bir kaşık alıp üzerine de yarım bardak su içtim. Bakışlarını üzerimde hissetmeme rağmen emin adımlarla yatağa doğru ilerledim.

....

"Sorun ne Amir?"

Elimi yıkadığım da  Ahsa'nın endişeli sesini duyar duymaz oturma odasına gitmiştim. Halsiz bedenimi ayakta güçlükle tutarken bitkin bakışlarım Amir abi de idi.

"Dün akşam bahsetmiştim. Güvenliğiniz için Zeyd'in evine gitmeniz gerekiyor."

"Biliyordum, direnişçilere katıldığınızı biliyordum."

"Ahsa bunu zaten konuşmuştuk."

Titrek bir nefes alıp Amir abiye kısa bir bakış atıp bahçeye çıkan Ahsa'nın hemen peşinden de Amir abi çıkmıştı. Neler olduğunu az çok anlarken bende Amir abinin peşinden çıkarken Ahsa konuşuyordu.

"Çocukları bu yüzden uyanır uyanmaz Zeyd'in evine gönderdin değil mi?"

Amir abi cevap vermedi.

"Siz orada savaşırken benim burada oturacağımı nasıl düşünebilirsin!"

Çocuklarının ona ihtiyacı olduğunu burada kalması gerektiğini  çok iyi bilmesine rağmen böyle bir cümle kurmuştu. Amir abi  sevgiyle Ahsa'ya bakıyordu.

"Çocuklarımız için burada kalmalısın Ahsa, benim içinde." dediğinde elini tutarak konuşamaya devam etti.

"İşler yolunda gitmezse ne yapacağını biliyorsun."

Amir abiye sarıldığın da romantik havayı dağıtmamak adına bakışlarımı ağaçların olduğu tarafa çevirdiğimde onu gördüm. Bahçeye çıktığım andan itibaren görmezden gelsem bile sonunda yüz yüze kalacağımızı biliyordum.

"Gitmemiz gerekiyor."

Sert bir sesle dile getirdiği sözlere aldırmayan Ahsa bu defa ona sarıldı.
Veda eder gibi...
Amir abi uzaklaşırken çırpınan yüreğim eşliğinde Ahsa ile beraber gitmek için eve yöneldiğimizde bana seslenmesiyle durdum.

"Nur."
Usulca ona döndüğüm de bitkin bakışlarım rüzgarın savurduğu saçlarında gezinerek zifiri gözlerini buldu. Birkaç adım da yanıma ulaştığında ben ne olduğunu anlayana kadar belimi kavrayan kolları bedenimi bedenine kenetlemişti.
Deniz kokusu...
Kalbim alev alırken bu alev bedenime sıçramıştı.

"Zeyd."

Tüm benliğime şifa vereceğin yerde neden zarar veriyorsun?
Neden beni umutlandırıyorsun?
Neden seni daha çok sevememe sebep oluyorsun?

Çaresizce çıkan sesime isyan ettim. İçine çektiği derin nefesle yavaşça geri çekildi.
Tıpkı dün gece ki gibi bakıyordu. Bana öyle bakma Zeyd  eğer böyle bakmaya devam edersen herşeyi anlayacaksın.

"Eskisi gibi bakman için geri döneceğim."

İçime işleyen tok naif sesiyle kirpiklerimi kırpıştırdım. Tek bir kelime söyleyemeden gidişini izlemeye beni mahkum ederken ona tutunan tarafım daha da güçlenmişti.

....

Ferida teyze ve Dua'nın da buraya gelmişlerdi. Onlarında gelmesiyle işin ne kadar ciddi olduğunu anladım. Onun için endişelenmiştim.
Kollarımı göğsümde kavuşturup hırkama daha çok sarıldım.

"Çok solgun görünüyorsun bir derdin mi var kızım."

Ferida teyzenin yatıştırıcı sesiyle bakışlarım onu bulduğunda beni başka yerlere sürükleyen kızım kelimesiiyle düğüm düğüm olan boğazıma rağmen yutkundum. Bu durumda tüm bedenim ağrıdığını en şiddetli kış soğuğuna maruz kalmışım gibi üşümemi bilip de birde benim için endişelenmelerini istemezdim.

"Hayır iyiyim sadece biraz kendimi iyi hissetmiyorum."

Dua emin dercesine bana bakarken gözlerinde endişe vardı. Ferida teyze derin nefes aldı.

"Eğer Zeyd oğlum için endişeleniyorsan gönlünü ferah tut kızım, onalar nasıl davamız için savaşıyorlarsa o davanın sahibi de onların muhafızıdır."

Ne güzel ve içten bir duaydı.Dua tüm kapıların tüm çıkmazların tek anahtarıydı.
Ben Müslümanım diyenlerin tek umudu, tek sığınağı.

Artık çok iyi biliyordum. O direniş örgütüne mensup bir savaşcıydı. Akadistan topraklarını özgürlüğüne kavuşturmak her şeyini feda edenlerden sadece bir tanesiydi. Akadistan Direniş Örgütüne herkes aynı şeyi biliyordu daha fazlasına ulaşmak mümkün değildi. Haklarında hiçbir bilgi bulunmayan gizli ve tamamen buranın halkından oluşan bir yapı. Gönüllü mücahitler, Esedullah'ın askerleri.

Ahsa'nın Ferida teyzeye seslenmesiyle irkilerek kirpiklerimi kırpıştırdım. Dua ile başbaşa kalmıştım. Günlerdir fırsatını bulupta konuşamamıştım şimdi tam sırasıydı. Ufaktan bir laf atarak tahminlerimi doğrulmaya başlamalıydım.

"Düğününüzü ne zaman yapıyoruz?"

İlk başta anlayamasa da birkaç saniye sonra kızaran yanakları ve gülümseyen dudakları hemencecik onu ele vermişti.

"Daha  erken ama hayırlısıyla o da olur, ama çok da gece bırakmak istemiyoruz."

Dua'nın heyecanlı sesine karşılık gülümsedim.

"İnşallah olur, senin adına çok mutlu oldum. Nasıl anladın diye soracaksan sen sormadan ben söyleyeyim son zamanlarda sen de Ubeyd de çok gülümsüyor. Önceden kara kara bakıp düşünceli bir hale bürünürdünüz."

Tatlı tatlı gülümsedi. Aşık olmak, aşık olunmak insana renk katıyordu. Benim rengim solsa da şu koca kasabada kalan bir avuç insanlarda bu canlı renkleri görmek beni mutlu ediyordu.

"İtiraf edeyim ilk başta  Zeyd ile evlenmeni hiç istemedim. Alya ile olmasını istiyordum ama biliyorsun ihanet etti şimdi ise Emirler Meclisinin hapishanesinde."

Her ne olursa olsun yine de duygulanmıştı. Kolay bir şey değildi çocukluk arkadaşının vatanına ve davasına ihanet ettiğini öğrenmek.

"Şimdi Zeyd'i  mutlu görünce hepimiz mutlu oluyoruz."

"Hepimiz?"

"Ubeyd, Behnan abi, Ahsa abla ve diğerleri . Düşün amcam bile mutlu oluyor."

Benim göremediğim o mutluluğu herkes nasıl görebiliyordu.

Onun odasından almış olduğum battaniyeye sıkıca sarılmış Ferida teyze doğduğundan beri bitmek bilmeyen bu savaşa dair yaşadıklarını ve diğer insanlardan duyduklarını anlatmıştı. Altmış yaşından fazlaydı.
Ve bu savaş o doğmadan önce de vardı.Tüm insanlık mutluluk ve refah içinde yaşarken Akadistan hep kan ağlıyordu. Mahzundu. Dünya, sanki Akadistan bu dünyada yokmuş gibi davranıyordu.

Şems yemek yapan annesine Ferida teyzeden ona özel olan yemeği tarif etmesini istemişti. Şems'in ısrarlarına dayanamayan Ferida teyze onunla beraber mutfağa gitmişlerdi.
Baş ağrısı gittikçe artarken yavaşça alnımı ovalayarak pencereden dışarı baktım. Temiz hava anlık rahatlatmış olsa bile işe yaramamıştı. Derin bir nefes aldığım da içime işleyen soğukla bir kez daha anlamıştım kış mevsiminin geldiğini. Ailemden altı aydır ayrıydım. Altı ay... Bir ay olduğunda ne kadar tedirgindim o kasvetli hücrenin içinde öylece öleceğimi düşünürken bir an da onu esaretine mahkum olmustum asla çıkış yolum yok gibi gözükürken her şeyin ortaya çıkmasıyla aileme kavuşacağım günün savaşın bir nebze bile olsa durulduğu zamanı beklemem gerektiğini söylemişti. Tüm bunları yaşarken aylar geçmiş ve belkide ailem benden ümidini kesmişti.

Kulakları sağır eden büyük bir patlama sesiyle yerimden sıçrarken istemsizce ellerim kulaklarımı bulmuştu. Omuzlarından zemine düşen battaniye ile soğuğa maruz kalan bedenim titredi. Patlamanın üzerine bir yenisi daha eklenirken hafifçe sallanan evle pencerenin kenarını tutan parmaklarım buz kesmisti. Kimseyi duyamıyordum. Birkaç saniye bekleyip başımı hafifçe kaldırıp dışarı baktığımda dumanların yükseldiği yeri gördüğümde nefesin kesildi. Onların gittiği istikametten yükselen dumanlar içimi dağladı.

"Zeyd."

Çınlayan kulaklarım belli belirsiz bir ses duyduğunda bile o sesi umursamadım. Kötü şeyler düşünmemeliydim. Her şeyi göze alarak onu sevdiğimi söylemeliydim. Bitkin bakışlarım buğulamasıyla ona haksızlık yapmış olduğumu ısrarla dile getiren tarafım vicdanımı sızlatmıştı. Bana eskisi bakamn için geri döneceğim

Bana seslenildiğini daha iyi duyarken Dua'nın üzerime battaniyeyi sardığını hissettiğim de şimdi ne dediğini daha iyi anlıyordum.

"Gitmemiz gerekiyor."

Başımı onu onaylamayarak hareket ettirdim.

"Lütfen Nur kendine gel."

Neydi beni en çok sarsan şey ilk kez bombalı bir saldırıya bu kadar yakından hissetmek mi yoksa onu kaybetmiş olma düşüncesi mi?

"Ama Zeyd..."

Bencil davranıyorum onun da sevdiği orada.

"Zeyd ,her zaman ki gibi yaptığı şeyi yapıyor, diğerleri de."

İtiraz edemedim. Halsiz ve bitkin adımlarla hemen yanında onu takip ettim. Mutfağa girdiğimizde yerin altına açılmış olan kepengi gördüğümde şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırdım. Zeyd'in araştırmalar yaptığı masanın yerinde yeller esiyordu. Şimdiye kadar farketmemem çok normaldi.

Merdivenin hiç son bulmayacağını düşünürken sonunda geniş bir alana gelmiştik. Büyük bir mutfak tezgahı, duvarın hemen dibinde iki büyük sedir önünde masa , sedirin tam karşısında bir bölme ve onun hemen yanında bir kapı vardı. Uzun bir süre kalınacak bir şekilde tasarlanmıştı. Dua'nın kepengi kapatmasıyla ortam gaz lambalarıyla loş ışığa bürünmüştü.

Ferida teyze Kur'an-ı Kerim olurken Dua da ona eşlik ediyordu. Ahsa, Şems'i sakinleştirmeyi başarmış ve uyutmustu. Kapanan gözlerime rağmen Zayn'i dinlemeye devam ediyordum.

"Ahmed babasının şehit düşmesi ile birlikte ailesiyle beraber Türkistan da çalışan abisinin yanına gitti."

Kapanan gözlerime direnerek kirpiklerimi araladım hemen yanımda oturan Zayn'in neden sustuğunu görmek için başımı hafifçe ona çevirdim. Kapalı gözlerini açtığında dudaklarını araladı.

"Her zaman ki gibi öğleden sonra oyun oynamak için toplandığımız yere gittiğimde orada sadece birkaç arkadaşımı gördüm ve herşeyi anladım... dün gece kulaklarımı kapatan annnemin neden bunu yaptığını da."

O daha on beş yaşındaydı. Bu kadar çok kayıp fazla değil miydi? Zayn sadece dayılarını ve arkadaşlarını kaybetmişti ya diğer çocuklar. Bu acıların yanında ağrıyan bedenim ve  başımın ne hükmü vardı ki.

"Koşarak Balamir'in merkezine gittim. Sonra Maisa'yı gördüm."

Bulanık bakışlarım yanaklarından süzülen gözyaşın da takılı kaldı. Kimi diye sormadım tıpkı az önce anlattıklarını sormadığım gibi.

"Ona babaannesi bakıyordu anne ve babası şehit olmuştu. Onlarda o gece şehit olmuş. Maisa da."

"Biliyor musun Nur?"

Bu bir soru değildi . Kendi kendine anlarını hatırlatmaydı. Kaybettiği arkadaşlarının yerine koymuştu beni, en çok Şems'i.

"Maisa çok güzel uçurtma yapardı. Ama şehit olduğunda kollarını kaybetmişti. O günü iyi hatırladığım gibi bir şeyi çok iyi biliyorum onun cennete daha güzel kolları olacak, belki de kanatları. Belki de hangisini isterse onu"

Hep acı diyorum ya, onu sevmek bir acı, ona katlanmak, ailem den ayrı kalmak, masum insanların katledildiğini görmek. Ben o gün gerçek acıyı hiç tatmadığımı öğrendim.

Belkide acı kişiye göre ,yaşanılanlara göre değişen bir kavramdı. Belki de biz acıyı çok basit gördük.

Zayn cevap vermek istesem bile dudaklarımı aralayacak gücü kendimde bulamazken gözlerim loş ışıkta yavaş yavaş karanlığa gömülüyordu.

"Anne! Yengeme bir şey oldu."

Saniyesinde yüzümde hissettiğim parmaklarla Dua'nın sesi çok uzaktan geliyordu. Ferida teyze de birşey söylüyordu ama anlayamıyordum. Üç tane kadının nasıl bu kadar ses yapabildiklerini yadırgadım.

Herşey gittikçe karanlığa gömülmeye başladı.

"Eskisi gibi bakman için geri döneceğim."

Sesini yeniden duymak beni derin mutluluklara sürüklüyordu. Ailemin varlığı içimi ısıtırken kollarımı göğsümde kavuşturdum. Ahsa'nın sesi ayırt edemeyeceğim kadar uzaktan geliyordu. Kollarımı göğsümden çeken parmaklara direnemedim. Bedenim de hissettiğim soğuklukla nefesim kesildi. Sanırım daha fazla dayanamayacaktım. Kendimi bulamayan bir insan olarak kendimi kaybettim.

                               
💫

Gözlerimin önünde uzanan uçsuz bucaksız deniz manzarasına karşı derin bir nefes aldım. Güneş tenimi yakmkatan ziyade ferahlık veriyordu. Çıplak ayaklarıma aralıkla temas eden sakın dalgaların güneşin vermiş olduğu ferahlıkla sanki bambaşka bir huzurun kapısını açıyordu.

Saçlarımı okşayan rüzgar açık mavi elbisemin eteklerini savururken ıslanma endişesine kapılmadan bir adım daha attığım da adımlarım dalgaların esiri oldu. Derin bir nefes alıp başımı kaldırıp ufka baktığımda eksik olan bir parçayı ardımda bırakmış gibi arkama döndüğümde onu gördüm. Bulunduğu yer sanki olduğum yerin
yansımasıydı. Farklı denizlerin kıyısındayken aramızda mesafe yok gibiydi. Ayakkabılarına sertçe çarpan dalgalar giderek şiddettini arttırıyordu. Öylece durup bana bakarken yüreğime işleyen bir tebessüm sundu.
Alnını okşayan saçlarını geri iterken sonsuza kadar onu izlemek istedim.

Bulunduğu yerde ki denizin rengi değişmeye başladığın da aynı anda sular da yükselmeye başlamıştı. Çehresinde ki tebessümün yerini ciddiyet aldı. Dizlerine kadar ulaşan su yükselmeye devam ederken denizin rengi tamamen koyu kırmızı olmuştu. Yüreğimi ele geçiren korkunun sanki sonu yoktu. Bedenine çarpan dalgalar umrunda değildi.

"Zeyd!"

Bu ismini kaçıncı telaffuz edişimdi sayamamıştım. Çıplak ayaklarıma temas eden kumlar yürüyüşümü yavaşlatmak için yarış ediyor gibiydiler. Bu kadar yakın mesafeye rağmen hâlâ onun olduğu kıyıya ulaşamamıştım. Belini geçen suyla endişem daha çok artarken daha da hızlı koştum. Ona seslenişlerimi duymaması hâlâ kıpırdamadan durması yüreğimi parçalıyordu. Artık ona ulaşmama birkaç adım kalmıştı bitmeyen mesafeler sonunda bitmişti. Ona ulaştığım an kuvvetli bir dalga bedenimi geri savururken elbisemin yavaş yavaş kızıla boyandığını korku dolu gözlerle izledim. Saçlarımdan damlayan kızıl sularla başımı kaldırıp endişe dolu gözlerle ona baktım.
Zifiri bakışları çelişkilerle dolu bakıyordu. Sanki deniz bedenini zincirlemiş de onu hareket edemez hâle getirmişti.
Tüm bedenini kaplayan denize sanki engel olabilecekmişim gibi ayağa kalkmaya çalıştım.

"Zeyd!!"

Birkaç dakika sonra artık nefes dahi alamayacaktı. Ayağa kalkmayı başardığım da elimi ona uzattım.

"Zeyd!"

"Burdayım, yanındayım."

Kirpiklerini dahi  kırpmayan adamın sesini nasıl duyabiliyordum? Kollarımı kavrayan güçlü parmaklarla kirpiklerimi araladım.

"Yanındayım."
Yaşadıklarım bir kâbustan mı ibaretti.
Gözlerinde ki endişenin yerini ışıltılı bir bakış aldığında benden habersiz yanaklarımda yol bulmuş olan gözyaşlarını parmağıyla naifçe sildi. Onu kaybetmekten korktuğum içindi bu gözyaşları. Aramızda ki yakınlık kabustan başka bir rüyaya geçmiş olduğumu gösteriyordu. Gerçekte bu denli yakın olamazdık. Onun odasındaydım. Bakışlarımı istemsizce kaçırdığım da sessiz bir seda ile konuştu.

"Bizi çok korkuttun Ay yüzlü."

Bakışlarım yeniden onu bulduğunda tebessüm etti.

"İyi olduğunu gördükten sonra korkunun hiç bir önemi kalmadı."

Bana öyle bakma Zeyd.
Aksilik konuşmaz da olmuştum ki o bana öyle baktıkça hiç konuşamayacaktım. Kesinlikle yeni bir rüyanın içindeydim. Kabusu unutmak için beynim yeniden bir rüya kurguluyor gibiydi. Sanki gerçekten kollarımı tutuyordu. Dakikalar önce ki kâbusta da ayaklarıma temas eden dalgaları, saçlarıma vuran rüzgarı aynı derecede hissetmiştim. İçinde bulunduğum anın gerçekliğini kavramak için sağ yanağında kirli sakallarının arasında kaybolan yara izinin bulunduğu yere dokundum. Belki de o yarayı ilk fark ettiğim gün içime işleyen bakışlarıyla başlamıştı ona karşı olan hislerim sonra gittikçe çoğalmıştı. Parmaklarımın dokunuşuyla gerilen bedenini görmezden gelerek parmaklarımı yara izinin üzerinde hareket ettirdim.

"Sen... Sen gerçek misin?"

Gülümsedi. Gülümsemek ne kadar sıradandı fakat onun için sıradan değildi.  İnsan o gülümsediğinde, konuştuğunda gözünü bile kırpmadan ardından geri dönüşü olmayan bir savaşa bile girerdi.

"Gerçek olmamı mı isterdin?"

Yeni bir rüyanın içinde olduğuma kanaat getirmiştim. Hazır rüyada iken alnına dökülmüş olan saçlarına da dokunsam hiç fena olmazdı. Parmaklarım alnına dökülmüş olan saç tutamlarına ulaştığında dudakların da ki gülümseme daha da büyüdü. Rüyada ki Zeyd'in bu denli güleç yüzlü olacağını hiç düşünmezdim.

"Ne olmamı isterdin?"

Sorusunu yinelediğinde cevap verip vermemek arasında kaldım. Ya bir rüyada değilsem öyle olmasam kendimi bu kadar dinç hisseder miydim? Üstelik bu denli yakın olmamız mümkün değildi ki.

"Gerçek olmanı isterdim."

"İstediğin gibi gerçeğim."

Parmaklarımın arasında ki saç tutamlarının gerçekliğini daha çok hissederken yutkundum. Gerçekten gerçek olabilir miydi? Eğer öyle ise nasıl bu kadar kendimden geçmiştim. Yanaklarım da ki işi hızla artmaya başladı. Parmaklarımı usulca tutamlarından çektim. Onunla konuşmaktan ziyade rüya da olup olmadığımı anlamamın bir çok yolu vardı neden onları tercih etmedim.
Gerçekliğe döndüğümde hiç bir şey söyleyemedim.
Usulca geri çekildiğinde o da hafifçe doğrulmuştu. Az önce ki Zeyd gerçekti sanırım buna sevinmeliydim fakat oluşmuş olan bu garip havanın sonu olmayacak gibiydi. Üzerimde ki örtüyü alırken çok fazla terlemiş olduğumu da fark etmiştim. Dikkatle beni izliyordu. Utançla sert bir nefes aldım.

"İyi misin?"

Kapı yavaşça açılıp Ahsa içeri girdiğinde göz göze gelmiştik. Onun da bakışlarında ki endişe kaybolurken gülümseyerek cam kenarında ki koltuğa ilerleyip üzerinde bulunan ilaçlarla aceleyle ilgilenmeye başlamıştı.

"İyisin değil mi sevgilim?"

Tok ve yumuşak sesi duyar duymaz neredeyse yuvalarından fırlayacak olan gözlerimi ona çevirdim. Dudağının sol köşesi yukarı kıvrıldı. Bir gözünü de kırptığında nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Kalbim zaten kendinden geçmiş bir şekilde atmaya çoktan başlamıştı.

"Biraz daha iyiyim."
Ahsa elinde tuttuğu kase ile yanımıza geldiğinde yatağın kenarına oturdu.

"Hastam ile beni başbaşa bırakırsan memnun olurum karışımı hemen içmesi gerekiyor. Zaten bir saattir buradasın."

Ahsa'nın sözleriyle şaşkın bakışlarımı gizleyerek ona baktım. O benden bakışlarını mı kaçırmıştı yoksa bana mı öyle gelmişti. Yanılmadığıma emindim kesinlikle bakışlarını kaçırmıştı. Dudaklarım da oluşan tebessüme engel olmadım. Göz teması dahi kurmadan odadan çıkan adamın peşinden zevkle baktım.
"İyi olmana da aranızda ki sorunları halletmenize de sevindim."

Tebessüm etmekle yetindim. Sorunların hiçbirini halletmemiştik o her zaman yaptığı gibi sorunların üzerini örtüp yoluna devam etme peşindeydi. Fakat bu defa böyle olmasına izin vermeyecektim.

"Herkes iyi değil mi?"

"Herkes iyi ama bundan sonra iyi olacağımız konusunda endişeliyim Nur."

Aslında kulaklarımda yankılanan patlama sesi sorunun cevabıydı.

"Neden?"

"Aslında her zaman var olan sorunlar fakat son zamanlarda dozunu arttırdı. G.Ü.B'nin askerleri artık bu bölge de Direniş Örgütü ile sıcaktan temasa geçti.  Sona yaklaşıyoruz."

Sona yaklaşmak ne demekti. Ya yok olacağız. Ya köle olacağız. Ya da var olacağız.  Onlar savaşı kazandığında ülkenin tüm zenginliklerini aralarında bölüşeceklerdi. Bütün Akadistan halkını köle olarak çalıştıracaklardı. Belki de hepsini öldürüp toplu bir katliam yapacaklardı. Eğer direniş örgütü kazanırsa bu savaş son bulup yeni bir tarih yazarak bağımsızlıklarını ilan edeceklerdi.

G.Ü.B'nin içinde bulunduğu tüm ülkelerin izlediği iki yüzlü politika binlerce masum insanın hayatını hiçe sayıyordu. Diğer dünya devletlerinin ise Akadistan'ı görmezden gelip yok sayması bambaşka bir boyuttu. Bir taraf katlederken değer taraf görmezden geliyordu. Kendi ülkemin izlediği politika her zaman takdir edilmeye değerdi. Fakat birkaç ülkenin dur demesi birçok ülkenin görmezden gelmesine karşılık ne yapabilirdi. Uzun süredir dünya gündeminden uzağım umarım bir çok şey değişmiştir.

"Amir abin, Abdülvehhab amca, Zeyd ve arkadaşları Direniş Örgütünün bir parçası olduğu için tüm bu olayların ortasında kalıyoruz."

Yani ilk hedef her zaman Direniş Örgütü ve aileleri idi.

Elime tutuşturduğu kase ile kısa bir bakışmadan sonra bir tatlı kaşığı tatmış olduğum tat ile yüzümü ekşittim.
"Bunun hepsini bu şekilde yiyecek miyim?"

"Maalesef vücudunun çabuk toparlanması için yemek zorundasın."

"Tadı çok tuhaf ve kötü."

Yakınır bir sesle dile getirmiş olduğum sözler üzerine güldü.

"Burada bazı insanlar bunu hasta olduğunda değilde sevdiği içinde yer. Çok şifalı bir karışımdır."

İnanmaz gözlerle ona baktım. Gülerek tekrar konuştu.

"Bu akşam hepimiz misafiriniz."

Misafir mi?

"Ahsa şimdi mi söylenir bu."

"Neyi?"

"Misafirleri."

"Başka ne zaman söyleyebilirdim acaba? Sakın yattığın yerden kalkma. Hem sen misafir dediğimi bakma karşılık yüzünden bu gece buradayız"

"Olmaz, kendimi iyi de hissediyorum."

Beni onaylamayan bir ses çıkarıp konuştu.

"Kendini toparlamadan ayağa kalkman direncinin düşmesine sebep olur. Bu defa daha da zor toparlanırsın. Rabbim korusun."

"Ahsa?"

"Nur herkes hasta olduğunu biliyor hem sen ilacını bitirip dinlen."

Kaseden bir kaşık daha aldığımda ayağa kalkıp kapıya doğru yönelmişti.
....

"Şimdiye kadar direniş örgütüne mensup olduğunu neden bana söylemedin?"

Kafamda neler kurgulamıştım. Yatağın köşesine oturmuş pencereden dışarı bakıyordu.

"Herşeyin kuralları vardır. Direnişin de kendine özgü kuralları var."

"Eşine bile söylememek bir kural mı?"

Gülümsedi.
"Evet, bu kural aileyi korumak için vardır ama genellikle uyulmaz çünkü Akadistan da herkes bu direnişe hizmet eder ve herkes kendisini bilir. Eğer istersen buna sende dahil olabilirsin. Her direnişçi Esedullah'ın askeri değildir. Esedullah'ın askerlerini hiç kimse bilmez işte bu kural da sadece Esedullah'ın askerleri için geçerlidir."

Can kulağıyla onu dinlerken sende direnişin bir parçası olabilirsin dediğinde neredeyse sevinçten ayağa kalkıp ona sarılacaktım.

"Direnişin bir parçası olmayı çok isterim."

Yeniden gülümsedi. İçim kıpır kıpırdı heyecanla yeni bir soru sordum.

"Onu hiç gördün mü? Nasıl biri, ailesi var mı?"

"Bilmiyorum. Esedullah hep yüzünü kapatır onu karargâh haricinde bir yerde de görsem asla tanımam. Esedullah'ı sadece Emirler Meclisi üyeleri tanır. O da onun izin verdiği kadar."

"Oldukça gizemli birisi."

Başıyla onayladığın da odaya yeni bir sessizlik çökmüştü. Sabırsızca yerimde kıpırdayarak sırtımı yaslamış olduğum yerden ayırdım. Kesik bir nefes alıp konuştum.

"O kızla görüşmen de Direnişe mensup olduğun için mi?"

Koyu hareleri özenle yüzümde gezindi.

"Hangi kız?"

Yutkundum.

"Eski sevgilin."

Ne kadar etik bir durum. Sığ sulara bile sığmayan bir  şey.

"Evet." demekle yetinirken içimi kaplayan hırçın duyguları dizginlemeye çalışıyordum.

"Onunla arkadaş olman da Direnişin bir kuralı mı?"
Ben bu soruyu daha çok evirip çevirip sorardım.
Tek nefeslik bir gülüş sundu.

"Direnişin bir kuralı değil ama direnişin içinde bulunduğum makamın getirdiği sebepler diyelim."

"Peki."
Başka ne söyleyebilirdim. Üzerimde ki örtüyü sertçe düzenledim.
"Beni anladığını düşünüyorum."
Aynı sertlik ile yüzüne baktım. O ise yavaşça ayağa kalkıp koltuğa doğru ilerledi.

"Herşeyi anlarım ama eski sevgilinle arkadaş kalma sebeplerini de genişliğini de anlayamam."

Cevap vermemek yerine hiç değilse birkaç cümle ile açıklama yapmak bu denli zor olmasa gerekti. Onun her şey kolaydı bir tek bana gelince açıklama yapmakta sorularıma cevap vermemekte zordu.
Koltuğa oturduğunda usulca ona sırtımı dönüp yatağa uzanarak gözlerimi kapadım. O kıza nasıl davrandığı aklıma geldikçe öfkeleniyordum.

....

                         
                             ERİZ ŞEHRİ

Genç kız defalarca soğuk havayı içine çekti. Karşısında oturan adama sıkıca sarılmak istiyordu.
Günlerden pazardı ve ikisi de hapishaneden kaçmayı başarmıştı.

"Hâlâ özgür olduğumuza inanamıyorum."

Bir yandan da adamın hâlâ yanında olmasının mutluluğunu yaşıyordu. Adamın bir türlü onu bulmayan bakışları bir anlık da olsa onu bulmuştu.

"Neden bu kadar çok konuştuğunu sorabilir miyim?"

Adamın sormaktan bıkmadığı sorusu ve onun da cevaplamaktan mutluluk duyduğu soru.

"Mesleğimin etkisi çok olabilir."

"Senin ki mesleği de geçmiş."

Rosie umursamaz bir tavırla konuştu.
"Ben ikimiz yerine de konuşuyorum Bay Suskun."

Genç adam gülümsediğinde Rosie hayran bakışlarını gizlemeden adamın yüzünde gezdirdi. Bu hissin ne olduğunu çok iyi biliyordu daha önce de birçok kez hissetmişti fakat bu defa daha da farklıydı.
"Şimdi ne yapıyoruz?"

Genç adamın ayağa kalktı.

"Zarah'a gideceğiz."

"Zarah'a mı? Yakalanmadan oraya ulaşabilecek miyiz?"

Kendinden emin bir sesle konuştu.
"Hatırlatırım hapishane den kaçtık."

Rosie endişeli gözlerle hâlâ ismini bile bilmediği genç adama baktı.

"Orası kaplı bir alandı kimin nereden çıkacağı belliydi ama şimdi koskoca şehirde nereden çıkacakları belli  değil ki."

Yürümeye başlayan adama yetiştiğin de adam yine kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Bunları düşünüp kafa yormana gerek yok Bayan Dainty. Herşey planlı ve kontrolümüz altında."

Rosie adamın ona soy ismi ile hitap etmesinden hiç hoşlanmıyordu ama şuan da yapacak bir şeyi yoktu.
.....

Kulübenin olduğu taraftan geçip küçük gölün bulunduğu yere geldiğimizde nefes nefese durmuştuk.

"Nereye gitmiş olabilir ki?"
Dua umutsuzca başını iki yana sallayarak konuştu.

"Bilemiyorum ama umarım Amir abilerin peşinden gitmemiştir."

Zayn'in onlara ulaşabilmesi mümkün değildi. Kötü düşünceleri kafamdan silip atmaya çalışıyordum ama daha birkaç gün önce yaşamış olduğumuz şeyler buna izin vermiyordu.

Tepeye koşar adımlarla çıkmayı başardığımızda "Zayn" diyerek seslice bağırmıştım. Sesim yankı yaparak tekrar bize dönmüştü. Dua'nın da seslenmeleri de boşa çıkınca hiç bilmediğim ormanın içinde ilerlemeye başlamıştık. Patika yola giriş yaptığımızda feracemin eteklerini indirdim. Kasvetli hava beni daha da sabırsız ederken sanki içimi boğuyordu. Derin bir nefes alıp durdum. Kış mevsimi ile birlikte göç eden kuşların yerini kargalar almıştı. Kargaların sesi ormanı inletirken duymuş olduğumuz çıtırtı sesiyle bakışlarımız birleşir birleşmez çalıların arkasından çıkan tilki ile ikimizde geri sıçramıştık. Anlık korku ile Çığlık atmamak için gayri ihtiyari elimi ağzıma götürdüm. Tilki ile bakışmamız kısa sürerken aheste aheste yürüyerek ağaçların arasında kayboldu. Korkuyla çırpınan kalbimi teskin etmek istercesine tebessüm ettim.

"Tilki de ki özgüvene bakar mısın?"

Dua sözlerime gülümseyerek etrafı kolaçan etti.

"Balamir ormanları tilkileri ile ünlüdür. Karşımıza çıkacağını tahmin etmiştim daha önceden seni bilgilendirmeliydim ama Zayn'nin durumu yüzünden aklımdan tamamen çıkmış."

"Önemli değil. Zaten anlık bir korkuydu."

Yeniden yürümeye başladığımız da çok fazla ilerlemeden Dua'nın aniden durması ile bende durmuştum.

"Duyuyor musun?"

Kulak kabarttığım da çok yakınımızdan anlamaya muvaffak olamadığım insan sesleri geliyordu.

"Onlar kim?"

Aklımı istila eden kötü düşüncelere yer vermek istemedim.

"Geri dönsek iyi olacak tehlike geçtikten sonra tekrar aramaya çıkarız."

Bu çocuk nereye gitmiş olabilirdi ki? Bizi merak ta ve endişe de bırakmayacak kadar düşünceli bir çocuktu.

Kasabanın olduğu tarafa döndüğümüzde adımlarımız daha da hızlıydı. Dua'nın adımları daha da hızlanırken o koşmaya başlamıştı. Ona yetiştiğim de durdurdum.

"Kaçtığımızı gördüklerinde suçlu duruma düşmez miyiz?"

"Onların gözünde her durumda suçluyuz. Bu ülkenin halkı olmamız bile suç."

Bu denli sığ düşünceli insanların itibarlı olup dünya da saygı görmeleri vicdanımı sızlatmakla beraber gururuma dokunuyordu.

Dua'nın sözleri üzerine tepeyi koşarak çıkmayı başarmıştık. Nefeslenmek almak için durduğumuzda gülümseyerek birbirimize baktık askerleri atlatmayı başarmış olmanın vermiş olduğu rahatlıkla yüzümdeki tebessümle başımı gökyüzüne kaldırdım. Gökyüzü her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Gök gürültüsüyle irkilip kuru otların üzerine oturmuş olan Dua'ya baktım. Elimi uzattığımda elimi tutarak ayağa kalkan Dua ile birlikte daha sakin bir şekilde yürümeye başladık.

Çok geçmeden tepeye inleten bir ses "Durun!" dediğinde içime çekmiş olduğum nefes yarıda kalmıştı. Dua'ya kısa bir bakış attığımda göz göze geldik. İki seçeneğimiz vardı; kaçmak veya emirlerine uymak. Dilahtan gelen sesle kaçma seçeneğini yok sayarak bakışlarımızla birbirimizi onaylayıp askerlere döndüğümüzde ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bütün iş Dua'ya kalıyordu.

"Yerleşim yerinden oldukça uzaktasınız?"
Omuzlarındaki yıldızlara ve bayraklara bakılırsa olup şey yüksek bir rütbedeydi. Yutkundum.

"Komşumuzun çocuğu kayboldu onu arıyoruz."

Doğanın kendinden emin bir şekilde dile getirdiği sözler üzerine asker bizi baştan ayağa sürdüğünde bakışlarında bir rahatsızlık sezmedim. Onun aksine yanındaki askerin bakışları rahatsızlık vericiydi.

"Yasak olduğunu bildiğiniz halde buralarda dolaşmanınız suç!"

"Küçük bir çocuğun hayatı söz konusu onu kaybettik ve bulamıyoruz yoksa neden buralara gelelim daha önceden bizi gördünüz mü? Hayır."

Dua'nın çaresizce dile getirdiği sözleri desteklemek için endişeli bir ses tonu ile konuştum.

"Sorumlu kalmadığımız sürece yasakları uyuyoruz."

Komutan bir an olsun bile bakışlarını Dua'nın üzerinden çekmezken inanmış bakışları anlık beni bulduğunda yanındaki asker konuştu.

"Komutan Boris tedbir amaçlı."

"Biliyorum teğmen, Her ne olursa olsun sizi tutuklamak zorundayım."

Eliyle askerlerine işaret verdiğinde iki asker ellerindeki kelepçelerini bize doğru ilerlediler.
"Suçumuz yokken bu yaptığınızın karşılığı ne?"

Bu adrenmeyi es geçip sitem mi söylediği sözleri bir karşılık alamadı. Ellerimize takılan kelepçe ile yeniden esarete düşmüş olma hissini yenilgiyle kabullendim. Çiğ takmasına rağmen sadece elimi kavrayan askerden bedenimi geri çektiğimde öfke ile askerin yüzüne baktım.

"Peki sizin bu topraklarda hiçbir hakkımız olmadığı halde burada bulunmanız suç değil mi?"

Bana doğru adım atan asker duraksadı. Bu istedikleri adam gülümseyerek silahını yerine koydu.

"Sakin olun bayan burada bulmamızın tek amacı bu topraklarda yıllardır sağlanamayan huzuru sağlamak."
Susumayı tercih etmekten başka çarem yoktu daha fazla bir şey söylersem o zaman suçlu duruma düşerdim.. Başını öne eğmiş Dua'ya bakan komutanın bakışlarından hiç hoşlanmamıştım.
Sert bir nefes alıp başımı sık karşıdan olduğu tarafa çevirdiğimde biri bir ağacın gövdesinden başını uzatıp bize doğru bakan Zayn ile göz göze geldim. Gözlerindeki suçluluk duygusunu görebiliyordum artık yapabileceği tek şey evdekilere haber vermekti fakat onların da diğerleri gelene kadar yapabileceği bir şey yoktu.

"Gidiyoruz."

Sessizce bekleyen duanın yanında yerini aldım. Dua ile kısa süren bakışmamızda çaresizlik vardı.
....

Yağmur şiddetini giderek arttırmıştı. Sırt çantasının ardını hiçe sayarak hedefine kilitlendi.

"Ubeyd, kuzey de üç kişi."
Ubeyd"Tamamdır."dedikten sonra Behnan etrafı kolaçan etti ve güney tarafını gözleyen Amir'in sırtına vurduğunda hızla geri çekilen Amir sitemle konuştu.
"Öylesine vurdun anladık da sırtım neredeyse içime göçüyordu."

Behnan gülerek"Hayırdır Amir yetişkinlikten yaşlılığa mı adım attın."dediğinde Amir gülümsemekle yetinirken Ubeyd yakınır bir sesle konuştu.

"Ortamı yumuşatmaya çalışıyorsun ama silahların konuştuğu ortamı ne kadar yumuşatabilirsin Behnan."

Behram sorulan soruya cevap vermeden önce ayağa kalktı.

"Havanın bile kasvet kattığı bir ortama yumuşatmak için kendimi yoracak bir adam mıyım?"

"Değilsin, şunları hallet de kuzeye giden yolumuz açılsın."

Amir'in sözleri ile Behnan hedefine kilitlendi. Hedefi yok etmeyi başarmıştı.

Arkadaşlarının arasındaki konuşmayı gülümseyerek izleyen genç adam onlara doğru emin adımlarla ilerledi. Behnan eline havaya kaldırıp onu selamladığında başıyla onun selamını aldı. Yağmurun tenine işlemesini göz ardı ederek yürümeye devam ederken göğsünde hissettiği sızıyla durakladı. Kaşlarını çatıp gözlerini kıstığında öfke ile çenesi kasıldı. Hesaplanmayan bir pusuya düşmüşlerdi.
Göğsündeki sızıya aldırmadan ilerlemeye devam etti. Vadide yankılanan silah sesleri eşliğinde bedenini orta büyüklükteki taşı siper etti.

"Zeyd!"

Ubeyd'in sesi vadiye hakim olurken sert bir nefes alıp eline kanayan görüşüne götürdü.



Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

2.1K 158 7
Meryem ailesinin göz bebeği, herkes tarafından sevilen, herkesin isteyeceği biridir. Herkes onu isterken, o sadece gördüğü ilk andan beri unutamadığı...
43.8K 3.5K 50
Yüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden...
752 96 12
Jisung; çiçekleri çok seven, kalp hastası ve okulda zorbalık gören bir çocuktu. Fakat nereden bilebilirdiki çiçeklerinden biri okulun popüler basketb...
7.8K 541 37
Yeni bir güne uyanmıştım... Herşey çok güzel olsun istiyordum ama herşey berbattı. Çünkü annemle babam ayrılmıştı ve benim için o gün hayat bitmişti...