SARA (Tamamlandı)

بواسطة serass

226K 397 39

Geçmiş, geçmişte kaldı demek yetmez bazen. Eğer duyulmak, bilinmek istiyorsa kolayca bugüne ulaşabilir. المزيد

ÖNSÖZ
DÜNYA BENİM!
KİM?
HAYIR!
BİLİYORDUM!
BANA NE!
BÜYÜ
ÇARESİZ
KABUSLAR
BİR YOLU OLMALI
HEDİYE
PEK GÜZEL
BEKLERİM
YAS
AŞK
KIYAMET
KORKUYORUM
AKIL
SÖZDE
EĞRETİ
GARİP
ÇOCUK
KARANLIK
RİSK
AĞIR AKSAK
YENİ
MUTLULUK MU?
HIZLI
KÖTÜ
HAYAT İŞTE!
ŞÜPHE
BURUK
KANADI KIRIK
SAVRULMAK
ALTIN VURUŞ
KURGU
KAPAN
BELİRSİZ
KARMAŞA
UNUTMAK
PLANLAR
KEDER
PUSU
VAHŞET
DEŞİFRE
DİNGİN
BİLİNMEZLİK
SARI ÇİÇEKLER
AŞK VE UMUT

AH KALBİM

6K 10 2
بواسطة serass

         Genç kız, önüne yığılı duran çamaşır yüküne ağlamaklı gözlerle baktı. Bugünkü azabı buydu. Öyle böyle değil hem de. Annesinin özellikle topladığı, dağ misali çamaşırlar kendini bekliyordu. Olabileceklerin yanı sıra en olmazları da eklemişti bu felaket görüntüsüne. Evde ne varsa genç kızın karşısında gibi. Kıyafetler, yatak örtüleri, çarşaflar, sedir minderlerinin yüzleri, vs. Bunların hakkından gelmek akşama dek vaktini alacak. Yeter ki evden kaçıp kırlara gitmesin! 

        Büyük kazanın altına odunları yığdı önce, sıcak su bolca lazım. İçindeki haksızlığa uğramanın isyanıyla ve bu yüzden sinirden titreyen elleriyle odunları tutuşturmak için epey uğraştı. Tam yandı dediği an rüzgarın yüzüne doğru savurduğu duman tersi olduğunu gösteriyor. Bu kadar esintide bu denli zor olmamalıydı bu iş. Yeniden bir çıra parçası alıp bahçedeki ocağın içindeki köze dokunduruyor ve öfkeyle tutuşmasını bekliyor, sonra tutuşan çıraya bir elini siper yaparak hızlı adımlarla kazanın yanına varıyor ve tekrar odunları yakmayı deniyor. Bunu defalarca yaptıktan sonra ateşi yakmayı başarıyor. Yaşamından bezmiş halde ama sırtı dönük olsa da annesinin bakışlarını üzerinde hissediyor. 

         Sara, iyice alevlenen odunların başından ayrılıp çamaşırları ayırmaya başlıyor, beyazlar, renkliler. Bir yandan da söyleniyor. Söyleniyor ki içindeki siniri az da olsa dışarı atsın.

-''Çamaşırlarına tükürdüğümün! Zalim insanlar! Kızları mıyım, köleleri miyim belli değil. Ben sizin vicdanınıza tüküreyim!''

Bu sırada arkasından kendine yaklaşan annesi onu eve bağladığı için memnun bakışlarla süzüyor onu ama kızına çıkışmaktan da geri kalmıyor hafiften:

-''Ne o kız, ne söyleniyorsun kendi kendine? Aklını mı yitirdin hepten?''

Sara, ona dönüp bakmıyor bile, otomatiğe bağladığı hareketleriyle annesine cezamı çekiyorum mesajını veriyor çamaşırları ayırmaya devam ederek. Annesi onun kendisiyle konuşmamasından alınmış gibi, hatta bir parça suçlu gibi sesini yumuşatarak konuşuyor sonra:

-''Şimdi bize çok kızdığını biliyorum ama yarın bir gün bize dua edeceksin! İnsan gençken ileriyi geriyi pek hesap edemez. Ne yapıyorsak senin iyiliğin için.''

Sara yine ona tek kelime etmiyor. Ayırdığı çamaşırların yanından ayrılıp kilere gidiyor, kısa bir süre sonra elinde iki büyük sabun kalıbıyla geri dönüyor. Geniş leğeni koyuyor önüne. Kuyudan çektiği bir kova soğuk suyun üstüne kazandaki ısınmaya başlayan sudan dökmek için ilerliyor. Suratı iki karış ve annesini kendine düşman gibi görüyor son bir iki gündür. 

         Yaşlı kadın, onu böyle görmekten daha bir kötü hissediyor ve gönlünü almaya karar veriyor sonrasında.

-''Sara, benim güzel kızım, etme böyle, anneye babaya asi olunmaz.''

Sara o ana dek sımsıkı kapattığı ağzının birden açıldığını görüyor hem de kendi isteği dışında:

-''Bana neden bu kötülüğü yapıyorsunuz?''

-''Kötülük değil kızım, senin iyi bir geleceğin olmasını istiyoruz.''

Sara:

-''Bu, neredeyse babam yaşındaki adamla mı olacak? İğrenç!''

-''Sus kız!'' diye çıkışan kadın hemen bu ani refleksi yumuşatmaya çalışıyor ardından:

-''Sara, öyle deme. Ben de babanla evlendiğimde baban benden çok büyüktü. Hem yaş önemli değil ki sana değer vermesi, seni mutlu etmesi önemli. Geçim sıkıntısı çekmemek de cabası.''

-''Anneeee biz fakir değiliz ki!''

Anne burada kendini rahatsız eden gerçeği ona hatırlatmak istiyor:

-''Evet ama mal varlığımız iki ağabeyin arasında pay edilecek.''

Sara, sararan yüzüyle bakıyor annesine bir an ve başka bir isyan çığlığı dökülüyor dudaklarından:

-''Nedennnn?! Ben de sizin çocuğunuz değil miyim, nedenn?''

Anne boynunu büküyor ve düşük bir tonda onu yanıtlıyor:

-''Bir kere böyle gelmiş böyle gider. Adet böyle! Erkek evin garantisi, kızlar ise evlenip gider. Hem bunca yıllık adeti bilmez misin?''

Sara artık iyice bırakıyor çenesinin yayını:

-''Size de adetlerinize de....''

Annesi hemen onu susturmak için atılıyor söze:

-''Susss! Susss! Babanla ağabeylerin evde, bir duyarlarsa çok fena olur!''

-''Fena olursa olsun! Beni öldürsünler daha iyi! Siz benimkine hayat mı diyorsunuz?!''

Anne:

-''Deli deli konuşma kız, beterin beteri var!''

Sara annesine daha sert çıkışmak üzereyken kendilerine doğru gelen küçük ağabeyi Kazım'ı gördü. Yağcı karaktersiz diye geçirdi ilk önce aklından Sara. Onun kendi menfaati için yapmayacağı yalakalık yoktu, büyük ağabeyi gibi onu da çok iyi tanıyordu. Kazım yaylana yaylana, biraz alaycı yanlarına gelip durdu. Annesinin yanında kızın başında dikildi. Pis, yapışkan bir gülümseme koydu önce yüzüne ve konuştu:

-''Babam gönderdi beni. Sesinizi duydu da...''

Anne:

-''Yok bir şey, Sara ile konuşuyorduk sadece.''

Kazım:

-''İyi iyi.'' dedi ama bu sözcükler kendine yetmemişti. Sara'ya takılmayı çok seviyordu çünkü:

-''Kız gelin olacaksın ha!''

Sara:

-''Git başımdan zebani!'' diye bir yılan gibi tısladı ona cevabında.

Kazım:

-''Düzgün konuş benimle! Ben senin ağabeyinim!''

Sara bu kez konuşmadı ama eğildiği çamaşır leğeninden doğrulup önce ona ters ters baktı, sonra da gözlerini devirdi. Ağabeyinin bu harekete nasıl uyuz olduğunu biliyordu. Ve düşündüğü gibi de oldu.

Kazım:

-''Oyarım o gözlerini senin!'' dedi ve kardeşinin üzerine yürümek istedi ama anne araya girdi:

-''Dur oğlum. Şunun şurasında düğüne ne kaldı? Rezil etme bizi elaleme.''

Kazım, kardeşine ne kadar sert biri olduğunu hatırlatmanın rahatlığında bir adım geriledi. Annesine dönüp konuştu ardından:

-''Babam seni içeri çağırıyor, şu düğün ile ilgili sana danışacakları varmış.''

Yaşlı kadın oğlunun koluna girip karşılık verdi ona:

-''E haydi gidelim öyleyse, baban bekletilmeyi sevmez.''

Aslında kadının yapmak istediği iki kardeşi birbirinden uzaklaştırmaktı. Çünkü Sara'nın dövüş horozu gibi kabaracağını anlamıştı önceden, şimdi bir kavganın hiç sırası değildi. Ama hem oğlu hem de Sara rahat durmuyordu nedense.

Kazım:

-''Güzel gelin!'' derken kardeşine yine pis pis sırıtıyordu.

Sara:

-''Bana bak sen gelin olsana benim yerime, karıdan bir farkın yok nasıl olsa!''

Kazım bunu duyunca annesinin elinden kurtulup Sara'ya doğru koştu, Sara kendini savunmak için kalın bir odunun yontulmasıyla yapılmış çamaşır tokacını eline aldı. Anne hemen yel gibi ikisine koştu. Sara'yı bir yana Kazım'ı diğer yana savurdu. Sara da Kazım da annelerinin bu gücü karşısında bir an yerlerinde şaşkın kaldılar. Bu ufacık kadın bu kuvveti nereden buluyordu? Ama şimdi bunu sorgulamanın zamanı değildi. Sara elindeki çamaşır tokacını kaldırıp ağabeyine doğru fırlattı, hedefi tutturamadı. Kazım kendini ıskalayıp yere düşen tokacı alıp kardeşine attı. Sara eğilince tokaç başının üzerinden geçip arkasına düştü.

Anne:

-''Yürü be oğlum, deliyle deli oluyorsun!''

Kazım sinirden kızarmış yüzüyle annesinin dediğini yaparken kardeşine bakmıyordu ama onun duyacağı kadar yükse bir sesle konuşuyordu annesiyle:

-''Çok iyi yapıyoruz anne, evlensin de bu deliden kurtulalım! Kocası uğraşsın bu aklı evvel ile!''

Sara, onlar eve girene dek arkalarından baktı, sonra çaresizce leğenin başına çöküp sabunu çamaşırlara sürtmeye başladı, arada bir çitiliyordu onları. İlk bakışta basit ve eğlenceli gibi görünse de bu iş uzadıkça acı veriyordu insana. Sara ellerinin kızardığını gördü ama o kadar öfkeliydi ki ağabeyine canının acısını hissetmiyordu bile. Bir zaman sonra içindeki hıncını atmak için leğendeki çamaşırlara daha çok sardı. Sanki çamaşırları değil ailesinin toz pembe düşlerine getirdiği siyah lekeyi çitileyerek yok etmeye uğraşıyordu.

         Sara, ilk anın hızıyla pek bir şey anlamasa da geçen zamanın ardından önce belinin ağrısını hissetti. Doğruldu yerinde, bir eliyle alnına biriken terleri sildi ve alnı biraz köpüklü kaldı bu hareketin ardından. Elini alnından çekerken gördü onun halini. O ufak elleri buruşmuş ve kıpkırmızı. Gözleri doldu kızın, kendine acıdı. Artık kuramadığı sevgi düşlerine, kendine reva görülen muameleye üzüldü önce. Fakat bu uzun sürmedi. Sara'nın kendinin de tam anlamıyla bilmediği bir yanı vardı. Ne vakit böyle hissetse kendini beyninde bir ses yankılanırdı:' 'Kalk, dik dur ve asla hayallerinden vazgeçme!''

         Sara, aklında yankılana bu sesle çamaşır yıkadığı leğenin başından kalktı. Uyuşan bacaklarını açmak için bir süre yürüdü geniş bahçelerinde. Düşündü, düşündü. Aklındaki o sese hak verdi. Dünyaya bir kez geliyordu insan. Neden başkaları kendi hayatını yaşasın? Bu ailesi olsa bile haksızdı bu konuda. Hem sevmeyi ve sevilmeyi istemenin neresi kötüydü. Her şey dengi dengine! Ailesi doğanın uyumunu bozduğunu görmüyordu bile. O adam gitsin başkasını alsın kendine karı diye. Ve yine aklına düşlerindeki o genç ve yakışıklı yüz geldi oturdu. Sara bunun üzerine birden sakinledi, yine gülümsemeye başladı. Onu bir bulsa, ona söyleyeceği çok şey vardı ama galiba o ateşli halinde beyninin kendine oynadığı bir haldi. Kasabada onu, hatta ona benzeyen birini görmemişti. 

       Sara, umudunu kaybetmemekte kararlı, olsun diye düşündü. Elbet karşıma çıkacak. Aklımdaki yakışıklı bana öyle göründü demek ki. Birden ve yeniden kalbinde yeşeren umut ona güç verdi. Yıkadığı çamaşırları duruladı ve ipe serdi. Kalan yığına baktı, daha o kadar çoktu ki! Bu sırada acıktığını hissetti, güneş tepeye yükselmişti. E öğle olmuş, tabii karnı acıkır. Kalanına yemekten sonra devam ederdi. Ağır adımlarla eve doğru yürüdü, eve yaklaştıkça babasının ve ağabeylerini sesleri çalınmaya başladı kulağına. Hala evdeydiler ve bu gerçekten oldukça sıradışı bir durumdu. Evliliği düşündüğünden çok daha önemliydi onlar için.

       Sara eve birkaç adım kala içinden gelen bir uyarıyla duraksadı, kendini belli etmeden ne konuştuklarını dinlemeye başladı. 

Baba:

-''Bu kız geçen kaybolduydu ya hani, bir gören olmadı değil mi? Halimiz millete dedikodu malzemesi olmasın!''

Büyük ağabeyi Recep:

-''Baba sorma ya! Öyle bir hızlı ki o kadar mesafeyi nasıl aştı da oraya kadar gitti anlamadım. Doğrusu oraya dek varacağını tahmin etmemiştim. Bahçe sınırına dek varmış''

Kazım:

-''Vallahi öyle baba. Halilgillerin kahyasının oğlu olmasa zor bulurduk onu orada.''

Baba:

-''Yeni kahya mı almışlar.''

Kazım:

-''Delikanlının yalancısıyız.''

Baba:

-''Delikanlı?''

Recep:

-''Evet, Sara'yı görüp bize haber veren o. Yeni kahyanın oğlu.''

Baba:

-''Hmmm... Onlar daha burada yeni, laf söz olmaz umarım.''

Kazım:

-''Sanmıyorum baba.''

Sara konuşmaların burasında onlardan koptu gitti. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Düş değildi gördüğü! Oydu! Yeni kahyanın oğlu! O kadar heyecanlanmıştı ki tuhaf bir şekilde göz yaşlarının yanaklarına döküldüğünü duydu. Oydu, oydu! Hem de gerçek!

         Sara, ani bir hareketle geri döndü ve tam aksi yöne doğru hızla yürümeye başladı. Bir anda her şeyi unutmuştu. Ne ailesi ne yıkanacak çamaşırlar! Deli gibi arka bahçeye attı sonra kendini ve yürüdü, yürüdü.

Yoğun dikenlerin çit görevini gördüğü bahçe sınırına gelince bir an durakladı. Dikenlerin kollarını ve yüzünü çizmesine aldırmadan onların içine daldı. Niyeti dikenlerin arkasında ne olduğunu görmekti. Eğer şansı varsa onu da görebilirdi. 

     Dikenlik alan genç kızın düşündüğü kadar dar değildi. Yabani dikenler oldukça kalın bir duvar oluşturmuştu, biraz daha içlerinde ilerlemesi gerekiyordu. Bu arada omzunu çok acıtan bir sıyrılma hissetti, bu öyle güçlü bir acıydı ki gözlerini yaşarttı. Hafifçe dönüp baktığında ana yığının içindeki kalınca, dikenli bir dalın adeta omzunu biçtiğini gördü, kanıyordu üstelik. Bir eliyle onun üzerini kapatıp bastırdı, şimdi zamanı değildi. Bedeninin acısıyla duraklamak olmazdı. Gittikçe acısı artan omzunu daha sıkı bastırdı ve ileriye doğru uzandı. Sonunda dikenli çalılığın sonunu bulmuştu. Ara ara beliren boşluklardan diğer yana baktı. Gördüğü bomboş topraklar, bir Allahın kulu da yoktu. 

       Sara, içinde bir şeylerin yıkıldığını duydu ve üzüldü, üzüldü. Fakat sonra kendine kızdı bu umutsuzluğundan dolayı. Oğlan yirmi dört saat buralarda gezinecek değildi ya! İşleri vardır elbet. Biraz beklerim, olmazsa yine gelirim diye geçirdi aklından. Bu noktada omzunun acısını daha fazla hissetmeye başladı. Yüzünü buruşturarak yavaşça geri gitmek için davrandı. İşte o sırada duydu onun sesini:

-''Baba! Baba işte buraya kaçmış!''

Sara güm güm atan kalbiyle geriye dönüp baktığında onu gördü. Tıpkı anımsadığı gibiydi. Çok tatlı ve dayanılmaz yakışıklı. Bir ineği arkasından ileri doğru itmeye çalışıyordu. Derken babası da göründü. Babası koşup geldi delikanlının yanına:

-''Ben bunu hallederim, sen diğerine bak!''

Sara adamın uzaklaşmasını bekledi. Artık tüm dikkati ondaydı. Delikanlı ondan habersiz engebeli ve çalılık arazide diğerinin girmiş olabileceği yerlere bakıyordu. Bir ara tam Sara'nın olduğu yerdeki dikenlerin önüne geldi. Dikkatli bir şekilde o kalın dalları aralamaya başladı. Sara geri gitmek istese de taşlaşmış gibi yerinden kıpırdayamıyordu. Ve olanlar oldu. Delikanlı bir dalı daha çektiğinde Sara ile burun buruna geldi. Önce oldukça şaşırdı, arkasından bir kahkaha atıp konuşmaya başladı:

-''Aha ha ha! Sen ne garip bir kızsın! Neden bu dikenlerin arasına giriyorsun ki?''

Sara önce ona diyecek bir laf bulamadı, seni görmek için geldim de diyemezdi. Yaptığı normalmiş gibi bir hava vermeliydi ona.

Sara:

-''Ben garip falan değilim. Sadece geçen gün burada düşürdüğümü sandığım kolyemi arıyorum!''

Delikanlı, pek inanmamıştı sanki ona:

-''Yaaa! Buldun mu pekiyi?''

-''Hayır! Beni böyle lafa tutarsan tabii bulamam!'' diyen Sara aslında onunla konuşmak için yanıp tükeniyordu.

Delikanlı:

-''Oldu o zaman ben sizin vaktinizi almayayım.''

Sara ardından dur, gitme diye bağırmak istese de sesi çıkmadı o an. Delikanlı birkaç adım attıktan sonra aniden durdu ve geri döndü. O güzel, iri kahve gözleriyle Sara'ya bakıp konuştu:

-''Tanışmayı unuttuk. Ben yeni kahyanın oğlu İlhan. Senin adın ne?''

Sara, birden gereksizce diklendi ona:

-''Sana ne?''

Delikanlı alaycı bir şekilde güldü ve ona karşılık verdi:

-''Anladığım kadarıyla bu dikenlerin içinde daha çok karşılaşacağız, en azından birbirimizin adını bilelim dedim.''

Sara, bir an düşündü ama müthiş bir utangaçlık gelip üzerine yerleşmişti. Zor duyulan bir sesle ona adını söyledi :

-''Sara.''

Delikanlı ondan ayıramadığı bakışlarının eşliğinde konuştu sonra:

-''Çok güzel bir adın varmış.''

Sara, bu kadar heyecana dayanamayacağını düşündü sonra. Geldiği yöne dönüp dikenlerin içine daldı. O sırada İlhan arkasından konuştu:

-''Ben de memnun oldum seninle tanıştığıma! Yabani Sara!''

Sara, daha çok utandı ondan. Ama o an sakin davranmak elinde değildi ki! O düş sandığı bir anda gerçeğe dönmüştü. Kaç kalp buna sakin kalabilir? Sara, ah kalbim, derken içindeki sevginin birden nasıl da büyüdüğünü hissetti. O gözler, o tatlı kıvrımlara sahip dudaklar gerçekten gerçekti! Sonrasında bir mutluluk sardı her yanını. Bulmuştu onu sonunda. 

      Sara bir vakit rüyada gibi yürüdü ama evleri uzaktan görünmeye başlayınca ayakları yere değdi. Acaba annesi yokluğunu fark etmiş miydi? Etmiştir elbet. Ön bahçede yok olduğunu görmemesi imkansız neredeyse. Bunları anımsayınca hızlandı genç kız. 

      Sara nefes nefese vardığı ön bahçeyi ummadığı kadar sakin buldu. Offf dedi önce, demek kimse yok olduğunu anlamamış. Kulak kabarttığında hala babasının, annesinin ve ağabeylerinin kendi aralarında konuştuğunu duydu. Yine gerildi. Ne düğünmüş be, diye söylendi. Fakat onların istediği düğünün olacağına artık inanmıyordu. İlhan diye fısıldadı kendi kendine ve aşkla gülümsedi yine kendi kendine.


واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

Kesişim بواسطة _Deniz_

قصص المراهقين

22.1K 1K 34
•KESİT• Daha fazla bacaklarım bu acıya dayanmazken "beni bırak, sen devam et." Dedim. "Olmaz, zaten geldik." Dedi. Kaşlarım çatılırken "nereye geld...
16K 1.1K 16
ASKER&DOKTOR 🍂 (Muşlu bir asker adam ile Mardinli bir doktor kadının hikâyesi!!!) 🍂 Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir...
23.5K 519 8
Miran, Meyra'ya 2 yıldır takıntılıydı. Ve onu asla bırakmayacaktı... Meyra arkadaşının evine giderken ormanda bir silah sesi gelir ve o tarafa gider...
127K 1.7K 12
13 Mayıs 2018 #Din içinde 1. Sırada