FİZÂNİ

By safiye-20

10.8K 853 199

Akan kanı hissedebiliyordum. O akan kanın bütün bedenime bir hastalık gibi yayıldığını. O kadar zorla gülüms... More

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
KARGAŞA
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH
İÇİMDEKİ CENNET

MAHRU

158 15 5
By safiye-20


Yüreğe çöken karanlık ruhu incitir.

Bir kaç metre ilerimizde Zarah yazılı tabela görüş alanımıza girmişti. Yol kenarına park edilmiş araçların çokluğu göze çarparken arabayı iki arabanın ortasına park ettiğin de hiç bir şey söylemeden arabadan inmişti. Şehire girmeden uçsuz bucaksız gibi görünen bir yere arabayı neden park etmişti ki. Arabanın hemen önünde karşı tarafta duran gri arabayı gözleriyle abluka altına almayı bırakıp bana ufak bir bakış attığın da arabadan inmem gerektiğini anlamıştım. Madem inecektim hiçbir şey söylemeden inmek acaba ne anlama geliyordu. Yavaşça inip onun yanında yerimi aldığım da başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım.
Kendimi bulduğum bakışları, çehresine her baktığım da tefekkür ettiğim bu adam umarım şüphelerimi boşa çıkarırdı. Umarım ondan şüphe ettiğim için ben kendimden utanırım.

Yüzüne bakmama bir anlam verememiş olacak ki hafifçe kaslarını çattı. Eminim kaşlarını çattığının bile farkında değildi.

"Neden burada durduk?"

Bir yandan da arabalarından inip park eden,yürüyerek şehire doğru ilerleyen insanlara bakıyordum.

"Şehire araçla girmek yasak."

"Neden ki?"

"Savaş bu toprakları mesken ettiğinden beri onlardan izin almadan nefes almak bile yasak. O yüzden bu da yasak."

Gerçek bu olabilirdi ama ne gerek vardı bu denli sert ve açıklamalı konuşmaya.

"Anladım."

Cevap vermeyip yürümeye başladığında onu takip etmeye alışkın olan benliğim hızla ona ayak uydurmuş tu.

Çok geçmeden insanların kaygılarıyla, mutluluklarıyla, huzurlarıyla, öfkeleriyle ve nice duygularıyla sahiplendiği Zarah şehrinin geniş ve 21. yüzyıl da olmasına rağmen hâlâ tarihi dönemleri andıran sokaklarındaydık. Fotoğraflardan daha güzeldi. Yoksul olsa bile her yer temizdi. Genellikle inasnalr yoksul olanların temiz olmadığını söyleyip böyle bir önyargı da bulunurlar. Fakat Zarah şiir gibi bir şehirdi. Bana göre dünyanın en güzel başkenti idi.
Sokak satıcılarının sesleri insan kalabalığın dan ayırt edilemiyordu. Kendimi kalabalığın yanlızlığına öyle bir kaptırmıştım ki elimi kavrayan parmaklarla yerimde sıçradım. Duraklayarak ona döndüğüm de katı yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Parmaklarının arasından elimi kurtarmak için hareket ettirdiğim de buna izin vermeyip elimi eliyle daha da kavradı. Elimi tutmasının bende ki yerini bilseydi elimi tutabilir miydi ki? Beni ne duygulara sürüklediğini zerre bilmezken elimi tutmaya devam etmesine izin veremezdim. En çok da insanların hayatına son veren elini tutmak canımı yakıyordu.

"Bırakır mısın?"

"Başına buyruk yürümeye devam edersen kaybolacaksın."

"Bunun için elimi mi tutman gerekiyor?"

Zemheri bakışları alev alırken dudaklarını araladı.

"Nur, beni yoruyorsun."

Kalabalığın sesinden keskin bir fısıltıyla bana ulaşan sözlerinin gerçekliğine inanmak istercesine yüzüne bakıp kirpiklerimi kırpıştırdım. Peki o beni ne denli yorduğunun farkında mıydı? Asla. Ve hiç bir zaman bunun farkına varamayacaktı.

Dudaklarımı aralayıp cevap verecekken sokağın ortasından yükselen bağırma sesiyle etrafa dağılan kalabalık cevap vermeme fırsat vermemişti.
Genç bir çocuk dağılan kalabalığın arasından meydana atıldığında dağılan kalabalık tekrar toplanmaya başlamıştı. Çocuğun hemen ardından iri yarı orta yaşlı bir adam fırlamıştı.

"Rezil, hırsız seni demek atımı çalacaktın."

Öfke ve alayla sarf ettiği sözler eşliğinde yerde yatan genç çocuğa tekme savurdu. Acı bir inleme sessizleşen kalabalıktan kolaylıkla bana ulaşmıştı.
Çocuk hırsızlık yapmış olsa bile böyle bir muameleyi haketmiyordu. Elim özgürlüğüne kavuşurken heybetli bedeni yanımdan hızla uzaklaşmıştı. Adam zorla ayağa kaldırmış olduğu çocuğa tokat atacakken tek bir hareketle çocuğa tokat atmasını engellediği de adamın öfkeli bakışlarını umursamadan konuştu.

"Ne yapmış olursa olsun bir çocuğa el kaldıramazsın! Bu hiçbir şekilde mubah değil."

Sert sesi sokağı kaplarken kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.
"Senin gibi dinsizden mi öğreneceğim mübahı haramı."

Adamın sözleri gerçek olabilir miydi?
Sersemlemiş bir halde tüm dikkatimi ona verdim.

"Hangi dine mensup olduğumun bir önemi yok önemli olan insan olmaktır."

Olduğum yerde sendelenirken nefesim kesilmişti.
Artık ne konuştuklarını bile duymuyordum. Tüm sözleri gerçek olabilir miydi?
Onunla gelmekle hata mı etmiştim. Bilinmezlikte kaybolup Akadistan dan gideceğim güne kadar onu görmezden mi gelmeliydim. Ama nasıl?
Defalarca bunu yapmaya çalışmıştım fakat hangi birinde başarılı olabilmiştim ki!

Başımı kaldırıp onların olduğu tarafa baktığım da çocuğun başını okşayarak kolunu omzuna atıp ağır adımlarla yanıma gelmişlerdi.

"Akşam Zahir tamirhanesine gel."

Genç çocuk onu başıyla onayladıktan sonra yanımızdan uzaklaşmıştı. Gülümseyerek bana döndüğünde zifiri bakışlarında ki ifadeyi her zaman ki gibi çözemedim. Gülümsemesine karşılık vermezken yüzünde ki gülümsemeyi silip yürümeye başladığında olduğum yerde kalıp öylece peşinden baktım. Beni burada bırakıp gidecek hâli yoktu. Fakat onu sorgulamadan peşinden gitmeme alışmıştı. Öfkeyle gözlerimi kapayıp açtım. Allah'ım tüm bunlar bir an önce son bulsun.

Peşinden gelmediğimi biraz ilerledikten sonra fark ederken omzunun üzerinden baktı.

"Gelmiyor musun?"

Sesi zorlukla bana ulaşırken umursamaz bir tavırla ona bakmaya devam ettim. İnsanı yormak nasıl bir şeymiş göreceksin Zeyd Ansarhan. Hızla dönüp geri gelirken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmamıştı. Kolumu kavrayan parmaklarından sertçe çekerek kurtulduğum da ters bir bakış atarak konuştum.

"O adamın söyledikleri doğru mu?"

Derin bir nefes alıp yeniden gözlerime baktı.

"Ne o adamın ne de benim söylediklerimin gerçekliği var."

Şimdiye kadar bir an bile yalan söylediğine şahit olmamış iken ona inanmamak elimde değildi. Ve bu denli derin bakarken.

"Gerçekten de doğruyu mu söylüyorsun."

"Hâlâ şüphen mi var?"

"Hâlâ?"

Bir adım atıp daha da yaklaştığında kalabalığı hiçe saymış gibiydi.

"Gözler, gerçeğin en hakiki aynasıdır."

Gözler gerçeği söyler de senin gözlerin her zaman bir bulmacadan ibaret.

"Biliyorum."

"O zaman?"

Bu adam ne yapmaya çalışıyordu.

"O zaman mı?...Demek ki gözlerin gerçekçi bakmıyor Zeyd."

Hiç beklemediğim bir şekilde söylediklerime gülümsedi.

"Belki de sen gerçekleri görmemek de ısrar ediyorsundur."

Beklediğim gibi her zaman olduğu gibi konuyu bana getirip kapatmayı amaçlıyordu. Peki öyle olsun.

"O çocuğu neden tamirhaneye çağırdın?"

Konuyu değiştirmeme şaşırmış olsa bile tatlı tebessümünü görmezden geldim.

"Çırağım olacak."

Ayak üstü tanıdığı çocuğu işe mi alacaktı.

"Gidelim mi?"

Sanki başka bir çarem vardı.

Zarah'ın geniş sokakları dar sokaklara yerini bırakırken hafif yokuş yukarı çıktığımızda yeniden düz bir sokağa gelene kadar nefes nefese kalmıştım. Kalabalık yerini birkaç insana bırakırken artık merkezden uzaklaşmıştık. Her gün bu kadar yol yürüdüğüne inanamıyordum. Üç katlı bir evin köşesini döndüğümüzde salkım şeklinde neredeyse solmuş sarı-beyaz çiçekli ağaçlar tek ve çift kişilik sedirleri gölgeliyordu.
Tamirhane bu denli tatlı bir yerde olamazdı. Etrafta başka insan olmaması dikkatimi çekerken küçük bir çocuktan farksızdım. Göz alıcı manzara nedensizce beni mutlu etmişti. Ağır adımlarla ağacın altın ilerleyip çift kişilik sedire oturduğunda adımlarım aynı yavaşlıkla onu takip etmişti. Onun olduğu tarafa yaklaştıkça Zarah şehri bütün ihtişamıyla meydan okuyordu. Manzara da ki bakışlarım sakince oturan adamı buldu. İşte ben bu adama aşık olmuştum. Çaresizlik ve huzuru aynı anda tatmak çok farklı bir duyguydu. Derin bir nefes alıp konuştum.

"Tamirhane'ye gitmeyecek miydik?"

Sorumla usulca kirpiklerini araladı ve sonra köyü kahveleri beni bulduğunda kendimin bile zor hissettiği titrek bir nefes aldım. Böyle bakmamalıydı. Şu sıralar neden hep bambaşka bakıyordu.
Bu bakış ona ait olsa bile kesinlikle bana karşı kullandığı bakış olamazdı.

"Daha sonra gideceğiz... Burada olmaktan memnun değil misin?"

Cevap vermedim bu şekilde bakmaya devam ederse ona şüphe duymadan inanmaya devam ederdim.

Şüphelerim açıklığa kavuşmadan nasıl normal davranabilirdim. Gerçekten evli çiftler gibi yan yana oturup vakit mi geçirecektik. İlk karşılaşmamızı sonra nasıl tanıştığımızı hatırlayıp birbirimize yâd mı edecektik. Bizim hiçbir şeyimiz olması gerektiği gibi değildi ki. Bizim için herşey imkansızlıklar üzerine kurulmuş bir düzendi.

"Sevebileceğini düşünmüştüm."

Harabeye çevirdiği kalbimin yıkık duvarlarından solgun çiçekler filizlenmeye başladı.

Bana bahşettiği bu bakışları hürmetine saatlerle de sınırlı olsa bile bütün şüphelerimi yok sayma kararı aldım. Sevgi insanı umut vaad eden bir bakışa dahi muhtaç ediyordu. Onu güzel hatırlamaya ihtiyacım vardı. Beni kendine mecbur edip ona aşık olmasaydım. Ölümü dahi göze alarak ülkeme dönmek, aileme kavuşmak için mücadele ederdim. Fakat o ve burada ki masum insanlara haksız yere yapılan zulüme göz yumup arkama bile bakmadan gidemezdim. Büyük bir gerçek vardı ki buradan gidecektim ve buna mecburdum. Beni bekleyen, belki de benden ümidi kesen endişelenen bir ailem vardı.

"Sevdim... manzara gerçekten de muhteşem."

İçimden bir ses fısıltıyla "Her şeye rağmen sen daha muhteşemsin Zeyd." dediğinde dudaklarım acıyla kıvrıldı. Sürekli kendime sorduğum bir soruyu yeniden sordum. Ben ne zaman bu adamı bu denli çok sevmiştim.
Tebessüm etti.

"Oturmayacak mısın.?"

Yüzümü okşayan yağmur damlalarının yerini sert ve süratle yağan yağmur damlaları almıştı. Adımlarımızı daha da hızlanırken yürüdüğümüz sokaklarda kimsecikler kalmamıştı. Yağmur gittikçe şiddetlenirken artık bedenimi de işgal etmeye başlamıştı.

"Tamirhaneye daha var mı?"

Durduğunda bana döndü.

"Çok var."

Bu yavaşlıkla oraya sırılsıklam olmadan varamazdık.

"Oraya gidene kadar çok ıslanmaz mıyız?"

Zaten durduğumuz için daha çok ıslanıyorduk. Bakışlarıyla bana hak verirken aklıma çılgınca bir fikir gelmişti.

"Koşalım mı?"

Kahveleri teklifimin gerçekliğine inanamıyormuş gibi bakıyordu. Kabul etmeyeceğini tahmin ediyordum. Islanan saç tutmaları alnında ki yerini alalı çok olmuştu.

"Yolu biliyor olsaydım zaten sana teklif etmeden koşmaya başlardım."

"Peki."

Doğru duyup duymadığımı teyit etmek için pervasızca konuştum.

"Doğru mu duydum ben, sen az önce benim istediğim bir şeyi kabul ettin."

Gülümsedi.

"Ben oldukça iyi bir koşucuyumdur bu yüzden koşmamız için elini tutmam gerekiyor. İzninizle Nur hanım."

Elimi tutan parmaklarının bende açtığı yarayı bilseydi böyle bir şeyi teklif etmezdi.

Sadece adını duyduğum Zarah sokaklarında yağmurun altında katil olduğunu, ülkesine ihanet ettiğini, karmakarışık bir adam olan sevgili eşimle koşuyordum. Buna ben bile inanamazken kim inanırdı ki.
Gök gürültüsü ile irkilirken elimi kavramış olan parmaklarını daha da kenetledim.

Nefes nefese "Biraz soluklansak mı?"dedim.

"Az kaldı. Çok ıslandık hasta olacaksın."

Doğru söylüyordu. Feracemi geçtim kazağım olmasına rağmen yağmur tenime işlemişti. Bedenimde hissettiğim ürperti ile yavaş adımlarımızı tekrar hızlandırıp koşmaya başlamıştık. Ben onu koşmasına değil de o benim koşmama ayak uyduruyordu. Gök gürlemeye devam ederken şimşekler de aralıklarla çakmaya başlamıştı.

Geniş sokağa adım attığımız da onun durması ile bende durmuştum. Başımı sağ tarafa çevirdiğimde Latin harflerle yazılmış olan Zahir tamirhanesi yazan yeri gördüm.

Tamirhane den içeri girdiğimizde tamirleri tamamlanmamış olan arabalarla üç tane genç çocuk bizi karşılarken Zeyd heybetli bedeniyle önüme geçmişti.

"Hoşgeldin Usta."

Koru halinde dile getirdikleri kelimelere karşılık başıyla onları onaylayıp avuçlarının içinde ki elimi çekiştirerek arabaların olduğu bölümün arka tarafına doğru ilerledik.

Odanın bir köşesinde eteklerimden su damlayarak onu bekliyordum. Küçük odanın diğer köşesinde bir soba hemen ilerisinde geniş bir yatak ve yatağın biraz çaprazında kapalı bir kapı vardı. Oldukça boş bir odaydı ve uzun süredir kullanılmadığı belli oluyordu. Zeyd eve gelmediği zamanlar da burada kalmıyorsa nerede kalıyordu. Kapı açıldığında birbirine kavuşturmuş olduğum kollarımı çözdüm. Elinde tuttuğu kıyafetleri bana uzattı.

"Giyinince haber verirsin."dedikten sonra kapıyı yavaşça kapatıp çıktı.

Islanan başörtümü çıkarıp sandalyenin üzerine koyup feracemi çıkardım. Giyindiğim eşofmanın belini sıkılaştırmayı güçlükle başardığım da kzagin kollarını yukarı kıvırdım. Kıyafetlerin içinde kaybolmama ramak kalmıştı. Hücrelerime işleyen denizci kokusu ile kıyafetlerin ona ait olduğunu anlamıştım. Saçlarımı kurular kurulamaz gelmesini söyler söyledikten hemen sonra kapıyı kapamıştım. Yatak hariç oturabileceğim tek şey başörtümü koymuş olduğum tahta sandalye idi. Kapının açılmasıyla başımı o tarafa çevirdim. Yine kendine özgü olmayan kıyafetler üstünde ki yerini almıştı. Saçlarını kurulamamış olması gözümden kaçmamıştı. Dudakları yukarı kıvrıldığın da çok nadir şahit olduğum gülüşünün sebebini anlamam uzun sürmemişti.

"Çok yakışmışlar."

Üşümeme rağmen gülüşü içimi ısıtırken sözleriyle gülümsedim. Beni yakıp küle çeviren şüphelerim olmasaydı içimi ısıtan o gülüşü gidecek olmama rağmen onu unutmam gerektiğini hatırlatan düşüncelerime resti çekerdim. Zeyd Ansarhan ve ben imkansızdık. Bu her ne kadar klişe olsa bile acı bir gerçekti.

Onu buluşum, ona aşık oluşum zamansızdı.

Soru sorarcasına "Saçların?" dediğimde neyi kastettiğimi anlamıştı.

Parmakları ıslak saçlarını dağıtırken kahveleri yüzüm de gezindi.

"Saçlarımı kurulamaktan hoşlanmam."

Sobaya doğru yöneldiğinde kaşlarımı çatmıştım.

"Hasta olabilirsin."

Başını hafifçe çevirip omuzlarının üzerinden bana öyle bir bakışı vardı ki sanki bu cümleyi daha önceden hiç duymamış gibiydi. Cevap vermeyip sırtını tümüyle bana dönmüştü. Beni yine anlamlandırmaya çalıştığım bakışlarını düşünmek için kendimle başbaşa bırakmıştı.

Sıcaktan mayışmış olan bedenim sandalyenin üstünde oturmaktan pek memnun değildi. Pencerenin önünde duran adamın varlığını yok saymaya çalışarak gözlerimi kapadım. Böylelikle yatakla hazin bakışmama son vermiştim. Bu sıcaklık bana sonbahar aylarında çiftlikte ki evimizde samimi aile ortamımızı hatırlatırken içimden hiç eksik olmayan her geçen günde alevlenen hasreti tetiklemişti.

"Bu akşam buradayız, yarın gideceğiz."

Kirpiklerimi araladığım da yüzüme düşen saç tutamlarımı kulağımın arkasına iliştirip başımı kaldırdım.

"Neden?"

"İşlerin hepsini tamamlayamadım."

Söyledikleriyle kendisini bir araya getirememiştim. O ve tamamlayamamak.

Amir abi sormak istesemde sormadım, yine ona göre yanlış olan sorular sorup kendi kendime var etmeye çalıştığım huzurumu kaçırmasını istemiyordum.

"Dinlenmelisin... bugün çok yoruldun."

"Saat kaç?"

Kolunda ki saate bakıp sırtını yaslamış olduğu pencereden uzaklaştırdı.

"On iki çeyrek."

"Nerede abdest alabilirim?"

Sobanın arka tarafını işaret ettiğinde orada da bir kapı olduğunu fark ederken sessizce teşekkür ettim.
Her zaman ki gibi cevap vermedi.

Işığı kapatıp yatağa uzandığım da çok geçmeden kapı yavaşça açılmıştı. Karanlıkta ki silüetin sahibini tahmin etmek zor değildi. Uyuyor olsaydım kesinlikle ne zaman geldiğini duymazdım. İçeri girdiğini bildiğim halde sanki oda da varlığını hissetmiyordum.

"Sakın olun Nur hanım."

Fısıltılı sesi çok yakından geliyordu. Ne kadar yakınımdaydı. Sıkıca kapamış olduğum gözlerimi açtığımda karanlıkta güçlükle seçebildiğim yüzüne baktığımda çok da yakın olmadığımız için derin bir nefes aldım. Kendimi kandırıyordum sadece bir kulaç uzağım da idi. Gülümsediğini anlamak için gözlerimi kıstım. Durduk yere neye gülümsüyordu.

"Sakinim!"

Onun aksine sesim fısıltıdan uzaktı.

"Kalbinin sesini buradan duyabiliyorum."

Kaşlarımı çatıp hafifçe yattığım yerden doğruldum.

" Dibime kadar girersen tabi ki de duyarsın!Bir anda konuştun gece gece korkmam normal değil mi? "

Sessiz bir tanıyla güldü.

"Sen bu kadar çabuk uykuya dalabiliyor musun? Işıkları kapatalı daha on dakika bile olmadı."

Acaba gece gece bu adamın amacı ne idi!

"Tespitlerinle vakit geçiremem, uyuyacağım."

Yorganı üzerime çekip iyice yerleştiğim de tok sesi geceyi şenlendirdi.

"Ne kadar düşünceli bir eşe sahibim... acaba biraz da beni mi düşünseniz hanımefendi."

Usulca hareket ettiğinde yorganı hafifçe çekiştirdiğinde çırpınan göğsüme elimi koydum. Şüphe duyduğu adam içinde insanın kalbi bu denli hızlı atmazdı ki!

Doğal davran ve sakin ol Nur.

"Hayırlı geceler."

"Size de Nur hanım."

Kulaklarım da süzülen yumuşak sesi ile kirpiklerimi kapadım.

💫

Aşk bir çok kusurun üzerini örtse bile gerçeği asla örtemiyordu. Sadece üzerine gölge düşürmekle yetiniyordu. Yenilgilerle bereber kazanmayi da hayatına katarken aşkın sonun da ya acıların ile ya da mutluluğun ile başbaşa kalıyordun. Aşk; İnsanı özü ile yüzleştiriyordu.
Keskin bir nefes alıp kalabalığı ardımda bıraktığım da etrafı kolaçan ettim. Heybetli bedenini hedef haline getirirken bu defa onu kabetmemek için gözlerimi üzerinden ayırmamalıydım. Ona yakalanma korkusuyla neredeyse iki defa onu takip etme fırsatını elimden kaçıracaktım. Baharatçıların, seyyar satıcılarının, giyim mağazalarının olduğu sokakları geçip giderken hedefinin neresi olduğunu merak ediyordum. Sadece kuyumcularla dolu olan sokağı geçip köşeyi döndüğünde derin bir nefes alarak durdum.

"De Luca Bijuteri"

Gözlerimi kısarak renkli tabela da yazan yazıyı okuduğumda kaşlarım anında çatılırken bakışlarım içeride ki adamı buldu. Siyah deri ceketini çıkarıp omzuna attığında duruşu, hareketleri, giyinişi sanki başka bir adama aitti. Acaba çoklu kişilik bozukluğu mu vardı. Aylarca hasta bir adamla beraber yaşayıp birde ona aşık mı olmuştum. Beni ne saçma düşüncelere sürüklüyordu.

Dükkana yaklaştığım da içeride olmadığını fark ettim. Bugün burada her şeyi açığa çıkarmalıydım beni sürüklemiş olduğu astı astarı olmayan düşüncelere son vermeliydim. Dükkandan içeri girdiğim an bağışıklık yapan kokusu ciğerlerime işlemişti. Çeşitli takılar ve aksesuarlar da gezinen bakışlarım duvarda asılı duran çizimlerde karar kıldı. Tüm bu tabloları onun çizdiğine emindim. Buranın sahibi kesinlikle oydu. Fakat neden dükkanın adı De Luca idi. Bu gidişle çok yakında akıl hastalıkları hastanesine yatırılacaktım. Dalgın bakışlarla elime almış olduğum küçük kuğu biblosunu yerine koyduğum da ona ait olan fakat ondan uzak olan sesini duydum.

"Hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?"

Mesela kaç tane kişiliğin olduğundan bahsederek yardımcı olmaya başlayabilirsin. Ressam olduğunu Amir abiye tamirhane de yardım ettiğini söyleyip burada nasıl başka biri olarak karşıma çıktığını açıklayabilirsin.
Buradan gerisini planlamaya gerek duymamıştım artık herşeyi açığa kavuşturacaktım.
Usulca ona döndüğümde gözleri kısıldı. Sadece gözlerimden görüp beni tanımış olması işime gelmezdi. Peçemi indirdiğim de başını hafifçe sol tarafa hareket ettirdi. Üstüne giymiş olduğu beyaz tişörtün üzerinde ki yazıyı gördüğümde göğsümde kabran öfke ile yutkundum.

"Özgürlük güneşin batmadığı imparatorluğun elindedir. "

Hadi gel bir de buradan yak.
Zeyd Ansarhan sen ne yapmaya çalışıyorsun?

"Nur?"

İsmimi söyleyişi birçok soru barındırıyordu.

"Evet, ben Nur. Peki siz kimsiniz?"

Dükkanın içinde bulunan kapısı açık olan odaya baktı. Kahveleri beni yeniden bulduğun da sıkıntıyla nefes aldı.

"Buradan hemen gitmen gerekiyor."

"Hiçbir açıklama yapmadan gideceğine inanıyor musun?"

"Hemen gitmelisin belki daha sonra.."

"Bütün bunları açıklığa kavuşturmadan hiçbir yere gitmiyorum!"

Parmaklarını saçına götürüp düzensizce karıştırdı.

"İnat etmenin sırası değil Nur."

"Şuanda itibaren neyin ne sıra da olduğuna ben karar veririm."

Kolumu kavrayan parmaklarıyla beni çekiştirdiğinde kulaklarımı dolduran ince sesle olduğum yerde çakılı kalmıştım. Yutkunamadım.

"Andrea nerede kaldın?"

Gözlerini kapayıp açtığında çenesi seğirdi. Tok bir sesle "Geliyorum."dediğinde kirpiklerimi kırpıştırdım.
Gerilen yüz hatların da öfke ve kırgınlıkla gezinen bakışlarımı sesin geldiği odaya çevirdim. Şaşkınlığımdan faydalanarak kolumu çekiştirip beni dışarı çıkardığın da tek kelime etmeme müsade etmemişti. Kolumu sertçe kendime çektiğim de meydan okuyarak gözlerine baktım.

"Şimdi git sonra her şeyi konuşacağız."

Acaba ne konuşacağız yine kendi çapında bir açıklama yapıp köşesine çekilecekti.

"Andrea?"

İnce sesin sahibi dükkanın kapısında idi. Gözleri merakla kısmıştı. Orantılı vücudunu saran elbise dizlerinin altında bitiyordu. Bronzlaşmış teni apaçık orataydı. Gözlerinin önüne düşen saçlarını öylesine geri iterken merak dolu ve biraz da hesap soran bir sesle konuştu.

"Bu hanımefendi kim?"

Kadın da ki bakisalrim onu buldu. Zeyd mi desem? Andrea mı? Belki gerçek isimleri bunlar bile değildi.
Ona ait olamayan bir gülümseme ile gülümsedi.

"Kız kardeşim...Mahru."

Duygusuzca dile getirdiği sözlerle üzerime toprak atmıştı. Kadının bakışları parladı.

"Mahru,tanıştığımıza çok memnun oldum ben Alessia. Andrea senden bahsetmişti."

Zoraki bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. Sanırım olacakları çoktan planlamış ve buna göre zemin hazırlamıştı. Belki de onu takip ettiğimi anlamıştı ama yüzünde ki ifade hiç de onu takip ettiğim den haberdar gibi değildi. İçeriden gelen sesin ne dediğini anlamasam da kadın samimi bir gülümseme ile konuştu.

"Sabırsız adam... kardeşini de alıp içeri gelin."

Gülümseyerek dükkandan içeri girdi. Donuk bakışlarım giden kadın da idi. Hissizleşen bedenim uçrumundan düşüp paramparça olmuştu. Yanağımdan süzülen yaşı elimin tersi ile sildim. Gerçekleri bilmek isterken hata mı etmiştim. Belki de Akadistan dan gidene kadar evinde onu bekleyip içimde ona karşı beslediğim duygular ile ona veda edeceğim günü beklemeliydim.

"Sana gitmen gerektiğini söylemiştim."

Başımı ona çevirdim. Nefret dolu bakışlarım yüzünde gezindi. Umarım beni hale getirdiği görebiliyordur. Gerçi bu umrunda bile değildir. Onun umrunda olan tek şey hâlâ vâkıf olamadığım emelleri idi.

"Afedersiniz Bay Andrea, olayların bu noktaya geleceğini hiç düşünmemiştim. Görüyorum ki sende tamin etmemişsin ama yinede her ihtimale karşı bir zemin hazırlamışsın."

"Andrea değil, Zeyd!"

Histerik bir gülüşle konuştum.

"Öyle mi? Bende Mahru'ymuşum."

Derin bir nefes aldı. Bakışlarıyla yüzümü abluka altına almıştı. Artık hiçbir düşüncemi saklamayacaktım. Ona karşı hislarim hariç.

"Sadece birkaç saat üvey kardeşim gibi davranacaksın.... Annen öldü. Akadistan'da doğup büyüdün ve biz tanışalı yedi yıl oldu."

Tüm kurgulanmış olduğu bu oyunu oynamaya mecburdum fakat ben onun kadar deneyimli değildim.
Onun için herşey bu denli basitti. Onun etrafında olan herkes ona teslim olmak zorundaydı.

"Peki."dediğim de şaşırmış gibiydi. Sanırım bu kadar çabuk kabul edeceğimi beklemiyordu.

Bakalım daha hangi yüzünü görecektim. Seni unutmam için bana yeni kapılar açtığın için teşekkür ederim Zeyd Ansarhan. Umursamaz bir tavırla yeniden konuştum.

"Kabul ama senin kadar iyi olamam."

Yüzüne hakim olan öfkeyle çenesi seğirdi.Demek duygularını gizlemeye gerek duymamıştı demin duygularını çok güzel bir şekilde gizlediğine tekrardan şahit olmuştum.

Dükkanın içinde ki odaya girdiğimizde bir bahçeye açılan başka bir kapı ile karşılaştım. Büyük bir masa da karşılıklı oturan adam ve kadın başını bize çevirdiğinde gülümseyen Alessia ve şaşkın ama mutlu bir çehreyle bana bakan adamla göz göze geldim. Bu adam... o gün eve gelen iki adamdan beyaz saçlı olanı idi. Şimdi ise saçı doğal halinde gibiydi. Bakışlarımı adamdan çektiğim de rahatsızca yerimde kıpırdadım. Hayranlık dolu bir sesle konuştu.

"Bella signora... sizi görmek ne güzel."

Sözlerine aldırış etmedim.

"Kardeşim laubali tavırlardan hoşlanmaz Matteo."

Onun tok sesiyle adının Matteo olduğunu öğrendiğim adam sanki bundan daha da memnun olmuştu.
Alessia ayağa kalkıp bana yöneldi.

"Motteo yüzünden tanışmamız yarım kalmıştı.Seninle tanışdığıma gerçekten de çok memnun oldum."

"Bende."

Uzattığı elini sıkarken yüzüne baktım. Sahiden de güzel kadındı.
Rolü kabul etmeme rağmen tüm bunları kabul edemiyordum. Nasıl bir hayata sürgün edilmiştim.
Alessia karşıma oturduğunda o ise hemen yanıma oturmuştu. Benim için zaten yabancı olan ve artık hepten yabancı olan sevdiğim adam. İlk defa aşık olan kalbimin acemi halleri beni o kadar zor durumda bırakıyordu ki içten bir tebessümüne, buğulu sözlerine, sıcak bakışlarına kanıyordu. Zavallı ben, zavallı kalbim.

"Sizi yeniden görebileceğimi hiç düşünmemiştim.... bu benim için çok güzel bir sürpriz oldu."

"Sizinle aynı fikirde değilim."

Sözleriyle adamın yakışıklı yüzünde gördüğüm hayal kırıklığı fazla uzun sürmedi.

"Coğrafyamızın uzaklığı, birbirlerinden haz etmeyen halklarımızın bizi etkilemesini istemem Mahru hanım."

Masumları katleden insanlarla aynı ırktan gelmelerini önyargı ile karşılayamazdım. İstisna olup masum insanların katledilmesine karşı çıkan binlerce insan vardı fakat bu adamın istisna olduğunu sanmıyordum. Onunla aynı masa da oturan bir adam ne denli masum olabilirdi.

Yanımda oturan bedenin sessizliği beni rahatsız etmeye başlamıştı. Sert bakışlarım Matteo bulduğunda Alessia söze girdi.

"Burada kiminle kalıyorsun?"

Gerilen ortamı yumuşatmaya çalıştığı belliydi.

"Bir akrabamda kalıyordum şimdi abimle kalıyorum."

Sessiz bir nefes aldığım da ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Akadistan bana belirli bir kimlik vermemekte ısrarcıydı. Motteo denen adam ayağa kalkıp dükkandan içeri girdiğinde gerginliğim bir nbze olsun azalmıştı.

"Andrea sessizliğin yine üzerinde bu kadar sessiz olmana alışkın değilim."

Aslında çok konuşkan ve neşeli biri miydi? Katılığı sadece bana mı özeldi? Yoksa sadece kendine yabancı gördüklerine mi özgüydü. Onun için bir yabancı da olduğuma göre kesinlikle bana aitti.

"Yorgunum, tamirhane de işler çok uzun sürdü."

Alessia bakışları yumuşadı.

"Amir beye seni çok fazla yormaması gerektiğini söylemeliyim."

Yanımda ki bedenin sahibinin gülümsediğini hissettiğim de kucağımda ki elimi birbirine kenetledim.

"Buna gerek yok.."

"Dostum bir bakar mısın?"

Matteo kendisine seslenmesiyle sözleri yarıda kesilmişti. Ayağa kalktığında nazikçe"Afedersin."diyerek uzaklaştı.
Benim sözlerimi her defasında yarıda kesiyordu. Bu kadının karşında nasıl da bir beyefendi gibi davranıyordu. İkiyüzlülükte derece almalıydı.

Kendimi ait hissettiğim bu beldeye gittikçe yabancılaşıyordum. Bunun tek sebebi insanlardı en çok da o idi.

"Andrea anne ve babasının boşanmasıyla buraya gelmişti sanırım ondan önce de annen ölmüştü değil mi?"

Benim için üzülüyor gibiydi ve beni hiç tanımamasına rağmen oldukça samimiydi. Fakat böyle bir şeyi duygusuzca dile getirmesi hiç etik degildi. Zeyd'in anne ve babası olmuştu. Andrea anne ve babası demek kiyasiyordu. O zaman bu sorunun cevabı evetti.

"Evet."

"Üzgünüm aslında..."

"Önemli değil."diyerek kestirip attığımda yüzüne de hakim olan buruk ifadenin yerini başka bir ifade almıştı.

"İkinizde çok farklısınız sen sert bir mizaca sahipsin, o ise neşelidir."

Bu sözleri üzerine koca bir kahkaha atmak istedim. Bu kararı verdiğine göre onu yakından tanıyor olmalıydı. Galiba benden daha iyi tanıyordu. Sen onu hiç tanımıyorsun ki Nur.

"O da sert ama daha çok anı yaşar."

Bakışlarım onu bulduğunda belki de hiç sormamam gereken o soruyu sordum.

"Abimi nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyorsun?"

Bakışları ışıldadı,sevinçle gülümsedi. Bu kız da mı ona aşıktı.

"Uzun zaman önce sevgiliydik ilişkimizi devam ettiremeyince arkadaş olarak kalmaya karar verdik."

Duyduklarımı algılamaya çalıştım sonra sözlerinin farkına vardığımda hızla sürüklenip, gerçeklik duvarına çarptım. Kemiklerimin parçalara ayrılıp ufalandığını hissettim. Canım neden bu kadar çok yanıyordu. Tüm bunlara kendimi hazırlamamış mıydım? İnsan böyle bir şeye nasıl hazır olurdu ki. Ben böyle bir şey olacağını hiç düşünmemiştim ki! Bakışlarımı hızla Alessia kaçırdım. Nefessiz kalmıştım. Yüreğime çöken karanlık ruhumu incitmişti. Zeyd Ansarhan profili usul usul çökmeye başlamışken şimdi harabeye dönüşmüştü. Onun için ufacık da olsa hiçbir değerim yoktu. Beni eski sevgilisine kız kardeşi olarak tanıtmıştı.

"Mahru gitmemiz gerekiyor."

Dün bana neden o kadar güzel bakmıştı. Önceki günlerde neden bana umut verip sonra da tüm umutları yıkmıştı. Dudaklarıma yerleştiğim samimi gülümseme çaresizliğim en büyük kanıtı idi.

"Hoşçakal."

"Sende."

Sonra tekrar onun sesi kulaklarımı doldurdu.

"Görüşmek üzere Alessia."

O kadınla tekrar görüşecekti. Bunu Zarah'a her geldiğinde yapıyordu. Yanından hızla geçip dükkana adım attığım da o adamın bakışlarını görmezden gelip yüzüne dahi bakmadan dışarı çıkacağım an söyledikleriyle durdum.

"Öfkeli bakışlarınız, hallerinin bile insana haz veriyor."

Gözlerimi kısıp keskin bakışlarımı bir hançer gibi üzerine doğrulttum.

"Siz kendinizi ne sanıyorsunuz! Benimle bu şekilde konuşma cüretini Andrea varlığından güç alarak yapıyorsanız tıpkı sizin varlığınız gibi onun varlığı da yok hükmünde!"

Hâlâ hoşuna gidecek bişey söylemişim gibi bakıyordu. Söylediklerini reddedecek gibi olsa da bir şey söyleyecek olmasına tenezzül bile etmeden dışarı çıktım. Yinelenen ağlama istediğimi bastırdım.
Onu beklemeden yavaşça yürümeye başlamıştım her halükarda bana yetişeceğini biliyordum.

Yanımda hissettiğim hareketlilikle onun geldiğini anlamıştım. Sessizce yürümeye devam ettik. Dün gece kalbimin çırpınmasına sebep olan adam dan bugün nefret eder hale gelmiştim. Kendini kandırıyorsun Nur insan aşık olduğu adamdan bir anda nasıl nefret eder ki! Sadece ona çok kırıldın. İç sesim haklı olabilir miydi?
Bazen insanın nefret diye adlandırdığı duygu büyük bir kalp kırgınlığı olabilir miydi?
Tüm yaşnılanlara rağmen onu o kadından kıskanıyordum.

Kalabalık sokakları, geniş dar caddeleri, hayat veren küçük mahalleleri, çocukların herşeyi umutmaya çalışıp içinde sakladıkları korkulara oyun oynadığı sokakları sükunet içinde geçip Zarah şehrini ardımızda bırakıp eve gitmek için yola çıkmıştık. Onunla konuşmaya nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Doğrusu onunla konuşmak dahi istemiyordum ama çok iyi bildiğim bir şey vardı bana ufacık bir kelime söylese tüm bu yaşanılanları unutacaktım.

Sorunsuz bir şekilde Balamir'e ulaşmıştık. Güneş yerini dün ki gibi kara bulutlara bırakmıştı. Rüzgar bedenimi sertçe okşadı. Sessizliğimizi hala koruyor oluşumuz beni ürkütüyordu. Daha fazla dayanamayıp konuştum.

"Bir açıklama yapmayacak mısın?"

Sesim bahçeyi naifçe kapladığında usulca bana döndü.
Bakışları zifiriydi.

"Herşey apaçık ortada açıklama yapamama lüzum yok."

Benimle bir umut güzel konuşmasını bekliyordum.

"Yani ikiyüzlü olduğunu kabul ediyorsun çünkü ben bugün sende bunu gördüm."

Cevap vermedi. Çıldırmak üzereydim.

"Ne olur ki bir kere sorularıma cevap versen."

Yakarır gibi çıkan sesim beni atmış olduğu dipsiz kuyusunda son çırpınışlarımdı.

"Doğru."

Neyi kastettiğini anlamam uzun sürmedi. Büyük bir hüsranla gözlerimi kapayıp açtım.

Ağaçların göğe uzanan dallarına,aralarından üstümüze düşen yağmur damlalarına baktım. O yağmur damlalarının yerinde olmak istedim, toprağa karışıp yok olmayı diledim. Ona bir umut tutunmaya çalışan parçalarım daha da parçalandı. Kalbim lime lime oluyordu. İçim sarıp beni boğan bu acıyla nasıl başa çıkacaktım.

Yağmur damlaları yüzümü kamçılıyordu.
İçim acıdı.

Onun durmuş olduğu yerin aksi yönüne doğru yürümeye başlamadan sırtım ona dönük bir biçimde konuştum.

"Seni bir daha asla görmek istemiyorum."

Hızla yürümeye başladım.
Neden sen? Neden şimdi? Neden Akadistan? Neden!












Continue Reading

You'll Also Like

6.4K 1.1K 27
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
319K 20.8K 27
"...Sen bana abi diyen kıza, yüreğimin çektiği hasretliği nasıl bileceksin?!" dedi Abdullah. ~ Kocaman bir apartman düşünün, birbirine can olmuş Alla...
140K 5.1K 27
(Yazım hataları veya karışıklıklar olabilir. Bölümler ilerledikçe beraber kurtulacağız karmaşadan.) Duygular tükenirdi. İnsanlar duyguları yemek gibi...
2.1K 158 7
Meryem ailesinin göz bebeği, herkes tarafından sevilen, herkesin isteyeceği biridir. Herkes onu isterken, o sadece gördüğü ilk andan beri unutamadığı...