MÜSLİST (Adem'in soyundan ola...

By KurguKurdu

5.6K 449 373

Allah'ın verdiği bir işaret ile çıktığı bu yolda tek dayanağı Rabbi olan Hira'yı neler bekliyordu? Ateistliği... More

TANITIM
1.Bölüm: Kaza
2. Bölüm - Kesit -
3. Bölüm: İşaret
4.Bölüm: Teklif
5. Bölüm: Kabulleniş

2.Bölüm: Dövme

666 65 67
By KurguKurdu

MÜSLİST

2. Bölüm: Dövme

~~~

Göz kapaklarımı açmaya çalıştığımda birbirlerine yapıştıkları için gözlerimi açmakta zorlanıyordum.

Görüş açıma beyaz bir tavan girdiğinde bilincim yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı.

"Uyandınız demek."

Bakışlarımı yana doğru çevirdiğimde serumun içine iğneyle ilaç koyan bir hemşireyle karşılaştım.

Kurumuş dudaklarımı dilimle yavaşça ıslattıktan sonra konuşmaya çalıştım, "k-kardeşim..." dedim çatallaşmış sesimle. Konuşmakta zorlandığım için cümlenin devamını getirememiştim.

Sarışın hemşire serumla işini bitirdikten sonra konuştuğumu duyunca bakışlarını bana çevirmişti, "lütfen kendinizi zorlamayın, ben doktorunuza haber verip geliyorum, geçmiş olsun," dedikten sonra hızlıca odadan ayrılmış ve beni odada yalnız bırakmıştı.

Son yaşadıklarım zihnimi ele geçirirken bacağımda çok kötü bir sızı hissediyordum.

Kapının açılma sesi geldiğinde alttan bakışlarımı gelen kişiye çevirdim, içeriye az önceki hemşireyle birlikte doktor olduğunu tahmin ettiğim önlüklü bir adam girmişti.

"Geçmiş olsun Hira hanım, ben doktorunuz Halil Kartal."

Hâlâ gözlerinin içine bakarken tekrar kıpırdadı dudakları, "nasıl hissediyorsunuz kendinizi?" Diye sorduğunda cevap vermek için tekrar kurumuş olan dudaklarımı dilimle ıslattım.

"Bacağım... bacağım çok... kötü sızlıyor..." dedim nefes nefese hâlâ konuşmakta zorlanırken.

"Bacaklarınızda ağrı hissetmeniz gayet normal, bacaklarınız geçirdiğiniz kaza sebebiyle çatlamış durumda, sağ bacağınız arabanın ağaca çarpasıyla arada kalmış ve maalesef ki kemiğinizin çatlamasına neden olmuş ama merak etmeyin, ciddi bir şeyiniz yok. 3 hafta alçıda kaldıktan sonra bacaklarınızı tekrar kullanabileceksiniz."

Doktorun yaptığı açıklamadan sonra tekrar hatırladığım şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ka... kardeşim!" Dedim nefes nefese.

Kadın hemşire bakışlarını gözlerime çevirmişti hemen, "siz hastaneye getirildiğinizde telefonunuz bir adama verilmişti, ondan önce telefonunuzu almış olan bir polis sizin durumunuzu sizi en son arayan kişiye belirtiğini söyledi, kardeşinizin durumu hakkında bir bilgiye sahip değilim maalesef."

Söylediklerinden sonra daha da endişelenirken kapının açılma sesiyle bakışlarımız gelen kişiye çevrilmişti.

"Hah, işte. Telefonunuzu alan kişi bu beyefendi..."

Bakışlarım hemşirenin bahsettiği kişiye çevrildiğinde karşımda durmuş olan bir adamla karşılaştım. Uzun boyu ve esmer teni dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyordu.

Okyanus mavisi harelerini sarmış olan gür kirpiklerinin ardından bana bakıyordu. Keskin çene hatları ve yeni kestirdiği belli olan kirli sakallarıyla karizmatik bir görünümü vardı. Kıvırcık saçlarının bir tutamı alnına dökülmüş bana bakan harelerine ufak bir gölge yaratmıştı.

"Geçmiş olsun," diyerek gür sesiyle samimiyetsizce konuştuğunda kaşlarım çatılırken kafamı hafifçe salladım.

Sesi yüzüne yansımış gibiydi, onun kadar sert ama bir o kadar karizmatikti.

"Şimdilik endişelenecek bir durum yok Hira hanım, fakat kafanıza aldığınız darbe nedeniyle sizi bir gecelik gözetim altında tutmamız gerekecek, ondan sonra son tetkiklerimizi yapıp sizi taburcu edeceğiz. Tekrardan geçmiş olsun."

Doktor, elindeki kağıtlarla birlikte dışarı çıktığında odada o adam ve hemşireyle birlikte yalnız kalmıştık.

Doğrulmaya çalıştığımda hemşire bunu fark etmiş olacak ki hemen yardım ederek yastığımı düzeltmiş ve yaslanmama yardım etmişti.

"Bacağım... bacağım 3 hafta alçıda mı kalacak?" Diye endişeyle sorduğumda hemşire kafasını sallayarak cevap vermeden onaylamıştı beni.

Olamaz, kahretsin! 3 hafta boyunca alçıda olan bacağımla işe nasıl gidip gelecektim ben?

İzin de alamazdım, daha önce kardeşim için bütün izinlerimi kullanmıştım, doktor raporu alsamda patronlarım 3 hafta işçi eksikliğini kabul etmezlerdi, çünkü daha önce çalışanlarına yaptıkları muamaleyi biliyordum.

Aklıma gelen kişiyle tekrar bakışlarım hemşireye dönmüştü, "kardeşim! Lütfen bana kardeşimden bir haber getirin ne olur!" Deyip yalvarırken hemşirenin dedikleri doldurmuştu zihnimi.

Telefonunuz bu beyefendi de...

Telefonum, tabi ya!

Hemşireyi bırakıp karşımda, tam yatağımın ayak ucunda durmuş olan adama çevirdim bakışlarımı.

"Telefonum sizde mi beyefendi!?" Diyerek telaşla konuştuğumda varla yok arası kafasını sallamıştı.

Dolgun dudaklarını kıpırdatarak, "telefonunuzu bana bir polis vermişti, ifademi verirken çok kez çaldı telefonunuz bende arayan kişiye durumu açıkladım ama telefonun şarjı bittiği için konuşmamız yarıda kesildi." Dedikten sonra uzun kemikli eli cebine uzanmıştı, içinden çıkardığı hasar almış telefonu bana uzatarak konuşmuştu tekrar, "buyurun, telefonunuz."

Uzun boyu ve uzun kolları nedeniyle yanıma gelmeye gerek duymadan olduğu yerden telefonu uzatarak bana verebilmişti.

Ellerimin ellerine değmemesi için temkinli hareketlerle telefonu ellerinden aldığımda ufak bir baş ağrısı oluşmaya başlamıştı aniden.

Telefonu aldığım gibi hemşireye uzatarak konuşmaya başladım, "lütfen bu telefonu şarj eder misiniz? Çok önemli benim için, kardeşime ulaşmam lazım, lütfen..."

Hemşire telefonu elimden alıp kafasını sallayarak beni onayladıktan sonra geçmiş olsun dileyerek odadan çıkmıştı.

Şimdi ise karşımda duran adamla birlikte odada yalnız kalmıştık.

Bir anlık gelen hatırlamayla elim başımı yoklarken kafamın bir kısmında sarılı olan bezi ama geriye kalan kısmında açıkta olan saçımı fark etmiştim.

Gözlerim telaşla sonuna kadar açılırken saatlerdir bu şekilde durmanın verdiği utanç işliyordu içime.

Şalım nerdeydi!

Bakışlarım hızlı hızlı etrafta şalımı ararken gür bir ses girmişti araya, "bunu mu arıyordunuz?"

Anında hareleriyle buluşmuştu gözlerim. Elinde tuttuğu beyaz renk şalım ile gözlerinde anlamdıramadığım bir bakışla duruyordu karşımda.

Konuşmadan kafamı sallamıştım sadece, dakikalardır farkında olmadan yarısı bezle sarılmış olsa da saçım açık duruyordum karşısında.

Yatağın etrafından dolanıp bana doğru geldiğinde kalbimin aniden ritim değiştirmesine anlam verememiştim. Elimi uzatmış şalı almak için beklerken birden şalımı kafamın üzerine koyup saçımı örttüğünde ellerim havada kalmış şaşkın bakışlarım gözlerini bulmuştu.

"Elleriniz serumlu, fazla kıpırdatmayın." Dedikten sonra işine devam etmişti.

Şalımı düzeltmeye çalışırken ellerinin yüzüme temas etmemesi için ekstra dikkat etmesi gözlerimden kaçmamıştı.

Kemikli elleriyle şalımı düzeltirken bakışlarım iç kısmından olan bileğine takılmıştı. Bileğinde bir dövme vardı, anlamlı fakat bir o kadar da anlamsız gibi görünen bir dövmeydi.

Şalımı düzelttiği için geriye doğru gitmiş olan ceketi yüzünden dövmesi şu an apaçık ortada duruyor ve gözlerimin önüne seriliyordu.

Dövmesi bana tanıdık gelirken başımda keskin bir sızı oluşmaya başlamıştı. Kulaklarımda ufak bir çınlama meydana gelirken gözlerimi kısarak geri çekilmeye çalıştım.

"Tamam, teşekkür ederim, gerisini ben hallederim." Dediğimde kafasını sallayarak geri çekilmiş tekrar yatağın ucuna geçerek karşımda durmuştu.

Şalımın bir yanını tutup boynuma sardıktan sonra biraz daha düzelterek saçlarımı açıkta bırakmış mı diye kontrol ettim içgüdüsel bir hareketle.

"Neden ters yöne girdiniz?" Diyerek sessizliği bozup sorduğu soruyla şalımla uğraşmayı bırakıp serumlu elimi yere indirdim ve ufak bir nefes alıp verdikten sonra cevap verdim.

"Karşıma aniden bir çocuk çıkmıştı, bu yüzden bende o an için düşünmeden hareket ettim ve ona çarpmamak adına ters yöne girdim." Dedim bakışlarımı serumlu elime indirirken.

"Eğer direksiyonu kırmasaydınız bir can yerine binlerce canın yanacağını tahmin edememişsiniz sanırım." Deyip kınarcasına konuştuğunda bakışlarımı ellerimden gözlerine çevirdim tekrar.

"Bilerek ve isteyerek mi yaptığımı sanıyorsunuz beyefendi? O an ne yapacağımı bilemedim, kafam başka bir yerde ben başka bir olayın içinde... düşünmeden hareket ettim sadece, ayrıca bir can dediğiniz bir çocuğun canı, bir cana bin can kıyaslayarak ne imâ ediyorsunuz? Hepsi can, hepsi insan sonuçta." Diye cevap verdim hafif bir sinirle.

Sanki ben çok istiyordum böyle bir kazanın olmasını ya, adama bak!

"Benim bir şey imâ ettiğim yok, sadece bir daha aynı hatayı yapmamanız için size olacakları şimdiden söylüyorum. Büyük bir faciaya neden olabilirdiniz."

Derin bir nefes aldım, aklım şu an sadece bileğinde ki dövmedeydi. Nereden hatırlıyor olabilirdim ben o dövmeyi? Ayrıca daha önce dövmeli bir çok kişi görmüştüm fakat bu farklıydı.

Bakışlarım karşımdaki adamın az önce bileğinde gördüğüm ama şu an üzeri örtülmüş olan dövmeyi ararken derin bir nefes aldım tekrar.

Allah'ım gördüğüme eminim ama ya yanılıyorsam?

Bakışlarımı bileğinden çekerek gözlerine çıkardığımda hâlâ ayakta olduğu için uzun boyundan dolayı kafamı kaldırarak bakıyordum yüzüne.

Burnundan sıkıntılı bir nefes verdikten sonra gözlerimle olan temasını kesmeden konuşmaya başlamıştı.

"Burada hatalı olan sizsiniz hanımefendi, ne olursa olsun ters yöne girmemeliydiniz, yaşanacak faciayı düşünmeden böyle bir şeye kalkışmak hangi akla-"

"Hatamın farkındayım beyefendi, ben çocuk değilim beni azarlamayı kesin artık, eğer ters yöne girmeseydim küçücük bir çocuğa çarpabilirdim, evet ters yöne girmek mantıklı değildi ama gördüğünüz gibi facia falan yaşanmadı."

Sanki kasten yapmışım gibi saatlerdir bitiremediği tartışmasına tekrar başladığında kafamı dik tutmaya çalışarak meydan okurcasına gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Harelerinde anlamdıramadığım bir duygu vardı, yanıma geldiği andan beri anlamıştım. Sanki karşısında düşmanı varmış gibi derin bir nefretle bakıyordu gözlerimin içine.

Garipsedim, kaşlarımı çatarak anlamaya çalışırcasına yüzüne bakarken tek kaşını kaldırıp cevap vermişti.

"Öyle mi hanımefendi?" Diyerek imâlı bir biçimde her kelimeyi uzatarak söylemişti.

"Öyle beyefendi." Dedim bende aynen onun gibi ses tonumun imâyla çıkmasını sağlarken, kelimeleri uzatıp bakışlarımı kaçırmadan yüzüne bakmaya devam ettim.

Aramızda gergin bir sessizlik oluşurken ikimizde göz temasımızı kesmiyorduk. O ayak ucumda ayakta durmuş gözlerimin içine bakarken ben yatakta oturmuş bakışlarına karşılık veriyordum.

Aramızdaki atmosfer iyice garipleşirken kapının açılma sesinin gelmesiyle ikimizinde bakışları gelen kişiye dönmüştü.

Karşımda kadın hemşireyi gördüğüm an az önce yaşananları boş vererek endişeyle konuştum hemen.

"Kardeşim... kardeşim iyi mi?"

"Kardeşinizin öğretmeniyle konuştum, kendisi kardeşinizin şu an sakinleştiğini ve iyi olduğunu size söylememi istedi, endişlenmeyin lütfen." Dedikten sonra tebessüm ederek serumumu kontrol etmeye başlamıştı tekrar.

Söyledikleri içimi rahatlatırken derin bir nefes bıraktım.

Onun iyi olduğunu bilmek bir nebze içimi rahatlatsa da onu görmeden tam olarak rahat etmeyeceğimi biliyordum.

"Telefonum... telefonumu şarja-"

"Evet, telefonunuz şarjda, şimdi lütfen kendinizi yormayın ve dinlenmenize bakın." Dedikten sonra odadan çıkmıştı hemşire.

Hemşire tekrar odadan ayrıldığında hâlâ odamda olan adamla birlikte yalnız kalmıştık yine.

Huzursuzca yerimde kıpırdandığımda bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm.

Okyanus mavisi harelerine bakarken zihnimde bir ses yankılandı aniden.

"Yardım edin!"

Bu adam... neden bu kadar tanıdık geliyor gözlerime?

Kulaklarım çınladığında gözlerimi yumdum sıkıca, o dövmesi geldi aklıma.

Ben o dövmeyi nerede görmüştüm ya?

"Neyse hanımefendi, benim gitmem gerekiyor, geçmiş olsun."

Duyduğum sesle yumduğum gözlerimi açarak tekrar kulaklarımı çınlatan irislere çevirdim bakışlarımı.

"Sağ olun beyefendi," dedim bende onunki kadar olmasada soğuk bir sesle.

Daha sonra son kez gözlerimin içine bakıp çıktı odadan.

Güçlü bir nefret sezmiştim bakışlarında fakat o nefretin ardına saklanmış anlamdıramadığım başka bir duygu daha vardı sanki.

Bakışlarımı pencereye çevirdim, hava kararmıştı.

Yusuf, kardeşim... ne yapıyordur ki şimdi?

Sıkıntılı bir iç çekerek kafamı yatağın başlığına yasladım. Telefonum şarj olduysa kardeşime ulaşabilir ve onu yanıma aldırabilirdim.

O evde tek başına yapamaz ki, bensiz yapamaz.

Kapının açılma sesiyle bakışlarımı sabitlediğim pencereden çekip gelen kişiye çevirdim.

İçeriye sarışın hemşire girdiğinde bakışları ilk olarak serum torbasına takılmıştı.

"Serumunuz bitmek üzere, birazdan yeni bir serum takacağız. Bu ağrılarınızı hafifletmek için ağrı kesiciyle karıştırılmış bir serum olacak," dediğinde kafamı salladım sadece.

"Şey," diyerek söze başladığımda serumun hızını ayarlamakla meşguldü hemşire, "telefonum şarj oldu mu acaba? Kardeşimle konuşmam gerekiyor, onu yanıma almam gerekiyor, lütfen bana bir telefon verin."

Hemşire, serumla işini bitirdiğinde elini cebine sokmuştu. Kaşlarımı çatmış ne yaptığını anlamaya çalışırken cebinden çıkardığı telefonu bana uzattı.

"Telefonunuz şarj oldu, bende size getirmek için gelmiştim zaten."

Minnettar bir şekilde gözlerinin içine bakarken uzattığı telefonu hızla aldım ve son aramalara girerek 'Yusufum' isimli numaraya tıkladım.

Telefona kulağıma doğru yerleştiriken hemşire hâlâ odadan çıkmamıştı.

Telefon çalıyordu fakat açılmıyordu.

Bu seferde öğretmenini aradım, telefon bir süre çaldıktan sonra açılmıştı.

"Alo?" Diye bir ses gelmişti telefonun ardından.

"Alo, benim Hira."

"Ah, Hira Hanım. Çok geçmiş olsun, başınıza geleni duyduğumda çok üzüldüm. Nasılsınız? Şimdi durumunuz nasıl?" Diyerek şefkatli bir şekilde konuşan Selma hocaya cevap verdim.

"Teşekkür ederim Selma hocam. İyiyim şükür, şimdi daha iyiyim."

"Çok sevindim, Allah şifa versin tez zamanda inşallah."

"Allah razı olsun hocam. Şey ben, kardeşimi sormak için aramıştım. Kendisini aradım ama ulaşamdım. Şu an nerede, ne yapıyor bilmiyorum ve çok endişeliyim. Haberiniz var mı diye soracaktım." Diyerek titrek bir sesle konuştuğumda boğazımda bir düğüm oluşmuştu, ağlamak üzereydim.

Kardeşimin bana, benim de kardeşime ihtiyacım vardı.

"Ah, bende size onu söyleyecektim. Yusuf şu an yanımda, biz hâlâ okuldayız. Onu evine götürmek istedim ama konuşmadı, bir tepki vermedi. Onu yalnız bırakamazdım. Evime gelmesini istedim ama kabul etmedi, konuşmadan reddedi. Bende yanında kaldım, bekçi de bizim yüzümüzden okulu kapatamadı, oda hâlâ kapıda bekliyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, ne konuşuyor ne de bir şey kabul ediyor. Merdivenlerde öylece oturmuş bekliyor."

Selma hocanın dediklerinden sonra endişem daha da artarken Yusuf'u yalnız bırakmamış olması biraz olsun içimdeki endişeyi azaltmıştı.

"Hocam, sizden bir şey rica edeceğim. Zahmet olacak ama Yusuf'u kaldığım hastaneye getirebilir misiniz? Ben bu gece burada kalacağım, bu yüzden yanıma gelmesi lazım. Kimsem de yok ki göndereyim aldırsınlar, lütfen Yusuf'u buraya, yanıma getirebilir misiniz?"

"Tabi tabi, getiririm Hira hanım. Ne zahmeti, yeter ki güvende olsun. Birazdan orda oluruz o zaman." Dediğinde saatlerdir gözlerimden firar etmek için direnen gözyaşlarımı birer birer süzülmeye başlamıştı yanaklarımdan aşağıya doğru.

"Çok teşekkür ederim hocam, hakkınızı ödeyemem. Allah sizden razı olsun," diyerek minnettar bir sesle konuştum.

"Ne demek Hira hanım, insanlık vazifemiz." Demişti mütevazi bir sesle.

"Yusuf'a verir misiniz, bir şey söylemek istiyorum ona." Dediğimde onaylayıp Yusuf'a vermişti telefonu.

"Yusuf, ablan telefonda." Diye bir ses gelmişti uzaktan. Anlaşılan telefonu ona uzatmıştı.

Birkaç hışırtı sesinden sonra sessizleşen ortamla telefonu Yusuf'un aldığını anladım.

"Yusuf'um... nasılsın ablam?" Diye sordum cevap vermeyeceğini bile bile.

Serumlu elimle gözyaşlarımı sildim, neden kriz geçirmişti Allah bilir.

"Şimdi Selma hocan seni benim yanıma getirecek, itiraz etmeden yanıma gel tamam mı ablam? Bekliyorum seni." Dedikten sonra yine ses gelmemişti telefonun ardından.

Derin bir nefes aldım, telefondan hışırtı sesleri geldikten sonra Selma hoca konuşmuştu.

"Biz birazdan orada olacağız Hira hanım, görüşmek üzere!"

"Pekala, görüşmek üzere. Dikkat edin!" Deyip telefonu kapattım.

Bakışlarım hemşireyi aradığında odada yalnız olduğumu fark ettim, hemşirenin gittiğini fark etmemişim bile.

Telefonu yatağın yanındaki komodinin üstüne koyduktan sonra tekrar arkama yaslandım ve farkında olmadan düşüncelerimin girdabına girdim.

3 hafta boyunca bacağımı kullanamayacaktım, işlerim ne olacaktı hiçbir fikrim yoktu.

Ya işten atılırsam ne olacaktı? Kardeşimin okul masrafları, tedavi masrafları, kira, arabam...

Bir dakika! Arabam!

Aklıma arabamın gelmesiyle iyice gerilirken şu an ne durumda olduğu hakkında düşünmek istemiyordum bile, bir de arabamın masrafları çıkmıştı şimdi başıma.

Biraz daha geriye doğru esneyerek kollarımı bağdaş haline getirdim, aniden bir ürperme gelmişti üşümüştüm.

Kafamı yana yatırarak pencereden dışarı bakmaya başladım, dolunay görünüyordu. Parlaklığı gözlerimi kamaştırmıştı.

10 dakika sonra kapının tıklanma sesiyle bakışlarımı pencereden çekerek kapıya çevirdim.

Bakışlarım tanıdık bir simayla karşılaştığında kaşlarım çatılmıştı.

O adam gelmişti tekrar, mavileri odayı birkaç saniye taradıktan sonra üzerimde durmuştu.

Beni baştan aşağıya süzdükten sonra dudaklarında küstah bir gülümseme peydah edilmişti.

Sorgulayan bakışlarım gözlerindeyken dudakları kıpırdamıştı.

"Kusura bakmayın hanımefendi, sizi rahatsız ettim. Arabamın anahtarı odanızda düşmüş sanırım, o yüzden aramaya geldim." Dediğinde bir şey söylemeden kafamı salladım sadece.

Konuşmaya mecalim yoktu, mayışmıştım. Tatlı tatlı ağrıyan bacaklarım ve pencereden tenime usul usul süzülen soğuk rüzgar uykumu getirmişti nedensizce.

O adam yere göz gezdirip anahtarını ararken bende onu inceliyordum.

Heybetli vücudu her hareket ettiğinde siyah takım elbisesinin altında gizlenmiş olan kasları kendini belli ediyordu.

Aslında gerçekten çok karizmatik bir adamdı, dış görünüşü kusursuzdu fakat kalbi hakkında bir şey bilmediğimden dolayı onun dış görünüşüne aldanmamak gerekiyordu.

Sonunda aradığı şeyi bulmuş olacak ki eğilerek kolunu uzatmıştı betona doğru, o sırada kollarından geriye doğru sıyrılan ceketi bileğinin bir kısmını açıkta bırakmıştı.

Saliselik olarak bileğindeki dövmesi gözüme çarparken tekrar eski pozisyonuna dönerek sırtını dikleştirdi ve üzerini düzelterek bakışlarını bana çevirmişti.

"Evet, işte buldum." Deyip elindeki gümüş rengi dikdörtgen şeklinde olan anahtarı gösterdiğinde tekrar bileği açığa çıkmıştı.

Kafamı salladım, "sevindim," dedim yorgun bir sesle. O sırada bakışlarım hâlâ dövmesindeydi.

Oda onaylarcasına kafasını eğerek karşılık vermişti cevabıma.

"Dövmelerle ilgileniyorsunuz sanırım?" Diyerek sorarcasına konuştuğunda bakışlarımı gözlerine çıkardım şaşkınlıkla.

Sanırım dövmesine baktığımı fark etmişti. Mahcup bir şekilde gülümsedim ve cevap verdim.

"Aslında pek ilgi alanımda değiller," diyerek konuştum imâyla ve devam ettim, "dövmeniz daha önce gördüğüm türlerden biraz garip, bu yüzden gözlerim takıldı." Dedim beyaz bir yalan söyleyerek.

Aslında yalanın rengi olmazdı fakat ona dövmesini bir yerden hatırladığımı söyleyemezdim sonuçta.

Özür dilerim Allah'ım.

İçimden söylediğim yalan için kendimi kötü hissederken af diledim Rabbim'den.

"Anladım, isterseniz bakabilirsiniz," dediğinde aslında ne kadar bakmayı istesemde kafamı iki yana sallayarak reddedim.

Oda bu reddedişim karşısında ufak bir gülümsemeyle karşılık vermişti bana, "siz bilirsiniz." Dedi omuzunu silkerek.

Vücudumu ürperten soğuk havadan dolayı ani bir titreme gelirken bakışlarım açık olan pencereye dönmüştü.

"Ben artık gideyim," dediğinde bakışlarımı gözlerine çevirdim hızla.

"Şey... beyefendi gitmeden önce pencereyi kapatır mısınız lütfen?" Diyerek rica ettiğimde kafasını sallayarak ilerlemişti.

O pencereyi kapatırken bende sadece bacaklarıma serilmiş olan beyaz pikeye uzanmaya çalıştım.

Serumda olan elimi fazla kıpırdatmamak için sol elimle pikeyi almaya çalışıyordum ama bana fazlasıyla uzak kalan pikeye bir türlü ulaşamıyordum.

Bir anda pikeye uzanan bir el daha girdi görüş açıma, kemikli elleriyle pikeyi eline aldığında geri çekildim ve arkama yaslandım.

Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde o bana bakmıyor, dikkatli bir şekilde pikeyi her iki ucundan tutarak üzerime yavaşça örtmekle uğraşıyordu.

Pikeyi üzerime örttüğünde pikeyle birlikte baş ucuma geldiğinin farknda değildi, hâlâ pikenin iki ucundan tutarken kafasını biraz kaldırıp alttan bakışlarını gözlerime çıkarmıştı.

Bakışlarını kaçırmadan gözlerime odaklamıştı okyanus mavisi harelerini, öyle derin bakıyordu ki gözleri bende hipnoz olmuşçasına çekemiyordum bakışlarımı gözlerinden.

Garipti, çok garipti.

Çok yakındık, bakışlarımız birbirine temas ederken yaşadığım duygunun bir adı yoktu. Heyecan? Korku? Endişe? Telaş? Hayır... hiçbiri değildi.

Bu duygu tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir duyguydu bana.

Adamın bakışları bir anlığına, sadece bir saniyeliğine dudaklarıma kaydığında anında gözlerimi bulmuştu tekrar. Bu sefer yutkunmuştu, adem elmasının hareket etmesinden anlamıştım.

Hayatım boyunca hiçbir adamın gözüne bu denli uzun bir süre bakmamıştım, 3 saniyeden fazla temasa maruz bırakmamıştım ne kendimi ne de onları.

Ama bu adam... istesemde bakışlarımı çekemiyordum gözlerinden.

Kafasının bana biraz daha yaklaştığını anladığımda donmuş kalmıştım, onu itmem gerekiyordu ama yapamıyordum!

Bu yanlış Hira!

Kendine gelmelisin, hemen!

Hira!

İç sesimin devreye girmesiyle elektrik çarpmışçasına irkilmiştim aniden.

Kafamı anında geriye ittiğimde sanki oda yeni kendine gelmiş gibi boğazını temizleyerek pikenin uçlarını bırakıp doğrulmuştu hızla.

"Ben... gideyim. Tekrar geçmiş olsun." Dedikten sonra hışımla odadan çıkmıştı.

Tekrar yutkundum sertçe, biz az önce ne yaşamıştık öyle?

Hâlâ az önceki olayın etkisindeyken kapı açılmıştı yine, içeriye Selma hoca elindeki poşet ve yanında kardeşimle birlikte girdiklerinde tebessüm ettim.

"Çok geçmiş olsun Hira hanım..." diyerek elindeki poşetle sağ tarafımdaki kanepeye oturduğunda, "Allah razı olsun, çok sağ olun," dedim bende cevaben.

Bakışlarımı ayakta durmuş olan Yusuf'a çevirdim.

Sırtındaki çantasıyla birlikte yere bakıyordu öylece, Selma hoca konuştuğunda tekrar ona döndüm.

"Aslında benim acilen gitmem gerekiyor, Yusuf'u kapıda bırakıp gideektim aslında ama sizede bir geçmiş olsun demek istedim."

Yanındaki poşeti komodinin üzerine bıraktığında minnettar bir şekilde gülümsedim, "ne gerek vardı hocam, gelmeniz zaten yeterliydi. Allah razı olsun, zahmet oldu size de..."

"Ne zahmeti benim için bir zevkti. Artık Yusuf güvenli ellerde olduğuna göre gidebilirim, tekrardan çok geçmiş olsun." Dedikten sonra ayağa kalkmıştı.

"Çok sağ olun tekrar, gerçekten çok yardımcı oldunuz." Diyerek karşılık verdim bende, Selma hoca gülümsedikten sonra Yusuf'a göz ucuyla bakıp çıkmıştı odadan.

Hemen Yusuf'a döndüm, hâlâ başı eğik yere bakıyordu.

"Ablam..." dediğim anda kafasını kaldırıp bakışlarını gözlerime sabitlemişti.

Serumlu elimi umursamadan kollarımı iki yana açarak başımla gelmesini işaret ettim.

Sırtındaki çantayı omuzlarından sıyırıp hızla bana doğru ilerledi ve kollarımın arasına girerek bana sıkıca sarılmıştı.

Sertçe sarılması biraz canımı acıtsada saçlarına minik öpücükler kondurarak başını okşuyor ve rahatlaması için ona zaman tanıyordum.

Ne kadar öyle sarılarak kaldık bilmşyorum ama Yusuf'un kasılmış olan vücudu sonunda rahatladığında yavaşça ayrılmıştı benden.

Kızarmış olan yeşil gözleri bana çipil çipil bakarken gülümsedim.

"Sormayacağım birtanem, hazır olduğunda bana anlatabilirsin."

Kızarmış olan gözleri tekrar dolduğunda dudaklarını büzmüştü, ağlamamak için direndiğini anladığımda derin bir iç çektim.

"Gel hadi, biraz uyumak ister misin?" Diye sorduğumda hızlı hızlı kafasını sallamıştı.

18 yaşındaydı ama bir bebek gibiydi, neden ona böyle olduğunu bilmiyordum ama o güvende olduğu sürece öğrenmesemde olurdu.

Biraz sağa doğru kaydığımda boş kalan sol tarafıma gelip uzanmıştı.

Kafasını karnımın üzerine koyıp cenin pozisyonualdığında parmaklarımı saçlarından geçirerek okşamaya başladım nazikçe.

"Her şey düzelecek Yusuf, ben yanındayım, Rabbin yanında... yalnız değilsin tamam mı?" Dedim saçlarını okşamaya devam ederken.

Farkında olmadan babamın bana ben küçükken saçımı okşadığında mırıldandığı ilahiyi söylemeye başladım.

"Gergin uykulardan, kör gecelerden, bir sabah gelecek kardan aydınlık..."

İçimde babamın hasreti yeşerirken boğazımda oluşan düğüme engel olamamıştım.

"Sonra düğüm düğüm bilmecelerden, bir sabah gelecek kardan aydınlık..."

Aslında bu bir ilahi değildi, bu bir şiirdi ama ilahi olarak da söylenilebiliyordu. Ve babam bana bunu ilahi olarak mırıldanıyordu o güzel sesiyle.

Bakışlarımı kardeşime çevirdiğimde uykuya daldığını gördüm, uyumuştu bile.

Sıkıntılı bir nefes çektim içime, hayatım düz ilerlerken aniden tepetaklak olmuştu. Hangi duyguyu yaşayacağımı bile bilmiyordum ama yine de şükürler olsun, kardeşim yanımda ve ben yaşıyorum, bencilliğin lüzumu yoktu.

Peki... gerçekten bir sabah gelecek miydi kardan aydınlık?

~~~

Merhaba sevgili okurlarım!

Bölümü bu kadar geciktirdiğim için kusura bakmayın lütfen.

Umarım beğenir ve zevkle okursunuz.

Yazım yanlışlarım varsa düzeltmeye çalışıyorum, gözümden kaçırdıklarım olabilir.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazmayı unutmayın sakın!

Yıldızı parlatmayı da unutmazsanız çok sevinirim.

Gelecek bölüme kadar kendinize iyi bakın ^^

Seviliyorsunuz♡

Continue Reading

You'll Also Like

113K 887 7
Aile baskısı olan bir genç ne kadar cesaretli olabilir? Hayallerini yaşamak sadece rüya mı? Belki de elinden tutacak bir ele ihtiyacı vardır. O el s...
3.5M 73.8K 24
|| Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın kalbinde adamdan b...
128K 1.4K 10
ali: Seni sikmeyeceğim. 05..: İtaatkâr olacağıma söz veriyorum, lütfen.
423K 6.3K 19
''Sen benim kocam değilsin.'' diye bağırmıştım. Alphan ise dibime kadar girmiş gözlerimin içine bakarak'' Ben senin kocanım gerçek bu artık kabullen...