FÜG

By klclygmr

2.5M 210K 143K

Bu kurgu tamamen bana aittir ve tüm hakları saklıdır. . . . . . . Kapak: pinterestten alıntıdır. More

TANITIM
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10. BÖLÜM
11.BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
36.BÖLÜM ~
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46. BÖLÜM
47.BÖLÜM ~
48.BÖLÜM
49. BÖLÜM

42.BÖLÜM

35.9K 3.8K 4.1K
By klclygmr

Selam! Yeni bölümle huzurlarınızdayım efenim.

Bölüme geçmeden önce şu👉 klclygmr adlı arkadaşı takip eder misiniz. Bir türlü 8K olamadım diye zırlayıp duruyor da..



Rüzgâr...

Karşımda meraklı gözlerle bana bakan iki adama kararımı açıklamadan önce, çayımdan bir yudup alıp geriye doğru yaslandım. Oldukça yorucu geçen bir gecenin sabahındaydık. Şeker iki gün boyunca Perla kimliğinin etkisinden çıkamamış, o izbe binanın zemin katında tek başına iki koca gün geçirmişti. Genç bir çocuğun ihbarı sayesinde yerini bulmuştuk. Onu merdiven boşluğunda saklanırken gördüğümde anlamıştım hâlâ hastalığının etkisinde olduğunu. Üzerinde silah olduğunu bildiğim için o sırada onu görmemiş gibi yaparak üst kata çıkmasını sağladım. Silahı olan kaçak birinin direkt karşısına çıkmak iki taraf için de tehlikeli olurdu.

Gittiğimizi düşünmesini sağlayarak onu yakalamayı, içi uyku ilacı dolu iğneyle etkisisiz hale getirmeyi planlamıştım. Ancak Perla Diamond düşündüğümden daha çevik çıkmıştı. Savunma konusunda oldukça iyiydi ve o beni etkisiz hale getirmişti.

Daha önce yaptığım terapilerde Perla kimliğiyle ilgili edindiğim bilgiler sayesinde, kan zaafiyetini kullanarak onu etkisiz hale getirmeyi başarmıştım. Savaş ve ekibi bulunduğumuz yerden biraz uzakta bizi bekliyordu. Şeker'i direkt hastaneye götürmek istemiştim ama Savaş buna engel oldu. Onu emniyete götürmek zorunda olduğunu, her ne kadar başka bir kimlikte olsa da ifadesini almak zorunda olduğunu söylemişti. Serhat amca ve İlay şikayetçi olmamıştı ama mağazada bulunan diğer herkes şikayetçiydi Şeker'den. Bu sorunu da, cezai ehliyeti yoktur raporunu kullanarak halletmiştim. Zaten sadece İlay ve Serhat amcanın hesaplarını boşatmıştı. Diğer mağdurların kredi kartları, telefonları ve mağazanın kasasından çıkan paraların hepsi üzerindeki çantadan çıkmıştı. Paralar eksikti ama onlar da iki gün kaldığı binanın zemin katının çeşitli noktalarında bulunmuştu.

Cezai ehliyeti yoktu, herhangi bir ceza almayacaktı ama hastalığı her geçen gün tehlikeli boyutlara ulaştığı için bu duruma bir çözüm bulmam gerekiyordu. Bana olan kızgınlığı yüzünden tedavisinin aksamasına müsaade edemezdim. Durumunun ciddiyetinin farkında değildi ve sorumsuzca hareket ediyor, başını sürekli belaya sokuyordu. Söz verdiği gibi evden çıkarken Koray'a haber vermiş olsaydı bunlar başına gelmeyecekti. Bu konuda Koray ve bende hatalıydık ama olan olmuştu artık. Bundan sonrası için daha tedbirli olmak, Şeker'i kendi haline bırakmamak gerekiyordu.

"Senden Perla Diamond adına sahte bir mahkeme kararı hazırlamanı istiyorum," dedim Savaş'a. Bir tek bu mahkeme kararıyla onu hastaneye götürebilirdim. Şu an hâlâ Perla kimliğindeydi ve bulunduğu durumu ona açıklayamazdım.

"Anlamadım," dedi meraklı bir şekilde kaşlarını kaldırarak. "Sahte bir mahkeme kararı mı?"

"Evet," diyerek elimdeki çay bardağını Savaş'ın masasına bıraktım. "Hâlâ hastalığının etkisinde, bu durumda onu hastaye gitmeye ikna edemem. O belgeyi ona göstererek, 'kleptomani olduğun ve sürekli soygun yaptığın için sulh hukuk hakimi tedavi olmana karar verdi' diyeceksin Savaş, böylelikle bizimle hastaneye gelmeyi kabul edecek."

"Rüzgâr," dedi dirseklerini masaya koyarak. "Resmi evrakta sahtecilik büyük suç."

"Biliyorum Savaş, bunu üçümüzden başka kimse bilmeyecek. Perla'ya göstereceğiz ve bu sayede hastaneye gitmeye ikna edeceğiz. Hastanede gözümüzün önünde yeniden Şeker kimliğine geçmesini bekleyeceğiz. Daha sonra bu sahte belgeye gerek kalmayacak çünkü Şeker kimliğine döndüğünde gerçek olan mahkeme kararını koyacağım önüne." Bu soygun olayından sonra zaten mahkeme hastanede tedavi altına alınması kararı çıkaracaktı.

"Kardeşim," dedi Koray. Yüzündeki ifade fazlasıyla endişe doluydu. "Sence Şeker için mahkeme kararının bir önemi var mı? Hatırlarsan kısa bir süre önce, senin yaptığın sözleşmeyi ikiye bölüp rulo yapmakla tehdit etmişti bizi." Bunu söylerken sanki iki elinde gerçekten rulo varmış gibi dehşetle ellerine bakıyordu. "Yok abi," dedi başını iki yana sallayarak. "Mahkeme kararı falan sökmez ona."

Bunu da düşünmüştüm. Şeker'e gerçekten hiçbir karar ya da imza istemediği bir şeyi yaptıramazdı. Eğer hastane de kalmak istemezse onu hiçbir şey durdurmazdı biliyorum.

"Bu durumda son çareye baş vurmak zorunda kalacağım Koray," dedim sıkıntılı bir şekilde nefesimi bırakarak. "Ona her şeyi anlatacağım."

Bu güne kadar hastalığıyla ilgili çok detaya girmeden bilgilendirmiştim onu. Anlamaya çalışıyordum. Şeker olarak zihnindeki kimliklerden haberdar mıydı, her şeyin farkında mıydı diye çözmeye çalışıyordum. Yaptığım hipnoterapilerde hep zihnindeki kimliklere bürünerek cevaplar veriyordu ama Şeker olarak bu kimliklerin farkında mıydı bilmiyordum. Normalde farkında olması gerekiyordu ama Şeker bu konuda hiç açık vermiyordu. Sadece hastalığı nüks edince kendini başka bir kişi zannettiğini düşünüyordu. Ne zihnindeki kimliklerden, ne kaç tane olduklarından ne de bu kimliklerin özelliklerinden haberdardı. Belki her şeyin farkındaydı ama belli etmiyordu.

"Son çare ne demek kardeşim?" dedi Koray. Şu an işkence çekiyor gibi bakıyordu bana. Şeker'in bu durumu, hastalığı ve başına gelenler derinden sarsıyordu kardeşimi.

"Ona her şeyi anlatacağım. Hastalığının detaylarını, şu an bulunduğu kimliğin gerçek kimliği olmadığını, aslında Şeker Biricik değil, Biricik Soykan olduğunu... Her şeyi."

Bu oldukça riskli bir yoldu. Normal bir insanın bile kolay kolay kabellenemeyeceği şeyleri Şeker'in öğrenmesi onda olumsuz sonuçlara sebep olabilirdi. Zaten bu güne kadar bu yüzden saklamıştım ondan her şeyi.

"O zaman beni de söyleyeceksin," diyerek üst dudağını dişlerinin arasına alırken gözlerinin içi gülüyordu Koray'ın.

"Seni de söyleyeceğim Koray." Başımı ağır ağır sallayarak ışıldayan gözlerine baktım. "Belki bir terapi esnasında ya da bir hipnoz halindeyken," dedim ve duraksadım. "Bilmiyorum, umarım bunu yapmak zorunda kalmam çünkü tüm gerçekleri öğrenmesi her şeyi mahfedebilir."

Şeker ne tepki verirdi, bu gerçeğin onda nasıl bir etkisi olurdu bilmiyorum ama Koray çok mutlu görünüyordu şu an.

"Tamam o zaman," diyerek dizlerine vurdu ve ayağa kalktı heyecanla. "Savaş hadi sen önce şu sahte mahkeme kararını hazırla, daha sonra ifadesini al bitsin bu iş," dedikten sonra bana çevirdi bakışlarını. "Bitsin de alıp gidelim şu kızı."

Savaş'ın sahte belgeyi hazırlamasını beklerken biz de Koray'la birlikte nezarete gittik. Şeker hâlâ uyuyordu. Gece onu elimi keserek bayıltmıştım. Bu sayede buraya getirebilmiştik. Sabaha karşı kendine geldiğinde, muhtemelen açlıktan olsa gerek midesinin bulandığını söyleyerek uyumuştu. Perla'nın yemeklerle arası iyi değildi. İki gün boyunca o izbe binada hiçbir şey yemeden durmuştu. Selim'den ona yiyecek bir şeyler götürmesini söylemiştim ama reddederek uyumayı tercih etmişti.

"Uyandıralım artık abi, kalksın."

Koray çok sabırsızlanıyordu. Bir an evvel kardeşini buradan götürmek ve yeniden Şeker kimliğine döndürmek istiyordu. Sevgi kapıyı açıp içeri girerken Şeker uyandı. Sevgi'nin peşinden biz de içeri girdik. Vücudunu esneterek bize bakarken bakışları bir anda sertleşti.

"Kimin bu kokuşmuş ceket?"

Koray bütün gece Şeker'in üzerindeki elbiseyi sorun etmişti. Emniyete gelirken annesini arayarak Şeker'e bu elbiseyi giydirdiği için kızmıştı. Şeker nezarette uykuya daldığında, bacaklarına ceketini örterken bile kendi kendine sinirle homurdanıyordu. Koray'a bu konu da hak versem de sesimi çıkarmadım. Elbise gerçekten çok kısaydı.

"Kokuşmuş mu?" diyerek yere düşen ceketini aldı Koray. Hâlâ burnundan soluyordu sanki karşısındaki kız kendindeymiş gibi. "Elbisenin altını mağaza da unutmuşsun, üşütme diye örttüm Perla'cığım," dedi her bir cümlesini vurgulayarak.

Şeker cevap verme gereğinde bile bulunmadı. Koray'a yüzünü buruşturarak bir bakış attıktan sonra Sevgi'ye döndü. "Ne zaman çıkaracaksınız beni?"

Sevgi bana dönüp ne demek istediğini sorarcasına yüzüme baktı. Hâlâ İngilizce konuşuyordu ve Sevgi ne demek istediğini anlamamıştı.

"Türkçe biliyorsun," dedim Şeker'e dönerek. Yüzüme bakmıyordu çünkü bakışları sargılı elimdeydi. "Neden ısrarla İngilizce konuşuyorsun?"

"Çünkü tek derdi sorun çıkarmak," diyerek homurdanan Koray, ceketinin üzerindeki tozları çırpıyordu ama gözleri Şeker'in elbisesindeydi. Koray'a sakin olmasını ima edercesine bir kaş göz işareti yaptım.

"Çok konuşuyorsun sen turunç!"

Perla kimliğindeyken bile benimle muhatap olmuyordu ama Koray'a çok güzel laf sokuyordu. "Bacaklarıma bakmayı kes," dedi dişlerinin arasından. Koray'ın bakışlarının sürekli bacaklarında olması haklı olarak rahatsız etmişti onu. "Tarzım değilsin, tipim hiç değilsin."

Koray'a yüzünü buruşturarak, küçümseyen gözlerle bakıyordu. Sinirle bana doğru dönen Koray'ın kolundan tutup yanıma çekiyordum ki Savaş, yanında bir polis memuruyla içeri girdi.

"Günaydın bayan Perla."

Hazırladığı sahte belgeyi cebinden çıkarıp Şeker'e uzatırken bana kısa süreli bir bakış attı. Yaptığı şey hiç içine sinmiyordu ve bu durumdan rahatsızdı Savaş. Bakışları buz gibiydi.

"Ne bu?" diyerek Savaş'ın uzattığı belgeyi aldı Şeker. Bu sırada diğer polis memuru elindeki bilgisayarla sandalyeye oturdu ve yazmaya başladı. Şu an ayaküstü Perla Diamond'ın ifadesi alınıyordu.

"Dosyanız oldukça kabarık Perla Diamond," diyerek ellerini ceplerine koydu Savaş. "Son yaptığınız soygun dışında birçok soygunda adınız geçiyor. Darp ettiğiniz insanları saymaya vaktimiz yetmez." Başını iki yana sallarken kınayan bakışları Şeker'in üzerindeydi. "Hakkınızda yakalama kararı çıktığı ve acilen tedavi altına alınmanız gerektiğine dair çıkarılan mahkeme kararı bu."

Savaş sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi oyunculuğunu konuşturuyordu.

Çok fazla incelemesine müsaade etmeden belgeyi Şeker'in elinden çekip aldı. Sahte olduğunu anlamaması gerekiyordu.

"Dün gece emniyete getirildiğinizde doktorlarımız," diyerek Koray ve beni işaret etti. "Size kısa bir terapi yaptılar ve ağır kleptoman olduğunuz teşhisinde bulundular. Acilen tedavi edilmeniz gerekiyor ve siz," diyerek işaret parmağıyla Şeker'i işaret etti. "Polis nezaretinde hastaneye yatırılacaksınız."

"Hasta değilim ben," dedi sakin bir şekilde kaşlarını kaldırarak. Güçlü durmaya çalışıyordu ama korktuğu gözlerinden belliydi. "Ben kimsenin bir şeyini çalmadım, bunu kanıtlayamazsınız." Kendinden emin bir şekilde kollarını göğsünde bağlarken olduğu yerde sallanmaya başladı. Meydan okurcasına bakıyordu Savaş'ın yüzüne.

Savaş ellerini ceplerinden çıkardı ve tıpkı Şeker gibi göğsünde bağladı. Düşündüğümden daha iyi rol yapıyordu şu an. Bakışlarını Şeker'in gözlerine sabitlerken yüzündeki ifade son derece ciddiydi.

"Kanıt?" Koray ve bana dönerek küçük bir kahkaha attı. "Bunun için sadece son soygununuza ait güvenlik kamerası görüntüleri bile yeterli."

Son cümlesiyle tüm kapılarını kapatmayı başarmıştı ama Perla direnmekte ısrarcıydı. "Orada aldıklarımın hepsini çantayla birlikte aldınız elimden. Daha ne istiyorsunuz?"

"İlay Atalar ve Serhat Atalar'ın hesaplarını boşattınız. Kendileri sizden şikayetçi olmadılar ama bunun bir önemi yok. Hortumladığınız paraları nereye aktardığınızı söylemek zorundasınız."

Şeker alaycı bir kahkaha attı ve, "Bu koca bir yalan," diyerek bana kısa süreli bir bakış attıktan sonra tekrar Savaş'a döndü. "Kabul etmiyorum, bunu hiç ıspatlayamazsınız."

Haklıydı, bunu ıspatlamak çok zordu. Hesaplar boşaltılmıştı ama paralar Amerika'da hayalet bir hesaba aktarılmıştı. O hesaba ulaşmak ve paraları bulmak neredeyse imkansızdı.

Savaş sinirlenmişti. Ağır adımlarla Şeker'in üzerine yürüyerek, "Ben sana bunu itiraf ettirmesini bilirim de," deyince araya girdim.

"Komiserim."

Burnundan soluyarak bana dönen arkadaşıma kaşlarımı kaldırarak imalı bir şekilde baktım. "İzin verirseniz hastamızı götürelim artık." Neden bir anda bu kadar sinirlenmişti anlamadım.

"Hiçbir yere gelmiyorum," dedi Şeker. Savaş'a hâlâ kibirli bakışlarıyla meydan okuyordu. "Hasta değilim ben."

Savaş bir anda, "Söyle o zaman paraların yerini!" diye bağırınca kolundan tutup Şeker'den uzaklaştırdım ve kulağına kısık bir sesle fısıldadım. "Sesinin tonuna dikkat et."

Savaş kendini gerçek bir sorguda zannetmeye başlamıştı ve sinirlerimi bozuyordu. Şeker'in hasta olduğunu ve şu an tek amacımızın onu hastaneye gitmeye ikna etmek olduğunu unutmuş gibi davranıyordu. Tamam, o paraları geri vermek zorundaydı Şeker ama bu şekilde olmazdı. Ben hastaneye gidince hipnoterapi yoluyla halledecektim zaten bunu.

"Afedersin," dedi aynı şekilde kısık bir sesle. Kendini sakinleştirmek istercesine başını iki yana salladı. Savaş'ı bırakıp Şeker'e döndüm ve, "Kabul etmemek gibi bir seçeneğin yok," dedim sakin bir tonla. "Mahkeme kararı var. Eğer gerekirse zorla götürüleceksin Perla."

Elini midesinin üzerine koyarak yüzünü buruşturdu. Açtı ve oldukça yorgun görünüyordu. Dik durmaya çalışsa da bitkinliğini gizleyemiyordu artık. Enerjisi tükenmek üzereydi. "Ne kadar sürecek bu tedavi?" dedi bir eliyle midesini ovuştururken.

"Bu sana bağlı. Zorluk çıkarmadan dediklerimi yaparsan uzun sürmez," dedim tebessüm ederek. Onu alıp bir an önce buradan götürmek istiyordum.

"Tamam," dedi yorgun bakan gözlerini kırpıştırarak. "Gidelim o halde." Sonunda pes etmişti. Sahte mahkeme kararını biraz incelese anlardı ama neyse ki Savaş buna müsaade etmemişti.

İnandırıcı olması için kelepçelenerek ve polis aracıyla hastaneye götürülmesini söylemişti Savaş. Polis aracıyla götürülmesini kabul ettim ancak kelepçe çok fazlaydı, bu kadarına gerek yoktu. Polis aracında polis memurları Selim ve Sevgi eşlik etmişti ona. Koray ve ben kendi araçlarımızla onları takip ettik.

Şu anki büründüğü kimlik henüz yeniydi. Üç gündür Perla kimliğindeydi ve hastanede göreceği, ona Şeker olduğunu hatırlatacak şeyler Perla kimliğinden daha çabuk çıkmasına yardımcı olacaktı. O zamana kadar da Selim ve Sevgi, herhangi bir kaçma girişimine karşılık tedbir amaçlı Şeker'in odasının önünde nöbet tutacaklardı. Bu da göstermelikti. Böyle bir şeye gerek yoktu ama şu an Perla kimliğindeki Şeker'in hiçbir şeyden şüphelenmemesi ve kaçmayı aklından bile geçirmemesi gerekiyordu.

Hastaneye gelir gelmez odasına geçip uyumak istedi. Açlığını bastırmak için uyumayı tercih ediyordu. Yemek yemek aklında bile yoktu ama benim zorumla da olsa biraz yemek yemişti.

Yemeğini yedikten sonra kıyafetlerini bile değiştirmeden yatağa girdi. Tek istediği şey uyumaktı. Sanki kayıp olduğu o iki gün boyunca hiç uyumamış gibi uykuya hasretti. Bugün onu kendi haline bırakmak en doğrusuydu. Ne terapiye, ne tek kelime konuşmaya hali yoktu.

Bütün gün aralıklı olarak odasına gidip onu kontrol ettim. Yanına oturdum, onu seyrederek uzun uzun ne yapacağımı düşündüm. Varlığımı hissetmeyecek kadar derin bir uykudaydı. Tıpkı Şeker gibi. O da Perla gibi derin bir uykudaydı ve hiçbir şeyin farkında değildi.

Ona uykuda hipnoterapi yapmayı düşünmüştüm ama bunu yapmadım. İlk olarak uyanıkken normal bir terapi yaparak onu anlamam gerekiyordu. Tıpkı Şeker gibi Perla da bana terapide istediğimi vermezse, ikinci olarak baş vuracağım yoldu uykuda hipnoterapi.

Koray da hastanede kalmıştı. O da sık sık Şeker'in odasına gelip kontrol etmişti kardeşini. Onu tanıdığımızdan beri ilk kez bu kadar uzun süreli bir Füg haline bürünmüştü ve endişeliydik. İkimiz de sabaha kadar hiç uyumadık.

***

Sabah ilk iş olarak yemekhaneye inip Şeker için güzel bir kahvaltı hazırlamalarını söyledim. Daha sonra yukarı çıktım onu uyandırmak için, saat dokuz buçuk olmuştu ama hâlâ uyuyordu. Şeker'in odasının önüne geldiğimde Koray'ın da kapının önünde olduğunu gördüm.

"Abi akşam oldu, ne zaman kalkacak bu kız?"

"Abartma Koray," diyerek kapıyı iki kere çaldım. "Kız yorgun. Üstelik yeterli beslenmediği için enerjisi düşük."

"Beslensin abi," diyerek bu kez o kapıyı iki kez çaldı. "İnsan yemek yemez mi, bu ne biçim kimlik?"

"Onun yanında da böyle konuşma," diye Koray'ı uyarıyordum ki kapı açıldı.

"Ben bu odayı beğenmedim, değiştirin odamı," dedi ve kapıyı açık bırakıp arkasını dönerek odaya yöneldi tekrar.

"Yeterli enerjiyi toplamış kardeşim," dedi Koray.

"Sana da günaydın Perla." Koray'ı odanın içine iterek ben de girdim ve kapıyı kapattım.

"Ben kitap okumam. Bu kitaplık gereksiz yer kaplıyor," dedi bize doğru dönerek. "Balkondaki çiçekleri de istemiyorum, alerjim var benim." Bizimle muhatap olmuyor, sadece isteklerini sıralıyordu.

"Sen neden hâlâ üzerini değiştirmedin Perla?" Koray'ın tek derdi Şeker'in üzerindeki elbiseydi.

"Beni buraya zorla getirdiniz. Ne bir kıyafet ne bir eşya alamadım yanıma," dedi sinirle. Nerede ne gibi eşyaları vardı acaba?

"Ben sana bir sürü kıyafet aldım," diyerek elbise dolabına yöneldi Koray. Dolabı açıp Şeker'in kıyafetlerinin arasından bir pijama çıkardı. "Bak," dedi bir pijama takımını Şeker'e uzatarak. "Ayıcıklı pijama, sana çok yakışacak."

Şeker, Koray'ın elinden pijamayı aldı ve incelemeye başladı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa odası gibi pijamaları da beğenmemişti. "Senin zevkin mi bunlar?" dedi yüzünü buruşturarak.

"Evet. Hepsini ben seçtim, senin için."

"Beni burada elektrikli sandalyeye bile bağlasanız giymem bu ucubeleri," diyerek pijamaları Koray'ın suratına fırlattı. "Zevksiz turunç"

"Kızım neresi ucube bunların, gayet kapalı. Yani gayet şık demek istedim."

"Çok beğendiysen kendin giy," diyerek ellerini göğsünde bağlayarak bana döndü. "Giymem ben bunları."

Koray yine kendi kendine homurdanmaya başlamıştı. Şeker'in seve seve giydiği kıyafetler Perla'nın zevkine uymamıştı.

Koray, "Başka şeyler de var," diyerek dolaptaki diğer kıyafetleri gösteriyordu ki, "İstemem," dedi net bir şekilde. Hepsini tek tek inceledim ben. Hepsi berbat, beş yaşındaki çocuk kıyafetleri gibi."

"Tamam," diyerek araya girdim ve dolabın başına geçtim. "Ben sana istediğin gibi kıyafetler alacağım. Ama şimdilik," diyerek dolaptan Şeker'in çok sevdiği beyaz tişörtlerden birini ve siyah bir kot pantolonu çıkardım. "Bunları giyer misin?"

Koray'a gözünün ucuyla bir bakış attıktan sonra bakışlarını bana çevirdi ve kıyafetleri elimden aldı. "Ben pahalı marka kıyafetler giyerim ama," dedi kaşlarını kaldırarak. "Kim verecek parasını?"

"Ben vereceğim," diyerek gülümsedim.

"Banyodaki çilek kokulu şampuanları da beğenmedim."

"Hallederiz."

"Mobilyalar da çok zevksiz."

"Değiştiririz."

Burada kalmamak ve bizi yıldırmak için elinden geleni yapıyordu. Her şeye kusur buluyordu ama pes etmek yok.

"Başka kişisel masraflarım da var benim," diyerek devam etti. "Haftanın beş günü kuaföre giderim."

"Bu saçlar için mi?" dedi Koray araya girerek. "Kızım bunları haftanın yedi günü de gitsen adam edemezsin."

Sanırım Koray'ı, Perla'yla aynı ortama sokmak iyi bir fikir değildi. Şeker'le bile daha iyi anlaşıyorlardı.

Koray'ın sözleriyle aniden yüz ifadesi değişti ve üzerine yürümeye başladı. Koray nasıl bir pot kırdığının farkında değildi. Perla'nın savunma sporlarındaki yeteneğini bilmiyormuş gibi konuşmuştu ve şu an hedefindeydi. Önüne geçerek ikisinin arasına girdim ve, "Tüm masraflarını karşılayacağım," dedim gülümseyerek. "Endişen olmasın."

Arkamda duran Koray'a gözlerini devirdi nispet yapar gibi. Bakışlarını bana çevirdi ve hiç beklemediğim bir soru sordu. "Sevgilin var mı senin? Yoksa ben olurum, hatta istersen evleniriz bile."

Soyguncu bir kişilik için ideal adaydım şu an. Tüm maddi isteklerini kabul ederek ilgisini çekmiştim farkında olmadan.

"Var," diyerek arkamdan beni kenara iterek Şeker'in karşısına geçti Koray. "Başı bağlı onun. Hadi sen üzerini mi değiştiriyorsun, duşa mı giriyorsun ne yapıyorsan yap kahvaltı yapacaksın." Bu haldeyken bile kıskanıyordu kardeşini benden.

"Sana sormadım turunç!"

Koray'ın yakasını kavradı ve kendine doğru setçe çekti. Hiçbir şey yapmadan bu bakışlarla bile öldürebilirdi Koray'ı. Bir adım geriye giderek hiçbir müdehale de bulunmadan onları seyretmeye başladım.

"Ne yapıyorsun kızım, bırak yakamı."

Aralarındaki boy farkı bile kaybolmuştu sanki. Yakasını bırakmadan bakışlarıyla dövüyordu Koray'ı. "Bu seni son görüşüm," dedi dişlerinin arasından. "Eğer bir daha karşıma çıkarsan işini bitiririm."

Koray ani bir hamle yaparak yakasını Şeker'in ellerinden kurtardı. "Dışarıda polislerin olduğunu unuttun herhalde," dedikten sonra kapıya doğru yürürken, "Selim!" diye bağırdı. Ciddi anlamda korkmuştu ve moralimin bozuk olmasına rağmen güldürmüştü beni.

Perla bu tehditten korkmuş gibi görünmüyordu. Kollarını bir kez daha göğsünde bağlarken olduğu yerde sallanmaya başladı. Koray odadan çıkarken Selim odaya giriş yaptı.

"Bir sorun mu var?" dedi odanın içinde gözlerini gezdirerek.

"Sorun içeride," dedi Koray son bir kez dönüp bakarak.

"Yok bir sorun Selim," diyerek başımı iki yana salladım. Koray'ın bu abartılı tepkileri sorun olacaktı ve Perla haklıydı. Şeker kimliğine geçene kadar Koray'la birbirlerini görmemeleri daha doğru olurdu.

Koray ve Selim odadan çıktıktan sonra Perla'ya döndüm. "Kahvaltın gelene kadar biraz sohbet edelim mi?"

"Ben kahvaltı yapmam," dedi bana doğru bir adım atarak. "Ama seni kırmak istemem yakışıklı."

Yeşil gözlerinde takılı kaldım bir süre. Serkay'ın anlattıkları aklımdan çıkmıyordu. Her an, her saniye aklımdaydı ve başka bir kimlikte bile olsa her sözü, her bakışı derinden sarsıyordu beni.

Kendimi toparlayarak masayı işaret ettim oturması için. Şeker kimliğine geçmeden, İlay ve Serhat amcanın hesaplarını boşaltarak paraları hangi hesaba gönderdiğini öğrenmem gerekiyordu. Savaş'a bu konuda söz vermiştim ve benden haber bekliyordu.

"Konumuz evlilik olursa memnun olurum," diyerek göz kırptı masaya geçerken. Bakışları şuh bir hal almaya başlamıştı ama anlamamış gibi davranıyordum. Sandalyeyi çekip otururken cebimden kağıt ve kalem çıkardım.

"Sen mi yaptın yoksa Cengiz mi?" diye sordum direkt. Hacker kimliğinin adını özellikle telaffuz etmiştim. İnkar yoluna baş vuracağını bildiğim için Cengiz ismini telaffuz ederek inkar kapısını kapattım.

"Anlamadım," dedi gözlerini şaşkınlıkla büyüterek. "Cengiz mi?"

"Hiç inkar etmeye kalkma Perla," dedim kollarımı masaya koyarak. "Dün gece Cengiz ve diğerlerini gördüm. İçlerinden bu işi en iyi yapacak iki kişiden biri Cengiz, diğeri sen," diyerek başımı iki yana salladım. "Hanginiz yaptı?"

Gözlerini kaçırdı, yüzü kızardı. Masanın kenarından tutarak sandalyesini biraz geri iterken benimle göz teması kurmaktan kaçıyordu. Paniklemişti. Bir süre hiçbir şey söylemeden ellerinin arasına aldığı başını ovuşturdu. Sanırım başı ağrımaya başlamıştı.

"Eğer konuşmazsan," diyerek başımı hafifçe eğdim yüzüme bakması için. "Cengiz'e sormam gerekecek. Onun hâlâ orada olduğunu biliyorum. Can güvenliğim için yanımda Savaş ve ekibini de götürmem gerekecek," derken başını kaldırıp sözümü kesti.

"Gerek yok, Cengiz'i rahatsız etmeyin," dedi ellerini başından çekmeden. "Onun bir suçu yok, her şeyi ben yaptım."

Kendince Cengiz'i polislerden korumaya çalışıyordu. Ben yaptım diyerek suçu üzerine alırken, aslında var olmayan birini koruduğunun farkında değildi. Az önce masaya bıraktığım kağıt ve kalemi usulca önüne ittim. O hayalet hesaba ait gerekli bilgileri yazmasını beklerken kapı çaldı ve yemekhane görevlisi Mehmet, kahvaltı tepsisiyle içeri girdi. Mehmet'e bir el işareti yaparak beklemesini söyledim.

Bir elini başından hiç çekmedi kağıda bilgileri yazarken. Başının ağrısı şiddetlenmişti belli ki. Kağıda oldukça uzun harf ve rakamlardan oluşan bilgileri yazarken eli titriyordu. Son harf ve rakamları da yazdıktan sonra başını kaldırmadan yüzüme baktı ve kağıdı önüme itti.

Gözlerinin içine bakarak kağıdı masadan aldıktan sonra yazdıklarına baktım. Bu kadar uzun harf ve rakamları nasıl aklında tutmuştu inanılır gibi değildi. Yanlış ya da eksik yazma ihtimali yoktu çünkü korkmuştu. Cengiz'e zarar gelmesinden korkuyordu. Aslında Cengiz diye birinin olmadığını bilse asla bu bilgileri yazmazdı ama bilmiyordu. Cengiz'in de kendisinin zihninde oluşturdu bir kimlik olduğunun bilincinde değildi.

Kağıdı cebime koyup masadan kalkarken, kahvaltıyı masaya bırakması için Mehmet'e başımla bir işaret yaptım ve odadan çıktım. Şu an yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Başı ağrıyordu, hem de çok şiddetli. Ve ben bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Geliyordu Şeker Biricik. Geliyordu ve şu an beni görmek, isteyeceği en son şey bile değildi. Şu an yanında kalmak, Şeker kimliğine geçerken ona sarılmak çok isterdim ama yapamazdım. Serkay aramıza koca bir duvar örmüştü.

Koray'ın odasına doğru ilerlerken kağıdı cebimden çıkardım ve fotoğrafını çekip Savaş'a gönderdim. Bu bilgiler sayesinde İlay ve Serhat amca kaybettikleri paralarına kavuşacaklardı. İkisinin de bu habere çok sevineceğini biliyorum, para onlar için her şeydi.

Koray'ın kapısının önüne geldiğimde telefonum çalmaya başladı. Güneş arıyordu. O gün Şeker'e, kendisine yeni bir ev arkadaşı bulduğunu söyledikten sonra, 'Resmen ortada kaldın,' gibi bir cümle kurmuştu. Güneş'in bu davranışı ve kurduğu bu cümle Koray'la aralarının açılmasına neden olmuştu. Koray, Güneş'e çok kızgındı haklı olarak. Aralarında nasıl bir tartışma geçti bilmiyorum ama Güneş, Şeker'le ilgili bilgi almak için Koray'ı değil beni arıyordu. Üstelik sadece Şeker'le ilgili değil, saçma sapan sebeplerle beni arıyordu. Ben de çok kızgın ve tepkiliydim ona. Şeker'e yaptığı şeyin kabul edilebilir bir tarafı yoktu.

"Efendim Güneş?"

"Rüzgâr merhaba," dedi çekingen bir tonla. "Seninle konuşmam gereken bir konu var. Bu akşam müsaitsen buluşabilir miyiz?"

Saçma bir neden daha. Güneş'in son günlerde sergilediği tavır beni rahatsız etmeye başlamıştı. Şeker'i bahane ediyordu sürekli ama artık bahaneleri de tükenmişti.

"Konu ne Güneş?" diyerek Koray'ın kapısını çaldım ve içeri girdim. Masaya kollarını yaslamış, başını iki elinin arasına almış bir şekilde oturuyordu Koray.

"Telefonda olmaz," dedi anlamsızca gülümseyen bir tonla. "Buluşmamız lazım, lütfen."

"Çok yoğunum Güneş," diyerek Koray'ın koluna vurdum. Başını kaldırıp yüzüme bakarken, Güneş'in adını duymuş olmak pek hoşuna gitmemişti.

"Koray'a anlat," diyerek telefonu Koray'a uzatıp karşısındaki koltuğa oturdum. Koray'ın yüzündeki ifadeye bakılırsa telefonu ona uzatmam da hoşuna gitmemişti ama artık konuşmaları gerekiyordu. Güneş'in de bir sorunu varsa ben değil sevgilisi ilgilenmeliydi.

"Alo?" dedi buz gibi bir ses tonuyla. Ben çıkayım mı diye bir işaret yaptım ama net bir şekilde hayır anlamında başını salladı Koray.

Karşıdan ses gelmemiş olacak ki, "Alo Güneş?" dedi sinirle. "Güneş!" Telefonu kulağından çekip ekrana baktı şaşkınlık karşımı bir sinirle. Başını kaldırıp öfkeli bakışlarını bana çevirdi ve, "Kapatmış," dedi buz gibi bir sesle. "Kapatmış abi."

Sinirle telefonu masaya bırakıp bana doğru itti. Aralarındaki sorun düşündüğümden daha büyük gibi görünüyordu. Daha önce yıllardır aşık olduğu Ahu'yu, sırf Şeker'e karşı takındığı tavır yüzünden bir kalemde silmişti Koray. Şeker o dönem sadece değerli bir arkadaşıydı onun için ama şu an aynı zamanda kardeşiydi. Güneş'e de tıpkı Ahu'ya gösterdiği tavrı gösteriyordu.

"Güneş sevgilin Koray," dedim arkama yaslanarak. "Ahu gibi değil, sevgilin Güneş."

"İşte bu yüzden yaptığı şey çok daha ağır Rüzgâr," dedi kaşlarını çatarak. "Şeker'in kardeşim olduğunu biliyordu, söylemiştim ona."

Sinirli bir şekilde ayağa kalktı ve pencerenin önüne geçip dışarıyı seyretmeye başladı. "Şeker gibi bir arkadaşa bu yaptığı yanlıştı ama sevgilisinin kardeşi olan Şeker'e yapması çok daha yanlış," dedikten sonra bana doğru döndü. "Üstelik son zamanlarda davranışları da," dedi ve sustu. Güneş'in son günlerde değişen davranışlarının farkındaydı o da. Aptal değildi ki, farkedecekti tabii.

"Takma kafana," diyerek ayağa kalktım ve yanına gittim. Tıpkı onun gibi ellerimi ceplerime koyarak ben de dışarıyı seyretmeye başladım ve, "Düzelir, düzelmese de herşey olacağına varır," diyerek omzumla hafifçe omzuna vurdum. Döndü ve acı çekercesine yüzüme baktı. Hiç konuşmadan uzunca bir süre yüzüme bakarken, aklından geçenleri tahmin etmek hiç zor değildi.

* * *

Şeker...

"Beni buraya neden getirdin Koray!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Ona söylemiştim. Bu hastaneye bir daha gelmek ve o kişinin yüzünü bir daha görmek istemediğimi söylemiştim.

"Kızım bi' sakin ol," dedi kaşlarını çatarak. Bir de bana sinirleniyordu hakkı varmış gibi.

"Ne ara getirdin beni buraya? Evinde kalmamı istemediğini beni bayıltıp buraya getirerek mi göstermeye çalışıyorsun sen?" Kalleş Koray!

Beni hastaneye getirdiği yetmezmiş gibi birde Rüzgâr'ı çıkarmıştı karşıma.

"Bir dakika," diyerek yanımıza yaklaşan Rüzgâr'ın yüzüne bakmıyordum. Yüzünü özlemiştim ama bakmamam gerekiyordu.

"Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyor musun?" dedi Koray'ı hafifçe itip karşıma geçerek. Koray'ın kolundan tutup tekrar önüme geçirdim büyük bir sinirle.

"Baygınken nereye götürüldüğümü hatırlayacak kadar güçlü bir hafızam yok Koray'cığım." Soruyu Rüzgâr sormuştu ama cevabı Koray'a verdim.

"Buraya gelirken baygın değildin Şeker," dedi bir kez daha Koray'ı kenara iterek.

"Öyleyse ben neden hatırlamıyorum Koray?" Bu kez ikisinin arasına girip Rüzgâr'ı arkama alırken, Koray'ı karşıma ittim. Koray sıcaktan telef olmuş horoz gibi bakıyordu yüzüme.

"Nasıl hatırlamazsın Şeker'im, öncekileri hatırlıyordun," diyerek yüzümü ellerinin arasına aldı telef horoz. Bakışları şefkat doluydu ama bu beni satışa getirdiği gerçeğini değiştirmiyordu. Ellerini yüzümden indirdim sertçe.

"Neyden bahsediyorsun Koray?"

"Bana bi' döner misin," diyerek kolumdan tutup beni kendine çevirdi Rüzgâr. Bitkin görünüyordu, hiç uyumamış gibi bakıyordu bal gözleri. Ona o kadar öfkeliydim ki elindeki sargıyı şu an farkediyordum. Ne olmuştu eline?

"Dün ve ondan önceki iki gün neler olduğunu da hatırlamıyor musun?" derken merakla yüzüme bakıyordu ama cevabını da biliyordu sanki.

"Onları hatırlıyorum," diyerek başımı ağır ağır sallarken sinirli bir şekilde sırıttım. "Hayatımdaki varlık sebebin hakkında aydınlandığım günler, nasıl unutabilirim."

Gittiğimiz kahvaltı yerinde ve öncesinde yaptıkları aklıma gelince daha da sinirlenmiştim. Hatırlamıyorum zannediyordu ama hepsini hatırlıyorum. Beni sırf yaptığı araştırma için kullanması ve o adamı kıskandırmak için öpmesi aklıma geldikçe sinirim katlanıyordu. Acilen buradan gitmeliydim.

"Ben seninle neden konuşuyorum ki," diyerek son kez gözlerinin içine baktım ve kapıya yöneldim. Beni daha fazla kullanmasına müsaade etmeyecektim.

"Şeker!" diyerek peşimden gelip kolumdan tuttu ve kendine çevirdi bir kez daha.

"Sevgilin olarak sormuyorum," derken sözünü kestim ve, "Eski sevgilim," diyerek düzelttim. Artık sevgilim değildi sonuçta.

Bezginlikle nefesini bırakırken bir kaç saniyeliğine gözlerini kapattı ve tekrar açtı.

"Kahvaltıya gittiğimiz günü hatırlıyorsun," diyerek elini cebine götürdü. Cebinden çıkardığı telefonunun ekranını bana doğru çevirdi ve, "Tarihe bak," dedi sakince. "O günün üzerinden üç gün geçti. Bugün dördüncü gün ve sen bu üç günlük zaman dilimde neler oldu hatırlamıyor musun?"

Elindeki telefonun ekranına bakıyordum. Doğru söylüyordu. O gün ayın on ikisiydi ama ekranda ayın on altısı yazıyordu. Bu mümkün değildi. Telefonu cebine koyarken o tanıdığım ifade belirdi yüzünde.

"En son ne hatırlıyorsun, ne var zihninde?" dedi ve yutkundu. Başımı çevirip çaprazında duran Koray'a baktım. O da Rüzgâr gibi yabancısı olmadığım bir ifadeyle bakıyordu. Bana böyle bakmalarını hiç sevmiyorum.

"Senin annenle mağazaya gitmiştik Koray," diyerek Koray'a döndüm. "Bana elbise bakıyorduk ama almak niyetimde değildim. Çok ısrar etti Nazan teyze, kıramadım onu. Sonra orada," diyerek gözümle Rüzgâr'ı işaret ettim. "Onun eski şeyiyle karşılaştık. Yanında da bir adam vardı, babasıymış."

Koray yanıma geldi ve ellerimi tuttu. Bildiği bir hikayeyi dinler gibiydi hali.

"Çok kötü şeyler söyledi bana," derken burnumun direği sızladı. İlay'ın sözleri aklıma gelince kötü hissetmeye başlamıştım. O kadının sözleri acı biber sürmüş gibi yakıyordu içimi.

Bu arada Rüzgâr hiç konuşmadan beni dinliyordu.

"Ne söyledi?" diye sordu Koray. Sordu ama hiç merak ediyormuş gibi bakmıyordu. Başımı hafifçe çevirip bir anlığına Rüzgâr'a baktıktan sonra tekrar Koray'a döndüm omuzlarımı silkerek.

"Her zaman ki şeyler işte. O kadının dili zehirli Koray. Diliyle can yakıyor, acıtıyor."

İlay'ı sonsuza dek görmek istemiyorum, o kadın bana iyi gelmiyordu. Ne zaman karşıma çıksa hep canımı yakıyordu. Rüzgâr'a olan saplantılı aşkı yüzünden beni takıntı haline getirmişti. Öyle can alıcı yerden vuruyordu ki beni, yakıyordu.

"Söz veriyorum bir daha görmeyeceksin onu," dedi bana sarılarak. "İlay bir daha karşına çıkmayacak güzelim."

Koray'ın güven veren kollarının arasından hiç çıkmak istemiyordum şu an. Sıcacıktı kolları. Saçlarıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra yüzüme baktı. "Şeker'im," dedi endişeli bir yüz ifadesiyle. "Buraya kadar olanları hatırlıyorsun ama sonrası yok değil mi," dedi başını sallayarak. Koray'dan gözlerimi ayırmadan düşünmeye başladım. Yoktu. En son o mağaza da olanları hatırlıyordum ama sonrası yoktu.

"Biliyorum, şu kişiyi görmek istemiyorsun," dedi ve bir kaşını kaldırarak Rüzgâr'ı işaret etti. "Bu hastanede olmak da hoşuna gitmiyor ama tedavine devam etmemiz lazım." Tekrar ellerimi tuttu gözlerime bakarak. "Otur şuraya, o kayıp zaman diliminde neler oldu anlatalım sana. Anlatalım ki neden bu hastaneye ve şu kişiye mecburuz anla."

Rüzgâr'ın arkasında kalan koltuğa doğru götürdü ve oturmamı sağlayarak önümde diz çöktü. Rüzgâr da yanıbaşıma geçip oturdu ve anlatmaya başladılar. O hatırlamadığım zaman diliminde neler oldu, ben neler yaptım hepsini en ince ayrıntısına kadar anlattılar. Hissettiğim kızgınlık nedeniyle Rüzgâr'a bakmamaya çalıştım ama öyle şeyler anlattı ki dehşetle dinledim onu. İnsanların paralarını nasıl çaldığımı anlatırken son derece dikkatli cümleler kurmaya çalışmıştı Koray ama utançtan yerin dibine girmiştim. Ama beni en çok dehşete sokan şey Rüzgâr'ın anlattıklarıydı. Genç bir çocuğun benimle ilgili verdiği ifade de anlattıkları akıl alır şeyler değildi. İnsan kendinden korkar mı, korkmuştum. Şu an kendimden deli gibi korkuyordum. Yaptıklarımı ve yapabileceklerimi düşündükçe tüylerim ürperiyordu.

"Hastalığının ve tedavinin çok önemli bir sürecindesin," dedi Rüzgâr. "Terapiler sende hem olumlu hem de olumsuz etkilerini göstermeye başladı. Biliyorum bana kızgınsın, haklısın da," derken Koray'la kısa bir bakışma oldu aralarında. "Ama o konularla ilgili de yanlış anlaşılmaları sonlandıcak her şeyi anlatacağım sana."

Koray çökmekten bacakları ağrımış olmalı ki yere oturup bağdaş kurdu. Elleri hâlâ ellerimdeydi. "Bugün terapiye gir," dedi gözlerime bakarak. "Sonra birlikte evimize gidelim."

Bu sırada Rüzgâr'ın telefonuna mesaj geldi. Ona dönmeden gözümün kenarıyla baktım. Telefonu cebinden çıkarıp ekrana baktıktan sonra başını iki yana salladı ve tekrar cebine koydu. Canını sıkan bir şeyler vardı. Bana olanları anlatırken bile buruk bir hali vardı.

"Anlaştık mı?" dedi Koray. "Terapileri aksatmıyoruz. Yalvarır gibi öyle masum bakıyordu ki yüzüme, hayır diyemedim. Benim yüzümden o da rezil olmuştu. Öve öve bitiremediği kız yüzünden rezil olmuştu annesine.

"Tamam," dedim başımı sallayarak. Sanki reddetmek gibi bir şansım varmış gibi, "Kabul ediyorum," diyerek ayağa kalktım. Koray ve Rüzgâr şaşkındı. Bu kadar çabuk kabul edeceğimi düşünüyorlardı ama başka çarem yoktu. Korkuyorum kendimden. Ya o silahla birine zarar verseydim, ya o izbe binada başıma bir iş gelseydi. Düşüncesi bile korkunç olan şeyleri yaşama ihtimalim korkutmuştu beni.

"Elektrokonvülsif terapiyle başlayalım o zaman," diyerek Rüzgâr da ayağa kalktı. Yine elektrik verecekti kafama, harika bir başlangıçtı.

"Olur," diyerek hâlâ yerde oturan Koray'a baktım. "Ama öncesinde Dilara'ya gidelim Koray, özledim onu."

"Şeker'im," dedi ellerinden destek alıp ayağa kalkarak. "Rüzgâr'la gitsen olmaz mı?"

Bu çocuğun Dilara korkusu beni deli ediyordu.

"Olmaz," dedim Koray'ın koluna girerek. "Onunla terapiler dışında muhatap olmak istemiyorum."

Kısık sesle söylemiştim ama Rüzgâr duymuştu. Yandan çaktırmadan ona bakıyordum ki başıyla bir hareket yaptı ve, "Öyle olsun," dedi. Öyle olacaktı tabii, başka ne bekliyordu ki?

Koray'la birlikte odadan çıktık. Terapiden önce görmek istedim Dilara'yı çünkü terapiden sonra kendimi iyi hissetmiyordum. Rüzgâr ve Koray'ın söylediğine göre kaybolduğumda kriz geçirmiş Olcay'la ikisi. Beni görmek ona iyi gelecekti.

Dilara'nın odasının önüne geldiğimizde Koray bana döndü ve, "Sen gir, ben seni burada bekliyorum," dedi. Kriz geçirdiği gün Dilara'yı sakinleştirmek Koray'a düşmüştü. Koray'ın söylediğine göre Dilara, kriz anında Koray'ın kasıklarına tam dört kez tekme atmıştı ve Koray'ın, Dilara korkusu katlanmıştı. Bu kadar korkacak ne vardı bilmiyorum, ben hergün yapıyordum bunu.

Kapıyı üç kez tıklattıktan sonra içeri girdim. Dilara'nın kasfeti odasına yansımıştı. Gündüz vakti perdeler kapalıydı ve odanın içinde garip bir koku vardı. Bu odaya bir el atmanın zamanı gelmişti. Madem bu hastaneye gelmeye devam edecektim, bu korku evlerini anımsatan odayı adam etmek de bana düşerdi. Biraz ilerledikten sonra Dilara'yı yatağının üzerinde otururken gördüm. Başını kaldırıp bakmadı, odaya gireni merak bile etmiyordu.

"Selam Dilara," dedim son derece enerjik bir sesle. Sesimi duyduğu anda başını kaldırdı ve yorgun gözlerini kocaman açtı.

"Horoz Şeker," dedi heyecanla. "Ölmedin mi?" Dilara'ya yakışan şahane bir karşılamaydı!

Yatağından kalkıp hayranlık dolu bakışlarla yanıma geldi. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Çok fazla kilo kaybetmiş, rengi solmuş, gözleri sanki yuvasına gömülmüştü. İlk karşılaştığımız gün bile böyle değildi. Tıpkı hastalığı gibi yürüyen bir cesetten farksızdı şu haliyle.

"Öldüğümü de nereden çıkardın?" Kollarımı boynuna sarıp sıkı sıkı sarıldım. Birbirine karışan saçları kim bilir en son ne zaman taranmıştı?

"Özledim seni horoz Şeker," dedi az önce sorduğum soruyu es geçerek.

"İlaçlarını kullanıyor musun?" dedim bende onun söylediği şeyi es geçerek. Söz konusu Dilara bile olsa kısastan vaz geçemiyorum.

"Saçların ne kadar güzel," dedi sanki ilk kez görüyormuş gibi.

"Neden hiç yemek yemedin Dilara?" Vitaminsizlikten gerçekten ölecek gibiydi.

"Hadi biraz uyuyalım horaz Şeker." Bu sohbet nereye gidiyordu?

"Dilara!" dedim tüm ciddiyetimle. "Koray'ın kasıklarına neden vurdun, erkeklerin kasıklarına vurulur mu hiç?"

"Nerelerine vurulur?" dedi korkunç gözlerini büyüterek.

"Orası dışında her yere." Neyse ki sohbet normale dönmüştü. "Bir daha sakın yapma tamam mı?" dedim bir kaşımı kaldırarak. Koray'cığımın kasıklarına benden başka kimse vuramazdı.

"Söyle bakalım neden hiç yemek yemedin? Çok zayıflamışsın."

"Ölüler yemek yemez ki," diyerek yatağın üzerine oturdu. Dilara'ya göre ölüler yemek yemez ve ilaç içmezdi ama onun dışında her boku yapardı.

"Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun!" Tam karşısına geçip oturdum ben de. Evet, çok zayıflamıştı. Bitkin ve moralsiz görünüyordu ama daha normaldi sanki.

"Sen de biliyorsun ölü olmadığını. Ölülerin duyguları olmaz Dilara. Beni özlüyorsan duyguların var ve ölü değilsin."

Yüzündeki ifade ve bakışları değişmeye başladı bir anda. Gözlerini odanın içinde gezdirirken bir şeyler düşündü uzun uzun. Hiçbir şey söylemeden onu seyrediyordum, Dilara da gerçekten bazı değişiklikler vardı.

"Yemek yiyelim mi?"dedi bir anda bana bakarak. Bu fırsatı kaçıramazdım çünkü Koray bana Dilara'nın günlerdir yemek yemeyi reddettiğini söylemişti.

"Koray!" diye bağırdım Dilara'ya bakarak. Dilara olduğu yerde korkarak geriye çekilirken kapı açıldı ve Koray odaya daldı.

"Ne oldu Şeker?"

Sırıtarak Koray'a doğru dönünce gördüğüm manzara karşısında kahkahayı patlattım. Koray iki elini de kasıklarına siper etmiş, korku dolu gözlerle bize bakıyordu. Dilara çocuğun psikolojisini bozmuştu.

"Rahat ol, vurmayacak bir daha," derken hâlâ gülüyordum. Koray'ın korku dolu bakışları sertleşmeye başlamıştı. Onunla dalga geçtiğimi zannediyordu ama asla öyle bir niyetim yoktu.

"Gel yanımıza Koray," dedim ciddi olmaya çalışarak. Dilara ve Koray'ın arasındaki bu soğukluğu sonlandırmam gerekiyordu. Barışsınlar artık.

"Kızım ne bağırıyorsun, korkuttun beni."

"Korkma gel," dedim Dilara'nın elinden tutup ayağa kaldırırken.

"Ne oldu Şeker?" Çekingen, bir o kadar da bezgin bir şekilde bize doğru yaklaşmaya başladı.

Dilara'ya dönüp baktığımda, dağınık saçlarını düzeltiyordu ama Koray'a bakmıyordu. Sanırım kasıklarına vurduğu için utanıyordu ondan.

"Sarılın hadi," dedim aralarından çekilerek. Bence artık aralarındaki bu soğuk savaş bitmeliydi. Koray madem beni çok seviyor, Dilara'yla iki geçinmek zorundaydı.

"Ha?" dedi şaşkınlıkla.

"Ho?" diyerek dağ ayısı Koray'ın taklidini yaptım. "Sarılın ve barışın."

Dilara, Koray'a bakmamakta ısrarcıydı. Bakmıyordu ama saçlarını düzeltmeye çalışıyordu hâlâ. Bu saçlar böyle yaparak asla düzelmedi ki. Acaba kaç gündür yıkanmıyordu?

"Küs olduğumuzu kim söyledi kızım?" dedi Koray. Bu kez rahatlayarak bir elini cebine koymuştu ama diğer eli her ihtimale karşı kasıklarının yakınlarında bir yerlerdeydi. "Biz Dilara'yla gayet iyi anlaşıyoruz, değil mi Dilara?"

Dilara saçlarıyla oynamaya başlamıştı. Bakışlarını usulca Koray'a çevirirken, yüzünde hiç alışık olmadığım bir ifade vardı. Bir iki saniye bile sayılmacak kadar kısa bir an Koray'a baktıktan sonra, bakışlarını bana çevirirken başını Koray'ı onaylarcasına salladı. Bu ikisi arasında tek taraflı bir çekim vardı, hissediyorum. Koray her ne kadar kabul etmese de Dilara'dan çekiniyordu ama Dilara'nın, Koray geldikten sonraki davranışları çok manidardı.

Koray'dan, Dilara için yiyecek bir şeyler getirmesini istemiştim. Sarılmamışlardı ama aralarındaki soğuk savaş şimdilik son bulmuştu. Yemeğini yiyene kadar Dilara'nın yanında kaldım. Günlerdir doğru düzgün bir şey yemediği için Koray'ın getirdiklerinin hepsini bitirmişti. Yemeğini yedikten sonra uyumak istediği için tekrar geleceğim sözünü vererek yanından ayrıldım. Dilara bir an önce iyi olsun istiyorum. Belki de yalnızlığıma ilaç olacaktı, artık Güneş diye bir arkadaşım yoktu ve Dilara'nın arkadaşlığına ihtiyacım vardı. Normal insanlar benimle arkadaşlık edemiyorsa bende kendim gibi tahtası eksiklerle arkadaş olurum. Arkadaş bir insanın hayatında çok önemliydi. Bir ailem yoktu ki derdimi anlatayım, bir kardeşim yoktu ki yardım isteyeyim. Benim bir an önce kendime arkadaş bulmam gerekiyordu ve Dilara tüm kriterlerime uyuyordu.

Koray'ın koluna girdim ve terapi odasına doğru yürümeye başladık. Elektroşok terapisi yapacaktı Rüzgâr bana. Terapilerin hem olumlu hem de olumsuz etkilerini göstermeye başladığını söylemişti. Olumsuz etkilerini uzun uzun dinlemiştim ama olumlu etkiden kastı neydi anlamadım. Ben kendimde bir değişiklik görmüyordum ama Rüzgâr böyle düşünmüyordu.

"Sen de yanımda ol," dedim Koray'ın koluna iyice sarılarak. "Beni o kişiyle yalnız bırakma."

"O kişi kafana dört yüz voltluk elektrik verecek birazdan, iyi geçinmeye bak bence," dedi sırıtarak.

"Ne!" Kolundan çıkıp göğsüne sertçe vurdum. "Dört yüz volt mu, delirdiniz mi siz be!" Beni öldürmeye yemin etmiş bunlar. Dört yüz volt ne demekti.

"Korkma kız, şaka yaptım," diye gülerek kolumdan tutup kendine çekti beni. Zaten korkuyorum daha çok korkutuyordu böyle konuşarak.

"Koray sen diplomanı pazardan mı aldın?" dedim kolunun altına girerek. Beni rahatlatmak yerine korkumu arttırıyordu geri zekalı. "Diplomanı görmek istiyorum," dedim başımı kaldırıp ciddi bir ifadeyle yüzüne bakarak. Bence bu konuda beni ikna etmeliydi, bu ne biçim doktordu?

Başını kaldırıp gözlerini kapatarak büyük bir kahkaha attı. Kollarının arasındaki bedenimi sıkarak nefesimi kesmek istercesine sarıldı gülerken. Benimle eğlenmek hoşuna gidiyordu manyak doktorcuğumun. Doktorun bile manyağı beni buluyordu.

Terapi odasına geldiğimizde Rüzgâr ve anestezi uzmanı adam hararetli bir sohbet halindeydi. İkisinin de yüzündeki ifade okuyamayacağım kadar gizemliydi ve gergin görünüyorlardı. Biz içeri girince bir anda kesilmişti sohbetleri.

"Hoş geldiniz," dedi Rüzgâr. Gülümsemeye çalışıyordu ama keyifsiz olduğu çok belliydi. Acaba ne konuşuyorlardı?

"Hoş geldik ama hoş bulmadık," diyerek Rüzgâr'a gözlerimi devirip Koray'a döndüm. "Bu adamdan başka anestezi uzmanı yok mu bu hastanede?" Sebepsizce geriliyordum bu adamı görünce. Kötü bir enerjisi vardı sanki, içim sıkılıyordu ona bakarken.

"Var ama Rüzgâr özellikle onun olmasını istiyor," dedi Koray. Rüzgâr zaten beni huzursuz edecek ne varsa onu yapmaya bayılıyordu.

"Hazır mısın Şeker?" diyerek bana bakan Rüzgâr'a cevap vermek yerine Koray'a döndüm bir kez daha. "Hazır değilim Koray'cığım." Elektroşokun nesine hazır olacaktım?

"Soruyu ben sordum Şeker," dedi Rüzgâr. Sesinin tonu biraz sertti.

"Ben de sana cevap verdim Koray'cığım." Bence bu konuda benimle mücadele etmemeliydi.

"Birşey mi dedin Şeker'im?" diyerek iki elini kulaklarına götürdü Koray. "Abi ne oldu ya, yine mi tıkandı kulaklarım? Hiçbir şey duymuyorum."

Düzenbaz Koray. Her koşulda arkadaşının tarafında oluyordu ama bende çareler tükenmezdi. Koray'a başımı tehditkar bir şekilde sallayarak anestezi uzmanı olan adama döndüm. Neydi bu adamın adı? Sertan? Serkan? Sercan? Sadullah? Hayır, Sadullah kesinlikle değildi. Ben adını düşünürken adamın bana bakan gözleri aydınlanmıştı sanki.

"Neydi senin adın?" diye sorduğumda hafif bir tebessüm oluştu yüzünde.

"Serkay," dedi bir anlığına Rüzgâr'a bakıp tekrar bana bakarken.

"Hazır değilim diyorum Serkay'cığım." Şu adama mecbur bıraktınız ya beni, Allah ikinizi de kahretsin Rüzgâr ve Koray.

"Beni hazırlar mısın Serkay'cığım, kendimi hiç hazır hissetmiyorum." Adama doğru büyük bir adım atıp tam karşısında durdum. Tamam, fazlasıyla gizemli bir havası vardı ve gerilmeme neden oluyordu ama gözleri çok güzeldi bu adamın. Alnına dökülen siyah saçlarının uçları kalın kaşlarına değiyordu. Siyah renkte göz yoktur diyenler halt etmiş, bu adamın gözleri üzüm karasıydı. Bakışlarıysa fazla anlam yüklü. Rüzgâr'ın uyurken yaptığı hipnozu ayaküstü yapıyordu adam bana. Ben az önce bu adamdan korkmuyor muydum?

"Tabii," dedi bir kez daha Rüzgâr'a bakarak. Rüzgar'dan çekiniyordu, tepkisinden korkuyordu sanki.

Uzandı ve elimi tuttu. "Şöyle geçelim mi?" diyerek yanıbaşındaki koltuğu işaret ederken bile bir gözü Rüzgâr'daydı. Neydi bu tedirginliğinin sebebi bilmiyorum. Rüzgâr artık bana karışamazdı ki.

"Geçelim Serkay'cığım, hazırla beni." Adamın elini bırakmadan koltuğa oturdum ve onun da oturması için elinden hafifçe yanıma doğru çektim.

Bu sırada Rüzgâr, elindeki kağıtları sakin bir şekilde masaya bıraktı ve Koray'a eğilip, "Hazır olunca çağır beni," dedi. Kısık bir sesle söylemişti ama duymuştum. Koray, kaşları çatık bir şekilde bize bakıyordu. Başını onaylarcasına salladıktan sonra Rüzgâr bir kez daha Koray'a, "Gözünü ayırma," dedikten sonra kapıyı açtı ve odadan çıktı.

***

Rüzgâr...

O gün Şeker, ağaçlık alana yürürken yine bir Füg haline girmişti. Bu kez çok başka bir kimlikteydi. Küçük kız çocuğu kimliğine bürünerek, "O benim bebeğim!" diye bağıra bağıra ağlıyordu. Yere oturdu, yattı, gerçekten bebeği elinden alınan çocuklar gibi tepine tepine ağladı. Tam bir kriz halindeydi. Güneş, Şeker'in attığı tekmelerin hedefi olmuştu ve çok öfkelenmişti. Belki de Güneş'in bu tepkisiydi Koray'la aralarını açan. Arkadaşının hastalığını bilmiyormuş gibi sinirden deliye dönmüştü Güneş.

İğneyle uyutarak sakinleştirebilmiştik Şeker'i. İğnenin etkisiyle uykuya daldığında arabaya yatırıp direkt Koray'ın evine götürdük.

Gamze'yle buluşacaktım o gün ama Serkay'ın şüpheli davranış ve tepkileri beni huzursuz etmişti. Ağacın altında onları dinlediğimden habersizken Şeker'e söylediği, 'Herkesi unut ama beni hatırla Biricik,' sözleri  kuşkulandırmıştı. Bu yüzden Serkay'ın gözlerinin önünde öpmüştüm Şeker'i. Tepkisini ölçmek için yaptığım bu davranışın, Şeker'i bu kadar inciteceğini düşünemedim. Şeker'i istemeyerek de olsa kırmıştım ama Serkay'ın verdiği tepki sayesinde kafamdaki taşlar yerine oturmuştu. Şeker'in, Serkay'ın hayatında çok önemli bir yeri vardı. Şeker hatırlamıyordu ama yakın bir ilişkileri olduğu çok belliydi. Kendime bile itiraf etmek istemediğim o ihtimal yüksekti ve emin olmam gerekiyordu.

Gamze'yi arayıp acil bir işim çıktığı için buluşmayı başka bir güne ertelemek zorunda olduğumu söylemiştim. Gamze'den önce Serkay'la görüşmem gerekiyordu. Serkay ve Şeker'in yakınlıklarının boyutunu anlamam gerekiyordu. Belki de Şeker'in geçmişini hatırlamasını sağlayacak olan kişi Serkay'dı. Gamze'yi de bu yüzden aramamış mıydım zaten. Geçmişten tanıdığı, onun için değerli olan birini görmek bazı şeyleri hatırlamasına yardımcı olacaktı.

Şeker'i, Koray'ın evine bıraktıktan sonra Serkay'ı aradım. Tam iki saat boyunca kaç kez aradım bilmiyorum ama Serkay telefonlarıma cevap vermemişti. Sırf bu davranışı bile şüphelerimi haklı çıkarıyordu. Kızgındı bana, öfkesinden dolayı görüşmek istemiyordu. Muhtemelen bir daha hastaneye de gelmeyecekti, bırakacaktı işi. Ancak pes etmeden aramaya devam ettim ve nihayet cevap verdi. Son derece soğuk ve mesafeliydi sesi. Konuşmamız gereken çok önemli bir konu olduğunu söyleyerek onu hastaneye çağırdım. Dışarıda bir yerde buluşmanın doğru olmayacağını düşündüm çünkü konuşmanın seyri farklı yerlere gidebilirdi. Eğer Serkay düşündüğüm kişiyse kızmakta haklıydı, kim olsa kızardı ama başka çarem yoktu. O an ilk aklıma geleni yaptım ve Serkay tepkisiyle bana istediğim şeyi verdi. Böyle bencilce Şeker'in karşısına çıkan, hastalığını göz ardı ederek ona kendisini hatırlatmaya çalışan bir adamın niyetini başka türlü anlayamazdım.

Serkay hastaneye geldi ve onu karşıma alıp lafı dolandırmadan konuya girdim. 'Şeker'i nereden tanıyorsun?' diye direkt sordum ona. Keyifsiz ve sinirliydi. Sert bakışlarıyla öfkesini kusuyordu bana. Bir süre sessiz kaldıktan sonra yüzüne sevimsiz bir gülümseme kondurdu. O an hissetmiştim, sözleriyle alacaktı intikamını benden. Buydu yüzündeki gülümsemenin nedeni.

'Onun bendeki yerini tahmin bile edemezsin,' diyerek konuşmaya başlamıştı. 'Ve tabii benim, ondaki yerimi,' dedi yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüterek. 'Sevgiliyiz biz, deli gibi aşık Biricik bana.'

Son cümlesiyle almıştı intikamını. Yakmıştı canımı en derinden. Son zamanlardaki en büyük korkumu öyle acımasızca çarpmıştı ki yüzüme. Tek kelime edemedim. Aylardır aşık olduğum kadının aslında kendisine aşık olduğunu söylerken öyle kendinden emin, öyle rahattı ki. Boğazımda koca bir yumru oluştu, konuşamadım.

'Kaybolduğu tarihten iki hafta önce evlenme teklif etti bana,' dedikten sonra sesli bir kahkaha attı başını iki yana sallayarak. 'Sen Biricik'i tanımıyorsun tabii, o öyledir. Sevdiği adamın teklif etmesini beklemez, kendisi teklif eder,' dedikten sonra bakışlarını yere sabitledi. Anımsamaktan büyük keyif aldığı bir anı düşünüyor gibiydi. 'İlişkimiz de onun teklifiyle başlamıştı,' dedi bakışlarını bana çevirerek. 'Bu büyük aşk onun teklifiyle başladı.'

Kurduğu her bir cümle beynime balyoz gibi iniyor, kalbimi paramparça ediyordu. Ona inanmamak gibi bir seçenek bırakmamak için, cebinden telefonunu çıkarıp Şeker'le olan fotoğraflarını gösterdi bana. Sadece ikisinin olduğu, samimi fotoğraflar.

Ailemi hiçe saydığım, gelecek planları yaptığım Biricik Şeker'im, Serkay'ın sevgilisiydi. 'Bana çok aşık,' derken geçmiş bir zamandan bahsetmiyordu haklı olarak. Şeker asıl kimliğine döndüğü zaman bu adamla ilişkilerine kaldığı yerden devam edecekti. Evlenecekti. Asıl kimliğine döndüğü zaman aşık olduğu adamla evlenmek isteyecekti.

Serkay anlatmaya devam etmek istedi ama benim dinleyecek gücüm kalmamıştı. 'Şeker'in terapilerine katılacaksın,' diyebilmiştim sonunda. 'Şeker'in terapilerinde olacaksın. Belki de senin sayende her şeyi hatırlayacak,' dedikten sonra kapıya yöneldim. Dahasını merak ediyordum, Şeker'le ilgili çok daha fazlasını bilmek istiyordum ama dinleyecek gücüm yoktu. Kapıyı açıp çıkmadan önce Serkay'la döndüm ve, 'Özür dilerim,' dedim. 'Bugünkü davranışım için çok özür dilerim.'

***

"Rüzgâr hadi abi," diyerek omzuma dokunan Koray'ı şu an farkediyordum. Odaya girdiğini bile duymamıştım. "Arıyorum açmıyorsun, odana baktım yoksun, sesleniyorum duymuyorsun," dedi kaşlarını çatarak. "Ne işin var burada?"

"Hazır mıymış?" diyerek Şeker'in balkonundaki hamaktan kalkıp içeri girdim.

"Hazırmış," dedi memnuniyetsizce. "Dört yüz voltluk elektriğe bile hazırım dedi."

"Öyle mi," diyerek elimdeki kitabı masaya bıraktım. "Güzel, gidelim hadi."

"Rüzgâr," diyerek kolumdan tutup durdurdu beni. Serkay'ın anlattıklarını Şeker'in kaybolduğu gün Koray'a anlatmıştım. "Hiç içime sinmiyor abi," dedi sıkıntılı bir şekilde. "O herifi hiç gözüm tutmadı benim. Ya yalan söylüyorsa?"

"Fotoğraflarını gördüm dedim ya Koray." Tüm şüphelerime rağmen, o fotoğrafları görmesem ben de inanmazdım belki. Ama görmüştüm. Gerçekten sevgili oldukları o kadar belliydi ki, öyle samimiydiler ki fotoğraflarda.

"Bilmiyorum abi," dedi eliyle yüzünü sıvazlayarak. "Sevmedim ben bu herifi, kabullenemiyorum."

Koray'ın sevip sevmemesi Şeker'in umurunda bile olmazdı. Serkay'ın anlattığına göre istediğini yapan, özgüveni yüksek biriydi Biricik. Ben hayatında zaten olmayacaktım, Koray da umrumda olmazdı. Seviyordu madem, istediğini yapardı.

"Onları yalnız mı bıraktın odada?"

"İki tane hemşire var yanlarında," dedi gözlerini büyüterek. "Yalnız bırakır mıyım hiç."

"Çıkalım hadi Koray," dedim kapıyı açarak. Ne diyebilirdim ki, Serkay tüm kapılarımı kapatmıştı. Ne yapacaktım bundan sonra, ondan nasıl uzak duracaktım? Sevgiliydik ve onu kırdığım için gönlünü almam gerekiyordu. Her ne kadar kızgın da olsa ben ondan uzak durmaya çalıştıkça daha çok üzülecekti. Serkay senin sevgilinmiş de diyemezdim, öğrendiklerimi yok sayıp devam da edemezdim.  Öyle bir çıkmaza sokmuştu ki Serkay beni. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmez bir haldeydim.

Terapi odasına geldiğimizde Şeker ve Serkay keyifli bir şekilde sohbet ediyorlardı. Biz içeri girince ikisi de aynı anda ayağa kalktı.

"Hazır mışsın," diyerek tam karşılarında durdum.

"Hazırım," diyerek Serkay'a bakıp gülümsedi. "Serkay'cığım sağolsun, hazırladı beni."

Serkay'ın yüzümde sinsi bir gülümseme belirdi. Kulağı Şeker'deydi ama bakışları benim üzerimdeydi. Ellerini ceplerine koyarken, büyük bir zafer kazanmış gibi kibirli ve rahat görünüyordu.

"Başlayalım o halde," dedim Koray'a dönerek.

"Hemen başlayalım," diyerek heyecanla sedyeye geçip uzandı Şeker. "Terapiden sonra Serkay'la dışarı çıkacağız," derken göz ucuyla bana bir bakış attıktan sonra Koray'a çevirdi bakışlarını. "Bildiği bir sahaf varmış, oraya götürecek beni."

Serkay böyle bir fırsatı elbette kaçırmayacaktı. Şu an Şeker'in bana nispet yapmaya çalıştığının farkındaydı ve bu durumu kullanıyordu. Yanındaki masaya geçip Şeker'in iğnesini hazırlarken kendi kendine sırıtıyordu.

"Olmaz," dedi Koray, Şeker'in yanına geçerek. "Terapiden sonra biraz dinlen, sonra eve gideceğiz. Hem ne sahafı kızım, ben götürürüm sonra seni."

Tavrına bakılırsa Şeker, Serkay'ı gerçekten sevmiş gibiydi. Ellerini başının altında birleştirip, bir ayağını diğerinin üzerine atarken halinden memnun ve gerçekten keyifli görünüyordu.

"Seninle sonra gideriz Koray," dedi ayaklarını sallayarak. "Bugün Serkay'a sözüm var."

Koray sinirden kıpkırmızı olmuştu şu an. "Müsaade eder misiniz hocam," diyerek elinde iğneyle yanına gelen Serkay'a öyle bir baktı ki, şu an Şeker burada olmasa Serkay'ı boğabilirdi. Burnundan soluyarak kenar çekildi. Serkay, Şeker'in iğnesini yaptıktan sonra yanında durmaya devam etti. Şeker, gözleri usulca kapanırken bile Serkay'a baktı ve, "Elimi sakın bırakma," dedi kendini zorlayarak. "Söz verdin."

Serkay, Şeker'in elini tuttu gülümseyerek. Onların bu halini görmek dayanılmaz bir şeydi benim için. Öfkem üzümtümle bir olmuş kahrediyordu beni. Bu duruma alışmam da kabullenmem de çok zor olacaktı.

Serkay gözlerini ayırmıyordu ondan. Koray'ın gözleri de pür dikkat Şeker'in üzerindeydi. Gözlerini kapatıp tamamen uyuduğu anda, Serkay'ın bileğini kavradı ve sertçe Şeker'in elinden çekti. 

Serkay neye uğradığını şaşırmıştı. "Ne oluyor?" diyerek sinirle Koray'a döndü. "Elini tutmamı o istedi."

"Asıl sana ne oluyor?" diyerek Serkay'a doğru bir adım attı Koray. Çok sinirliydi. Sedyenin etrafından dolanarak ikisinin arasına girdim ve Serkay'ı göğsünden iterek Koray'dan uzaklaştırdım.

"Sana bir kaç sorum daha olacak," dedim gözlerinin içine bakarak. Onunla konuştuğumdan beri kafamı kurcalayan bir kaç konu vardı ve öğrenmem gerekiyordu. "Madem sevgilindi, madem çok seviyordun onu," diyerek başımı ağır ağır salladım. "Öyleyse neden kaybolduğu zaman kayıp başvurusunda bulunmadın. Arkadaşı Gamze, Şeker'in kaybolmasının üzerinden bir hafta geçtikten sonra başvuru yapmış. Sen neredeydin?"

Her ne kadar Koray'a belli etmesem de Serkay hakkında benim de bazı şüphelerim vardı. İnsan evlilik planları yaptığı sevgilisi kaybolunca ortalığı ayağa kaldırırdı ama Serkay hiçbir şey yapmamıştı. Bir anda karşısına çıkıp 'beni hatırla' demesinin bir nedeni olmalıydı. Bir süre cevap vermeden bekledi. Söyleyeceklerini kafasında tartıyor gibiydi.

"Aramızda geçen bir tartışma nedeniyle bir süredir görüşmüyorduk," dedi sakince. "Yurt dışındaydım. İlişkimizi yakınlarından kimse bilmiyordu ve benim de bu yüzden geç haberim oldu."

Bu arada hemşireler Şeker'in başına elektroşok mekanizmasını takıyordu.

Evlenmeyi düşündüğü adamdan yakınlarına bahsetmemesi çok mantıklı gelmemişti bana. Gamze en yakın arkadaşıydı, onun mutlaka haberi vardı bu ilişkiden. Gamze de mi haber vermemişti Serkay'a? Benim bir an önce Gamze'yle görüşmem gerekiyordu ama Gamze şu an nişanlısıyla birlikte aile ziyaretindeydi. Dönünce beni arayacaktı ama benim bekleyecek sabrım kalmamıştı.

"Pekii," dedim Serkay'a doğru bir adım atarak. Başımla sedye de yatan Şeker'i işaret ettim ve, "Nasıl buldun onu?" diye sordum. Bu da önemli bir konuydu. Kayıtlarda Şeker Biricik olarak kayıtlı olan birini nasıl bulmuştu bilmem gerekiyordu. Serkay bu hastanede, babamın tavsiyesiyle işe başlamıştı. Bir anestezi uzmanına ihtiyacımız olmamasına rağmen babamın ısrarıyla kabul etmiştim onu. Babam bilerek onu işe aldırtmışsa bile Serkay'ı nereden tanıyordu, nasıl bulmuştu?

"Tesadüf," dedi sırıtarak. "Tamamen tesadüf."

İhtimaller bu kadar çokken haklı olabilir miydi bilmiyorum ama bu konuyu babamla görüşmem gerekiyordu. İlay'la iş birliği yapıp Şeker'i kışkırtarak onca olaya neden olmuştu ve daha yeni tanışıyor olmasına rağmen müthiş bir nefret besliyordu Şeker'e karşı. Serhat amca, babam ve Gamze. Şeker'in olayları yüzünden bir türlü fırsat bulamamıştım ama tüm düğümleri çözecek olan bu üç kişiyle açık açık konuşmanın zamanı gelmişti.

Serkay'ı da bir köşeye çekip Şeker hakkında bir şeyler öğrenebilirim ama bunu yapmak istemiyorum. Bu kibirli adamdan daha fazla dinlemek istemiyorum Şeker'i. Bilmem gerekenler dışında canımı yakacak detaylar anlatarak canımı daha fazla yakmak isteyecekti. Tesadüf dediği şey bile aslında tesadüf değildi, bunu anlamak için üstün zekaya sahip olmak gerekmiyordu. Bir şeyler saklıyordu Serkay, bilememizi istemediği çok önemli şeyler...

"Seni hatırlayana kadar ona bir daha dokunmayacaksın," dedim sert bir şekilde. "Geçmişini hatırlamasına yardımcı olman için onunla görüşmeye devam edeceksin ama," diyerek bir adım daha atıp burnunun ucuna kadar yaklaştım. "Dokunmaya kalkarsan sadece dokunduğun elini değil, tüm kemiklerini kırarım."

Gerçekten Biricik'in sevgilisi olsa bile şu an karşısında Şeker vardı. Ben nasıl Biricik'e mesafeli olmaya çalışıyorsam, o da Şeker'e mesafeli olmak zorundaydı. Biricik kimliğine dönene kadar her ikimiz de mesafemizi korumalıydık. Asıl kimliğine döndüğünde ne yapacağına kendisi karar verecekti. Belki Biricik'ken de beni severdi.

"Bu uyarıyı ikinci kez yapmayacağım," dedikten sonra Şeker'in yanına geçtim ve terapiyi başlattım. Hakkında yapılan tüm konuşmalardan habersiz derin bir uyku halindeydi. Yaklaşık on beş dakika boyunca düşük voltajlı elektrik akımıyla elektrokonvülsif terapisini gerçekleştirdim. Canı yanmıyordu, canının yanması mümkün değildi ama terapi boyunca gözlerinden yaş gelmişti. Titreyerek, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı Şeker'im. Ya kötü bir rüya görüyor ya da kötü bir şeyler anımsıyordu.

Terapiyi sonlandırdıktan sonra uyanmasını beklerken balkon kapısını açıp dışarı çıktım.  'Uyandığı zaman yanında olacağıma söz verdim,' diyerek terapi boyunca Şeker'in başından ayrılmamıştı Serkay. Elim kolum bağlıydı, yakasından tutup dışarı atamıyordum ve bu bana çok ağır geliyordu.

"Bir tane sigara ver Koray," diye seslendim balkondan. Cebinden sigara çıkararak balkona geldi. O da keyifsiz ve fazlasıyla sinirliydi.

"Hatırlamasın abi," dedi bir dal sigarayı bana uzatarak. "Hatırlayınca bizi bırakıp bu herife gidecekse hatırlamasın daha iyi." Öfkesinden ne dediğinin farkında değildi.

"Saçmalama Koray," diyerek elinden çakmağı aldım ve sigaramı yaktım. "Seni neden bıraksın, bırakırsa beni bırakır."

İkimizin de bakışları Şeker'in üzerindeydi. Sigaramdan derim bir duman çekip ciğerlerime gönderdim. Hayatı boyunca hiç yüzü gülmemiş, mutluluk nedir bilmemişti Şeker. Çocukluğundan beri yaşadığı travmalar yüzünden bugün bu durumdaydı ve artık mutlu olmayı hak ediyordu. Geçmişini hatırlasın, iyi olsun da bırakmasına razıydım.

"Doğru söylüyorsun," dedi kendisi de bir sigara yakarken. "Ben abisiyim, beni bırakmaz. Ama ben bu herifi ona bıraktırırım, dinler beni Şeker'im." Ciddi ciddi plan yapmaya başlamıştı.

"Bak şimdi," diyerek konuşmaya devam ediyordu ki Şeker'in uyanmaya başladığını gördüm. Sigaramı Koray'ın eline verip içeri girdim. Gözlerini zorlanarak açmaya başladığı sırada bir eliyle gözlerinden akan yaşları sildi. Uyanana kadar sessizce ağlamaya devam etmişti.

Başını yastıktan kaldırırken Serkay bir hamle yaptı kalkmasına yardım etmek için. Ancak Şeker, Serkay'a öyle sert bakıyordu ki, kendini geriye doğru çekti. Koray'la birlikte biz de yanına geldik.

"İyi misin?" diyerek elimi uzattım ona. Tutmayacağını bile bile kaldırmak için uzattım elimi. Bu sırada Koray, Serkay'ı kenara itti Şeker'e belli etmemeye çalışarak. "Şeker'im, iyisin değil mi güzelim."

Şeker ne Koray'a ne de bana bakmıyordu. Bakışları Serkay'ın üzerindeydi. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden, Serkay'a çok tuhaf bakıyordu. Acı çeker gibi, özlem duyar gibi ya da öfkeli gibi. Bakışlarındaki anlamı çözemiyordum. Ellerinden destek alarak oturur pozisyona geldikten sonra Serkay'a bakmayı bırakıp bana çevirdi nemli gözlerini. Bana baktığı anda ağlamaya başlamıştı. Sedyeden inip ayağa kalkarken hiç birimizin elini tutmamıştı.

"Rüzgâr," diyerek elimi tutmak istediği anda dengesini kaybederek tekrar sedyeye oturdu. Anestezinin etkisi tam olarak geçmemişti ve başı dönmüştü.

"Şeker'im dikkat et," dedi Koray.

"Yardım etmemi ister misin?" dedi Koray'ın arkasında kalan Serkay.

Hâlâ ağlıyordu. Terapi esnasında da sürekli ağlamıştı ve şu an ağlamaya devam ediyordu. Ellerinden tutup biraz eğildim. "Biraz daha yat," dedim gözlerine bakarak. "Başın dönüyor dinlen biraz."

Ellerimden destek alarak ayağa kalktı ve, "Rüzgâr," dedi bir kez daha. "Rüzgâr beni bırakma." Ellerini ellerimden çekti ve bedenime sardı titreterek. "Çok korkuyorum Rüzgâr, beni bu adama bırakma."

Tüm bedeni sarsılırcasına titreyerek ağlıyordu. Terapi ona bir şeyleri hatırlatmıştı, hem de çok kötü bir şeyleri. "Biricik!" diyerek büyük bir sinirle seslenen Serkay'ın hemen önünde duran Koray, aniden ona döndü ve ağzını kapattı. Yakasından tutup Serkay'ı balkona çıkarırken, konuşmaması için elini ağzından çekmiyordu.

Kollarını bedenime sarmış bir şekilde ağlayan Şeker'e sarıldım sıkıca. Yaprak gibi titriyordu. Ne görmüştü, ya da ne hatırlamıştı bilmiyorum ama çok korkmuştu. Bırakma diyordu, beni bu adama bırakma. Serkay'ı hatırladığına göre şu an bana sarılan Şeker miydi yoksa Biricik miydi bilmiyorum ama, "Korkma," dedim saçlarına küçük bir öpücük kondurarak. "Kimseye bırakmam seni."

Belli ki Serkay, Biricik'te iyi anılar bırakan biri değildi. Fotoğraflarını görmüştüm, mutlu ve samimi fotoğraflardı hepsi. Onda iyi izler bırakmayan, bu denli korkmasına neden olan anılarda Şeker'in bugünkü halinin sebeplerinden biri saklıydı. Biricik kimliğinden çıkıp Şeker kimliğine geçmesine neden olan o kara gece neler oldu bilmiyorum ama, bu düğümleri çözecek olan kişi Serkay'dan başkası değildi.

Kollarımın arasında hıçkırarak ağlayan kişi Şeker'di ama aynı zaman da Biricik'ken olan bir şeyleri hatırlamıştı. Bu durumda, farkında olmadığını düşündüğüm şeylerin aslında farkında mıydı? Bir kimliğine ait olan bir anıyı hatırlarken, başka bir kimlikle tepki verdiğine göre Şeker şu an her şeyin farkında olabilirdi.

Başını kaldırıp nemli gözleri ve tüm masumiyetiyle yüzüme baktı. Şu an öyle bir araftaydım ki, nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum. Yüzünü ellerimin arasına aldım şefkatle. Güzel gözlerinden akan yaşlar kalbime ok gibi saplanıyordu. Şeker'in bu çaresiz, savunmasız hali derinden yaralıyordu beni.

"Ağlama," diyebildim gözlerinden akan yaşları silerek. Alnına küçük bir öpücük kondururken aniden odanın kapısı açıldı.

"Hocam bu haberi görmeniz lazım," diyerek içeri giren Özge haddinden fazla telaşlı görünüyordu.

"Terapi odasına böyle girilir mi Özge." Acemi gibi bu yaptığı çok saygısızcaydı.

"Haklısınız hocam ama bunu görmeniz lazım." Elindeki bilgisayarı bana doğru çevirdi. Şeker'i tekrar sedyenin üzerine oturtup Özge'nin elinden bilgisayarı aldım ve haberi okumaya başladım.

Ekranda ilk olarak İlay ve Serhat amcanın birlikte çekilmiş fotoğrafını gördüm ve fotoğrafın hemen altında yazan haberi okumaya başladım. Zihnim bu haberi algılayamadı ilk olarak. Şeker'in yanına oturup bir kez daha okumaya başladım bu korkunç haberi. Kaç kez okudum, ne kadar süre ekrana bakaktım bilmiyorum. Bu haber inanılır gibi değildi. Yanıbaşımda oturan Şeker başını uzatıp habere bakmak istedi ama ekranı kapatarak buna engel oldum. Hissettiğim endişe, şüphe ve korkuyla ayağa kalkarken okuduğum haberin her bir satırını zihnimde defalarca kez okudum.

Atalar medikal şirketleri sahibi Serhat Atalar'ın moda tasarımcısı olan yirmi üç yaşındaki kızı İlay Atalar, başına aldığı altı bıçak darbesi ve dilinin kesilmesi sonucu evinde ölü olarak bulundu.


      *************BÖLÜM SONU***********

Geldik bir bölümün daha sonuna. Beğendiniz mi?

Teorileriniz neler merak ediyorum.

Geçmiş bölümlere yapılan yorumlardan Serkay ve Serhat'ın karıştırıldığını, hatta benim karıştırdığını zannettiğinizi gördüm. Ben karıştırmıyorum arkadaşlar ikisi farklı kişiler. Serkay anestezi uzmanımız, Serhat ise İlay'ın babası.

Bu bölümden itibaren oy kısıtlaması geleceğini söylemiştim. Aslında 5000 bin oy sınırı koyacaktım ama benim vefakar okurlarımı kıramayarak sınır da indirim kararı aldım :))

Yorum konusunda özgürsünüz. Sizi o konuda zorlamak gibi bir niyetim hiç olmadı, olmayacak da. Ama oy sınırı mecburi çünkü bunu yapmak zorundayım. Beni buna siz mecbur bıraktınız. :(

Oy sınırı 3500. Her bölüm artarak devam edecek. Sınır dolmadan bana yeni bölüm gelsin demeyin lütfen. Hazır eliniz değmişken geriye dönün ve oylamadığınız bölümleri de oylayın lütfen.

Sizleri seviyorum, sonraki bölüm de görüşmek üzere...💚






Continue Reading

You'll Also Like

8.2K 576 15
Ben senin annen olurum dedi bu sözü kalbimde ki benim bile unuttuğum yaralarımı sarmıştı ama, tekrar annem gibi gidişi ile o yaralar hiç olmadığı kad...
2.1M 185K 79
•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimiz aslında, Ona ait bedenlerimiz. Apollon...
1.7K 283 18
Sıradanların dünyasında, yüzyıllardır varlığını koruyan, geçmişin mirasını bugüne taşıyan ve en önemlisi güce olan saplantılığıyla tarihe adını yazdı...
GÖLGE By BuSe Arı

Teen Fiction

555 80 6
Aydınlık ve karanlık yönetiminin arasında kalmış bir genç kız. Yalnızlığın kollarında karanlığın ortasında olan iki gölge.Güç adına yapılan ihanetler...