YOZLAŞMIŞ HARABELER

By emregul_

295K 19.1K 130K

Sürekli aynı kâbuslarla uykuları bölünen Rena, yine bir gece aynı kâbusun etkisinden korkuyla uyanır. Rüyanın... More

GERİ DÖNÜŞ
1.Bölüm: KÂBUS
2.Bölüm: KÂBUS EFENDİSİ
3.Bölüm: AYNANIN LANETİ
4.Bölüm: YOZLAŞMIŞ SIR
5.Bölüm: RUH MÜHRÜ
6.Bölüm: AYNA MUHAFIZLARI
7.Bölüm: İLK YANSIMA
8.Bölüm: MİENAS
9.Bölüm: KARGA VE GÜVERCİN
10.Bölüm: KRALLIĞIN İZLERİ
11.Bölüm: KEHANETİN KUKLASI
12.Bölüm: KALBİN ORTAĞI
13.Bölüm: KARGANIN KALBİ
14.Bölüm: TOPRAK ANA
15.Bölüm: YIKAN VE YOK EDEN LORD
16.Bölüm: ESKİ UYGARLIK
17.Bölüm: GÜNAH TOHUMU
18.Bölüm: PERİ KÖYLERİ
19.Bölüm: GECE KULESİ
20.Bölüm: ESTER
21.Bölüm: KARANLIĞIN FISILTISI
22.Bölüm: ŞAFAK VAKTİ
23.Bölüm: SAKLI DİYAR
24.Bölüm: YANSIYAN RUHLAR VAHASI
25.Bölüm: GÖLGELERİN ŞARKISI
26.Bölüm: BEYAZ ALEV
27.Bölüm: AYNALAR KENTİ
28.Bölüm: KARA ÖLÜM KORUSU
30.Bölüm: SANRILARIN İHANETİ

29.Bölüm: GELECEĞİN ÇAĞRISI

237 29 3
By emregul_


Merhaba^^  Sessiz bir köşede hikayemize kaldığınız yerden devam edelim✨

Keyifli okumalar minik kabuslarım^^

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatmayı ve satır aralarına çokça yorum yapmayı unutmayın, lütfen.

*

Geleceğin Çağrısı

*

Tan yeli ağarırken gözüme uyku girmeyen bir gecenin daha sabahına ulaşmak üzereydim.

Alacakaranlık Tapınağı'ndan ayrıldığımız günden bu yana kaç gün geçtiğini bilmiyordum. Bir hafta? On gün? Belki de çok daha fazlası... Diyarda her şey yolunda gidiyordu. Nera Adası'ndan sonra güçlerimi bir daha kullanamadığımı saymazsak tabii...

Güçlerim kan kristallerinden çıktığı için üzerimdeki sessizlik laneti kalkmıştı. Yani kim olduğum hakkında rahatça konuşabiliyordum. Aynı zamanda güçlerimle birlikte kalbim zayıflığını yitirmişti. Aryen'le bağımız sürüyordu fakat yanımda olmadığı zamanlar kriz geçirmiyor ya da bayılmıyordum.

Yansıyan Ruhlar Vahası'nda hapsolduğum süre içinde bahar şenlikleri sona ermiş, ruh eşliği ritüeli tamamlanmıştı. Ayas beni unuttuğu için ritüele katılmamıştı çünkü zihnindeki boşluk onu durdurmuştu. Böylelikle ruh eşliğiyle birlikte Ayas'tan da kurtulduğumu düşünüyordum ama yine de sessizliği beni korkutuyordu.

Gökkuşağı Sarayı'nda geçirdiğim günlerde yalnızca iki kez karşılaşmıştık. Birinde koridorda hortlak görmüş gibi yüzüme bakıp kalmıştı. Hiçbir şey konuşmadan tüm yaşananları sorgulayarak geçirdiği dakikaların ardından odasına çekilmişti.

Diğerinde de odama gelip ritüelden nasıl kaçtığımı, evlenme kararı almışken neden hâlâ nişanlı olmadığımızı ve böyle bir şeyin mümkün olmayacağını sayıklayıp durmuştu. Hapsolduğumu bilmediği için yapbozu tamamlayamıyordu adi herif. Tılsım yaptığımdan şüphelense de Giz Kolyesi boynumda olduğu için güçsüz oluşum bu tezini az da olsa çürütmeye yetiyordu.

Kısa sürede öyle çok felaket atlatmıştık ki Ayas'ı dert etmiyordum bile. İkinci karşılaşmamızın üstünden günler geçmişti, belki de artık yakamdan düşmüştü. Sesi soluğu çıkmıyordu.

Gece Kulesi'nde yeni bir günü selamlamak üzereydim. Terasta kollarımı soğuktan ürperen bedenime sarıp aydınlanan ufku izledim. Aryen'in geceleri yanımda olmasına artık ihtiyacım yoktu. Yine de tapınaktan döndüğümden beri geceleri yanıma gelmeye devam ediyor, bazı geceler Gece Kulesi'ndeki odasına yansıyıp gün doğana kadar birlikte kalıyorduk.

Maysa, Gökkuşağı Sarayı'nda büyükbabama da bir oda vermişti. Bu sayede şüpheleri üzerime çekmeden saray dışına rahatça çıkabiliyordum. Büyükbabam kütüphanede sürekli benim için kitap karıştırıyor, güçlerimle ya da eski uygarlıkla ilgili elde ettiği tüm bilgileri not alıp benimle paylaşıyordu.

Bazı günler, gece olmadan buraya gelip Enfer'le dövüş veya büyü talimi yapıyordum. Fiziksel anlamda güçlendiğimi hissetsem de taşların ruhu o günden beri beni terk etmiş gibiydi.

Tüm elementleri ayrı ayrı çalışıyordum fakat hiçbirini kontrol edemiyordum. Ne ufacık bir kıvılcım yakabilmiştim ne de bir damla suya hükmetmeyi becerebilmiştim. Keza diğerleri de aynı şekilde tepkisizdi.

Son zamanlarda iyi gelişen tek bir olay vardı; o da Gece Kulesi'nde Aryen'in hizmetine aldığı Suray'ın doğum yapmasıydı. Ormanda bulup Maysa'dan kaçırdığımız Suray'ın bir peri kızı olmuştu. Minicik bir bebek... Sivri kulaklarıyla öyle sevimliydi ki hayatım boyunca gördüğüm ilk peri bebeği oydu ve dünyanın en güzel şeyiydi.

Yumuk suratı aklıma gelince gülümsemeden edemedim.

Gece kulesinin terası oval şekilde ve üstü açıktı. Arkamdaki masanın üzerinde çalışmam için bir bardak su, tutuşturulmak üzere birkaç kuru çalıyla kâğıt parçası, bir avuç da toprak duruyordu. Saatlerce başında dikildiğim masadan sıkılıp kafamı dağıtmak üzere manzarayı seyre dalmıştım.

Aryen sessizce yanıma sokulup kollarını arkamdan doladığında bir an irkildim. Karnımın üzerinde birleştirdiği elleriyle bedenimi kendine yasladığında inci rengindeki geceliğimin ipek kumaşı Aryen'in çıplak teniyle ısındı.

"Güzelim." Uykuluydu sesi, yeni uyandığı belliydi.

Aryen'i görebilmek için başımı hafifçe yana yatırdığımda yüzünü boynuma gömüp derin bir nefes çekti içine.

"Yine uyumamışsın." Hayıflansa da sesi yumuşacık bir zarafetle okşadı. "Senin için endişeleniyorum."

"Güçlerim konusunda benim de endişelerim var." Ellerimi karnımın üzerinde duran Aryen'in elleriyle buluşturdum. "O günden beri asla kullanamadım. Taşların ruhunu hissedemiyorum da... sanki yeniden uykuya çekilmişler gibi."

"Belki de elementler bile uyuyup dinlenmen gerektiğini söylemeye çalışıyorlardır." Kollarının arasından çıkmadan dönüp yüzüne baktım.

"Maysa hâlâ nefes alıyor," diyerek uğursuzluk getiren ismini tiksinir gibi sarf ettim. "Onu ortadan kaldırmak istiyorum. Kim bilir daha kaç masum bebeğin kanına girdi ve devam ediyor."

"Hâlsiz düşeceksin," diye üstelediğinde başımı iki yana sallayarak reddettim.

"İyiyim ben." İnandırıcı görünmek için gülümsedim ama yorgun hissediyordum. Bıraksalar günlerce uyuyabilirdim.

Ellerimi Aryen'in göğsüne yerleştirdiğimde dudaklarıma ılık bir öpücük bahşetti. Diyara geldiğim gün cehennemim dediğim, kalbine hançer saplamak için fırsat kolladığım adamın kollarında cıvıldıyordum şimdi, ne garip... Bir öpücüğüyle başımı döndürüyor, yorgunluğumu alıp götürüyordu.

"Gerçekten iyiyim." Aryen'in kuşkucu bakışlarındaki ifade bir türlü gitmedi. "Saraya döndüğümde bir duş alıp kendime gelirim, hiçbir şeyim kalmaz."

"Orada kalmanı istemiyorum daha fazla."

"Ben de istemiyorum ama..."

"Buna bir son vereceğim," diyerek lafımı kesti.

Şaşkınlıkla kuşanan gözlerim Aryen'in gözlerinde asılı kaldı. Yorgunluktan yarı kapalı duran gözkapaklarım birden açılıverdi.

"Nasıl?" diye sorarken sesim tiz bir cıyaklama gibiydi. Daha fazla bela istemiyordum. "Ne yapacaksın?"

"Kâbus Sarayı'nı yeniden yaşanabilir hâle getireceğim." Kirpiklerinin arasına karışan saçını geriye çekerken gülümsedi. "Geldiğimden beri halkımın ve hanedanımın peşinde oyalanıp durdum; çünkü ailemle yeniden krallığımı kurmak istiyordum." Gözlerindeki hüzün benimkilere yansıdı. "Ama artık sen varsın. Ailem, halkım, leydim... Bu adımı seninle birlikte atabilirim."

Duyduklarımın şaşkınlığıyla afalladım. Dünyaları bahşetmiş gibi ışıldayan gözlerle Aryen'e bakarken gülüşlerimi bastırmak için ellerimi ağzıma bastırdım.

Aryen uzanıp ellerimi tuttu ve gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Leydi Rena..." dedi duruşunu düzelterek. "Benimle krallığımızı yeniden kurmaya var mısın?"

Tam olarak bununla ne teklif ettiğini anlayamasam da Aryen'le birlikte her şeye var olduğum gibi bunu da gözümü kırpmadan kabul edip boynuna atıldığımda beni kucaklayıp kendi etrafında döndürdü.

"Sen yanımda olduğun sürece ben her şeye varım," dedim gülüşlerimin arasından. "Krallığımızı baştan kuralım lordum."

Aryen ve benim krallığım... Maysa'yı devirdikten sonra Mienas'ın kral ve kraliçesi. Kalbim engel olamadığım, olmak istemediğim coşkusu başımı döndürdü.

"Gökkuşağı Sarayı'nda daha fazla kalmak istemiyordum zaten," dediğim anda aklıma düşen kişiyle coşkumu hızla yitip gitti. Gözlerime düşen hüznün gölgelerini Aryen'den saklayamadım.

"Ne oldu?"

"Liya..." diye mırıldandım. "Keşke benimle gelse, çok alıştım ona."

"Gelir. Neden gelmesin?" Aryen kaşlarını çattı.

"Maysa'ya bana olduğundan çok daha fazla sadık." Keyifsiz bir şekilde dudak büzdüm. "Geleceğini sanmam."

Daha dün gibiydi Liya'yla atışmalarımız. Zamanın bu kadar çabuk geçmesi korkutucuydu. İstemeden ne çok şeye alışmışım geçen tüm bu süreçte... İyisiyle kötüsüyle Mienas'ı diyarım olarak benimsemiştim. Öyle ki onu ve halkı kurtarmak için diyarın kraliçesine savaş açmaya hazırlanıyordum gizliden gizliye.

"Üzüldüğün şeye bak," dedi hoşnutsuz bir ifadeyle. "Sen tüm diyarın leydisi olacaksın, herkesin sadakati bize olacak."

Saklı Diyar varisini istiyor... Düşüncelerin istilasına uğramak iyice keyfimi kaçırmaya başladığından konuyu değiştirmek istedim.

"Gitmem gerekiyor," dedim omuzlarımı düşürerek. "Bir saate Liya kapıma dayanır."

Aryen kıkırdayarak son bir öpücükle dudaklarıma veda ettiğinde buradan gitmeyi hiç  istemediğimi fark ettim. Yorgunluktan mı yoksa kafamdaki kargaşadan mı bilmem, saçma bir duygusallık ruhumu ele geçirmişti.

"Hazırsan seni götüreyim," diye fısıldadı.

"Üzerimi değiştirmeme gerek yok. Gider gitmez duş alacağım zaten." Omuz silktim. "Hemen gidebiliriz."

Aryen'in altında beli lastikli, rahat kesim bir pantolon vardı. Üzeri çıplaktı ve giyinmeye niyeti yok gibi görünüyordu. Bileğimden tutup belime sarılmasıyla kendimizi Gökkuşağı Sarayı'ndaki odamda bulduk.

"Bu akşam Maysa'nın verdiği ziyafete katılacak mısın?" diye sorarken bir adım geriye çıktım.

Aryen ilgisini çekmeyen bir konuymuş gibi omuz silkerek odayı kontrol ettikten sonra dönüp bana baktığında, kim bilir neden, gülümsedi.

"Bilmem," dedi lakayt bir gülüşle. "Belki." Yüzünü buruştururken alaycı ifadesi yavaş yavaş soldu. "Sen katılacak mısın?"

"Bilmem. Aynı sarayın içinde olduğumuz için muhtemelen katılmam istenecek." Derin bir soluk bırakarak göz devirdim. "Ama olsun," diyerek toparlandım hemen sonra. "Başımıza türlü felaket gelmesinin yerine süslenip püslenip ziyafetlerde şarap içmeyi tercih ederim."

"Akşam benim için süslen o hâlde," dedi Aryen yanıma sokulup. "Birlikte katılalım ziyafete."

"Pekâlâ..." Harfleri uzatarak mırladım sevinçle. "Görüşürüz o hâlde."

Küçük bir öpücükle dudaklarımız son kez kavuştuğunda aynı anda gülümsedik ve nefeslerimiz birbirine karıştı. Aryen, Gece Kulesi'ne yansımadan önce son ana kadar çarpık bir gülümsemeyle yüzüme bakmaya devam edip bir adım geriye çıkarak ortadan kayboldu.

Aryen, gitmişti ama onun dudaklarından bulaşan sırıtışım hâlâ dudaklarımdaydı.

Doğrudan kendimi sıcak suyla doldurduğum küvete atıp neredeyse hava tamamen aydınlanıp kuş cıvıltıları odamı doldurana kadar banyoda oyalandım. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama ne olduğunu çözemediğim için günlerdir ancak birkaç saat uyuyor ya da hiç uyuyamıyordum. Zihnimi bulandıran ve güçlerimi perdeleyen her neyse onu bulup ortadan kaldırmalıydım.

Sıcak suyun altında gevşeyen vücuduma söz geçirmek neredeyse imkânsızdı. Küvetin içinde günlerce uyuyabilirdim ama birkaç dakika içinde odama damlaması an meselesi olan Liya'dan önce çıksam iyi olacaktı.

Bornozuma sarılıp saçlarımı da sıkıca havluya sararak banyodan çıktım. Odanın içinde birkaç tur boş boş dolandıktan sonra yapacak bir şey bulamayarak hiç dağılmamış yatağıma yöneldim.

Liya gelene kadar biraz kestirsem iyi olacaktı. En azından bir nebze de olsa vücudum dinlenmiş olurdu. Aldığım kararla birlikte yatağıma girip örtüyü başıma kadar çekerek gözlerimi kapattığım gibi uykuya teslim oldum.

***

"Öyle az oldu biraz da abartma tozu koy istersen içine, tam olsun!" Erin'in homurtuları odamın mermer taşlarını inletiyordu.

"Ne cüretle benim işime karışıyorsun seni saygısız muhafız!" Liya'nın da ondan kalır yanı yoktu. "Derhal çık dışarı, leydimiz müsait olduğunda gelirsin."

"Liya..." Uyku hâliyle çatallanan sesim Liya'ya ulaşmayınca tekrar seslenmek zorunda kaldım. "Liya."

Kapının girişinde didişen Erin ve Liya aynı anda bana dönüp sessizce yüzüme baktılar.

Dirseklerimin üzerinde doğruldum. Hâlâ saçlarımda sarılı olan havluyu çekip kenara attıktan sonra kuruyan ağzımı şapırdatarak miskince yataktan çıktım.

"Neyi paylaşamıyorsunuz?" diye homurdandım huysuzca. "Derdiniz ne?"

Odanın ortasında dikilip bornozumun yakasını düzelttim. Yeni uyanmıştım, ayakta duracak dermanım bile yoktu. Ne kadar yorgun olduğumu ve Aryen'in haklı olduğunu henüz idrak ediyormuş gibi yüzümü buruşturdum.

"Müsait olmadığınızı söyleyip dışarıda beklemesini istedim fakat kendisi ısrarla odaya girmek istiyor leydim."

Liya, uzun örgülerinden birini omzunun gerisine attı. İlk kez saçlarını bu şekilde topladığını görmüştüm. Beyaz cildiyle güzel yüzü ortaya çıktığından gözüme daha sevimli görünmüştü bugün. Tabii öfkeyle kızarmış mavi gözlerini Erin'e dikmemiş olsaydı çok daha sevimli görünebilirdi.

"Erin," diye seslendim kapının eşiğine doğru. "Biraz bekle üzerimi giyineyim, gelirsin." Liya haklı çıkmanın gururuyla duruşuna kibir ekleyip kapıyı yüzüne çarptı.

Oyalanmadan giyinme paravanının arkasına yürürken, "Erin'le iyi geçinmeni istiyorum Liya," diye ikaz ettim. "İkiniz de benim için değerlisiniz. Sizi bu hâlde görmek istemiyorum."

Saraya geldiği ilk gün haylazlık yapan, yeri göğü inleten Rena şimdi bir leydi gibi hizmetindekileri ikaz ediyordu. Bugün ciddi anlamda üzerimde garip bir duygusallık vardı. Özellikle geçmişe dönük bir sabaha uyanmıştım, sürekli eski günleri yad ediyordum.

Başımı iki yana sallayarak aptal duygusallığı bir kenara bırakıp bornozu üzerimden çıkardım. Kenarda benim için hazırlanmış iç çamaşırlarını ve ardından kolları tül, kalanı ipek kumaştan yapılmış sarı yaldızlı beyaz elbiseyi üzerime geçirdim. Benim için hayli gösterişli, Gökkuşağı Sarayı için oldukça gündelik olan elbisenin lastikli kemerini belime oturtup paravanın arkasından çekildim.

Saçlarımı baştan savma bir biçimde toplarken dev pencerelerin çaprazında kalan berjere kendimi attım.

"Çayı önden getirmelerini söyler misin Liya," diye mırıldandım. "Şu Periler Orman'ındaki bitki özlerinden yapılan çaydan istiyorum ama..." İnsan diyarındakinden çok daha farklı olan bu çayı ilk içtiğim günden beri bağımlısı olmuştum. Sabah akşam durmadan içebilirdim. Mienas'ın bana kazandırdığı iki güzel şeyden birisi çayı diğeri şarabıydı. İkisinin de lezzeti daha önce hiç tatmadığım güzellikteydi.

Liya hafifçe diz kırıp kapıya yöneldi. Berjerden kalkıp terasa yönelmeden önce kapıya doğru baktım. O sırada Erin içeri girerken birbirlerine ölümcül bakışlar atmayı ihmal etmediler ve birbirlerini boğmasınlar diye göz kulak olmam gerekti. Tüm yorgunluğuma rağmen beni güldürmeyi başaran iki şapşala da göz devirerek terasa çıktım.

Kraliçeden ve kahrolası oğlundan tüm kalbimle nefret ediyor olabilirdim ama Glander Krallığı'nı seviyordum. Bir gün bu sarayı ve krallığın topraklarını özleyeceğimi biliyordum. Gördüğüm kadarını ve göremediğim diğer yerlerini...

"Rena."

Erin'in sesiyle kolumu sırt kısmına koyup divanda yan dönerek terasın girişine baktım.

"Erin," dedim onunki kadar geniş bir gülümsemeyle. "Gel, günaydın."

"Günaydın." Elinde tuttuğu defter ve üzerinde karalanmış müsvedde kağıtları dikkatimi çekti.

"Onlar ne?" diye sordum merakla.

"Megas amca gönderdi," dediğinde şaşırdım. Büyükbabama tıpkı insan diyarındaki gibi seslenmesi garip gelmişti ve bunun da hüznü kalbime çöreklendi.

Aceleyle Erin'in elindekileri aldım. Defteri dizlerimin üzerine koyup kağıtlara göz atmaya koyuldum.

"Kütüphanede bulduğu bazı önemli bilgilermiş."

Önüme dönüp kağıtlardaki el yazılarında göz gezdirdim. Tümünü okuyamasam da içlerinden birinde element tılsımları yazıyordu, sihir antrenmanı sırasında kullanmak üzere defterin arasına sokuşturdum.

Diğer kâğıtta Saklı Diyar ve Eski Krallıklar hakkında aldığı notlar vardı. Karalama yöntemiyle de olsa çizdiği görseller, krallıklar ve bazı dikili taşları ilgimi çekmişti. İnsan diyarında en gelişmiş medeniyet olarak Atlantis bilinirdi fakat ayna ruhu Atlantis'in de ötesinde bir medeniyetten bahsetmişti. Böyle bir medeniyetin soyundan gelmenin gururu her gün kalbimdeki yerini çoğaltıyordu.

En alttaki kâğıtta da yeryüzünde yaşamış ilk tanrıça Gaia ve zamanın tanrısı Kaos'tan bahsediliyordu.

Daha sonra tümünü detaylıca okumak üzere defterin arasına sıkıştırıp Erin'e döndüm. Enfer'le eğitimlerinin nasıl geçtiğinden, diyardan ve güçlerimin yoksunluğundan bahsettik. Nihayet kahvaltımız hazır olduğunda görüntüsü ve kokusuyla başımı döndüren yiyeceklere bakarken midemden yırtıcı bir hayvan homurtusu yükseldi. Bu kadar aç olduğumu kahvaltıyı görene kadar fark etmemiştim.

İlk on dakika boyunca tek kelime bile konuşmadım. Bir yandan kaçıncı fincan olduğunu bilmediğim peri çayımdan içerken diğer yandan önüme geleni ağzıma tıkıştırarak karnımı doyurdum.

Doyumsuzluğum ürkütücü bir boyuta ulaştığında da geriye çekilip biraz nefeslenmek için kendime zaman tanıdım.

"Abarttın," dedi Erin yadırgayan bakışlarla.

"Abarttım," dedim dolu ağzımla konuşarak. "Ama ne yapayım günlerdir çok az uykuyla ve beslenmeyle hayatta kalmaya çalışıyorum. Vücudum iflas etti artık."

Ağzımdan masanın kenarına fırlayan ekmek kırıntısına iğrenir gibi bakarken "Kussaydın!" diye çemkirdiğinde kahkahalarıma engel olamadım ve neredeyse boğuluyordum.

Güçlükle yutabildiğim lokmaların ardından Erin'in omzuna sağlam bir yumruk indirerek "Aptal!" diyebildim. Gülüşlerim daha fazla konuşmama izin vermedi.

Dakikalar geçti, ağırlaşan midemi yatıştırmak için birkaç fincan daha peri çayından içtim. Uzun zamandır kahvaltıda bu kadar fazla vakit geçirmediğimi fark ettim. Korkunç günlerin ardından böyle bir şeye hem mental hem ruhsal açıdan ihtiyacım varmış oysa...

"Maysa'nın büyükbabama sarayda görev vermesi hiç iyi olmadı," diye tatsız bir konuyla sessizliği bozdum.

"Neden?" dedi Erin hayretle. "Ne güzel kraliçenin yakınında bir görev verildi. Zor da değil, danışmanlığını yapıyor."

"Maysa'nın en yakınında olması mı zor değil?" diye çıkıştım. "Asıl zor ve tehlikeli olan bu zaten... O kalpsizin yanında olmasından endişeleniyorum."

"Merak etme," diyerek çayından bir yudum aldı. "Bütün gün kütüphanede kitapları karıştırıyor. Maysa'yı görmüyor bile." Haklıydı ama yine de Maysa'nın hizmetinde olması en başından beri kulağa berbat bir fikir gibi geliyordu.

"Bugün biraz ağlak günümdeyim. Sürekli kendimi dibe çekecek, canımı sıkacak konuları düşünüp duruyorum." Kendi kendime göz devirerek fincanımdaki son yudumu içip geriye çekildim.

"Fazla yoruldun. Kaç kez ölümle burun buruna geldin, çok normal." Erin'i dinlerken ayağa kalktım. "Nereye?"

"Ayas'la konuşmam gerek," dedim tiksinerek.

"Ne konuda?"

"Sessizliği hoşuma gitmiyor. Kafasında ne tilkiler dönüyor öğreneceğim."

Erin nefesini bırakıp saçlarını karıştırarak ela gözlerini üzerime dikti.

"Evlilik meselesini Lord Aryen hâlâ bilmiyor, değil mi?" Yalnızca Erin'le paylaşmıştım bu sırrı. Ayas'ın teklifini kabul ettiğim için bana kızamamıştı bile çünkü mecbur kaldığımı biliyordu.

"Söyleyemem ki," diye fısıldadım.

Hoş fısıldamasam bile güçlerimi aldığımdan beri Aryen'in üzerimdeki koruma ve takip tılsımları kalktığı için beni duyamıyordu; ama yine de kapının ardında kimin ne yaptığını kimse bilemezdi.

"Ayas'ı anında öldürür ve biliyorsun ki bir lordu öldürürse lanetlenir."

"Saçma," dedi Erin öfkeyle. "Ayas denen kansızı öldürmek ödüllendirilmeyi hak ediyor. Hem öyle bir pislikten diyarı kurtarıp hem de lanetlenmek hiç adil değil."

"Ya da elinde kurban verebileceğin biri varsa buyur sen öldür," diye alay ettiğimde gülüşüm neşeden yoksun kalmıştı.

Saçlarımı sıkı bir topuzla derledikten sonra hiç makyaj yapmadan odadan çıkıp üst kata giden merdivenlerin yolunu tuttum. Erin ya da Liya'yı yanıma almamıştım çünkü Ayas'ın konuşmayı mümkün olduğunca çabuk bitirmek istiyordum.

Üst katın temizliğiyle uğraşan peri ve cinlerin yanından sakince geçerken selamladılar beni. Herkes için hâlâ Megas Efendi'nin torunu Rena'ydım. Kim olduğumu bilmedikleri için saygıda kusur etmiyorlardı. Tabii Ayas çenesini tutamayıp kim olduğumu ifşa eder de herkes sırrımı öğrenirse o zaman nasıl yaklaşırlardı hiç bilmiyorum.

Muhafızlar, daha önce bir tartışma yaşadığımız için artık onlara bir şey dememe kalmadan koridorun başında beni görür görmez içlerinden biri odaya girip çabucak geldiğimi haber ediyordu.

Bu kez öyle olmadığı için muhafızların yanına varmadan kaşlarım çatıldı.

"Lord Ayas'a geldiğimi haber eder misiniz?" dedim bıkkınlıkla nefesimi bırakarak.

"Lordum odasında değil, Leydi Rena." Muhafız karşıya bakarak konuştu.

"Nerede?" Bir süredir odasından pek çıkmadığı için nerede olduğunu merak etmiştim.

"Kraliçeyle birlikte çıktılar."

Belli belirsiz başımı sallayarak muhafızların yanından ayrıldım. Maysa'yla nereye gittiklerini merak etmiştim fakat buna cevap vereceklerini hiç sanmıyordum. Bu yüzden de sorma gereği duymamıştım.

Hava çok güzeldi. Aryen'in dediği gibi kendi krallığımızı inşa etmeye başlayacaksak çok yakında buradaki yaşantıma veda etmem gerekecekti. Bahçeyle ve rengarenk, güzel çiçekleriyle vakit geçirmek istedim. Avluya vuran güneşin altında insanın içi sıcacık oluyordu. Renk renk çiçeklerin bahar kokusu mest ediciydi. Benim de buna ihtiyacım olduğundan soluğu bahçede aldım.

Avlunun karşısındaki yüksek sazlıkların arasında, kimseyle muhatap olmak zorunda kalmadığın gizli bir bank vardı. Doğrudan o banka yerleşip ayaklarımı uzattım ve söğüt ağacının gölgesinde zaman geçirdim.

Sazlıkların ön cephesindeki bahçe yolundan geçen bir grup muhafızın zırhlarından gelen metal seslerle irkildim. Bir yaz günü sıcağıyla esen rüzgâr öyle mayıştırmıştı ki bankın üstünde uyuyakalmıştım.

Ağacın banka uzanan dalından bir yaprak koparıp parmağıma dolayarak oyalanırken bahçenin güzelliğine dalıp gitmiştim. Huzur dolu sessizliği bıçak gibi kesen ayak seslerini duyunca dikkat kesilerek nefesimi tuttum. Kulağıma gelen sesler nerede olduklarını göremediğim Maysa ve Ayas'a aitti.

"Vilemar Köyü'nde hamile kalan periler olduğunu duydum," dedi Maysa. Öfkesi sesine yansımıştı. "Simav icabına bakmak için bu sabah yola çıktı ama Vilemar doğu kıyılarımızdaki köylerden biri ve Gökkuşağı Sarayı'na oldukça uzak. O ve en iyi adamları sarayda yokken asayişi sağlamak senin görevin."

Maysa'nın fısıltıları tokat gibi çarpıyordu zihnime. "Çok dikkatli olmalıyız Ayas. Kehanet ilerledikçe bozgunluklar artıyor. Ne kadar yansıtmamaya çalışsam da diyar çok zayıfladı, sihri tükeniyor."

"Ne zaman duracaksın?" Ayas'ın sesi de hiddetliydi. "Ne zaman bitireceksin bu saçmalığı? Diyardaki doğumların tümüne nasıl engel olabilirsin?"

"O kalbin taşıyıcısı her kimse ölmeli, anlamıyor musun? Ne hâlde olduğumuzu göremiyor musun?"

Aradığı kişi burnunun ucundaydı ve senin canını almak için Kristal Dağ'da küllerinden yeniden doğmuştu.

"Bu şekilde olmaz," diye karşı çıktı hiç beklemeden. "Böyle devam edemezsin, anne."

"Mienas için yapıyorum." Maysa'nın titreyen sesi, kendi söylediğine inanmadığını açıkça ele veriyordu.

"Krallıklardaki doğumlara bile bulaştığının farkındasın değil mi?" Ayas'ın söylediğiyle nefesimi bir kez daha tuttum. Köylerdeki bebeklere yaptığını krallıklardaki bebeklere de mi yapıyordu? Keybos, Orrenia?

"O mesele başka. Mironlar asil kan, hepimiz soylu lordlar ya da leydilerle evlenerek geleneğimizi sürdürürüz fakat Umar bu düzeni bozdu. Alelade bir köle parçasına âşık olup o peri kızından bir çocuk peydahladı."

Umar... Umar... Kimdi... Ah!

Ruh ve Toprak Sarayı lordu Rodas'ın en büyük oğluydu. Bahar şenlikleri için düzenlenen ziyafetlerden birinde görmüş, tanışmıştım Umar'la. Hatırladığım yüz öyle gençti ki bir bebeğinin olma ihtimali ilginç gelmişti.

Daha da ilginci Umar'ın bir çocuğu olmak üzereyken Maysa onu da mı öldürtmüştü?

"Herkes bebeğin ölü doğduğunu sanırken sen bir lordun bebeğini zehirledin, öldürdün." Ayas'ın suçlayıcı tavrı mide bulandırıcıydı. Sorun bir bebeğin öldürülmesi değildi onun için; krallığa ait bir bebeğin öldürülmesiydi.

"Kehanetin işaret ettiği herkesi öldürürüm Ayas," derken Maysa ayağını yere vurmuş gibi bir ses duymuştum. "Bir kraliçe, her şeyden ve herkesten önce diyarını düşünmeli. Ben de bunun için gereken her şeyi yapıyorum."

Ayas bir şeyler söylemeden önce derin bir solukla tısladı ama konuşmadı.

Duyduklarım korkunç olsa da birer hazine değerindeydi. Orrenia Krallığı ve Lord Umar bebeğini ölü doğdu olarak biliyordu demek. Diyarın yönetimini teslim edip toprakları birleştirecek kadar güvendikleri kraliçelerinin yaptığını öğrendiklerinde ne diyeceklerdi bakalım.

Lord Rodas'la bu durumu konuşursam savaş çıkaracak bir ateşi körüklemiş olurdum. Umar ya da Selen'le konuşmak daha iyi olabilirdi. Orrenia Krallığı'nı arkama alıp Maysa için hazırladığım planıma onların gücüyle devam edebilirdim.

Maysa ve Ayas'ın dakikalar süren tartışması sona erip avludan uzaklaştıklarında vakit kaybetmeden sarayın ana ahırına koştum. Seyis, atımı hazırlarken geçen dakikalar bir ömür gibi gelmişti. Birilerine yakalanmadan ve gizlice daha önce hiç gitmediğim Orrenia Krallığı'na gidip Umar'la görüşmeliydim.

Seyisin atımı getirmesiyle bir saniye bile kaybetmeden yola koyuldum. Beyaz atım hiç yavaşlamadan birkaç saat içinde beni Orrenia Krallığı'nın sınırlarına ulaştırmıştı. Yolun kalanında daha yavaş ve temkinli ilerlemeye dikkat ettim.

Rüzgâr ve Toprak Sarayı yeşilliklerin sarayıydı. Kahverengi moloz taşlardan yapılmış görkemli sarayı tek düzelikten kurtaran sarmaşıklar göğe uzanan kulelerin bedenlerine sarılmış, insanı büyüleyen bir çağrıyla sarayın hangi krallığa ait olduğunu imgelemişti.

Henüz saray kapısına varmadan bir köpek üzerime doğru koştuğunda atım korkuyla şahlanıp panikledi. Neredeyse beni üzerinden atacakken eyerine son anda tutunduğum için büyük bir kazadan kendimi kurtarmış oldum.

Köpek formundan çıkmasının ardından gelenin Lord Rodas'ın baş muhafızı Petra olduğunu anladım. O an aklıma güzeller güzeli Hera'm geldiğinde ağlamamak için yanaklarımı dişledim. Onun casusluk yapan bir peri çıktığına hâlâ inanamıyordum.

Petra, Simav ya da Enfer kadar huysuz olmadığı için Lord Umar'la görüşme isteğimi geri çevirmemiş, gizli bir buluşma ayarlayıp beni sarayın arka bahçesinden içeri alarak Umar'ın yanına götürmüştü.

Saray bahçesindeki hayvan çeşitliliği ve çokluğu harikalar diyarında gibi hissettiriyordu. Orrenia Krallığı'nın kılık değiştirme ve hayvanları hizmetkârları yapacak şekilde büyülü bir evcilleştirme yeteneklerinin olduğunu biliyordum. Aynı zamanda yakın dövüşte oldukça usta oldukları; diğerleriyle kıyaslandığında en iri vücutlara sahip olan krallığın onlar olması da tesadüf değildi.

Umar acı kahve tonlarındaki uzun bir tunik içine beyaz gömlek giymişti. Yüzü hatırladığımdan çok daha genç ve yakışıklı görünse de onu asıl çekici yapan koyu kahve iri gözleriydi.

"Leydi Rena." Zarif bir selamlama eşliğinde uzanıp elimi öpse de bu harekete kanmadım. Bir iki güzel söze ve el öpüşlerine inanıp Ayas'a da bir zamanlar ne kadar iyi bir lord demiştim.  Başıma gelenlerden sonra diyardaki kimseye iyi sıfatını kolayca yapıştıracak değildim.

"Lord Umar," dedim hafifçe diz kırarak. "Buraya çok acil ve izinsiz geldim çünkü sizinle konuşmam gereken önemli bir mesele var."

Umar'ın yüzündeki dalgalanma ve gerginlik doğrudan bana da yansıyınca kuruyan dudaklarımı son bir kez yalayıp etrafımızı kontrol ettim. Yalnız olduğumuzu netleştirdikten sonra önüme dönüp bildiğim her şeyi anlatmaya başladım.

Toprağa gömdüğü acılarını yeniden gün yüzüne çıkarmayı hiç istemesem de buna mecburdum. Anne karnındayken bir zehirle ikisinin de hayatına son verilen bebeği ve âşık olduğu peri kızının intikam hırsı Umar'ın gözlerinde alev almıştı. Öfkesini yatıştırmak, planımı anlatıp benimle birlikte hareket etmesi için ikna etmekten çok daha uzun sürse de başarmıştım.

İstediğim olmuştu. Maysa için hazırladığım o muhteşem günde, Orrenia Krallığı'ndan Lord Umar, tüm desteğiyle arkamda olacaktı.

***

"Demek Simav yeni bahardaki refah için köylere yardım dağıtmaya gitti." Şarabımdan bir yudum alıp kadehi nezaketli görünmek için ağır ağır yerine koydum. Maysa ve Ayas'ın bu sabah bahçedeki konuşmalarını bildiğim hâlde söylediği yalana inanmış gibi davrandım. Herkesin gözünü bu şekilde boyadığına şüphem yoktu.

Maysa Orrenia Krallığı'nı, Aryen'i ve tanımadığım diğer lord ya da leydileri büyük ziyafetine davet etmişti. Bahar şenliği bitmiş olmasına rağmen böyle bir ziyafetin verilme nedenini bilmesem de Maysa'nın herkesi ayakta uyutmasına tahammül edemiyordum.

"Öyle," dedi Maysa da tüm zarafetiyle. Aman ne zarafet, o güzel yüzünün altındaki iblisi bilmesem bu melek hâllerine kanabilirdim. "Köylerde yaşayan halkın memnuniyeti hepimizin için çok önemli."

Halkın memnuniyetiymiş, peh. Soylarını kuruttuğu halkın...

Sahte bir gülümsemeyle başımı salladım, midem ancak bu kadarını kaldırabildi. Biraz daha Maysa'yla muhatap olursam üzerine atılıp tek bir tel kalmayana kadar saçlarını yolabilir, elindeki çatalı boğazına saplayabilirdim.

Yemek boyunca lordlardan, leydilerden genel sorunları ve topraklarındaki durumları dinledi Maysa. Zihnim de kulaklarım da konuşulanlara kapalıydı çünkü düşüncelerim yeterince gürültü yaptığından başka bir sese tüm algılarım kapanmıştı.  

Maysa'nın sağ çaprazında büyükbabam, Aryen ve ben, sol çaprazında Ayas oturuyordu. Maysa'nın bozuk dölü lanet suratıyla tam karşımda kalıyordu. Sık sık bana baktığını yakaladım ve onun yüzünden açlıktan ölüyor olsam da tek kelime yiyemeden huzursuzca yemeğimle oyalanıp durdum.

Biraz üzüm, kuru meyvelerle açlığımı olabildiğince bastırdım. Önümdeki servis tabaklarında duran lezzetli yemekler, dumanı üstünde tüten çeşitli etler, haşlanmış sebzelerin kokusu burnuma doldukça midem kasılıyordu.

Umar'la konuştuklarımız kafamı kurcalıyordu. Doğrusu ona güvendiğim için tedirgindim. Orrenia Krallığı, Maysa'ya yaranmak için insan diyarına casus göndermişti. Bunu yapan Rodas olsa da Umar onun oğluydu ve nasıl biri olduğunu ancak tanrı bilirdi.

Diğerleri yemeklerin yanında ağır ağır içerken ben şarabı hızlıca içtiğimden midemin yandığını hissediyordum. Daha bir saat olmuştu ziyafet başlayalı. Bu kadar hızlı içmem doğru değildi.

Kadehi bırakıp geriye yaslandığımda Aryen diziyle bacağımı okşadı. Göz ucuyla ona bakarken belli belirsiz bir tebessümle dizini ittim. Dizimi okşayarak yukarı kayan eli kucağımdaki elimi tutunca irkildim. Kimsenin göreceğinden değil ama yüzümden anlaşılmasından korkmuştum.

Kadehime sarılıp yenilenen şarabımın yarısını hızlıca içtikten sonra göz ucuyla hâlâ bana bakan Aryen'e bakıp gülümsedim. Diğerleri diyarın dertleriyle o kadar ilgiliydi ki bizi görecek hâlde değillerdi.

Bugün Aryen için hazırlanmıştım. Tüm vücudumu saran göz alıcı kırmızı bir elbise yerlere kadar uzanıyordu. Belimi incecik gösteren korseyle birlikte elbisenin omuz ve sırt dekoltesini öne çıkarmak için Liya'dan saçlarımı sıkı bir topuz yapmasını istemiştim.

Aryen'i yemek boyunca gözlerini alamayıp her fırsatta bana bakarken yakalamıştım ama bana bakan tek kişi o değildi. Önüme döndüğümde Ayas'ın gözlerini dikmiş bize baktığını görünce korkuyla nefesimi tuttum.

Ayas'ın gözlerinde yanan ateşin sıcaklığı yüzüme vurunca elimi aceleyle çekip kucağıma koydum. Aryen, Ayas'ın yaptıklarını bilmediği için neden böyle bir tepki verdiğimi anlamamıştı.

Ayas hesap sorar gibi başını salladığında sinirlerim bozuldu. Bir süredir koruduğu sessizliği yeterince gererken bir de Aryen'le kaçamak gülüşlerimizi yakalamıştı. Sırrımı bildiği yetmezmiş gibi....

Gözlerini üzerimden çekip minik, mavi ışıltılı bir perinin doldurduğu kadehini eline alarak ayağa kalktı.

"Kraliçem," diyerek Maysa'ya nezaketli bir gülüş gönderdi önce. "Lordlarım, leydilerim." Masadaki diğer konukları da başıyla selamlayıp sessizliğe davet ettikten sonra yönünü bana döndü. Neler döndüğünü anlamıyordum ama kalbimin gürültüsü Ayas'ın sesini bastırmadan dilinin altındaki baklayı çıkarsa iyi olurdu.

Gözlerimin içine bakarken harelerinde yanıp sönen şeytani bir parıltı kanımı dondurdu. Soluğum kesiliyor, kalbim boğazımda atıyordu.

"Kraliçe Maysa'ya böyle güzel bir akşamda hepimizi bir araya getirdiği için teşekkürlerimi sunuyor ve bu güzel daveti bir haberle taçlandırmak istiyorum." Kadehini göğsüne doğru kaldırıp çarpık bir gülüşle üzerimde asılı kalan gözlerini kıstı.

Kadehiyle birlikte masanın etrafını dolaştığında şaşkınlığım artık gizleyemeyeceğim kadar fazlaydı. Herkes aynı ifadeyle Ayas'ı izliyor ve ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

Uzun ziyafet masasını dolaşıp yanıma geldiğinde omuzumun üstünden Aryen'e baktım. Çenesi kasılmış, gerginliği gözlerine yansımıştı. En ufak bir hareketinde Ayas'ın üzerine atlayacak yırtıcı bir hayvan gibiydi.

"Leydim." Sandalyemden kalkmam için bana doğru uzattığı eline boş boş baktım sadece. "İzin verir misiniz?" Seni oyuncu, düzenbaz, pislik! Tırnaklarımı yüzüne geçirmek istiyordum.

Önce Aryen'e baktım. Hemen sonra diğerlerinin bakışları altında ezildiğim için ayağa kalkmak zorunda kaldım. Sandalyemi bacaklarımla geriye itip kenara çıktığımda Ayas'la yan yana duruyorduk ve sadece kusmak istiyordum.

"Geçtiğimiz ay Leydi Rena'yla birlikte bir karar aldık ve bunu kimseyle paylaşamadık."

Hayır, hayır, hayır... Yapma bunu, yalvarırım.

"Doğru zamanı kolladık belki de bilmiyorum. Fakat böyle bir akşamda tüm diyara duyurmak istedik." Sahte bir gülümsemeyle bana baktığında elimi elinden kurtardım ve sandalyenin kenarından tutundum. Bayılmak üzereydim. Dünya ayaklarımın altından çekiliyor, her şey birbirine girip netliğini kaybediyordu.

Kahretsin, her şeyi mahvedecekti ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"Eğer başta Kraliçem, annem ve sonrasında Aynalar Kenti'nin eski efendisi Megas Efendi de kararımızı onaylarsa..." Ayas arsızca uzanıp yeniden elimi tuttu. "Rena bundan sonra leydim, eşim ve günü geldiğinde kraliçem olacak."

Kulaklarımı sağır eden bu uğultular kalabalığın tepkisi miydi yoksa kalbimin göğüs kafesimde tepinmesi mi?

Sesler neden netliğini yitirmişti?

Aryen'in kokusu benden çok uzaklardaydı şimdi. Onun benden gidişini hissedebiliyordum. Zihnindeki puslu ayazın soğuğu beni gafil avlamış, kalbindeki depremlerin enkazı benim üzerime çökmüştü.

Maysa'nın evlilik kararını onayladığını işittim zar zor. Kalabalığın Ayas ve benim şerefime kaldırdığı kadehlerin tokuşturma sesleri çınladı tüm salonda.

Akrep ve yelkovanın öldürdüğü her dakikanın cesedi zihnime yığılırken Aryen'in kısa süre sonra büyük salonu terk edip gitmesi... Peşinden gitmek, yalvarmak ve her şeyi anlatmak istedim ama dikkatleri üzerime çekerim korkusu o lanet olası masaya çiviledi beni.

Gitmeden önce gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı hiç silinmedi zihnimden. Bedenim yaşamaya devam etti ama ruhum Aryen'in gözlerinde yanan o alevlerin arasında can verdi o gece.

Bana aşkla bakan gözleri... Tenimi, ruhumu ısıtan sıcacık dudakları, ismimi en güzel melodiymiş gibi şakıyan sesi, sarayların en güzeli olan yüce kalbini kaybetmiştim. Aryen'in güveni, aşkı, sadakati yerle bir olmuştu ziyafetin ortasında.

Yıkılan ve yozlaşan tek şey krallığı değildi artık. Kalbi ve duyguları da bu geceyle birlikte yozlaşıp, karanlığa tutsak olmuştu.

Kâbus Lordu'nu sonsuza dek kaybetmiştim.

*

Bölüm sonu.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi bu satıra yazabilirsiniz <3

Continue Reading

You'll Also Like

7.7M 450K 84
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
1.4K 307 39
Efsaneye göre, insanların yaşadığı Simetra evreninde bin yıllar önce insanların neredeyse tanrı olduklarına inandıkları ütopik ve kozmik güçlere sahi...
400 76 20
dur dedi Edward. "Ne oldu?" diye sordum. "orası yasaklı bölge. Orası mahzene çıkıyor. Gidemezsin!" dedi.
1.5M 21.2K 5
Ephesus Yayınları aracılığıyla raflarda! Ben Bora Ateş... Ateş grubunun lideri... Sizi müzik grubumun hikâyesine davet ediyorum. Fakat dikkatli o...