Kaçış

By MaysaBerran

182K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
18.Rheyold Değil
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
34.Karar
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

26.Korku

4.5K 373 108
By MaysaBerran

Merhabaaa, ben geldimm. 😘

Bu nasıl bir sıcak ya, tam yazmak için oturuyorum kendimi serinletirken buluyordum. 😅

Neyse, bölümü biterebildim. Size uzun bir bölüm bırakıyorum. Hepinizi öpüyorum. 🥰💜

***

Rana

Seke seke, yeşil çimenleri ezerek ilerliyordum. Yüzmek en sevdiğim şeylerden biriydi. Fakat Dünya'da bir çok su tükendiği ve kirlendiği için yüzülebilecek pek alan yoktu. Dünya'nın büyük bir bölümü sularla kaplanmıştı. Ama okyanuslara girmek tehlikeli ve yasaktı. Serbest olan kısımlarda yaşadığımız yere uzaktı. Ama bir kere Çiçek'in ailesi ile bir kere de tek başımıza gitmiştik. Deniz çok güzeldi. Havuzlarda hep yüzerdik, ama deniz de yüzmek bambaşkaydı. Dalgaların sesi, bedenime değmesi, tuzlu su kokusu, her şeyi çok güzeldi.

Tabi şimdi gireceğim su da deniz değildi, küçük bir göldü. Gönlüm geçen günlerde gittiğimiz o harika göle girmek isterdi ama şimdilik bununla idare edebilirdim.

"Yavaş kızım, düşeceksin." Ahu anne yerlere sürünen eteklerini kaldırarak bana yetişmeye çalışıyordu.

"Düşmem. Geldik zaten." Dere çok büyğk değildi hatta ayaklarımı soksam bileklerimi geçmezdi. Ama ileriye doğru birden geniş bir hale gelip, derinleşiyordu. Sanki bir çukur açılmış, su buraya dolarak tekrar aynı şekilde devam ediyordu. Suyun dibini görebiliyordum. Taş, kum ve küçük bitkiler vardı.

"Aman dikkatli ol kızım, iğne ucu kadar bile bir yerin çizilmesin. Sonra Rheyold canımızı okur." Ahu Anne'nin sesi endişeli olsa da, çokça da hayıflanma içeriyordu. Gülerek başımı salladım.

"Merak etme Ahu Anne." Üstümdeki elbiseyi çıkarırken göz ucuyla Ahu Anneye baktım. O suya girmeyecekti, ayaklarını sokmakla yetinecekti.

Ahu Anne, toprağa otururken benim mayolu bedenime baktı. Bıyık altı gülümseyerek, bedenimde ki izlere baktı.

Offf! Sırf bu yüzden mayo giyinmiştim. Az da izler görünmez diye. Çünkü tüm izler göğüslerim ve karnımdaydı. Mayonun kalın askıları vardı. Önü çapraz iplerle göbeğime kadar geliyordu. Arkası da sırtımın ortasına kadar açıktı ve pileli bir eteği vardı.

Çok açık olmamasına rağmen mayomla aynı renk olan kırmızı yanaklarım vardı. Rheyold'un izlerini annesinin görmesi beni biraz utandırmıştı.

Ahu Anne, imalı bakışlarını üstümden çektiğinde rahat bir nefes alarak yavaşça suya girdim. Sıcak bedenim ılık su ile birleştiğinde hafifçe titredim. Yavaş hareket edersem alınamayacağım için hızla suya daldım ve ileriye doğru yüzdüm. Yarım dakikanın ardından sudan çıktığımda Ahu Anne gülümseyerek bana bakıyordu.

"Yüzmeyi seviyorsun sanırım."

"Evet, eskiden arakadaşımla sürekli havuza giderdik. Ama bu şekilde göl ya da denize çok az girdim." Ahu Anneye doğru yüzüp tekrar geri gittim.

"Burada doğaya dokunmuyorlar. Bu yüzden bir çok yerde doğa harikaları var. Karanlık bir gezegen olsa da denizleri, gölleri, ormanları, dağları ile bizim gezegenimizden çok daha zengin ve temizler."

Ne yazık ki, haklıydı. Dünya da olan sayısız savaş ve insanların küçücük bir göle bile sahip çıkarak ticarete dönüştürmeye çalışması, doğayı yıpratmıştı. Eski Dünya, cennet gibiydi. Şimdi oradan geriye pek bir şey kalmamıştı. Buzulların erimesi deniz seviyesini yüksetlmiş, bir çok ülke sular altında kalmıştı. Kontrolsüz artan su seviyesi, denizdeki canlıların sayısını arttırmıştı. Bu da denizleri tehlikeli hale getirmişti. Üstelik denizler hala kirli sayılırdı. Belki de hiçbir zaman temizlenemeyecekti.

Ormanlar yanmış, tarihi eserler yıkılmış, insanlar her yeri yağmalamış ve çöpleştirmişti. Akirliler Dünya'yı istila ettiğinde ise iç savaşlarını bitirmek zorunda kalmıştılar. Aslında kabul etmesekte medeniyet Akirliler sayesinde Dünya'ya tekrar geri gelmişti. Şimdi değil başka bir gezegenin dünyamızı istila etmesi, kendi içimizde bile savaşamazdık.

Savaş olmayınca ise Dünya kendini toparlamaya başlamıştı. Ama hala da eski konumuna dönememişti. Neyseki insanlar artık daha bilinçliydi. En azından artık doğayı kirletmiyorduk.

Diplere doğru, gözlerim açık yüzdüm. Su o kadar temizdi ki gözlerim yanmıyordu. Zeminde ki küçük taşlara dokunarak, oturmaya çalıştım. Çiçek ile havuza girdiğimizde zeminde oturma yarışı yapardık. Bu en sevdiğimiz şeydi. Zar zor taşların üstünde otururken sanki karşımda o varmış gibiydi. Gözlerim kapanırken, acıyla gülümsedim. Keşke yanımda olsaydı, keşke beraber olsaydık. Kendime verdiğim bir söz vardı. Onu bir kere daha görecektim. Dünya'ya gidecektim. Sadece bunu Rheyold'a söylemem gerekiyordu.

Nefesim tıkanmaya başladığında dizlerimden destek alarak kendimi yüzeye fırlattım. Derin nefesler alarak, saçlarımı yüzümden çektim.

"Kızım, aklım çıktı. Bir daha bu şekilde uzun süre kalma. Az daha atlıyordum seni almak için." Ahu Anne'nin endişeli sesi ile gülerek başımı salladım.

"Tamam." Diyerek kelimeyi uzattım. Ahu Anne onaylamaz bir şekilde baksa da gülümsedi. Rheyold tamamen babasına çekmemişti.

Suya dalıp bir süre kaldım ve tekrar yüzeye çıktığımda,Ahu Anne'yi yerinde bulamadım. Endişe ile etrafıma bakarak kıyıya geldim.

"Ahu Anne!" Parmaklarım çimenlere gömülürken neredeyse sudan çıkmak üzereydim.

"Kızım buradayım, bak ne buldum?" Zarif bedeni ağacın arkasından çıktığında rahatlamıştım. Bir an aklım çıkmıştı, kadına bir şey oldu diye? Gerçi niye endişeleniyorsam? Burada bize bir şey olmazdı.

Ahu Anne elinde topladığı mavi yaban mersinlerini bana uzatarak tekrar eski konumunu aldı.

"Nasıl buldun bunları?"

"Buraya gelirken görmüştüm. Bir an canım çekti. O yüzden topladım." Ahu Anne, yaban mersinlerini tek tek yerken, ben de kendimi sırtı üstü suya atarak kaldığım yerden devam ettim.

Biraz yüzdüm, biraz Ahu Anne ile güldüm. Zaman hızla tükenirken ben de fazlasıyla yorulmuştum. Suyun dibine dalıp dalıp güzel taşlar toplamıştım. Kısaca eğlenmiştim. Çok iyi gelmişti.

"Kızım, yavaşça toplanalım. Yarım saati geçti. Ancak gideriz." Ahu Anne eteklerini toplayarak ayağa kalktı. Tam ben de çıkacaktım ki suyun dibinde parlayan taşla, çıkmaktan vazgeçtim.

"Anne sen ilerle ben geliyorum."

"Ne oldu?" Bir kaç adım ötede merakla bana bakıyordu.

"Bir taş daha alıp geliyorum." Ahu Anne dilini damağına vurarak eteğinin dış astarına topladığı taşları gösterdi.

"Deli kız, derede taş bırakmadın. Çabuk ol hadi." Son kez suya dalmadan önce Ahu Anne'nin arkasını döndüğünü gördüm.

Kısa sürede parlak, beyaz taşı alıp çıktım. Avucum kadar olan taşın yüzeyinde kırmızı damarlı yapılar vardı. Tam olmasa da yuvarlağa benzeyen bir şekildeydi. Taşı elimden bırakmadan sudan çıktım. Soğuk bir rüzgar saçlarımı okşarken bedenimi titretmişti. Boş alana bakıp hafifçe kaşlarımı çattım. Ahu Anne bu kadar hızlı yürüyebilir miydi?

"Ahu Anne!" diye seslenirken diğer yandan da ağacın dibine koyduğum çantaya ilerledim. Kıyafetlerimi giydiğimde üstüm ıslanacaktı ama neyseki uzun bir hırkada almıştım.

"Ahu Anne!" Cevap gelmemesi ile daha yüksek sesle bağırdım. Boş alanda yankılanan sesim çınlayarak bana geri döndü. Üstümü hızlıca giyinmeye başladım. Biraz endişelenmiştim.

En son sandaletlerimi giydiğim de Ahu Anne'nin gittiği yönün tam ters istikametinde küçük bir ses duydum. Hemen ileride sık ağaçların başladığı yerdeki çalılık kıpırdadı.

"Ahu Anne." Çimenler ve kuru dal parçaları ayaklarımın altında ezilerek sessizliği bölüyordu. Çalılık kıpırdanmayı kesmiş, beni rahatsız etmeye başlamıştı.

"Kızım buradayım, bak ne buldum?" Tanıdık ses ile rahat bir nefes aldım. Gülümseyerek çalılığa doğru ilerlemeye başladım.

"Ahu Anne beni korkuttun. Ne zaman buraya geldin?" Sonlara doğru sesim azalarak yok oldu.

Çünkü Ahu Anne yoktu.

Onun yerine garip bir canlı, kırmızı gözlerini bana dikerek bakıyordu. Gözlerim irice açılmış, tüysüz bir papağana benzeyen şeye şok olmuş bir şekilde bakıyordum.

Çığlığım genzimi yakarken bir kaç adım geriledim. Hayatımda ilk defa bu kadar çirkin bir yaratık görüyordum. İri gagası pütürlüydü, elli-almış santim boyu vardı. Başını yana eğmiş, kırmızı gözleri fıldır fıldırdı.

Onda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Hiç buraya ait durmuyordu. Gitmek için hareketlendiğimde, önüme yıldırım gibi düşen bedenle bu sefer çığlığımı tutamadım.

Bu, bu şey neydi? Akirli olamayacak kadar korkunçtu!

Bedenleri siyaha yakın bir renkti, koyu gri gibiydi. Gözleri simsiyah, tek renk barındırmıyordu. Bu gözlerden daha öncede görmüştüm. Fakat hiç sıra sıra dizilmiş sivri dişlerden görmemiştim. Karşımda ki yaratık, ağzını açmış tüm sivri dişlerini gözler önüne sermişti.

Omuzlarında sivri küçük çıkıntılar vardı ve bu çıkıntılar kolları boyunca devam ediyordu. Üst bedeni çıplaktı ve göğsünün ortasında derin 'V' şeklinde siyah bir çizgi parıldıyordu. Kısaca, Akirli değildi, ama gördüğüm herhangi bir şeye de benzemiyordu.

Tüm bunları saniyeler içinde nefesimi tutarak  analiz etmiştik. Sanırım onuncu saniyede aklım başıma geldi ve geriye doğru adım attım. Hareket ettiğimi fark edince başını yana eğerek bakmaya devam etti.

Ellerim titriyor, ayaklarım beni toprağa yapıştırmak için çabalıyordu. Kalbim ağzımda atıyordu. Bunlar neydi? Kimdi? Neden buradaydılar?

Tekrar geri atarak ağaçların arasına baktım, Rheyold'u düşünerek. Tam şu an da kahramanım olmalıydı.

Karşımdaki şey bana doğru adım atınca korkuyla birkaç adım birden geriledim. En sonunda kaçmak aklıma geldi. İyi bir niyeti olduğunu kesinlikle düşünmüyordum. Kaçmak için attığım adımlar farklı bir beden ama aynı görünüş ile kısmi felç geçirdim.

İki taneydiler!

"N-ne istiyorsunuz benden?" Kısık ve titrek sesim, güçsüzlüğümü ele veriyordu. Bir sağa bir sola bakarak ikisinide süzüyordum. Soruma verdikleri tek tepki, tepkisizce bakmak olmuştu. İkisi aynı anda üstüme yürüdüğünde çığlık atarak koşmaya başladım.

"Rheyold!" Nereye gittiğimi bilmiyordum. Tüm gücümle kaçmaya çalışıyor, gözümden akan görüşümü kaybetmemi sağlayan yaşlarımı dahi silemiyordum.

Sağ taraftan yaklaşan bedenle sola kaçıyor, soldan gelen bedenle sağa kaçıyordum. Bu acınası kaçış açık bir alana geldiğimde son buldu. Göğüs kafesim soluksuz kalmanın acısıyla yanıyordu ve ben tuzağa düştüğümü yeni anlıyordum.

Eğer isteselerdi beni kolaylıkla yakalayabilirlerdi. Ama onlar bunu yapmamış beni istedikleri alana kendi ayaklarımla getirmişlerdi. Hemen karşımda duran başka bir korkunç bedenle yere yığılmak üzereydim. Tekrar kaçmaya çabaladığımda, kendimi baş aşağı bulmuştum. İçlerinden biri bemi omuzuna atmıştı. Karnımın sol tarafına batan şeylerle acıyla inledim. Her adım attığında o sivri çıkıntılar karnımı delip geçiyordu sanki.

"Bırak beni!" Sırtından destek alarak kalkmaya çalışsamda işe yaramadı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Çok korkuyordum ama diğer yandanda kendime hakim olmalıydım. Tüm hayatınız boyunca insan dışı varlıkların bilgisi ile yaşayınca, çok büyük şok yaşamıyordunuz. Sadece korkunun şekli ve büyüklüğü değişiyordu.

Omuzunda çırpındıkça canım daha çok yanıyordu. Uzun bir süre çığlıklarala, küfürlerle geçti. Hiç umurlarında değildi. Boğazlarım tahriş olmuş, yutkunmak da bile zorlanıyordum. Yüzüm, hem baş aşağı durmaktan hem de ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.

En sonunda durdular ve beni hiçde nazik olmayacak bir şekilde yere bıraktılar. Elim hızla acıyan karnıma gitti. Morardığına emindim ama iki çift canavar gözünün önünde karnımı açamazdım. Burnumu sertçe çerekerk sırtımı arakamdaki ağaca yasladım. Ayağa kalkacak gücüm kalmamıştı.

"Ne istiyorsunuz benden?" İkisini de dikkatle inceliyordum. İnceledikçe daha fazla hayretler içinde kalıyordum.

Elleri pençeye benziyordu. Uzun, sivri ve kabaydı. Uçlara doğru koyu tenleri siyahlaşıyordu. Beni omzuna atanın saçları koyu kahve ve omuzlarına kadar uzundu. Diğerinin ise saçları sıfıra vurulmuştu. Görünüş olarak bir saçları bir de boyutları farklıydı. Saçları sıfır olan diğerine göre biraz daha kalıplıyıdı. Bir de şu omuzlarında ve kollarında olan çıkıntıları daha sivri ve daha uzundu.

Ben, Rheyold'u istiyordum. Sanki ondan günlerce ayrı kalmış gibi onu özlemiştim. Burnum sızlarken göz yaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. İri cüsseli olan bana yaklaştığında, geri çekilerek iyice ağaca yaslandım.

"Eşin seni neden yalnız bıraktı?" Çatallı sesi, ağır ve aksanlıydı. Zorla konuşuyormuş gibiydi. Eli yüzüme doğru kalktığında başımı çevirdim.

"Dokunma bana!" Elbette uyarımı ciddiye almadı. Pençeye benzeyen eli önce saçlarıma sonra da yüzüme dokundu. Ona dokunmak istemiyordum ama kendimi korumak için elini tutarak uzaklaştırmaya çalıştım.

Gücüm ne kadar yüksek olursa olsun, onlar karşısında bir önemi yoktu. Soğuk tenini her hissetiğim de midem kaynıyordu. Dokunduğu her yeri kesip atmak istiyordum.

"Yumuşak." Dudaklarımın arasından hıçkırıklar ard arda kaçıyordu. Karşı koyamamak kendimi çok aciz hissettiriyordu. Diğer canımı yakan his ise ihanetti. Sanki Rheyold'a ihanet ediyor gibi hissediyordum. Ama benim bir suçum yoktu ki!

Diğeri de yanıma yaklaştığında çığlık atarak ikisinden de kurtulmaya çalıştım. Biri saçlarıma ve yüzüme dokunurken, diğeri elimi ve koluma dokunuyordu. Canımı yakmasalarda, rahatsız ediyorlardı. Yeni bir şeyi keşfediyorlarmış gibiydi.

"Zayıf ve kırılgan." Bileğimi parmakları arasına hapseden bedene korkuyla baktım. Beni omuzuna alandı. Kalbim, göğüs kafesimi zorluyordu. Gittikçe nefes almak zor geliyordu. Çırpındıkça daha derine batıyordum.

"Dokunmayın! Rheyold, bunun hesabını soracak."

Rheyold'un ismi geçtiği an ikisi de aynı anda durdu. Önce birbirlerine sonra da bana baktılar.

"O, senin eşin." Bedenimden çekilen eller ile kesik bir nefes aldım. Rheyold'un isminin geçmesi onları durdurduğuna göre, Rheyold'u tanıyorlardı.

"Evet, Rheyold benim eşim ve bunun hesabını size soracak."  İri cüsseli olanın yüzünden saniyelik bir tedirginlik duygusu aktı geçti. Benden tamamen uzaklaştıkların da ikisi de öfkeli duruyordu.

Kendi aralarında konuşmaya başladılar. Pek kavrayamadığım bir dildi. Akirli diline benziyordu ama biraz farklıydı. Anlamak zordu. Neredeyse kavga edecek bayuta gelen tartışma başka bir canavarın gelmesi ile son buldu.

Kısa koyu renk saçları, hafif yamuk burnu, kalın dudakları ve ikisinin arasında olan cüssesi ile en az diğerleri kadar rahatsız ediciydi.

İri cüsseli olan yeni gelene bir şeyler söyleyince üçü arasında derin bir tartışma başlamıştı. Arda bana bakıyorlar ve tartışmalarına devam ediyorlardı.

Üç dev adamın sesleri ağaçları sallıyordu. Ne konuşuyorlardı ne tartışıyorlardı, bilmiyorum. Sadece arada Rheyold'un ismini duyuyordum. İsmi her geçtiğinde kalbim sızlıyor, dudaklarım bükülüyordu. O neredeydi? Beni bulabilecek miydi? Çok fazla uzaklaştığımıza emindim.

Umutlarım birer birer toprağa düşüyordu. Çaresizlik tüm yanımı sarmıştı. Fakat kendime gelmeli ve bir şeyler yapmalıydım. Sızlanarak, ağlayarak bir sonuca varamazdım. Tartışmaları büyüyüp itişmeye başladıklarında, fırsatımın bu olduğunu düşündüm. Kalçalarımın üstünde sürünerek ağacın gövdesi etrafında ilerledim. Kendimi zorlayarak önce dizlerimin sonra da ayaklarımın üzerinde durdum. Tek bir saniye bile beklemedim. Her yerim sızlasa da koşmaya başladım.

Ayaklarım birbirine dolanıyor, sürekli takılıyordum. Tüm sınırlarımı zorlasam da onlardan kaçamayacağımı biliyordum. Yine de dikkatleri fazlasıyla dağınık olmuş olacak ki, bir kaç dakika sonra ancak fark edebildiler. Kosa sürede beni yakalayabilecekleri için saklanacak yer aramaya başladım. Nasıl bir yere geldiysek burada ağaçlar az, kayalar fazlaydı. Bazı kayaların altında oyuklar ve küçük mağaralara görüyordum. Onlardan birine saklanabilirdim. Fakat hızlı bir şekilde koşarken bunu yapmak zordu. Çünkü görüşüm sürekli kayıyor ve adrenalinden dolayı etrafı buğulu görüyordum.

Küfürler ve bağırış seslerini daha net duyduğumda yaklaştıklarını anladım. Gözüme kestirdiğim oyuğun içi benim kurtuluşumdu. Hedefime kitlendim ve rotamı oraya çevirdim. Bir kaç metrelik mesafe bana kilometrelerce gibi gelmişti.

Oyuk tam karşımdayken hem yakın hem uzaktım ve korktuğum şey başıma gelmişti. Sırtımdan aldığım darbe ile tökezleyerek yere kapaklandım. Dizlerim ve avuçlarıma ince bir sızı girdi. Göz yaşları içinde başımı hafifçe kaldırdım ve hemen bir kaç adımlık mesefadeki oyuğa baktım. İnleyerek kalkmaya çalıştığımda saçlarımı kavrayan ellerle acıyla haykırdım. Her bir saç telimin sinirlerime yaptığı baskıyı hissediyordum. Dizlerimin üstünde saçlarımı kabtayam eli tutarak duruyordum. Acımı derinlere gömerek, siyah gözlere öfke ve kin ile baktım.

Saçları sıfıra vurulmuş canavarın yüzü kasılmış, anlında çizgiler oluşmuştu. Hemen arkada duran ikili ise dik dik bana bakıyordu. Bunu beklemiyorlardı.

"Bırak beni!" Boştaki elimle rastgele ona vurmaya başlığımda sadece kendi elim acıyordu. Saçlarıma daha fazla asıldığında canımın acısıyla çığlık attım. Saç diblerime kızgın iğneler batıyormuş gibiydi, tüm sinir uçlarımı hissediyordum.

Islanan gözlerimi kapayarak tüm olanları inkar etmeye çalıştım. Bir kaç sene önce, sokağın ortasında kaderimi değiştiren adam ile karşı karşıya kaldığımda bile bu kadar korkmamış kendimi çaresiz hissetmemiştim. Yüzümü yakan göz yaşlarım, düğümlenen boğazım, kesilen nefeslerim ve kuş gibi çırpınan kalbim ile ben bile kendime acıyordum.

Omuzlarımı tutup beni kaldırmaya çalıştığında her şeyin bittiğini düşündüm. Beni tekrar götüreceklerdi. Fakat dizlerimin üstüne kalktığım anda omuzlarımda ki ağırlık birden yok oldu. Sadece hafifş bir rüzgar hissettim.

Hemen ardından gelen küfür ve bağırışlar ile gözlerim titreyerek açıldı. Gördüğüm görüntü, bedenimi kaslatı kesti. Olduğum yere yığılırken, beni omzuna atıp saçlarıma asılan canavarın göğsünü delip kalbini eline alan bedene baktım. Bedeni simsiyahtı. Diğerleri gibi gri değildi. Simsiyah saçları dağılmış, karanlık gözlerinin önüne dökülmüştü. Dişleri, sivri, uzun ve parlaktı. En uzun köpek dişleri alt dudağına kadar geliyordu. Diğer dişleri ise, köpek dişerinden biraz kısa, sıra sıra dizili duruyodu.

Eli, diğerleri gibi pençeye benziyordu. Sadece uçlarında gümüş bir parlaklık vardı. Keskin olduğu her halinden belliydi. Tıpkı omuzlarından kollarına kadar giden çıkıntılar gibi. Onlarında uçları gümüşiydi. Omuzlarının uç kısmında bulunan çıkıntılar en büyük olanlarıydı. Neredeyse çene hizasına geliyordu.

Bedeni hepsinden iri ve kaslıydı. Göğsünde bir ters bir düz iç içe geçmiş 'V' şeklinde iz vardı. Rengi ise diğerleri gibi siyah değil, koyu parlak maviydi.

Onlara hem çok benziyor, hem de hiç benzemiyordu. Onda farklı olan bir şey vardı ve bakışları yıldırım hızında bana döndüğünde onun kim olduğunu anladım.

Rheyold'un canavarı!

Ajayu!

Onlar böyle mi görünüyordu? Gerçek suretleri bu muydu?

Gözlerinde ki boşluk beni soğuk rüzgarlara teslim etti. Elinde tuttuğu gümüş, kanla süslenmiş kalp, az önce yaşayan bir vatlığa aitti. Akirlinin göğsünden kalbini o kadar acımazsıca sökmüştü ki, damarların bir kısmı bile elindeydi. Yere yığılan bedene bakmak istemiyordum. Çünkü her an kusabilirdim.

Bana yıllar gibi geçen ama sadece saniyelerin geçtiği zaman dilimi son bulduğunda asıl katliam başladı.

Diğer ikili kaçmaya bile çalışmadılar. Savaşmayı tercih ettiler ama kaybedeceklerini biliyorlardı. Yine de ikisi ile baş edebilecek miydi? Diye düşünmekten kendimi alamadım.

Fakat onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı. İkisi aynı anda ona saldırıyor, az da olsa gardını düşürmeye çalışıyorlardı.

Hiç silah yoktu, tek silahları pençeleri, dişleri ve bedenlerinde ki sivri yapılardı. İçlerinde en zayıf olanın yüzünü parçalayıp, kollarını kopardı. Taziyikli suyun çıkardığı o sesi duyduğumda daha fazla dayanamazdım. Geri geri sürünerek oyuğa girdim ve kulaklarımı, gözlerimi kapatarak bu şeyin son bulmasını bekledim.

O, çok kötüydü. Acımasızdı. Caniydi. Onların canını yakarken tek bir mimik dahi oynatmıyordu. Ona Rheyold demek istemiyordum. O, o farklı biriydi. Farklı bir şeydi.

Uyumak istiyordum, uyursam geçerdi. Belki de tüm bu olanlar bir kabustu. Uyandığımda, Rheyold yanımda olurdu, bana gülümser, güzel sözler söyler ve beni şımartırdı. Evet, tam olarak istediğim buydu.

Hıçkırıklarım oyuğun duvarlarına çarparak yok oluyordu. Şakaklarımda ki ağrı gittikçe artıyordu. Dizlerimi kendime çekerek, iyice duvara sindim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Hala kulaklarımı ve gözlerimi sıkıca kapatarak bekliyordum. Ama dikkatimi biraz dışarı verdiğim de yakından gelen hırıltılı nefeslerle sertçe yutkundum.

Oyuğun girişi çok büyük değildi. Normal halinde olsa girebilirdi ama bu formda girmesi zordu. Benim bulunduğum yer ise daha genişti. Burada rahatça durabilirdi. Ama önce, oyuğun girişini geçmesi gerekiyordu.

Ellerimi kulaklarımdan çektiğimde artık sesler daha netti. Gürültülü nefesleri yankı yapıyordu. Hırıltıları bir artıyor bir azalıyordu. Daha çok kızgın homurtulara benziyordu. Gözlerimi yavaşça araladığımda, hemen önümde, girişte dizlerinin üstüne çökmüş beden karanlık gözlerini gözlerime dikmişti.

İrkilerek, sırtımı duvara yasladım. Buraya gelmezdi değil mi? Dikkatli bakışları üzerimdeydi. Kızgın ve rahatsız duruyordu.

"Buraya gel!" İri pençeye benzeyen elini bana uzattı. Bu an bana tanıdık geliyordu. Başımı iki yana sallamam onu daha fazla öfkelendirdi. Kükreyerek elini toprağa vurdu. Küçük toz parçaları havaya dağıldı.

Ayağa kalktığında girişte farklı Akirlilerin varlığını gördüm. Bu beni daha fazla tedirgin etmişti. Şu anda görmek istediğim tek kişi Rheyold'u.

Tekrar dizlerine üzerine çöküp başını yana yatırarak bedenimi süzdü.

"Buraya gel!" Diyerek sözlerini tekrar etti. Hareket etmediğimi gördüğünde öfkeyle soludu. Bedenini zorlayarak içeriye girmeye çalıştı ama hem çok iriydi hem de omuzunda ki çıkıntılar ona engel oluyordu. Homurtularının arasından bir kaç kere denedi. En sonunda ise olmayacığını anlamış olmalı ki hareketleri durdu. Sadece sırtının yarısı girebilmişti. Gakat o geri çıkmak yerine dehşete düşeceğim bir şey yaptı. Dizleri ve ellerinden destek alarak oyuğun tavanına baskı yapmaya başladı. Toprak dizleri ve pençeleri arasında yeniden şekil alırken tüm duvarların titrediğine şahit oluyordum.

Taş parçaları üstünden kayıp giderken etraf toz olmuştu. Önce küçük sonra büyük çatırdılarla taş parçası koparak gürültüyle yere düştü. Taşın yere düşerken çıkardığı ses  beni olduğum yerde korkuyla titretti.

O buraya gelecekti!

"Hayır, istemiyorum." Sessiz çığlığım, hıçkırıklarımla yankılandı. Bu onu bir süreliğine durdurdu. Çaresizliğim ve korkumu gözlerimden apaçık okuyabilirdi.

"Korkma, yanımda olacaksın!" Bir adım atarak tekrar tavana baskı uygulamaya başladı. Eğer o parçada kırılırsa çok zorlanmadan yanıma gelebilirdi. Ayakta duramasada dizlerinin üstünde rahatça hareket edebilirdi.

"Gelme, ben, ben Rheyold'u istiyorum." Kısa bir an gözlerime baktı. Karanlık gözlerinde çakan öfkeli şimşekler oyuğu aydınlatıyordu. Tekrar sinirlenmişti.

Sertçe tavana, sırtıyla vurdu. Bir parça taş daha yere düştüğünde zorlansada içeriye girdi. İyice gerilip göğsünü gerdi. İlk hedefi bendim.

Sindiğim yerden, ıslak gözlerimle ona bakıyordum. Göğsüm hızla inip kalkıyordu ama aynı hızla nefes alamıyordum. Ayaklarının üzerinde durmaya çalıştı ama olmadı. Homurdanarak dizlerinin üstünde üstüme doğru geldi.

Başımı dizlerime gömerek hıçkırıklara boğuldum. Ben, Rheyold'u istiyordum, onu değil. Ona güvenmiyordum. Canımı yakabilirdi, her sözüme sinirleniyordu, vahşi ve acımasızdı.

İlk önce gölgesinin ağırlığını hissettim, daha sonra da belimi ve bacaklarımı saran kollarını. Bir an bile ağlamayı kesmemiştim ve yüzümü açmamıştım. Beni dikkatli bir şekilde kavrayarak kucağına aldı. Benim oturduğum yere yerleşti. İki kolu etrafımı sarmışken, kafasını da saçlarıma gömmüştü.

Ne kadar ağladım bilmiyorum. Fakat beni sabırla bekledi tek kelime dahi etmedi. Göz yaşlarım azalmaya başladığında, daha sakin hissediyordum. Mantığım geri gelmeye başlamıştı. Kollarında olduğum beden, beni eskisi gibi korkutmuyordu. Sadece biraz tedirgin hissettiriyordu.

Tanıdık kokuyla ellerimi yüzümden çektim. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurduğumda, nefes aldığımı hissettim. Bu Rheyold'un kokusuydu. Rheyold gibi görünmesede, onun gibi kokuyordu.

Başımı hafifçe kaldırarak yüzüne baktım. Kapkaranlıktı, tıpkı gezegenleri gibi. Bedeninin siyahlığı gözleri ile yarışıyordu. Yinede bana bakarken içindeki parlaklık kendini belli ediyordu.

"Güzel eşim." Hırıltılı sesiyle hafifçe yutkundum.

Pençesi, saçlarımı yüzümden çekerek tenimi okşadı. Teni soğuktu. Biraz çekimser hareketle bende elimi kaldırdım. Yüzü değişmemişti. Sadece daha kemikli bir haldeydi. Yavaşça çenesine oradanda sivri dişlerine dokundum. Ağzı kapalı olsa da dişleri belirgindi.

Dudakları aralandığında işaret parmağım ile diğer dişlerine de dokundum. Tüm dişleri sivriydi. Birden tüm parmağımı ağzına aldığında ve dişleri ile kitlediğinde, ağzımdan yüksek bir nida çıktı. Gözlerim irice açılmış şaşkınlıkla ona bakıyordum.

Beni yemezdi değil mi? Rheyold'un bir çok kez beni yemek istemesine şahit olmuştum ama şu an ki hali bunu gerçeğe dönüştürür müydü?

"Parmağımı bırakır mısın?" Karanlık gözleri kısıldı ve kaşlarını havaya kaldırdı. Dişleri ile baskı uyguladığın da ağlayacak duruma gelmiştim. Dudaklarım sarkmış, gözlerim dolu dolu olmuştu.

Dişlerinin baskısı azaldığında parmağımı hızla geri çektim. Ellerimi ondan uzaklaştırdım ve küskün bir şekilde yüzüne baktım.

"Beni korkutuyorsun, ben Rheyold'u istiyorum." Yeniden bir çocuk gibi ağlamaya başladım.

"Dur, ağlama!" Mümkünmüş gibi daha çok ağlamaya başladım. Yüzümü kavrayıp kendine yaklaştırdı. Donuk yüz ifadesinde hiçbir duygu yoktu. Ama gözleri endişeli duruyordu.

"Daha önce bu şekilde şakalaşmıştık. Güleceğini düşündüm. Ağlama, canını yakmak istemedim." Belki de ilk defa bu kadar uzun bir cümle kurmuştu. Sözleri özür barındırsa da ses tonu ağırdı.

Burnumu sertçe çekerek, kendime hakim olmaya çalıştım. İçli nefeslerle göğsüm inip kalkıyordu. Yüzümdeki elleri göz yaşlarımı dikkatle sildi.

"Bir daha böyle şaka yapma." Yüzümde ki ellerinden kurtularak başımı çevirdim.

"Tamam." Dedi derin bir nefes alarak. Bir süre sessizce durduk. Arada beni kokluyor, dikkatle inceliyor, bazen de tenime dokunuyordu.

Rheyold kadar rahat hissetirmese de, eskisi gibi de korkutmuyordu. En azından dakikalar önce yaşadığım cehennem azabı gibi olan zamanı unutmuştum. O kadar çok şey ile karşılaşmıştım ki direnç seviyem arşa çıkmıştı.

Yan gözlerle ona baktım. Neden düzelmiyordu? Ne zaman Rheyold'u görecektim?

"Eve gitmek istiyorum." Karnımda ki gözleri yüzüme çıktı.

"Gideceğiz." Gümüş renkli parmak uçları üstümdeki bol penyenin eteklerini tutarak hafifçe kaldırmaya çalıştı.

"Ne yapıyorsun?" diyerek engel olmaya çalıştım. Durup dururken nerden çıkmıştı bu?

"Bakacağım."

"Hayır istemiyorum."

"Bakacağım!" Sesi yükseldiğinde ben de aynı şekilde karşılık verdim.

"İstemiyorum!" Dişlerinin arasından hırlayarak yüzüme eğildi.

"Her yerini gördüm. Neyi saklıyorsun?" Sert çıkışıyla kızararak yüzüne baktım. 

''Rheyold gördü, sen değil.'' Siyah gözelerinde ki öfke patlamasını gördüğümde sesimi kestim. Başını geri atarak gürültülü derin bir nefes aldı.

''Rheyold, benim. Siz birlikte olurken, tam oradaydım.'' Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Ben daha alışamamıştım, o nasıl böyle söyleyebilirdi?

''İstemiyorum işte!'' Onu göğsünden iterek kalkmaya çalıştım. Tabi ki izin vermedi!

''Hiçbir yere gitmiyorsun. Karnını aç!'' Bir yandan elini uzaklaştırmaya çalışıyor, diğer yandan da kucağından kalkmaya çalışıyordum.

''Madem Rheyold olduğunu söylüyorsun, niye öyle görünmüyorsun? Ya, bırak canımı yakıyorsun!'' Aslında yanmamıştı. Amacım onun böyle düşünerek beni rahat bırakmasıydı. Çünkü hareketleri bile canımı yakmamak için hafif ve dikkatliydi.

Tek kaşı havalanarak, buruşmuş yüzüme ve sarkıttığım dudaklarıma baktı.

''Sence bu yalanını yiyecek gibi mi duruyorum?'' Dumura uğramıştım. Şaşkınlıkla kalırken, o çoktan penyemi kaldırmış, mayomu pençesini takarak yırtmıştı.

Karnımda ki morluk ve çiziklere bakarken olukça sakindi. Fakat bu sakinliği çok korkutucuydu. Zihninde oynayan tüm kötü senaryoları görüyordum. Boğazımı temizleyerek morlukların üstünden geçen parmaklarını kavradım.

''Şey, acımıyorlar.'' Başını ağır hareketlerle kaldırdı. Gözlerindeki karanlık bile sakindi.

''Evet, ama onların canı acıyacak.'' Nasıl yani? Ama onları öldürmemiş miydi? Başkası daha mı vardı? Başımı iki yana sallayarak kendi sorularımdan kaçındım. Düşünmek ve hatırlamak istemiyordum. Tek isteğim evimde, yatağımda Rheyold'a sarılıp uyumaktı.

''Eve gitmek istiyorum.'' dedim tekrar.

''Gideceğiz.'' dedi o da dakikalar önce dediği gibi.

''Rheyold'u istiyorum. Sen git, o gelsin.'' Artık o kadar bıkmıştı ki, sinirlenmedi bile.

''Rheyold benim.'' Göğsüne vurarak yerimde dikildim. Ben sıkılmıştım ama! 

''Ama öyle görünmüyorsun.'' Göğsünde ki elimin bileğini kavrayarak üstüme eğildi.

''Bir kere anlatacağım.'' Hırıltıyla karışık solukları yüzüme vuruyordu. Gerçekten bıkmış görünüyordu.

''Rheyold, benim. Bu gördüğün beden, içimizde ki Ajayu'nun görünümü. Genelde olmadığımız bir form. Zihnimiz ve ruhumuz iki farklı yapı taşıdır. Bu yüzden siz insanlar bizi çift kişilikli olarak algılayabilir. Ama gerçek öyle değil. Biz bu şekilde bütünüz. Birimiz eksik olsa var olamayız. Şimdi anladın mı, benim güzel eşim.'' Sesi sonlara doğru sakinliğini kaybedip yükseldiğin de hızla başımı salladım. Tam anlamamıştım. Ama bunu ona söylemeyecektim. Rheyold bana anlatırdı.

''Sen sürekli bana bağırıyorsun.''

''Sen de sürekli bana düşmanmışım gibi bakıyorsun.'' İkimizde sustuk. Sanırım Rheyold'un ajayusu ile iyi anlaşamayacaktım. 

''Seni çok şımartmışım.'' Duyduğum şeyle hızla ona baktım.

''Ne?''

''Şımarık bir bebek gibisin. Beni dinleseydi çok uysal bir eş olurdun.'' Önüme gelen saçları itmesine müsaade etmeden kendim yaptım.

''Ben şımarık falan değilim.'' Kesinlikle değildim. Tamam bazen, sızlanarak, nazlanarak istediğim her şeyi Rheyold'a yaptırıyordum. Ama bu beni şımarık mı yapardı?

''Öylesin, sana söylemiyor ama bu hareketlerin bizi yoruyor. Senin yüzünden çoğu zaman zor duruma düşüyoruz.'' Yüzüm düşmüş, etrafa bakıyordum. Şu an bulunduğumuz oyuk bile benimle dalga geçerek her şeyi yüzüme vuruyordu. Sanırım doğru söylüyordu. Her zaman onu utandırıyordum. Eğer bugün onu dinleseydim ve onsuz bir şeyler yapmak için diretmeseydim şu an da bulunduğumuz konumda olmazdık.

Düşüncelerimden beni ayıran boynuma değen dudaklar olmuştu. Silkelenerek başını boynumdan uzaklaştırdım.

''Ne yapıyorsun?'' Çenemi tutarak dudaklarıma doğru uzandı.

''Canını yakmadan seni sevebilirim, daha önceki kötü anıyı zihninden silebilirim.'' İlk defa yüzünde yumuşak bir ifade vardı. Eğer son konuşma aramızda geçmiş olmasaydı, belki de ona izin verebilirdim. ama o kadar kolay değildi! Dudaklarıma dokunacakken kendimi geri çektim. Kaşları anında çatıldı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki lafları ağzına tıktım.

''Git kendine, uysal şımarık olmayan bir eş bul ve onu sev!'' Dik dik ona bakarak başımı çevirdim ve yapabildiğim kadar sırtımı döndüm. Evet, tirip atıyordum. Hiç bir sorunum yokmuş gibi, neredeyse kaçırılmıyormuşum gibi, canavarlar tarafından alıkonulmamışım gibi.

''Öyle mi?'' 

''Öyle! Ayrıca, beni sadece Rheyold öpebilir ve sadece o sevebilir.'' Sözlerimin ardından, sessizliğe büründü. Pek iyiye işaret değildi, çünkü göğsünden gelen hırıltılar artmıştı. Kaskatı bir şekilde beklerken bir den omuzlarımdan tutarak kendine çevirdi ve beni göğsüne yapıştırdı. Yüzlerimiz arasında milimler vardı. Gözlerinde derin meydan okuma, kime karşıydı bilmiyordum.

''O zaman güzel eşim, sen benim Rheyold olduğumu kavrayana ve seni sevmeme izin verene kadar bu formda kalacağım. Böylece sende çok merak ettiğin Ajayu'nun ne olduğunu öğrenmiş olursun.''

Sanırım, bir süre daha Rheyold'u göremeyecektim.

***

Evet gençler şöyle şuraya Rheyold'un ten rengini bırakıyorum.

Şuraya da temsili görselleri bırakıyorum. Rheyold tamamen benim hayal ürünüm olan bir karakter. Bu yüzden tabi ki birebir görsel bulamıyorum. Ama merak ettiğiniz şeyleri yazarsanız, onları da anlatmaya çalışırım. Belki betimlerken unuttuğum şeyler olabilir.

Hepinizi öpüyorum. Bir sonraki bölümde Ajayu'yu tanımak ister misiniz?  🤭

Continue Reading

You'll Also Like

383K 20.2K 31
Sıradan bir yaşamı olan garson kız Alyssa 'nın tek isteği, küçükken yangında kaybettiği ailesinin ölümüne kimin sebebiyet verdiğini bulmak. Ailesinin...
MOİRA By sy

Fantasy

23.1K 1.8K 104
Nefesini duydum yakamda. İçine çekiyordu. "Şu kokun yüzünden... kırk yıl sende kalacağım." Gözlerine bakmak istemiyordum. Yoksa kendimi durdurmam bir...
HAFIZA By betulcengell

Mystery / Thriller

5.8K 1.4K 46
Tamamlandı ✔️ Hafızanızı kaybetmiş ve yaralı bir şekilde kocaman, kaos içinde olan bir hastanede uyansanız ne yapardınız? Cehennemden kaçmaya çalışan...
1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...