FÜG

Av klclygmr

2.5M 210K 143K

Bu kurgu tamamen bana aittir ve tüm hakları saklıdır. . . . . . . Kapak: pinterestten alıntıdır. Mer

TANITIM
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10. BÖLÜM
11.BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
36.BÖLÜM ~
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39. BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46. BÖLÜM
47.BÖLÜM ~
48.BÖLÜM
49. BÖLÜM

40. BÖLÜM

49.9K 4.1K 4.7K
Av klclygmr

"Çekil önümden Koray!" diyen Rüzgâr'ın gür sesiyle güne başladım bugün. Derin ve bol aksiyonlu rüyamı sonlandıran ses Rüzgâr'a ait de olsa sinirlendirmişti beni. Başımı sinirle çevirip Rüzgâr'ın yattığı koltuğa baktım ama oda da benden başka kimse yoktu. Sesler dışarıdan geliyordu. Gözlerimi ovuşturarak yataktan kalkıp terliklerimi ayağıma giyerken sesler daha da yoğunlaştı. "Olmaz dedim kardeşim, olmaz!" Tartışıyorlar mı?

Hızlı adımlarla kapının önüne gidip, Rüzgâr'ın koltuğunun üzerindeki hırkamı üzerime geçirdikten sonra kapıyı açtım. "Ne oluyor burada?"

Koray kapının hemen önünde duruyor, Rüzgâr da onu kapının önünden çekmeye çalışıyordu. Rüzgâr'ın bezgin bakışları Koray'ın üzerindeydi ve oldukça sinirli görünüyordu.

"Heh," dedi Koray bana doğru dönerken. "Nihayet uyanabil..." Cümlesini tamamlayamadan beni baştan aşağıya süzerken bakışları fazlasıyla dehşet doluydu.

"Kız!" Göz bebeklerini büyüterek sanki beni korkutmak ister gibi yüzüme baktı. "Bu ne hal, sen böyle mi yatıyorsun?"

Gece bir ara uyandığımda Rüzgâr'ı oda da göremeyince, gelmeyeceğini düşünerek pijamalarımı çıkarıp şort ve atletle yatmıştım. Geceleri çok sıcak oluyordu, Rüzgâr varken pijamalarla yatıyordum ama dün gece yoktu. Koray beni göğsümden iterek içeri soktu, kendisi de benimle birlikte odaya girdi ve kapıyı kapattı.

"Evet böyle yatıyorum," dedim şaşkın bir ifadeyle. "Bir sakıncası mı var?" Bu arada Rüzgâr yüzüne kapanan kapıyı açıp içeri girmişti.

"Git üzerine düzgün bir şeyler giy!" Önüme geçerek Rüzgâr'ın bana yaklaşmasına engel oldu. "Bir daha bu kılıktayken bu kapı açılmayacak!" Sinirden yüzünün tüm kasları seğiriyordu.

"Ne oluyor ya, iyi misin sen?"

"Üşütmüş biraz," diyerek Koray'a kinayeli bir bakış atan Rüzgâr, elinin tersiyle Koray'ı itip yanıma geldi. "Günaydın güzelim." Rüzgâr'ın bakışları da bir garipti.

"O hep üşütük zaten," diyerek kıkırdadıktan sonra Rüzgâr'ın kolunun altına girdim. "Neredeydin sen dün gece?" Başımı kaldırıp küskün bir ifadeyle yüzüne baktım. "Neden yalnız bıraktın beni?"

Karşımızda homurdanan Koray'a kaydı gözlerim. Sinirlenince yüzü renkten renge giriyordu. Rüzgâr tam bana cevap vereceksen Koray araya girdi ve, "Artık bu oda da kalmıyor Rüzgâr," diyerek kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. Ahtapot gibi kollarını bedenime sararken gülümsemeye çalıyordu ama sinirli olduğu her halinden belliydi.

"Ne demek artık bu oda da kalmıyor?"

Ben Koray'ın kollarının arasından kurtulmak için çırpınırken ikisi arasında sessizce bir bakışma yaşanmaya başlamıştı. Başımı kaldırıp Koray'a baktığımda, Rüzgâr'a bakarak garip bir şekilde kaş göz işaretleri yaptığını gördüm.

"Koltuk," dedi Rüzgâr. Koray'ın gözlerinin içine bakıyordu ama bana cevap veriyordu. "Koltukta yatmak biraz zor oluyor güzelim. Artık yan oda da yatacağım."

Rüzgâr'ın söylediği şeyle daha bir güçlü çırpınarak Koray'ın kollarının arasından sıyrılmayı başarmıştım. "Olmaz öyle şey, sensiz kalmam ben bu oda da." Tam Rüzgâr'a doğru bir hamle yapmıştım ki Koray bir kez daha kolumdan tutup beni kendine doğru çekti. "Olur Şeker'im, hem de çok güzel olur."

"Bırak beni Koray!"

"Koray kes artık şunu!" diyerek beni Koray'ın kollarının arasından kurtaran Rüzgâr'a sımsıkı sarıldım. Ne oluyordu, Rüzgâr neden artık yanımda kalmayacaktı bilmiyorum ama moralim çok bozulmuştu. Üstelik Koray'ın bu saçma hareketleri beni fazlasıyla sinirlendirmişti. Öldürücü bakışlarım Koray'ın üzerindeyken kollarımı Rüzgâr'ın bedenininden hiç çekmedim.

"Tamam," dedim başımı kaldırıp Rüzgâr'a bakarak. "Seni bir daha koltukta yatırmam Rüzgâr." Dönüp arkamızda duran yatağı gösterdim ve, "Burada, bu yatakta beraber yatarız," dedim gülümseyerek. Onunla aynı oda da uyumaya alışmıştım. Gece uyandığımda onu oda da görmeyince huzursuz oluyordum artık.

Rüzgâr'ın yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu ama Koray'ın tepkisi hiç öyle olmamıştı. "Ney ney ney?" diyerek bana doğru öfkeli gözlerle yaklaşırken korkarak Rüzgâr'ın arkasına geçtim. Ne oluyor bu adama?

"Bir yatağa iki kişi sığmaz," dedi dişlerinin arasından.

"Bu yatağa beş kişi bile sığar," dedim sırıtarak.

Koray'ın, öfkeli bakışları usulca arkamda duran yatağa kaydı. Bir süre yatağa baktı başını ağır ağır sallayarak. Yatağa da tıpkı bana baktığı gibi ateş saçan gözlerle bakarken sanki yatakla sert bir konuşma geçiyordu aralarında.

"Evet, kendi ellerimle değiştirdim bu yatağı," dedi bakışlarını yataktan çekerken. Ellerini açıp bakışlarını ellerine çevirdi bu kez. "Bu ellerle, bizzat ben büyüttüm bu yatağı." Ellerine öyle dehşetle bakıyordu ki, mümkün olsa o elleri koparıp atacak gibiydi.

"Evet, diğerinin yayları bozulmuş diyerek bu büyük yatakla değiştirmiştin. Eski yatak olsa sığmazdık ama buna rahatlıkla sığarız, teşekkür ederim Koray."

Ellerinde olan dehşet dolu gözleri beni buldu önce. Kahverengi gözleri hiç böyle korkutucu bakmamıştı bana. Bir süre hiçbir şey söylemeden bana baktıktan sonra Rüzgâr'a çevirdi bakışlarını. Yine gözleriyle Rüzgâr'a bir şeyler söylemeye çalışıyordu. İkisi de tek kelime etmeden, gözleri aracılığıyla iletişim kuruyorlardı şu an.

"Yatak sorununu hallettik," diyerek Rüzgâr'a döndüm. "Zaten hiç içime sinmiyordu, o koltukta iki büklüm yatmana üzülüyordum." Yanına gidip tekrar sarıldım ona. Sırf beni yalnız bırakmak istemediği için günlerdir koltukta yatıyordu. Koltuk rahat olmadığı için başka bir oda da yatmasına müsaade edemezdim. Araya yastık koyarak aynı yatakta yatmamızda bence bir sakınca yoktu.

"Halletmedik," dedi Koray. "Burası bir kamu alanı ve ben böyle bir şeye asla müsaade etmem." Rüzgâr'a bakıp bir kaşını kaldırırken meydan okur gibi bir hali vardı. "Bu yaptığınız hastane de duyulursa hiç hoş olmaz."

"Ne duyulursa hoş olmaz Koray?" dedim sinirli bir şekilde.

"İkinizin aynı yatakta yattığı," derken gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. "Düşüncesi bile korkunç."

"Sana ne be!" diyerek Rüzgâr'ın bedeninde sarılı olan kollarımı çekip Koray'a döndüm. "O benim sevgilim ve istediğimi yaparım."

Koray'ın yüzündeki ifade saniyeler içinde birden fazla şekle büründü. "Senin o dilini koparırım," diyerek üzerime yürüyordu ki Rüzgâr araya girdi.

"Yavaş Koray." Önüme geçip Koray'ın göğsünden hafifçe iterek benden uzaklaştırdıktan sonra bana döndü.

"Bunu daha sonra konuşuruz," dedi sakin bir şekilde. "Şimdi hazırlan, bugün kahvaltımızı dışarıda yapalım. Seni çok güzel bir yere götüreceğim."

"Nereye gidiyoruz kardeşim?" Benden önce ilk tepki Koray'dan gelmişti. "Nereye götüreceksin bizi?" derken kolumdan tutup beni kendine doğru çevirdi ve hırkamın açılan ön kısmını kapattı. Ağzının içinden bir şeyler homurdanırken bacaklarıma baktı sinirle. Koray'ın bu halleri hiç normal değildi. Bana karşı her zaman korumacı bir tutumu vardı ama bugün çok tuhaf davranıyordu. Elimi uzatıp Koray'ın alnına koydum. Rüzgâr'ın söylediğine göre üşütmüştü ama ateşi yoktu, ne biçim üşütmeydi bu?

"Sen gelme," dedim yüzümü buruşturarak. "Sana çok gıcık oluyorum bugün."

"Ben de kahvaltı yapmadım kızım," dedi omuzlarını silkerek. "Ben de açım."

"Git sana yemekhane de iki yumurta kırsınlar," dedikten sonra Rüzgâr'a döndüm. "O gelmesin."

Koray'la ikisi arasında kısa bir bakışma yaşandıktan sonra, "Biz çıkalım, Şeker hazırlansın," dedi Rüzgâr. Sesinin soğukluğu beni ürpertecek boyuttaydı. Koray'ın koluna girip, "Gel benimle," diyerek kapıya yönlendirirken Koray'a çok sert bakıyordu. Aralarında ne yaşandı bilmiyorum ama ikisinin de davranışları normal değildi.

Koray, Rüzgâr'ın yönlendirmesiyle dışarı çıkarken bile, "Düzgün bir şeyler giy," diyerek bana parmağını sallayınca, Rüzgâr bir hamle yapıp onu dışarı attıktan sonra peşinden çıkıp kapıyı kapattı.

Acaba Rüzgâr beni nereye götürecekti? Uzun zamandır onunla başbaşa kalamıyorduk. Bütün gün dışarıda işlerinin olduğunu söyleyip gidiyordu, geldiğinde de ya ben uyuyor oluyordum ya da yanımızda birileri oluyordu. Rüzgâr'la başbaşa kalıp sohbet etmeye ve onunla zaman geçirmeye ihtiyacım vardı. Nereye gideceğimiz değil, Rüzgâr'la gidecek olmamızdı önemli olan.

Hızlı bir şekilde duş alıp banyodan çıktıktan sonra saçlarımı kuruttum. Dün çıktığımız alışverişte, Koray'ın tüm engelleme çabalarına rağmen kendime çok güzel kıyafetler almıştım. Hiç açık olmamasına rağmen denediğim bütün kıyafetleri, çok açık olduklarını söyleyerek almama engel olmak istemişti ama her zaman olduğu gibi kazanan taraf ben olmuştum. Seçtiğim kıyafetler açık sayılmayacak türdendi ama hepsine itiraz edecek bir şeyler bulmuştu.

Koray, kıyafet alışverişine götürülmemesi gereken, haddinden fazla kıskanç bir adamdı. Arkadaşlık dışında hiçbir bağımız olmamasına rağmen benim bile kıyafetlerime bu kadar karışıyorsa, Allah Güneş'e sabır versindi. Tabii Koray'a da. Kıyafet konusunda Koray ne kadar tutucu bir adamsa, Güneş onun tam tersiydi. Dolabında henüz Koray'la tanışmamış bir sürü dekolteli elbisesi vardı.

Dolaptan çıkardığım, bileklerime kadar uzanan tirşe rengi kabarık eteğin üzerine beyaz bir tişört giyip aynanın karşısına geçtim. Rüzgâr daha önce birçok kez bana beyazın çok yakıştığını söylemişti. 'Sana her renk yakışıyor ama, beyaz çok başka yakışıyor,' derken bakışları hayranlık doluydu.

Keşke biraz da makyaj malzemesi alsaydım. Normalde makyaj yapan biri değildim ama Rüzgâr'a daha da güzel görünme isteğim, kıyafet seçimlerime yansıdığı gibi makyaj yapma isteği de oluşturmuştu bende. Güneş haklıydı. Dış görünüşüme daha fazla önem vermem gerekiyordu çünkü artık Rüzgâr vardı. Evet, o beni her halimle seviyordu ama artık biraz olsun onun göz zevkine hitap etmem gerekiyordu.

Hiç makyaj malzemem yoktu ama olağanüstü bir zekam vardı. Yüzüme biraz olsun renk katmak için ellerimi yüz hizama getirip peş peşe yanaklarımı tokatladım. Avuç içlerim doğal allık görevini hakkıyla yerine getirerek yanaklarımı renklendirene kadar kendimi tokatladım. Bu biraz can yakan bir yöntemdi ama nihayetinde yüzüm renklenmiş, yanaklarım al al olmuştu. Keşke odamda biraz acı biber olsaydı. Zeynep abla yanlış birşey söylediğimde ağzıma biber sürdüğü zaman, dudaklarım öyle yanıyordu ki kıp kırmızı oluyordu. Acı biber de doğal ruj gibi yapıyordu dudaklarımı ama ne yazık ki oda da acı biber yoktu.

Ayna da kendime son kez bakıp kendi etrafımda bir tur döndükten sonra, hazır olduğuma ikna olup odadan çıktım. Rüzgâr odanın tam karşısındaki koltukta oturmuş beni bekliyordu. "Hazırım," diyerek yanına giderken, "Nereye götürüyorsun beni?" diye sordum. Oturduğu koltuktan kalkarken hafif bir tebessümle beni tepeden tırnağa süzerken gözleri yanaklarıma kaydı.

"Bizi!" Duyduğum o sevimsiz sesle hızlı bir şekilde arkama döndüm. Koray, elini omzuna attığı Güneş'le birlikte bize doğru yaklaşıyordu. "Nereye götürüyorsun kardeşim bizi?"

"Siz de mi geliyorsunuz?" dedim memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle. Güneş yüzündeki anlamsız sırıtmayla yanıma yaklaştı. "Ne oldu yüzüne kuşum?"

"Kim dövdü kız seni?" diyerek odamın kapısına yönelen Koray'ın kolundan tutup durdurdum.

"Ne dövmesi Koray?"

"Bu suratının hali ne kızım?" dedi yüzümü inceleyerek.

Allah Koray'ı da Güneş'i de benden alsındı. İnsanı rezil etmek konusunda birbiriyle müthiş bir uyumları vardı.

"Duştan çıkınca kızarıyorum ben," diyerek kıvırdım. Rüzgâr'a güzel görünmek uğruna kendime şiddet uyguladım diyemezdim.

"Demek siz de geliyorsunuz." Konuyu kendimden uzaklaştımam gerekiyordu.

"Kardeşim çok ısrar etti, biz de kıramadık," diyerek otuz iki dişiyle görsel şölen sunan Koray'a gözlerimi devirdim. Rüzgâr'ın böyle birşey yaptığına inanamıyorum, başbaşa olacağız diye boşuna mı umutlanmıştım?

"Çıkalım hadi," diyerek kolunu boynuma sarıp beni kendine doğru çeker Koray'ı sertçe itip kendimden uzaklaştırdım.

"Bence siz başbaşa gidin," dedi benim anlayışlı arkadaşım Güneş.

"Yok öyle bir dünya." Koray, Güneş'e imalı bir bakış attıktan sonra Rüzgâr'a dönüp yüzüne sahte bir gülümseme kondurdu. "Kardeşim çok istiyor bizim de gelmemizi, değil mi kardeşim?"

Rüzgâr alt dudağını dişlerinin arasına alıp başını ağır ağır sallayarak,"Evet kardeşim," dedikten sonra bana döndü ve, "Hadi güzelim," dedi başıyla asansörü işaret ederek.

"Gidelim o halde," diyerek Rüzgâr'ın koluna girdim ve asansöre doğru yürümeye başladık. Koray'ın keyfimi kaçırmasına izin vermeyecektim çünkü bugün sebebini anlamadığım bir mutluluk vardı içimde. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama içim kıpır kıpırdı.

Koray'ın ısrarlarına rağmen iki arabayla gitmeye karar vermiştik. 'Tek arabayla sohbet ederek gidelim,' diye resmen baskı uygulanmıştı Rüzgâr'a ama devreye girerek buna müsaade etmedim. Araba da bari yalnız kalalım.

Rüzgâr'ın soğuk halleri, Koray ne söylese kabul etmesi bile keyfimi kaçırmıyordu. Arabalarımıza binip yola koyulduk. Nereye gideceğimizi bilmiyordum, bir önemi de yoktu benim için. Uzanıp radyoyu açtıktan sonra oturduğum koltuktan Rüzgâr'a doğru iyice döndüm. "Uzak mı gideceğimiz yer?"

Başını çevirip bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar önüne döndü. "Yarım saatlik mesafede."

"Keyfin nasıl?" derken açık olan camdan esen rüzgâr, Rüzgâr'ımın saçlarını dağıtmıştı. Uzanıp dağılan saçlarını düzelttim.

"İyi," dedi bana bakma gereği bile duymadan. "Neden sordun?"

Bana sarılmadın, ya da beni öpmedin desem beni yanlış anlar mıydı acaba? Evet, kesinlikle yanlış anlardı. Rüzgâr'ın gözünde meraklı kızlar gibi görünmek istemezdim. Meraklıydım ama, öyle görünmek istemiyordum.

"Sordum sadece," diyerek konuyu kapatmak istedim. Cevap vermeyerek önümüzde akıp giden yola bakmaya devam etti. Keyifsizdi, neden bilmiyorum ama Rüzgâr'ın bugün hiç keyfi yoktu ve bunu bana yansıtmak istemiyordu. Üzerine gitmek yerine keyfini yerine getirmek daha doğru bir davranış olurdu.

"Buz mavisi sana çok yakışmış," diyerek üzerindeki gömleğin yakasını düzelttim. Yakası dağınık değildi ama filmlerde kadınlar adamlarla temas kurmak için böyle yapıyorlardı. Eğer bir konuda bilgisizsen izlediğin filmler ya da okuduğun kitaplar en büyük yardımcın olurdu. Okuduklarım pek romantik şeyler olmadığı için, izlediğim filmlerdeki yakınlaşma sahnelerini kendime örnek alabilirdim.

"Güzel adama herşey yakışıyor tabii," dedim gözlerimi kaçırarak.

"Güzel adam mı?" dedi gülümseyerek.

"Evet, yakışıklıdan öte güzelsin Rüzgâr."

"Nasıl oluyormuş o?" dedi alaycı bir gülümsemeyle.

"Mesela," diyerek yüzüme dökülen buklelerimi geriye attım. "Bir adamın burnu çok büyük de olsa yakışıklı sayılabilir. Ya da çizgi gibi dümdüz dudakları vardır ama yakışıklıdır, çirkin diyemezsin ona. Ama bu koca burunlu veya çizgi dudaklı olduğu gerçeğini değiştirmez. Ya da kusursuz bir dış görünüşe sahiptir ama kalbi kötüdür, kalbi kötü olan biri yakışıklı olabilir ama güzel adam olamaz. Sen öyle değilsin," dedim başımı hafifçe eğip yüzüne bakarak. "Şimdi o kusurlulara yakışıklı derken, sana nasıl sadece yakışıklı diyebilirim ki? Senin bir kusurun yok her şeyin güzel Rüzgâr, güzel adamsın vesselam."

Bu güne kadar karşıma çıkan en güzel adamdı Rüzgâr. Dışı ayrı, içi ayrı mest ediyordu beni. Mest oluyordum ama bu güne kadar hiç belli etmemiştim. Bu günden itibaren mest olmanın dışında, mest etmek vardı sırada. Bugün çok keyifliydim ve Rüzgâr'a karşı bütün iltifat kotamı doldurma niyetindeydim.

Dönüp yüzüme bakarken fazlasıyla anlam yüklüydü bakışları. Tebessümle karışık bir burukluk vardı yüzünde. "Teşekkür ederim," dedi gülümseyerek. Donuk ve ruhsuz bir şekilde teşekkür etmişti sadece.

Radyoda Yıldız Tilbe'nin, 'Değerini bilmek gerekir aşkın' şarkısı çalıyordu. Önüme dönüp akıp giden yolu seyrederken bir süre sessiz kalarak şarkıyı dinlendim. 'Gün olur kar yağar, yağmur yağar birlikte yaşanacak koca bir ömür var,' diyordu Yıldız. Bizim ilişkimizde kar da yağmur da hiç eksik olmuyordu ama, koca bir ömür vardı önümüzde. Bu kara kışı bahara çevirmek bizim elimizdeydi ama en çok da benim elimdeydi.

Bu güne kadar Rüzgâr'a karşı fazla soğuk davranmıştım. O bana adım attıkça ben hep geri adımladım. Bana olan sevgisine güvenerek hep kendini geri çeken taraf oldum ama artık öyle olmayacaktı. Hayalini kurmaya bile zekamın yetmeyeceği tüm özelliklere sahipti Rüzgâr.

Dönüp bir kez daha yüzüne baktım. Ben ona dönünce o da başını çevirip bana baktı. Gözümle radyoyu işaret ettim ve, "Birlikte yaşanacak koca bir ömür var önümüzde," dedim gözlerinin içine bakarak. "Biz hiç ayrılmayalım, hep çok sev beni, benden hiç sıkılma Rüzgâr. Benim gibi sorunlu birine ne kadar dayanabilirsin bilmiyorum ama, sabrının son raddesine kadar pes etme olur mu," dedim acıklı bir gülümsemeyle.

Rüzgâr gibi sakin bir hayatı olan biri için fazla sorunluydum ben. Bir ömür boyu bana katlanması zordu ama onun için imkansız değildi. Hiçbir şey Rüzgâr için imkansız değildi. Henüz kesin bir tedavisi olmayan hastalığımı bile iyileştireceğine inanıyordu. Mümkün müydü bilmiyorum ama Rüzgâr inanıyordu.

"Benim senden sıkılmam pek mümkün değil ama," dedi ve dönüp yüzüme baktı. "Ya sen benden sıkılırsan, beni istemezsen?"

"Bu mümkün mü yani?" dedim hafif sitemkar bir tonla. "Seni istememem için aklımı kaybetmem gerek."

"Ya da aklını bulman," dedi kısık bir ses tonuyla. Duymamı istemeyerek kendi kendine söylendi ama duymuştum. Bir süre ne demek istediğini algılamaya çalıştım ama hiçbir anlam veremedim.

"Rüzgâr," diyerek söylediği şeyin ne anlama geldiğini soracaktım ki telefonu çalmaya başladı. Direksiyondaki elini cebine götürüp telefonunu çıkardıktan sonra ekrana baktı. Kısa bir süre ekrandaki isme baktıktan sonra, telefonu tuttuğu elini tekrar direksiyona koydu. Telefon hâlâ çalıyordu ve açmadan önce arabayı sağa çekti. Ben de bu sıra da telefonun ekranından arayan kişinin adını gördüm. Savaş arıyordu.

Bana dönüp, "Hemen geliyorum," dedikten sonra arabadan indi ve uzaklaşana kadar telefonu açmadı. Rüzgâr, Savaş'la benim duymamam gereken bir konuşma yapacaktı belli ki. Gözlerimi hiç ayırmadan ona baktım. Kaşları çatılmış bir şekilde hararetli bir konuşma yapıyordu Savaş'la. Bir ara telefonu kulağından uzaklaştırıp, telefona bir şeyler yazdıktaktan sonra tekrar kulağına götürdü. Başını tamam anlamında sallayarak son bir şeyler konuştu ve telefonu kapatıp arabaya doğru yürümeye başladı. Kafasının içinden kendi kendine bir şeyler konuşuyor gibi düşünceli görünüyordu.

"Bir sorun yok değil mi?" dedim Rüzgâr arabaya binerken. Merak etmiştim ama garip bir şekilde gerilmiştim.

"Yok," dedi arabayı tekrar çalıştırırken. "Bir hastamla ilgili bir konu vardı, onu görüştük."

Hangi hastasıyla ilgili olduğunu sormak istesem de bunu yapmadım. Sonuçta ben de hastasıydım ve Savaş'la yaptığı görüşmenin benimle ilgili olma ihtimalinden korkmuştum.

"Kötü birşey yoktur umarım," diyerek Rüzgâr'ın yüzüne baktım. Direkt sormaya cesaret edemiyordum ama meraklı tarafım da rahat durmuyordu.

"İyi mi yoksa kötü mü daha sonra anlayacağım," dedi kısa bir anlığına yüzüme bakarak. Ben soramadıkça o daha karışık cümleler kurarak kafamı karıştırıyordu.

"Anladım," dedim hiçbir şey anlamadığım halde. Bilmemi istese zaten anlatırdı. Konu benimle ilgili bile olsa artık Rüzgâr'a soramıyordum çünkü bilmemi istemediği o şeyin bir şekilde üzerini kapatıyordu. Bazı zamanlar üzerine gidip sorduğumda bile karmaşık cümleler kurarak kafamı daha çok karıştırıyor, çoğu zaman asıl öğrenmek istediğim konuyu bile unutturuyordu bana. İnsan psikolojisi ile ilgili uzmanlığının hakkını veriyordu.

Yol boyunca ne kadar konu açmaya çalışsamda Rüzgâr pek sohbet modunda değildi. Sorduğum sorulara kısa cevaplar vererek sanki susmamı istiyordu. Birçok kez beni dinlemediğini bile düşündüm çünkü sürekli dalıyordu, aklı başka yerdeydi. Belli ki kafasına takılan bir şeyler vardı ve bu keyfini kaçırıyordu.

Kahvaltı yapacağımız yere geldiğimizde heyecanla arabadan indim. Doğayla iç içe harika bir yerdi burası. Rüzgâr da arabadan inip yanıma geldi ve, "Gel hadi," dedi tam karşımızda duran yeri göstererek.

Koray ve Güneş de arabalarından inerek peşimize takıldılar. Rüzgâr birkaç adım önümde yürüyor, elimi bile tutmuyordu. Dönüp arkama baktığımda Güneş ve Koray'ın birbirlerine sarılarak yürüdüklerini gördüm. Ben de isterim.

Adımlarımı hızlandırarak Rüzgâr'ın yanına geldim ve tıpkı Güneş'in Koray'a yaptığı gibi ben de Rüzgâr'ın kolunun altına girerek ona sarıldım. Rüzgâr bir anlığına bana baktıktan sonra elini omzuma koyarak yürümeye devam etti. Tam burada saçlarımdan öpmesi gerekmiyor muydu?

Çok büyük sayılmayacak bir taş evin önüne geldiğimizde gördüğüm manzara karşısında hayranlığımı gizleyemedim. "Rüzgâr burası çok güzel."

Evin önünde yuvarlak şekilde taşlarla çevrilmiş bir bahçe, bahçenin tam ortasında yuvarlak bir masa ve dört tane sandalye vardı. Sandalyelerin her birinin yanında hasır sepetlerin içine koyulmuş lavantalar vardı ve harika bir koku yayıyorlardı. Bahçenin kalan diğer kısımlarının da lavantayla çevrili olması buraya eşsiz bir güzellik katmıştı.

Masanın üzerindeki envai çeşit kahvaltılıklardan dikkatimi ilk çeken şey, hasır sepetin içindeki çilekler ve büyük bir tabağın içindeki bal olmuştu.

"Her şeyi de düşünmüşsün," diyerek Rüzgâr'a bakıp gülümsedim. "Teşekkür ederim."

"Yoo," diyerek sandalyelerin birine oturan Koray'a döndüm. Gözleriyle masanın her bir noktasını taradıktan sonra Rüzgâr'a baktı. "Nerede abi benim az pişmiş bıldırcın yumurtam?"

"Söyleriz yaparlar kardeşim," dedi Rüzgâr büyük bir sakinlikle.

"Gerek yok abi, hevesim kaçtı."

Koray sanki sorun çıkarmak için bizimle gelmiş gibiydi. Koray'ın yanındaki sandalyeye oturan Güneş'e gözümle sevgilisini işaret ettim.

"Sen bıldırcın yumurtası mı yiyorsun Koray?" diyerek kusarcasına bir hareket yaptı Güneş. Arabada gelirken bana mesaj göndererek, 'Biz gelmeyelim siz başbaşa gidin, Koray bugün tersinden kalkmış gibi' diyerek peşimize takılmaları konusunda rahatsızlığını belirtmişti Güneş. Ben de ona, 'Onun tersini düzleştirmek senin elinde' diyerek bizimle birlikte gelmelerinden rahatsız olmadığımı söylemiştim. Koray'ın da tıpkı Rüzgâr gibi davranışları tuhaftı ve onu zaptetmek Güneş'in göreviydi.

Koray bir anda Güneş'e döndü ve, "Aslında çok hoşlanmam aşkım," dedi panikle. Güneş' in sevmediği bir şeyi yediğini söylesin sıkıysa.

İkisi arasında ne geçti bilmiyorum ama Koray bugün Rüzgâr'ın yaptığı her şeye muhalefet ediyordu. Bıldırcın yumurtası bahaneydi yani, amacı Rüzgâr'a muhalefet etmekti.

Oturduğum sandalyenin yanındaki lavantalardan küçük bir dal koparıp Rüzgâr'ın gömleğinin cebine koydum.

Görevli masamızın yanındaki semaverden çaylarımızı koyarken, Rüzgâr, Koray ve Güneş tabaklarına masadaki kahvaltılıklardan bir bir koymaya başladılar. Ben de kendi tabağıma sepetin içinden aldığım çilekleri koyduktan sonra bal tabağını önüme çektim. Güneş pek bal sevmezdi, Rüzgâr'a ben yedirirdim, Koray zıkkım yesindi.

"Kurt gibi açım," dedi Koray beni şaşırtmayarak. Tabağındaki peynirlerden birkaç dilime aynı anda çatalını batırıp ağzına götürünce Güneş başını hafifçe eğip Koray'ın yüzüne baktı ve, "Yavaş ye Koray," dedi yüzünü buruşturarak. Güneş şu an gözüme, misafirlikte her şeye atlayan çocuğunu zaptetmeye çalışan anneler gibi görünmüştü.

"Aşkım, açken kendimi kaybediyorum biliyorsun."

"Bilmez miyim," dedi Güneş gözlerini devirerek. "İki gün önce gözlerimin önünde dört tabak mantı yedin Koray."

"Sarımsak koydurmadığın için o kadar yedim," dedi Koray. "Sarımsak koymama izin verseydin rahat sekiz tabak yerdim." Çüş ama ya.

Güneş'e dönüp, "Bu yakında seni de yer dikkat et," dedim sırıtarak.

Koray elindeki koca bir dilim reçelli ekmeği ağzına tıkarken, "Bıraksa şimdiye kadar çoktan yerdim de..." deyince Güneş gözlerini kocaman açarak Koray'ı susturdu. "Koray!"

Tabağımdan bir tane çilek alıp Koray'ın kafasını fırlattım. "Sen önce ailenle tanıştır onu edepsiz!" Kınarcasına bir hareket yaptım Koray'a. "Ailenle tanışacaklar, kaynaşacaklar, kız isteme, söz, nişan, düğün derken," diyerek elimi salladım. "O hoo, sen böyle yavaş davranmaya devam edersen biraz zor yersin Kızılcık."

"Şeker!" dedi Güneş utanarak. O da çok istiyordu Koray'ın ailesiyle tanışmayı ama Koray'a belli etmiyordu. Bu konuya artık müdehale etmem gerekiyordu, aksi halde asla teyze olamayacaktım.

Güneş'e kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Koray'a döndüm. "Güneş'i ailenle ne zaman tanıştırıyorsun Koray?" Bence bu konu artık konuşulmalıydı. "Yoksa böyle bir niyetin yok mu?" dedim bir kaşımı kaldırarak.

"Kızım ne alakası var," dedi Koray, paniklemişti yine. "Tabii ki tanışacaklar ama acele etmeye gerek var mı?" deyince araya girdim.

"Bu hafta sonu uygun bence." Ne giysem acaba?

"Canım konuyu kapatabilir miyiz," dedi Güneş. Normalde benimle başbaşayken rahatlıkla bu konu hakkında konuşuyordu ama şu an Rüzgâr ve Koray'ın yanında konuşmak istemiyordu.

Güneş'e cevap vermeden bakışlarımı Koray'a çevirdim ve, "Annene haber ver Koray," dedim gülümseyerek. "Bu hafta sonu tanışmaya geliyoruz, Güneş'in en sevdiği yemek biber dolması, haberin olsun." Aslında benim en sevdiğim yemek biber dolmasıydı ama Güneş'in bunu sorun edeceğini düşünmüyorum. Rüzgâr'ın annesinin yaptığı biber dolmasını gönlümce yiyememiştim ve aklım dolmada kalmıştı. Bakalım Koray'ın annesinin biber dolması nasıldı?

Masaya oturduğumuzdan beri sessiz kalarak kahvaltısını yapan Rüzgâr'dan geldi ilk tepki. "Sen nereye gidiyorsun Şeker?"

"Koray'ın ailesiyle tanışmaya," diyerek Koray'a döndüm. "Beni de tanıştıracaktı ailesiyle, iki tanışma aynı gün gerçekleşebilir bence. Ayrıca ben kız tarafıyım, bence ben de olmalıyım orada."

Rüzgâr bir anlığına Koray'a bakıp tekrar bana döndü. "Olmaz güzelim, sen başka zaman tanışırsın."

"Nedenmiş?"

"Olmaz dedim Şeker," dedi uyarıcı bir tonla. Yüzündeki ifadeye bakılırsa rahatsız olmuş gibiydi. "Hafta sonu elektrokonvülsif terapin var." Sesinin tonu daha yumuşaktı bu kez. "Hem bakalım," dedi ve bir an duraksayarak Koray'a baktı. "Bu hafta sonu ailesi için uygun mu?" Gözlerini hiç ayırmadan Koray'a bakmaya devam etti.

"Ben bizimkilerle görüşüp sizi bilgilendiririm kızlar," dedi Koray. Rüzgâr'ın anlamsız tepkisi onu da germiş gibiydi.

Tanışma organizasyonumu sessizce dinleyen Güneş, "Gerek yok Koray," dedi kırgın bir ses tonuyla. "Benim böyle bir beklentim yok, takılıyoruz işte. Ne gerek var aileyle tanışıp işi ciddiyete bindirmeye." Masadan usulca kalkarken zoraki bir gülümseme kondurdu yüzüne. "Siz devam edin, ben ellerimi yıkayıp geliyorum."

Bozulmuştu, üzülmüştü de. Koray'ın bu umursamaz halleri fazla kırıcıydı ve kırılmıştı arkadaşım. Güneş taş evin kapısından içeri girerken yerimden kalkıp Güneş'in yerine oturdum. "Seninle gönül eğlendiriyorum desen bu kadar kırılmazdı kız," diyerek Koray'ın koluna sertçe vurdum. "Allah seni kahretsin."

"Kızım ne dedim ki ben?" derken acıyan kolunu tuttu.

"Sus Koray!" diyerek gözlerimi öfkeli bir şekilde kocaman açtım. "Nasıl yaparsın bilmiyorum ama, o tanışma yemeğini bu hafta sonuna ayarlamazsan deşerim seni!"

Koray'ın dehşetle büyüyen gözleri Rüzgâr'a çevrildi. "Kardeşim bunun devreler yanıyor yine, bir şeyler yap."

"Bence biz bu konuya karışmayalım Şeker," dedi Rüzgâr. "Gel otur yerine, kahvaltını yap." Elini cebine götürürken yüzüme bile bakmadan cebinden çıkardığı ilacı tabağımın yanına bıraktı. Bu, ilaç saatin geçiyor demekti.

"Bak bugün çok keyifliyim," diyerek Koray'a döndüm. "Sabahtan beri saçma sapan şeyler yaparak sinirlerimi yeterince bozdun. Arkadaşımın gönlünü al, yoksa fena olur," dedikten sonra kalkıp tekrar yerime oturdum.

Rüzgâr diğer kahvaltılıklardan birer parça tabağıma koyarken Güneş yanımıza geldi ve yerine oturdu. "Burası gerçekten çok güzel Rüzgâr," dedikten sonra bana döndü ve, "İçerisi harika," dedi Koray'a bakmayarak.

"Beğenmenize sevindim," dedi Rüzgâr gülümseyerek. "Bundan sonra daha sık geliriz."

Koray sandalyesini Güneş'e yaklaştırdı, aklınca sırnaşarak gönlünü alacaktı hödük. Ama Güneş Koray'a bakmıyordu bile. "Sen iste, ben seni her gün getiririm papatyam," diyerek Güneş'in elini tuttu. "Hatta istersen bugün burada kalabiliriz."

Güneş, diğer eliyle Koray'ın elini uzulca elinden çekti. "Seninle aynı evde kalmak istediğimden emin değilim Koray'cığım."

Aşıklar atışması başladı, en sevdiğim.

"Ne yani," diyerek tekrar Güneş'in elini tuttu Koray. "Evlendiğimiz zaman ayrı evler de mi yaşayacağız?" Güneş'in eline küçük bir öpücük kondurduktan sonra devam etti. "Her şeyi kabul ederim ama bunu kabul edemem sevgilim," dedi gülümseyerek. "Seni her an, her saniye yanımda isterim ben."

Evlilik mi dedi o? Evet, kesinlikle evlilik dedi.

Güneş ağır ağır başını Koray'a doğru çevirdi. O da benim gibi hödük Koray'dan böyle birşey beklemiyordu. Gözleri aydınlanmış, keyfi yerine gelmişti. "Evlilik mi?" derken sesi sanırım heyecandan dolayı titremişti.

Koray, "Eğer beni terk etmek gibi bir planın yoksa," derken Güneş sözünü kesti. "Saçmalama aşkım, ne terk etmesi."

Ben aşıklar atışması beklerken olay ne ara love story'e gelmişti hiç anlamadım ama çok mutlu olmuştum. "Yalnız bunu evlilik teklifi olarak kabul etmiyoruz Koray," dedim bir kaşımı kaldırarak. Koray'dan hiç beklemesem de, Güneş daha romantik bir evlilik teklifini hak ediyordu.

Koray'ın bu hamlesi Rüzgâr'ın da hoşuna gitmiş olmalıydı, bugün ilk kez içten bir şekilde gülümsediğini görüyordum. Tabağımdaki çileklerden bir tanesini elime aldım ve bal tabağına batırdım. İki çok sevdiğim şey bir aradaydı, acaba birleşince tadı nasıldı? Ballı çilekten küçük bir ısırık aldım Rüzgâr'ın gözlerine bakarak. Keşke yalnız olsaydık da, Rüzgâr yine dudağıma bulaşan balı temizleseydi.

Tabağımdaki çilekleri bala batırarak yerken düşüncelere daldım. Koray'ın yaptığı şeyi Rüzgâr hiç yapmamıştı. Evlilikten hiç bahsetmemişti bana. Evet, beni ailesiyle tanıştırmıştı ama daha fazlasını yapmadı, yapamadı. Nasıl yapacaktı ki, anne ve babası benden nefret ederken Rüzgâr nasıl benimle evlilik planları yapacaktı?

Rüzgâr'la ilgili hayallerimin arasında evlilik de vardı ama ondan böyle bir beklentim yoktu. Güneş gibi değildim ki ben. Belki ekonomik olarak onların da Koray'la aralarında uçurum vardı ama bu çok büyük bir engel değildi. Benim asıl engelim de bu değildi zaten, benim engellerim çok başkaydı ve Rüzgâr'dan hiçbir zaman evlilik gibi bir beklentim olmayacaktı.

Güneş ve Koray kahvaltılarını tamamlayıp taş evin içini gezmek için yanımızdan kalktılar. Tabağımdaki çilekleri bitirdikten sonra sepetin içinden birkaç tane daha çileği tabağıma aldım. Ben çilekleri bala batırıp yerken, Rüzgâr arkasına yaslanıp beni seyretti.

"Balı bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum," dedi hafif bir tebessümle.

"Bilmediğin daha çok şey var," dedim bir çileği daha bala batırarak. Yarım yamalak sohbetimize biraz gizem katmak hiç fena olmazdı.

"Ne gibi?" dedi şüpheci bir bakışla. "Seninle ilgili bilmediğim başka ne olabilir?"

"Çook," dedim elimi sallayarak. "Benimle ilgili bilmediğin o kadar çok şey var ki."

Rüzgâr'ın bakışlarındaki şüphe daha da belirginleşti. Önündeki tabağı kenara çekip kollarını masaya koyarak bana biraz yaklaştı ve, "Mesela?" dedi başını iki yana sallayarak.

"Mesela," diyerek gözlerimi ağaçlık alana çevirip düşünmeye başladım. Gizemli olayım derken işin ucunda rezil olmak vardı. "Balı neden bu kadar çok sevdiğimi bilmiyorsun mesela," diyerek aklıma ilk gelen şeyi söyledim. "Odamdaki en sevdiğim eşya ne, en sevdiğim kıyafetim hangisi, geleceğe dair kurduğum hayaller neler," dedikten sonra tekrar düşünmeye başlamıştım ki Rüzgâr konuşmaya başladı.

"Bal sana gözlerimi hatırlatıyor," dedi başını ağır ağır sallayarak. "Bu yüzden balı çok seviyorsun. Odandaki en sevdiğin eşya şifonyer, en sevdiğin kıyafetin ayıcıklı pijaman ve," dedikten sonra bir an duraksayarak gözlerimin içine içine baktı. "Geleceğe dair son günlerde kurduğun tek hayal, benimle evlenip üç tane çocuk yapmak."

Kesinlikle müneccim boku yemiş olmalıydı. Tüm bunları nereden biliyordu? Ona bunların hiç birini anlattığımı hatırlamıyorum.

"Rüzgâr sen bunları nereden biliyorsun?" dedim şaşkınlıkla. Gizemli olayım derken rezil olmuştum ve şu an utançtan yüzüm yanıyordu, şifonyeri bari bilmeseydi.

"Sana hipnoterapi yaptığımı unuttun mu?" dedi arkasına yaslanarak. Çayından bir yudum içti ve, "Bunlar ve daha birçok şeyi bana terapilerde sen anlattın," dedi. Allah beni kahretse de kurtulsam kendimden.

Ona bilmemesi gerekenleri de anlatıyordum öyle mi? "Başka ne biliyorsun?" diye tereddütle sordum. Umarım onunla ilgili kurduğum hayallerin detaylarını anlatmamışımdır. Masum hayallerimin dışında, hiç masum olmayan şeyler de vardı sonuçta. Hepsini biliyor olma ihtimali vücut ısımı arttırıyordu.

"Sen neyi merak ediyorsun?" diyerek soruma soruyla karşılık verdi.

"Hayallerimin ne kadarını biliyorsun Rüzgâr?" Şifonyerin detaylarından önce bunu öğrenmem gerekiyordu.

"Sanırım hepsini," deyince gözlerim dehletle kaç kat büyüdü bilmiyorum. Rüzgâr'la ilgili geleceğe dair kurduğum hayallerin içinde evliliğin bazı detayları da yer alıyordu. Tamam, ondan böyle bir beklentim yoktu ama hayal kurmak da bir sakınca yoktu bence. Asla bilmemesi gereken, son derece sakıncalı detaylar vardı hayallerim arasında.

"Ne demek hepsini Rüzgâr!" Elim istemsizce tabağımın yanında duran bıçağa gitti. "Hangilerini biliyorsun detay ver bana, hemen!" derken bir kaşım tehditkar bir şekilde havalandı.

"Sakin ol, neden bu kadar panikledin," dedikten sonra bitmek üzere olan çayından son bir yudum içti ve bardağı masaya bıraktı. "Evlenmek, düğünde üç metre uzunluğunda bir duvağı olan gelinlik giymek ve üç çocuk yapmak gibi masum hayallerinden bahsettin."

Havada olan kaşım usulca inerken, bakışlarım hâlâ kuşku doluydu. "Hepsi bu kadar mı?"

"Sana ne lazım Şeker?" dedi hafif gülümseyen bir ifadeyle. Kesinlikle aklımdaki şey lazım değildi.

Şifonyer kısmını sormaya cesaret bile edemiyordum. Umarım sadece son derece kullanışlı ve çekmecelerinin içinin genişliğinden bahsetmişimdir.

"Bana artık o hipnoz saçmalığından yapmıyorsun Rüzgâr," dedim kaşlarımı çatarak. Herhalde bir insanın en korktuğu şey, başka insanlar tarafından zihninin okunmasıydı. Rüzgâr resmen beni uyutup zihnimi okuyordu ve bu korkunç bir şeydi. Bilmemesi gereken, bilmesini asla istemediğim şeyler vardı kafamın içinde.

"Hipnoterapi yapmak zorunda olduğumu biliyorsun Şeker, tedavinin olmazsa olmazı bu."

"İstemiyorum Rüzgâr," dedim bir kez daha. "Eğer benden habersiz yapmaya devam edersen, seni sağlık bakanlığına şikayet ederim. Hem sende biliyorsun ki, bir doktorun sevgilisini tedavi etmesi hiç etik değil. Başının belaya girmesi bir yana, beni senden alıp Tuna'ya verebilirler," dedim başımı ağır ağır sallayarak.

Bu kez onun kaşları çatıldı. "Sence," dedi bana biraz yaklaşarak. "Seni benden alıp Tuna'ya verebilecek bir güç var mı yeryüzünde?" Sözleri fazlasıyla kibir barındırıyordu.

"Var tabii," dedim bilmiş bir edayla. "Sağlık bakanı. Bence sağlık bakanı hastanla aranda duygusal bağ olduğunu ve rızası olmadan ona hipno bilmem nesi yaptığını duyarsa hiç hoş şeyler olmaz." Kısa bir süre düşündükten sonra kollarımı masaya koyarak Rüzgâr'a iyice yaklaştım. "Sende sağlık bakanının numarası var mı?"

Bir yerde okumuştum. Psikoloji doktorları kendi yakınlarını tedavi edemezdi. Rüzgâr'la resmi bir yakınlığımız olmasa da, duygusal bir yakınlığımız vardı ve sevgiliydik. Bu meslek etiği açısından sıkıntılı bir durumdu ve canımı sıkarsa Rüzgâr'ın başını belaya sokabilirdim.

Dirseğini yanındaki sandalyenin başına yasladı ve eliyle yüzünü sıvazladı. "Beni şikayet etmen için sana bakanın numarasını vermemi söylüyorsun, doğru mu anladım?" derken sinir bozucu bir şekilde gülüyordu. Bence beni bu kadar hafife almamalıydı. Bakana ulaşmak için gerekirse meydana çıkıp kendimi yakacak potansiyele sahip olduğumu bilmiyor olamazdı.

"İş o noktaya gelirse bakana ulaşmam bir kaç saatimi alır," diyerek arkama yaslandım. "Yakarım, yıkarım, yok ederim ama o bakana ulaşırım Rüzgâr."

"Ondan hiç şüphem yok," diyerek gözleriyle önümdeki tabağı işaret etti. "Kahvaltını yap, hiçbir şey yemedin."

"Bitti kahvaltım." Tabağın yanındaki ilacı elime aldıktan sonra suya uzandım.

"Ballı çilekten başka birşey yemedin," dedi tabağıma doldurduğu kahvaltılıkları göstererek. "O tabak bitecek."

"Anne gibi değil, sevgili gibi davran," diyerek önümdeki tabağı kenara ittikten sonra büyük bir yudum suyla birlikte ilacı içtim. Bugün sanki özellikle böyle davranıyordu. Ne sarılmıştı, ne saçlarımdan öpüştü, ne de o efsunlu sözleriyle gönlümü okşamıştı. Sanki küçük çocuğunu gezmeye çıkaran anne babalar gibi davranıyordu bana. Dün başka bir Rüzgâr vardı, bugün bambaşka. Bir günde ne değişmişti de bana bu kadar soğuk davranıyordu?

Koray bile keyfimi kaçıramamıştı ama Rüzgâr bunu başarmıştı. Görevliler masamızı toplarken, Rüzgâr da ben de hiç konuşmadık. Moralimi bozduğu için ona hiç bakmıyordum bile.

"Kahveler," diyerek elinde kahve tepsisiyle Koray ve Güneş taş evden çıkıp yanımıza gelirken ikisi de fazlasıyla keyifli görünüyordu.

"Senden kahve isteyen mi oldu Koray," diyerek suratımı astım. Sinirimi birinden çıkamam gerekiyordu ve bunun için en ideal kişi Koray'dı.

"Kahvaltıdan sonra kahve içilir kızım," dedi elindeki tepsiyi masaya koyarak. "Bak bol köpüklü yaptım, ben yaptım, ellerimle yaptım."

"Siz için, ben biraz dolaşacağım," diyerek masadan kalktım. Koray şu an çok keyifliydi ve keyfini kaçırmaya gönlüm el vermedi.

"Beraber dolaşalım." Rüzgâr da benimle birlikte ayağa kalktı.

"Gözümün göreceği yerlerde dolaşın," diyerek Rüzgâr'a gözlerini belerten Koray'a sert bir bakış atıp Rüzgâr'a döndüm. "Ben yalnız dolaşmak istiyorum anneciğim. Beş yaşında değilim, kaybolmam merak etme."

"Ne annesi kızım," dedi Koray gülerek. "Rüzgâr o Rüzgâr." Güneş'e doğru hafifçe eğildi ve fısıldayarak, "Yandı yine devreler," dedi.

"Koray seni öldürürüm!" Sürekli akıl hastasıymışım gibi davranması sinirlerimi bozuyordu artık. "Senin devrelerini öyle bir yakarım ki kendine gelemezsin."

Verdiğim tepki karşısında bir an afalladı ve, "Şeker'im," dedi ayağa kalkarak. "Takılıyorum güzelim." Masanın etrafından dolanarak yanıma geldi ve omuzlarımdan tutup beni kendine çekti. Bedenimi kollarının arasına alarak saçlarıma peşpeşe öpücükler kondururken nefesimi kesmek istercesine sıkı sıkı sarıldı. "Bozuldun mu gerçekten?"

"Yandı yine devreler ne demek Koray, deli miyim ben?" dedim suratımı asarak.

"Sen deliysen ben zır deliyim," diyerek burnumu parmaklarının arasına alıp sıkınca acıyla ciyakladım. Burnumu sıkan eline sertçe vurup uzaklaştırdıktan sonra, "Sözlerine dikkat et o zaman," dedim kaşlarımı çatarak.

"Bozulacağını düşünemedim, özür dilerim," derken kollarının arasındaki bedenimi daha bir sıkı sardı. "Rüzgâr da seninle gelsin ama gözümün göreceği yerlerde dolaşın."

Koray'ın kollarının arasından zorlanarak da olsa sıyrıldım. "Pardon da, neden gözünün göreceği yerde dolaşıyormuşuz?" derken gözümün ucuyla Rüzgâr'a baktım. Ellerini ceplerine koymuş bir şekilde pür dikkat bize bakıyordu.

Koray da kısa bir anlığına dönüp Rüzgâr'a baktıktan sonra tekrar bana döndü. "Gözümün önünde ol istiyorum kızım," dedi saçlarımı geriye atarak. "Sonuçta sen benim kardeşim," diyordu ki Rüzgâr'ın bir anda masadaki kahve fincanı yere düşürmesiyle ona döndük.

"Afedersiniz," dedi elini kaldırarak.

"Üzerine dökülmedi değil mi?" dedi Güneş ayağa kalkarak.

"Hayır sadece yere döküldü," diyerek yerdeki fincanı alıp masaya bıraktı.

Yanmadığına emin olunca Rüzgâr'a bakmayı bırakıp Koray'a döndüm tekrar. "Sen birşey söylüyordun Koray."

"Bir kardeşim yok ama sen benim kardeşim sayılırsın," diyerek uzanıp alnıma küçük bir öpücük kondurdu. "Bir abi gibi seni koruma görevi de benim, o yüzden gözümün önünden ayrılma Şeker'im."

Elleriyle saçlarımı geriye doğru düzeltirken yüzündeki ifade, bakışları, dokunuşları öyle şefkat doluydu ki... Sözleri ve bu halleri çok hoşuma gitmişti. Rüzgâr da bana karşı hep korumacıydı ama Koray'ın bu yaptığı çok farklı hissettirmişti. Hayatım boyunca özlemini duyduğum aile sıcaklığı gibi birşey hissetmiştim.

"Abi kardeş gibi mi yani?" dedim saçımdan bir tutam bukleyi işaret parmağıma sararken.

"Abi kardeş gibi," dedi gülümseyerek. Öyle güzel bakıyordu ki içim sıcacık olmuştu.

Kollarımı Koray'a doğru uzatarak, "Gel," dedim mutlulukla. "Gel sarılacağım."

Koray'la bedenlerimiz bütünleşircesine sıkı sıkı sarıldık. Ailesi beni sever miydi, Koray kadar benimser miydi bilmiyorum. Umrumda da değildi, Koray'ın bu abi sıcaklığı bana fazlasıyla yeterdi. Beni kardeşi gibi sevdiğini biliyordum ama sevgisinin bu boyutta olduğunu hiç düşünmemiştim. Bugün beni sinirlendiren o davranışları anlam kazanmıştı. Kardeşi gibi öylesine benimsemiş ve sahiplenmişti ki beni, Rüzgâr'dan bile kıskanacak boyuta ulaşmıştı sevgisi.

"Ya çok tatlısınız," diyerek Güneş de kalkıp bize sarılırken gözleri dolu doluydu.

Bir süre sevgi pıtırcıkları gibi sarıldıktan sonra birbirimizden ayrılırken gözüm Rüzgâr'a kaydı. Bize bakarken gözlerinin içi gülüyordu.

Koray'a bakıp işaret parmağımla az ilerimizdeki yeri gösterdim. "Şurada yürüyeceğim biraz," derken Rüzgâr'a bakmamaya çalıştım. "Tek başıma."

"Tamam," dedi Koray başını sallayarak. "Fazla uzaklaşma."

Güneş'le Koray tekrar masaya geçerken Rüzgâr'a bakmadan yürümeye başladım. Şu an çok karmaşık duygular içerisindeydim ve yalnız kalmak istiyordum. Kalbimin tam ortasındaki Rüzgâr'a olan kızgınlığımla, Koray'a olan duygu yoğunluğum birbirine girmişti.

Yürümeye devam ederken hemen arkamda hissettiğim adım seslerinden, Rüzgâr'ın peşimden geldiğini anlamam zor olmadı. "Gelme peşimden Rüzgâr," dedim arkama dönme gereği bile duymadan. "Yalnız kalmak istiyorum, gelme."

Cevap vermedi ve ben yürümeye devam ettim. Az önce arkamda hissettiğim adım sesleri kesilmişti. Biraz daha ilerledikçe karşıma çıkan lavantalar ve ağaçların arasından gelen kuş sesleri öyle huzur vericiydi ki burada ömrümün sonuna kadar yaşayabilirdim. Biraz daha ilerleyip ağaçların daha yoğun olduğu yere girdiğimde aklıma gelen ilk şey kitap olmuştu. Keşke kitabımı yanımda getirseydim, burası tam kitap keyfi yapılacak bir yerdi.

Dev bir akasya ağacının yanına geldiğimde durdum ve ağacın altına oturdum. En son böyle bir yere ne zaman geldiğimi bile hatırlamıyorum. Koray'ın ayarladığı bir piknik organizasyonunda da doğayla iç içe bir yere gitmiştik ama orası buraya pek benzemiyordu. Burası cennetten bir köşe gibiydi. Birbirine oldukça uzak olan taş evlerin dışında binbir çeşit çiçekler, ağaçlar ve kuş seslerinden başka birşey yoktu.

Rüzgâr peşimden gelmeyi bırakmıştı çünkü kolumda saatimin olduğunu biliyordu. Aksi halde küçük bir kız çocuğuymuşum gibi beni tek başıma asla bırakmazdı. Bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı. Bana karşı o korumacı halleri, sevgilim değilde sanki ebeveynim gibi takıntılı tavırları sinirlerimi bozuyordu artık. Üstelik bugün çok soğuk davranıyordu bana. Doğru düzgün hiç konuşmuyor, sanki zorla gülümsüyordu.

Oturduğum yerden biraz kayarak yere uzandım. Gökyüzüyle aramıza giren ağaç dallarına bir süre baktıktan sonra gözlerimi kapatarak kuş seslerini dinlemeye başladım. Kuş cinslerinden çok anlamam ama şu an yakınımda öten kuşu tanıyordum. Saka kuşuydu bu mest edici sesin sahibi. Ses öyle yakından geliyordu ki sanki başucumda duruyormuş gibiydi. Şu an burada, yanımda Rüzgâr'ın da uzanıyor olmasını ve bu güzel sesleri birlikte dinliyor olmayı çok isterdim. Keşke biz de normal sevgililer gibi olabilseydik ama o, doktorum olan Rüzgâr'ı sevgilim olan Rüzgâr'ın önüne geçiriyordu.

Yakınımda olduğunu düşündüğüm kuşu görebilmek için gözlerimi usulca araladım. Gözlerim ilk olarak ağaç dallarıyla buluşunca başımı hafifçe sola çevirdiğim sırada, karşılaştığım yüzle sıçrayarak uzandığım yerden kalktım. Uzun boylu, esmer bir adam yanıbaşımda dikilmiş bana bakıyordu. Buraya ne ara gelmişti, onun ayak seslerini nasıl duymamıştım bilmiyorum. Oturduğum yerden kalkmadan geriye doğru kayarken, "Korkma Biricik," dedi usulca yere çökerek. "Lütfen benden korkma."

Alnına dökülen siyah saçlarını bir eliyle geriye doğru tararken gözlerini benden ayırmıyordu. "Beni hatırlamıyorsun," dedi başını ağır ağır sallayarak. Kalın kaşlarının kavisini acıklı bir şekilde kaldırırken bakışları saçlarıma yöneldi. Hiç kıpırdamadan ve tek kelime etmeden karşımdaki adama bakıyordum. Yakışıklıydı, hem de fazlasıyla. Madde bağımlısı insanlar gibi göz çevresi biraz koyu renkteydi ama gözleri çok güzeldi. Kömür karası gözleri bir süre saçlarımda oyalandıktan sonra tekrar gözlerime çevrildi.

"Hatırla beni lütfen," dedi yalvarırcasına. "Herkesi unut ama beni hatırla Biricik."

Acı çekercesine bir ifade vardı yüzünde, gözleri de nemlenmişti. Hayatımda ilk kez gördüğüm bu adam sanki daha önceden onu tanıyormuşum gibi konuşuyordu. Beni başka biriyle karıştırıyor diyemem çünkü bana soy adımla hitap ediyordu. Ancak bu, benim onu tanıyor olduğum anlamına gelmezdi. Belki de hastanedeki delilerden biriydi bu adam, beni hastaneden tanıyor olma ihtimali yüksekti. Deli deliyi anında bulur dedikleri bu olsa gerek.

Oturduğum yerden geriye doğru kayarak ayağa kalktım. Tamam, fazla yakışıklıydı ve belli ki zararsız bir adamdı ama yine de korkmuştum. Benimle birlikte o da ayağa kalktıktan sonra bana doğru bir adım attığı sırada, "Serkay bey," diyen Rüzgâr'ın sesi doldu kulaklarıma.

Benim geldiğim yolun tamamen tersi bir yoldan, ağaçların arasından çıkıp yanımıza gelen Rüzgâr'a baktım şaşkınlıkla. Peşimden gelmemesini söylediğim için farklı bir yol kullanarak takip etmişti beni öyle mi? Kafasına koyduğu şeyi binbir farklı şekillerde bile olsa yine de yapıyordu Rüzgâr. Beni yalnız bırakmamak konusunu fazla abartmıştı ve bu durum artık sabrımı zorluyordu.

Bir dakika, Serkay bey mi dedi o?

Karşımdaki adam Rüzgâr'ı görünce bir an afalladı. "Hocam merhaba," diyerek panikle geriye doğru adımlarken, ayağına takılan taş yüzünden neredeyse düşecekti.

"Sizi burada görmeyi hiç beklemiyordum," dedi Rüzgâr yanımıza yaklaşarak. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade hakimdi. Üzgün ya da gergin gibi bir hali vardı. Çatık kaşlarının altındaki bakışlarını bana çevirdikten sonra bir kaç adım atıp tam karşımda durdu.

"Kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıkmıştım, Şeker hanımla karşılaştık," diyen adam döndük aynı anda. "Kendisi beni tanımadı ama," dedikten sonra sahte bir gülümseme kondurdu yüzüne. "Sorun değil."

Rüzgâr adama tıpkı onun gibi sahte bir gülümsemeyle, "Ne hoş bir tesadüf," dedikten sonra bana döndü. "Serkay beyi tanıyorsun aslında." Elini uzatıp omzumdan tutarak beni kendine doğru çekti ve başını hafifçe eğerek yüzüme baktı. "Serkay bey yakın zaman önce hastanemizde işe başlayan anestezi uzmanımız, terapi de görmüştün onu."

Birkez daha Rüzgâr'ın, Serkay bey diye hitap ettiği adama döndüm. Deli değil, aksine gayet akıllı bir adamdı yani. Deli değilse neden 'beni hatırla' diye yalvardı bana? 'herkesi unut ama beni hatırla' derken ne demek istemişti bu adam? Elalemin anestezi uzmanından bananeydi.

"Zorlama kendini güzelim," dedi Rüzgâr. "Elektrokonvülsif terapiden sonra bazı küçük detayları bir süre hatılayamayacağını söylemiştim, hatırlamaman normal." Saçlarıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra Serkay denen adama döndü. "Vaktiniz varsa birlikte kahve içelim."

"Rahatsızlık vermek istemem hocam."

"Rahatsızlık ne demek, memnun oluruz," dedikten sonra bana döndü Rüzgâr. "Değil mi sevgilim."

Rüzgâr'a bir anda ne olmuştu bilmiyorum ama yine o çok sevdiğim sıcak kanlı Rüzgâr olmuştu. Kollarının arasındaki bedenimi şefkatle sarıyor, yine saçlarıma küçük öpücükler konduruyordu. Bütün gün bana karşı sergilediği soğuk tavır bir anda yok olmuştu.

"Evet," dedim karşımdaki adama bakmamaya çalışarak. Onunla gözgöze gelmek beni rahatsız ediyordu çünkü çok tuhaf bakıyordu. Rüzgâr gelmeden önceki söyledikleri ve vücut dili hâlâ bir muammaydı benim için. Umarım olağanüstü güzelliğime kapılıp bana aşık olan sapıklardan biri değildir.

Rüzgâr, ben ve Serkay denen adam taş eve doğru yürümeye başladık. Rüzgâr omzumdaki koluyla beni kendine çekerek kaç kez saçlarımdan öptü bilmiyorum. Sanki bütün günün birikimini tek seferde kullanıyor gibiydi. "Kahvelerimizi sen yapar mısın bir tanem," dedi başını hafifçe eğilip yüzüme bakarak. "Kimse senin kadar güzel kahve yapamıyor."

"Sana peşimden gelme demiştim," dedim yanımızdaki adama sesimi duyurmamaya çalışarak. "Kendin yap kahveni."

Beni takip ettiği yetmezmiş gibi bir de bu adamı takmıştı peşimize. Şu anki davranışları çok hoşuma gidiyordu ama bu, beni takip ettiği ve bu gizemli adamı kahveye davet ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bu adam bizimle gelmemeliydi.

"Senin kahveni çekiyor canım," derken daha bir sıkı sardı kolunu bana. Cezvenin içine kahveyle su koymaktan başka ne gibi bir özelliği vardı ki benim kahvemin.

"Şekerini bol koy ama," dedi boşta kalan eliyle yanağımı sıkarak. "Sayende şeker bağımlısı oldum."

Rüzgâr'ın kafası mı güzel diye düşünmeye başladım, ne garip sözlerdi bunlar. Aslında normal zamanlarda gönlümü okşamak için kurduğu cümlelerdi bunlar ama şu an bu adamın yanında ve böyle gergin olduğu bir günde tuhaf gelmişti sözleri.

Taş evin bahçesinden içeri girerken Güneş ve Koray'ın bıraktığımız yerde ama bıraktımız şeklin dışında olduğunu görünce gülmeye başladım. Koray iki sandalyeyi yanyana koymuş, başı Güneş'in kucağında, ayakları masanın üzerindeydi. Bu şekle girebilmek için kim bilir nasıl bir mücadele vermişti, çok komik görünüyordu. Dünya yansa duymayacak gibi sohbete dalmışlardı, ikisi de geldiğimizi farketmedi.

"Destuurr!" diye bağırmamla Koray panikleyerek yere düşünce Rüzgâr'la birlikte kahkahayı patlattık. Kim bilir ne konuşuyorlardı da bu kadar korkmuşlardı bilmiyorum ama Güneş de en az Koray kadar paniklemişti.

"Lan manyak!" dedi Koray müthiş bir hızla yerden kalkarak. "Aklımı aldın."

"Var mıydı zaten kızılcık," diyerek yanlarına gittim. Koray yanımızda gelen adamı görünce üzerindeki tozları eliyle çırparak adamın yanına geçti. "Serkay bey siz de mi buradaydınız?"

"Kızım ödümüzü patlattın," dedi Güneş maviş gözlerini devirerek. Yanakları kıpkırmızıydı. Bu ikisi böyle davranınca merakım daha da arttı, acaba ne konuşuyorlardı? Keşke Rüzgâr şu an bu ikisine hipno şeysinden yapsa da az önce ne konuştuklarını öğrensek.

Aklımdan geçenleri gizlemeyerek Rüzgâr'a döndüm ve, "Ne konuştuklarını çok merak ettim, bunları hipnoz eder misin," dedim kısık bir sesle.

Rüzgâr gülerek bana doğru eğildi ve, "Hatırlat bir ara," dedi aynı benim gibi kısık bir sesle. O da benim gibi merak etmiş olmalıydı.

Koray ve gizemli Serkay ayak üstü bir sohbete dalmışlardı. Güneş'le ikimiz sandalyeleri düzeltip otururken Rüzgâr diğer ikilinin sohbetini dinliyor, ama sadece Serkay'a bakıyordu. Hiç çekinmeden, Koray konuşurken bile sanki konuşan kişi Serkay'mış gibi adamın üzerinden bakışlarını hiç çekmedi.

Koray, görevliden bir sandalye daha istedi ve onlar da masanın etrafına dağılıp oturdular. Rüzgâr kendi sandalyesini benimkinin yanına iyice yaklaştırıp oturduktan sonra elini omzuma atıp beni kendine doğru çekti.

"Saçların yasemin kokmuyor bugün," dedi yüzünü saçlarıma gömüp derince soluyarak. "Çilek kokuyor."

"Yasemin kokulu spreyim bitti," diyerek geriye çekildim. "Kötü mü?" Çilek kokulu saç spreyi bulamadığım için yasemin kokolusunu kullanıyordum ama o da bitmişti.

"Hayır," dedi beni tekrar kendine çekerek. "Çok güzel."

Bakışları, sesinin tonu, sözleri ve saçlarımın arasında oyalanan parmakları beni mayıştırmak ister gibiydi. Neden güne başlarken tam tersiydi de şimdi böyleydi bilmiyorum ama benim en sevdiğim Rüzgâr, şu an yanımdaki Rüzgâr'dı.

Koray'ın karşısındaki adamla konuşurken ara ara gözünün kenarından bize sert bakışlar atmasını umursamadan başımı Rüzgâr'ın göğsüne koydum. Garip olan Koray'ın sert bakışları değil, Serkay denen adamın bakışlarıydı. İkisi de birbiriyle sohbet halindeydi ama kaçamak bakışları bizim üzerimizdeydi. Oturduğundan beri Serkay'ın yüzü binbir farklı şekle bürünmüştü ve keyifsiz görünüyordu.

"Koray," dedi Rüzgâr. Koray tüm vücudunu çevirerek sanki bu çağrıyı bekliyormuş gibi bize döndü.

"Evin arka cephesindeki masa da Biricik için topladığım lavanta buketi var, getirir misin kardeşim?"

"Ben mi getireyim?" dedi Koray kaşlarını kaldırarak.

"Sen getir Koray," diyerek Koray'ın gözlerinin içine içine baktı Rüzgâr.

Koray, Rüzgâr'ın söylediği şeyi algılamaya çalışırcasına bir ifadeyle yavaşça ayağa kalktı ve lavanta buketini getirmek için evin arka tarafına doğru yürümeye başladı.

"Biricik lavantayı çok sever," dedi Rüzgâr, Serkay'ın gözlerine içine bakarak.

"Adım Şeker," dedim Rüzgâr'a doğru tamamen dönerek. Anlamsızca ikidir benden Biricik diye bahsediyordu. Ben ondan Pekiner diye bahsetsem hoşuna gider miydi acaba?

"Tadın daha şeker," diyerek uzanıp dudaklarımdan öpünce neye uğradığımı şaşırdım.

"Rüzgâr," dedim utanarak. Hemen çaprazımızda oturan yabancının yanında yapılacak şey miydi bu? Sağımda oturan Güneş'in kıkırdaması daha da utanmama neden olmuştu.

Serkay bir anda ayaklandı ve, "Ben gitsem iyi olacak," dedi. Adamın yüzüne bakamıyordum utancımdan. 'Tadın daha şeker' çok ayıp bir cümleydi.

"Nereye?" dedi Rüzgâr ayağa kalkma gereği bile duymadan. "Daha kahve içecektik."

"Şimdi hatırladım çok önemli bir randevum vardı, başka zaman içelim," diyerek Rüzgâr'a elini uzatan adama o da elini uzatıp tokalaştıktan sonra tekrar elini omzuma attı. "İçeriz, tabii."

Serkay, "Görüşmek üzere Şeker hanım, Güneş hanım," dedikten sonra cevap vermemizi bile beklemeden arkasını dönüp hızla yanımızdan uzaklaştı. Adam görüş alanımızdan çıkana kadar Rüzgâr arkasından bakmaya devam etti.

"Abi lavanta buketi falan bulamadım ben." Koray ellerini iki yana kaldırarak yanımıza gelirken, "Gel aşkım, gel," diyerek yanındaki sandalyeyi işaret etti Güneş. "Lavanta buketi falan yok."

"Yok mu?" dedi Koray önce Güneş'e, daha sonra Rüzgâr'a bakarak. "Eğleniyor musun kardeşim benimle?" Güneş'in yanına geçip otururken bir kez daha Rüzgâr'a seslendi ama Rüzgâr Koray'ı duymuyordu bile. Serkay'ın gittiği tarafta takılı kalmıştı gözleri. Düşünceli bir şekilde kaybolup giden adamın arkasından bakıyordu hâlâ.

Güneş kulağıma eğilip kısık bir ses tonuyla, "Seni rahat rahat öpmek için Koray'ı lavanta bahanesiyle uzaklaştırdı," diyerek bir kez daha kıkırdadı. "Yalnız güzel taktik." Ne?

Güneş'in söylediği şeyi düşündüm bir süre. Benim için lavanta toplamadığı halde sırf Koray'ı yanımızdan göndermek için yalan mı söylemişti? Ne gerek vardı ki böyle bir şeye? Ayrıca durduk yere o öpücük nereden çıkmıştı. Bütün gün bana soğuk davranan adam neden bir anda aşk böceğine dönüşmüştü? Serkay denen adamla ikimizi ağacın altında gördüğünden beri tavrı değişmişti.

"Rüzgâr!" diyerek aniden Rüzgâr'a döndüm. Sesim oldukça yüksek çıkmıştı ve Koray'ı duymayan Rüzgâr beni duyup dönmüştü. "Ne yaptın sen az önce?"

"Ne yapmışım?" dedi dalgın halini koruyarak.

Sinirle ayağa kalkıp tam karşısına geçtim. "Sen deminden beri o adamı kıskandırmak için mi bana böyle davranıyordun?"

Şimdi taşlar yerine oturmuştu. O adamın bana yaklaşmaya çalıştığını görüp kıskanmıştı ve kıskandırmaya çalışmıştı. Bütün gün yüzünde biraz olsun tebessüm görebilmek için çabaladığım, bir kez olsun öpsün diye saçma sapan şeyler yaptığım adam bir anda değişmişti. Son derece keyifli davranarak, iltifatlar ederek ve alakasız bir şekilde beni öperek o adamı kıskandırmaya çalışmıştı.

"Ne kıskandırması Şeker?" diyerek o da ayağa kalktı.

Bu kez üste çıkan taraf o olmayacaktı, resmen duygularımı sömürmüştü benim. Bir anda değişen tavırları karşısında ezik gibi umutlanmıştım.

"Bu yaptığın çok iğrenç," dedim gözlerine bakarak.

Kendimi hiç bu kadar aşağılanmış hissetmemiştim. Birçok kez başkaları tarafından aşağılanmıştım ama bu çok başkaydı. Beni sevdiği için değil, istediği için değil, içinden geldiği için hiç değil. O adama karşı 'onun sevgilisi benim' mesajı vermek için yapmıştı tüm bunları. İstese bütün gün zaten böyle davranırdı, Rüzgâr gibi bir adam bir anda böyle duygu değişimi yaşamazdı.

"İğrenç bir adamsın Rüzgâr," dedim yüzüne tiksinti dolu gözlerle bakarken. "Bu yaptığın çok mide bulandırıcı."

Beni ne kadar kırdığını tahmin bile edemezdi. Anlamıştı neyi kastetdiğimi ve sormuyordu başka birşey. Aptal bir kız olduğumu bilerek yapmıştı, nasıl olsa Şeker anlamazdı onun göre. Güneş o sözü söylemese anlamayacaktım da, benim dışımda herkes aptal olduğumun farkındaydı.

"Yanlış anladın," dedi bana doğru bir adım atarak.

"Gayet net anladım Rüzgâr," diyerek geriye doğru adımladım. "Hastaneye gelmiyorum, kendi evime geri dönüyorum ve bir süre yüzünü görmek istemiyorum," dediğim anda Rüzgâr'ın masanın üzerinde duran telefonu çalmaya başladı. Güneş masadan telefonu alıp Rüzgâr'a uzatırken arkamı dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Acaba kim arıyordu?

"Kızım nereye gidiyorsun?" diyen Koray'la, "Kuşum beni bekle," diyen Güneş'in sesi birbirine karışmıştı. Güneş koşarak yanıma yaklaştığı sırada, "Kim arıyordu?" diye sordum sessiz bir şekilde arkama dönmeden.

"Gamze diye biri," dedi bana uyum sağlayarak kısık bir sesle. Gamze kim ya?

Aniden durdum ve jet hızıyla arkama döndüm. Rüzgâr bize arkasını dönmüş bir şekilde telefonla konuşuyordu. Bana doğru yaklaşan Koray'ı es geçerek hızlı adımlarla Rüzgâr'ın yanına gittim. "İstediğin zaman görüşebiliriz, müsait olduğun zaman ara bekliyorum," gibi son derece sakıncalı bir cümle kurdu Gamze'ye. Telefonu kapatırken arkasını dönünce beni görmeyi beklemiyordu tabii, afallamıştı.

"Telefonunu ver," dedim elimi ona uzatarak. Daha önce Rüzgâr'dan Gamze adında biriyle ilgili hiçbir şey duymamıştım. Gamze'nin kim olduğunu düşünüp kendi kendimi yemektense direkt öğrenmek en güzeliydi. Keçilerim henüz gelmemişti, keçilerimin gelmemesi için Gamze'nin kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Hiç itiraz etmeden telefonunu uzatırken gergindi haliyle. Rüzgâr'ın yüzüne bakmamaya çalışarak telefonu alıp ekranı kaydırdım ama o da ne! Şifre.

"Sen telefonuna şifre mi koydun?" diye sorarken istemsizce kaşlarım çatıldı. Benim telefonumdaki gibi bir şifre değildi üstelik. Benim telefonumun ekran şifresinde desen vardı ve şifreyi bilmeyen biri bile bir kaç denemede açabiliyordu. Hem rakam hem harf isteyen bir şifreydi Rüzgâr'ın ki ve başkasının bulup açması çok zordu.

"Evet," dedi gayet rahat bi şekilde. "Bazı özel yazışmalarım oluyor ve..."

"Özel yazışma," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ben de öyle tahmin etmiştim."

Daha önce birçok kez telefonunu alıp kullanmıştım ama hiçbir zaman ekran kilidi yoktu. Zaten Rüzgâr'ın telefonunu benden başka eline alan olmazdı. Kimlerle ne tür yazışmalar yapıyorsa bunu görmemesi gereken kişi bendim, benim görmemi istemediği için şifre koymuştu.

"Şifreyi söyle," dedim son derece sakin bir şekilde.

"Yine yanlış anlıyorsun," dedi aynı sakinlikle.

"Şifreyi söyle Rüzgâr," derken sesim bu kez yüksek çıkmıştı.

Gözlerini kapatarak derin bir nefes alıp bıraktıktan sonra şifreyi söyledi. "BRCK36"

Direnmedi, şifreyi söylememek için konuyu değiştirmedi ve direkt söyledi. Neden böyle yaptı ki, ne güzel kavga edecektik. Rüzgâr'a çok sinirliydim ama sinirimi çıkaracak bir bahanem yoktu. Onunla eskisi gibi bağıra bağıra kavga etmek istiyorum ama onun bu sakin ve alttan alan tavırları yüzünden yapamıyorum. Belki de beni eskisi kadar ciddiye almıyordu. Ona güvenip açmayacağımı düşünerek yanlış şifre vermiştir umuduyla telefonun ekranına şifreyi tuşladım ama, kahretsin ki telefon açıldı.

En son telefonuna gelen bir mesajı okuduğumda başımıza gelenleri düşününce, bu kez mesajları açıp okuma gereğinde bulunmadım. Rüzgâr'ın bakışları üzerimdeydi, telefonun ekran kilidini açtıktan sonra başka hiçbir şeye dokunmadan telefonu ona geri uzattım. Mesajlara bakmamıştım ama içim içimi yiyordu, kimdi bu Gamze?

"Gamze kim?" Kendi kendimi yemektense Rüzgâr'ı yemek en mantıklısıydı. Kaşlarını hafifçe çatarken bakışları usulca Güneş'e kaydı. Gamze'nin aradığını Güneş'ten duyduğumu tahmin etmesi zor değildi tabii. Güneş'e kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü ve, "Bir hastamın en yakın arkadaşı," dedi. Keşke daha mantıklı bir yalan bulsaydı.

"Bir hastanın en yakın arkadaşı neden arıyor seni Rüzgâr? Ve sen onunla neden buluşma planları yapıyorsun?" Anne, baba ya da kardeş tamam ama, hastasının en yakın arkadaşıyla buluşan bir doktor hayatım da ilk kez görüyordum.

"Ne ima ediyorsun Şeker?" dedi başını iki yana sallayarak.

"Bu gizemli hallerinden çok sıkıldım," diyerek ona bir adım yaklaştım. "Önce beni yalnız bırakmak istemediğini söyleyerek hastane odasına kapattın ve başıma iki tane adam diktin. Daha sonra yalnız bırakmak istemediğin beni," diyerek işaret parmağımla göğsüme dokundum. "Yüzüne hasret bıraktın. Sabah çıkıp gece yarısı geliyorsun ve sürekli benden bir şeyler gizliyorsun. Telefon görüşmelerini bile benden gizli yapıyorsun ve hiçbir açıklama yapma gereği duymuyorsun. Küçük bir çocukmuşum gibi sürekli geçiştiriyorsun, anlamam zannediyorsun ama anlıyorum. Sandığın kadar aptal değilim Rüzgâr, aptalım ama bu kadar değil."

Belki de İlay haklıydı. Rüzgâr'ın tek amacı beni yaptığı araştırma için kullanmaktı. Üstelik bunu benim rızamla yapmıştı. İş ararken başımı belaya sokuyorum ve tedavim aksayabilir diyerek bana para karşılığında tedavi teklif etmişti, ben de salak gibi kabul etmiştim. Böyle bir şey için duygularımı kullanacak kadar alçak biri olabilir mi diye düşünmeye başlamıştım çünkü benim için imza atmış olmanın bir önemi olmadığını biliyordu. Ancak sevgilim olduğu için yanında kalırdım, imza umrumda bile olmazdı.

"Sana hepsinin açıklamasını yapacağım," diyerek elimi tutmak istedi ama ona izin vermedim. Çantamı açıp cüzdanımı çıkarırken ağlamamak için kendi içimde bir mücadele halindeydim. "Al bunu," diyerek Rüzgâr'ın bir elini tutup cüzdandan çıkardığım kartı eline bıraktım. "Kendine başka bir deney faresi bul."

Artık beni kullanmasına izin vermeyecektim. Düşündükçe daha anlam kazanıyordu bazı şeyler. Davranışları seven biri gibi değildi ama kullanan biri gibiydi fazlasıyla. Ne onun parasına ihtiyacım vardı ne sevgi kırıntısına.

Sessizce bizi dinleyen Koray ve Güneş'e dönerken Rüzgâr kolumdan tuttu ve, "Deney faresi mi?" dedi sinirli bir şekilde.

"En başından amacın buydu," dedim sesimin titremesini umursamadan. "Aptal olduğum için değil, ihtiyacım olduğu için kandım sana. Sevilmeye ihtiyacım vardı ve hemen inandım. Beni sevilmediğim bir yerde hiç kimse tutamaz Rüzgâr," dedim gözlerinin içine bakarak. "Öleceğimi bilsem, sevilmediğimi hissettiğim bir yerde durmam."

Kaşları çatılmış bir şekilde şaşkınlıkla bana bakıyordu. Tek kelime etmeden sadece bakan eski sevgilime bakmayı bırakıp Koray ve Güneş'e döndüm. "Koray hastanedeki eşyalarımı eve sen getirir misin?" dedim yanına giderek. "Ben bir daha o odaya girmek istemiyorum."

Rüzgâr'a kısa bir bakış attıktan sonra, "Getiririm güzelim," dedi yüzümü ellerinin arasına alarak. Güneş' de bir hareketlenme vardı bu sırada. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyor gibi kıvranıyordu. Kemirmekte olduğu tırnağını ağzından çektim. "Konuş Güneş!" Bir karın ağrısı vardı belli ki.

"Şey kuşum," dedi tırnağını tekrar ağzına götürerek. Baş parmağının tırnağını kemirmesini seyrettim sabırla. Söylemekte zorlandığı şey belli ki beni sinirlendirecekti. Baş parmağının tırnağını afiyetle gömdükten sonra işaret parmağının tırnağına geçerken, "Şey," dedi bir kez daha. Bu böyle olmayacaktı. Şu an bu ruh halindeyken Güneş'in mıymıylığına tahammül edecek halde değildim. Onu konuşturmanın, bildiğim en etkili yolu Koray' dı.

"Koray," dedim Güneş'in gözlerine bakarak. "Güneş'le ilgili bilmediğin birçok şey biliyorum," dediğim anda Güneş ışık hızıyla dökülmeye başladı.

"Sen gelmeyince ben kendime yeni bir ev arkadaşı buldum. Ev sahibine kendi payına düşen altı aylık kirayı peşin verdiği için onu evden göndermem imkansız. Eğer isterse o beni gönderir ama ben onu göndermem Şeker. Sen nerede kalacaksın kuşum, resmen ortada kaldın." Allah seni kahretsin sarı çiyan.

"Öyle şey olur mu ya," dedi Koray Güneş'e bakarak.

"İyi bok yedin Güneş!" dedim büyük bir sinirle. Yememiş içmemiş kendine yeni bir ev arkadaşı bulmuştu. Sonsuza dek hastanede kalacak değildim ki, geri döneceğimi bilmesine rağmen odamı başkasına vermişti. Ben zaten kendi payıma düşen kirayı her ay ev sahibinin hesabına gönderiyordum, ne gerek vardı böyle bir şeye?

"Demek sen de benim yerime başkasını buldun, sen de sıkıldın benden," dedim başımı ağır ağır sallayarak.

Bana sorsa böyle bir şey yapmasına engel olurdum ama sorma gereği bile duymamıştı. Bugün gözümden düşen düşeneydi ama sorun değil. Sevilmediğimi anladığım yerde durmadığım gibi, istenmediğim yerde yer edinmek için de mücadele etmezdim. İki yıl önce beni ormanda bulan Emine teyze ve Mahmut amcanın evinde de fazla durmamıştım. Emine teyze beni seviyordu ama Mahmut amca istemiyordu. Birkaç gün evlerinde kalıp toparlandıktan sonra Mahmut amcanın beni istemediğini duydum ve oradan ayrıldım. O gün de tıpkı bugün gibi ne gidecek bir evim vardı ne beş kuruş param. O gün kimsenin yardımı olmadan, kimseye tutunmadan düştüğüm yerden kalkmayı başarmıştım. Yine yaparım. Hayatımı yine kimsenin desteği olmadan kurabilirim.

"Tamam," dedim önce Güneş'e daha sonra Koray'a bakarak. "Hallederim ben bir şekilde."

Rüzgâr'ın olduğu yöne hiç dönmeden bahçenin çıkışına doğru yürümeye başladım. Beni ikna etmek için tek kelime etmemiş, gitmemem için bir çaba göstermemişti. Ona çok öfkeliydim ama yine de gitme demesini bekledim. Hissettiğim kırgınlığın bir tarifi yoktu. Bahçeden dışarı çıkıp ağaçlık alana doğru yürürken, zihnimde minik bir kıpırdanma oldu.

"Nereye gidiyoruz?"

"Evimize."

"Bizim bir evimiz mi var?"

"Yok mu?"

Durdu ve gözlerini kısarak yüzüme baktı. Dudaklarımızın kenarı usulca yukarı doğru kıvrılırken, aynı anda gülümseyerek aynı cümleyi kurduk.

"Sokaklar bizim evimiz kardeş!"





******BÖLÜM SONU******

Nasılsınız bayram şekerlerim? Sizleri biraz fazla beklettim bu kez ama inanın çok geçerli nedenlerim vardı. Kendi rekorumu kırdım ve yine en uzun bölümü yazdım sizlere. Hadi itiraf edin, oku oku bitmek bilmedi değil mi?

"Bölümü beğendim" butonu ❤️

"Hiç beğenmedim" butonu 👎

"Acaba bu kez yeni bölüm için kaç ay bekleyeceğiz" butonu 😒

Soru-Cevap yapar mıyım bilmiyorum ama siz yine de varsa sorularınızı buraya yazın, belki yaparız yine.

Hatalarım olmuşsa affola, sizleri çok seviyorum... 🤍
İnstagram 👉 klclygmr

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

8.2K 576 15
Ben senin annen olurum dedi bu sözü kalbimde ki benim bile unuttuğum yaralarımı sarmıştı ama, tekrar annem gibi gidişi ile o yaralar hiç olmadığı kad...
2.1M 185K 79
•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimiz aslında, Ona ait bedenlerimiz. Apollon...
596K 18.1K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
839K 48.6K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...