Yes CHEF

由 bahar__ak

328K 20.5K 4K

(DÜZENLENECEK) Mutfak kendimi tek kendim gibi hissettiğim yerdi. Ve bir yıl boyunca oradan uzak kalmak eziyet... 更多

GİRİŞ: FİLETO ve ŞARAP
1. BÖLÜM: PASTA ve ŞEFTALİ
2. BÖLÜM: MENEMEN ve EKMEK
3. BÖLÜM: YUMURTA ve BEŞAMEL
4. BÖLÜM: CHEESECAKE ve ERİK SOSU
5. BÖLÜM: MİDYE ve LİMON
6. BÖLÜM: TURP ve YASEMİN
7. BÖLÜM: BAL ve LAGOS
8. BÖLÜM: PANKEK ve DONUT
9. BÖLÜM: DONDURMA ve PATATES
10. BÖLÜM: BALIK ÇORBASI ve ÇİLEKLİ SOS
11. BÖLÜM: ÇAY ve ÇİÇEK
12. BÖLÜM: TATLILAR ve VEDALAR
13. BÖLÜM: BURUK HURMA ve TUZ
14. BÖLÜM: BİRA ve ADRES
15. BÖLÜM: ISPANAK ve ŞARAP
16. BÖLÜM: MOUSSE ve İPEK
17. BÖLÜM: MERCİMEK ve İLAÇLAR
18. BÖLÜM: TİRAMİSU ve SÜT
19. BÖLÜM: NANE ve ÇİLEK
20. BÖLÜM: MANGAL ve SAN SEBASTİAN
21. BÖLÜM: LİMONATA ve BİFTEK
22. BÖLÜM: KİRAZ
23. BÖLÜM: GİN ve SİGARA
24. BÖLÜM: ZEYTİN ve MENEMEN
25. BÖLÜM: KARAMEL ve KAKAO
26. BÖLÜM: BÖĞÜRTLEN ve RİSOTTO
27. BÖLÜM: ANNE ve REYHAN
28. BÖLÜM: MERİNGATA ve SU
29. BÖLÜM: SPAGETTİ ve LAZANYA
30. BÖLÜM: YALNIZ ve ÇARESİZ
31. BÖLÜM: SOMON ve SANDVİÇ
32. BÖLÜM: DOMATES ve KREMA
33. BÖLÜM: KOKTEYL ve AĞRI KESİCİ
35. BÖLÜM: TAVUK SALATASI ve PİPİAN
36. BÖLÜM: BURRİTO ve ESPRESSO
FİNAL: BALIK
TEŞEKKÜR ve UFAK TEFEK BİR DUYURU

34. BÖLÜM: ATEŞ ve KREP

5.2K 418 144
由 bahar__ak

"Pişt." İşaret parmağım usulca Rüzgar'ın kaşlarının ortasına ilişti. Onu hafifçe rahatsız ettiğimde sinirlenerek başını çevirdi. Hafifçe kıkırdarken o hala uyuduğu için korkmaması için kendimi yarıda kestim.

"Rüzgar." Ellerimi onun göğsünün üzerine başımı ise oraya yasladım. Üşüttüğü için hissettiği kas ağrısını tahmin edebiliyordum. Tüm gece beni üzecek kadar inlemesi de bunun bir kanıtıydı.

"Kalkmalısın artık." Uzun bir süredir yemek yemediği için enerjisini toplayabilmesi için oma krep yapmıştım. Fakat o uyanmamakta ya da uyanamamakta oldukça başarılıydı.

"Çok yorgunum." Omuzları güçlükle kalkıp indi.

"Bugün hastaneye gideriz." Dedim istemeye istemeye. Aslında bunu söylemeye hiç niyetim yoktu. Çünkü hastane kokusu denilen bir şey vardı. Ve ben o kokudan nefret ederdim...

"Gerek yok. Uyusam geçer." Gözlerini açmasa bile kollarını uzatarak ona sarılmamı istedi. Normal bir zaman da olsak bu isteğini geri çevirmeyip onu sıkıca saracağımı bildiği için bunu yapmamam kaşlarını çatmasına sebep oldu.

"Kalkmalısın." Dedim bir kez daha.

"Bana sarılmalısın."

"Önce kalk."

"Ancak sarılırsan." Gereksiz yere inatlaştığı halde buna sırf o hasta olduğu için devam etmeyip sarıldım. Rahat bir nefes alıp kollarını sımsıkı belime doladı. Benim kollarım onun aksine gevşekçe iki yanımdaydı.

"Ne oldu?" Dedi bu soğuk halimi hiç beğenmemiş gibi. Normalde olsa direkt olarak konuşmaya başlayabilirdim. Fakat şuanda hiç normal hissetmiyordum.

Erkek arkadaşım benim için hayatının büyük bir kısmını oluşturan işinden ayrılmıştı. Ve ben onu ne yapıpta geri dönmeye ikna edeceğimi bilmiyordum. Tüm gece kafa patlatmış ancak nasıl konuşmam gerektiğine bile karar verememişti.

Derin bir nefes alırken pencerenin önündeki bej, tekli koltuğa oturdum. Ondan daha da uzaklaştığımı fark edince gözleri hızla aralanmıştı.

"Şaka yapıyorsun." Dedi kendini gülmeye zorlayarak. Fakat yüzümde tek bir miniğin oynamaması ifadesini düşürmüştü. Telaşla oturduğu yerde doğrulmaya çalıştı. Ancak bu ani hareketi ufak bir öksürük krizi ile kesilmişti.

Yumruğunu dudaklarına bastırırken boğazında duyumsadığı ağrı gözlerini yaşartmış gibiydi.

Ona karşı sert olmak imkansızdı...

Hızla ayağa kalkıp tekrardan yatağa ilerledim.

"Al, iç." Komodinin üzerine ne olur ne olmaz diye bıraktığım su bardağını uzattım. Minnetle kabul etti.

"Bugün hastaneye gitmeliyiz." Dedim inatla o suyunu içerken mutfağa ilerleyip.

"Gerek yok." Boğazı biraz olsun rahatlayınca konuştu.

Isınması için çayın altını tekrardan açıp, takınabildiğim en sert bakışlar ile yanına döndüm.

"Ne oldu?" Su bardağını alıp mutfağa götürmek için eğildiğim sırada bileğimi yakaladı.

"Bilmem." Alayla güldüm. Elimi sertçe kendime çektiğimde ise itiraz edememişti.

Bir kaç saniye ciddi ifademe göz atıp en sonunda ayağa kalkmıştı. Oldukça paniklemiş gibiydi.

"Gerçekten, ne oldu?" Israrla yanıma geldi. Pencere pervazına yaslanıp kollarımı önümde birleştirip omuz silktim. "Sen uyumadın mı?" Dedi bir anda dikkati dağılırken.

Uzanarak yüzüme dokunmak istediğinde başımı çevirdim.

Bunun ne kadar kalp kırıcı olduğunu biliyordum. Bunu yapan ben olsam bile benim içinde böyleydi bu. Aslında nasıl bu duruma düştüğümüzü anlamakta gerçekten zorlanıyordum.

Neden Antalya'da, Sapidum'da değilde İtalya'da bir otel odasındaydık hiç ama hiç anlamıyordum!

Neden bana kızdığını, neden beni kızdırdığını anlamıyordum.

Bir şeyler anlatmıyorum diye buraya gelip benden bir şeyler saklamasını anlamıyordum.

Ama anlamak istiyordum. Gerçekten. Onu dinleyip beni rahatlatmasına ihtiyacım vardı.

Fakat yapılan hiçbir açıklama muhtemelen ona işini geri vermeyecekti. Benim yüzümden buradaydı. Benim yüzümden işinden ayrılmıştı.

"Kiraz..." Dedi güçlükle. Ve ismimi onun dudaklarından duymak duygu karmaşası içindeki bedenimi derinlerden çekip aldı.

"Bir şey mi yaptım?" Cevap vermediğim her saniye daha da deliriyormuş gibi şaşkın şaşkın sordu.

Tüm gece düşünmüştüm zaten. Ne yapacağımı, ne yapacağını, ne yapacağımızı...

"Söylemeliydin." Diye fısıldadım sadece. Gözlerimi gözlerinden güçlükle çekip başımı eğdim. Kollarım iki yana güçsüz bir şekilde düşmüştü.

Rüzgar neyden bahsettiğimi anlamış olmalı ki sessizliği uzattı. Halbuki bu an onun kendini savunması, açıklamasını yapması için ona sunduğum kısa bir zamandı.

"Bir şeyleri senden sakladım diye bana bu kadar kızıp nasıl böyle bir şeyi bana söylemeden buraya gelirsin?" Tepkisini görmek için başımı kaldırdığımda o kadar derin bakıyordu ki gözlerime her şeyi bırakıp sadece ona sarılmak istedim.

Hem hastaydı zaten... Titreyen omuzları bir an önce yatağa dönmesi için bizi uyarıyorken ayakta tartışacak mıydık?

Evet. Ne de olsa beni hasta hasta bırakıp İpek'in yanına giden oydu.

Başımı dikleştirdim.

"Üzgünüm." Diye başladı sözlerine. "Ama bu haber vereyim ya da vermeyeyim gerçekleşecek bir şeydi. Orada daha fazla durmamın imkanı yoktu." Basit bir şeyden bahseder gibi omuz silkti.

İfadesi ilk kez bu kadar sabitti.

"Bu kadar basit değil." Başımı iki yana salladım. "Benim yanıma gelirken bunu bana sorman gerekmez mi?" Sözlerim üzerine kafası karışmış bir ifade ile bana baktı.

"Neden?" Şüphe ile gözlerini kıstı. "Gelmemi istemez miydin?"

Ağzımdan çıkacak herhangi bir ters cümle aramızdaki şeyi paramparça edebilirmiş gibi bakıyordu.

"Aptallaşma." Ona sinirli olsam bile bu onu kıracağım anlamına gelmezdi. "Burada olduğun için mutluyum."

Bariz bir rahatlama ile elini bana uzattı. Bana sarılmak için şuan her şeyini verir gibiydi.

"Ama geri döneceksin." Dedim kendimden emin bir şekilde. Uzattığı el gereğinden uzun süre havada durduğunda geri yanına düşmüştü.

O kadar kırgın bakıyordu ki hastalıktan yaşarmış gözleri...

"Bu benim kararımdı..."

"Geleli daha iki gün olduğu için Mehmet abi seni geri işe alır." Onu duymazdan gelip konuşmaya devam ettim. Histerik bir şekilde gülerken başını yana çevirdi.

"Tek derdimiz işti şuan." Beni basitçe tiye aldı.

"Tek derdim benim için hayatını mahvetmemen."

"Böyle mi düşünüyorsun gerçekten?" Acele ile cevapladı. "Senin için, dahası kendim için buraya geldim ama önemli olan basit bir restoranda yemek yapmak mı?" Sözleri beynimin mantıklı düşünen kısmını bir süreliğine duymazdan gelmeme sebep oldu. Ona doğru tam bir adım atmıştım ki silkelenerek kendime geldim.

"Bahsettiğimiz şey Sapidum'da birinci şeflik yapmak. Çok uzun zamanlar bu noktaya bir daha ulaşamayabilirsin."

"Ellerim hala sağlam." Bunu bir çözüme kavuşturamayacağımızı düşünmüş olacak ki bana arkasını dönüp yatağa ilerledi. "İyi bir yemek yapmak istediğimde onu yaparım. Sapidum dışında bir yerlerde de adımı duyurabileceğime eminim." Her zamanki kendinden eminliği bugün daha çok bir üstten bakma ile karşıma çıkmıştı.

Sırtını yatak başlığına yaslarken sözleri aslında oldukça iç rahatlatıcıydı. Ancak bu sektörün içinde biri olarak bu kadar kolay olmadığını biliyordum.

Hem benim asıl takıldığım bu değildi ki...

"Ya pişman olursan?" Sonunda içimi sıkan mevzu dudaklarımdan döküldü.

"Neyden?" Gerçekten anlamadığını mı yoksa benimle dalga mı geçtiğini anlayamayınca başımı kaldırdım. Fakat tüm ciddiyeti ile bana bakıyordu.

"Benim için buraya gelmekten. Ya ileride beni suçlarsan." Sözlerim üzerine omuzları yavaşça düştü. Demin ki haline göre bana olan siniri gitmiş şuan daha çok kırgın gibiydi.

Gözlerini gözlerimden çekip kucağındaki ellerine çevirdi. Uzun süren sessizlik başka bir şey söylemeyeceğini düşünmeme sebep oldu.

Büyük sayılmasa bile ettiğimiz bu ufak kavganın ardından odaya hakim olan bu soğukluk kötü hissetmeme sebep oldu.

"Neden suçlayayım?" Kendini gülmeye zorlasa bile daha çok buruk bir ifadeydi bu. O uyandığından beri içimde süregelen vicdan azabı bu hali ile perçinledi. "Neden daha sonrası için seni suçlayacağım bir duruma düşeceğimizi düşünüyorsun?" Diyerek asıl canını sıkan noktayı sonunda gün yüzüne çıkardı.

Sözleri bir tokat gibi bana çarpınca dudaklarım kendimi savunmak için hızla aralandı. Ancak doğru tek bir kelime bile gelmedi aklıma. Elimi kaldırıp ona doğru uzandığımda ise sonunda gözleri bana döndü.

Attığım sarsak adım, dün gece kafamı dolduran onlarca düşünce, Rüzgar'ın bir açıklama bekleyen üzgün suratı, kalbimdeki ağrı...

Bundan sadece bir kaç saat önce uyumamı engelleyen aptalca fikirler çoktan uçup gitmişti.

"Öyle değil..." Diyebildim gözleri her saniye hayal kırıklığı ile daha da kısılınca. Zoraki gülümsemesi dudaklarından silinmiş, ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi.

Yatağın içine kayıp muhtemelen tekrar ateşlediği için üşüyerek yorganı üzerine çekti.

"Biraz uyusam daha iyi hissederim Kiraz." Bana sırtını döndüğünde hissetmem gerekip gerekmediğini bilmediğim vicdan azabı dört bir yanımı sardı.

"Öyle değil!" Panikle ona doğru bir kaç adım attım. Dizlerimin üzerinde yatağa çıkıp üzerine eğildim. Omzundan tutup bana bakması için onu çevirmek istediğimde başını daha da yastığa çevirdi. "Bunu ileride senden ayrılmak istediğim için falan söylemiyorum!" İçini rahatlatacağını umduğum sözlerimin üzerinde dudaklarından bir 'hah' nidası döküldü.

"Anlıyorum." Titreyen sesi ile bir şeyler adeta ses çıkararak içimde kırıldı. "Biraz uyuyayım ne olur." Dedi ardından. Ellerimi yorgun bir şekilde omuzlarından çektim.

Ne yacağımı bilemeyerek bir ona bir odaya bakıyor, ağlama isteğimle başa çıkmaya çalışıyordum.

En sonunda derin bir nefes aldım.

"Ben ekmek almaya gidiyorum." Dedim gözüm mutfağa takılınca. "Lütfen ben gelene kadar sadece uyu." Bana sırtının dönük olduğu tarafta üzerime eşofman takımımı geçirdim.

Gerginlikten titreyen ellerimle dün gece mutfakta bıraktığım çantamdan bir miktar para alıp, yatağın etrafında dolanarak Rüzgar'ın önüne çıktım. Gözleri kapalı, sıkıca yorgana sarılmıştı.

Eğilip dudaklarımı sıcak yanağına uzun uzun bastırdım. Aldığı nefesler yavaşlayıp bir düzene girince rahatlayarak geri çekildim.

"Sadece korkuyorum." Dedim uyumadığını bilerek. Böylesine yorucu bir konulma uyku getirmez kaçırırdı çünkü... Elimi kaldırıp saçlarını hafifçe dokundum. "Benim için buraya gelmen inanılmaz iyi hissettiriyor. Hiç kimse benim için bu kadar büyük bir şeyini feda etmemişti. Bu yüzden korkuyorum işte. İleride belki de hiçbir sebep yokken benden sıkılacaksın. O zaman beni bunun için suçlamaz mısın?" Altları hastalıktan kızarmış gözleri aralanıp beni buldu.

Elini yorganın içinden çıkarıp saçlarının arasındaki elimi yakaladı. Avuç içimi yumuşak bir öpücükle gıdıkladığında istemsizce gülümsedim.

"Öyle bir şey olmayacak. Ama eğer olursa..." Tüm ciddiyeti ile yüzüme baktı. "Beni insanların içinde rezil etmekte çekinme."

Kıkırdamaktan kendimi alamayıp ondan ayrılarak ayağa kalktım.

Sadece bir kaç dakika öncesine göre aramız oldukça düzelmişti. Konuşulacak, düşünülecek şeyler vardı. Fakat endişeli hissetmiyordum. Tüm gece içimi yiyen terk edilme ve yalnızlık korkum çoktan inzivaya çekilmişti.

Birazcık yalnız kalmak istediğini bilerek sessizce odadan çıkıp lobiye ilerledim. Kimseyle karşılaşmamak bugünün şansıydı.

Caddenin aşağısına yürürken suratımda bana eşlik eden aptal gülümseme yüzünden deli gibi gözüktüğüme emindim. Ama umurumda değildi. Beni bekleyen hasta bir adam vardı.

Sipariş verirken gözüme takılan cıvıl cıvıl caddeler ile heyecanım kabardı.

Yani...

Biz şimdi...

Dört ay boyunca İtalya'da, bir otelde, aynı odada, birlikte mi kalacaktık?

Eğlenceli olacaktı.

***
"Kalk hadi." Yorganı hafifçe çekiştirerek onu huzursuz ettiğimde ağız dolusu homurdandı. "Hadi yemek hazırladım ama!" Bir kez daha şansımı denediğimde bileğimi beklenmedik bir şekilde yakalamış, hasta olduğu için kaybettiğini düşündüğüm bir kuvvetle bedenimi kendine çekmişti.

Yatağa yüzüstü düştüğümde yaşadığım şok gözlerimin kocaman açılmasına sebep olsa bile Rüzgar kalkmama izin vermeyerek bana sıkı sıkı sarıldı.

Odaya döneli belki bir kaç saat olmuştu. Fakat Rüzgar'ın fazla huzurlu gözüken uykusu büyük bir uyuşuklukla kahvaltı hazırlamamı sağlayarak ona vakit kazandırmıştı.

"Kalkmalıyız." Dedim gülerek göğsüne vurup. Beni doğal bir şekilde duymazdan geldi. "Ben ciddiyim."

"Sanmıyorum." Başımı göğsünden kaldırıp alttan alttan kapalı gözlerine bakınca sırıttığını gördüm. "Bence günlerce bu yataktan çıkmamalıyız."

"Yarın işe gideceğim." Diyerek bizi bekleyen gerçeği yüzüme vurdum.

"Bende." Uykulu olduğu için ne söylediğini bilmediğini düşündüm. Fakat gülümsemeyen ifadesi oldukça ciddiydi.

"İş mi buldun?"

"Daha değil." Konuşmaktan hoşlanmamış gibi belimdeki elini yukarı çıkarıp başımın arkasına bastırdı.

"Bence bana anlatabilirsin..." Dedim sitemle. Derin bir nefes aldığında elimin altındaki omzu sertçe kalkıp indi.

"Bilmiyorum gelmeden önce bir kaç iş ilanına bakmıştım. Referans mektuplarım zaten hazır. Birinci şef olmasam bile kötü sayılmayacak bir yerde iyi bir iş yapacağıma eminim." Bir kaç saat önceki sohbetimizde ona söylediğim şeylere karşılık sarf ettiği bu laflar sinirlenerek omzuna vurmama sebep oldu.

"Benimle böyle konuşma."

Kıkırdayarak saçlarımın arasına dudaklarını bastırdı.

"Ne yapayım..." Derin bir iç çekti. "Çok seviyorum bu halini."

Utanarak başımı göğsüne gömmeme itiraz etmedi. Aksine daha sıkı sardı kollarını.

"Nerelere bakacaksın peki?" Dedim konuyu değişmek için.

"Çok fazla tercih yapma lüksüm yok. Fakat italyan mutfağı olursa çok iyi olur. Bu kadar yol gelmişken yerinde öğrenmek daha sonrası için avantajlı hem." Düşünceli bir şekilde mırıldandı.

"Geçen ay çalıştığım restoran çok güzeldi. Fakat eleman açıkları var mı emin değilim." Düşünceli bir şekilde geri çekilip yüzüne baktım.

"Şimdi çalıştığın restoran peki?" Hınzır bir gülümseme ile başını eğdi. "Benimle tekrar çalışmak istemez misin?"

Bu düşünce bile resmen aklımı başımdan almıştı. Aynı mutfakta, aynı tezgahta, aynı yemeği yapmak...

Sadece iki ay önce o durumda olsak dahi tarihten önce bir dönemde kalmış gibiydi...

"Keşke..." Diyebildim sadece.

"Neyse." Sonunda yatakta biraz doğruldu. Beni de belimden kavrayarak hafifçe kaldırmıştı. "Ne de olsa geri dönünce aynı yerde çalışacağız."

Heyecanla gülümsemekten kendimi alamadım.

"Kahvaltı yapmalısın. Kalk hadi." Sadece bir an için kollarını bana daha sıkı dolamaya çalışsa bile ondan kurtulmak zor değildi. Bana kırgın bakışlarını attığı sırada valizinden kıyafetlerini çıkarıp ona fırlattım.

"Bir dakika..." Ben mutfak kısmına ilerlerken dalgınca konuştu. "Benim üzerimi kim değişti."

Çayın altını yakarken alt dudağımı utanarak ısırdım.

"Sen..." Dedim uzatarak. "Hatırlamıyor musun?" Gülmemek için yanağımın içini ısırsam dahi ses tonumdaki değişimi fark etmiş olacak ki kıkırdadı.

"Doğru..." Dedi üstüme gelmeyerek. İçeriden gelen hışırtılardan üstünü değiştiğini anladım. Beni şaşırtacak kadar hızlı kalkmıştı...

Soğumaması için ılık tavanın içinde bıraktığım krepleri tabaklayıp masaya döndüm. Bir yandan da ilaçlarını bulup kahvaltı sonrası içmesi için hazır ettim. İştahı olmadığını tahmin ettiğimden sevdiği kahvaltılıkları önüne dizip ağır bir gece geçirdiği içinde akşamdan kalma çayını fincanına doldurdum.

Dün gece bana gelen mesaja kadar gündemimiz oldukça farklı olduğunu fark ettim. Bu pekte iyi bir yol olmasa bile Daniel aptalını kısa süreliğine unutmamı sağlamıştı. Fakat şimdi bileğimdeki ufak kızarıklıkları görmek her şeyi tüm çıplaklığı ile önüme sermişti.

Silkelenerek tüm kötü düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Fakat tam bu sırada belime yerleşen büyük el kısa bir çığlık atmama sebep oldu.

Rüzgar kocaman gözlerle bana bakarken anlık bir refleks ile ondan uzaklaştığım için eli havada kalmıştı.

"Üzgünüm. Bir an şaşırdım sadece." Kendime gelmeye çalıştığım o bir kaç saniyede ona yaklaştım.

Rüzgar'ın şaşkın bakışları yavaşça silinip yerini yumuşak bir ifadeye bıraktı. Hafif kısılmış gözleri ve kıvrılmış dudakları ile elini tutmam için bana uzattı.

Tereddütsüz tuttuğunda saatlerdir nefesini tutuyormuş gibi omuzları aşağı indi.

"Bazen beni fazla şaşırtıyorsun." Gözleri orada olduklarını biliyormuşçasına bileğimdeki izlere kaydı. Ardından tek yaptığı öfkeli bir nefes alıp bileğimin içine dudaklarını bastırmaktı...

Bu ince dokunuş ile nefesim genzimde tıkalı kaldı. Ne yapacağını merakla seyrederek, ve belki biraz beklenti ile, havaya kaldırdığı elimi çenesine koydum. Gözleri anında faltaşı gibi açılıp hevesle gözlerime baktı.

Geriye doğru attığı bir adımla bacakları sandalye ile buluşmuştu. Zaten bunu istiyormuş gibi hızla oturup beni üzerine çekmeye çalıştı.

"Ağırım..." Dedim çekinerek. Fakat bir sonraki hamlesi çoktan sesimi kesmişti. Yanağındaki elime sarılı eli ile beni ustaca yönlendirip parmaklarımı dudaklarına değdirdi.

Her zaman öpmeyi sevdiğim, çıkan her bir sözü merakla dinlediğim, o bayıldığım yakışıklı yüzüne oldukça yakıştığını düşündüğüm dudaklar temas ile hafifçe aralandı.

Gözlerim o tarafa kaydığında, yani dikkatim dağıldığında, beni daha kuvvetli kendine çekti. Bu sefer direnemeyip bacaklarım bacak arasından geçecek şekilde dizine oturdum. Boştaki eli daha deminki aşırı tepkimden dolayı belki biraz ürkerek belime sarıldı.

Onu teşvik eden ise omzuna ağır ağır tırmanan elimdi.

Boynuna sıkı sıkı sarılıp uzun süreceğini umduğum öpücük için kendimi hazırladım. Fakat Rüzgar'ın tek yaptığı alaycı bakışlar ile dudaklarıma bakmaktı.

Bunun hayal gücümün bir parçası olup olmadığını bilmesemde kısık gözlerindeki şehvet sadece yutkunmama sebep oldu. Daha fazla dayanamayarak gözlerimi kapatıp başımı eğdim.

Günlerdir bu anı bekliyormuş gibi dudakları aralanan Rüzgar beni büyük bir açlık ile kabul ettiği. Öpücüğü başlatan ben olsam bile dudakları alt dudağımı aniden kavramıştı. Arada bir hissettiğim dili ve dişleri beklenmedik iniltilerin genzimde yükselmesine sebep oluyordu. Ve Rüzgar bundan hoşnutmuş gibi gittikçe canımı acıtmak için çabalıyordu.

Belimdeki elinin baskısı artarak etimi sıktı. Geniş parmaklarının rahatça kavradığı ince belim hoşuna gitmiş gibi hırıltılı bir sesle mırıldandı.

Damağımda hissettiğim dilinin baskısı ile nefesim kesilince diğerlerinden farklı bir ses çıkarmam ile hızla geri çekilmişti. Gözlerimi açmaya cesaret edemeyerek sadece başımı eğdim.

Derin nefesler aldığını duyabildiğim Rüzgar yanağını yanağıma yaslayarak dudaklarını kulak hizzama getirdi.

"Hasta olacaksın." Diye fısıldadı. Ortamın havasını tamamen bozan cümle içinde bulunduğum durumun farkına varıp, kızarmama sebep oldu.

"Grip değilsin ya..." Ne zaman oraya götürdüğümü bilmediğim ellerimi ensesinden ayırıp yavaşça ayağa kalktım. Gözlerimi sonunda aralayabildiğimde ise pekte parlak olmayan ışık gözlerimi almıştı.

"Doğru." Rüzgar dakikalar önce yapığı gibi üzerime gelmeyi kesip tabağına yönelince rahat bir nefes aldım.

Onu uyandırmadan hemen önce daha fazla dayanamayıp karnımı doyurduğum için ona eşlik etmek adına sadece çay aldım.

"İlaçlarını içtikten sonra ateşin düşmezse hastaneye gideriz." Rüzgar homurdanacak gibi olsa da ellerimi kaldırıp umursamaz bir tavır takınınca konuşmaktan vazgeçmişti. "Bu küçük oda da sana ne kadar iyi bakabilirim emin değilim."

"Bence oldukça iyisin. Özellikle uyandırma servisin." Bir kaç dakika önce sarmaş dolaş yattığımız yatağı başı ile işaret etti. "Oldukça etkili." Bugün beni utandırmaya yemin etmiş gibi kurduğu cümleler üzerine yalnızca başımı eğdim.

"Kiraz ya..." Ben sessizliğimi sürdürünce ses tonunu değiştirerek pekte hoşuma gitmeyecek şeylerden konuşmaya başladı. "Çok kızmadın de mi bana?"

Dudaklarımdan hızlı bir reddetme sesi çıktı. Bu kadar hızlı cevap almak bile aslında içini rahatlatmıştı. Fakat konuşacak çok şey olduğu için bu konuyu böylece kapatmayı ikimizde istememiştik.

"Sadece şaşkınım hala. Babam, annem, Uzay hatta Barbaros'tan bile görmediğim bir fedakarlıkta bu. Ve ister istemez omuzlarıma bir yük binmiş gibi hissediyorum." Sanki ağırlık taşımaktan yorulmuş gibi omuzlarımı ovuşturdum.

Rüzgar, Barbaros'un adının geçmesi ile birlikte biraz gerilmiş, yemek yemeyi kesip elimi tutmakta acele etmişti. Muhtemelen ağrıyan boğazından dolayı pek olmayan iştahı şimdiden yok olmuş gibiydi.

Ellerime kısa kısa bir sürü öpücük bırakırken gözlerini kapatmıştı. İçi gidiyormuş gibi aldığı nefesler ise göğsümde bir şeylerin çırpınmasına sebep olmuştu.

O benim sevgilimdi, Rüzgar'ımdı. Yine de yaptığı herhangi bir hareket her seferinde kalp ritminde belirgin bir bozukluğa sebep oluyordu. Artık alışmam lazımdı.

"Asla öyle düşünme. Buraya gelende benim istifa edende. Öyle bir şey olacağını sanmasamda ileride bundan pişman olursam eğer tek sorumlusu yine ben olurum." İçimi rahatlatmak ister gibi sıcak bir gülümseme sundu. "Hem iş bulmak şu dönemde pekte sorun olmayacak. Yani bunu benim ufak tatilim olarak düşün."

"Dört ay..." Onu tiye aldığımda gözlerini devirdi.

"Birlikte, bambaşka bir ülkede, yalnızca ikimizin olacağı bir dört ay." Sözleri ister istemez sırıtmama sebep olmuştu.

"Sen nereden öğrendin bu arada?" Daha yeni aklına gelmiş gibi kaşlarını çatıp başını kaldırmıştı.

Çayımı içmek için ellerimi çektiğimde itiraz etmedi.

Vakit kazanabilmek için uzun uzun bir kaç yudum aldım. Gerçeği anlatmak istesem bile içim garip bir şekilse huzursuzdu. Artık okula giden küçük çocuklar olmadığımız için İpek'i ona anlatmak oldukça çocukça geliyordu.

Öte yandan ondan bir daha bir şey saklamayacağımı söylemiştim... Bunu düşünmek ani bir şekilde dudaklarımı aralamama sebep olmuştu.

"Dün gece ateşini düşürmek için uyanık kaldığım sırada bir mesaj geldi." Tepkisini görmek için gözlerimi zar zor masadan çektim. Açık kahveleri hafifçe kısılmış gerçeği öğrenebilmek için dikkatle bana bakıyordu.

"Görebilir miyim?" Dedi ben sessizliği gereksiz uzatınca. Bu fikrinin her şeyi daha kolay açıklamama yardım edeceğini düşünerek ayağa kalkıp içeri girdim. Rüzgar'da bu sırada ilaçlarını paketlerinden çıkarıyordu.

Çantamdan hızla telefonumu kapıp yanına döndüğümde şifresini bildiği telefona hızlıca girdi.

Gördüğü mesajlar ile yüzü an ve an allak bullak olmuştu. Sonunda tam bana uzatacakken sinirden köpürür gibi bir hali vardı.

"Bir şeye daha bakabilir miyim?" Dedi tam elimi uzatırken. Sadece başımı salladım. Fakat merakla öne eğilmekten de kendimi alamadım.

En son haftalar önce mesajlaştığım Daniel ile olan sohbete girdiğinde kaşlarımı çattım.

"Sadece onun sana karşı olan tavırlarını merak ediyorum. Sana güvenmediğimden değil." Bana bakmasa bile ifademdeki değişikliği fark etmiş gibi hızla açıklamıştı.

"Şu aptallar..." Sonunda işi bitince telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktı. Tadı oldukça kaçmış gibiydi.

"İpek ilk başta yazınca ona inanmamıştım. Bu yüzden Tuna'yı aradım."

"Gecenin bir vakti?" Hiç hoşnut değilmiş gibi kaşlarını çatmıştı.

"O sırada ne kadar gergin olduğumu bilmiyorsun. Yazan kişi İpek bile olsa paniklemiştim." Diyerek kendimi savundum. "Hem İpek senin hayatına nasıl bu kadar hakim?" Konuyu bir anda değişip okları ona çevirince ifadesi hızla yumuşadı.

"Sen gittikten sonra sadece bir kez görüştük."

Pekala.

Olmaması gerekse bile aklımdaki milyonlarca korkunç senaryo kalbimin korku ile atmasına sebep olmuştu.

Aralarında bir şey olmadığına da emindim. Fakat nasıl ki Daniel beni şaşırttıysa o da bunu yapabilirdi...

"Buraya gelmeden önce, havaalanında." Gözlerimden ne düşündüğümü anlamış gibi açıklamaya başladı. "Nereden öğrendiğini bilmesemde istifa ettiğimin haberini alıp, beni gitmemem için ikna etmeye gelmişti." Bu onu oldukça eğlendirmiş gibi acımasız bir şekilde güldü.

"Sen ne söyledin?" Normal bir şeyden konuşur gibi rahat davranmaya çalışmam sırıtmasına sebep oldu.

"Aw, bebeğim... Kıskandın mı?" Dirseklerini tezgaha yaslayarak öne eğildi. Ne kadar neşeli gözüktüğünü fark etmesem ona kızabilirdim. Ancak onu kıskanmam fikri besbelli hoşuna gitmişti. Bunu yalanlayarak onu üzmeme pekte gerek yoktu.

"Belki..." Başımı diğer tarafa çevirerek mutfaktan tarafa baktım.

"Hadi ama," kolumdan beni çekiştirerek ona bakmamı istedi. "Bu nadir gördüğüm bir şey."

Gülümsememi saklayamayıp tekrardan ona döndüm.

"Sadece o kızdan pek hoşlanmıyorum."

"Kıskanç."

"Yalnızca tuvaletteki sözleri yüzünden."

"Ödün kopuyor var ya."

"Senin kopmuyor mu?" Okları hızla ona çevirdim. "Restoranda bir ziyaretçim olunca gelen kişi Barbaros diye dibimden ayrılmamak için kırk takla atmıyor musun?" 

Gülümsemesi yavaşça silinirken ifadesinde tehlikeli bir şeyler vardı. İç ürperten şeyler...

"Hiç inkar etmedim." Dedi gururla. Ben şaşkınlıkla ona bakarken o ayağa kalkıp tabağını lavaboya götürdü.

"Dur ben hallederim." Ne konuştuğumuzu tamamen unutup bir ok gibi yerimden fırladım. Rüzgar ilk başta itiraz ederek masayı temizlemeye çalışsa bile en sonunda dinlenme fikri daha cazip gelmiş, ayaklarını sürüyerek yatağa geri dönmüştü.

"Bugün film izleyelim mi?" Aceleci bir temizlik sonrası yanına döndüğümde beklenti ile bana bakmıştı.

"O da nereden çıktı?" Gerçekten şaşırarak suratına baktığımda omuz silkti. Bir keresinde film izlemeyi sadece sinemada sevdiğini söylemişti. İtalya'da zar zor anlayacağımız bir sinemaaya gitmek ise biraz saçmaydı.

"Çaresiz bir şekilde senin gelmen için günleri sayarken çok istediğim bir film vizyona girmişti. Sen yoksun diye gitmekte içimden gelmemişti. İzleyemez miyiz?"

"Fark etmez." Düşündüğümün aksine dışarıda gezecek kadar iyileşmediği için tüm gün bu odada takılacaktık zaten. Bir film pekte vaktimizi çalmazdı.

Rüzgar telefonundan hevesle filmi açarken sessiz bir şekilde yana kayıp bana yer açmıştı. Bunu o kadar doğal bir şey yapar gibi yapmıştı ki gülümsememe engel olamayarak ona sırnaşmakta acele ettim.

Bir eli belime yerleşip beni göğsüne çekti. Diğer elinde telefon vardı.

İlk başlarda onunda fark edip etmediğini merak ederek fazla yakın olduğumuzu düşünmekten filmi biraz kaçırdım. Ardından haftalardır ister istemez yorulduğum için bu kısa mola anını değerlendirerek rahatlamaya başladım.

Oldukça dinlendirici bir romantik komedi seçmişti bizim için. Ve tabiki bu tarz filmlerin olmazsa olmazı dramatik bir sona da sahipti. İzlerken fark etmediğiniz fakat bittikten sonra içinizi hoş eden filmler hani...

Filmin bitmesine dakikalar kala tamda böyle hissettiğimi düşündüğüm an Rüzgar'ın göğsü sert bir nefesle kalkıp indi. Dudakları şakaklarıma ilişirkense beni uzun uzun öptü.

Vay be. Demek bilmediğim bir yönü daha vardı. Romantik komedi de bile duygusallaşma potansiyeli...

Bu temas filmi görmezden gelip ona uzanmama sebep oldu.

"İyi misin?" Alaycı olmamaya dikkat ederek sorduğum soru üzerine kıkırdadı.

"Elbette. Sadece seni hissetmek hoşuma gidiyor." Belimdeki parmaklarının tutuşu biraz daha sıkılaştı.

Filmin bitiş jeneriği ile giren müzikle beraber telefonu hızlıca kapatıp o elini de bana sardı. Tam olarak olmasa bile üzerinde sayılırdım. Üst vücudum göğsüne yayılmıştı. Üstten bir bakış ve kısık gözlerle bana bakıyordu. Uyuyakalmak üzere gibi bir hali vardı...

"Ben bir şey fark ettim." Çocuk gibi mızırdanarak gözlerimi ondan kaçırıp boynuna indirdiğimde, ciddileşerek doğrulacak gibi oldu. Fakat göğsüne ellerimi bastırarak tekrardan yatmasını sağladım.

"Bana artık hiç Kiraz'ım demiyorsun." Bir kaç saniye süren sessizliği bozan ufak kıkırtısı oldu.

Ardından ise pekte beklemediğim bir şey oldu. Yatakta bir anda ters döndüm. Rüzgar elleriyle iki yanımdan yastıklara tutunurken ben kocaman gözlerle ona bakıyordum. Bacaklarını iki yana açmış ağırlığını üzerime vermemek için çabalıyordu.

Bugün zaten geç kalkmış bir de üstüne birkaç saat daha uyumuştu. Üstüne izlediğimiz film ise zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmeme engel olmuştu. Ancak şimdi yan profilinin üzerine düşen turuncu güneş ışığını görmek havanın kararmakta olduğunu anlamama yetmişti.

Gözlerimi utanarak kaçırmak istediğimde ise gördüğüm bir diğer şey biraz ateşlendiği için nemlenmiş köprücük kemiğiydi...

Sertçe yutkundum.

"Bunu sana daha önce söyledim mi emin değilim..." Hafifçe eğilerek burnunu yanağıma sürttü. "Fakat söylediysem bile tekrar edeyim ki güzelce anla." Bir elini kaldırıp saç tutamlarımı usul usul geriye attı. Dokunuşları o kadar hafifti ki bu neredeyse canımı yakıyordu. "Ben sensiz bir hayat artık düşünemiyorum. Sen buna ister aşk ister başka bir şey de. Benim tek bildiğim bir yıldan da kısa bir sürede beni kendine fazla bağladığın."  Benden bir yanıt bekler gibi bir kaç saniye sessizleşti. Fakat benim nutkum tutulmuştu.

Ona söylemek istediğim çok fazla şey vardı. Fakat bunları dile getirebilecek tek bir kelimem bile yoktu.

"Bir şey söylemen gerekmiyor." Dedi derdimi anlamış gibi. Fakat az da olsa bozulduğunu biliyordum.

"Sadece konuşamıyorum." Ne zaman tutmaya başladığımı bilmediğim nefesim dudaklarımdan usulca dışarı çıktı. "Seni seviyorum. Seni yanımdayken dahi özlüyorum. Seni kıskanıyorum ve beni kıskanmanı seviyorum. Ben yanında değilim diye hayatını ertlemen bile bencilce olsa dahi hoşuma gidiyor. Benim için buraya gelmen ise..." Daha fazla devam edemeyerek başımı iki yana salladım.

Yüzünün sadece sağ tarafına vuran turuncu ışık ile daha da parlayan kahverengi hareler pekte iyi konuşamadığımı düşündüğüm sözlerimle alev alev olmuştu.

"Kiraz'ım..." Dedi uzun uzun. Bu sırada yüzü biraz daha yüzüme eğilmişti. Dudakları artık ince ince dudaklarımı okşarken elleri yerine dirseklerini yastığa yasladı. Bu çok çok çok daha fazla yakın olmamıza sebep olmuştu. Ve bu da içimdeki o garip hissi açığa çıkarmıştı.

"Seni asla bırakmayacağım." Zar zor duyduğum bir sesle fısıldadı.

"Ve bende bundan asla şikayet etmeyeceğim." Dudaklarım aralanmadan önce hızla cevabımı verdim.

Sonunda dudakları dudaklarımda soluklanıp diğerlerinin aksine daha tehlikeli bir şekilde beni öpmeye başladığında ellerim büyük bir açlıkla onun ensesine tırmandı. Yer yer çekiştirerek ondan boğuk iniltiler çaldığım saçlarının arasına parmaklarımı daldırdım.

Onunda bir eli çeneme yerleşmiş beni sertçe öpüyordu. Dişleri ile alt dudağımı yakalayıp sertçe ısırdığında boğazımdan yükselen ses ile bedeni bedenime çarptı.

Aniden zihnimde beliren bir kaç fikir bile aklımı başımdan almıştı.

Normalden daha hassas bir halde olduğumdan sessiz kalmak için çabalasamda bu dünya üzerinde ki en zor işti herhalde.

Sonunda geri çekilen taraf ise o oldu.

Tabi öpücüğümüzü kesmesi üzerimden kalktığı anlamına gelmiyordu. Dudakları yanağımda ıslak bir yol çizerek çeneme iniyordu. Boynuma yakın bir noktaya değdiğinde bir elimin işaret ve orta parmağını ısırdım.

Rüzgar bunu fark etmiş gibi hızla geri çekildiğinde tüm ciddiyeti ile yüzüme baktı. Bunu aralamakta zorlandığım gözlerimin altından gördüm. Ve bunu yapmaması için ona yalvarmak istediğimi fark ettim...

Parmakları nazikçe bileğime sarılıp elimi dudaklarımın üzerinden çekmek istedi. Islandığı için parlamış dudaklarının dokunuşu artık üzerimde olmadığı için gevşeyerek buna izin verdim.

Tekrardan çektiği eli ise bu sefer usulca tişörtümün altından belime sızmakla meşguldü. Sadece parmağının ucu ile yaptığı bu dokunuş tüm vücudumda adeta bir elektrik dalgasının yayılmasına sebep olmuştu. Tüylerim diken diken olurken sertçe yutkundum. Bu gözlerinin tekrardan boynuma ilişmesine sebep oldu.

"Bekle..." Diyebildim nefes alabildiğimi hissettiğim ilk an. Kaşları anında endişe ile çatılmıştı. Hissettiği tüm tutku bir toz bulutu misali havaya dağılmış, belimdeki sıcak dokunuşunu geri çekmişti. Rahatsız olduğumu düşündüğü içinde aramızdaki milimlik mesafeyi arttırdı. Ancak yine de üzerimden kalkmadı.

"İyi misin?" Tüm endişesine rağmen bunu neden söylediğimi merak ederek gözlerime bakmaya çalıştı. Fakat benim tek yapabildiğim başımı yan çevirip gözlerimi kapamaktı.

"Evet iyiyim. Üzgünüm..." Dakikalar içerisinde artan nabzımdan dolayı kısık çıkan sesim üzerine dudaklarını saçlarımın üzerine bastırmıştı.

"Saçmalama. Sen ne zaman istersen."

Rahatsız olmamam için üzerinden kalkacağı sırada sözlerinden beni yanlış anladığını anlayıp bileğinden yakaladım. Ve sözler ben yeterince düşünemeden dudaklarımdan döküldü...

"Bende istiyorum! Ama hava hala aydınlık ve..." Yanaklarım alev alev yanmaya başlarken onu üzerime çektiğimin yeni farkına vararak alnıma vurma isteğimle savaşmaya çalıştım. Fakat Rüzgar bunu pek fark etmemiş gibi hala aynı ciddiyetle bana bakıyordu.

"Tek sorun bu mu?" Dedi bir kez daha anlamaya çalışarak.

"Yalnızca utanıyorum. Ne de olsa..." Bununona söylerken çekinmemem gerektiğini bilsemde söylediğim, söyleyeceğim her kelime adeta dilimi damağımı kurutmuştu. "Ne de olsa ilk seferimiz ve utanıyorum işte."

Tepkisini görmemek için yan çevirdiğim başım onun nazik dokunuşu ile tekrardan ona döndü. Yüzünde yumuşak bir ifade ile eğilip kısa, ıslak bir öpücüğü bana verdi.

"Hava kararıyor." Dedi hafifçe gülümseyerek. Bu gülümsemesi iç rahatlatacak bile olsa sözleri gerginlikle başımı sallamama sebep olmuştu. "Yine de beklemek istemiyorum." Burnunu şakağıma değdirip saçlarımın arasında derin nefesler aldı. Benimde burnuma artık onunla oldukça özdeşleştirdiğim o ferah koku gelmişti.

Sözlerinden dolayı mıydı emin değildim. Fakat ilk defa bu kadar etkileyici koktuğunu düşünmekten kendimi alamamıştım.

"Söz veriyorum utanacağın herhangi bir şey olmayacak." Daha önce verdiği hiçbir sözde de bu kadar ciddi olmadığına emin gibiydim.

Hayır dersem bana bir süreliğine, nezaketen, sarılmak için bile yaklaşmayacağına emindim. İlk adımı daha sonrasında hep benden bekleyecekti. Evet demek ise şuan en cazip cevaptı.

Onu istediğimi biliyordum. Buraya geldiğinden beri öpücüklerin yeterli olmadığını fark etmiştim zaten. Yine de biriyle ilk kez bu kadar ileri gideceğim bir diğer gerçekti... Barbaros ile çok kısa bir dönem birlikteliğimiz olmuştu. Onda da masum öpücüklerden öteye gitmek istememiştim. Bu şimdi düşününce verdiğim mantıklı kararlardan biriydi. Fakat Rüzgar onunla asla aynı kefe de değildi.

Bunu düşünmek kararlı bir şekilde gözlerine bakmama sebep oldu. Benden hala bir cevap bekleyerek biraz geri çekildi.

Gözgöze geldiğimizde bundan ilk kez bu kadar emin olarak başımı öne uzattım. Ne istediğimi anlayıp eğilerek dudaklarını dudaklarıma çarptı. Kapanan gözlerim ve tişörtünün eteklerine ilişen parmaklarım ile istediği cevabı almış, elini tekrardan çıplak tenime atmıştı.

Tişörtünü çıkarmak için kısaca doğrulup geri eğildiğinde ise bu sefer kendinden daha emin bir şekilde boynuma sokuldu. İki dudağının arasından sızan dili tenime temas ettiği an inledim.

Ellerim çıplak omuzlarına sarılırken o tüm hareketlerini hissettirecek bir yavaşlıkla üzerimdeki bluzu sıyırmaya başladı.

Evet.

Bu verdiğim en doğru karardı.

***
Ben demin ne yazdım?????

Duygularınız, düşünceleriniz, eleştirileriniz?

Ve ayrıca...

Bugünün geleceğini biliyordum ama kendimi pek hazırlamamıştım sanırım...

Şey...

Finale son üç bölüm.

继续阅读

You'll Also Like

2.2M 120K 128
İki düşman mahalle. Lodos ve Samyeli. İki düşman mahallenin iki ayrı reisi. İnsanlara göre sıradan bir şey gibi gelsede onlara göre reislik y...
5.2K 392 16
Eylül: Kimsin sen 05*: Zevcin olacak kişi Eylül adlı kişi tarafından engellendiniz
19.5M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
3.6M 221K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...