BEYAZ LEKE

By asliaarslan

31.4M 1.8M 7.1M

Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk a... More

BEYAZ LEKE
1. MAHKUMİYET
2. SUÇ KRALI
3. SİYAH ELDİVENLER
4. İLK TEMAS
5. SEVGİLİ MÜVEKKİLİM
6. GÖKYÜZÜ, GÜNEŞ ve HAYALLER
7. İKİ DAKİKA ON YEDİ SANİYE
8. RÜYALAR ALEMİ ve GERÇEK DÜNYA
9. DÜŞEN MASKELER
10. MAHKEME
11. SAVAŞ ÇANLARI
12. HER GÖZYAŞI BİR YANGIN
13. SAVAŞA RAĞMEN
14. ZAAFLAR ve TERCİHLER
15. SON İKİ DİLEK
16. ZEHİRLİ URGAN
17. DÖNÜM NOKTASI
19. YİRMİ DOKUZUNCU KİŞİ
20. ON OCAK MİLADI
21. FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK
22. FIRTINA
23. FEDA
24. KURUCU ve LİDER
25. KAYIPLAR
26. SAÇ TELİNDEN URGAN
27. SUÇ KRALI ve KRALİÇESİ
28. TUTKUNUN NOTALARI
29. DENİZ KIZI
30. AYNANIN İKİ YÜZÜ
31. ON ALTI SAAT YİRMİ DOKUZ DAKİKA
32. YÜZÜK
33. HAYAL SAVAŞÇILARI
34. ONURLU BİR ADAMIN KIZI
35. DAVET
36. ZAMANA KARŞI
37. SÖZLER ve YEMİNLER

18. KAR KRALİÇESİ ve ATEŞ KRALI

949K 59.8K 291K
By asliaarslan

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu? Öpücükler.

Bu kitapta geçen kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir.

Keyifli Okumalar!

Şarkılar: Strange Entity, Oscar And The Wolf
Rahatsız Vals, Son Feci Bisiklet
Beach House, Space Song

8 sene öncesi...

Müzik seslerinin hiç susmadığı, insanların doyasıya dans edebildiği, düşüncelerin daha rahat ifade edildiği, azınlıkların sesinin o kadar da yükselmediği bir zamandı.

Gençler, gerçekten gençti; gençliklerini yaşayabilecek kadar.

Fakat statüler, seviye farkları, ayrımlar başlamıştı. Öyle ki bulundukları bar sadece ülkenin ileri gelen iş insanları, milletvekilleri, Başkanlar, Bakanlar ve onların aileleri için ayrılmış bir yerdi. Halktan insanların karışmama nedeni, her türlü yasal olmayan işlerin o barda gerçekleştiğinden ötürüydü.

Sol tarafta kendisini kumara vurmuş milletvekillerini görebildiniz, sağ tarafta evli oldukları halde başka kadınlarla gününü gün eden iş insanlarını da. O bardan sır çıkmazdı, telefonlar bara girmeden önce alınırdı, fotoğraf çekimleri katiyen yasaktı. Konuşulsa bile kanıtsız olunduğu için iftira olarak kalırdı. Bütün bunların dışında barda o güne özel bir maskeli balo vardı, yılbaşı için. Kimileri kostümlerle gelmişti, kimileri takım elbiseleriyle, kimileri de iş kıyafetleriyle ama herkesin yüzünde bir maske yer alıyordu. Gece on ikiyi vurduğunda ve yeni seneye girildiğinde herkes maskelerini çıkaracak ve köşedeki ateşin içine atacaklardı. Bunun anlamı yeni senede, dürüstlüğün galip geleceği, herkesin kendi yüzleriyle gerçekleri konuşacağıydı.

Elbette ki bu sadece bir şovdu, o bardaki birçok insan, dürüstlüğe oldukça uzaktı.

Ve seneler sonra o bar, BL örgütü tarafından fişlenene kadar açık kalacaktı. Birçok milletvekili, iş insanı kanıtlarla beraber gerçek maskeleri düştüğü için ya ülkeyi terk etmişlerdi ya da tutuklanmışlardı.

Yeni yıla saatler kalmıştı. Giray Pusat Çeviker ve Tugay Demir Çeviker o barda, yeni yılın gelişini kutlayacaklardı. Normal şartlarda Giray için her gün yeni yıl tadındaydı, yüksek ses müzikten, dans etmekten, sarhoş olup bir kaldırımda uyuklamaktan keyif alırdı ama aynısı ikizi Tugay için geçerli değildi.

Soğuk ya da eğlenceli bir adam olmadığından dolayı değildi, yüksek sesten hoşlanmıyordu, alkolün aklını bulandırdığını düşünüyordu ve tanımadığı insanlarla aynı masaya otururken güven sıkıntısı yaşıyordu. Sosyalleşmek pek sevdiği bir yol değildi, çocukluğundan bu yana aşmaya çalışsa da hâlâ sıkıntılar çekebiliyordu.

Yuvarlak masada yirmiden daha fazla insan oturuyordu, kahkahalar havada uçuşuyordu ve herkesin kafası güzel sayılırdı. Gelecekte o masada oturan kişi sayısı beşe inecekti çünkü bazıları Krallık'a ilk zamanlar baş kaldırdığı için suikast sonucu öldürülecekti, bazıları da ülkeyi terk edip gideceklerdi.

"Bu şişeyi tek nefeste içmezsem sülalemi siksinler," dedi Giray kafası güzel bir şekilde gülerek. Elinde koca bardak birayı tutuyordu. "Var mı benimle iddiaya giren?"

"Giray, yeter," dedi yanındaki kız kıkırdayarak. Tugay kızı tanımıyordu, Giray yine evlenirim ben bu kızla demişti, iki gün sonra ise ayrılacaklardı. "İçmekten kör olacaksın."

"Oğlum ne cesaretsiz insanlarsınız lan," dedi masaya doğru. "Kalmış şurada yeni yıla on beş dakika, kafası normal girenin aklını sikeyim." Giray'ın gözleri açıldı, Tugay'a bakıp sırıttı, Tugay dik dik ona bakıyordu. İkisinde de siyah maskeler vardı, burunlarına kadar kapatıyordu. İkisi de simsiyah takım elbiselerini giymişlerdi, Tugay'ın gömleği beyazdı. Giray ise farklılık olsun diye maskesinin köşesine sarhoş olduktan sonra kelebek çizdirmişti çünkü kelebekler tuhaf bir şekilde en sevdiği canlılardı. "İkizim hariç tabii ki."

"İkizin pek keyif alıyor gibi değil," dedi köşedeki kız. Adı Derya'ydı, masaya oturduklarından beri gözlerini Tugay'dan alamıyordu. "Baksana, bir bardağı bile bitiremedi."

"Başım ağrıyor sadece," dedi Tugay bardağı kaldırıp Derya'nın bardağına vurarak. "Bu tür eğlenceleri pek sevmem."

"Yaşlı gibi konuştun," dedi Derya. "Hep somurtuyorsun, güldüğünü hiç görmedim." Sandalyesini çekti, elini çenesini yerleştirdi ve Tugay'a biraz daha yaklaştı. "Pilot olduğunu duydum, çok korkunç ama tehlikeli bir yandan da." Nefesini verdi, bordo maskesini düzeltti. "Neden bu mesleği seçtin? Hayalin miydi?"

Tugay, bardağın kenarıyla oynarken omzunu indirip kaldırdı. "Gökyüzünü seviyorum."

"Tek neden bu mu?"

"Sayılır." Birkaç yudum içti, cebinden sigara çıkarıp yaktı ardından Derya'ya baktı. "Sen ne iş yapıyorsun?"

Derya hevesle "Gazetecilik okuyorum," dedi. Sapsarı saçları, uzun boyu, mavi gözleri vardı. Üzerine kırmızı bir elbise giymişti, birçok kişi için fazlasıyla çekici bir kadındı. "Bir buçuk sene sonra mezun olacağım." Gözlerini kıstı. "Bir pilotla röportaj yapmak istersem sana gelirim."

Tugay, kaşlarını kaldırdı. "Yani sen biraz da kara kutu musun?" diye sordu. Derya anlamadı. "Birçok kişinin gazetelere bile verilmeyen sırları sende vardır mesela," dedi Tugay öne doğru eğilerek.

"Hem de neler neler," dedi Derya. "Bir gün istersen sana anlatabilirim." Çekimser bir şekilde ellerini masaya yerleştirdi. "Yani istersen. Sen de bana pilotluğundan, siyasilerin arka planda çevirdikleri dolaplardan söz edersin."

"Bir çıkar ilişkisi gibi oldu bu," dedi Tugay gözlerini kısarak.

Derya kahkaha attı. "Sadece seni güldürmeye çalışıyorum!"

"Sülalesini siktim bardağın!" diye haykırdı Giray masaya bırakırken ve onların konuşmasının arasına girdi. Kendisini sandalyeye bıraktığında boş bardağı havaya kaldırdı. "Dünyanın sahibi benim ulan!"

Masadakiler güldüğünde Tugay da kardeşine bakıp güldü ardından kulağına doğru eğilip "Gecenin sonunda yine bayılırsan ya da kusarsan bu kez seni kurtarmam," diye bağırdı.

Giray, sırıttı. "Hadi ama," dedi o da eğilerek. "Şu an ikimiz burada karizmalarımızla feci havalı görünüyoruz."

"Ve gecenin sonunda rezalet avanak ikizler olarak tarihe yazılıyoruz," dedi Tugay.

Giray gözlerini kıstı ardından onları izleyen Derya'ya baktı ve ikizinin kulağına eğilip "Bu kız sana aşık oldu," dedi yarı alaylı, yarı ciddi. "Bence kendini rahat bırak ve onu tam on ikide öp." Tugay, gözlerini devirdi. "Aş bunları, bak ben yakında evleneceğim, yalnız kalacaksın."

"Giray," dedi Tugay, başını iki yana sallarken. "Bunu bana on ikinci söyleyişin."

Giray, kafasını kaşıdı ardından "Tamam ben şıpsevdiyim öyle olsun," dedi lafı değiştirerek. Üzerindeki siyah gömleğin düğmeleri açılmıştı, kravatı yerdeydi, gömleğin bir tarafı dışarıdaydı. Tugay ise hâlâ oldukça düzenliydi. Kıyafetleri bile onların yaşadıkları hayatı yansıtır cinstendi. "Ama en azından şu kıza şans ver, bu hayatta gündelik karşılıklı hazlardan daha başka duygular da vardır, örneğin birinin gülüşünün bile ömrünü uzatması. Birader bunun adı aşktır." Tugay gülmeye başladı. "Vay," dedi Giray. "Ben mi kurdum bu cümleyi? Çok iyiydi."

"Aşk diye bir duygu yoktur," dedi Tugay kendinden emin bir sesle. "Varsa da benim için yok çünkü kafamda yaşattığım kadının bu dünya üzerinde bir karşılığı yok."

"Senin kafandaki kadın nasıl bir şey ya?" diye sordu Giray. "Hep aynı şeyi söylüyorsun, anlat da bilelim."

Tugay sırıtarak "Gülüşü ömrümü uzatmasın," dedi. "Gülüşü, uğruna ölebileceğimi hissettirsin." Giray gözlerini açtı, Tugay gülmeye başladı. "Bak bu da çok iyiydi, yaz bunu bir kenara."

"Yarın hemen duvarlara yazıyorum bu cümleni." İkisi de birbirlerine bakıp güldüler ardından yumruklarını birbirlerine çarptılar alayla.

"O kadarında gözüm yok, aklına kazıman yeterli."

"Bunu kafam güzel değilken bir kez daha söyle," dedi Giray ardından parmağını şaklattı. "Hatta iddiaya girelim, sen bu duyguyu yaşayacaksın, o zaman yeniden bu cümleyi bana hatırlatacaksın."

Tugay, saate baktı, yeni yıla on dakika kalmıştı, birazdan herkes birbirine sarılacaktı fakat Tugay sarılmayı pek sevmezdi. "Neyine iddiaya gireceğiz?" diye sordu.

Giray duraksadı ardından boş bardağı havaya kaldırdı. "Bir birasına," dedi ciddiyetle.

Tugay güldü. "Basit düşündün, birader," dedi sandalyeyi itekleyip ayağa kalkarken. Üzerindeki siyah ceketini çıkarıp sandalyesini bıraktı sonrasında ise gömleğinin kol kısımlarını yukarıya doğru katladı. Gerildiğinde ya da köşeye sıkıştığında her zaman uğraşacak bir şeyler bulurdu. "Kaybedeceğinden emin gibisin."

"Sen söyle o halde," dedi Giray sırtını sandalyeye yaslayarak. "Benim korkum yok, alnım ak, başım dik."

Tugay tebessüm etti. "İki birasına," dedi alayla. "Çünkü eğer haklı çıkarsan ve kaybedersem benim de içmeye ihtiyacım olacak."

Giray güldüğünde Derya diğer taraftan "Nereye?" diye seslendi Tugay'a. "Yeni yıla gireceğiz."

"Alkol alacağım," dedi Tugay sandalyesini geri yerleştirirken.

"Ama bunu bitirmedin ki," diye karşı çıktı Derya. Tugay, hiçbir cevap vermeden omzunu indirip kaldırdı. "Her neyse git ve daha ağır bir alkol al, seni sarhoş edip bütün devlet sırlarını dökülmeni istiyorum." Derya kıkırdadığında Giray, Tugay'ı alt taraftan dürttü. Tugay ise Giray'ın bacağına ayağıyla vurduğunda Giray inledi.

"İnan sarhoş olup her şeyi dökülen insanlara bayılırım," dedi Tugay. "Ama ben sıkıcı biriyimdir, sarhoş olunca ya uyurum ya da sessizce sarhoşluğun geçmesini beklerim."

"Ruhu yaşlı gibi davrandığına bakma," dedi Giray konuya dahil olarak. "Sadece dikkat çekici havalı adamı oynuyor." Derya bir kez daha güldü, Tugay gözlerini devirdi ve onun çöpçatanlığını görmezden geldi. Yeni yıla dakikalar kalmışken hemen o masadan kaçması gerekiyordu. Orada sarılmaktan haz almadığını, sarılmanın onun üzerindeki etkilerinden söz edecek değildi, bu yüzden geri çekilmek durumunda kaldı.

Masadan ayrılıp barın olduğu tarafa doğru yürürken insanlar tıkış tıkış sahnenin önünde duruyordu, herkes geri sayımı beklerken kalabalığı ikiye bölerek onların arasından bara doğru ulaşmak için hızlı adımlarla ilerledi fakat her adımının onun götüreceği noktadan tamamen habersizdi.

Tam barın köşesine doğru döneceği sırada hızlı başka bir vücut ona sertçe çarptı ve çenesinde, üzerindeki beyaz gömlekte bir ıslaklık hissetti. Tam o esnada karşısındaki kişi de dengesini kaybettiğinde hızlıca eli, o kişinin belini tuttu ve kaldırdığında barın ışıkları onun yüzüne vurdu.

Tanıyordu, elbette biliyordu ama bugün burada da onunla karşılaşmayı beklemiyordu, üstelik böyle tesadüfi ve bir film karesinde fırlamışçasına bir çarpışmayla. Adı Eftalya, soyadı Atalar. Beyaz bir maske takmıştı, üzerinde siyah mini göğüs dekoltesi olan bir elbise giymişti, saçları dalgalı bir şekilde omuzlarına dökülüyordu ve ıslaklık elinde tuttuğu şarap bardağından gelmişti. Beyaz gömlekle beraber, Eftalya'nın da üstü şaraba bulanmıştı. Bakışları Tugay'la karşılaştığında tamamen sarhoş olduğu her halinden belli oluyordu. Tugay'ın onu tanımasına neden olan bakışlarından önce, göğsündeki o beyaz lekeydi.

Ailelerinden ötürü sürekli aynı ortamlarda takılmaları elbette ki şans eseri değildi ama bu çarpışma, kaderin bir göz kırpmasıydı. Diğer karşılaşmalar gibi.

"Ay," dedi Eftalya ve doğrulmaya çalışırken Tugay'ın kolları arasından uzaklaştı, Tugay'ın beline dolanan eli havada kaldı fakat bir kez daha tökezlediğinde Tugay bu kez kolundan tutmak zorunda kaldı. "Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim," kelimeleri zor telaffuz ediyordu. "Üstünüzü mahvettim, ben sadece dans etmeye koşuyordum ve size çarptım. Ben mi size çarptım?" Gözlerini kıstı, önüne gelen saçı arkasına attı. "Sen mi çarptın yoksa? Bence sen çarptın, sen özür dilemelisin."

Tugay'ın dudakları aralandı ardından yutkundu. "Sen," dedi ardından boğazını temizledi. "Siz çarptınız ama önemli değil."

"Yalan söylüyorsun şu anda." Eftalya'nın gözleri daha fazla kısıldı. "Sen çarptın ve suçu üzerime atıyorsun, özür dilememek için verdiğin bu çaba çok saçma." Bir adım atıp ilerlemek istedi fakat yine dengesini sağlayamadığında neyse ki Tugay onu kolundan tutuyordu. "Şu an zorla tutuyorsun beni mesela. Bırak kolumu, canımı acıtıyorsun."

"Kolunuzu sıkmıyorum ki."

"Sıkabilirsin ama ve canım acıyabilir." Öyle sarhoştu ki, kekeleyerek konuşuyordu.

"Hayır, bunu asla yapmam."

"Evet, yaparsın. Sana neden güveneyim?" Hıçkırdı ve eliyle ağzını kapattı.

Tugay dayanamayarak güldü. "Size masanıza kadar eşlik edeyim," dedi başını sallayarak. "Arkadaşlarınız nerede oturuyor?"

Eftalya'nın dudakları aralandı ardından kirpiklerini kırpıştırdı ve Tugay'ı bozguna uğratırken gözleri doldu, Tugay ışıklardandır diye düşündü ama hayır, gerçekten gözleri olmuştu. "Bilerek mi yapıyorsunuz?" diye sordu. "Sizi annem mi gönderdi?"

"Ne?"

"Gerçekten bu şekilde aşağılanmayı kabul etmiyorum, bana çarptın, üzerime şarap döktün, şimdi de küçümsüyorsun. Yeni yıla mutlu girmek istiyordum ama yine her şeyi mahvetti." Nefesini verdi, önüne gelen saçı havalandı, burnunu çektiğinde ağlamaya başladı, Tugay şaşkınlıkla ona baktı. "Hepinizden nefret ediyorum, bu kadar da kötü olamazsınız." Başını iki yana sallayarak "Bak, deliymişim gibi bakıyorsunuz," diye çıkıştı. "Bu bakış için de mi gönderdi sizi?" Gözünden yaşlar akmaya başladığında maske bile yanaklarından akan makyajı gizleyemiyordu. Tugay o an fark etmişti, bu gece boyunca birkaç kez daha ağlamıştı. "Şarabım da döküldü zaten, bu hayatta sevdiğim tek tük şey var, biri de şarap ama döktün. Özür dilemeyecek misiniz sahiden?" Ayaklarını yere çarptı. "Çok konuştuğumu da söyleyecek misin? Söyleyecek misiniz? Siz ve sen. Of."

Tugay yutkundu, ellerini havaya kaldırdı ardından "İstersen sana şarap ısmarlayabilirim," dedi gözyaşlarına bakarak. "Fakat daha fazla içmemen gerektiği..."

"Şimdi de sapıklık mı yapacaksın? Bana içki ısmarlayacaksın sonra yatağa atmak isteyeceksin falan. Yer miyim ben bunu?" diye sordu Eftalya. "Polis yok mu buralarda?"

Tugay, başını omzuna doğru yatırdı ve sakince "Bence bana oturduğunuz masayı gösterin," dedi. "Arkadaşlarınız merak ediyordur."

Eftalya daha fazla ağladı. "Bana çarptın," dedi.

"Çarpmadım," dedi Tugay. "Sen çarptın."

"Çarptın," dedi Eftalya daha fazla ağlayarak. "Sen değil, siz."

"Çarpmadım size."

"Çarptınız bize."

Tugay, büyük bir nefes verdi ardından "Tamam," dedi pes ederek. Bu Eftalya'ya ilk pes edişiydi. "Ben çarptım, özür dilerim. Şimdi sana yardım etmeme izin ver." Gözlerini kapatıp açtı. "Size."

"Edemezsin." Elinin tersiyle yanaklarını sildi ardından Tugay'ın beyaz gömleğine baktı. Led ışıkları arada sırada onlara çarpıyordu. "Sana bir gömlek almamı ister misin? Çok komik oldun." Bu kez de gülmeye başladı hatta kahkahalarla. "Sanki vurulmuş gibi görünüyorsun. Seni vurdum."

Tugay ufacık bile komik olmayan bu şakaya güldüğünde başını iki yana salladı. "Beni vurdun," dedi alayla. "Az önce."

"Vururum ben öyle," dedi Eftalya gülmeye devam ederken ardından işaret parmağını göğüs kafesinin üzerine getirip tetiği çekiyormuş gibi davrandı. "Tam kalbinden. Bam."

Tugay dudaklarını birbirine bastırdı ardından Eftalya'nın işaret parmağını eliyle tuttu, soluna doğru götürdü. "Hanımefendi," dedi Tugay gülmemek için kendini zor tutarken. "Kalbin yerini unutacak kadar mı çok içtiniz?" İşaret parmağını soluna, kalbinin üzerine bastırdı. Sol eliyle. O zamanlar kesilmemiş sol eliyle. "Kalp soldadır. Beni solumdan vurmanız gerekir."

Eftalya nefesini verdi, gözlerini açtı ardından utançla "Seni denedim," diye alaya aldı. "Kalbinin yerini biliyor musun diye..."

"Elbette," dedi Tugay. "Hiç şüphem yok. Kalp solumda, bana hatırlatmış oldun." Çenesiyle kalabalığı gösterdi. "Şimdi sizi güvenli bir yere alalım. Arkadaşlarının yerini söylememek konusunda ısrarcı mısın?"

Eftalya boğuk bir nefes verdi, gözlerini kapattı ardından geri açtığında "Arkadaşım yok," dedi sanki utanılacak bir şeymiş gibi. "Yalnızım. Annem tarafından evden kovuldum, Sinan eğitimde. Yalnızım ve buraya geldim çünkü genç olmak istedim, genç gibi yaşamak istedim." Gözlerini açtığında kaşlarını çattı. "Bana acıyacak mısın? Az önce çok acınası olduğumu fark ettim çünkü bir tek ben yalnızım."

Tugay bir kez daha başını omzuna doğru yatırdığında gülümseyerek "Aslında yalnız kalmak için kaçıyordum ben de ve sana çarptım," dedi. "Yani bu bardaki tek yalnız değilsin, ikimiz de acınası halde miyiz o halde?" Dilini damağına vurdu. Müzik sesinden duyulmadığını düşünerek Eftalya'nın kulağına doğru eğildi. "Hiç sanmıyorum, çünkü bir şekilde yolumuz kesişti."

Eftalya gülümsedi, gözlerinde sanki çiçekler açtı. "Sahiden mi?" dedi. "İşte bu yalnız hissettirmedi, sanırım seni vurmayacağım artık." Kendisini ardından göğsünün bulandığı şarap lekelerini gösterdi. "Sen de beni vurmayacaksın değil mi?"

Tugay başını iki yana salladı. "Ben karıncayı bile incitmem hanımefendi, bu çok büyük bir hakaretti." Eftalya güldü, Tugay da ona katıldı ardından hemen arkasından geçen garsondan bir şişe kırmızı şarap istedi cebine para sıkıştırarak.

"Peki birkaç dakika arkadaşım olur musun?" diye sordu Eftalya bir anda. "Yeni yıla girerken yalnız kalmayacağım kadar."

Tugay, gözlerini kıstı, Eftalya'nın gözlerine baktı ardından garson şarap şişesiyle gelip Tugay'a verdiğinde Eftalya keyifle şakıdı. Tugay, Eftalya'nın elindeki şarap bardağını alıp garsonun tepsisine bıraktı sonrasında ise şişeyi Eftalya'ya uzattı. "Tam on ikide dilek dilemeyi unutma," dedi sorusunu cevapsız bırakarak ama yanında kalıp zaten yanıtlayarak.

Eftalya şarap şişesini kafasına dikti ardından Tugay'a uzattı. Karşı gelmeyerek Tugay da içtiğinde şişeyi neredeyse yarıladı. O sırada sahnedeki adam ondan geriye saymaya başladı ve bütün kalabalık da ona eşlik etti. Eftalya heyecanla elini kalbine yerleştirdiğinde bakışları sahneye döndü, Tugay ise onun heyecanını izledi.

Beşten geriye sayarken Eftalya gözlerini kapattı, yüzündeki gülümseme buruklaştı, Tugay ise onu izlemeye devam etti. Saat 00.00'ı gösterdiğinde konfetiler patladı, dışarıdan havai fişek sesleri geldi, kahkahalar, zıplamalar, sarılmalar birbirine karıştı. Eftalya gözünü hemen açmadı, Tugay da o gözlerini açana kadar bakışlarını ondan ayırmadı. "Havai fişekler!" dedi Eftalya. "Çok severim, küçükken kendimi süper kahraman sanardım ve hava fişekleri de büyülerim olarak görürdüm. O gün bugündür her yeni yılda beni heyecanlandıren tek şey havai fişeklerdir."

En sonunda bakışları aralandığında Tugay sahneye doğru döndü, sanki hiç izlememiş gibi. Ağladığını düşünmüştü, mutsuz olduğunu, hiç değişmediğini, bir şekilde hayatın onları sürekli karşılaştırdığını ve karşılaştıracağını.

"Ne diledin?" diye sordu Eftalya şişeyi almak isteyerek fakat Tugay vermedi çünkü daha fazla içmemeliydi.

"Sen ne diledin?" diye sordu Tugay sahneye bakarken ardından şişeyi biraz daha kafasına dikti.

"Ben söylersem söyleyecek misin?" İnsanlar maskelerini çıkarmaya başlamıştı, ikisi de maskesini çıkarmayı o an akıl etmemişlerdi.

"Evet."

Eftalya nefesini verdi. "Kendimi sevmeyi diledim," dedi kırgın bir sesle. "Bütün hatalarımla, çirkinliklerimle, yalnızlığımla, nedenlerimle, izlerimle," duraksadı, "lekelerimle. Çünkü kendimi hiç sevmiyorum ve bir insan için en zoru kendini sevmeden yaşamaya devam etmek, aynalardan, geçmişinden hatta kendinden bile kaçmak yıpratıcı olabiliyor." Nefesini verdi. "Sen ne diledin?"

Tugay'ın tek kaşı havalandı, bakışları yavaşça soluna, Eftalya'ya döndü ardından gözlerinin içine baktı. Ona baktığında geçmişi gördü ama ona baktığında sanki geleceği de gördü. "Kardeşimle girdiğim iddiayı kaybetmemeyi diledim," dedi kısık bir sesle. "İki biranın olduğu o masaya oturmamayı, bir gülüş için canımdan bile vazgeçmemeyi." Başını iki yana salladı. "Çünkü korkutucu görünüyor, dünyayı bile yakarmışım gibi geliyor."

EFTALYA ATALAR

4 saat sonrası...

"Merhaba," dedi Defne endişeli, korkulu ama bir o kadar da ürkütücü bir sesle. "Ben BL örgütü tarafından öldürülen milletvekilinin kızı, Defne Tufan. Tanıdığınıza eminim." Kerem bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde yutkundum. "Özellikle size bir ihbarda bulunmak istiyorum."

"Dinliyorum," dedi Kerem Karaman.

"BL örgütünün yerini biliyorum," diye mırıldandı. "Kaç kişi olduklarını, nerede yaşadıklarını, nasıl bir hayat sürdüklerini." Defne'nin sesi yükseldi. "Onların artık nefes almasına katlanamıyorum." Bir kez daha Sinan'la birbirimize baktık korkuyla hatta ihanetle. İkimiz de aynı şeyi düşündük, oyunun sonuna gelmiştik.

7 saat sonrası...

"Tugay," dedim nefesimi vererek. "Ada'yı yaktın. Hapishaneyi yaktın." Başımı iki yana salladım. "Sen gerçekten delirmişsin."

"Yakarmışım," dedi dudaklarını alnımdan burnuma doğru indirirken. "Dünyayı. Korkmakta da haklıymışım. Hep biliyordum başıma gelecekleri."

"Ne?" diye mırıldandım.

"Hiç," dedi kısık bir sesle. "Sadece bir anı."

Şimdi...

İki anı iple çekiyordum.

Birincisi, Tugay Demir Çeviker'in gerçekten özgürlüğe kavuştuğu o günü.

İkincisi, bütün bunlar sona erdiğinde mesleğime devam edebileceğim o günleri çünkü aşıktım. Mesleğime. Böyle bir dünya üzerinde avukat olmak benim şanssızlığımdı ama daha iyi bir dünyada avukat olmanın verdiği hazzı tahmin bile edemiyordum.

Peki ya bu ikisinin gerçekleştiği gün gelecek miydi?

Sınırsız zorluklar, sınırlı güzellikleri getirirdi. O güzelliklere tutunmak istiyordum çünkü o güzelliklere tutunmak hiçbir şeyin imkansız olmadığını bana gösteriyordu. Örneğin farelerle dolu, duvarları kavlanmış bir hücrede hayal kurabilmek ve bir adamın kollarında uyuyabilmek sınırsız zorlukların ortasında, sınırlı güzellik olarak nitelendirebilirdi.

O özgür olduğunda sınırlı değil, zamanı bol güzellikler olabilirdi. Olabilir miydi? Belki de o özgürlüğüne kavuştuğunda bütün bunlar son bulacaktı çünkü o bir mahkumdu, kendi deyimiyle beni özgürlüğüne kavuşturacak bir ışık gibi görüyordu ve ben onu özgürlüğe kavuşturduğumda belki de bir anlamım kalmayacaktı. Belki de bütün bunların ortasında onun için farklı olduğumdan hatta konuşabildiği tek kişi olduğumdan bu şekilde davranıyordu.

Bunun beni üzmemesi gerekirdi ama içim acımıştı. Böyle düşünmemi sağlayan ondan ziyade kendime olan güvensizliğimdi. Normal şartlarda tanışsaydık onun dikkatini çekebilir miydim, bilmiyordum. Belki de normal bir psikolojide değildi, özgürlüğünün ardından kendini bulacaktı ve onun için bir anlamım kalmayacaktı.

Kendimi korumam ve engellemem gerekiyordu bazı duygulardan çünkü sonrasında bunu başaramazdım.

"Kurucunun özgür olması demek, daha büyük bir savaş demek bu arada," diyen Gamze'nin sesi düşüncelerimden beni uzaklaştırdı. "Bu şekilde gizlenebiliyoruz ya da bir şekilde kendimizi koruyabiliyoruz ama diğer türlü bu pek mümkün olmayacak gibi." Başını iki yana salladı. "Ayrıca bunu nasıl yapacağız? Kaçıracak mıyız?" Tek uzun saçlı kadın oydu, ayrıcalığı neydi bilmiyordum ama saçını arkaya doğru attı. "Ada Hapishanesi'nden bir mahkumu kaçırmak imkansız, her şeyden önce bir çiple yaşıyor, o çipi çıkarmak bile..."

"Ne?" dediğimde gözlerimi açtım. "Elektrikli telleri, lazerleri biliyorum ama çip de ne demek?"

Gamze bunu bilmememe şaşırmıştı, diğerleri de öyle. "Hepsi derilerinin altında bir çiple yaşıyorlar, kendilerinin çıkarabilmesi imkansız. O çiplerle izlenebiliyorlar." Daha fazla şaşırdığımda kaşlarını çattı. "Bunu nasıl bilmezsin? Tamam, normal halk bilmiyor ama sen avukatsın, hiç mi yayılmadı bu?"

"Hayır," dedim büyük bir şaşkınlıkla. "Hayır, bu kadarını bilmiyordum. Ada Hapishanesi'nden kaçışın zor olduğunu duymuştum ama bu şekilde değil."

Derya sözü devraldı. "Aslında Tugay Demir hapishaneye girdikten sonra onaylanan bir sistem," dedi başını sallayarak. "Yani her mahkuma yaptıklarını düşünmüyorum ama Kurucu'da var. Belki de sadece onda vardır." Omzunu indirip kaldırdı. "Ada Hapishanesi'nin dışına çıktığı an onu bulurlar ayrıca çip birçok manyetik taşıyor, verdikleri sinyallerle kalbi de zarar görebilir."

Giray, ciddiyetle bana bakarken her ne düşünüyorsa kafası karışık gibiydi. "Avukat," dedi bana sakince. "Tugay o canlı yayında neden o adamı öldürdü?"

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken "Ölüm listesinde olduğu için," dedim.

"Tamam," dedi Giray hızlı bir şekilde. "Ama neden canlı yayında yaptı bunu?"

Kaşlarım havalandı. "Fevrilik," diye mırıldandım ardından hızlıca devam ettim. "Fevrilik diyeceğim ama Tugay'ın çok da fevri bir insan olduğunu düşünmüyorum."

Giray, sandalyeye ilk oturanlardan oldu ve diğerleri, sanki benden izin istermiş gibi bakışlarını çevirdiler. İlk önce şaşkınlık ardından irice gözleri açma. Buna alışmak çok zor olacaktı çünkü benden çekiniyorlardı. Başımı hızlıca sallayıp elimle oturmalarını söylediğimde ben de kendimi sandalyeye bıraktım.

Giray, elini çenesine yerleştirip "Bir planı var zaten," dedi, sesinde hiçbir renk yoktu, o planı biliyor muydu, bilmiyor muydu, çözemedim. "Bundan sana bahsetti mi?"

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "O adamı zaten öldürecekti."

"Evet, eline bir fırsat geçti, bunu keyifle yaptı ama bir nedeni var." Önündeki kalemi parmaklarının arasında çevirdiğinde nefesini verdi. "Suçlu bir adam olduğunu ilan etti herkese, Krallık'ın bir adamını öldürdü, yasalarda Krallık'tan birini öldürmenin karşılığı nedir?" Gözlerini bana çevirdi. "İdam." Dudaklarım aralandığında ellerimin uyuştuğunu hissettim. "İdam edilmek istiyor. Eğer hakkında idam kararı çıkarılmazsa Krallık halkın gözünde itibarsızlaştırılacak. Mahkemede idam kararı çıkması için çabalıyor. Çıkış yollarını kapatıyor."

"Bunu," dedim kekeleyerek ardından gözlerimin önünden babamın bakışları geçti, o idam sehpası, urgan, tahta sandalye. "Bunu neden istesin? Bu çok riskli. Bu önlenemez. Bu..." Başımı iki yana salladım. "Bu korkunç."

Defne'nin gözleri açıldı. "Çünkü," dedi Giray'a bakarak. "Sadece idamdan önce o çip çıkarılıyor, idam dışında o çipi çıkarmıyorlar."

Ellerimi masaya yerleştirdiğimde bakışlarım Sinan'la kesişti, bakışlarımda korkuyu gördüğü an onun şaşırdığı bambaşka şeylerdi. "Bu," dedim baskın bir sesle. "Bu korkutucu. İdam günü kaçmayı mı düşünüyor yani?"

"Bilemiyorum," dedi Giray. "Benimki sadece bir düşünce ama güçlü bir ihtimal."

"Bu saçmalık." Elimi yavaşça masaya vurdum. "Bu riskli. Babamın," sesim titrediğinde gözlerimi kapatıp kendime birkaç saniye verdim ve toparlanarak "babamın idamı öyle güzel korundu ki, kuş bile içeri giremezdi. Tugay Demir'in idamında beş katını yapacaklar. Bunu düşünmemiş olamaz, değil mi?" Başımı art arda iki yana salladım. "Ayrıca Krallık, o gizli belgeler Tugay'dayken nasıl idam kararı verecek? Kendilerini riske atamazlar." Elimle saçlarıma karıştırdım. "Hayır, bu saçmalık, o idam sehpasına çıkamaz. Bunun adı kumar."

Giray benim kadar şaşkın değildi. "Bu dünyaya gerçekten hoş geldin, avukat," dedi. "Biz hayatımızı kumarlarla ilerletiyoruz, Tugay Demir Çeviker'in kumarlarıyla."

"Hoş bulduk," dedim başımı ona çevirerek. "Fakat artık ben varım, eğer burada durmamı ve onunla beraber bu örgütü yönetmemi istediyse onun canını hiçe sayan kumarları oynatmam, karşımda kim durabilir? O mu? O da duramaz, bunu çok iyi biliyor." Herkes birbirine baktığında Gamze nefesini vererek kollarını önünde bağladı.

"Avukat," dedi Giray bocalayarak. "Seni anlıyorum ama örgüt Tugay'ın kurallarına göre ilerler. O benim her şeyden önce kardeşim ve onlarca kez senin gibi karşı çıktığım oldu fakat görüyorsun," ellerini iki yana açtı, "buradayız. O ne isterse adımlar ona göre atılır." Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Az önce eklediğin madde yüzünden zaten bir savaş çıkacak mesela."

"Çıksın," dedim kendimden emin bir sesle. "Hatta o idam sehpasından kurtulamazsa ikimizin de öleceğini bilsin, bilsin ki, kumarlarını keyfi bir şekilde oynamasın." Giray örgütün üyelerine baktı, öfkem gitgide katlanıyordu. "Elbette onu hukukla serbest bırakamayacağımın farkındayım ama böyle bir plana da tamamen karşıyım. Bu şekilde özgürlüğe gidecekse sonsuza kadar mahkum olarak kalabilir."

Giray nefesini verdi ardından örgüttekilere doğru "Bizi biraz yalnız bırakın," diye mırıldandı. Herkes öyle şaşkındı ki, hiçbiri Tugay'ın karşısında birisinin durabileceğine inanmıyordu. Ama Tugay beni tanımıştı, boyun eğmeyeceğimi biliyordu. Örgüttekiler karşı gelmeyerek dışarıya çıktığında Sinan ve Defne kaldı, Giray ikisine bakarak "Yalnız," dedi nazik bir şekilde. "Özel."

Defne burnundan nefesini verdiğinde Sinan bana baktı ardından başını iki yana sallayarak kırgınlıkla dışarıya çıktı, Defne ise kırgınlıktan öte öfkeyle sert adımlarını gizlemeden salondan ayrıldı.

Herkes çıktıktan sonra Giray, oturduğu sandalyeyi değiştirerek hemen yanımdaki sandalyeye geldi ve vücudunu bana doğru çevirdi. "Bak," dedi ellerini kaldırarak. "İnatçı birisi olduğunun farkındayım hatta dişlisin de. Şu çiçekli elbisenin altında gözü kara bir kadın yattığını da biliyorum ama gereğinden fazla tepki veriyorsun." Boynunu çıtlattı, gergindi. "Senin kadar hatta belki de senden daha fazla kardeşimi düşünüyorum ama bu bir savaş, Avukat. Savaşta bazen kumarlar oynarsın, o kumarlar olmazsa zaten ilerleyemezsin ve..."

"Kumar canla olmaz," diye lafını böldüm. "Buna izin vermem."

"O zaten canıyla kumarda."

"Bu daha ayrı. İdamdan söz ediyoruz."

"Bunu düşündüğünü düşünüyorum," dedi kafası karışık bir şekilde.

"Ve sonuç?" Ona doğru eğildim. "Birkaç gün önce babam öldü benim, idam sehpasında. Ayakları çıplaktı, üzerinde beyaz bir önlük vardı, ağızlıkla getirdiler, bağıramazdı bile. Ben ne yaptım biliyor musun? Babamın son yemeğini hazırladım. Sonra ne oldu biliyor musun? İtibarıyla ölmesi için en sevdiği yemeğe zehir ekledim, kendi babamı ellerimle öldürdüm ben." Fısıldamaya başlamıştım. "Bağırmak yasaktı, ağlamak yasaktı, savaşmak yasaktı; gözlerimin önünde can verdi, kendi babamın katili oldum ama bu bir idam sehpasında öldüğü gerçeğini değiştirmez. Onun idam ipine en sevdiği kokuyu sürdüler, bu ne demek biliyor musun sen?" Gözlerim doldu fakat Giray'dan bunu gizlemek istemedim. "Bir kez yaşadım bunu, bir kez daha yaşamayacağım. En sevdiği yemeği kim hazırlayacak?" diye sorduğumda Giray yutkundu. "Ben hazırlayacağım, biliyorum. Bir kez daha bunu yaşamayacağım, her ne olursa olsun yaşatmayacağım da. Kumarda ufacık bir hata kaybettirir, ben onu kaybetme riskini göze almayacağım, kendisi istiyorsa alsın, umurumda değil."

Giray gözlerime bakarken dudaklarını birbirine bastırdı, bir kez daha yutkunduğunda yine gözlerinde Tugay'ı gördüm, bakışlarında. İkiz olmaları, özellikle böyle anlarda daha fazla canımı sıkıyordu. "Baban konusunda çok utanıyorum," dedi Giray dürüstçe. "Ve hayatımın sonuna kadar sen ne dersen de kendimi suçlayacağım, yeni bir mahcubiyetim de bu ama şimdi acımasız olacağım." İşaret parmağını kaldırdı. "Şu an yeni bir kayıp yaşadığın için duygusal düşünüyorsun, biz duygusal düşünemeyiz."

"Nedenmiş?" diye sordum. "Neden düşünemezmişiz?"

"Çünkü duygusal düşünürsek daha fazla kaybederiz," dediğinde bu cümlenin Tugay'a ait olduğuna öylesine emindim ki.

"O halde duygusal düşündüğümüz için kaybedelim," dedim omzumu silkerek.

Giray kaşlarını kaldırdı yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Özel olmazsa bir şey soracağım," dedi ardından onaylamamı bile beklemeden devam etti. "Bu kadar büyük tepki vermenin nedeni az önce eklediğin madde mi? Yani ona bir şey olursa senin de canından vazgeçeceğinden ötürü mü?"

Bunu o kadar düşünmemiştim ki, kekeleyerek "Ne?" diye afalladım. "Bu, yani, kendi, bizim ölümümüz," kafam karışmıştı, "yani evet ama." Bir kez daha saçlarımı karıştırdım. "Evet," dedim daha emin bir sesle. "Yani önce kendimizi düşünmemiz gerek, öyle değil mi?"

Giray, elini çenesine yerleştirip gülümsediğinde "Vay canına," diye mırıldandı her ne düşünüyorsa. "Gerçekten mi?"

"Ne oluyor?"

"Ben çok açık sözlü bir adamımdır," dedi başını sallayarak. "Ve sana net bir şey soracağım."

"Sor," dedim bir anda ardından bunu söylediğim için pişman oldum.

Giray, sırtını sandalyeye yasladı, kollarını önünde bağladı ve gözlerini gözlerime dikerek "Tugay'a aşık mı oldun?" diye sordu. Tek nefeste.

Başımdan aşağıya sanki kaynar bir su döküldüğünde dudaklarım aralandı ve nefesimin kesildiğini hissettim. Cevap vermek istediğimde yutkundum sonrasında ise "Bu," dedim boğuk bir sesle. "Bu ne kadar," etrafıma baktım, "bu çok hadsizce bir soruydu." Giray rahat bir şekilde bana bakmaya devam etti. "Siz Çevikerlerin sınırlardan haberi yok mu? Bana nasıl böyle bir soru sorabilirsin, anlamıyorum."

"Hâlâ cevap vermedin," dedi Giray söylediklerimi duymazdan gelerek. "Cevapsız kalacağım demen yeterli, bir kez daha bunu tekrar etmem ama yanıtımı almış olurum."

"Sen," dedim yüzümü buruşturarak. "Bana..." Elimi alnıma koydum. "Bunun aşkla ne ilgisi var? Ben bir avukatım, o da benim müvekkilim, olabilecek en mantıklı kararı vermem gerekiyor. Ölmesini istemiyorum çünkü ben de ölürüm. Ayrıca bu örgütün lideri ben de olduysam kararları ikimizin vermesi gerekiyor, öylece kendi borusunu öttüremez." Ellerimi koyacak yer bulamadım. "Yani şimdi bu kadarı..."

"Başka birisi olsaydı yine böyle bir tepki mi verirdin peki?" diye sordu bu kez Giray.

Afalladım. "Kimsenin ölmesini istemem elbette."

Giray güldü. "Kastettiğim bu değildi ayrıca hâlâ bir cevap vermedin."

"Sen," gözlerimi kıstım, "bu örgütte duygulara yer yok kuralı var, sen nasıl bana geçip duygulardan söz edebiliyorsun." Giray daha fazla güldü. "Ne gülüyorsun?"

"Avukat," dedi gülerek. "Sen değil miydin bu kuralların dinlenmemesi gerektiğini savunan?"

"Bu aynı şey değil," diye çıkıştım. "Hem bizim dünyamızda nasıl aşk olsun? O bir mahkum, mahkum olmasa bile bulunduğumuz konumlara, dünyamızın şu haline bak. Aklımızı kaçırmış olmamız gerekir bunun için."

"Yani," dedi Giray. "Bir örgüt kurup Krallık'a baş kaldıran, isyanlar çıkaran, duvarlara cümlelerini yazan, ölüm listesi olan bir adamdan söz ediyoruz ve sen de o adamın avukatısın, örgütünün lideri olmayı kabul ettin, yetmedi beyaz eldivenlerini taktın, üstüne üstlük burada hukuku yok ettin ama haklısın, aklınızı kaçırmanız gerekir. Siz çok aklı başındasınız." Gerindiğinde imayla bana baktı. "Bütün bunlar bir delinin yapabileceği şeyler değil zaten."

Gözlerimi kapattım ve büyük bir nefes verdiğimde "Tugay Demir'e aşık olacak kadar aklımı kaçırmadım henüz," dedim kısık bir sesle. "Çünkü bunun yanlış olduğunu biliyorum."

Gözlerimi açana kadar bekledi ve açtığımda dikkatli bir şekilde bakarak "Avukat," dedi üstüne basa basa. "O yemeğe zehir koymanın tek nedeni babanın itibarı mıydı yoksa Tugay'ın o iskemleyi itip bir de o yükü omuzlamasını engellemek miydi?"

"Bunu neden soruyorsun?"

"Aklını gerçekten kaçırıp kaçırmadığını anlamak için," dediğinde omuzlarını dikleştirdi. "Çünkü eğer onu da düşündüysen bu gerçekten deliliktir." Yutkunduğumda ona baktım. "Cevap vermek zorunda değilsin, amacım saygısızlık da değil ama mesleğine aşık bir avukat olarak şu an bir suç kralının oluşturduğu BL örgütünün liderisin, onu özgürlüğe kavuşturmak istiyorsun üstelik yasal olmayan yollardan." Dudaklarım aralandığında hızlı bir şekilde "Elbette bunların nedeni, babanın intikamını Krallık'tan almak için de olabilir ya da belki de bu da nedenlerinden birisidir." Başını salladı. "Tek diyebileceğim her ne yapıyorsan nedenlerini de görüp yapman çünkü diğer türlü asıl sen hatalar yaparsın."

Duraksadığımda Giray'dan gözlerimi ayıramıyordum. "Bütün bunların dışında ben sana bir şey sorabilir miyim?" dediğimde hazırlıksız yakalanmıştı.

"Sor," dedi fakat o da bocaladı.

"O özgür olduğunda sence aynı Tugay mı olacak?" Giray sorumu anlayamadı. "Yani, o bir mahkum, bunu çok dile getiriyorum ama mahkumiyet birçok anlamsız duyguyu yanında getirir. Senelerdir o hapishanede yalnızdı, ardından beni seçti, nedenleriyle, izleriyle..." Giray, sessizce bekledi. "Ama her şey o hapishanede o başladı. Özgür olduğunda benliğini yeniden bulacak. İşte o zaman ben kalacak mıyım?" Ellerimi kaldırdım. "Bunu kalmak istiyorum, diye algılama, sadece yolumuzdan söz ediyorum. Onun için özgürlük, ben demek. Gökyüzüne kavuştuğunda belki de hiçbir anlamım kalmayacak. Birbirimizi gülümseyerek hatırlayacağız belki ama iki normal insan olarak hiçbir şey olacağız."

Giray düşündüğümden daha uzun bir süre bekledi ve sonrasında "Bu söylediklerine verebileceğim birçok yanıtım var," dedi. "Çoğunu söylemek de haddim değil." Yine de dayanamadı, öne doğru eğildi ve fısıldayarak "Ama özgürlüğünde sen olmayacaksan neden çiçekler zerre umurunda olmayan adam, kendi evinin bahçesine çiçek tohumları eksin ki senin için?" diye sordu. "Neden şimdiden bunu düşünsün?" Çenesini kaldırdı. "Neden?" diye mırıldandı. "Neden senelerdir tozlu bir şekilde duran anneme ait piyanosunu senin inşa edilen evine yerleştirmek istesin?" Kalbim tekledi. "Bunlar bir mahkumun düşünceleri olmamalı, bu özgür bir adamın gerçekleştirmek istediği hayaller gibi görünüyor."

Gözlerim irileştiğinde ne diyeceğimi bilemedim, dilim tutulmuştu. Sadece öylece Giray'ın yüzüne baktım, kaç saniye baktım bilmiyordum ama sabırla beni bekledi. En sonunda "Neden beni seçti Giray?" diye sordum.

"Buraya kadar konuşurum, avukat," dedi Giray başını iki yana sallayarak. "Gerisi ikinizin arasında."

"Nida bile beni tanıyor," dedim dikkatle. "Bu çok tuhaf."

Giray tamamen konuyu değiştirerek "Nida demişken," dedi. "Kardeşini de Nida'nın yanına götürelim, orada güvende olacaklar."

Daldığım düşüncelerden sıyrılırken "Ben de seninle o konuyu konuşacaktım," dedim başımı sallayarak. "Nida'nın o evde kalmasını istemiyorum, daha güvenli bir yere götür." Giray şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Ve kimseye yerini söyleme."

"Bu da ne demek?" Giray direkt anladı. "Defne'yi kastediyorsan o bana asla ihanet etmez."

"Bu Defne'ye özel bir tutum değil," dedim ama Giray çoktan dağılmıştı. "Tugay eğer kimsenin bilmemesi gerektiğini düşünüyorsa bir bildiği vardır, sen ona güveniyor olabilirsin ama Nida ikinizin sorumluluğunda. Defne'ye aşık mısın, diye sormayacağım ama hislerin olduğu ortada ve o hisler bazen körleştirir. Önlem alalım, Nida'yı o evden alıp başka bir yere yerleştirelim."

Giray'ın kaşları çatıldı. "Ben aptal bir adam değilim, avukat," dedi sert bir sesle. "Kime güvenip güvenmeyeceğimi biliyorum."

"Giray," dedim başımı sallayarak. "İp üstünde yürüyoruz ve görüyorum, ikinizin de kırmızı çizgisi Nida. Defne güvenilmez birisi demiyorum, ağzından yanlışlıkla kaçırması bile birçok şeye sebep olabilir, anlıyor musun beni?" Giray'ın kaşları hâlâ çatıktı. "Ve bu Tugay'dan sır saklamak demek. Ya Nida'nın yerini değiştir ya da Tugay'a Defne'nin de bildiğini söyle, ikisinden birisini seç. Krallık eğer Nida'nın yerini öğrenirse olacakları düşünemiyorum. İşte o zaman gerçek bir idam olur çünkü gördüm, Tugay Nida için her şeyi feda eder."

Giray yutkunduğunda bakışlarını karşısındaki duvara doğru çevirdi, çenesi kasıldı. "Bu ürkütücü," dedi hangi ihtimalleri düşünüyorsa.

"Bana da söyleme," dedim içini rahatlatarak. "Sadece Tugay'a söyle yeni yerini, o isterse bana söyler zaten, istemezse de ikiniz bilirsiniz." Uzanıp omzunu sıktım, bakışları bana döndü. "Amacım Nida'yı ve kardeşinle arandaki o güveni korumak."

Giray yüzüme bakarken bir anda içeriye Red girdi ardından "Mahvolduk," diye bağırdı, onun arkasından Ufuk'un ve Gamze'nin de girdiğini gördüm. "Karallık çok fena bir darbe vurdu."

Giray, çok kısa bir an bekledi sonrasında başını iki yana sallayarak her ne düşünüyorsa savurdu ve bakışlarını arkasına doğru çevirdiğinde son olarak içeriye giren Defne'yle bakıştı. Defne bakışlarını kaçırdığında Giray "Neler oluyor?" diye sordu. "Ne oluyor bu amına koyduğum yerinde rahat bir nefes alamayacak mıyız biz?"

Red küfürler savurarak salondaki televizyonun kumandasına uzandığında içeriye giren Sinan, özellikle benimle göz temasını kesti. Aramıza ördüğü o duvarın nedeni bendim çünkü kendimi ona eskisi kadar açmadığımın hatta açamadığımın farkındaydım.

Birkaç kanal değiştirdi ardından sesi açtığında bakışlarım televizyona kaydı. Kumral bir kadın evinde bir kameraya konuşuyordu, elinde kağıtlar tutuyordu. Giray direkt ayaklandığında ekranın sağ tarafına bir fotoğraf karesi geldi, fotoğrafta Tugay ve sarışın bir kadın duruyordu. Tugay kadraja bakarak hafifçe gülümsemişti, kadın ise kollarını önünde bağlayarak sırtını Tugay'a yaslamıştı. Kadının mavi gözleri, uzun boyu, sapsarı saçları öyle dikkat çekiciydi ki, bir süre fotoğraf karesine bakmak durumunda kaldım ardından o fotoğraf değişti, yeni bir görüntü geldi, o görüntü bir davetten olmalıydı. Tugay'ın üzerinde siyah takım elbise vardı, yanındaki kadın uzun siyah ve şık bir elbise giymişti. Fotoğrafın öyle bir enerjisi vardı ki, direkt anlamıştım, bu kadın Tugay'ın daha önce hayatında olan o kadındı. Derya'ydı.

"Kardeşim Derya adına konuşuyorum," dedi kumral kadın, dikkatim ona yöneldiğinde midemde bir sancı hissettim. "Kendisi Tugay Demir Çeviker'in eski kız arkadaşı ve aylarca ondan hem fiziksel, hem cinsel şiddet gördü!" Sanki soluk boruma bir bıçak saplandığında Giray elini saçlarına geçirdi. "Elimde o zamanlara ait darp raporları mevcut," kağıtları salladı, "kardeşim korkusundan ötürü konuşamıyor ama ben artık susamayacağım! O adamın birçok kişi tarafından kahraman ilan edilmesine susamayacağım! Kardeşimin iş hayatını bile bitiren bu adam, o bizi bitirdi. Tehditlerle artık susmayacağız!"

Giray dişlerini sıkarak "Sikeyim," dediğinde yanındaki sandalyeye tekme attı, sandalye yere düştüğünde yumruğunu havaya kaldırdı. "Sikeyim, biliyordum, sikeyim!"

"O adam bir cani!" Kadının sesi salonda yankılanıyordu. "Kardeşim ondan sonra kendine gelemedi, psikolojik olarak tedavi gördüğü halde hâlâ toparlanabilmiş değil." Kadın ağlamaya başladı. "Size yalvarıyorum, o adamdan bizi kurtarın, ona inanmayın..." Giray Red'in elinden kumandayı çekip televizyonu kapattığında vücudum buz kesmişti. Salonun içi buz kesmişti. Giray'dan başka kimse hareket edemiyordu.

Giray hepimize dönüp baktığında "Gamze," dedi zorlukla. "İnsanlar inanmış mı?" Gamze elindeki telefondan başını kaldırdığında büyük bir nefes verdi.

"Sorgulayanlar var," dedi kısık bir sesle. "Ama inananlar daha fazla çünkü fotoğraflarla beraber tanıklar da var ilişkilerine. Artı olarak mağdur konumundaki kadın sessiz kalıyor." Gamze boğazını temizledi. "Bu çok korkunç," dedi. "Bu çok fazla."

Beynim durmuş gibiydi, aklımda hâlâ o beraber olan görüntüleri dönüyordu; ellerim öfkeden titremeye başladığında örgütten ismini bilmediğim birisi "Bu gerçek değil, değil mi?" diye sordu.

Bu sorunun ardından bakışlarım direkt o adama döndü fakat Giray, sanki kurşundan bile daha hızlı bir şekilde atılıp adamı yakalarından tuttuğunda duvara yasladı. "O soruyu aklından bile bir kez daha geçirirsen senin beynini havaya uçururum," dedi, onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Büyük bir nefes verdiğinde adam dehşetle gözlerini açıp ellerini kaldırdı, Giray ise duvara itekleyerek salonun ortasına doğru dönüp "Buna inanan varsa şimdi siktirsin gitsin," diye haykırdı. "Yoksa ben alnında bir delik açarım!"

Oturduğum yerden kalktığımda öfkeden titreyen bir sesle "Bu kadarı çok fazla," diye mırıldandım. "Çünkü Krallık'ın ne yapmaya çalıştığını biliyorum."

"Halkın gözündeki değerini düşürüyorlar," dedi Defne dehşetle. "Onu aşağılıyorlar, kabullenilmesini istemiyorlar."

"Bunların dışında," dediğimde zorlukla yutkundum. "Koruma bahanesiyle beni ondan uzaklaştırmaya çalışıyorlar, kendi yasalarına göre benim şu an o davadan alınmam gerekiyor çünkü hazırladığı darp raporlarıyla kanıtlı hale dönüşecek. Eğer adı geçen kişi yani Derya bunu onaylarsa o davadan alınırım." Öfkeyle Giray'a baktım. "O kadın bana yazmıştı, görüşmek istiyordu. Bunu nasıl yapar?"

Giray, alnına vurduğunda "Bunu onun planlamadığına eminim," dedi sert bir sesle. "Öyle birisi değil." Ağzımdan nefesimi verdim, Giray ellerini masaya yasladı. "Sana atılan o mesajdan kimlere söz ettin?"

Omzumu indirip kaldırdım. "Sen biliyorsun, ben biliyorum, bir de Tugay biliyor." Yüzümü buruşturdum. "Neden soruyorsun?"

"Derya bu kadar zaman susmuşken o mesajın ardından ortaya çıkmış olamaz, birileri Krallık'a haber uçurdu, geçmişi didik didik ediliyordu zaten. Onu veya ailesini de tehditle konuşturuyor olmalılar." Derya'ya olan bu güveni beni şaşırtmıştı. "Canı bile tehlikede olabilir."

"Bundan emin olamazsın," dedi Defne benden önce. "Neden o kadına bu kadar güveniyorsun?"

Giray bir an bile şüphe etmeden "Çünkü Derya ona aşıktı," dedi başını sallayarak. "Aralarında geçen hiçbir şey de bunu bozamadı." Elini öne doğru uzatıp Gamze'den telefonu istediğinde Gamze, direkt olarak telefonu verdi. Giray birkaç tuşa basarken bakışlarım salonun içinde dolandı ve kendime sakinleşme payı vermeye çalıştım.

Fakat Giray haklıydı, duygular araya girdiğinde mantıklı düşünemiyordum, şu an içimdeki duyguyu söndürebilmek mümkün değildi. Sanki bir şeyler saklıyordu Giray, sanki kendisinin bir hatası var gibiydi.

"Bu bir oyun da olabilir," dedim boğuk bir sesle. "Yani Derya'nın oynadığı bir oyun da olabilir çünkü ona ulaşmak istiyordu." Giray başını iki yana salladı ve telefondan birkaç tuşa bastı. "Kadının elbette bir zarar görmesini istemem ama güvenmeden adım da atamayız, hem zaten Tugay'ın bu tür suçlarla adı geçiyordu, şimdi kanıtlarla tez sunmaları bir şeyleri değiştirmez. Kirli oynuyorlar, bunu yapacaklarını zaten biliyorduk." Giray beni dinlemiyormuş gibiydi, Defne benimle aynı fikirdeymiş gibi kafasını salladı. "Tugay geri plandayken ortada yoktu, Tugay'ın adı duyulduktan sonra bu gerçekleşiyor. Onun adı karalanabilir ama BL karalanamaz." Dişlerimi sıkarak öne doğru gittim ve Giray'ın elinden sertçe telefonu çektiğimde bakışları bana döndü. "Endişelendiğin kardeşin mi yoksa Derya mı?" diye sordum. "O senin arkadaşın mıydı?"

Defne, gülümsediğinde onun yapmak istediğini ben yapmış olmalıydım. "Avukat," dedi Giray. "Ortalık karışacak."

"Zaten ortalık yeterince karışık değil mi?" diye sordum kalbim öfkeyle atarken. "Daha ne olabilir?"

Giray kaskatı kesildi ardından sadece dudaklarını oynatarak "Derya yaşadığımı biliyor," dedi, gözlerim açıldı, diğerlerinden bazıları ise dudaklarının arasından bir küfür yuvarladı. "Ve buranın yerini de. Eğer konuşursa gerçekten biteriz."

"Bunu," dedim şaşkınlıkla. "Bunları neden biliyor? O geçmişte kalmadı mı?"

Giray dişlerini sıkarak ellerini saçlarına geçirdi. "Bilmiyorum," dedi hırsla, Defne ise öfkeyle nefesini verdi. "Bilmiyorum, nereden, nasıl duyduğunu bilmiyorum, birisi ona bu haberi uçurmuş ama zararsız olduğu için önlem almamıştım." Dudaklarım aralandı, Giray, pişmanlıkla ellerini yüzüne yerleştirdi. "Aklımı sikeyim, üzerini kapatıp öylece geçip gittim." Alnına vurdu sonrasında bir kez daha sandalyeye tekme attığında ellerinin titrediğini gördüm. "Hatalardan kaçtıkça hatalara sürükleniyorum, bıktım! Bu siktiğimin hayatından bıktım çünkü istediklerim bunlar değildi!" Yumrukları sertçe masaya vurdu. "Bu kez Tugay gerçekten beni affetmeyecek çünkü boka battık."

"Çünkü Tugay'dan da bunu gizledin," diye mırıldandığımda Giray'a doğru başımı iki yana salladım. "Birisi o kadına haber uçuruyor, bunun anlamı ne demek biliyorsun değil mi?" İşaret parmağımla bulunduğumuz yeri gösterdim. "Örgütten birisi ajan ve belki de sadece Derya değil, Krallık'a her haberi uçuruyor."

"Çok fena mahvolduk," dedi Red kısık bir sesle. "Hiç bu kadar mahvolmamıştık, boka battık, patladık, parçalandık."

"Bunu düşündüm," dedi Giray. "Ama şimdiye kadar defalarca fişlenmemiz gerekirdi, Krallık öylece duramazdı. O kadar planımızdan haberdar olurlardı, biz dilediğimiz her şeyi yapabildik." Giray tedirgindi, birkaç kez art arda boynunu çıtlattı. "Yani birisinin belki de iyi niyetle ağzından kaçırdığını bile düşündüm..."

"Giray," dedim sözünü yarıda keserek. "Krallık'ın ulaşmak istediği ölüm listesi, suikastlar, akşam yediğiniz yemekler değil zaten," diye çıkıştım. "Tugay'ın zaafını kovalıyorlar, ona karşı kullanabilecekleri herhangi bir şeyi arıyorlar ve onu da sen gayet iyi biliyorsun." Nida. Giray, başını yerden kaldırıp gözlerini açarak bana baktı. "Diğerleri zaman kaybettirir ama zaafına ulaşmaları Tugay'ı tamamen bitirmelerine neden olur."

"Bu felakatimiz olur," dedi Giray daha doğru bir şekilde telaffuz ederek. "Bir şeyler yapmamız gerekiyor."

Bakışlarımı Giray'dan ayıramıyordum. Korku artık her şeyden önce Nida içindi, az önce söylediklerime hak verdiğinin farkındaydım fakat ona da kızamıyordum çünkü biliyordum, yaşamak istediği hayat bu değildi ve senelerdir o da bu hayata hapis kalmıştı. O hapisin içinde kendisinden daha farklı birisi gibi davranmak can yakıcı olmalıydı.

Çok kısa bir an duraksadım ardından "Bir planım var," dedim başımı sallayarak. "Bir taşla üç kuş vuracak cinsten üstelik."

😲

Eskiden huzur bulduğum baronun merdivenlerinden yukarıya çıkarken üzerimde dolaşan bakışlardan eskisi kadar rahatsız değildim. Önceden insanlar lekelerime bakardı ya da Kerem ile aramızdaki o gizli nişanın dedikodularından dolayı gözlerini ayıramazlardı fakat şimdi bu bakışların nedeni, hepsinin gözünde bir hain olduğumdan ötürüydü.

Benimle beraber merdiven basamaklarını tırmanan Sinan oldukça sessizdi, dakikalardır da ağzını bıçak bile açmamıştı. Ne diyeceğimi bilemediğim için sessizliğine ayak uydurmuştum ama bu şekilde kendimi hiç rahat hissetmiyordum.

"Bana küs gibi davranıyorsun," dedim dayanamayarak. "Ve biz seninle hiç küsmeyiz Sinan."

"Küs değiliz," dedi sadece.

"Küssün."

"Değiliz." Sinan nefesini verdi ve inatlaşmak yerine yine sessizliğe gömüldü.

"Bana öfkeli misin?" diye sordum. "Babama yaptığım yüzünden? Ya da kararlarımdan ötürü?" Durdum ve onun da durmasına neden olduğumda kolunu tutup kendime çevirdim. "Dürüstçe her şeyi söyleyebilirsin, içinde tutma lütfen."

Bakışları arkamdaki duvardayken "Ne söylersem söyleyeyim, sanki dinleyecek misin?" dedi umursamıyormuş gibi ama onun da babam için acı çektiğini görebiliyordum çünkü çocukluğumuzdan beri, ona da babalık yapmıştı.

"Sinan," dedim bu kez çenesini tutup kendime çevirerek. Gözleri zorlukla da olsa bana döndüğünde bakışlarında acıyı gördüm. "Hayatımızın tepetaklak olduğunun farkındaydım, her şeyin çok değiştiğinin de ama sen bana değişme, bunu yapma, sırtını dönme."

Sinan çenesini sıkarken "Sana sırtımı dönüyor olsaydım şu an burada olmazdım," dedi baskın bir sesle. "Öfkelendiğim konu bütün bunları tek başına sırtlanman, Eftal. Bir yangın çıkıyor, suikast düzenleniyor sana, bütün ülke seni konuşuyor, duvarlarda adın var, baban idam ediliyor, ellerinle onu öldürüyorsun, yetmiyor, bir örgütün lideri olmayı kabul ediyorsun. Bütün bunların yanında bir savaşa giriyorsun, o savaşta bir suç kralıyla yan yana yürüyorsun." Yaşadıklarımı tane tane ondan dinlemek duvara çarpmış gibi hissetmeme neden oldu. "Dakikalar sonra belki de babanı gözlerinin önünde yakacaklar, sen yeni bir savaşa soyunuyorsun. Gözlerimin önünde asıl yanan sensin, ateşler içindesin fakat durup bir nefes bile vermiyorsun, su istemiyorsun. Seni artık koruyamıyorum çünkü sen kendini korumuyorsun." Başını iki yana salladı. "Bir maddeyle canını hiçe sayıyorsun, ne için?" Sesi yükselmeye başlamıştı. "Gücün zırhın ama zekan da saatli bir bomba gibi. Bir gün senin elinde patlarsa kim seni koruyacak?" Kendisini işaret etti. "Canım uğruna seni korurum ama artık ne düşündüğünü bile kestiremiyorum."

Yutkunduğumda ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. "Bütün bunlardan başka bir çare gösterebilir misin bana?" diye sordum. "Benim yas tutmama bile izin yok, aldığım nefesi verirken o kısa zaman diliminde birçok şey değişebiliyor. Bu yolu seçmedim, zorunlu tutuldum ve..."

"Ama şu an vazgeçebilirsin." Lafı ağzıma tıktı. "O adamın artık seni tehditle yanında tutmadığının farkındayım, istersen dönüp gidebilirsin ama sen bunu istemiyorsun."

"Sinan," dedim kaşlarımı çatarak. "Sen değil miydin boyun eğmek yerine savaşılması gerektiğini savunan?"

"Bendim," dedi. "Benim. Şu an bulunduğum konumdan da rahatsız değilim, Krallık ailemi elimden aldı benim, intikamsa kan kustururum onlara ama seni de kaybedemem çünkü tek varlığım sensin." Öfkesi, endişeye dönüştü. "Vazgeçmeyeceğini biliyorum, çok daha kötülerinin de olacağının farkındayım ama bana arkanı dönersen kendimi yalnız hissederim." Başımı iki yana salladım. "Bana bunu yapma, eskiden olduğu gibi en azından acılarını paylaş, paylaş ki seni nelerden koruyabileceğimi göreyim. Ya her şeyi geç, bak bugün Aralık'ın son günü, yarın yeni yıla gireceğiz fakat senin bundan bile haberin yok değil mi?" Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. "Yok elbette. Eftal, hayata dön, gerçeğe dön, buradayız."

"Ben," kendimi kötü hissetmiştim, "yani eskiden her yer süslenirdi ama şimdi artık yasak olduğundan..." Gözlerimi kapattım. "Yeni yılları severim. Severdim. Havai fişekleri, kardan adamları, çam ağaçlarını, dans etmeyi..." Kendimi gerçekten kötü hissetmiştim. "Keşke bugün yeni seneyi kutlayabilsek, keşke hatırlayabilseydim ama Sinan, o kadar..." Sustum, gözlerimi kapattım.

"Anlat," dedi Sinan. "Anlat, Eftal, yalvarırım. Acılarından söz et bana."

Başımı önüme eğdiğimde sağ elimin tersindeki beyaz lekelere baktım, üzerimdeki beyaz çiçekli elbisenin rengindeydi. Sol elimde ise eldiven duruyordu. "Artık acıdan önce, korkuyu hissediyorum," diye fısıldadım kısık bir sesle. "Her şeyden çok korkuyorum ve korku, cesareti getiriyor. Bir saniye durursam korkudan ölecekmişim gibi." Elim kalbime doğru gittiğinde bakışlarımı Sinan'a çevirdim. "Yaşananlardan, yaşanacaklardan, kendimden..." Başımı salladım. "Hislerimden. Her şeyden çok korkuyorum."

"Hislerinden?" dedi Sinan başını sallayarak. "Hangi hislerinden?"

Asıl odaklanması gereken noktayı nasıl da iyi biliyordu. "Sinan," dediğimde sesim titredi. "Şu an bir savaşın ortasındayım, bunun bilincindeyim ve ölesiye korkuyorum ama o savaşın ortasında Tugay Demir Çeviker bana gülümsediğinde korkuları hissetmiyorum, savaş bile gözüme güzel geliyor." Sinan'ın dudakları aralandığında yarım adım geriledi. "Ben onu tanıdıktan sonra kendimi sevmeye başladım, bu ne demek biliyorsun değil mi? Kendimi sevmek, benliğimi bulmama neden oldu. Ve bu korkutucu. Bakma öyle, biliyorum bu korkutucu. Korkunç. Öyle bir his ki, sanki bundan önceki hayatım bir tiyatroydu, ben son birkaç aydır gerçekten kendi hayatımı buldum, onunla tanıştıktan sonra. O belki benim hayatımda bir durak, gerçeğimi bulmama neden olan bir ışık ama her ne olursa onu gördüğümde hiçbir şey imkansız gelmiyor." İlk kez birine bu denli içimi açtığım için başımın bile döndüğünü hissediyordum ama kendime bile tekrar etmediklerim dudaklarımdan dökülüyordu. "Bu hissin adı ne bilmiyorum. Belki de minnettir, kim bilir?"

"Ben biliyorum o hissin adını."

"Neymiş?"

Sinan tebessüm ettiğinde ne düşündüğünü kestiremiyordum ama uzun bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra yutkundu. "Sana kendini sevdirebildiğine sevindim," dedi başını sallayarak. "Çok uzun süre bunun için çabaladım ama başarılı olamadım."

Bir şeyler söylemek için nefeslendim ama ne diyeceğimi bilemediğimden sessizliğe yöneldim. Bu cümlelerin ardından zaten Sinan da pek bir şey dile getirmedi ve merdivenleri yeniden tırmanmaya başladık.

Uzun koridoru yürürken Kerem Karaman'ın odasını görebiliyordum ve oraya gelmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, bu gerilmeme neden oldu. Sinan da bunu hissetmiş olacak ki, yarım adım önüme geçerek güvende tutmak istedi.

Bir adım, iki adım, üç adım ve en sonunda Kerem'in odasının önüne geldiğimizde çevremdeki o gözlerin farkındaydım. Babamla ilgili belgeleri imzalamak için tuttukları kişi Kerem Karaman olmuştu, savcılığına son verilmiş olsa bile yine bu kurallar benim için geçerli olmuyordu. Her şekilde rahatsız hissettirebilecekleri bir noktayı buluyorlardı.

Benden önce Sinan kapıyı tıklattı ardından onay gelmeden kapıyı açtığında içeriye daldı, benim de geçmem için işaret verdi. Büyük bir nefes verdim, arkamdaki fısıldaşmaları ise duymazdan gelerek odadan içeriye girdim.

Kerem Karaman masasında oturmuş önündeki kağıtlara bakıyordu, yüzündeki yara izleri hâlâ geçebilmiş değildi ve yüzük parmağını ilk kez sargısız görüyordum, kökünden kesilmişti, dikişler ise yerine duruyordu. Öksürdüğünde elbette ki kimin geldiğini biliyordu ama başını kaldırıp bakmadı. İçerideki ağır parfüm kokusu midemi bulandırmaya yetmişti.

İçeriye doğru büyük birkaç adım attım ardından "Belgeler," dedim düz bir sesle. "İmzalayacağım. Neredeler?"

Kerem'in ağız ucuyla gülümsediğini gördüm ve sonrasında kağıtları düzenli bir şekilde sağına yerleştirdi, ellerini birbirine yasladı, bakışlarını bana çevirdi. Yanağındaki o morluk, hâlâ kapalı olan tek gözüne rağmen ürkütücü bakabilmeyi başarıyordu. "Otursana Eftalya," dedi rahat bir sesle. "Bir şeyler içelim, biz eski nişanlıyız sonuçta."

"Senin elinden bir şey içebileceğimi düşündüren nedir?" diye sordum tiksinerek. "Dosyaları ver."

"Geçmişte ellerimden içtiklerin seni böyle tiksindirmiyordu ama," dediğinde sırtını sandalyeye yasladı, aşağılayarak Sinan'a baktı. "Kendine ait olacak bir çöplük buldun sonunda Sinan Yaman."

Sinan önceden öfkelenirdi fakat bu kez "En azından benimki bir çöplük," dedi aynı aşağılamayla. "Senin gibi insanların eteklerine ağlayarak yapışmıyorum eski savcı Kerem Karaman." Gözlerini kıstı. "Parmağına ne oldu? Kuşlar mı yedi?"

Kerem'in yüzündeki o alaylı gülümseme silindiğinde burun delikleri açıldı, bakışları bana kaydı. Baştan aşağı süzdüğünde üzerimdeki çiçekli elbiseye ve artık çıkarmadığım eldivenlerime odaklandığını biliyordum. Fakat gözleri göğüs kafesimdeki lekede oyalandığında hatta çeneme doğru uzandığında burnundan tiksiniyormuş gibi bir nefes verdi. Hiçbir şey söylemeden yaptığı bu hareket, beni yeniden geçmişime götürdü.

Sağ taraftaki belgelerden iki kağıt çıkardı ardından öne doğru itekledi, bir kalemle. Hızlı bir şekilde masanın önüne ilerleyip sol eldivenimi çıkardım, kalemi parmaklarımın arasına aldım ve yazanlara baktım. Babamın yasal yollarla öldüğü, üzerinde hiçbir hak iddia edemeyeceğimi, ölüsünün yakılacağı, küllerinin dahi verilmeyeceği, bütün mal varlığına Krallık'ın konduğu, dilersem soyadımı bile değiştirebileceğimi, adından hain diye söz edileceği, kaç sene geçerse geçsin onun isminin bu şekilde anılacağı, aksi bir şekilde benim de hain ilan edileceğim gibi maddeler yer alıyordu. Gözlerimi kapatıp büyük bir nefes verdim ardından ilk sayfayı imzaladım ve diğer sayfaya geçtim.

O sırada kapı çaldığında Kerem gülümseyerek "Gel," diye seslendi. Birkaç saniye sonra kapı açıldı, içeriye giren topuklu ayakkabıların sesini işittim fakat dönüp bakmak yerine sayfadaki maddelere göz gezdirdim. Babamın işlemediği ama Krallık'a göre suç olan maddelerden söz edilmişti, bunları onaylamamı istiyorlardı. Bir maddede diyordu ki, okuduğu kitap halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten... "Gel, Derya," dedi Kerem'in sesi ve kulağımın uğuldadığını fark ettim. "Otursana, misafirlerimiz yabancı değil."

Vücudum kaskatı kesildiğinde eğildiğim yerden yavaşça doğruldum ve omzumun üzerinden geriye doğru baktığımda onunla göz göze geldim. Omuzlarından aşağıya doğru dökülen sarı dalgalı saçları, deniz mavisi gözleri, kusursuz yüzü, beyaz teni... Lekesiz beyaz teni. Üzerine giydiği lacivert blazer ceketi, mini eteği, topuklu ayakkabıları. Aksi iddia edilemezdi, gerçekten güzel bir kadındı ama bakışları aklımdakine zıt bir şekilde bomboş bakıyordu ya da belki de beni aşağılamak istiyordu, bilemiyordum.

Fakat ben ona baktığımda hissettiğim öfkenin nedeni Tugay'ın eski kız arkadaşı olması gibi çocukça bir neden değildi, o ihanet etmişti; ihanet affedilemezdi.

"Ah, Eftalya," dedi Kerem Karaman. "Sen tanıyor olmalısın Derya'yı. Haberlere baktın mı? Kendisi müvekkilinin mağdurlarından bir tanesi. Tuhaf bir karşılaşma oldu." Hayır, bu karşılaşma değildi, planlanmış bir oyundu. "Derya, Eftalya Atalar'ı tanıyorsundur sen de, o herifin avukatlığını yapıyor. Her şeye rağmen."

Bakışlarımı Derya'dan ayırdığımda ellerimin terlemeye başladığını hissettim, kalem sanki parmaklarımın arasından kayıp gidecekti. O Tugay'a ihanet etmişti.

Hızlı bir şekilde kağıdı imzaladım ardından duruşumu dikleştirerek kağıtları Kerem'in önüne itekledim. "Başka bir şey var mı?"

"Merhaba," dedi Derya arka tarafımdan ve öne doğru çıktığında hemen hemen aynı boyda olduğumuzu fark ettim. Elini uzattı, sıkmam için. "Seni çok daha öncesinden tanıyorum."

Bir eline, bir ona bakarken hissettiğim kıskançlıktan daha öte bir duyguydu, o Tugay'a ihanet etmişti. Bin kez tekrar ederdim bunu içimde, o Tugay'a ihanet etmişti. "Öyle mi?" diye mırıldandım, Derya'nın gözleri göğüs kafesimdeki lekelere kaydığında şaşırmış gibi değildi. Bir süre inceledi ve gözlerime döndüğünde elini sıkmayacağımı anladı, geri indirdi. "Tam olarak nereden tanıyorsun?"

"Ben gazeteciyim," dedi başını sallayarak. "Senin birkaç haberini girmiştim, başarılarınla ilgili." Ne düşündüğünü, ne hissettiğini kestiremiyordum ama öyle bir güvenmiyordum ki, yaydığım enerji bunu gizlemiyordu. "Bana öfkeli olduğuna eminim ama..."

"Sana karşı kişisel hiçbir duygum olamaz, Derya, tek hissettiğim adına üzülmek olur," dedim başımı iki yana sallayarak. "Krallık'ın tuttuğu bir maşasın sadece. Geçmişindeki adama ihanet ediyorsun, bu odadaki herkes biliyor ki, konuşulanların hepsi yalan." Derya sessizce yüzüme baktı. "Umarım bir gün dürüstlüğün, ucuz çıkarlarından daha kıymetli olur çünkü bu seni daha kaliteli bir insana dönüştürür." Gözlerim Kerem'e kaydı. "Bu aptal tiyatro bittiyse babama gideceğim, başka bir şey varsa söyle."

Kerem ağzının içinde küfür yuvarlayarak "Savunduğun adam bir tecavüzcü," dedi. "Ve sen kör bir şekilde ona inanıyorsun. Kadının belgeleri var."

"Öyle mi?" dedim bir kez daha. "O halde Derya, müvekkilimle neden konuşmak istediğini ve bunun için bana ulaştığını da anlatmak ister öyle değil mi?" Kerem duraksadı. "Belki de halk bunu duymak ister, kafalarının karışacağına eminim."

Kerem, öfkeyle Derya'ya baktı, Derya ise çok kısa bir nefesin ardından "Giray," dedi imayla tek kaşını havaya kaldırarak. "Tugay'dan önce Giray'ı merak ediyordum aslında, o yüzden ulaşmıştım çünkü onu severdim." Beni tehdit ediyordu, alttan alttan. "Mezarının nerede olduğunu biliyor musun? Tugay bundan sana söz etti mi?"

Bakışlarımı Derya'ya çevirdiğimde gülümsedim, içten değildi ama dışarıdan nasıl göründüğümü biliyordum. O sırada kapı bir kez çaldı fakat bu kez Kerem'den onay gelmediğinde sekreteri hızlı bir şekilde içeriye girdi. Kerem öfkeyle kadına baktığında kadın çekingen bir şekilde elindeki telefonu göstererek "Efendim, çok önemli," dedi başını sallayarak. "Defne Tufan telefonda ve BL hakkında sizinle konuşmak istediğini söyledi."

Bakışlarım dehşetle Sinan'a döndüğünde, Kerem'in bakışları benim üzerimdeydi; Sinan ise dişlerini sıkarak başını iki yana salladı. "Defne Tufan mı?" diye mırıldandı Kerem. Hepsinin gözünde Defne'nin babasını BL örgütü öldürmüştü, Defne onlara göre büyük bir nefret içindeydi. Sekreter heyecanla kafasını salladığında Kerem bir anlık ne yapacağını bilemedi ve yüzümdeki tedirginliği gördüğü anda "Bağla," dedi önündeki telefonu göstererek. Sekreter birkaç düğmeye bastığında Kerem'in önündeki telefon çaldı, Kerem ise telefonu hoparlöre alarak açtı ardından diğer telefonundan ses kaydını devreye soktu. "Defne Tufan," dedi Kerem.

"Merhaba," dedi Defne endişeli, korkulu ama bir o kadar da ürkütücü bir sesle. "Ben BL örgütü tarafından öldürülen milletvekilinin kızı, Defne Tufan. Tanıdığınıza eminim." Kerem bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde yutkundum. "Özellikle size bir ihbarda bulunmak istiyorum."

"Dinliyorum," dedi Kerem Karaman.

"BL örgütünün yerini biliyorum," diye mırıldandı. "Kaç kişi olduklarını, nerede yaşadıklarını, nasıl bir hayat sürdüklerini." Defne'nin sesi yükseldi. "Onların artık nefes almasına katlanamıyorum." Bir kez daha Sinan'la birbirimize baktık korkuyla hatta ihanetle. İkimiz de aynı şeyi düşündük, oyunun sonuna gelmiştik.

"Bundan nasıl emin olacağım?" diye sordu Kerem, Derya'nın bakışları ise benden ayrılmıyordu. "Ya bir yalan söylüyorsan?"

"Ne yalanından söz ediyorsun sen?" dedi Defne öfkeyle. "Onlar babamı benden aldılar, gözlerini bile kırpmadılar ve öylece yaşamaya devam ediyorlar! Bu konuda nasıl yalan söyleyebilirim?" Kerem bakışlarımdaki korkuyu gördüğü anda yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu.

"Söyle o halde," dedi Kerem. "Neredeler?"

"Tek bir şartla."

"Şart mı?" Kerem öfkelenmişti. "Benimle pazarlık masasına mı oturacaksın?"

"Canım söz konusu," diye çıkıştı Defne. "Ben bu bilgiyi verdikten sonra yaşatmayacaklar belki de. Her şeyi göze alıyorsam bir karşılığı olmalı!"

Kerem büyük bir nefes verdi. "Ne istiyorsun?"

"Yirmi milyon dolar," dedi Defne. "Canım için yirmi milyon dolar istiyorum."

"Ne?" diye bağırdı Kerem. "Sen aklını mı kaçırdın?"

"Hayır, kaçırmadım! Size bu ülkeyi yok etmek üzere olan örgütün adresini vereceğim ve bunun karşılığı elbette olacak. Ülkeden kaçacağım, kendi hayatımı kuracağım, bunu bana borçlusunuz. Krallık için bu paranın hiçbir şey olduğunu biliyorum." Defne'nin sesi endişeli geliyordu. "Tam yüz elli kişiler ve o karaktersiz avukat da onlarla beraber yaşıyor! Eğer şimdi hemen oraya gitmezseniz çoktan ortadan yok olabilirler çünkü o avukatın her yerde eli kolu var!"

Dehşetle gözlerimi açtığımda irkilerek geriye doğru adımladım, Kerem ise elini kaldırıp beni durdurdu ardından sekreterine başıyla kapıyı tutması için işaret verdi. Sekreter kapının önüne geçtiğinde Derya da ürkmüş gibi görünüyordu.

"Tamam," dedi Kerem. "Sana birkaç dakika sonra dönüş yapacağım." Telefonu kapattığında gözleri direkt gözlerimi arşınladı ve sonrasında "Eftalya, bebeğim," dedi iğrenç bir ses tonuyla. "Korkuyor gibisin."

"Hayır," dedim kekeleyerek. "Neden korkacağım? Yalan söylüyor, örgütün yerini bilemez, bunun imkanı yok. Onların yerini ben bile bilmiyorum, sizi kandırıyor, siz de ona inanıp..." Kerem kahkaha atmaya başladığında Sinan küfretti.

Kerem bütün söylediklerime kulaklarını kapattı ardından Başkan'ı aradı, bunu sesindeki değişimden, dudaklarının kıvrımından ve duruşundan bile anladım. Hızlı bir şekilde Defne'yle konuşmalarını anlattı ardından ses kaydını onlara iletti. Her şey dakikalar içinde olurken tedirginlikle ellerimi koyacak yer arıyordum. BL örgütü köşeye sıkışmıştı, kaçacak yerleri yoktu ve onları yok etmek, ülkeyi tamamen olmasa da büyük bir kısımda kurtarmak demekti Krallık için. Canlarını dişlerine takarak bunu sağlayacaklarını biliyordum.

Dakikalar sonra Krallık Kerem'e geri dönüş sağladı, Kerem'in yüzünden anladığım kadarıyla parayı vermeyi kabul ettiler ayrıca sadece bu kadar da değildi, biliyordum, bütün güvenilir adamlarını örgütün olduğu yere yönlendireceklerdi. Kerem'in sesindeki heyecan, telefon trafiği, art arda çalan telefonlar Krallık'a umut olmuştu.

En sonunda Kerem Defne'yi aradığında ilk kurduğu cümle "Paran yatırıldı," demek oldu. Defne beklemek istedi, o beklerken Kerem gözlerini benden ayırmadı. Düşündüğümden daha uzun süren dakikalar sonunda Defne, bir şeyler söyledi, bunun arkasından Kerem telefonu bir kez daha hoparlöre aldı, ses kaydıyla beraber. "Eski Krallık binasının oradaki köşkteler," dedi Defne heyecanlı bir sesle. "Silahları, araçları, bütün suç eşyaları ve kendileri orada konaklıyorlar."

Elimle ağzımı kapattığımda Sinan "Sikeyim," diye mırıldandı.

"Eğer yalan söylüyorsan..." dedi Kerem dişlerini sıkarak.

"Söylemiyorum, Kerem Karaman," dedi Defne. "Ben asla yalan söylemem, bana güvenebilirsiniz. Krallık benim her şeyim. Ve..." Duraksadı. "Umarım o avukatı da Giray Pusat Çeviker'in yanına gömersiniz, ikiziyle beraber. Çünkü Giray'ı öldürürken benim ellerim bile titrememişti." Sanki telefonun arkasından bir gülme sesi geldi. "Ah, kardeşim ağlıyor..." Defne afalladı. "Krallık daima yaşasın, size ve o güzel aklınıza minnettarım." Defne telefonu kapattı, Derya şaşkınlıkla telefona doğru baktı çünkü verilen adresin doğru olduğunu biliyordu.

Kerem ellerini ovuşturdu, ses kaydını direkt Krallık'a iletti ardından bana bakarak "Sen," dedi. "Kendin değil, bizim aracımızla babamın yanına gideceksin çünkü kimseye haber uçurmanı istemiyorum."

"Yanılıyorsunuz," dedim dehşetle ama sesim titriyordu. "O köşkte değiller, boşu boşuna..." Gözlerimi açtım. "Onlar çok kalabalık, sizin adamlarınızın çoğu yaralı, hepsi babamın yanında, onlar sizi mahvedecekler." Dişlerimi sıktım. "Defne'yi de sizi de yaşatmayacaklar."

"Bu kez," dedi Kerem. "Bu kez bittiniz, Eftalya, söylenmeyi bırak artık. İlk önce babanı kaybettin şimdi örgütünü kaybedeceksin. Gitgide güç kaybediyorsun, biz ise daha fazla kazanıyoruz."

Yanımdan geçti, kapının önünden eğildi ve kapıdaki iki korumasına beni Ada Hapishanesi'ne götürmesi için emirler yağdırdı, öyle keyifliydi ki, neredeyse konuşurken kahkaha atıyordu.

O sırada Derya'yla son kez göz göze geldim. Bakışlarındaki şaşkınlıkla beni izlerken sadece birkaç saniye o yüzümdeki maskeyi düşürdüm ve gülümsediğimde şaşkınlığı daha fazla arttı ardından bozguna uğrayarak başını iki yana salladı. Anladı, her şeyin bir rolden ibaret olduğunu, o bizi ihbar etmeden bizim kendimizi ihbar ettiğimizi.

"Kendimi bizzat tanıtmamıştım ama şimdi tam sırası gibi görünüyor," dedim fısıldayarak ardından sol elime eldiveni yeniden giydim. "Ben Eftalya Atalar, kimisine göre sadece bir avukatım ama sana bir sır vereyim mi?" Ona doğru eğildim. "Fişlemeye çalıştığın BL örgütünün lideri ve karalamaya çalıştığın Tugay Demir Çeviker'in sol koluyum, her anlamda. Kaybetmekten ise pek hoşlanmam, tıpkı sevgili müvekkilim gibi." Başımla selam verdim. "Tanıştığına memnun oldun mu, bilmiyorum ama ben şu an epey memnunum."

🦦

"Adnan Atalar anısına bir çiçek ek, o çiçeği büyüt, sulamayı unutma, adını Eftalya koy, özgürlüğümüzü simgelesin!"
BL

Bakışlarım duvardaki yazıda takılı kalırken Ada Hapishanesi'ne giden yolun trafiği oldukça boştu. Önümüzde sadece iki araç bizi takip ediyordu, arabanın içinde ben ve Sinan'la birlikte iki adam daha vardı. Krallık gerçekten de en iyi adamlarını örgütün bulunduğu yere göndermişti.

"Bugün Adnan Atalar öldürüldü, ölüm nedeni kitap okumaktı; bugün sen kendi kitabının ilk cümlesini yazdın; korkusuzluğun özgürlük kelimesiyle başladı."
BL

Yutkunduğumda hızlı giden araçla ellerinde eldivenler olan insanları seçebiliyordum, duvarlarda artık boş yerler bile yoktu. Kolluk kuvvetleri bazı semtlerden vazgeçmişti, o semtler tamamen BL'ye ait olmuştu.

"Bugün bir kadın babasının ölümünü izledi, ağlamak yasaktı; o kadın Eftalya Atalar'dı, gücü gizlediği gözyaşlarında saklıydı!"
BL

Caddenin ortasında boydan boya bir apartmandan diğer apartmana timsah bayrağı asılmıştı, bir tarafı yakılmıştı ama özgürlüğümüze kısmı hâlâ açık bir şekilde okunabiliyordu.

Duvarda gördüğüm yazı bu kez cama yapışmama neden oldu.

"Kalbine karlar yağdı Kraliçe'nin, adı Kar Kraliçesi; söneceğini bildiği halde karları eritti Kral, adı Ateş Kralı. Birisi erimeye, birisi sönmeye razı geldi; dünyaları için ölümcüldü ama imkansızlıkları ne olursa olsun imkan dahilindeydi."
TDÇ

Parmaklarım cama dokunduğunda kalbimin atışları hızlandı. Bu yazı ne zamandan beri buradaydı? Bunu neden yeni fark etmiştim? Yeni miydi? Nida'ya kar prensesi diyordu, kendimi o seviyede görebileceğimi düşünemezken şimdi bu yazı... Elim, göğsümün üzerindeki lekelere doğru gitti. Açıkça, sonuna TDÇ yazarak bana kendini gösteriyordu, başkalarına göstermeyi de umursamayarak. Her yöne çekilebilirdi ama bakışlarım anlık olarak Sinan'la kesiştiğinde onun da gördüğünü ve aynı şeyi düşündüğünü anladım.

Önceden sadece BL imzalı yazılar vardı, Tugay ise benimle tanıştıktan sonra kendisi bizzat TDÇ imzasıyla yazılar yazdırmaya başlamıştı.

Tam önünden geçtiğim duvarda yazıyordu yine.

"Özgürlük gökyüzüdür; gökyüzüme kavuşacağım o güzel günde."
TDÇ

Hayır, dedim, kendi kendime. Üzerine alınma. Hayır, o kadar da değil, hayır Eftalya, dur artık, kalbinin atışları duraksasın artık.

Ada Hapishanesi'nin önüne geldiğimizde sadece dört aracın beklediğini gördüm. Kaşlarım havalandığında arabanın arka tarafına doğru baktım fakat orada da kimseyi görmedim. Gözlerim hapishanesinin üst taraflarına doğru kaydığında sadece iki keskin nişancının durduğunu fark ettim. Babamın ölüsü, dirisi kadar kıymet taşımıyor muydu yoksa örgütün ifşalanması tamamen aptalca bir şekilde boşlamalarına mı neden olmuştu?

Sinan'la göz göze geldiğimizde çenesini havaya kaldırıp gülümsedi, aynı şekilde karşılık verdiğimde bulunduğumuz aracın kapıları açıldı. O sırada arabanın radyosundan o ses yükseldi: "Son dakika! Krallık, BL örgütünün inine büyük operasyonla ulaştı!"

Kaşlarım havalandığında Sinan arabadan inip elini öne doğru uzattı. Destek alarak arabadan indiğimde Ada Hapishanesi'nin önündeki iki askerin bakışları direkt olarak bana yöneldi. Başkan yoktu, yardımcıları yoktu, basın yoktu. Başımı iki yana salladığımda kapıya doğru ilerledim. Hava kararmıştı, ne kar, ne yağmur yağmıyordu fakat gökyüzünde ay da kendini göstermiyordu. Aralık'ın son günü, Ocak'ın ilk gününe ılık bir havayla girecektik çünkü hava asla soğuk değildi.

Kapılar açıldı ve kollarımı sakince iki yana doğru açtım; gözlerimi kapattığımda görevlinin eli her yerimde dolaştı. Bacaklarımda, göğsümde, kalçamda, sırtımda, omuzlarımda ardından metal detektörüyle baktılar. Eldivenlerimi çıkardılar, aşağıladılar ardından yeniden eldivenlerimi geri bana verdiler. Aynısını Sinan'a da yaptıklarında ikimiz de temiz çıkmıştık.

İki gardiyan bizi karşıladı, bir tanesi üzerimdeki uzun kaşe montumu aldı, diğeri çantamı. Beyaz çiçekli elbiseyle Ada Hapishanesi'nin koridorunda ilerlerken ileride, idamın yapıldığı o alanın önünde bekleyen kalabalığı gördüm; kalabalık Ölüm Timine aitti.

Krallık, hapishaneyi koruması için Ölüm Tim'ini getirmişti çünkü BL örgütü konusunda güvenmemişlerdi. Sinan'la bir kez daha bakıştığımızda gülümsemeden edemedim. Her adımda duvarlarda topuklu ayakkabılarımın sesi çınladı, gardiyanların kendi aralarındaki hakaretlerini bile duymazdan geldim.

"İyi seneler avukat!" diye ses duydum, bu ses kapının önünde beni bekleyen Marco'ya aitti, yanında Başkan'ın ikinci ve önemsiz sekreteri, onun yanında da yeni atanan genç yardımcısı vardı. "2028 hepimiz için cehennemi getirecek gibi görünüyor." Üzerinde üniformaları vardı, omzunda uzun kalibreli silahı, belinde küçük silahı, pantolonunun ceplerinde bıçakları. Boştaki elinde ise mandalinası. "Fakat benim içimden bir ses başka şeyler söylüyor."

"Marco," dedim karşısına geçtiğimde ardından sekreterle gözlerim kesişti. "Babam için neden bu kadar önemsiz davrandınız? Onun ölüsünü yakarken keyifle izlersiniz sanmıştım."

"Ben de örgütün yok olurken böyle keyifli görünmezsin sanmıştım," dedi Sekreter kaşlarını kaldırarak.

Marco, mandalinayı ağzına atarken bakışlarıyla dikkatli bir şekilde beni inceledi ardından gözleri Sinan'la buluştu. Bu kez mandalinayı ona uzattığında Sinan başını iki yana sallayarak reddetti. Marco yüzünü buruşturduğunda sekretere doğru "Sana yok," dedi alayla. "Vitaminsiz kal."

Ellerimle saçlarımı arkaya doğru attım. "Müvekkilim nerede?"

Marco, ağzı dolu bir şekilde "İçeride, diğer mahkumlarla birlikte," diye mırıldandı. "Ve tuhaf bir şekilde onun da keyfi epey yerinde. İnanmazsın ama ben ikram etmeden mandalina istedi." Sekreter burnundan nefesini verdi. "Vermedim tabii ki, kahrolsun düşmanlar, hainler." Göz kırptı ardından bileklerimi işaret etti. "Ellerini uzat avukat, yasal prosedür, kelepçelerinizi takmam gerekiyor."

"Babamın ölüsüne sarılmayayım diye mi?" Marco duraksadı, bakışları gözlerime döndüğünde çiğnediği mandalina yavaşladı. "Her neyse," bileklerimi uzattım, "kelepçele."

Marco'nun arkasından Javier çıktığında "Avukat," dedi keyifle. Sinan'ı kelepçelemek için hamle yaptı. Saçının önündeki bir tutamı beyaza boyatmıştı, şaşkınlıkla ona baktım. "Sadece sana özendim, nasılım ama? Hayranın olduğumu söylemiştim." Bu... Nedense hoşuma gitmişti. Yani herkesin kusur olarak gördüğü o rahatsızlık, Javier için havalıydı. Saçımın önünde vitiligodan dolayı çoğalmaya başlayan beyaz tutamların aynısını yapmıştı.

"Gece saçını kazıyacağımı bilmiyormuş gibi," dedi Marco, bileğime soğuk metalleri takarken. Bir tanesini tamamen kilitledi, diğerinde ise sekretere dönerek dikkatini dağıttı. "İçerideki basın beni çekmezse sevinirim," dedi geniş omuzlarını silkerek. "Hayranlardan pek hoşlanmam." Sekreter gözlerini devirdiğinde ondan nefret ettiğini anlamıştım ama Marco bunun dışında sol bileğimdeki kelepçeyi kilitlememişti. Gözlerim açıldığında bana bakıp "Önden avukatlar," dedi sonrasında mandalinayı havaya attı, denk geldiği taraf Sekreter'in yüzüydü. "Ah," dedi Marco. "Boşa gitti." Sekreter ağzının içinde küfür yuvarladığında Marco gülerek ağır demir kapıyı ardına kadar açtı ve o an, içerideki o kötü kokuyla yüzleştim.

Seyirci koltukları neredeyse bomboştu, Krallık'ın korumaları, birkaç savcı dışında kimse yoktu. Ölüm Timi salonun çevresinde daire oluşturmuştu, dairenin ortasında iki tane basın muhabiri, bir tane kamera vardı. Basının arka tarafında ise mahkumlar sıralanmıştı. Ada Hapishanesi'ndeki bütün mahkumlar tek tek sıraya dizilmişti, küçüğünden büyüğüne, en önde ise Tugay Demir Çeviker duruyordu, arkasındaki iki Ölüm Timi adamı ve iki Başkan korumasıyla.

Göz göze geldik, bakışları direkt yüzüme odaklandı, oradan üzerimdeki bana hediye aldığı elbiseye ve sonrasında ellerimdeki eldivenlere. Dudaklarında bir tebessüm oluştu, hayatımda gördüğüm en güzel tebessümlerden birisiydi, bütün yorgunluğuna rağmen öyle bir güldü ki, sanki kendi yorgunluğuyla beraber, benim de o an kötü hissettiğim her şeyi çekip benden aldı.

Elleri önünden kelepçelenmişti, ayak bileklerinde zincirler vardı, siyah mahkum üniformasının yakalarında kurumuş kan lekeleri duruyordu, kaşının bir tarafının yarıldığını gördüm; yeni değil, belki dün, belki de ondan önceki gün. Fakat Marco'nun ne demek istediğini anlamıştım, keyfi öyle yerinde görünüyordu ki neredeyse olan bütün şeyleri unutacaktım ama o kötü kokuyla bakışlarım sahanın en başına doğru döndüğünde babamı gördüm.

O kötü koku ondan geliyordu, bir morga bile yerleştirmemişlerdi, çıplak ayaklarında ve ellerinde yaralar oluşmaya başlamıştı, vücudu şişmiş, morarmıştı. Babam gibi değildi, sanki bambaşka birisiydi. İrkilerek geriye doğru kaçtığımda Marco'ya çarptım, elimle ağzımı kapattığımda yutkunmakta zorlandım. "Ona," dedim acıyla. "Bir leş gibi davranmışlar." Orada, yere çöküp acılar içinde kusmamı engelleyen güçsüz görünecek olmamdı. Hiçbirinin önünde değil, babamın ruhunun önünde.

Marco, birkaç saniye sonra "Normalde parçalanması gerekiyordu," dedi. "Bunu istediler ama yapmadık çünkü kimse dokunmak istemedi." Başımı iki yana salladığımda acı kalbimde yangın olmaya başlamıştı, idam sehpasının altında iki adam duruyordu, birisi elinde bir bidon tutuyordu, diğeri ise yanmak üzere olan bir meşale. Yirmi birinci yüzyıldaydık ve babamı, sanki seneler öncesindeymişiz gibi bir meşaleyle yakacaklardı.

Sinan'ın gözleri dolduğunda ellerimi yumruk yaptım ve gözlerimi kapattım. Başımı önüme eğdiğimde Marco'nun beni sırtımdan hafifçe itekleyerek yürüttüğünü hissettim. Bakışlar yine üzerimdeydi, herkes bana bakıyordu fakat bu kez babam artık canlı değildi, ölüsüne ise saygıları bile yoktu.

Sahanın ortasına geldiğimde hemen arkamda, birkaç adım geride Tugay duruyordu. Çenemi havaya kaldırdığımda sanki sırtımda kuvveti vardı ama dokunmuyordu bile. Başımı omzuma doğru çevirdiğimde Marco, "Krallık'a bir oyun oynadığınızın farkındayım," diye mırıldandı ağzının içinde. Birkaç adım ilerideki sekreter ve yardımcısı basınla ilgileniyordu. "İkinizin de ayrı ayrı. Sen neyin peşindesin, söyle bakalım avukat?"

Gözlerimiz kesiştiğinde "Saygının peşindeyim, Marco," diye fısıldadım. "En azından babamın ölüsüne bile saygının peşindeyim, bunu hak etmedi, hak etmedim."

"Ve itibarın, ve acının, ve işkencelerin, ve dünlerin, ve..." diye bir ses işittim arkadan, bu ses Tugay Demir'e aitti. "Havai fişekleri sever misin sevgili avukat?" Gülümsediğini hissettim. "Seversin elbet, bak bugün yeni bir yıla gireceğiz, senin için havai fişekler patlattıracağım, söz."

Başımı çevirip ona baktığımda örgüt olarak planımız babamın ölüsünü kaçırmak, ona rahat bir mezar sunmaktı. Daha fazlası değil, bu kadardı. Birazdan örgüt burada olacaktı, babamı kurtarmak için. Krallık ise boş köşkte onları arıyor olacaktı. Hem Derya'nın bildiği sırdan kurtulmuş olacaktık, hem Krallık'tan yüklü bir miktar para çalacaktık, hem de babamı kurtaracaktım, ölüsü bile olsa.

Fakat Tugay'ın gözleri, bakışları, duruşu tam aksini dile getiriyordu. Çok daha fazlasıydı, gözlerinin içine ateş bürüyecek kadar fazlasıydı. O herkesin korktuğu adam gibi bakacak kadar fazlaydı.

"Sen," dedim Tugay'a yutkunarak. "Biliyor musun olanları?"

Başını omzuna doğru yatırdı, dudaklarını ıslattı ardından "Her adımında sana hayran olacak kadar," dedi kendinden emin bir sesle. Gözlerim Marco'ya kaydı, bakışlarını kaçırdı. "Ama benim sevgili avukatım öyle nazik ki, bu beni üzüyor." Kirpiklerinin arasından babamın olduğu tarafa doğru baktı. "Ateş mi istiyorlar?" Başını salladı. "O halde bu ateş herkesi yakacak, güzelim. Beni bile yakabilir. Sadece sen hariç. Sen yanmayacaksın."

Tugay'ın arkasındaki Krallık'a ait iki koruma birbirine baktığında söylediklerinde ciddiyet payı aramadılar, onlara göre Tugay bir deliydi ama ben biliyordum, dönüşeceği adamı. "Tugay," dedim başımı iki yana sallayarak fakat o sırada sekreter basına doğru "Kayda geçin," emri verdi, bunun ardından meşale yandı. Sağdaki adam bidonun kapağını açarken geriye doğru adım atmak durumunda kaldım.

Çünkü farkındaydım, ortalık mahşer yerine dönecekti.

"Marco," dedim sadece.

Onun da gözleri babama odaklandı ve hiç beklemediğim anda kemerindeki bir silahı elime gizli şekilde tutuşturdu. Kaşlarım havalandığında "Bugün canım," dedi neşeyle. "Sadece mandalina yemek değil, eğlenmek de istiyor."

"Bizim," dedim kekeleyerek. "Bizim tarafımdasınız, tamamen."

Yeşil gözleri kısıldı, ilk kez alaya almıyormuş gibiydi. "Sadece babalar kıymetlidir, avukat," dedi Marco çenesini havaya kaldırarak ardından bir anda hiç beklemediğim anda geriye doğru pantolonlardaki bıçaklardan bir tanesini attı. Tugay havada kaptığında şaşırmama bile fırsat kalmadı çünkü Tugay, bıçağı öyle seri bir şekilde sekretere doğru fırlattı ki, bıçak boynundaki şah damara isabet ettiğinde yere yığılması aynı oranda kaldı. Krallık Korumaları öne çıktığında Ölüm Timinin iki askeri, silahlarının namlularını korumaların karnına yasladı.

"Neler," dedim kekeleyerek. "Neler oluyor?"

"Ben de babamı bir idam sehpasında kaybettim ve henüz beş yaşında bir çocuktum," diye devam etti Marco, yere yığılan adamı fark edenler hareket bile edemiyordu, kimse sesini bile çıkaramıyordu, herkes öylesine şaşkındı ki.

O sırada dışarıdan iki el silah sesi geldi, yardımcı şaşkınlıkla sekretere bakarken tavandaki cam kubbenin bir kısmı kırıldı. Tavandan içeriye iplerle BL örgütünden beş kişi sarktığında bir tanesi "İyi akşamlar ve iyi seneler," dedi, bu Giray'ın sesiydi, yüzünde kar maskesi, üzerinde BL üniformaları, siyah eldivenleri. "Yılbaşı sürprizi."

Yardımcı o tarafa doğru döndüğünde Marco bir bıçağı daha Tugay'a attı, çevik bir hareketle bıçağı havada tuttu. Tugay yine uzaktan bu kez yardımcının kalbine bıçağı fırlattığında Marco derin bir nefes verdi. "Ben öldürmüyorum, o öldürüyor, arkamda yapıyor, görmüyorum." Sırıttı.

Kimse bıçakların nereden geldiğini anlamıyordu, basın mensupları etrafına bakarken korumalar silahlarını ellerine aldılar. İçeride ölüm sessizliği vardı. "Ne," dedi bir koruma. "Ne oluyor ulan?"

Elinde bidon tutan adamın gözleri kocaman açıldığında elini boynundaki yarım ay dövmesine doğru sardı ve geri geri yürümeye başladı. Meşale tutan adam ise titreyerek bizlere doğru bakıyordu, altına kaçırmak üzereydi.

Birkaç gün önce bu salonda babamın canına kıymama neden olmuşlardı, ağlamak istemiştim, ağlayamamıştım; bağırmayı dilemiştim, sesim çıkmamıştı, çırpınamamıştım. Onunla son kez bile konuşamamıştım. Yaşananlar sıcak bir demir gibi boğazıma yapıştığında hissettiğim üzüntü değil, öfkeydi; çok yoğun bir öfkeydi.

"Baba," dedim neler döndüğünü az çok anlayarak. "İntikam alınıyor, Tugay intikamını alıyor."

Tam o esnada arkamda bir sıcaklık hissettim, kollar vücuduma sarıldı, sırtım bir göğüs kafesine dayandı, ellerimin üzerinde eller hissettim, silahı tutan sol elim havaya kalktı. Şarjörü çekti siyah eldivenler, isabet aldı ardından işaret parmağıma, parmağıyla baskı yapıp tetiği çektiğinde elinde bidon tutan adam alnından vurularak yere yığıldı. Kulağımın arkasında nefesini işittim ardından şakağıma dudakları dokundu. Tugay'dı. Şaşkınlık, endişe, dehşet, keyif, heyecan... "Yakacaklardı benim sevgili avukatımı," diye fısıldadı. "İşte bu yüzden cehenneme çevireceğim bu Ada'yı ardından yangının ortasında yeni yılın gelişini seninle kutlayacağım, intikamını alacağım günler öncesinin. Söz veriyorum."

Bu silah sesinin ardından Marco, gür bir sesle "Saldırı altındayız!" diye bağırdı, Ölüm Timi silahlarını devraldı ve sonrasında Başkan'ın korumaları da silahlarını ateşlemeye başladı. Mahkumlar koşturmaya başladığında tavandaki bir cam da patladı ardından beş kişi daha iplerden sarkarak içeriye girdi. Ufuk olduğunu düşündüğüm kişi uzaktan Sinan'a doğru silah attığında Tugay, bana sarılarak geriye doğru yürüdü, ayak bileklerindeki zincirler onu zorluyordu ama yine öyle çevikti ki, bir kez daha elimdeki silahı kaldırması ve bu kez meşaleyi tutan adamı isabet alması birkaç saniyesini aldı; tek kurşunla onu da alnından vurduğunda gözlerim kocaman açıldı.

Marco elini kaldırdı, üçten geriye saydı ardından indirdiğinde Ölüm Timi de karşı atağa geçti fakat kurşunların isabet ettiği noktalar, örgüttekiler değil, Krallık'takilerdeydi; Marco'nun yüzündeki o gülümseme, işte şimdi gerçekten keyif aldığını gösteriyordu.

Silah seslerinin ortasında sırtım Tugay'a yaslı geri geri yürürken örgüttekilerden birisi, Red olduğunu düşündüğüm kişi sırtındaki çantayı mahkumlara doğru fırlattı ardından Tugay, bir mahkuma dönüp başıyla işaret verdi. O sırada, Ada'nın dışında uzaktan bir yerden patlama sesi geldiğinde irkildim, Tugay daha sıkı bir şekilde bana sarıldı. Önümüzdeki insanlardan silahla bizi koruyordu, arkamızdaki insanlar için sırtını bir zırh gibi bana siper etmişti.

"Ana Krallık binası patladı!" diye şakıdı Gamze'nin sesi ve sonrasında ipten sarktığı yerde bir korumayı bacaklarıyla boynundan tutup sallandırdı. Adamın bakışları Gamze'ye döndüğünde alnından bir kurşunla vurdu. Adamın beyni dağıldığında Gamze iğreniyormuş gibi ses çıkardı. Tugay ise bir kez daha silahı kaldırdı, bu kez isabet ettiği kişi sırtı bize dönük olan koruma olduğunda adamı ensesinden vurdu, dudaklarımın arasından ince tiz bir çığlık sesi koptu.

Dışarıdan ise bir patlama sesi daha duyuldu. "Başkan'ın oğlunun evi!" diyen Defne'nin sesiydi.

"Tugay," dedim afallayarak. O esnada Ada Hapishanesi'nin içinde gür siren sesleri ötmeye başladı, yangının alarmı gibi ardından mavi ışıklar yanıp yanıp söndü; bulunduğumuz yer bir karanlığa, bir aydınlığa dönüyordu.

"Kulağının dibindeki bu silah sesi seni rahatsız etmiyor değil mi?" dedi Tugay nazik bir şekilde. "Eğer istersen geri çekilebilirim ama sana sarılma fırsatını da tepmek istemiyorum bütün bunların ortasında."

"Sen," başımı iki yana salladım. "Sen gerçekten delirdin." Tugay, kulağımın dibinde güldüğünde Giray'ın sırtını Sinan'a yasladığını gördüm, Marco ise Krallık'a ait bir adamın başını kolunun altına almış, mandalinayı ağzına tıkıyordu.

"Marco T," dedi Giray, sesinde alay vardı. "Evsiz kaldık artık sizinle kalacağız, kapıların açıktır diye düşünüyorum."

Marco gözlerini açarak boğazını sıktığı adamı bıraktığında, adam un çuvalı gibi yere yığıldı. "Güzel şaka ama komik değil, yüz verince astarını istemeyin benden."

"Ciddiyim," dedi Giray kar maskesinin ardından. O sırada Sinan'a gelen bir kurşunu savurduğunda ikisi birbirine dönüp ellerini çarptılar. "Yirmi milyon dolarımız var, eğer diyorsan ki, bizim yerimiz yok..."

"Yirmi milyon dolar mı?" Marco elindeki silahı sola doğru çevirdiğinde ona doğru ilerleyen bir korumayı vurdu. "Yirmi milyon dolara Javier'i bile satarım. Köşkümün her odası emrinizde efendim, tabii efendim, her zaman efendim." Giray güldü, Gamze kıkırdadı.

Sirenler çalmaya devam ederken mavi ışıklar yanıp söndü ve dışarıdan yine büyük bir patlama sesi geldi, bir tane de değil, art arda birkaç tane. "Başkan'ın evi," dedi Ufuk. Bir patlama sesi daha geldi. "Ve ikinci evi de."

"Gerçekten," dedim yutkunarak. "Ada'yı yok ediyorsunuz şu anda." O sırada hapishanenin içinde de bir patlama sesi geldiğinde ve yıkılma sesi duyulduğunda sadece Ada'yı değil, Hapishaneyi de yok ediyorlardı. Hayır, yok ediyordu, bu Tugay'ın planıydı. Ülkenin en tehlikeli hapishanesinin içinde, özellikle hücrelerin olduğu yerde patlama sesleri gelirken mahkumların nereye gittiğini anladım. Acı çektiği, acı çektiğim, babamın acı çektiği her köşeyi tek tek patlatıyordu. Yetmiyordu, Krallık'ın kendini en güvende hissettiği Ada'yı yok ediyordu, onların inlerini mahvediyordu.

Krallık ise örgütün peşinde, köşkteydi; öyle bir tuzakta ki, birbirimizi tamamlamıştık.

Sol taraftan bir adam çıktığında kendimi tutamayarak silahı kaldırdım ve isabet aldığımda kurşun, adamın bacağına vurdu. Ellerimin üzerinde ise hâlâ Tugay'ın elleri vardı. Tugay güldü ardından adam tam bize dönecekken alnından vurduğunda "İnan bana sadece seni tamamlamak istedim, sevgili avukat," dedi. "Yoksa böyle silahlardan falan hoşlanmam. Bak görüyor musun," ellerimi kaldırdı yine, bir adamı isabet aldı ve vurdu, "hep sen yaptırıyorsun bana."

Hapishanenin içinde bir patlama sesi daha geldiğinde burnuma sanki ateşin kokusu doluyordu, her yerde silahlar, patlamalar, çığlıklar hatta kahkahalar vardı.

Fakat bütün bunların ortasında gördüm, Ufuk'un ve yanındaki Giray'ın asılı olan babamı asıldığı yerden zorlukla ayırmaya çalıştıklarını, zarar görmesin diye ince davrandıklarını. İkisi zorlukla taşırken onları koruyan Marco ve Javier'dı, Defne ile Gamze diğer taraflarını koruyorlardı. İkisi babamı kucakladığında yukarıya doğru baktılar ve Giray "Çek," diye bağırdı. İpi zorlukla yukarıya çekerlerken iki koca adam, babamı zorlukla taşıyorlardı.

Fakat her şeye rağmen babamın bir mezarı olacaktı.

"Onu istediğin her yere gömebiliriz," dedi Tugay arkamdan. Sıcacık kolları arasında kendimi öyle güvende hissediyordum ki, bir an bile çıkmak istemiyordum. "Nasıl huzurlu hissedeceksen o olsun."

Bir patlama sesi daha geldiğinde bu kez daha yakından gibiydi, duvarlar yıkılıyordu, hapishanenin her yerinden çatırdamalar geliyordu. Bu kez demir kapı sertçe açıldı ve içeriye Krallık'ın askerleri girmeye başladığında ilk isabet aldıkları kişi elbette ki arkamdaki Tugay'dı. O sırada Tugay, hızlı bir şekilde arkamdan çıkıp önüme geçtiğinde silahsız bir şekilde arkasında kaldım.

"Eftalya," diye bir ses duydum, bakışlarımı çevirdiğimde Javier'in bana bir silah attığını gördüm. Havada zorlukla yakaladığımda sırtımı Tugay'a yasladım ve daire çizmeye başladık. Onun her kurşunu isabet ederken benim kurşunlarımın çoğu ıskaydı. "Öğreteceğim," dedi kendi kendine ardından beni bir anda göğüs kafesine doğru çekti, başımın üzerinden bir kurşun sesi geldi, arkamdaki cam patladı. Başımı kaldırdığımda Tugay'la göz göze geldik, kolumda ıslaklık hissettiğimde kendi kanım sandım ama bir adam ayaklarımın dibine yıkıldığında geriye doğru kaçtım. "Sikeyim," dedi Tugay bana doğru. "Elbise kirlendi ulan." Arka tarafından bir adam bıçakla saldırıya geçeceğinde ben ağzımı açamadan, Tugay, adamın kolunu kelepçelerinin arasına aldı ve sonrasında çevirerek sırt üstü yere fırlattı. Birkaç saniye sonra eğilip şüphe bile etmeden "Sen," dedi. "Beni boğan o sikik adamsın." Kurşunu sıktı, adamın yüzü dağıldığında her tarafı kan içindeydi fakat doğrulurken "Tüh," dedi. "Küfür ettim, affedersin."

Afalladığımda gökyüzünden helikopterin sesi duyulmaya başladı, her yer can pazarıydı, az önceki o iğrenç kokunun yerini kan kokusu kalmıştı. Birisi megafondan konuşmaya başladı. "Bunu durdurun yoksa hapishanenin içinde siz de kül olacaksınız!" Gür ses, Krallık'ın askerine aitti. "Ada'nın çevresi sarıldı, kaçabileceğiniz hiçbir nokta yok!"

Sanki bir yanıtmış gibi dışarıdan bir patlama sesi daha geldiğinde bu kez kimin evi, kimin bahçesi olduğunu bilmiyordum ama başımın döndüğünü hissediyordum. Askerlerin sayısı çoğaldıkça dışarıdan gelen bağırışları işitmeye başladım. Defne "BL destekçileri geldiler," dedi. "Ada'yı sahiplenecekler."

Başka bir helikopter sesi daha duyulduğunda Ölüm Timinden de kayıplar olduğunu görebiliyordum, örgütten iki kişi yere yığılmıştı. Tanıdığım kişiler değildi ama bu sayımızın azaldığını gösteriyordu. Hapishanenin dışında da çatışma sesleri duyulmaya başlandığında ateş neredeyse salona doğru uzanmaya başlamıştı, kırık kubbe camından ateşi, dumanı görebiliyordum. Bundan ayrı olarak yanıp sönen mavi ışıklar elektrik tellerinden gelen patlama sesleriyle birkaç dakikalığına etrafın zifiri karanlık olmasına neden oldu. Tek ışık, gökyüzü ve silahların ucundan gelen parlamaydı. İnsanlar BL diye bağırdığını duyabiliyordum, adımı işitebiliyordum, babamın adını da öyle.

Işıklar yeniden geldiğinde Tugay'la göz göze geldik, yüzünün sağ tarafında kulağından boynuna doğru kan lekesi vardı, gözleri korkutucu bakıyordu hatta öyle ki, önüme gelen saçımı arkaya doğru ittiğinde alnıma kan bulaştı; hangi pisliğin kanıydı bilmiyordum ama "Sevgili avukat," diye mırıldandı sonrasında ise gözlerini devirerek "Bir konuşturmadınız," dedi dişlerinin arasından. Hemen arkasındaki bir noktaya kurşun sıktığında zaman kaybetmeden, hiç ummadığım anda beni tek bir hamleyle belimden tutup kaldırdı, iki büyük adımla beraber kuytu bir köşeye götürdüğünde "Sevgili avukat," diye tekrarladı. "Korkuyor musun benden?" Her yeri kan içindeydi, bir elinde silah tutuyordu, bileklerinde hâlâ kelepçeler vardı. "Korkuttum mu seni?"

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Hayır," dedim kekeleyerek. "Sadece buna sebep olan..."

Lafımı yarıda kesti. "Bu hapishanede artık kalınmıyor," dedi çaresiz bir şekilde. "Çünkü sana da işkence çektirdiler burada. Bu kadarı gerçekten çok fazlaydı." Işıklar bir kez daha gitti, kolları başımın tepesinden belime doğru dolandı, beni kendisine doğru yasladı. Eğildiğinde burnu burnuma dokundu, alnı alnımdaydı. "Özür dilerim, canının yanmasına neden olduğum her an için. Özür dilerim, korkutucu bir adam olduğum için. Ve özür dilerim, elbiseni kirlettiğim için ama söz, çok daha güzelini alacağım sonrasında o elbiseni kanla değil, şarapla kirleteceğim."

O bir deliydi. O aklını kaçırmıştı ama o her şeye rağmen öyle bir adamdı ki, o duvar yazısı şimdi daha anlamlı geliyordu. Ölümcüldü, ölebilirdim, ölebilirdi ama sönmeyi, ben erimeyi göze alabiliyordum. Ve bütün bunların ortasında cayır cayır insanları yakabilecekken benim tırnağıma zarar gelme ihtimaliyle özür diliyordu. Tugay Demir Çeviker. Onun eşi benzeri yoktu.

"Ne yaşıyorsam," dedim kendimden emin bir sesle. "Hepsi ben istediğim için, Tugay. Gelecek her zarar, alacağım her güzelliğe hazırım ben. Dileme artık benden özür yoksa seni ben vuracağım."

Güldüğünde başını iki yana salladı. "Beni vurmuş gibi değil misin zaten?" dedi derinden gelen bir sesle. "Solumdan, kalbimden."

Arkadaki silah seslerini işitemeyecek kadar kalbim atıyordu, dudakları alnıma dokunduğunda daha fazla dayanamayarak bileğimdeki kelepçeyi çekiştirerek açtım ardından yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Parmaklarımın ucuna kanın ıslaklığı ve yeni çıkmaya başlayan sakalları dokundu. O sırada yanan avuç içimden öptü, uzun ve derin bir nefes vererek. Bu artık onun beni her gördüğünde yaptığı bir davranıştı, bir gün unutursa ne hissederdim bilemiyordum.

"Tugay," dedim nefesimi vererek. "Ada'yı yaktın. Hapishaneyi yaktın." Başımı iki yana salladım. "Sen gerçekten delirmişsin."

"Yakarmışım," dedi dudaklarını alnımdan burnuma doğru indirirken. "Dünyayı. Korkmakta da haklıymışım. Hep biliyordum başıma gelecekleri."

"Ne?" diye mırıldandım.

"Hiç," dedi kısık bir sesle. "Sadece bir anı." Belimdeki eli sırtımı okşadığında ve kendisini bana tamamen yasladığında dudakları yanağıma doğru ilerledi sürtünerek, oradan çeneme, çenemden boynuma. Nefesini verirken ellerimi ensesine yerleştirdim, onu şu an burada deliler gibi istiyordum, bu çılgındı ama açıkça kendime itiraf ediyordum, onu şu an burada delicesine öpmek istiyordum. Şu an boynuma dokundurduğu dudaklarını... Nefesimi verdiğimde üniformasının yakasını avuçladım. O tehlikeydi ve ben onun tehlikesine bile çekiliyordum; Giray haklıydı, bu tamamen delilikti.

Belimdeki elleri kürek kemiklerime, oradan enseme ve saçlarıma uzandığında sağ elinin parmaklarını saç köklerimde hissettim. Öp beni, diyecektim neredeyse ya da ben onu öpecektim. Şu an bütün duygularım darmadağınıktı. Dudakları bir kez daha çeneme doğru ilerlediğinde artık tamamen onu tutunuyordum, beni bırakırsa yere düşecekmiş gibi hissetmeye başlamıştım.

Gökyüzünde bir ışık bombası patladı ardından bunun havai fişek olduğunu fark ettiğimde bakışlarımı direkt parçalanan cam tavana doğru çevirdim, kapının eşiğinde ateşler vardı, Krallık helikopterle tepemizdeydi, çatışmalar durmuyordu. Fakat Tugay, kulağıma doğru "Dilek dile," dedi. "Yeni yıla gireceğiz."

Gözlerimi kapattım, sırtımı Tugay'a döndüm ve elimi kalbime doğru yerleştirdim. Bir havai fişek daha patladı, ardından bir tane daha. Saat on iki oldu mu, geçti mi yoksa yeni seneye girmedik mi, bilmiyordum ama o kısa dileğimin ardından "Hiçbir dileğin gerçekleşti mi?" diye sordum.

"Kısmen," diye yanıt verdi. "Senin?"

"Evet." Başımı salladım. "Hep aynı dileği dilerdim ama bu sene gerçekleşmiş gibi hissediyorum."

"Nedir o?" diye sordu.

"Kendimi sevmek," dediğimde nefesimi verdim. "Fakat bu sene daha farklı bir şey diledim."

"Ne diledin?" diye sordu.

Bocaladım ardından "İlk sen söyle," dedim.

Tugay, patlayan son havai fişeğe bakarak "Özgürlüğümüzü," dedi çoğul konuşarak. "Üstelik günüyle birlikte." Kaşlarım havalandı. "On Ocak, on gün sonra, senin doğum gününde özgürlüğüme kavuşacağım, sevgili avukat, sana hediyem ise en güzeli olacak."

Doğum günümü biliyordu, doğum günümü aklında tutmuştu ama bunun dışında doğum günüm onun mahkemesine denk geliyordu. Korkuyla "Ben de özgürlüğünü diledim," diye mırıldandım. "Fakat sağlıkla." Başımı omzuma doğru yatırdım, zaten cehennemdeydik, daha kötü ne olabilirdi ki? "Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama bilmen gereken bir şey var, Tugay Demir Çeviker." Tugay'ın nefesini tuttuğunu fark ettim. "Sözleşmemize yeni bir madde eklendi, o da Kurucu'nun başına bir şey gelirse Lider'in de bunu canıyla ödeyeceği yönünde." Gözlerimi kapattım, geri açtığımda çenemi havaya kaldırdım. "Özgürlüğünü diledim, sağ bir şekilde çünkü sen ölürsen, ben de ölürüm artık. Unutma, mahkumiyet hiçbir zaman tek taraflı olmaz."

...

Öyle bir bölümdü ki, düzenlerken film sahnesi gibi hissettim. Nefes nefese kaldım bazı sahnelerde, önceden yazdığım için unutmuşum bir de sonraki sahnede ne olacak diye elim kalbimdeydi hep...

Seneler önce beyaz giyinen Tugay, siyah giyinen Eftal'di; leke şarap lekesiydi. Seneler sonra beyaz giyinen Eftal, siyah giyinen Tugay oldu. Leke ise kandı. TDÇ, abarttın, dur artık biraz.

Oy ve yorumlarınız için sonsuz teşekkür ederim, beni motive ediyorsunuz.

Instagram: asliarslaan, beyazlekeofficial

Özgürlüğümüze :)

Continue Reading

You'll Also Like

1.4K 54 12
eren in ölümünden sonra eren bulurlardan mikasa yı izleme ye başlar ve bu hayatı istemediğini anlar ve tanrıdan TEK BİR ŞANS ister
366 55 7
"Aşk, yanan bir ormanın ortasında dans etmek gibiydi. Ve biz o ormanda kül olmuştuk." 🧸🧸🧸 "Her şey çalınabilir. Eşyalar, hayaller, duygular ve düş...
3.5K 213 10
İşte yılın o soğuk ayları, yeni yıl umutlarıyla dolu günleri, yılbaşı coşkusu ve kısacası Kara Kış Festivali vakti geldi, çattı! Tıpkı geçtiğimiz sen...
654K 40.6K 26
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...