Cariye'nin İkinci Hayatı

By tgceymn

537K 61.7K 9.6K

Bir cariyenin intikamı nelere yol açabilir? İHANET SEVDİĞİ ADAMDAN GELDİ Ayana, İmparatorluğa cariye olarak g... More

GİRİŞ
Sözlük
1. Bölüm "Kar kadar saf, buz kadar tehlikeli"
2. Bölüm "Kırlangıç Kuşunun Kanatlarında"
3. Bölüm "Anıların Köprüsünde Kılıç Dansı"
4. Bölüm "Bir Hatmi Çiçeğinin Nezaketi"
5. Bölüm "Hızla Akan Nehrin Yanında"
6. Bölüm "Rüzgarın Kadim Dansı"
7. Bölüm "Altın Zambak'tan Akan Bir Çiy Tanesi"
8. Bölüm "Ay Işığından Yapılmış Bir Kadın"
9. Bölüm "Turna'nın Gezindiği Gökyüzü"
10. Bölüm "Çiçek Açan Şeftali Ağacı"
11. Bölüm "Geçmiş Tülden Bir Örtü"
12. Bölüm "Manolya Ağacının Gölgesinde"
13. Bölüm "Nilüfer Çiçeğinin Umudu"
14. Bölüm "Rüzgarın Savurduğu İpek Şal"
15. Bölüm "Gökyüzü yüksek, deniz engindir"
16. Bölüm "Sarmaşığın Zehirli Çiçekleri"
17. Bölüm "Kabusların Örümcek Ağı"
18. Bölüm "Batı Nehrinin Kıyısında Gümüş Bir Kurt"
19. Bölüm "Söylenmeyen Kelimelerin Hayaleti"
20. Bölüm "Yaydan Çıkan Ok Geri Dönemez"
21. Bölüm "Dalından Düşen Şeftali Çiçeğinin Hüznü"
22. Bölüm "Göğün Bulutlu Nehrinde Buluşacağız"
23. Bölüm "Bir Fincan Çayın Ferah Tadı"
24. Bölüm "Bahar Çiçeğinin Unutulmaz Güzelliği"
25. Bölüm "Dolunay ve Kadim Dağ Buluşunca"
26. Bölüm "Bahçe Duvarının Ötesinde"
27. Bölüm "Yıldızlar Geceyi Aydınlattığında Saklanan Sırlar Ortaya Çıkar"
28. Bölüm "Yılanın Dişinden Akan Zehir Misali"
29. Bölüm "Kırık Hançerin Hatıraları"
30. Bölüm "Bahçede Sıradan Bir Gün"
31. Bölüm "Kaderin Yanlış Seçimi"
33. Bölüm "Büyük Ak Balıkçıl Kuşunun Dansı"
34. Bölüm "Gümüş Zambaklar Tomurcuklandığında"
35. Bölüm "Rüzgarın Taşıdığı Ölümün Nefesi"
36. Bölüm "Buharda Pişmiş Kabak Çiçeği Keki"
37. Bölüm "İncinin İçinde Kaybolan Ruh"
38. Bölüm "Ölüm Nehrinin Üzerindeki Köprü"
39. Bölüm "Yeniden Gözlerini Dünyaya Açmak"
40. Bölüm "Güneş'in Batmadığı Ay'ın çıkmadığı O Yer"
41. Bölüm "Nefretin Güçlü Ağları"
42. Bölüm "Ejderha Değişimi, Kaplan'ın Doğuşu"
43. Bölüm "Unutulan Çağların Kan Şarkıcısı"
44. Bölüm "Geleceğin ve Geçmişin İç İçe Geçtiği Zaman"
45. Bölüm "Altın Dağ'ın Ejderha Kralı"
46. Bölüm "Kızın Ruhunda Bahar, Oğlanın Yüreğinde Aşk Var"
47. Bölüm "Suya Atılan Taşın Etkisi"
48. Bölüm "Kuzey'dan Esen Savaş Rüzgarı"
49. Bölüm "Efsanenin Sonu, Yeni Çağın Başlangıcı"
50. Bölüm "İpeğin Üzerindeki Turna Nakışı"
51. Bölüm "İnsan Bedenindeki Canavar"
52. Bölüm "Altın İşlemeli İpek Perdenin Arkasındaki Gölge"
53. Bölüm "Kaybolan Kralın Geri Dönüşü"
54. Bölüm "Kaybolan Zamanların Varisleri"
55. Bölüm Final "Yeni Bir Çağın Başlangıcı"
"Sen Benim Kaderimsin"
"Cariyenin İlk Hayatı"
Kuzey Ejderha Kralı'nın Lanetli Varisi
"Bir Aile Olmanın Anlamı"
"İkinci Bir Hayat İçin Ödenen Bedel"
"Son Söz"

32. Bölüm "Suda Süzülen Yaprak Gibi"

6.2K 938 197
By tgceymn

Kibirli bir ifade ile salına salına yürümek tahmin ettiğimden daha zordu. Acaba eskiden benimde yaptığım bu muydu? Asihna'da insanlar yokluk çekerken cariye olmanın nimetlerini sorgulamadan yaşarken böyle mi görünüyordum? Düşünürken adımlarımı atıp sanki cariyelerden üstünmüşüm gibi etrafa bakınıyordum. 

Cariyeler olmasa bile onların hizmetçilerin bu bahçede gezindiğini biliyordum. Elbet birileri görecek ve konuşmalar sonunda cariyelerin kulağına ulaşacaktı. Benim ise duymasını istediğim tek cariye Sacae cariyesiydi. 

Prensin ilgi göstermeye başladığı cariye sanki sarayda önemli yer edinmiş gibi kasıla kasıla yürüyordu. İnsanların düşünmesini istediğim buydu. Önemli bir mevkiye erişmek için elinden gelen her şeyi yapacak insanların hırsını doğru kullanmalıydım. Sowa'ya bakmadan onunla konuşmaya başladım. "Benden uzaklaşmalısın. Eğer benim tek olduğumu düşünürlerse yanıma bile gelebilirler."

"Senin zarar görmeni istemiyorum," dedi Sowa sanki bir sohbetin ortasındaymış gibi. Sesindeki endişenin tınısını duyabiliyordum. 

İç çektim. "Merak etme zehirlenebilirim ama biri cariyenin bahçesinde ok atacak kadar ileri gidemez," dedim ve içimden Dian'ın bile bunu yapamayacağını ekledim. Bu işi hallettikten sonra ona haber gönderecektim. Yokluğu fazla garipti.

Sowa sadece iç çekti ve bir an sonra arkamdan gelen ayak sesleri yok oldu. Onun ağaçların gerisinde beni takip ettiğini biliyordum. En azından artık bahçede gezinecek insanlar tarafından görülmeyecekti. Düşüncelerime döndüm. Özellikle Dian'ın nerede olduğunu merak ediyordum. Sowa ve Jutan bile bu konu hakkında bilgi edinememişti. En başında ondan intikam almak için bu yola çıkmıştım. Şimdi onun yokluğunda gergin hissediyordum. Elimden kurtulmasına razı olamazdım. Özellikle kolayca ölmesine. Hayır, onun için ölüm ödül bile sayılırdı. O daha aşağılık bir sona layıktı.

Onu merak etmemin diğer bir sebebi ise benim bildiğim yeri onunda bir şekilde öğrenerek ejderhanın gözlerini almasıydı.  O zaman Asihna'nın çoğu topraklarını terk ederek katliama katılmıştı. Geçmişinde kahramanlıklar olan bir halkın bu şekilde aşağılık davranmasını Dian'a bağlamıştım ama şimdi onların kendi istekleriyle bunu yaptığını görebiliyordum.

Bir yetimin Asihna'nın geleceği hakkında konuşması ya da bir eylem yapması yasaktı ama eğer bir şansım olsaydı buz kaplı toprakların üzerinde yaşayan insanları refahlarına kavuşturmak için elimden geleni yapardım ve bu kanla kaplı bir yolda yürümek olmazdı. 

Nefesimi verip gölün üzerinden geçen ahşap köprüye doğru ilerledim. Gölün karşısındaki çiçeklerin arasında yürümek iyi bir fikir gibi görünmüştü. Sacae ve Agram cariyelerin köşkleri bahçeye daha yakındı. Tam köprüye bir adım atmıştım ki gölün üzerindeki nilüfer çiçeklerinin arasında dikkatimi çeken bir şey oldu. Köprünün kenarlarında korkuluk olmadığı için dikkatle gidebileceğim kadar kenara yakınlaştım ve o anda nilüfer çiçeklerinin arasında yavaş yavaş ilerleyen ayakkabıyı gördüm. 

İşlemeli bir ayakkabı. Tıpkı cariyelerin giyebileceği tarzda üstelik. 

Bakışlarımı gölün biraz uzağına çevirdiğimde ayakkabının diğer eşini gördüm. Ters dönmüştü. Kalbim o kadar gürültülü atıyordu ki bahçedeki her ses kalbimin gümbürtüsünün arkasında kaybolmuştu. Sonunda suyun içine dolmasıyla kabarmış etekleri gördüğümde beynim bir an görüntünün ne olduğunu algılayamadı. Sonunda neyle karşılaştığımı anladığımda ise düşünmeden kendimi gölün suyuna attım. Kadın muhtemelen ölmüştü ama bir şansı varsa geç olmadan yetişmek istiyordum. O an düşünmediğim ise üzerimdeki ağır kıyafetlerin yüzmeme engel olacağıydı.

Suya kendimi attığım anda elbiselerim ağırlaşarak beni aşağıya çekmeye başladı. Bacaklarımı ne kadar çırpsam da ıslanan eteklerim bacaklarıma dolanmıştı. Hareketlerim kısıtlandıkça suya batmaya başladım. Panik boğazımı sıkmaya başladığında bağıramadım. Ağzımı açtığım an sular boğazıma dolmaya başladı ve başım suyun altına gömüldü. Tanrılar adına ölüyordum...

Artık çırpınamayacak kadar yorgun bedenim gölün dibine doğru batarken pes etmek istemiyordum. Böyle ölemezdim. Bacaklarımı zorda olsa yeniden hareketlendirdim ama daha hızlı batmaktan başka bir işe yaramadı sonra bana doğru hızla yaklaşan bir şey olduğunu gördüm. Gözlerim kararırken bana yaklaşanın bir insan olduğunu ancak görebildim. Parmaklar bileklerime kapandı ve beni hızla yukarı çekmeye başladı. Suyun yüzeyine çıkamadan karanlık beni sarıp sarmaladı.

Bedenim sarsılıyordu. Sanki sırtım kayalıklara çarpıyor canımı yakıyordu.

"Nefes al." Sırtıma indirilen yumruk bedenimi titretti. 

Bir yumruk daha. "Lanet olsun nefes al," dedi ağlamaklı bir ses. Bu sesi tanıyordum. Tekrar bir yumruk daha inince birden su kusmaya başladım. Güçlü eller omzumdan sıkıca tutarken yuttuğum ne kadar göl suyu varsa hepsini çıkardım. Sonunda derin bir nefes aldığımda hem boğazım hem ciğerlerim isyan edercesine acıdı.

"Ululara şükürler olsun," dedi Yuel ve hızlıca bana sarıldı. Güçlü kolları etrafıma sardığında içimdeki buz gibi soğukluğun kırıldığını hissettim.

Ne olduğumu anlamadan Yuel'in kollarında birkaç saniye kaldım. O da benim gibi sırılsıklamdı. Derin derin nefes alıp vermesine bakılırsa beni kıyıya taşıyan da o olmalıydı. Güçsüzce kollarımı kaldırıp omzuna koyup kendimden uzaklaştırdım. Yaşlı gözleri endişeyle bana bakarken bende ona baktım. Gözleri sanki ruhumun derinliklerine işliyordu. 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Birini çağırmadan neden göle atlıyorsun? Ölmek mi istiyorsun?" Yuel bana bağırırken şaşkınlıkla gözlerimi kırptım. Öfke ile bağırsa da gözlerindeki endişeyle iç içe girmiş korkuyu görebiliyordum. 

Yuel'in sargısı gevşemişti. Sağ yanağındaki dalgalı yara izi görünüyordu şimdi. Bir göz kırpma süresinde sanki yaranın altında köz ışığı gibi bir ışığın yanıp söndüğünü gördüm. Hala titreyen elimi adamın yanağına götürüp parmak ucumla yaraya dokundum. Benim dokunmamla irkilen Yuel derin ve titrek bir nefes çekip gözlerini kapattı.

Yaraya dokunduktan sonra elimi çektim. "Teşekkür ederim," dedim fısıldayarak. Bana bağırmasının sebebini biliyordum. Onun beni böyle düşünmesi içimdeki sönmüş rüzgarın yeniden şiddetlenmesine neden oldu. O ise gözlerini açmadan sadece başını salladı ve yanımıza yaklaşan ayak seslerini duyunca diz çöktüğü yanımdan kalktı.  

Sowa ben daha ona bakamadan hızla yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. "Öldün sandım," dedi telaşla. Hemen ardından kendini toparlayarak kaşlarını çatıp bize bakan Yuel'i fark etti ve kollarını çekip ayağa kalktı. "Sizin uyandığınızı gördüğümde göle girmenize sebep olan cesedi kıyıya taşıdım," dedi.

Tabi ya.

Göle girme sebebim gördüğüm kadındı.

Hemen ayağa kalktım ama bu bir hataydı. Başım o kadar döndü ki bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Hem Yuel hem de Sowa ellerini uzattı. Bir an düşündükten sonra uzanıp Sowa'nın elini tuttun. Yuel gözlerinde belirip kaybolan kırgınlıkla elini geri çekti. Ona hayatımı borçluydum ama onun yanında bu kadar karmaşık duygular hissetmek bana iyi gelmiyordu. Zihnimin berrak olmasını istiyordum. 

Sowa'nın yardımıyla gölden çıkardığı kadının yanına gittik. Kadının yüzünü görünce bir adım geri çekildim. Bir yanımda Sowa dikilirken diğer yanıma Yuel geldi. Üçümüz farklı yüz ifadeleri ile yerde cansız bir halde yatan Koharistan cariyesine bakıyorduk. 

"Ulular adına," diye fısıldadım. Sanki sesli konuşursam cariye ölüm uykusundan uyanacakmış gibi hissediyordum. Birilerinin zehirlenmesini bekliyordum ama beklemekle bunu yaşamak çok farklıydı. Kendime sarayın zehirli havasına aşina olduğumu ne kadar hatırlatsam da gördüklerimin iliklerime kadar titrememe neden olmuştu. 

"Vücudunda yara yok gibi görünüyor," dedi Sowa kadına doğru eğilmiş ona dokunmadan gözleri ile bedenini inceliyordu. 

Kulaklarım çınlıyordu. Dudaklarımdan çıkmayan çığlık boğazımı acıtıyordu. Yine eski hatıralar zihnime saldırırken kesik kesik nefes alıyordum. Ölümler ard arda gelecek miydi? Bu birçoğunun sadece başlangıcı mıydı? Bir sonraki toprağın üzerinde yatan soğuk bedenler benim veya arkadaşlarımın mı olacaktı?

"Ch'Yen. İyi misiniz?" diye sordu Sowa. Başka insanların yanındayken her zamanki gibi resmi konuşmuştu.

Sowa'nın sorusu ile ona döndüm ve gözlerim görmeden başımı salladım. Yanımda duran Yuel belindeki kemere takılı bambu silindiri alıp altındaki ipi çekmeden gökyüzüne doğru kaldırmıştı. Artık kırmızılaşan gökyüzü gün batımını yaşıyordu. İpi çektiğinde hafif bir ıslık sesi duyuldu ardından gökyüzünde havai fişek patladı. Bu uyarı fişeğiydi. Birazdan dört bir yandan askerler gelecekti. Birden bu düşünce kendime gelmemi sağladı. Eğer askerler buraya gelirse cariyenin bedenine dokunamayacağım gibi bir daha asla onu göremezdim. 

Sowa'nın yanında hızla ayrılıp kadının yanında diz çöktüm. Daha bir kaç saat önce beraber oturduğum kadın şimdi dudakları morarmış, yüzü ölüm beyazlığında hareketsizce yatıyordu. Hemen elbisemin kol yeninde sakladığım gümüş iğneye ulaşmaya çalıştım. Cariyenin bir yerinde yara yoktu. Eğer göle itilmediyse zehirlenerek buraya atılmış olabilirdi. 

Yuel benim telaşla iğne arama hareketimi anlamlandırmaya çalışıyordu. Gözüne oldukça tuhaf görünüyor olmalıydım. "Ne yapıyorsun?" diye sordu sonunda.

"İğne," dedim anlamasını umarak.

"Ne iğnesi?"

Anlaşılan ne demek istediğimi anlamamıştı ve ben gümüş iğneyi bulamıyordum. Göle düştüğümde elbisemden çıkmış olmalıydı. Bahçeye doğru gelen sesleri duyuyordum. Telaşla arkamda dikilen iki adama baktım. "İğne yok. Üzerinizde gümüş olan ne var?"

Sowa ne demek istediğimi anlasa da başını sağa sola sallayarak üzerinde gümüş bir şey olmadığını belirtti. Yuel ise o an ne yapmak istediğimiz anlamış gibi gözleri ardına kadar açıldı. "Bende yok ama saçında-"

Konuşmasını bitirmeden elim hemen saçıma gitti ve saçlarımın topuz olmasını sağlayan tokayı hızla çekip kadının dudaklarının arasına parmağımı soktum. Ölüm sertliği yeni başladığı için ağzını aralayabilmiştim. Hemen tokanın ucunu kadının ağzına soktum. Yanaklarının içine, diline sürterek yeterli olmasını umdum. Sonunda sesler daha da yakınlaşınca hemen kalkıp birkaç adım geriledim. Sowa'da benimle beraber hareket etti. Yuel ise kadının başında kalmıştı. 

Tokayı sıkıca tutarak elimi arkama sakladım. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken bahçeye giren askerleri izledim. Hepsi hemen Yuel'in yanına giderek ona selam verdiler. Yuel onlara yapmaları gerekenleri anlatırken benim aklım arkamda sakladığım tokadaydı. Kadın göle bilerek atılmadıysa başına daha korkunç bir şey gelmiş olmalıydı. Bakışlarımı Sowa'ya çevirdiğimde o da bana baktı ve gözlerimdeki saklı soruyu başını hafifçe sallayarak cevap verdi. Jutan ve İper köşkü savunuyorlardı. Eğer biri zehir bırakıp suçu üstlerine atarsa diye yaptığımız bir plandı. Bir an önce köşke gitmek istiyordum. 

Sonunda kadın özel bir tahtırevanla götürülürken Yuel dönüp bana baktı. Hala askerler olduğu için elimdekine bakamıyordum. Kimin bizi izlediğini bilmiyordum. Eğer cariye zehirlendiyse bu durum saray hekimleri tarafından ilan edilmeliydi. 

"Cariye Turina, majesteleri sizi akşam yemeği için ziyaret edecek." Başını eğerek selam verdi ve diğerleri ile birlikte bahçeden ayrıldı. Onun ne demek istediğini anlamıştım. Prens bu akşam ziyaretime gelecekti ama kesinlikle amacı yemek yemek olmayacaktı. 

Bakışlarım hala uzaklaşan kafiledeydi. En önde Koharistan cariyesinin cansız bedeni taşınıyordu. Bir süre daha onları izledikten sonra Sowa'ya bakmadan "Gidelim," dedim. Elimdeki tokayı elbisemin katlarına sakladım. Adımlarımı Zambak köşküne çevirdiğimde Sowa'da beni takip etmeye başladı. Kendi bahçeme girene kadar güvende olduğumu düşünmüyordum. Kim neden Koharistan cariyesini öldürürdü ki? Seçim için söylenen isimlerden biri değildi. O halde görmemesi gereken bir şeye mi tanık olmuştu? Bir önceki hayatıma uymayan bu olaylarla tam olarak ne yapmam gerekiyordu.

Sonunda Zambak Köşkünün bahçesine girdik ve artık sıkılı yumruğumda elime batmakta olan tokayı elbisemin katlarının arasından çıkardım. Titreyen elimi kaldırdığımda ucu kararmış tokayı gördüm. Gözlerim ardına kadar açılırken arkamdan yaklaşan Sowa'ya döndüm. "Zehirlenmiş," dedi fısıltıyla. "Kadın zehirlenerek öldürülmüş."

************

Önündeki kağıtlara bakarken gözlerinin ağrıdığını hissetti. Bakanlar tarafından naib seçildi seçileli saçma sapan istekler içerek belgeleri inceliyordu. Bakanların ya da sarayda yaşayan asillerin istek ve önerileri dışında bir şey daha görememişti. Halk ve saray uzun zaman önce kopmuştu. İnsanlar şikayetlerini dile getirecek bir merci bulamıyorlardı. Saraydaki ipek kumaşların yetersizliğini dile getiren bir şikayet belgesini odanın ortasına fırlattı. Parşömen bağlı olduğu tahta çubuklarla kapının yanındaki şamdanı devirerek mumun düşüp sönmesine neden oldu. Tam o anda sürgülü kapının arkasından hadım ağası seslendi. 

"Majesteleri, muhafızınız Yuel sizi görmek istiyor," dedi. 

Yewan derin bir nefes aldı. "Gelsin." Önündeki kağıtları bırakarak arkasına yaslandı. Daha fazla saçmalığa dayanacak gibi hissetmiyordu. Başındaki ağrı katlanılmaz bir hal almak üzereydi.

Sürgülü kapı açıldı ve Yuel içeri girdi. Kapıyı kapatmasının ardından kısaca selam verdi. "Prens Yewan Koharistan Cariyesi'nin bedeni Altın Turna Gölü'nde ölü bulundu," dedi hemen.

Prens duyduğunu anlamlandırmak için bir kaç saniye bekledi. Oturduğu yerden ağır ağır doğrulurken bakışlarını arkadaşına dikmişti. "Ölü bedeni mi? Şimdi nerede?"

"Saray hekimlerine götürüldü. Neden öldüğüne dair bilgi edinmeye çalışacaklar."

Prens Yewan başını ağır ağır salladı. Bu saray daha kaç cariyeye mezar olacaktı. Kadınlar imparatoriçe olabilmek adına daha ne kadar acımasızlaşacaklardı. Yüzünü ifadesiz tutarken içinde fırtınalar kopuyordu. "Bedenini sen mi buldun?" diye sordu Yuel'e dalgın bir ifadeyle. Bir yandan yürüyerek ona yaklaşıyordu.

"Onu bulan cariye Turina'ydı. Kadını kurtarmak için düşünmeden göle atladı ama kadın için çok geçti. Az kalsın-" dedi ve sustu. Konuşmanın sonuna değişen sesini o da fark etmiş olmalıydı. Yutkunarak konuşmasına devam etti. "Cariye Turina'yı sudan çıkardığımda az kalsın boğulmak üzereydi," diyerek sözlerini tamamladı. 

Yewan derin bir nefes alırken elini arkadaşının omzuna koydu. Yuel'e bakan gözlerinde samimi bir ifade vardı. "Teşekkür ederim," dedi içtenlikle. "Biliyorum ki benim için olmasa bile o kadını kurtarırdın."

Yuel tek kelime etmedi. Sadece başını eğerek cevabını vermiş oldu. Yewan elini kaldırıp dostça bir tavırla arkadaşının omzuna vurdu. "Sanırım Koharistan cariyesinin naaşı ile ilgilenmemiz gerekecek."

Yuel başını kaldırdığında her zamanki gibi görevine sadık ifadesine bürünmüştü. "Cariye Turina kadının zehirlendiğinden şüpheleniyordu. O yüzden gümüş tokasını kadının ağzına sokarak emin olmak istedi ama askerler gelince sonucu göremeden ayrılmak zorunda kaldım. Ona sizin akşam yemeği için ziyaret edeceğinizi söyledim."

Yewan başını ağır ağır sallarken düşünceli görünüyordu. "Bunu söyleyerek iyi yapmışsın. Önce cariyenin naaşı ile ilgilenelim. İçimden bir ses cariye Turina'nın düşüncelerinin doğru olduğunu söylüyor."

Prens Yewan yanında hem arkadaşı hem de muhafızı olan Yuel ile saray hekimlerinin olduğu binaya doğru ilerlemeye başladı. Arkalarında prensin özel hizmetçileri, askerlerde onları takip ediyordu. Prens düşünüyordu. Cariye Turina'nın söyledikleri gerçekleşmeye mi başlamıştı? O halde neden bir kere bile bakmadığı bir kadın öldürülmüştü? Hekimlerin yanına gidip bilgi aldıktan sonra kadının yanına gidip onunla konuşmalıydı. Sorunlar geldiği zaman art arda geliyordu. 

Hekimlerin yanına ulaştığında yapılan ilk incelemelerinde kadının zehirlendiğini ama zehrin ne olduğuna dair bilgi edinebilmek için zamana ihtiyaçları olduğunu söylediler. Prens onlara ellerinden geldiği en hızlı şekilde cevaba ulaşmaları gerektiğini söyledi sonra da cariye Turina'nın yanına gitmek için hekimlerin binasından ayrıldı.

Artık gece sarayın bahçelerine tamamen çökmüştü. Etrafı aydınlatmak için yakılan fenerler gecenin içerisinde rahatça yürüyebilecek kadar aydınlık sağlıyordu. Prens Yewan hızlı adımlarla dikkat çekmek istemediğinden içi içini yese bile sanki gecenin tadını çıkarmak için yürüyüş yapıyormuş gibi aheste aheste yürüyordu.

Oyunlar ve yalanlar.

Sarayda hayatta kalmanın en önemli iki yolu. Bir kadın hiç uğruna ölmüşken bile bunu umursamayarak başka bir kadının yanına giden umursamaz prensi oynamak zorundaydı. Arkasında birleştirdiği elleri yumruk halini aldı. Midesi bulanıyordu. Kadının ölüsünü görmek istememişti ama onun intikamını alacaktı. Dedikleri gibi zehir söz konusuysa Sacae cariyesi işin içinde olmalıydı ama neden hiçbir şansı olmayan Koharistan cariyesini aradan çıkarmıştı?

Düşüncelerini düzene sokarken Zambak Köşküne doğru gitmeye başladı.









Continue Reading

You'll Also Like

20.1K 879 25
Zaman dilimi çok eski bir zaman değil ama çok gelişmiş bir zaman da değildir. 18+ İçerir. Ona göre okuyun. Cihan ve Sevda'nın sevgi hikayesini anlata...
1.1K 869 8
𝐊𝐚𝐫𝐚𝐧𝐥ığı𝐧 𝐲ü𝐤𝐬𝐞𝐥𝐝𝐢ğ𝐢 𝐛𝐢𝐫 𝐝ö𝐧𝐞𝐦𝐝𝐞 𝐝ö𝐫𝐭 𝐲ü𝐳 𝐲ı𝐥𝐥ı𝐤 𝐋𝐮𝐯𝐢𝐡 𝐢𝐦𝐩𝐚𝐫𝐚𝐭𝐨𝐫𝐥𝐮ğ𝐮 𝐛𝐚ş𝐚𝐫ı𝐬ı𝐳 𝐲ö𝐧𝐞𝐭𝐢𝐜...
ENTELEKT By Cemile Ağaya

Mystery / Thriller

7.1K 1.2K 41
*Wattys 2023 yarı finalisti* Uyandığı yatak onun değil, içinde olduğu beden tanıdık değil. Onun olduğu söylenen hiçbir şeyi hatırlamıyor. O daha bir...
8.6M 504K 59
#Wattys2016 Obur Okunan Kazananı 21. yüzyılın peri masalı Türkiye 'ye taşınıyor. İngiltere prensi IV.Charles küçüklüğünden beri çeşitli dilleri öğren...