Görevimiz Mutluluk 2

By hnde_cevk

31.9K 2.2K 166

Görevimiz Mutluluk devam kitabıdır. Tüm yaşanılanlardan sonra Bade, toparlanıp yeniden hayata tutunmak için ç... More

1- Yabancı
2- Sağ Olmak
3- Kapanmayan Yara
4- Geri Dönüş
5- Üç saniye
6- İmkansızlıklar Denklemi
7- Güneş Gibi
8. Emanet
9- Tuhaf His
10- En Önemli Adım
11- Yadigar
12- Miş Gibi
13- Yer Edinmek
14- Sürpriz Çiçek
15- Umut
16- Şaşkınlık
17- Sadece
18- Stefano
19- Beyaz Bayrak
20- Kaçak
21- Yüzleşme
22- Tuzak
23- Kader Sayfası
24- Umut
25- Takip
26- Uyanış
27- Teşekkür
28- Cevap
29- Durmak
30- Karalamak
31- Dünya Küçük
32- Nokta
34- Evliliğin Zamanı
35- Mucize
36- Feryat
37- Çıkmaz Yol
38- Sessizlik
39- Vazgeçiş
40- Tehdit
41- Teklif
42- Sürpriz
43- Güneşi Olmayan Kadın
44- Son
Teşekkür

33- Mutluluğun Bedeli

558 43 1
By hnde_cevk

"Hastaneye gitmek istemiyorum. İyiyim."

"Olur mu kızım?"

"İyiyim anne. Lütfen." Kalbim hüzünle boğuk boğuk kan pompalıyor. Hala bedenimin dermanı yok, dudaklarım kurumuş, bir yudum suya, bir şifalı söze hasret. "Sadece biraz dinlenmem gerek." derken bile pes etmişim gibi.

"Ama..."

"Tamam." diyor Murat. "Ben yanında kalırım. Aklınız burada kalmasın."

Murat bunu der demez annem geri çekiyor kendini. Meryem teyze de bana Murat için güven verici iltifatlarda bulunup anneme göz kırpıyor. Şu haldeyken bile...

Sağlık görevlilerinden sonra annem ve Meryem teyze de kaçarak çıkıyorlar evden. Kanepede doğrulup pencereden dışarı bakıyorum. Akşam üzeri. Hava kararmak üzere. Herkes gittikten sonra ev iki kişiye göre daha da sessizleşiyor. Tepemdeki lambaderin kablosundaki beyaz düğmeye basıyorum. Odayı kaplayan loş sarı ışık bir anda içimdeki havayı değiştiriyor. Umut tohumları canlanıyor içimde.

Tıp gelişiyor sonuçta. Bu kadar bilindik bir hastalığın da çaresi olmalı değil mi?

"Su ister misin?" diye soruyor Murat.

Yüzüne bakıyorum donuk bir ifadeyle. Gönül isterdi ki köşedeki simit kafede simit, çay keyfi yapıp kendimin olumsuz yönlerini üstüne basa basa söyleyeyim ve bir daha evlilik konusu gündem bile olmasın ama kısmette hasta bakıcılığı görevi varmış asilzademizin.

"Hadi ben neyse de sen nasıl düştün Meryem teyze ve annemin evlendirme batağına." diyen beynimin sessiz cümlesi bir anda sesli bir şekilde ağzımdan çıkıveriyor. Dudaklarımı birbirine bastırıp üzerimdeki örtüyü çeneme kadar çekiyorum.

Gülüyor. Cevap vermeden yeniden gülüyor. O böyle yaptıkça kanepede karınca kadar küçüldüğümü hissediyorum.

"Yani ben... Öyle..." Hangi yanından tutsam da düzeltmiyorum bu cümleyi. Neyse ki daha fazla utanmama izin vermeden açıklamada bulunuyor.

"Bir sorun başına geldiğinde bunun sadece kendine özgü olduğunu zannediyor insan. Oysa sorunu algılama ve çözüm bulma şekli kişiden kişiye göre değişiyorsa sorunun ne kadar büyük ya da küçük olduğunun bir önemi yok."

Söylediklerini anlayabilmek için bir müddet düşünüyorum. Nasıl büyük bir sorunu olabilir ki?

"O halde bana neden seni evlilik için baskı altına aldıklarını anlatır mısın?" diyorum merakla.

Nefes alıp bırakıyor ve bakışlarını kaçırıyor. Suskunluk uzayıp gidince "A pardon. Üzgünüm. Patavatsızca konuştum sanırım." diyorum yüzüm kızararak.

"Sadece... Bunu daha önce hiç kimseye anlatmadım. Yani... Herkes zaten biliyordu." deyince patavatsızlığımdan ötürü daha çok mahcup olup özür dilemeye çalışıyorum.

Ben özür dilemek için uygun cümle arayıp lafı ağzımda gevelerken o da aynı anda böyle hissetmemem için beni teskin etmeye başlıyor ve sonunda "Özür dilemene gerek yok." cümlesini net bir şekilde duymamla bu karmaşa son buluyor. İkimiz de susup kalıyoruz. Bakışlarımı kaçırıp üzerimdeki battaniye ile oynuyorum.

"Anlatması hoş değil." diye devam ediyor. "Kendimi kötü hissediyorum ve karşı tarafın da kendini kötü hissedeceğini biliyorum."

"Duyguları paylaşmak insana huzur verir. Eğer bir de karşındaki kişi bunu anlatman için hevesliyse yükün hafifler."

Gülümsüyor ve sessizce kafasını sallıyor.
"Duymak için heveslisin yani?"

Kafa sallıyorum. "Oldukça fazla."

"Eski eşimle..." diyerek başlıyor cümlesine. "Severek evlendik. Arkadaşken de sevgiliyken de evliyken de biz dünyadaki diğer tüm eşlerden farklıydık. Biraz çılgın, biraz uçarı, biraz çocuk, her zaman aşık... Yıllar geçse bile her sabah uyanıp onu yanımda görünce heyecanlanırdım. Bu his müthiş bir şeydi."

İçten içe onları kıskanıyordum. Şu dünyada aşktan yana sayısız acı çeken ben, gerçek bir aşkın var olmadığına artık kanaat getirdiğimden böylesine derin bir bağın aslında olabileceği gerçeğini dinleyince kendimi kötü hissettim. Bu da onun en başta hikayesini anlatmadan önce söylediği şeyi doğruluyordu.

Bakışlarımı kaçırıp pencereden dışarı bakıyorum. Onun da dramı çok sevmek olmalı.

"Ailesi Edirne'de yaşıyordu." Tekrar anlatmaya devam ederken bakışlarımı yeniden ona çeviriyorum. Artık eskisi kadar hevesli değilim dinlemeye. "Bayram dönüşüydü. Mutlu huzurlu gelecek planları yapıyorduk. Kızlarımızın hangi okula gideceği, onların almasını istediğimiz eğitimler, onlarla gideceğimiz yerler, birlikte yapacaklarımız..." Bu cümlesi bana süt kızımı, Birce ve Melina'yı hatırlatıyor. İçim burkuluyor. Dikkatimi yeniden toplayıp onu dinlemeye gayret ediyorum.

"Şimdi bunu anlatınca kulağımda hala aynı şarkı çalıyor. Kızların çok sevdiği bir çocuk şarkısı. Gonca ve ben de şarkıya katılıyoruz. Gülerek bir yandan dans ediyor bir yandan bağıra çağıra çocuk şarkısı söylüyoruz. Kızlar bize bakıp kıkır kıkır gülmeye başlıyorlar."

Gözleri doluyor bir anda. Hatta burnunu çekerken damlalar düşüyor yanaklarına. Kötü bir haber gelecek belli. Aynı his Dolunay'ın doğum gününde vurulduğum anda da olmuştu. Mutlu olmanın da bir bedeli var sanırım ve o bedeli herkes bir şekilde ödüyor.

"Ardından bir araba beliriyor önümüzde bir anda." Sesi titriyor, gözleri hala o anı yaşıyormuş gibi çaresiz.

"Kaçacak bir yerimiz yok, yaptığımız bir yanlış da yok. Tek suçumuz virajı alamayan arabayla aynı anda o yerde olmamız. Belki çıkmadan önce komşu teyzeyle lafa dalmasak ya da Kayla oyuncağım diye tutturmasa ya da biraz daha konuşsak, çocuklar biraz daha oynasa; çok değil, birkaç saniye önce ya da birkaç saniye sonra çıksak hiçbir şey olmayacak."

Nefesimi tutuyorum. Boğazıma bir düğüm takılıyor, burun kemiklerim sızlıyor. Anlattığı anı sanki ben yaşıyormuşum kadar üzülüyorum. Hüzün öyle boğuyor ki beni; kaldı ki bu adam o anı yaşamış ve yüksek ihtimal karısını ve çocuklarını o kazada kaybetmiş, yaşadığı acıyı teselli etmenin hiçbir yolu olduğunu düşünmüyorum.

"Anlarsın ya, gerisi kıyamet. Kızların sesini, Gonca'nın çığlıklarını unutamıyorum. Beş yıl oldu. Unutmam mümkün değil."

Gözlerinin içi kıpkırmızı. Ağlamamak için eliyle ağzını kapatıp burnundan kısa kısa nefes alıp veriyor. O an parmağındaki evlilik yüzüğü dikkatimi çekiyor. Hala takması beş yıl önce olan hiçbir şeyi kabul etmediğini gösteriyor.

Aynı durumdayım ama onun kadar metanetli değilim. Gözlerimden yaşlar süzülürken ayağa kalkıyorum.

Kalben acısını hissettiğim birinin karşısında hiçbir şey yapmadan durmam mümkün değil. Kaybı olan birini kendi çözsün, ağlasın diyerek teskin etmemek için kendini tutanlardan olamam ya da 'Zaman her şeyin ilacıdır.' gibi duygusunu asla anlamayan cümlelerden, 'Gençsin, yeniden evlenirsin, gün doğmadan neler doğar.' gibi yaşadıklarını unutturmaya çalışan alışılmış sözlerden kullanamam.

Yapabileceğim tek şey; ona sıkıca sarılıp onu anladığımı hissettirmek olur ki bence sarılmak küçük ya da büyük fark etmez her ruha iyi gelir.

Ona sarılır sarılmaz ağlayan önce ben oluyorum. Onun kaybı bana kızımı hatırlatıyor. Aklıma geldikçe içim yanıyor. Yaşadığım çaresizliğin aynısını yaşadığının farkındayım ve bunu düzeltebilecek hiçbir şey yok. Sadece bu acıyı kabullenmek gerek.

"Neden onlar bu hayatta değilken ben yaşıyorum anlamıyorum. O kazada benim de ölmem gerekirdi." diyor boğuk boğuk bir sesle.

Daha da sıkı sarılıyorum.
"Bazen bir şeyin sebebini öğrenmek zaman alır."

Cevap vermiyor. Yavaş yavaş ellerim gevşiyor. Ondan ayrılıyorum. Burnumu çekip gözyaşlarımı siliyorum. Dağılmış at kuyruğumu açıp tokamı bileğime geçirdikten sonra gözyaşlarımı silip saçımın ön kısımlarını kulağımın arkasına alıyorum.

"Bir zamanlar çok sevdiğin, sevgisini her şeyiyle hissettiğin karın ve sevimli çocukların hayatındaydı ama artık yok. Yalnızsın. Onlarla geçirdiğin eğlenceli ve mutlu günlerini çok özlüyorsun. Bir daha o günler gelmeyecek Murat. Bu dünyada yaşandı ve bu dünyada bitti. Ama gönlüne bağlanan ipliğin diğer ucu onlarda ve bu sonsuza kadar böyle devam edecek."

Cevap vermeden derin bir nefes alıp bırakıyor. Bakışları hüzünle pencerenin karanlığına dalıp gidiyor.

"Sen böyle mi atlatıyorsun yaşadığın her şeyi?"

"Eğer hala yaşıyorsam mutlaka bir nedeni olmalı öyle değil mi? Bazen bu nedenin ne olduğunu bulmak zorlaşıyor, yanlış bir sürü şey yapıyorum ama hala gerçekten bana ihtiyacı olan veya ihtiyacım olduğu o şeyin ne olduğunu araştırıyorum."

Kararlı bir şekilde gözlerime bakıyor.

"Bade seninle açık konuşacağım. Aşk meşk bana göre şeyler değil. Onların hepsini bu dünyada yaşadım ve dediğin gibi bitti. O defter sonsuza kadar kapandı benim için. Ben huysuz ve inatçı bir adamım artık. Bundan sonra da iflah olmam. Kaç kere canıma kastettiğimin haddi hesabı yok. Anneannemin uğraşını anlıyorum ama artık peşimi bırakmasını istiyorum. Herkesin peşimi bırakmasını istiyorum. Birilerinin bana bakarken akıllarından geçirdiği hayat hikayemi yüzlerindeki o buruk ifadede görmek bile beni insanlardan, arkadaşlarımdan, ailemden soğutuyor. Görüyorum ki sen de bunu istiyorsun. Eğer kabul edersen görüştüğümüzü herkes bilsin. Beni de seni de rahat bırakırlar. Evlenmene de gerek kalmaz. Bahane buluruz."

Donup kalıyorum. İçimde tuhaf bir acı peyda ediyor. Türlü türlü oyunların içinden geçtikten sonra başka bir oyunla insanlardan kurtulmaya çalışmak hiç mantıklı gelmiyor. Ama bunu yapmazsam karşımdaki acısı şu anmış gibi taze olan adamın da heba olup gideceğini biliyorum.

"Ben de kapattım o defteri. Aşk meşk yok bundan sonra benim için. Yaşadığım hayatı insanların yaşattıklarıyla görmeyi bırakmalıyım artık." diyorum gözlerimi kapatarak. Yaptığım yanlışın farkındayım ama içgüdüsel olarak yardıma ihtiyacı olan birini geri çeviremiyorum.

Gözleri gözlerimde takılı kalıyor.
"Yani kabul mü?"

Biraz duraksadıktan sonra "Tamam, kabul." diyorum elimi uzatarak.

Tokalaşmak için elini bana uzatırken yeni başlayacak cümlelerim için kendimden özür diliyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

539K 43.8K 34
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...
5.1K 491 13
Delfin, kendi ayakları üzerinde durmak için verdiği çabalar sonunca hayallerindeki mesleğe kavuşmuştur. Musa Varlıklı'nın himayesi altında kendi aya...
70.4K 4.7K 43
Bekir. Eski sevda demeye çok utandığım, her gün Allah' a ona inandığım günlerden dolayı beni affetmesi için yalvarmama sebep olan bu kömür gözlü genç...
24.3K 1.5K 26
Hayatımızda hiç ummadığımız anda kötü şeyler yaşadığımız gibi iyi şeyler de yaşıyabiliyoruz. Bu zorlu yolculukta bizi ayakta tutan şey: sabırdır. **...