Kaçış

By MaysaBerran

181K 15.2K 3.9K

Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar iç... More

1.Giriş
2.İlk Kaçış
3.İkinci Kaçış
4.Son Kaçış
5.Eşim
6.Son Çırpınış
7.Asla
8.Dengesiz
9.Tehdit
10.Mera Asamana
11.Rubies Gezegeni
12.Kalbe Temas
13.Ev
14.Sarı Çiçekler
15.Ajayu
16.Kitap
17.Kördüğüm
19.Sızı
20.Kalp Çarpıntısı
21.Gwrach
22.Anlaşma
23.Sır
24.Mühür
25.Mağara
26.Korku
27.Kabulleniş
28.Omirler
29.Savaş Çağrısı
30.Argent
31.Dünya
32.Çiçek-1
33.Çiçek-2
34.Karar
35.Kırmızı
36.Yıldızlar
37.Çaresizlik
38.Gerçek
39.Geçmiş-1
40.Geçmiş-2

18.Rheyold Değil

4.3K 381 164
By MaysaBerran

Merhabaaaa, çok hastayım, bu salgın beni de buldu, ama her şeye rağmen bölümü yazdım. 🥹

Beklettiğim için üzgünüm, ama yetmiyor, zaman yetmiyorrrrr 😥

Neyse hepinizi öpüyorum ve keyifli okumalar diliyorum 🥰❤️

***

Karanlık bir boşlukta asılı kalmış gibiydim. Bomboş hissediyordum. Günler geçmiş gibiydi ama sadece saatlerin geçtiğini biliyordum. Beni bıraktığı yerdeydim. Işıklar sönmüştü, ya da bilmiyorum belki de gözlerim açık değildi.

O kadar çok ağlamıştım ki gözlerim şişmişti. Aklıma geldikçe göz yaşlarıma hakim olamıyor, kendimi krize girerken buluyordum.

Öfkeli, nefret dolu olacağımı düşünmüştüm. Ama bu lanet kalp ağrısı nereden çıkmıştı. Göğüs kafesimde binlerce küçük iğne varmış gibiydi. Her nefes alışımda, her kalp atışımda iğneler acımasızca batıyordu.

Onun tarfından paramparça edilmiştim ve onun tarafından birleştirilmek istiyordum. Bunu kabul etmek, kendime itiraf etmek akıl karı değildi. Fakat gerçek buydu. Neden canım bu kadar yanıyordu? Canımı acıtmasına izin verecek kadar ona değer mi vermiştim?

Burnumu sertçe çekerek arsızca süzülen göz yaşlarıma lanetler okudum. Artık onları silecek gücüm yoktu. Sakin olmalı ve düşünmeliydim. Ama canım haddinden fazla yanıyordu. Kalbim, sivri pençeli bir canavarın elleri arasında sıkılıyordu.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum fakat artık gözlerimi açık tutamıyordum. Yorgunluk ve hüzünle kendimi uykuya teslim ettim. Kocaman soğuk yatağın bir köşesine kıvrılmıştım.

Bir ara, çok da derin olmayan uykumdan mırıldanmalar ve hareketler ile hafifçe uyanmıştım. Puslu zihnim sert ve sıcak bir göğse yaslandığımı algılıyor ama karşı çıkamıyordu. İri bir el saçlarımın arasından kıvrılmış diğeri de belime dolanmıştı.

Bir rüya olamayacak kadar gerçekti. Fakat sabah olduğunda ve yatakta tek başıma uyandığımda her şeyin bir rüya olabileceğini düşünmüştüm.

Gelecek günler ise bundan farklı olmayacaktı.

***

Günler bir öncekinin aynısı gibi geçiyordu. Sanırım aradan üç gün geçmişti. Bu süre zarfında onu hiç görmedim desem yeriydi. Akşam ben uyuduktan sonra geliyor, sabah ise ben uyanmadan gidiyordu. Vaktimin çoğunu oda da kitap okuyarak ya da mutfakta bir şeyler yaparak geçiriyordum.

Yeni tarifler yapmak bana çok iyi gelmişti. Kafamın içini yiyen karıncalar kaybolmuş, berrak bir zihin ile düşünmeye başlamıştım. Bazı hatalarımı kabul etmiş, arada ağlamış, çokça da Rheyold'a hakaretler savurmuştum. Onunla tek kelime etmediğimden kendi kendime kızıyor, bağırıyordum.

Aslında bir umut Rheyold'un yumuşayacağını ve pişman olacağını düşünmüştüm. Genelde öyle olurdu. Fakat bu da olmamıştı. Bu şekilde sonsuza kadar yaşayabilirmiş gibiydi. Ben ise daha fazla dayanamıyordum. Ahu Anneyi, Kraliçeyi en umutsuz olduğum Sürya'yı bile beklemiştim. Ama hiçbiri gelmemişti. Bilemiyorum belki de gelememişlerdi. Durumdan haberdarlar mıydı, onu da bilmiyordum.

Evde bomboş geçirdiğim zamanlarda bakmadığım, elimi sokmadığım tek bir köşe kalmamıştı. Sonuçsa sıfırdı. Ne kaçacak, ne de haber verecek bir yol bulabilmiştim. Tamamen tutsaktım.

Ama bugün bu değişecekti. Gizlice dışarı çıkmanın bir yolunu bulabilmiştim. Çok tehlikeli bir yoldu ve benim tek çaremdi.

Bu yol tabi ki Rheyold'u. Üzerinde taşıdığı küçük kart, benim anahtarımdı. O kart ile eve girip çıkıyordu. Eminimki bu gezegende o karttan bir tane vardı ve o da cebindeydi.

Aslında sorun bu değildi. Sorun benim deliksiz uyumam ve onun en ufak seste uyanmasıydı. Şimdilik tek planım gece uyumamaktı. Bunun içinde sabah fazladan uyumuş, yetmemiş öğleden sonra tekrar uyumuştum. Şimdi ise kendimi oyalayacak şeyler yapıyordum.

Çok ilginç bir şekilde mutfakta krokan bulmuştum. Gerçi, burada kendi dünyamızda ki şeyleri bulmak çok kolaydı. Sonuçta biz kadınlar için yeniden düzenlenmişti. Meslek ilgi alanım pastacılık olduğu için, Neden korkanlı pasta yapmıyorum diye?, düşündüm. Sonuç ise karamelli krokanlı büyük bir pastaydı.

Dünya da yaşadığım zamanlarda sürekli mutfakta zaman geçiridim. Pasta, tatlı şeyler yapmak benim için bir zevkti. Fakat buraya geldiğimden beri mutfağa doğru düzgün girmiyordum. Rheyold sağolsun (!), artık bolca vaktim vardı.

Neyse, asıl konumuza gelirsek kötüde olsa bir planım vardı. Şimdi bu güzel pastayı şekersiz ve sütsüz bir kahveyle içecektim. Büyük ihtimalle de bir kaç bardak daha kahve tüketecektim.

Kendime küçük bir tepsi yaparak balkona geçtim. Temiz ama soğuk havayı içime çektim. Soğuk bedenimi ürpetmese de iyi hissettiriyordu. Gökyüzü her zamanki gibi siyahtı, fakata artık gece gündüz vaktini ayırt edebiliyordum. Gökyüzü karanlık olsa da gündüz etraf aydınlık oluyordu. Bunun nasıl olduğunu bilmiyordum. Güneş gibi bir yıldız yoktu ama yine de etraf aydınlıktı. Yani, elbette bizim gezgenimizdeki gibi bir aydınlık değildi.

Krokanlı pastamdan büyük bir çatal alıp lezzetli tadın damağımda dağılmasına izin verdim. Kahvemden keyifli bir yudum aldığımda, uzun zamandır ilk defa bu kadar iyi hissediyordum. Kalbimde ki ince sızı hala yerli yerindeydi ama ilk günkü gibi acıtmıyordu.

Pasta-kahve ikilisine devam ederken diğer yandan da daha önce kütüphaneden aldığım Akirliler ile ilgili kitabı okumaya başladım.

Yaklaşık iki gün önce okumaya başlamıştım. Öğrendiğim bir kaç bilgi beni çokda şaşırtmamıştı. Sonuçta bir Akirli eşiydim (!).

Kitap ilk önce Akirli anatomisinden başlıyordu. Aslında daha çok insan-akirli anotomisi arasındaki farklardan bahsediyordu.

Kas yapısı işlevsel olarak aynıydı. Fakat Akirlilerin kas yapısı daha sıkı ve daha fazlaydı. Yağ oranları yok denecek kadar azdı. Vücutlarında yağı günlük olarak depoluyorlardı. Enerji yapı taşları kanlarında bulunan gümüştü. Bunu ise bedenleri üretiyordu. Bazen ise dışarıdan sıvı gümüş takviyesi alıyorlardı. Bu sanırım bizim vitamin almamız gibi bir şeydi.

İskelet yapıları ise çelikten daha güçlüydü. Bedenleri gümüşten meydana gelen varlıkların kemiklerinin güçsüz olması beklenmezdi zaten.

Fakat bunun dışında kemiklerinde 'Dema' denilen bir madde vardı. Vücuda verilen gümüş de bu madde sayesindeydi. Bu madde sürekli bedenleri için gümüş üretiyordu. Ayrıca kemiklerinin sağlam olmasının sebebi de bu maddeydi.

Bedenleri ise bizim dünyamızdaki her şeye karşı dayanıklıydı. Kurşun, bıçak, asit gibi şeyler onlara etki etmiyordu. Tabi kalkanları var ise. Kalkan denilen şey ise bir çeşit değişimdi. Saliseler için de derilerinde bulunan gümüşü terleme yöntemi ile deri üstüne çıkarıyorlardı. Fakat bizim gibi silince gitmiyordu. Derilerini kaplıyor ve yapışıyordu. Bu kalkanı d şey ienlese elmastı. Bu yüzden de silahları elmastandı. Dünya'ya indikleri zamanlarda da genelde bu kalkanı devre dışı bırakıyorlardı. Çünkü kadınlara zarar vermek istemiyorlardı.

Aman ne büyük lütuf!

Üç farklı akciğer yapısına sahiptiler. İkisi tıpkı bizim ciğerlerimizle aynı görevi görüyordu. Üçüncü akciğerleri, sağ ciğerin hemen altında bulunuyordu. Bu onların su altında bir süre nefes almalarını sağlıyordu. Doğrusu bu özellik sinirlerimi bozmuştu.

Bunun gibi insanüstü özellikleri vardı. Ama beni asıl dehşete düşüren duygusal, içgüdü özellikleriydi.

Bu kadar gelişmiş bir medeniyetin bu kadar ilkel düşüncelerle dolu olması hayret edilecek gibiydi. Rheyold ile neden sürekli birbirimizi yediğimizi daha net anlıyordum. Doğruyu söylemek gerekirse Rheyold sakin bile kalıyordu. Elbette ona hak vermiyordum. Sonuçta bizleri eş olarak seçiyorlarsa içgüdülerine de hakim olacaklardı. Kendilerini ona göre eğiteceklerdi.

Temel içgüdüleri, sahiplikti.

Eğer bir şeyi sahipleniyorlarsa, onu korumak için hayatlarını ona göre şekillendiriyorlardı. Bunun bir insan olmasına gerek yoktu. Bir yer, bir eşya, bir hayvan da olabilirdi. Hatta zamanında bir çiçeği sahiplenen ve çiçek solup öldüğünde deliren bir Akirliyi anlatıyordu kitap. Çok saçmaydı!

Fakat buradaki sahipliğin normal bir sahiplik olmadığını fark etmiştim. Takıntıya yakın bir durumdu. Bunu nasıl bir duygu ile anlatabilirdim bilmiyordum. Benim tıp bilgimde buna karşılık bir durum yoktu. Ben buna takıntı deyip geçecektim.

Üstünlük. Diğer içgüdüleri içinde öne çıkan sinir bozucu bir duyguydu.

Bu üstünlük kendi ırkları da dahil diğer ırklara yapılan bir şeydi. Bunu sadece krallarına ve kraliçelerine yapamıyorlardı. Onun dışında aile bireylerine bile üstünlük sağlamaları normaldi. Salgıladıkları kokuyla, sivri dişleriyle, kararmış gözleri ile bu üstünlüğü sağlamaya çalışıyorlardı. Aslında bu durum bölgelerini koruyan vahşi hayvanlara benziyordu. 

Salgıladıkları koku düşmana karşı rahatsız edici olabiliyordu. Fakat konu eşlerine gelince tam tersiydi. Eşlerine genelde rahatlatmak için salgılıyorlardı. Eğer Akirli güçlüyse salgıladıkları kokunun çeşitleri de fazla oluyordu. Mesela karşısında ki kişiyi uyuşturabiliyor, hipnotize edebiliyordu. 

Dişlerinde ise bir çeşit salgı vardı. Aslında sivri dişler düşmanlarını parçalamak için vardı. Fakat bu salgı düşmanları zehirlese de, ilginç bir şekilde biz kadınlarda bağımlılık yapıldığı anlaşılmış.

Dişlerinde bulunan sıvıyı kadınların kanına karıştırdıklarında, kadınları kendilerine muhtaç ediyorlardı. Kısa süreliğine duygusal ve zihinsel çöküntü yaşatıyordular. Fakat öğrendiğim başka bir şey sinirlerimi alt üst etmişti. Bu zehri her zaman kullanamıyorlardı. Belirli bir zamanı vardı. 2-6 ay arasında, kişiden kişiye değişiyordu. Yani Rheyold beni her ısırmakla tehdit ettiğinde beni uyuşturamazdı. Sadece canımı yakmakla kalırdı. Bunu öğrenmem benim için çok iyi olmuştu. Çünkü beni ısırmasından daha çok, o duruma düşmekten korkuyordum.

Diğer yandan ise Akirlilerin eşlerini ısırması olağan bir olaymış. Yani kitapta öyle yazıyordu. Eşlerinin kanları onlara haz ve güç veriyor, ayrıca bölgelerini işaretlemiş oluyorlardı. Eşlerine neden bu kadar düşkün ve korumacı olduklarını anlayamıyordum. Bir Akirlinin başka bir Akirlinin eşine bakacağını zannetmiyordum.

Fakat kitabı okurken sanki Akirliler dışında da yaşayan türler varmış gibi anlatıyordu. Ama bununla ilgili de hiçbir ipucu vermiyordu. Ayrıca Akirli kadınlardan bahsetmiyor oluşu da ayrı bir olaydı. Bu gezgen gizemlerle doluydu. Emindim ki bir şeyler bizden saklanmıştı. Benim Akirli kadına ulaşmam lazımdı. Tüm cevaplarımı onda bulacak gibi hissediyordum. Ama önce buradan çıkmalıydım.

Kitabı okumaya devam ederken gelen seslerle yerimde dikildim. Bir süre sesleri dinlediğimde kapıdan geldiğini anladım. Kitabı hızla bırakarak ayağa kalktım. Heyecanlanmamın sebebi kapıdakinin Rheyold olmamasıydı. Eğer o olsaydı sessizce içeri girerdi.

''Rana kızım, benim Ahu.'' Hızla kapıya yapıştım.

''Ahu anne!'' Gözlerim ışık hızıyla dolmuştu. Göğsümde ise bir heyecan vardı. Günlerdir kapım çalmamıştı. Halbuki Ahu anneye farkına varmadan çok güvenmiştim.

''Kızım kapıyı açabilir misin?''

''Ahu anne kapıyı açamıyorum. Rh-Rheyold beni eve hapsetti. Lütfen yardım et!'' Ellerimi ve kafamı kapıya yasladım.

''Kızım sakin ol! Öyle bir şey yok. Rubies gezegeninden geldiler ya o yüzden dışarı çıkmanı istemiyordur.'' Rubies gezegeni mi? Şu kırmızı yaratıklar. Tüylerim ürperirken başımı hızla iki yana salladım. Demek Rheyold onlara böyle söylemişti.

''Ahu anne, yalan söylüyor. O yüzden değil. Beni eve hapsetti. Asla dışarı çıkamayacağımı söyledi. Hatta-'' Nefes nefese duraksayıp devam ettim.

''Hatta bilekliğimi çıkardı. İhtiyacımın olmadığını söyledi. Lütfen yardım et!'' Derin bir iç çekiş duydum. Hemen sonra ise kapıya yaslanan bir elin varlığını.

''Kızım, sen ciddi misin?''

''Evet. Doğru söylüyorum.'' Tek umudum Ahu anneydi. Daha fazla burada kalmak istemiyordum. Rheyold'un ne yapacağını kestiremiyordum.

''Kızım, ben konuşacağım Rheyold ile merak etme. Soracağım hesabını. Sen sakin ol, neden kapattı seni eve?'' diye sordu her zamanki gibi sakin sesiyle.

''Biz biraz tartıştık.'' Birazdan daha fazlaydı. Ama şu an da ayrıntı vermek istemiyordum.

''Tamam, sen canını sıkma. Ben halledeceğim.'' İçim rahatlasa da kapıya vurarak,

''Ahu anne gitme!'' diye seslendim. Ahu anne sayesinde şimdi çıkabilirdim. Akşam yapacağım plan olmayabilirdi. Risk almaya gerek yoktu.

''Tamam, kızım buradayım.''

''Ahu anne kapıyı nasıl açacağız?'' Yanda ki kart okuyucu yerine umutsuz gözlerle baktım. Kart sadece Rheyold'a olmalıydı. Ama bir umut belki Ahu anne başka bir yol biliyordur.

''Kart sadece Rheyold'a olmalı. Ama yedek anahtarlara bakacağım. Hemen gelirim.'' Gideceğini anladığımda endişeyle kapıya vurdum.

''Anne, geri geleceksin değil mi? Ben korkuyorum.'' Göğsüm titrek bir nefesle şişti. Böyle bir his miydi? Annenin verdiği güven. Ahu anne, benim öz annemin yapmadığı anneliği yapıyordu bana. Sıcak kolları arasına alıyor, şefkatle yaklaşıyordu. Birde Zülüş de hissetmiştim aynısını. Ama bu daha farklıydı. Sanırım burada kimsesiz olduğumdan kaynaklanıyordu.

''Korkma güzel kızım, hemen geleceğim ve o aptal oğluma haddini bildireceğim.'' Ahu annenin uzaklaşan sesini duyduğumda benim için gergin bekleyişler başlamıştı. Ahu anneye güvenim tamdı. Fakat ne zaman kendimi kurtaracak bir şeylere girişsem Rheyold'un bir şekilde haberi oluyordu ve anında dibimde bitiyordu. Yine böyle bir şey olmasından korkuyordum.

Yaklaşık on dakika boyunca koridorda volta attım. Artık tam ümitlerim bitiyordu ki beni kurtaracak o sesi duydum.

''Rana kızım orada mısın?''

''Ahu anne, buradayım. Anahtarı buldun mu?'' Küçük bir 'tık' sesi ve aralanan kapı. İşte günlerdir acı dolu bekleyişin sonucu buydu.

Kapıyı açtığım gibi Ahu annenin kollarına atladım.

''Çok, çok teşekkür ederim.'' Gözyaşlarım yanaklarımdan hızla yuvarlanırken saçlarımı sakince okşadı.

''Ştt! Tamam. Ağlama.''

''Hiç çıkamayacağımı söyledi. Sonsuza kadar burada kalacakmışım.'' Burnumu çekerek ıslak gözlerimle Ahu annenin de ıslanmış gözlerine baktım.

''Sadece seninle beraber dışarı çıkmak istediğimi söylemiştim. Sonra da kavga ettik. Onunla kavga etmek istemiyorum, ama benim canımı çok yakıyor. Kendimi kafese kapatılmış gibi hissediyorum, boğuluyorum.'' Yanaklarımı ince parmakları ile silip hafifçe gülümsedi.

''Güzel kızım, eminim ki o da çok pişmandır. Bazen sinirlerine hakim olamayıp yanlış kararlar verebiliyorlar. Ama oğlumu tanıyorsam kendini affettirmek için her şeyi yapacaktır.'' Başımı şiddetle iki yana salladım.

''Hiç zannetmiyorum. Günlerdir tek kelime etmiyoruz. Daha dorusu birbirimizi görmüyoruz.'' Ahu anne derin bir nefes alıp başını salladı.

''Gel hadi, biraz temiz hava alalım. Sonra da oturup konuşuruz.'' Gözlerimi sertçe silerek başımı salladım. Ahu annenin koluna girdiğimde rahat bir nefes aldım.

''Ne oluyor burada?'' Korkuyla yerimde irkildiğimde yeri döve ayak sesleri kulaklarımda çınladı.

Önüm ince bir beden ile kesilirken kendime gelmeye çalıştım.

''Asıl benim sormam gerekiyor. Burada ne oluyor? Oğlum, hani Rana güvenlik için evde duruyordu? Nasıl olurda onu eve hapsedersin?'' Ahu anne tüm cesareti ile Rheyold'un karşısında dikiliyordu. Fakat ben o kadar cesaretli değildim. Ahu annenin arkasın da gözlerim yerde bekliyordum. Rheyold beni çekip alsa buna kimsenin gücü yetmezdi.

''Sen karışma anne!'' Rheyold'un sesi öfkeli ama saygılıydı. Annesini kırmak istemediği belliydi. Beni ise paramparça etmekten geri durmuyordu.

''Ne demek karışma! Kendine gel, sen bu şekilde davranamazsın.'' Ahu anneyi belki de ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Oğlunu azarlamaktan geri durmuyordu.

''Anne, sana karışma dedim. O, benim eşim.'' Rheyold bir adım bize doğru attığında Ahu anne ile beraber geriledik.

''Anne, ben sakinken Rana'yı bana ver.'' Rheyold'un sesi sertçe yutkunmamı sağladı. Sesi hiç hoşuma gitmemişti. Sesi öfkeli halinden çıkıp karanlık bir tona giriyordu.

''Hayır! Sen sakinleşeceksin biz de Rana ile konuşacağız.'' Asansöre doğru hareket ettiğimizde duyduğumuz hırıltı ile yerimize çakıldık.

''Rana!'' Ahu annenin sırtına tutunurken yavaşça gözlerimi ona kaldırdım. Simsiyah bakışları her zamankinden farklıydı. Karanlık neredeyse gözlerinin tamamını esir almıştı. Beyazlık yok denecek kadar azdı. Nefesim göğsümde takılı kaldı.

O, çok korkunç görünüyordu!

''Oğlum sakinleş! Eşini korkutmak istemezsin değil mi?'' O, ister miydi, bilmiyorum ama ben çoktan korkmuştum. Özellikle Ahu annenin de sesi titremeye başladığında.

''Anne. Git!'' Ahu annenin beni bırakacağını düşünmüştüm. Çünkü ben olsaydım buy bakışlar altında daha fazla duramazdım. Aslında bu bakışların sahibi ben olmalıydım, fakat Rheyold, annesine öyle bakıyordu ki, sanki düşmanı gibiydi. Üstelik annesini bu kadar severken ve bu kadar değer verirken. Ahu annenin de şaşkınlığını hissedebiliyordum. Oğlunu daha önce böyle görmüş müydü?

''Önce sakinleş!'' Rheyold gözlerini kapattı ve hemen ardından açarak dişlerini gösterdi. Hırıltısı Ahu anne ile iç içe geçmiş bedenlerimizi titretti.

''Ahu anne, ne oluyor?'' diye fısıldadım. Rheyold'u defalarca kez öfkeli halde görmüştüm. Ama böyle ilk defa görüyordum. Kitapta okuduğum şeyler aklıma geldi.

'Konu eşleri olduğunda, ailelerini bile tanımazlar. Eşleri onların özel alanlarıdır. Kimseyi sokmaz, kimseyi yaklaştırmazlar.'

Sanırım neyden bahsettiğini şimdi anlıyordum. Onlar gerçekten vahşi varlıklardı. Biz insanlarla kıyaslanamazdı.

Rheyold gözlerini kıstı ve hızla üstümüze gelmeye başladı. Çığlığım duvarlara çarparken üstümüze gelen beden başka bir bedenle duvara çarptı. Sıkı sıkı Ahu anne ile sarılmıştık, hızlı nefeslerimiz birbirine karışıyordu.

İki Akirli, biri baba, biri oğul. İkisi de birbirine diş gösteriyordu. Rheyold silkenip başını dikleştirdi. Karşısında ki babasıydı ama asla öyle bakmıyordu. Onun şu an bir bilinç altında olduğunu düşünmüyordum.

''Eşimi alacağım.'' Rheyold tekrar üstümüze atıldığında babası tarafından yine sekteye uğramıştı. İkisi bir süre bakıştı. Biz ise bu süre zarfında hareket etmeye dahi korktuğumuz için yerimizde sabit kaldık.

En sonunda Rheyold'un babası arkasını Rheyold'a dönmeden yan bir şekilde yanımıza geldi. Beni kolumdan tuttuğunda korkuyla Rheyold'un babasına baktım. Sadece göz bebekleri siyahlaşmıştı ve normal duruyordu. Ama gözlerinde ki o tanıdık sıcaklık ve muziplik yoktu. Beni Ahu anneden ayırmaya çalıştığında şiddetle karşı çıktık.

''Leang ne yapıyorsun?''

''Hayır!''

''Eşinin yanına git.'' Rheyold'un babası beni Ahu anneden söküp aldığında kendimi anında Rheyold'un kolları arasında bulmuştum.

''Eşim!" Diyerek burnunu önce saçlarıma sonra da boynuma sürterek derin nefesler aldı. Bedenim sıtma hastaları gibi titiyordu.

''Leang! Hemen durdur şunu, görmüyor musun kız korkuyor. Oğlumuz iyi değil!'' Rheyold'un babası, eşini kolları arasına aldığında Ahu annenin akan gözyaşlarını sildi.

''Ağlama çiçeğim, oğlumuz iyi merak etme. Gelinimizde iyi, korkması gereken bir şey yok.''

Ahu anne eşinin kolları arasında çırpınarak bana döndü. Eşini ittirerek bana ulaşmaya çalıştığında Rheyold hızla beni arkasına aldı ve annesine resmen dişlerini göstererek hırladı.

Ahu anne ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyor olmalı ki, Rheyold'a şok içinde baktı. Gözlerinde oğluna karşı büyük bir hayal kırıklığı ve korku vardı. Oğlunu tanıyamıyordu, ki bu çok normaldi.

Rheyold'un babası Ahu anneyi kendine çekerek asansöre doğru ilerletti.

''Leang, oğlumuz!'' Sesi kırıktı ve ağladığı çok belliydi. Kendimi suçlu hissediyordum. Benim yüzümden olmuştu. Ahu anneyi zorlamasaydım, oğlu ile bu durumda olmayacaktı.

''Bir şey yok, oğlumuz iyi. Anlatacağım.'' Ahu anne eşinin göğsüne başını gömerek ağlıyordu. Rheyold'un babası ise oğluna çatılı kaşları arasında bakarak başını eğdi ve bana bir kez bile bakmadan kapılar kapandı. Şimdi bu geniş ve ferah koridorda sadece ikimiz kalmıştık. Ama kararmış gözleri yavaşça bana döndüğünde, koridor olduğundan daha dar ve havasız gelmeye başladı. 

Dibi gmrünmeyen bir çukura bakmak gibiydi. Gözlerinde beyaz hiçbir yer kalmamıştı. Her seferinde başka bir yüzünü görüyordum. Hepsi de birbirinden korkunçtu. Eski hallerimizi özlüyordum. O zamanlarda sinirliydi ama anlayışlıydı.

Bir adım üstüme ilerlediğinde yalpalayarak geriledim. Dişleri kapalı dudakları arasına gizlenmişti. Göz bebekleri belli olmadığı için tam olarak nereye odaklandığını bilmiyordum. Bir adım daha attım ve bir adım daha...

Kendimi en son kaçmaya çalıştığım eve koşarak girerken buldum. Yatak odası kırmızı  işaretliydi, bu yüzden oturma odasına oradan da yukarıda ki herhangi bir odaya kendimi kapatmaktı.

Oturma odasını geçmek üzereydim ki kalın kollar belime sarıldı ve beni havada döndürerek geniş koltuğa attı. Bedenim titreyerek yerine sindi. Koltuğa gömülmek istiyordum ve yok olmak.

"Sen, gidecektin." Bu ses tanıdık değildi. Kalın, hırıltılı ve yankılı sesi bambaşka birisine aitti.

"Gidecektin!" Ellerini sertçe koltuğun iki yanına yasladı ve üstüme eğildi. Sertçe yutkunarak dudaklarımı ıslattım. Aldığım nefesler göğsümü tırmalıyordu.

"H-hayır." Fısıltım duyulamayacak kadar kısıktı. Ama o duymuştu. Anlını saçlarıma yasladı.

"Nereye gidecektin?" Bana inanmayacaktı. Bilinçli olduğunu düşünmüyordum.

"Hiçbir yere." İri elleri omuzlarımı kavradı. Beni yukarı kaldırarak yüzyüze gelmemizi sağladı. Gözlerimi kaçıramayacağım kadar dikkatliydi. Simsiyah kuyuları Akirli kadının gözlerine benziyordu.

"Ona söylemiştim, seni en başında bırakmamalıydık." Gerginlik ve korkudan göz yaşlarıma sahip çıkamıyordum. Fakat daha önemlisi şuydu,

Kime ne söylemişti?

"Ben anlamadım." Başını hafifçe yana eğdi ve dişlerini ortaya çıkardı. Gülümsüyor muydu?

"Siz anlamazsınız. İnsanlar anlamaz. Eşler önemli, Ajayu için önemli." Başım dönüyordu, midem bulanıyordu. Burnu saç diplerimden dudağımın kenarına kenarına kadar sertçe sürterek geldi.

"Seni işaretlemeliyim. O bir türlü yapamadı. Gerçekten eşim olmalısın." Ne saçmalıyordu? Bu Rheyold değildi? Ellerimi sert pazularına koyarak kendimi geri çekmeye çalıştım.

"Rheyold, ben korkuyorum." Küçük bir hırıltı dudaklarından döküldü. Uzaklaşma çabam anında yarım kaldı.

"Rheyold yok!" Soğuk dudaklarını göz yaşlarımla ıslanmış yanaklarıma bastırdı. Daha sonra yavaşça dudak kenarıma kadar geldi. Kalbim son sürat atarken, tepkisiz kalmaya çalıştım. Beni daha önce hiç dudaklarımdan öpmemişti. Buna yeltenmemişti bile. Ama şimdi bu değişiyor gibiydi.

Dudakları benim nemli dudaklarıma sürttüğünde yerimde rahatsızca kıpırdandım ve başımı çevirmeye çalıştım.

"İstemiyorum." Sağa çevirdiğim başımı, çenemi sertçe tutarak kendine çevirdi.

"İsteyeceksin!" Sert sesiyle dudaklarını çeneme bastırdı. Tekrar dudaklarıma doğru yaklaştığında artık iyice debelenmeye başladım.

Rheyold bunu yapmazdı!

"Bırak!" Tüm gücümle kollarında çırpınmaya başladım. Her hamlemi savuşturup beni etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Artık emindim o Rheyold değildi. Başka bir şeydi, canavarıydı. Sakladığı, dışarıya salmadığı canavarıydı.

Bileklerimi sertçe tutup beni öpmeye devam etti. Fakat hareketleri o kadar aceleci ve sertti ki dişleri tenimi çiziyordu. Bastıramadığım çığlığım evin duvarlarına çarparak yok oldu.

"İstemiyorum, acıtıyorsun." Beni hiç duymuyordu, kulaklarıma sadece hırıltılı nefesleri ulaşıyordu.

"Eşim olacaksın." Bedenim koltuğa boylu boyunca uzandı ve onun ağırlığı altında ezildi. Tek eli bileklerimi sararken diğeri bedenimde hüküm sürmeye çalıştı.

Bu çok yanlış hissettiriyordu. Ben Rheyold'u istiyordum.

"Rheyold lütfen, korkuyorum." Hıçkırıklara boğulmam uzun sürmedi. Altında çaresizce titreyip ağlıyordum ve tek istediğim Rheyold idi.

Bedenimin bir kaç yerinde ve yüzümde sızı hissediyordum. Ağırlığını iyice üstüme verdiğinde nefes almakta güçlük çekemeye başlamıştım. Parmak uçlarıma kadar uyuşmuştum, hareket edemiyordum ama delicesine titriyordum.

Göğsüm şiddetle çarpıyor, kriz geçirme eşiğine geliyordum. O ise bunları umursamıyor, korktuğum şeyi gerçekleştireceğini söylüyordu.

'Eşim olacaksın!'

Bilinçli bir varlık değildi. Ben artık anlıyordum. Ne ile karşı karşıya olduğumu.

"Rheyold, lütfen, lütfen gel!"  Boynumdan başını kaldırarak parlayan sivri dişleri ile gülümsedi.

"O da benim! Rheyold benim!"

"Hayır, değilsin!" Sözlerimle yüzüme karşı kükredi ve boynuma eğilerek dişlerini tenime geçirdi.

Boğazım yırtılırcasına çığlık attım, omuzlarım sarsılarak ağlıyordum. Bu işkencenin bitmesini istiyordum. Bedenimde, ruhumda acı çekiyordu.

"Rheyold, seni istiyorum. Korkuyorum." Küçük fısıltım son umut ışığımdı. Ona son kez seslenmek istedim. Beni duysun istedim. Fark ettim ki Rheyold benim tek güveneceğim limandı. Beni kendi canavarından dahi koruyordu. Ama şimdi her şeyi ben mahvetmiştim. Keşke ona sakince yaklaşsaydım, ben ona sevgimi verdiğimde her şeyi yapardı. Aptal gibi inatlaşmamalıydım! Onu bir insan gibi değil, bir Akirli gibi düşünmeli, öyle yaklaşmalıydım.

Çok geç anlamıştım. Ya bir daha Rheyold geri dönmezse! O zaman ne yapardım?

Boynumda ki sivri dişler yavaşça geri çekilsede ben bomboş tavana bakmaya devam ettim. Gözyaşalrım usulca şakaklarımdan saçlarıma karışıyordu. Bedenim ise yavaşça sakinleşiyordu. Kabulleniyordum.

"Rana!" Bu ses gerçek miydi? Zihnim mi uyuşuyordu? Zehrin damarlarımda aktığını hissediyordum. O, güçlüydü. Bu yüzden zehri kısa sürede yenilenmiş olmalıydı.

"Rana!" Görüş açıma yavaşça yüzğ girdi. Gördüğüm civa rengi gözlerle dudaklarımı sararken tekrar içli içli ağlamaya başladım.

"Rheyold!" Bileklerimi sertçe tutan elini hızla çekti.

"Benim, güzelim." Yaralı kollarım hızla boynuna dolandı ve onu sıkıca sardı. Başımı omuzuna gömerken ağlamaya devam ettim.

"Ştt! Tamam, geçti. Özür dilerim. Benim hatam."

Başımı göğsünden kaldırmadan iki yana salladım.

"H-hayır, be- ben, ben-" Hıçkırıklarım, nefesimi kesiyordu. Kelimelerimin cümle olmasına izin vermiyordu.

"Sakin ol, korkma. Benim." Koltuğa oturarak beni de kucağına aldı. Kollarım hala boynunda, başım göğsünde, kucağında yan bir şekilde oturuyordum. Kalbimin atışları normale dönüyordu. Ama hıçkırıklarım durmuyordu.

"Bakmama izin ver." Çenemi hafifçe kavrayrak yüzümü yukarı kaldırdı. Gözleri ağırca yüzümü taradı ve kaşları çatıldıkça çatıldı. Gözlerine sızan ağır pişmanlık olmasa, öfkeli olduğunu söylerdim.

En son boynuma baktığında içli bir nefes aldı. Baş parmağı yavaşça diş izlerinin üzerinden geçti. İzler açık ve tazeydi. Emindim ki hala kan sızıyordu. Fakat acımıyordu. Sanırım yanımda olduğu içindi.

"Güzel eşim, mera asamana, seni iyileştireceğim." Sevgi dolu sesi kulaklarımı okşadı.

"Ben çok korktum." Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Anlını anlıma yaslayarak,

"Korkma, bir daha asla onunla karşılaşmayacaksın." Dedi. Sözleri yemin eder gibiydi.

Onunla günler sonra bu şekilde konuşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Planlarımın hepsi çöp olmuştu, aklım da onun dışında hiçbir şey kalmamıştı.

Başımı tekrar göğsüne yasladım. Onu çok özlemiştim. Onun sevgisine, şefkatine, sabrına alışmıştım.

Onunla konuşup sorunlarımızı çözmek istiyordum. Fakat öncesinde içimde yükselmeye başlayan ateşle başa çıkmalıydım. Zehir sinsice kanıma karışıyordu.

Yerimde kıpırdanıp, burnumu Rheyold'un boynuna sürttüm. Yutkunduğunu duymuştum. Başımı hafifçe çekerek kısım bakışlarımla ona baktım. Tam şu an da fazlasıyla ilgi istiyordum. Zehir beni mahvediyordu.

"Rheyold." kedi mırıltısı gibi çıkan sesim bana mı aitti?

"Hmm." Rheyold yoğun bakışlarını bana çevirdi. Bu konuyu konuşacaktık, ama önce zehirden arınmalıydım.

"Burası acıyor." Dedim işaret parmağımla yanağımda herhangi bir yeri göstererek.

"Krem sürelim mi?" İşaret ettiğim yere baktı. Başımı hızla iki yana salladım.

"Peki ne istersin?" Zehirden mi, yoksa utançtan mı bilmediğim bir şekilde kızarmıştım.

"Öp!" Rheyold'un kaşları şaşkınlıkla havalandı.

Sanırım şu an da Rheyold'un benden kaçması gerekiyordu. Çünkü içimde ki atel bir önceki ısırışından çok daha fazlaydı.

***

Bir sonraki bölümde, ilgi manyağı bir Rana okumak ister miyiz?🤭

Ya da sürünen bir Rheyold? 😅

Bu son sahneler olmalıydı. Çünkü Rana bir şeyleri yaşamadan anlamayacaktı. Sırlara da yavaş yavaş geleceğiz.

Fakat sizin görmek ya da bilmek istediğiniz özel bir şeyler var mı? Ya, yazar hanım şundan da bahsetsen keşke dediğiniz? ❤️

Hepinizi öpüyorum 🥰

Continue Reading

You'll Also Like

1M 41.6K 69
İntikam hırsıyla yanan bir kız. Karanlığın içine batan bir kız. O sonradan kötü olmadı. O hep kötüydü. Her zaman acımasız , kötü bir kızdı. İnsan...
1.6K 217 4
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Bir zamanlar güzel mi güzel bir kız yaşarmış, bu kız yedi cüce arkadaşı ile mutlu mesu...
119K 8.4K 74
Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın...
3.6M 301K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...