BEYAZ LEKE

By asliaarslan

32.5M 1.9M 7.2M

Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk a... More

BEYAZ LEKE
1. MAHKUMİYET
2. SUÇ KRALI
3. SİYAH ELDİVENLER
4. İLK TEMAS
5. SEVGİLİ MÜVEKKİLİM
6. GÖKYÜZÜ, GÜNEŞ ve HAYALLER
7. İKİ DAKİKA ON YEDİ SANİYE
8. RÜYALAR ALEMİ ve GERÇEK DÜNYA
10. MAHKEME
11. SAVAŞ ÇANLARI
12. HER GÖZYAŞI BİR YANGIN
13. SAVAŞA RAĞMEN
14. ZAAFLAR ve TERCİHLER
15. SON İKİ DİLEK
16. ZEHİRLİ URGAN
17. DÖNÜM NOKTASI
18. KAR KRALİÇESİ ve ATEŞ KRALI
19. YİRMİ DOKUZUNCU KİŞİ
20. ON OCAK MİLADI
21. FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK
22. FIRTINA
23. FEDA
24. KURUCU ve LİDER
25. KAYIPLAR
26. SAÇ TELİNDEN URGAN
27. SUÇ KRALI ve KRALİÇESİ
28. TUTKUNUN NOTALARI
29. DENİZ KIZI
30. AYNANIN İKİ YÜZÜ
31. ON ALTI SAAT YİRMİ DOKUZ DAKİKA
32. YÜZÜK
33. HAYAL SAVAŞÇILARI
34. ONURLU BİR ADAMIN KIZI
35. DAVET
36. ZAMANA KARŞI
37. SÖZLER ve YEMİNLER
38. AYNADAKİ YANSIMALAR

9. DÜŞEN MASKELER

741K 52.6K 206K
By asliaarslan

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Kalp.

Bu kitapta geçen kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir.

Keyifli Okumalar!

Şarkılar: Love Flew Away, Laufey-Adam Melchor
Nostalgic Bitch, Oscar And The Wolf

ADA HAPİSHANESİ

Bütün duyguların bir sınırı vardı fakat Tugay Demir Çeviker için sadece iki duygunun sınırı olmazdı: sevgi ve intikam. Bu iki duygu, yanında başka duyguları da getirirdi. Sevgi şefkati, şefkat merhameti, merhamet ilgiyi, ilgi bağlılığı, bağlılık mahkumiyeti, mahkumiyet mutlak aşkı.

İntikam ise hırsı, hırs savaşı, savaş kazancı, kazanç kayıpları, kayıplar nefreti, nefret ise öfkeyi doğururdu. Aslında sınırları olmayan bu iki duyguyla yaşayan Tugay Demir için diğer duygular da tam kalbinin ortasındaydı.

Birini sevdiğinde ondan kopması olanıksızdı, birinden intikam aldığında da öyle. Bir başkasına göre birbirinden farklı bu iki duygu, Tugay Demir için iç içe geçmiş vaziyetteydi. Çünkü sevgileri, intikamları doğuruyordu.

Kolları yine arkadan bağlanmıştı, bacakları da öyle hatta gövdesi de. Ağır demir sandalyeye mıhlanmıştı ama gözleri neyse ki her şeyi görebiliyordu.

"Anlamıyorum," dedi hemen karşısında oturan Kerem Karaman sandalyesine rahat bir şekilde yayılırken. Tugay Demir'in kolları bacakları ne kadar bağlı olursa olsun altı gardiyan ve aralarında iki metrelik bir mesafeyle oturuyordu. "Bu kadar işkenceyle nasıl yaşamaya devam edebiliyorsun sen?"

Tugay, verilen ağır sakinleştiricinin etkisi geçerken vücudundaki ağrıları da hissetmeye başlamıştı ama bunu yansıtmak yerine alayla güldü. "Merak ediyorum," dedi karşılık olarak. "Baban öldükten sonra altına don giyebiliyor musun sen? Onu bile sana baban giydiriyordu da."

Kerem kasıldı, dişlerini sıktı ardından Tugay'ın arkasındaki gardiyanlardan birine baş hareketini yaptığında Tugay'ı ensesinden bastırdılar ve önündeki soğuk suyun içine kafasını soktular. Tugay çırpınmadan beklerken bu beşinci kez o soğuk suyla yüzünün buluşmasıydı. Hepsinde kırk saniye bekletilmişti ama şimdi kırk saniye geçiyordu ve artık Tugay'ın nefesi yetmiyordu.

Gardiyan en sonunda ensesinden tutup çektiğinde Tugay öksürdü ardından yere tükürdü. Kerem "Diğer kolunu kesmek için yanıp tutuştuğumu biliyor musun?" diye sordu acımasız bir sesle. Tugay düz gözlerle ona bakarken nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. "Ama bunu yapamıyorum çünkü herkesin gözü artık senin üzerinde olacak, yüzüne verilecek zararlar bile halkın gözetiminde tutulacak. Mahkemen, hayatın," kaşları çatıldı, "hepsi artık göz önünde tutulacak çünkü kendini gösterdin. Bilerek yaptın değil mi?" Tugay, kaşlarını kaldırdı, bu onaylayan bir ifadeydi. "Kendini çok mu zeki sanıyorsun Tugay Demir? Her fiziksel işkence iz bırakmak zorunda değildir, ciğerlerine su dolana kadar boğarım seni."

Tugay, burnundan büyük bir nefes verdiğinde boğazını temizleyerek çenesini havaya kaldırdı. "Baban ölmeden önce pencereden kaçıyormuş neredeyse," diyerek güldü. "Gün gelecek, senin pencerelerine bile demir takacağım, kaçmayı bile düşünemeyeceksin."

Kerem gülmeye başladı, hiçbir zaman Tugay'ın tehditlerini ciddiye almıyordu. "Konuş," dedi belki onuncu kez. "Eftalya Atalar'ın senin yanında ne işi vardı?"

Tugay kaşlarını çattı. "O kim?" diye sordu yarı alaylı yarı ciddi.

"Şu lekeli avukat," dedi Kerem imayla. "Hani damgayı yaptırmayı göze alan. Konuş, piç kurusu, ne karşılığında bunu yaptı?"

Tugay'ın çenesi kasıldı, dikkatli bir şekilde Kerem'i incelerken "Lekeli avukattan başka bir tanım yok muydu?" diye sordu. "Yoksa Krallık kendi arasında böyle şifreler mi koyuyor?"

"Konuş!" diye haykırdı Kerem ardından gardiyana bir daha hareket yaptı. Gardiyan bu kez Tugay'ın ensesine öyle güçlü bastırıp kafasını suyun içine gömdü ki, Tugay, nefesini bile tutamadı. Geri çıkardıklarında daha büyük bir şekilde öksürmeye başladı. "Ona ne vadettin? Ne vadettin de damgalanmayı göze aldı?"

Tugay, öksürürken bir anda duraksadı, başını kaldırıp Kerem'in yüzüne baktı sonrasında ise "Sen mi emri verdin?" diye sordu, tek soru, Tugay'ın kulaklarının çınlamasına neden oldu. "Damgalanma emrini sen mi verdin?"

Bütün mahkumlar damgalanmıştı, onlar alışıktı ama Murat telefonda konuştuktan sonra Eftalya'nın damgalanmasına izin vermişti, o emri veren kişi de Kerem'den başka hiç kimse değildi.

"Bütün emirler babam öldükten sonra benden geçiyor," dedi Kerem gözlerini kısarak. "Hayatının en büyük hatası babamı öldürmekti, bana güç kazandırdın."

Tugay, dişlerini sıktı. "Ve tuvalete artık tek başına gidebileceksin baban öldüğüne göre, ne mutlu sana."

Kerem öfkeyle ayağa kalktı ardından Tugay'ın arkasına geçip bu kez o kafasını suya soktu. Öyle bir nefretle bunu yapıyordu ki, bir yandan da Tugay'ın boynunu sıkıyordu. Geri çıkardı sonra yeniden suyun içine soktu ve bunu birkaç kez tekrar etti. En sonunda geri çıkardığında sertçe Tugay'ın çenesinden tuttu ve nefes almasına bile fırsat tanımadan "Çevremdeki herkesten uzak duracaksın, piç kurusu," diye inledi Kerem. "Yoksa..."

"Çevrendeki mi?" diye sordu Tugay, yeniden kulaklarına çınlamalar doldu fakat bu kez çok daha farklıydı. Bir yapboz dağıldı, geri birleşirken Tugay'ın gözleri kısıldı. "Tek öldürdüğüm kişi baban, sakinleş, Kerem." Ağzını arıyordu.

"Çevremdeki," dedi Kerem dişlerini sıkarak. "Herkesten uzak duracaksın, buna Eftalya da dahil. Aklından ne geçtiğini biliyorum..."

"Sende birini sevecek kalp mi var?" diye sordu Tugay yine ağzını aramak için. Başı dönüyordu, yaşananların yanında yaşatacaklarıyla. "Bir avukata mı aşık oldun yoksa Kerem Karaman?"

"Aşk mı?" diye sordu Kerem. "Yatağımı her gece ısıtan bir kadına aşık olacağımı düşündüren nedir piç kurusu? Ben aşkla ya da bana aşık olanlarla ilgilenmiyorum ayrıca o aptal duyguya da saygım yok."

Tugay'ın arkasındaki elleri yumruk halini aldığında yapboz yeniden dağıldı fakat bu yapbozu dağıtan Tugay'dan başka kimse değildi. Birleştirmek istemiyordu, birleştirirse çıkacak sonuçlardan hoşlanmayacaktı. Eftalya'nın çenesindeki o kesik izi, göğüs kafesindeki lekedeki morluk, damga... Tugay titremeye başladığında bu Kerem'in gözünden kaçmadı. "Korkuyor musun?" diye sordu aşağılayarak. "Titriyorsun, kıyamam. Yoksa üşüdün mü? Keşke annenin sıcak kolları olsaydı, öyle değil mi?"

Bana aşık olanlarla ilgilenmiyorum, demişti Kerem. Tugay'ın bir yandan da aklında bu cümle dönüyordu. Her konuda aklı zirvede olan adam, bu konuda duraksadı. Acabalar, yanında büyük itirafları getirirdi. Mektup yazmıştı, nişanlı bir kadın olduğumu unutma demişti, nedeni korkular mıydı? Yoksa düşündüğünden daha mı derindi?

"O avukat korkusundan öyle davrandı," dedi Tugay, Kerem'in yüzüne bakarak. "Çünkü tehdit ettim, onu zorladım." Tek düşündüğü sonrasında soru işaretleriyle Kerem'in Eftalya'ya zarar vermemesiydi.

Kerem sertçe Tugay'ın başını iteklediğinde yeniden sandalyesine doğru ilerledi ve köşedeki havluyu aldığında tiksiniyormuş gibi ellerini havluya sildi. "Çevremdeki herkesten uzak dur," dedi üçüncü kez. "Yoksa canını öyle bir yakarım ki, Tugay Demir, kızgın demirlere özlem duyarsın." Havluyu Tugay'ın yüzüne çarptı. "Az önce dedim ya, işkence sadece iz bırakmaz, zaaflarını yok ederim senin."

Tugay'ın ilk kez Kerem'e bakışlarında endişe vardı. "Benim zaafım yok."

Kerem gülmeye başladı. "Üzerine kayıtlı kız çocuğunun ölmediğini, senin kızın değil de kız kardeşin olduğunu biliyorum, piç kurusu." Tugay'ın ensesinden aşağıya bir ürperti indiğinde bunu bilen kişi sayısı o kadar azdı ki, Kerem bunu nasıl öğrenmişti akıl edemedi. Bilen tüm isimleri aklında sıraladı, son sıraya Eftalya Atalar'ı koydu, onu yerleştirirken başını iki yana salladı.

"Seni öyle bir öldüreceğim ki," dedi Tugay derinden gelen bir sesle. "Bütün ölümler yanında diz çökecek."

Kerem kahkaha attı ardından sandalyeye attığı ceketini üzerine geçirdi. "İlk suçu, kuru ekmek çalmak olan fakir bir çocuğa göre fazla uçuk hayallerin var, piç kurusu. Olsun, hayaller senin gibiler için var zaten."

Tugay, kaskatı bir şekilde Kerem'e bakarken, Kerem sakin ve rahat tavırlarla işkence odasından dışarıya çıktı ve o çıkar çıkmaz Tugay, başını öne eğip gözlerini kapattı. Bir tarafı hayır diyordu, diğer tarafı o yapboz parçalarını birleştirmekte diretiyordu. Bir tarafı güveni seçiyordu, diğer tarafı sorguluyordu; sorgulayan tarafını susturan büyük bir ses vardı.

O sesin ne olduğunu bilmiyordu.

Gardiyanlar onu kaldırdı ve hücresine götürürlerken titremeleri hiçbir şekilde geçmedi, hisler mutlak gerçeklikti, Tugay hislerine inanırdı. O hisler, Tugay'a güvenmesini söylemişti.

Hücrenin önüne geldiklerinde bir gardiyan hızlı bir şekilde Tugay'ın eline bir kağıt sıkıştırdı ve bu bütün dikkatinin dağılmasına neden oldu ardından sertçe hücrenin içine iteklediğinde kapıyı da kapattı. Ağır demir kapı keskin kilitlerle örtüldüğünde Tugay, üstteki açıklıktan vuran ışıkla gelen kağıda baktı.

Küçük kağıt, örgüte aitti. Giray'dan gelmişti.

Çenesini havaya kaldırdığında kağıdı hızlı bir şekilde açtı ve o kısa notla yüzleşmek, Tugay'ın o bir avuç suda değil de sanki koca bir okyanusta boğulmasına neden oldu.

"Avukatın Eftalya Atalar'ın bu akşam basının da olacağı gizli bir köşkte nişan töreni var. Nişanlısı ise Kerem Karaman.

Bunu kendi ağzıyla itiraf etti. Güvenip güvenmemek sana kalmış, tek bildiğim avukatının birisi tarafından şiddete uğradığı ve onun yanında olmam gerektiği. Sözleşme maddelerini gerçekleştirmemiz mi gerekiyor yoksa başka bir planın var mı?

Seni bekliyorum, kardeşim.
Özgürlüğüne.
GPÇ"

EFTALYA ATALAR

Bu benim nişan törenimdi.

Gökyüzünde havai fişekler vardı, bir aydınlanıp bir parlıyorlardı, ileride yüksek sesler geliyordu, kalabalık ortalıktaydı.

Bu benim nişan törenimdi.

Nişanın olduğu yerde büyük bir yangın vardı, havai fişekler patlayıcılardan ortaya çıkıyordu, yüksek sesler insanların çığlıklarıydı, herkes ateşten kaçıyordu. Kocaman bir BL pankartı tam ortadaydı.

Bu benim nişan törenimdi, elimde bir şarap bardağıyla o yangını gülümseyerek izliyordum ve farkındaydım; hikaye asıl şimdi başlıyordu.

8 saat önce...

Aynada gördüğüm yüz bana yabancı geliyordu, çevremdeki herkes bir koşuşturma içindeydi, elime bir kahve veriyorlardı, annemin yardımcılarından bir tanesi yüzümdeki uykusuzluktan oluşan ödemi alması için buz kalıbı tutuyordu. Makyöz sol tarafımda yüzüme bakarak benim hakkımda yorumlarda bulunuyordu, hemen arkamdaki kuaför saçlarımı havaya kaldırıp sokacağı şekil hakkında fikirleri danışıyordu.

Hemen arkamda, bir nefes kadar uzağımda annem vardı. Hepsine tek tek cevap veriyordu, mavi, uzun ve özellikle göğüs kafesimdeki lekeyi kapatacak o elbiseye uygun makyajın koyu tonlar olduğunu söylüyordu, saçlarımı yarım toplamalılardı çünkü yüzüm kemikliydi, annem kuaföre hortlak gibi göründüğümü bu yüzden saçlarımı toplarsak kötü görüneceğimi dile getiriyordu. Elbisenin kapalı olması için diretmişti, insanlar o korkunç lekeyi görmemeliydi. Derdi damga değil, o lekeydi.

Kimse benim fikrimi sormuyordu, bir bez bebek gibi hareket ettiriliyordum; hoş, fikirlerimin pek de önemi yoktu, düz gözlerle aynada kendimi izlerken aklımdan geçen tek düşünce şimdi evimin penceresinden kendimi aşağıya atsam ölüp ölmeyeceğimdi. İkinci kattan kendimi aşağıya atsam değil ölmek bacağım bile kırılmazdı, sadece incinirdi; o incinmeyle bile beni nişanıma götürürlerdi.

Annem üzerimdeki elbisenin boğaz tarafını çekiştirirken göğsümdeki damga öyle bir sızladı ki, acıyla inledim ama annem bunu görmezden gelerek biraz daha çekiştirdi. Bana öfkeli olduğunu biliyordum, Kerem her ne anlattıysa hareketleriyle bana öfkesini belli ediyordu.

"Şu elbisenin altına bir kat mı çeksek?" diye sordu annem aynadaki aksime bakarken. "Zayıflamışsın, bir kadına yakışmayan fiziki ölçülere sahipsin." Üzerimdeki elbise balık modelindeydi, adım atarken bile zorlanıyordum ve annem içime bir kat daha dikmekten söz ediyordu. "Şu kolların çok zayıf, acaba kollarını da mı örtseydik?" Kuaföre baktı. "Saçlarını özellikle kollarına denk getirelim."

Gözlerimi kapattım, büyük bir nefes verdim; annemin yardımcısı yüzüme buzu tutmayı bırakıp geriye çekildi ve elime su tutuşturdu.

Çığlık atmak istiyordum, kaçmak istiyordum fakat öylece sakin bir şekilde durmaktan başka yaptığım hiçbir şey yoktu.

"Eftalya hanım," dedi makyöz yüzüme bakarak. "Siyah tonları mı tercih edersiniz yoksa lacivert mi?" Elindeki far paletini gözlerime sokuyordu.

"En matem havasını hangisi veriyorsa onu uygulayalım," dedim. Makyöz şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında bakışları arkamdaki anneme kaydı, kuaför ise gülüşünü gizlemek için başını önüne eğdi.

Annem boğazını temizledi, uzun sarı saçlarını arkaya doğru attığında aynadan yüzüme öfkeyle baktı ardından "Herkes birkaç saniyeliğine dışarıya çıkabilir mi?" diye sordu. "Kızımla baş başa kalmak istiyorum."

Ah, işte şimdi o cehennem yaklaşıyordu.

Odadaki herkes annemin emrine sadık bir şekilde odadan dışarıya çıktıklarında, annem omuzlarımda duran saçımı arkaya atıp ellerini kollarıma yerleştirdi ve aynadan yüzüme baktı. "Neyin var senin? Bu yüzünün hali ne? Akşam büyük bir eğlenceyle içinde basının da olduğu bir nişan törenin olacak ama sanki sen cenazeyi katılıyormuş gibisin."

Gözlerinin içine baktığımda alayla güldüm, aslında her şeyin farkında olduğunu biliyordum ama özellikle soruyordu ki, karşılığında daha ağır cümleleri bana sarf edebilsin. "Bu nişanı artık istemiyorum," dedim dürüst bir şekilde. "Çünkü Kerem'i sevmiyorum."

"Hayır, seviyorsun," dedi annem karşılık olarak. Dudaklarım aralandı.

"Hiçbir zaman beni anlamaya çalışmayacak mısın?" Sırtımı aynaya döndüm ve yüzüne dikkatli bir şekilde baktım. "Kızının halini görmüyor musun? Bütün bunları istemiyorum, o nişanı artık istemiyorum çünkü hiçbir zaman bir aşk uğruna nişanlanmadım sadece babam için kendimi feda etmiştim."

Annem emin olduğu her şeyi dinlerken kaşlarını kaldırdı. "Ne yapmak istiyorsun peki?"

Güzel bir soruydu, birçok yanıtım vardı ama şu an bunları anneme söyleyecek değildim. "Bir kez olsun yanımda durmanı ve bu nişanı engellemeni." Annem kaşlarını çattı. "İtibarı mı düşünüyorsun anne? Yarından sonra hiçbirimizin itibarı kalmayacak, beni duydun mu?"

"Bu da ne demek?"

"İstemiyorum," dedim dişlerimi sıkarak ve sesim titredi. "Kerem'i istemiyorum, bu nişanı istemiyorum." Acıyla ona baktım. "Bir kez olsun yanımda dur, beni anla."

Annem öfkesinin son damlalarına ulaştığında sertçe kolumu tutup beni kendine çekti ve kısık bir sesle "Bu nişan atıldıktan sonra ne şekilde anılacağının farkında değil misin sen?" diye sordu. "Kimse seni istemeyecek, işlerin son bulacak, Krallık ellerini üzerinden çekecek, herkes karşında duracak, itibarın yerle bir olacak, zamanla bir fahişe olarak anılacaksın." Yeşil gözlerinde öyle büyük bir öfke vardı ki, benden nefret ettiğini bir kez daha düşündüm. "Hayatında verdiğin en doğru karar bu nişandı, hepimiz için ve şimdi bundan vazgeçeceğini mi söylüyorsun?" Kolumu daha sıkı kavradı, acıyla inledim. "Babanın yolundan mı gitmek istiyorsun?" diye sordu, bakışları göğüs kafesime indi. "Ne peşinde olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?"

"Kolum acıyor," dedim fısıldayarak. "Çok acıyor, bırak lütfen."

"Umurumda değil." Gözlerim doldu. "Şu an hayatımdaki adama aşık olduğumu mu sanıyorsun sen?" diye sordu, daha kısık sesle fısıldıyordu. "Hayatımızı kurtarmak için bunu yapmak zorundaydım. Sen de bunu yapacaksın çünkü dünyamız bu halde. Bir adamı sevmesen bile onu memnun edeceksin, edeceksin ki kendini koruyabileceksin."

Başımı acıyla iki yana salladım. "Aşık olmadığım birisine karşı bunları yapamam," diye fısıldadım. "Artık değil, gerçekleri gördüm. Bundan birkaç ay önce aşk umurumda değildi ama şimdi umurumda. Kendime saygım var."

Annem alayla güldü. "Bütün o okuduğun aptal aşk romanlarından mı öğreniyorsun bunları?" diye sordu. "Aşk diye bir şey yoktur."

"Anne," diye inledim. "Lütfen." Sesim yalvarır gibi çıkıyordu. "Lütfen bana yardımcı ol, lütfen. Onu istemiyorum, hiç istemedim. Kerem bir sinir hastası, bana zararlar veriyor, yarın ne yapacağını kestiremiyorum, eğer onunla nişanlanırsam sonrasında olacakları..."

"Yanındaki erkeği sakinleştirmek senin elinde." Annem kolumu itekleyerek bıraktığında elim koluma tutundu, moraracağından emindim. "Yüzüne yapay gülümsemeni yerleştir, başını kaldır ve günün yıldızı ol. Herkes seni ve şansını konuşacak, kaç tane kadının hayalini yaşıyorsun sen."

Başımı iki yana salladığımda gözümden yaşlar döküldü. Küçüklüğümden beri bir kez olsun beni anlamamıştı, bir kez olsun şefkat göstermemişti hatta bir kez olsun saçlarımı insanlara göstermelik yapmak dışında okşamamıştı fakat ilk kez ona ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Bir annenin sıcaklığından öte, beni anlayan bir kadının sıcaklığına ihtiyacım vardı. "Anne," dedim en sonunda dayanamayarak. "Beni hiç mi sevmiyorsun?"

Annem yüzüme bakarken gözümden akan yaşları izledi fakat tam o esnada odamın kapısı çaldı, onaylamam bile beklenmeden kapı açıldığında Kerem'in girdiğini gördüm. Üzerinde lacivert bir takım elbise vardı, saçları taranmıştı, yüzündeki gülümseme öyle keyifliydi ki, midemin bulandığını hissettim.

Birkaç ay önce olsa bu yaşananlara boyun eğeceğimle yüzleşmek, kendime kocaman bir yumruk geçirmek istememe neden oldu.

Kerem anneme ardından bana ve gözümden akan yaşlara baktı. "Ah," dedi kaşlarını kaldırarak. "Duygusal bir anda mı yakaladım?" İçeriye girdi, anneme yaklaştı ardından elinin tersini zarif bir şekilde öptü. "Yasemin hanım, nasılsınız?"

Annem yüzündeki öfkeyi öyle güzel bir şekilde düzeltti ki, oyunculuğu karşısında şaşkına döndüm. "İyiyim, Kerem, sen nasılsın?"

"Çok iyiyim." Kerem'in bakışları bana kaydığında annem geriye doğru gitti ardından bizden izin isteyerek ikimizi baş başa bıraktı, çıkarken o uyarıcı bakışlarını göndermeyi de ihmal etmedi. Birkaç saniye sonra yeniden Kerem'e baktığımda elini kaldırıp yüzümdeki yaşları silmek istedi fakat çevik bir hareketle elini iteklediğimde şaşkınlıkla bana baktı. "İyi misin?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

"Pişman olacaksın." Gözlerine anlamsız bir ifade oturdu. "Bugün nişanımızı herkese duyurduğun için pişman olacaksın, Kerem. Sana son iyiliğim bu uyarım olacak, eğer aklın varsa bu nişandan vazgeçersin."

Kerem kaşlarını sorgulayan bir ifadeyle kaldırdı ardından "Nasıl pişman edeceksin Eftalya?" diye sordu. "Tam nişan takılırken bayılma taklidi mi yapacaksın yoksa nişandan birkaç saat önce kaçacak mısın?" Kahkaha attı, midem daha fazla bulandı. "Bunları yapman daha fazla konuşulmamıza neden olur, hoşuma gider."

Tiksinerek nefesimi verdiğimde "Gurursuz bir adamsın," diye mırıldandım. "Seni istemeyen, yanında durmaktan bile utanan hatta yüzüne her baktığında midesi bulanan bir kadını zorluyorsun." Kerem'in yüzündeki gülümseme yavaş yavaş soldu. "Hatta sadece gurursuz değil, kalpsizsin de. Baban öleli bir hafta bile geçmedi fakat sen hırsların için bir nişan töreni düzenliyorsun. Acıyı bile yaşayamayacak kadar iğrenç bir adamsın."

Kerem burnundan bir nefes verdiğinde aşağıda duran ellerinin titremeye başladığını gördüm. "Çok cesur konuşuyorsun, bebeğim, heyecanına veriyorum bütün bunları."

"Heyecanı sikeyim," dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı, Krallık tarafındaki hiçbir kadın küfür edemezdi. "Bütün bu saçmalıkları, yüzükleri, töreni, her şeyi sikeyim." Dudaklarımı büktüm. "Tüh, küfür ettim, çok ayıp oldu."

Tugay Demir, Tugay Demir, Tugay Demir.

Ne yapıyordu? O mektubumun ardından bütün uyarılarımı hiçe sayarak nasıl da baş kaldırmıştı bana bile. İnanmıyor muydu, yoksa inanmak mı istemiyordu? Belki de hissettiklerimi fark etmişti, bilmiyordum ama onunla bir daha olan karşılaşmamız yani konuşmamız epey zor geçecekti, bundan emindim.

"Eftalya!" dedi Kerem dişlerini sıkarak ardından geriye doğru bir adım attı ve adım attığı yerde ayağına komodinim takıldı. Başını çevirdiğinde komodinin üzerindeki Tugay'ın gönderdiği kardelen çiçeğini gördü. Dikkatli bir şekilde çiçeğe baktıktan sonra bakışları bana döndü, büyük öfkeli bir nefes verdi ve bir anda çenemden tutup beni sertçe duvara yapıştırdığında başım duvara çarptı. "Başka birisi var öyle değil mi?" diye sordu hırsla. "Sana bu cesareti o veriyor."

"Bırak beni," diyerek çırpınmaya başladığımda daha fazla baskı uyguladı. "Bırak beni!" diye bağırdım bu kez sonra sanki bir çaresi olacakmış gibi kapıya doğru "Anne!" diye seslendim, bu hayatımın en acımasız anıydı. "Anne, kapının önünde olduğunu biliyorum, gel!"

Kimse gelmedi, annem duysa bile beni kurtarmak istemedi.

Kerem, eliyle ağzımı kapattığında gözlerimi kocaman açarak ona baktım. "Bugün bu nişan olacak," dedi çenemde parmak izlerini bırakırken. "Ve sen yanımda bana yakışır şekilde duracaksın, eğer bunları yapmazsan sonucunda neler olacağını söylememi ister misin? O babanın boynuna geçirilen urganı hiçbir bıçak kesmez, Eftalya."

Acıyla yutkunduğumda ağzımdaki elini sertçe çekip öfkeyle "Beni artık korkuyla yönetemezsin," diye bağırdım. "Elinden geleni ardına koyma, senden korkmuyorum, şerefsiz herif." Yine dudaklarımı büktüm. "Bak görüyor musun, tüh, yine küfür ettim."

"Korkmuyorsun öyle mi?" diye sordu Kerem, korkutucu bir şekilde gülümseyerek. "Göğsüne damgayı yerken öyle görünmüyordun ama Eftalya?" Gözlerimin içine baktı. "Yapabileceklerimin sınırları yok."

Dudaklarım aralandı, bu kadarını beklemediğim için şaşkınlıkla "Bunu sen yaptırdın," diye fısıldadım. "Damga emrini sen verdin."

"Bütün kararlar benden geçiyor," dedi üstün bir sesle. "Ya elimde kukla olacaksın ya da yanımdaki o nişanlım. Seç."

Nefret, ilk defa bu kadar kanlı canlı bir şekilde kalbimde yer bulduğunda göğsümdeki o damganın bulunduğu yer acıyla sızladı. Herkesten her şeyi beklemelisin, derdi babam ben küçükken. Çünkü insanoğlu can yakmayı sever, Eftalya. Kerem'den bunu nasıl beklemiyordum, bilmiyordum ama sınırlarının olmamasıyla ilk kez yüzleşiyordum, bana yapabileceklerinin ucu bucağı yoktu.

İki yolum vardı, ya karşı gelecek, artık direnişle o çenemi havaya kaldıracaktım ya da korkup sinecek, bir bez bebeği oynamaya devam edecektim.

Ben yine birinci yolu seçtiğimde dizimi havaya kaldırdım ve sertçe Kerem'in kasıklarına vurdum.

Çevik bir hareketle benden kurtuldu fakat dizim bacağına denk geldiğinde acıyla inleyerek öne doğru eğildi. Duvar kenarında ona bakarken "Bunların ikisi de olacağıma ölmeyi yeğlerim," dedim hiddetle. "Defol git hayatımdan."

Kerem, eğdiği başını havaya kaldırdı, öfkeyle bağırdı ardından hiç beklemediğimde anda yüzüme öyle sert bir tokat geçirdi ki, başım arkamdaki duvara bir kez daha sertçe çarptı ve gözümün karardığını hissettim.

Daha önce defalarca annemden tokat yediğimi biliyordum ama bu tokat, benim gururuma, geleceğime hatta direnişime atılmış bir tokattı. Çenemde ağrı hissettiğimde ağzımda kan tadı vardı ve kulağımda çınlama. Elim yanağıma tutunduğunda bakışlarım pencereye dönüktü, gözlerim acıdan doldu veya incinen gururumdan bilmiyordum ama titremeye başladığımda hayır, dedi iç sesim. Bu kez dizlerinin üzerine çökmeyeceksin, Eftalya. Bu kez boyun eğmeyeceksin.

Odanın içinde sessizlik vardı, kulağımdaki çınlamadan başka hiçbir ses yoktu. Bakışlarımı ona çevirmiyordum, bu kez diğerlerinden çok daha farklıydı. Bu kez en acısıydı, bu kez en ağırıydı, bu kez en tahammül edemediğimdi. Önüme gelen saçlarımı geriye attığımda gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim ardından daha dik bir şekilde durmaya çalıştım ama başım dönüyor, gözüm kararıyordu. Hayır, Eftalya, sakın güçsüz görünme, bakma yüzüne, gizli gözyaşını, çevirme başını.

Hiçbir şey söylemedi, tek kelime etmedi. Birkaç saniye sonra odanın kapısının çarpma sesi geldiğinde dik durmaya çalıştım ama korkudan mı, öfkeden mi yoksa bambaşka bir duygudan mı bilmiyordum, yere dizlerimin üzerine çöktüm. Elimi yüzümden çekmezken gözümden akan sessiz yaşları silmeye çalıştım ama engellemek mümkün değildi.

En acısı da çığlık çığlığa haykırıp ağlayamamak, sessizce ağladığında bunu kendine yakıştıramamaktı. Bir duvarın köşesine sinip ağlayışını susturmaya çalışmak, bunu engelleyememek en aciz olanıydı. Ağlamak istemiyordum ama durmuyordu. Canım acımamalıydı ama ağzımın içinde kanın tadı vardı, bağıra çağıra kaçmak istiyordum ama bunu şu an yapamıyordum.

Tek yapabildiğim sindiğim duvarın köşesinde kendimle savaşmak oldu. Kendimle savaşırken onlarca yüzümle karşılaştım ama en çok canımı acıtan, Kerem Karaman'la nişanlanan ve kendini bu şekilde ona satan Eftalya Atalar'dı. Bu tokat, benim gururuma ardından kadınlığıma atılmıştı. Hiçbir acı, bu tokadın önüne geçmez gibi geliyordu.

Birkaç dakika sonra odamın kapısı açıldığında ve içeriye giren kişi ilk önce sakin adımlarla ardından hiddetle bana yaklaştığında "Eftal," diyen Sinan'ın sesini duydum. Tam karşımda çöktüğünde elleriyle yüzümü kavradı, yanağımda her ne gördüyse ya da ne haldeysem acıyla inledi. "Eftal," dedi adeta kükreyerek. "Onun sülalesini sikeceğim, onu mahvedeceğim, onu öldüreceğim." Eliyle yanaklarımı sildi ama gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Eftal beni duyuyorsun değil mi? İyi misin?" Eliyle dudağımı sildiğinde parmağına bulaşan kanı gördüm. "Eftal, bir şey söyle. İyi misin?"

O an Sinan'ın da gözleri doldu ve korkuyla başını iki yana salladı; acımı tam kalbinde hissetti, o daima beni hissederdi.

Gözlerimi kırptım, açık olan kapıya doğru baktım ve o anda, kapının önünde acıyarak beni izleyen annemi gördüm; içeriye girmedi, Kerem'e karşı gelmedi, az önce çığlığımı duyduğu halde hiçbir tepki vermedi, öylece bana baktı sonrasında göz hapsimden kaçarak kapının önünden uzaklaştı.

Yaşlar sessiz sessiz yanaklarımdan süzülmeye devam etti, bunun adı neydi bilmiyordum ama anne sevgisini bile hissetmeyen bir kız çocuğu olarak büyümek mi beni bu kadına dönüştürmüştü?

Hayır, aslında ben gitgide anneme benzemişti, bununla yüzleşmek en acı olanıydı.

Yeniden Sinan'a baktığımda dudaklarımı ıslattım, ağzımın içine daha fazla kan tadı geldi. "Ufuk'a haber ver," dedim kısık bir sesle. "Örgütün yanına gideceğim."

🤬

On bir yaşındaydım. Okulda yerli malı haftası vardı ve bütün veliler de sınıftaydı. Genelde bu tarz etkinliklere babam gelirdi ama o gün iş seyahatinde olduğu için annem gelmek durumunda kalmıştı ve herkesin gözü annemin üzerindeydi çünkü milletvekilinin eşi olmanın yarattığı havayı sonuna kadar kullanıyordu.

Masalar üzerinde onlarca yiyecek vardı, içecekler fakat hiçbirini yememe izin yoktu çünkü küçükken normal yaşıtlarımdan biraz daha kiloluydum. Biraz daha değil, epey kiloluydum bu yüzden insanlar benimle acımasız bir şekilde dalga geçebiliyorlardı. Şimdi düşündüğümde zihnim bu anıları öyle güzel temizlemişti ki, o fotoğraflarıma baktığımda gördüğüm kızın şu ankiyle hiçbir alakası yoktu fakat dalga geçen sesleri kulaklarımdaydı.

Bizi de yiyecek misin Eftalya? Hahahahaha.

Yer açın, ayı geliyor.

Deprem mi oluyor? Eftalya yürüyormuş.

Öğretmenim ben Eftalya'yla oturmak istemiyorum, o çok yer kaplıyor.

Sen bir de benden mi hoşlandın? Kilona bakmadan?

Bütün öğrenciler pastalardan, kurabiyelerden, böreklerden yerken ben köşede oturmuş onları izliyordum çünkü annemin gözü üzerimdeydi. Tek bir lokma yersem sonrasında olacakları kestiremiyordum çünkü anneme göre ben çirkin bir çocuktum, bir çocuk bu denli kilolu olamazdı. Gizli gizli bir şeyler yerken gördüğünde ellerime vuruyordu, çoğu zaman ağzıma ve bazenleri odama kilitliyordu. Bir aynanın karşısına geçirip "İzle kendini, bu halinden memnun musun?" diye soruyordu.

Öyle büyük baskılar uygulamıştı ki bana zamanla anoreksiya olmama neden olmuştu, kırklı kilolara kadar düştüğümde ise normal bir kadın fiziğinde olmadığımı dile getiriyordu.

Hiçbir zaman annemi memnun edememiştim, üstelik kendimden son derece memnunken. Kiloluyken de zayıfken de uzunken de kısayken de. Fakat şu an az yemek yemem ya da bazı günler midemi bulandırana kadar yemek yememin bir nedeni de bunlardı. Bir gün uyanıyor ve kilo alma korkusuyla günlerce ağzıma yemek koymuyordum, bu zamanlar durumum buydu. Bazı günler de anneme karşı çıkmak ister gibi önüme gelen her şeyi yiyor, mide rahatsızlığından hastaneye gidiyordum.

O gün bütün öğrenciler gözlerimin içine bakıp yemeklerini yiyorlar, benimle dalga geçiyorlardı. O sırada annemin arkası dönük olduğu bir vakitte sadece bir parça elmalı kurabiyeyi elime alıp ısırmıştım fakat bir veli, dönüp anneme bunu gösterdiğinde annemin üzerime atılıp elmalı kurabiyeyi elimden alması bir anda olmuştu.

Sadece bu kadarla da sınırlı değildi, o ağzına doladığı itibarını zedelediğimi düşünmüş olacak ki bütün sınıf arkadaşlarımın ortasında yüzüme öyle bir tokat indirdi ki, daha önceki bütün tokatlarından çok daha ağırdı çünkü gururum incinmişti. Öyle gururum incinmişti ki, ağlamadan yüzüne bakmış, dik durmaya çalışmış inatla kurabiyeden yemeye çalışmıştım.

Çocuksu inadım zamanla anoreksiyaya döndüğünde babamın hastaneye götürmesiyle son buldu fakat o tokadın bıraktığı his hiçbir zaman benden uzaklaşmadı ayrıca elmalı kurabiyelerden bir kez daha ağzıma süremedim.

Ve şimdi yine kendimi o tokatla aynı hislere sahip görüyordum.

Arabanın içinde büyük bir sessizlik hakimdi, sürücü koltuğunda Ufuk vardı, onun yanındaki koltukta Sinan ve arka koltukta ben. Sessizce ağlamaya devam ederken artık bu yaşlardan da nefret ediyordum çünkü durmaları gerekiyordu. Durmalılardı, o kurabiyeyi yemek isteyen kız çocuğu gibi davranmayı bırakmalıydım.

Gözlerim ayaklarıma kaydığında ev terlikleriyle olduğumu gördüm, üzerimde nişan elbisem vardı, saçımın yarısı maşalıydı, dudağım kan içindeydi. Sinan'ın üzerinde büyük bir ölüm sessizliği vardı, sabretmek değildi bu, her ne yapacaksam içini soğutmayacaksa kendi elleriyle Kerem'in canını almak istiyordu, bunu biliyordum.

"Geldik, Eftalya hanım," dedi Ufuk, o ağır demir kapının önünde durduğunda. Bir araç bizi bekliyordu, bu araç BL örgütüne aitti.

Hiçbir şey söylemeden arabadan indim, ayaklarıma yerdeki kar birikintileri bulaştı ama bunu umursamadan diğer büyük araca yöneldim ve kimsenin kapımı açmasını beklemeden arkaya oturup aracın hareket etmesini bekledim.

"Selam," dedi neşeli bir ses ardından Red'in arabanın sürücü koltuğunda oturduğunu gördüm. "N'aber avukat?" Başını çevirip bana baktığında yüzündeki gülümseme şaşkınlığa dönüştü ve gözleri açıldı. "Hım," dedi yutkunarak. "Görüyorum ki iyi değilsin."

Ufuk'la Sinan da arabaya bindiğinde Ufuk, Red'e arabayı kullanmasını söyledi. Birkaç dakika sonra o büyük köşke geldiğimizde Red'in kapıdaki numaraları tuşlaması ve ağır demir kapıların iki yana açılması şu an için dikkatimi vereceğim unsurlar değildi.

Araba tam kapının önünde durduğunda yine kimseyi beklemeden o arabadan indim arkamdan Sinan geldiğinde Ufuk koşar adımlarla kapıdaki kilide de numaraları tuşladı. Red arabayı park ediyordu.

020817. Şifre buydu. Aklımın bir yerine not ettiğimde sonrasında ne işime yarayacağı pek de önemli değildi.

Kapı açıldı ve içeriye girdiğimizde dışarıdaki soğuk görüntünün aksine yemek kokusu burnuma doldu, güzel bir yemek. Belki tavuk, belki makarna, bilemiyorum ama sıcacık ev hissi veren bu köşk şaşırmama neden oldu.

Ufuk, eliyle büyük salona yönlendirdiğinde sakin adımlarla oradan içeriye girdim ve daha önce geldiğimin aksine o odayı çok daha huzurlu buldum. Gamze üçlü koltuğa uzanmış, elindeki telefonla bir şeylerle uğraşıyordu, televizyonda bir oyun açıktı, büyük ihtimal Red ile oynarken bizi alma haberi ulaşmıştı, oyunları yarım kalmıştı.

"Sonunda!" dedi Gamze telefonu diğer tarafa atarak. "Red öyle bir gittin ki hiç gelmeyeceksin sandım." Bakışları bize döndü, ilk önce beni inceledi ardından Sinan'ı sonra yeniden beni ve bir kez daha beni. Uzandığı yerden doğrulduğunda dağınık topladığı saçlarını şöyle düzeltti, altındaki bol kot pantolonu çekiştirip ayağa kalktı. "Merhaba," dedi yüzüme bakarak sonra gülümsemeye çalıştı. "Buraya gelmek için bu kadar şık giyinmene gerek yoktu bence." Asla güleceğimi düşünmezdim fakat Gamze yüzümü güldürdüğünde kıkırdadı. Patlayan dudağıma dikkatli bir şekilde bakmayan tek kişiydi. "Yani bu kadar saygıyı hak ettiğimizi düşünmüyorum."

"Kendi adına konuş," dedi Red arka tarafımdan çıkarak. "Benim tüm kız arkadaşlarım yanıma böyle şık kıyafetlerle gelir."

"Senin kız arkadaşın hiç olmadı, Red," dedi Gamze gözlerini devirerek ardından Sinan'ı süzmeye başladı. "Merhaba," dedi elini sallayıp. "Görmeyeli daha da yakışıklı olmuşsun bence."

"Merhaba," diye geveledi ağzının içinde Sinan ve bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerini de kaçırdığını fark ettim.

"Masaya geçin," diye işaret veren Ufuk'un ardından içeriye Defne'nin ve hemen arkasındaki Giray'ın girdiğini gördüm.

Ve lanet olsun ki, Giray'ı görmek sanki bir anda Tugay'ı görmüşüm gibi kalbimin atmasına neden oldu.

Defne'nin üzerinde rahat siyah bir eşofman takımı vardı, elinde de bir kahve. Aynı şekilde Giray'ın altında da belinden düşecek gibi duran gri eşofmanı ve üzerindeki siyah kazağı. Saçları dağınıktı, gözleri uykulu görünüyordu, belki de onu uykusundan uyandırmak zorunda kalmıştım, bilmiyordum.

Sandalyeyi çekip oturduğumda Giray, başıyla Sinan'a selam verdi, Sinan da karşılık verdiğinde aralarındaki o askeri saygının varlığını hissettim.

Giray'ın bakışları bana döndüğünde kıyafetlerimi şöyle bir inceledi ama yüzüme odaklandığında kaşları hiddetle çatıldı, aklıma sözleşmenin maddeleri geldi. Eğer bana bir şey olursa kurucu bunu canıyla öderdi. Bakışları direkt olarak Ufuk'a döndüğünde "Seni oraya ne için gönderdim?" diye sordu.

Ufuk açıklama yapacağı sırada "Onunla alakalı bir durum değil," diye karşılık verdim. "Oturursanız anlatacağım."

Giray, tam karşımda yüzümü incelerken Defne, sakin bir şekilde masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu ardından elindeki kahveyi bana doğru uzattı, kibarca reddettiğimde gülümsemeye çalıştı ama onun da yüzünde endişe vardı.

Bu kadar tedirgin olmalarının nedeni neydi? Tugay onlara beni korumaları için ne söylemişti?

Birkaç saniye sonra Giray hemen yanımdaki sandalyeye oturduğunda bir şey söylememi beklemeden Red'e "Pansuman için gerekli ilaçları getir," diye emir verdi ardından parmağı çeneme uzandı, başımı kaldırdı. İncelerken "Üç sorum var," diye sordu. "Ve hepsine dolandırmadan yanıtlar bekliyorum, Avukat." Parmağını çenemden çekti, çatık kaşlarla yüzüme baktı. "Birincisi, bunu sana kim yaptı? İkincisi bu olurken Ufuk neredeydi?" Burnundan nefesini verdi. "Üçüncüsü kimse sana kendini nasıl savunman gerektiğini öğretmedi mi?"

Gözlerimi sıkıca kapattığımda içimden birkaç saniye sıraladım ve geri açtığımda yeniden gözlerimin dolduğunu fark ettim. Yine sadece iki yolum vardı, ya onlara her şeyi söyleyecek maskemi düşürecektim ya da yalanlara sığınacaktım.

Ama benim buraya gelme nedenim zaten birinci yolu seçtiğimden ötürüydü.

"Bunu bana nişanlım yaptı," dedim birinci sorusuna yanıt vererek. "Ufuk benim yanımda olamazdı çünkü özel alanımdı." Gözlerinin içine baktığımda yanağımdan bir yaş daha süzüldü. "Ve kendimi savunmayı öğrendiğimi düşünüyordum ama bazı anlarda elini bile hareket ettiremezsin, bu tokat da o anlar içinde gerçekleşti."

Sessizlik oluştuğunda Giray'ın çenesi kasıldı o sırada Red, masaya pansuman çantasını bıraktığında Defne "Umarım bu gözyaşları o aptal nişanlın için değildir," diye mırıldandı. "Çünkü aksi takdirde..."

"Nişanlın kim?" Giray'ın tek sorusu, başımı sertçe ona çevirmeme neden oldu ve o sırada arkamdaki Sinan'ın boğuk bir nefes verdiğini işittim. Evet, farkındaydım, her şey asıl şimdi başlayacaktı.

Dudaklarımı ıslattım, başımı önüme eğdim, parmaklarımın ucundaki kan lekelerine baktım; o kan lekelerine bakarken Kerem'in babasının asılma emrini verişim ve Giray'ın bunu yaparken yanımda olmasıyla yüzleştim. Avuçlarımı açıp kapattım, birkaç kez. İç sesim, yap gitsin diye haykırıyordu ama dudaklarımın arasından dökülecek gerçekler en çok beni yakacaktı çünkü nasıl görüneceğimi bilmiyordum.

Saniyeler dakikaya dönüştüğünde herkesin sabırla beni beklediğini biliyordum.

Büyük bir nefes verdim, geri aldığımda başımı kaldırıp Giray'ın gözlerinin içine baktım. "Kerem Karaman'la nişanlıyım."

Giray'ın yüzündeki ifade değişirken eli pansuman çantasında donakaldı, Defne nefesini verdi ve Gamze "Siktir oradan," diye inledi. "Şaşkınlıktan kalp krizi geçireceğim şimdi."

"Şu bizim bildiğimiz sik beyinli Kerem Karaman'dan mı söz ediyoruz?" diye sordu Red anlamamış gibi. "Hani şu babasını astığımız, kolunu kestiğimiz, senin de bize ortak olduğun..." Red'in jetonu geç düşmüştü. "Vay sikeyim be," dedi. "Ben bunu yazayım romanımda iyi tutar bu." Gamze dirseğiyle Red'in karnına vurdu.

Giray boğazını temizledi ardından Ufuk'a baktı, Ufuk başını iki yana salladığında bilmediğini gösterdi, Sinan'a döndüğünde ise aynı şekilde karşılık bulamadı. Giray bir kez daha boğazını temizledi, sandalyeyi bana yaklaştırdı ardından pansuman çantasını açtığında kaşları hala havadaydı. Bir şeyler söylemesini bekledim ama zihnini toplamak zor gibi görünüyordu.

"Buraya pansuman için gelmedim," dedim Giray'ın koluna dokunup onu engelleyerek. "Buraya hem yüzleşmek, hem de bir kez daha sizinle ortak olmak için geldim."

Giray, söylediğime aldırış etmeden pansuman çantasından bir pamuk çıkardı ve üzerine ilaç dökerken yüzünde şaşkın bir gülümseme oluştu, bakışları sadece birkaç saniye Defne'ye döndüğünde Defne'nin yüzünde aynı şaşkınlıktan yoktu; daha çok beni anlamaya çalışıyor gibiydi.

Giray, bana yeniden döndü, gözlerimin içine öyle bir baktı ki, sanki bir kez daha Tugay'ı gördüm; onu görmek kendimi daha güvende hissetmeme neden oldu ama bir yandan da gözümden başka yaşlarda döküldü. Giray, yaşlara bakarken "Sana üç soru soracağım, avukat," dedi net bir sesle. "Ve yine net yanıtlar bekliyorum." Parmaklarıyla nazik bir şekilde çenemi tuttuğunda pamuğu dudağıma doğru yaklaştırdı ve yavaşça silmeye başladığında acıyla inledim. Tam o esnada Sinan eğilip acıyan yerime üflediğinde daha fazla ağlamaya başladım.

"Sor," dedim titreyen bir sesle.

Giray, omzunu indirip kaldırdı. "Birincisi onunla neden nişanlısın?" diye sordu. "İkincisi bize bir ihanet ettin mi?" Bakışları gözlerime döndü, pamuk duraksadı. "Üçüncüsü neden ağlıyorsun? Bu evde ağlamak yasak, lütfen ağlamayı bırak yoksa gerçekten sinirleneceğim."

Daha fazla gözlerimden yaşlar aktığında "Onunla bir amaç uğruna nişanlandım," diye açıkladım. "Kendisi babamın boynuna ipin dolanmasını engelleyecekti, bende onunla nişanlanarak hatta evlenerek teşekkür edecektim." Giray, kaşlarını kaldırdı, gözlerinde acıma vardı. "Hayır, size hiç ihanet etmedim hatta aksine sizinle bir olup ona ihanet ettim, buna şahitsiniz." Giray, pamuğu dudaklarımdan uzaklaştırdığında çenemi aşağıya indirdim. "Ağlıyorum çünkü gözlerinde acıma var, kendimi düşürdüğüm hal canımı acıtıyor. Resmen bir amaç uğruna kendimi ona sattım." Başımı eğip ellerime baktığımda artık sessiz ağlayışlar yoktu, durduramıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda Sinan yanımda çöküp ellerini bacaklarıma yerleştirdi. "Defalarca gururumu ayaklar altına aldım, defalarca şiddete uğradım, defalarca onun istediklerini yerine getirdim ve şimdi son birkaç haftadır kendimle yüzleştiğimde bunun güçsüzlük olduğunu fark ettim." Normalde onların karşısında böyle güçsüz görünmem asla yapabileceğim bir şey değildi ama artık aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. "Ben anneme benzediğimle yüzleştim, bu en acı olanıydı."

Salondaki tek ses, benim hıçkıra hıçkıra ağlayışlarımdı. Başka hiçbir ses yoktu ya da ben kendi hıçkırıklarımdan bunu duyamıyordum. Bir sandalyenin hareket ettiğini duydum ardından başımı kaldırdığımda Defne'nin de Sinan'ın yanına çöktüğünü gördüm, diğerleri de tam karşımda Giray'ın arkasında duruyordu.

Giray, yutkunduğunda ilk defa ne yapacağını bilmiyormuş gibiydi. İlk sorduğu soru "Tugay bunu biliyor mu?" oldu.

"Hayır," dedim. "Ama zaten yarınki mahkemeden sonra bunu öğrenecek, her ikisi de."

Giray kaşlarını kaldırdı. "Ona neden söylemedin?"

"Beni yanlış tanımasını istemedim." Verebileceğim tek yanıt buydu. "Kerem'e boyun eğmektense ona aşık olarak görünmek daha mantıklı geliyordu bana." Başımı iki yana salladım. "Hâlâ acıyarak bakıyorsun, o kadar kötü bir halde miyim?"

Giray, bakışlarını düzeltmeye çalıştı ama bu imkansızdı. En sonunda ağzından büyük bir nefes verdiğinde yeniden pansuman çantasına yöneldi ve bir kremi eline aldığında "Acıyorum çünkü bizim yanımıza gelirken dolabından çekip çıkardığın elbisenin bu olması içler acısı," dedi sonra gülümsedi, yeniden bana döndü. "Başka bir elbise mi yoktu avukat?" Ağlayışlarımın ortasında gülmeye başladığımda ve yeniden ağladığımda Red ile Gamze de güldü.

"Bugün nişan törenim var," dedim başımı sallayarak. Giray bir kez daha çenemi kaldırdı ve o anda, çenemdeki kızarıklıkları da gördü, kasıldığını fark ettim. "Normalde nişanımızı gizliyorduk ama Kerem bunu herkese göstermek istedi, bu yüzden nişan törenine basın gelecek ayrıca gizli bir köşkte yapılacak." Dudağımın köşesindeki yaraya kremi pamukla sürerken oldukça dikkatliydi. "Bugün onu istemediğimi söyledim ama karşılığı korkunçtu."

Giray, elindeki pamuğu masanın üzerine bıraktığında sırtını sandalyeye yasladı ardından kollarını önünde birleştirdi. "Yani bu senin nişan elbisen," dedi Giray, akmaya devam eden gözyaşlarıma bakarak sonrasında terliklerime baktı. "Ve bu şekilde bizim yanımıza geldin." Dudakları seğirdi, gülümsüyordu ya da beni güldürmeye çalışıyordu. "Hangi romantik komedi filminin içindeyiz?" Diğerleri gülmeye başladığında Sinan bile gülümsüyordu.

"Tek söyleyeceğin bu mu?" diye sordum.

"Başka ne söyleyebilirim?" diye sordu. "Elbisenin rengini mi eleştireyim bir de?"

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Sorguya çekmeyecek misin? Güvenden söz etmeyecek misin? Bu zamana kadar neden gizlediğimi sormayacak mısın?"

"Özel hayatın seni ilgilendirir, avukat," dedi Giray omzunu indirip kaldırarak ama farkındaydım, ağladığım için üzerime gelmiyordu. "Ben bizi ilgilendiren tarafına bakarım. İhanet etmediğini mi söylüyorsun?" Büyük bir nefes verdi. "Peki, öyle olsun."

Bakışlarım Sinan'a kaydı ardından yeniden Giray'a döndüğümde "Yani," diye mırıldandım. "Bu kadar mı?"

"İşte o kısımla Tugay ilgilenecek," diye karşılık verdi Giray. "Çünkü bu ikinizin arasında." Çenesiyle beni işaret etti. "Ayrıca," dedi üzerine bastıra bastıra. "O babasını siktiğimin evladını ne kadar öldürmek istesem de bu da yine Tugay'dan geçiyor." Bir anda doğruldu, gözlerimin içine baktı, yüzüne ciddiyet oturdu. "Ve sana gelince Avukat, kendine acımaktan vazgeç, seni o gün tanıdım, hiçbir zaman güçsüz bir kadın değildin. Şu an bizim karşımıza gelip bunu itiraf etmek bile cesaret isterdi, sen geldin. Gülümsediğinde bile gözlerindeki o direnişi görüyorum, gerisi umurumda bile değil."

Omuzlarıma hatta ellerime bile gücün geldiğini hissettiğimde birkaç saniye daha Giray'ın gözlerinin içine baktım. Son kez gözümden akan yaşları sildiğimde "Bunun adı güç mü bilmiyorum ama intikamı hissediyorum," diye mırıldandım. "Buraya gelme amacım sadece bu itiraf değil. Nişan törenimde basın olacak ve Kerem'in gerçek yüzünü herkese göstermek istiyorum." Giray başını omzuna düşürdüğünde heyecanla bana baktı. "İki dakika on yedi saniye olan Tugay'ın kolunun kesilme videosunu bütün halk izleyecek ve herkes onların acımasızlıklarını görecek. Halk kahramanı gibi görünen Kerem Karaman, bir anda halkın korktuğu o adama dönüşsün istiyorum ayrıca bu şekilde Tugay'a karşı sempati de artacak. Bir taşla iki kuş."

Giray'ın dudakları aralandı, yüzündeki gülümseme heyecandan hayranlığa dönüştüğünde "Güç bir tokatla yok olmaz, Avukat," dedi net bir sesle. "Unutma, bazen insanın içindeki gücün harlanmasına neden olan gerçek bir acıdır."

Çenemi havaya kaldırdım. "Güç bir tokatla yok olmaz," dedim aynı şekilde karşılık vererek. "Güç bir baltayla yok olmaz ayrıca güç gözyaşıyla da yok olmaz. Asıl güç, bütün bunlara rağmen ayakta kalabilmektir. Bunu da az önce sen bana öğrettin."

Giray gülümsemeye devam etti. "Görüyorum ki, sana öğreteceğim daha birçok şey var," dedi kendinden emin bir sesle. "İlk önceliğim kendini savunmayı öğretmek çünkü avukat, senin canın bana emanet."

Başımı salladığımda Giray ayağa kalktı ardından diğerlerine baktı. "Herkesi çağır, akşam operasyona gidiyoruz."

🫠

Nişanımızın yapılacağı köşkün içi capcanlı renklerle donatılmıştı, ortalıkta rengarenk çiçekler vardı, merdivenler kırmızı halılarla döşenmişti. O kadar kalabalıktı ki, iğne atılsa yere düşmezdi. Bütün Krallık yanlısı insanların hepsi buradaydı, bir Başkan eksikti, o bizim nişan yüzüklerimizin kurdelesini keseceği için birazdan gelecekti.

"Eftalya!" Bir kadın arkamdan seslendiğinde başımı çevirip baktım, Krallık yanlısı bilindik bir avukattı. "Harika görünüyorsun!"

"Sevil hanım!" dedim neşeyle. "Sanırım nişan heyecanı ve mutluluğu yüzüme yansımış olmalı!" Sıkıca ona sarıldım, hemen arkasındaki Kerem bizim yanımıza doğru gelirken gülümsemem genişledi.

Ah, Eftalya, makyajla ne de güzel kapattın o yüzündeki yarayı. Saçını, kıyafetini, makyajını nasıl da annenin istediği gibi yaptın, öyle değil mi? Nasıl da mutlusun tıpkı annenin istediği gibi. Bir kuklasın şu anda, nasıl da gerçek olmayan kahkahalar atıyorsun.

"Hanımlar," dedi Kerem yanımıza yaklaşıp şakağıma öpücük kondurduktan sonra. Eli belime sarıldı, daha içten bir şekilde gülümsediğimde bakışlarımı ona çevirdim. "İkiniz de harika görünüyorsunuz."

"Çok yakışıyorsunuz," dedi Sevil hanım. "Umarım hiç ayrılmazsınız!"

"Umarım," dedim keyifle. "Umarım hiç ayrılmayız." Bakışlarım Kerem'e yeniden döndü ardından başımı omzuna yasladım, basın içerideydi, şu anki hallerimizden görüntüler alıyordu.

Sevil hanım birkaç gereksiz iltifatın ardından yanımızdan ayrıldığında başka Krallık yanlısı insanlar da yanımıza geldi, herkesin tebriklerini oldukça kibar bir şekilde karşılık verirken uzaktaki annem keyifle beni izliyordu. Buraya gelmeden önce ne tokat hakkında konuşmuştu ne de yaşadıklarım hakkında. Hatta öyle ki, hazırlanmam için beni yalnız bırakmıştı. Kimse birkaç saatlik ortadan yok oluşumu fark etmemişti.

Kerem'le baş başa kaldığımızda dayanamayarak "Özür dilerim," dedi net bir sesle. "Birkaç saat önce yaşananlar için." Yutkundu, lacivert takımına yakışır bir şekilde yakasına bir karanfil takmıştı. Saçları taranmış, gözleri neşeli. "Bunu yapmak istemezdim, Eftalya ama beni zorladın."

Büyük bir nefes verdim ardından ellerimi yakalarına yerleştirip düzelttikten sonra "Haklısın," dedim mutsuz bir sesle. "Üzerine çok geldim, hakaretler ettim, kendime yakışmayan şekilde davrandım." Ellerimi bu kez yüzüne yerleştirdim, içten bir şekilde gülümsemeye çalıştım. "Yaptığın bütün iyilikleri görmezden geldim, üstelik acını da görmezden geldim. Sen zaten berbat bir haldeydin, nasıl o kadar ağır konuşabildim sana?"

Ah, Eftalya. Bu kadını ne de güzel oynuyorsun, nereden öğrendin? Boyun eğen annenden mi, sessiz kalan kadınlardan mı, her şeye rağmen direnemeyen o insanlardan mı? Eftalya, nasıl da üzerinde yapay duruyor ama Kerem sana inanıyor görüyor musun? Çünkü seni güçsüz biliyor, hep böyle bildi.

"Bir anda düşüncelerinin değişmesi çok tuhaf," dedi Kerem kaşlarını kaldırarak ardından önüme gelen saçımı arkaya attı. Ah, atmamalıydı. O saçlar ince kollarımı örtüyordu, annem kızacaktı. "Benden nefret ettiğine neredeyse inanacaktım."

Mutsuz bir nefes verip "Sanırım seni kaybedebileceğimle yüzleştim," diye fısıldadım ona yaklaşıp. "Bu bana gerçekleri gösterdi."

"Gerçekler?" dedi Kerem sorgulayan bir tınıyla.

"Gerçekler, Kerem," dedim elimi yanağına yerleştirerek. "Seni seviyor olduğum gerçeği." Kerem'in bakışlarındaki ifade öyle bir değişti ki, aptallığına kahkahalarla gülmek istedim.

Gerçekler, Kerem, dedi iç sesim. Şimdi herkese benimle seni bu şekilde gösterirken yarın mahkemenin ardından bir ahmak gibi görüneceğin gerçeği. Herkesin koynunda Krallık karşıtı birisini tuttuğunu bileceği gerçeği. Dalga konusu olacağın gerçeği. Acınacak hale düşeceğin gerçeği. Hatta belki de şüpheleri senin de kendi üzerine çekeceğin gerçeği.

"Sen," dedi Kerem yutkunarak. "İlk defa..."

"Evet," dedim içten bir sesle. "Çünkü yüzleştim, Kerem, seninle, kaybedecek olduğumla, bana hiçbir hata yapmamanla." Sen hatalardan ibaretsin, Kerem Karaman, hadi ama, gözlerimin içine bakıp yakın kız arkadaşım Ceyda'yla yatmıyormuş gibi mi davranacaksın? Neden Ceyda gelmedi, Kerem? Çünkü kaldıramıyor, öyle değil mi?

"Bebeğim," dedi Kerem gülümseyerek ardından alnıma bir öpücük kondurdu, bütün kameralar o an bizi çekti. Yarın manşetlerde bu nişan olacaktı, diğer gün, Kerem'in uğradığı ihanetle bu fotoğraflar resmedilecekti. "Senin için her şeyi yaparım, bunu biliyorsun."

"Biliyorum," dedim heyecanla. "Hatta yarın babamın mahkemesini bile erteleteceğini, bize zaman kazandıracağını biliyorum, Kerem." Elllerim yakalarından beline indi ardından sıkıca dolandığında başımı göğüs kafesine yasladım, kameralar bir kez daha çekti. "Yarın idam emri çıkarsa mahvolurum, Kerem. Bu mutlu günümüz mahvolmasın ne olur..."

Kerem, yüzümü avuçlarımın arasına aldı ardından "Halledeceğim," diye fısıldadı. "Halledeceğim, Eftalya. Bulacağım bir yolunu, üzülme lütfen."

Başımı aşağı yukarı salladığımda müziğin sesi kesildi ardından kürsüdeki adamın sesi bize ulaştı. "Sevgili konuklar, bugün savcı Kerem Karaman ve avukat Eftalya Atalar'ın nişan töreni için toplandık." Herkes alkışlamaya başladığında annemin neredeyse avuçlarının içi alev alacaktı. Sinan köşede durmuş olanları izliyordu, alkış yoktu, bakışları bir an bile olsun benden ayrılmıyordu. Göz göze geldiğimizde hafif bir tebessümle göz kırptı, aynı şekilde karşılık verdim.

Meryem evdeydi, annem zaten onu basının olduğu bir yere sokmaktan utanıyordu.

Bu benim de işime gelmişti çünkü bugün, bu nişan töreninin alacağı hal, Meryem'in kaldırabileceğinden daha ağırdı.

"Şimdi onları ve sayın Başkanımızı kurdeleyi kesmesi için sahneye bekliyoruz!" Kerem, elimi sıkıca tuttuğunda gülümsedim ve ikimiz konukların arasından sakin adımlarla sahneye doğru yürüdük. Bu an, bana ilk cinayetimi işlediğimi günü hatırlatmıştı; şimdi arkamda bir cinayet yoktu ama birazdan bir itibarın cinayeti büyük bir şekilde lanse edilecekti.

Sahneye çıktığımızda alkışlar daha fazla arttı, ışıklar bizim üzerimize yöneldi ve hemen arkamızdaki ekranda birkaç fotoğrafımız dönmeye başladı. Zaten üç dört fotoğrafımız vardı ve onların durmadan dönüp durması fazlasıyla komikti.

Başkan sarsak adımlarla bize doğru yürürken yüzünde yine o yapmacık gülümsemesi vardı. Uzun boyu gitgide kamburuyla beraber yok olmaya başlamıştı, dökülen saçları ise kırlaşmıştı. Üzerine giydiği takım elbise ütüsüzdü, yaşlanıyordu, yaşlandıkça daha da kötü bir insana dönüşüyordu. Çoğu zaman kameralar onu çekerken uykuya daldığı bile görülebiliyordu.

Sahneye, hemen arkamıza geçtiğinde ben sol taraftaydım, Kerem ise sağ taraftaydı. Başkan ortamızda yer aldığında alkışlar öyle bir yükseldi ki, bütün Başkan yalakası herkes ayaklanmaya başladı. O sırada basın direkt karşımıza geçti, onlarca fotoğraf karesi aldı ardından canlı yayın başladı. Bazı kanallarda bizim bu görüntülerimiz dönmeye başladığında yüzüme fazlasıyla gerçek bir gülümseme gerçekleştirip Kerem'in gözlerinin içine baktım.

"Sevgili Kerem Karaman oğlum gibidir," dedi Başkan zorlukla konuşarak. Yine alkol almıştı, üstelik alkolü yasakladığı halde. Şimdi burada insanlar şarap bardaklarında sanki vişne suyu içiyormuş gibi davranıyordu halbuki el altından şarap şişelerini görebiliyordum.

Krallık böyle bir sistemdi, herkes yasaları çiğnerdi ama açıkça o yasaların üzerine basanlar idam edilirdi.

Kerem gururla gülümsedi.

"Ve sevgili eşin Eftalya'ya gönlünü kaptırdığını uzun zamandır biliyordum." Bana bakarak gülümsediğinde sırıttım. Ah, Başkan, birazdan kaçacak delik arayacaksın çünkü rezil olacaksın. "Bu iki gencin nişan yüzüklerini takmak ve bu kurdeleyi kesmek benim üzerime vazife oldu." İkimize birden baktı. "Darısı evliliğinize, çocuklarınıza ve Krallık'a yakışır evlatlar yetiştirmenize." Midem bulanıyordu. "Çok yaşayın."

Başkan sakin bir şekilde krallık selamını verdi, yavaşça yukarıda çarpı işareti yaptığında bütün konuklar da bunu tekrar etti, Kerem de dahil. Fakat ben yapmadan Başkan'ın yüzüne bakmaya devam ettim. Tam o esnada Başkan elindeki yüzüklerle bana bakarken "Sen," diye mırıldandı. "Sen selamını vermedin, kızım."

Gülümsedim. "Ben selamımı bitişte vereceğim," dediğimde çenemi havaya kaldırdım. "O şekilde daha etkileyici olduğunu düşünüyorum."

Başkan kaşlarını kaldırdı ama karşı gelmeden başını salladığında yüzükleri havaya kaldırıp kameralara doğru tuttu. "Sonsuz bağlılığa," dedi yüksek bir sesle. "Hayırlısı olsun."

Altın yüzük ilk Kerem'in parmağına girdi ve tam benim yüzük parmağıma doğru yaklaşırken tepemizdeki ışıklardan sesler gelmeye başladı ardından salon büyük bir karanlığa gömüldüğünde herkes kendi arasında söylenmeye başladı, televizyon bir anda kapandı, tek ışık da yok oldu.

İşte başlıyoruz.

Gülümsedim, güç ve intikam şu an iç içe geçmiş bir vaziyette kalbimde atıyordu. Yarından önce bu güzel gösteri, asıl selamım olacaktı.

"Ne oluyor?" diye mırıldandı Başkan ardından bir yerlere tutunmaya ihtiyacıyla yanıp tutuştuğunu fark ettim.

Tam o esnada hemen arkasındaki televizyona o izlediğim hatta ezberlediğim görüntüler yansıtıldı. Tugay Demir Çeviker bir sandalyede oturuyordu, hemen camın arkasında Krallık yanlıları vardı, Başkan ve Kerem Karaman, Kerem'in babası ve sözcü. Hepsi Tugay'ı izliyordu.

Bir anda gazetecilerin olduğu yerde hareketlenme olduğunda Sinan kendi görevini gerçekleştiriyordu, canlı yayın yapan basın mensubunu etkisiz hale getiriyordu ki o yayın yarıda kesilmesin.

Plan tam da istediğimiz gibi ilerliyordu.

Salonu büyük bir sessizlik kapladı, yansıyan ışıklarda Başkan'ın ve Kerem'in yüzündeki o dehşeti gördüm. Başkan bir anda "Kapatın şunu!" diye bağırdı arkasına bakarak. Gülümsedim, gülümseyişimi kimin gördüğünü umursamadan. Televizyona doğru koştu ve önünü kapatmak istedi ama ekran öyle büyüktü ki, şu an halk sadece onun bu aptal çırpınışlarını izliyordu. "Kapatın!" dedi ellerini iki yana açarak. "Kapatın şu görüntüleri!"

Salonda çıt çıkmıyordu, herkes hipnoz olmuş gibi ekrana bakıyordu; ben yeniden o görüntüleri izlemek istemediğim için bakışlarımı Kerem'den ayıramıyordum ama Tugay'ın o acı çektiğini göstermek istemeyen ses tonu kulaklarımdaydı, kendinden öylesine emindi ki, gözlerimi kapattım ve sadece onun sesine dikkat kesildim. Başkan'ın haykırışları bile onun sesini bastırmıyordu.

Balta dediler, kalbim sızladı, annesinin ölümünden söz ettiler; gözlerimi daha sıkı yumdum ardından Kerem'in aşağılayan sesi kulaklarımdaydı, benimle beraber bütün halkın gözlerinin önündeydi.

İçeriye birisi girdi videoda, adım seslerini işitebiliyordum ardından balta havalandı ve Tugay'ın canlı canlı kolunu kestiklerini salondaki çığlık seslerinden anladım. Başkan haykırmaya başladığında gözlerimi yavaşça açtım ve salonda hareketlenme olduğunu fark ettim ardından ışıkların yeniden açılmasını bekledim fakat öyle olmadı.

Bir anda gazetecilerin olduğu alanda daha büyük bir arbede çıktığında ve salondaki çığlıkların yanında camların patlaması sesi duyulduğunda gözlerim irice açıldı ve etrafıma baktım. O sırada, ekranın yansıyan ışığında BL örgütünün içeriye daldığını fark ettim. Tamı tamına yirmi yedi kişi, üzerindeki siyah üniformalarla, siyah eldivenleriyle ve yüzlerindeki maskelerle salonun içine dalıp ortalığı dağıtmaya başladılar.

Hayır, sadece video izlenecekti, bu kadarını konuşmuştuk, bu da nereden çıkmıştı?

Bir silah sesi duyuldu ardından çığlıklar artmaya başladığında insanlar kaçışmaya başladı; insanların kaçıştığı kapının orayı ise örgüt tamamen kapattı ve silahlarıyla engellediler.

Başkan kaçacak delik ararken güvenlikler onun çevresine doluştu ve o esnada Kerem'in geriye doğru adımlar atarak kaçmaya yelteneceğini anladım. Bakışları bana döndü, etrafına baktı ardından korkuyla nefesini verdi; geriye doğru bir adım daha attı ardından bir adım daha atıp arkasını döndüğünde bir vücuda çarptı.

Bu vücut, Giray Pusat Çeviker'e aitti, birkaç saniyede bile onu duruşundan tanıyabilmiştim.

"İyi akşamlar, Kerem Karaman," dedi Giray ardından bir anda öyle çevik bir hareketle Kerem'i çevirip başını kürsüye dayadı ki, geriye doğru kaçmak zorunda kaldım. "Tugay Demir Çeviker sana selamlarımı iletmemi ve her şeyin bir karşılığı olabileceğini söylememi istedi."

"Bırak!" diye bağırdı Kerem ardından kocaman gözlerle bana baktı, o esnada köşkün arka tarafında bir patlama sesi geldi, bir cam daha patladı, Gamze'nin kahkahasını duyduğuma neredeyse yemin edebilirdim. "Bırak! Sizi mahvedeceğim, bırak!"

Giray, Kerem'i ensesinden bastırırken yüzük olan elini kürsünün sağ tarafına dayadı ardından hemen arkasından Red'in geldiğini gördüm. Red, Kerem'in eline baskı yaparken elimle ağzımı kapatıp geriye doğru bir adım daha attım, bir patlama daha gerçekleşti, kapılar kapalıydı, insanlar çığlıklar eşliğinde çırpınıyordu.

Annemi gördüm, kapının önünde haykırıyordu, dönüp bir kez bile olsun bana bakmıyordu, tek düşünebildiği kendi canıydı.

"Her şeyin bir karşılığı varmış," dedi Giray Kerem'in kulağına doğru. "Fakat senin karşılığın bir kol için değil, saygı duymadığın aşk için olacakmış." Red, Kerem'in eline daha fazla bastırdı, Giray cebinden keskin bir bıçak çıkardı, bakışlarım ekrana döndüğünde Tugay'ın o son görüntüsü vardı, kesilen kolunun acısıyla bakışları orada canlı bir şekilde duruyordu.

Giray, nefes bile almadı, acımadı ya da tiksinmedi; tek bir hamleyle Kerem'in yüzük parmağını kesip kopardığında Kerem acıyla haykırdı ve ağlamaya başladı. Ellerimi saçlarıma geçirdiğimde geriye doğru birkaç adım daha attım. Giray, bakışlarını bana çevirdi, Kerem'i ensesinden tutup kaldırdı ardından bir kez daha kürsüye çarptı. Acıyla ağlayan Kerem, ayakta durmakta zorlanıyordu. Parmağından oluk oluk kan akarken Red gülmeye başladı.

Acımasızlık, iki dakika on yedi saniyeden çok daha kısa sürmüştü Giray için. Kerem'in artık yüzük parmağı yoktu, bu hem benim için bir intikamdı, hem de Tugay'ın kesilen kolu içindi.

Giray, Kerem'in kulağına doğru "İşkencenin tadı yavaş yavaş çıkar, Kerem Karaman," dedi kinle. "Sana saygı duymayı öğreteceğiz, BL örgütünün önünde dizlerinin üzerine çöktüğünde ise ölümün gerçekleşecek." Bir kez daha kaldırdı ve yeniden yüzünü kürsüye çarptı. "Tugay Demir'in yeniden sana selamları var."

Giray, Kerem'i bıraktığında yere düştü ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yerde cenin pozisyonunda yatarken kanlar içindeki elini tutuyor, acıyla haykırıyordu.

Giray, bana doğru yaklaşıp köşedeki şarap bardaklarından birisini elime tutuşturdu, gülümsediğini hissettim ardından avcumun içine bir not kağıdı bıraktı. Diğer şarap bardağını bardağıma vurduğunda ve kafasına diktiğinde gözlerini kıstı. Bu bir kutlamaydı. Ortak yarattığımız o cehennemi kutluyordu lakin ben sadece bir kısmına hakimdim ve şimdi her parça birleşiyordu.

Tugay Demir Çeviker, kiminle nişanlı olduğumu artık öğrenmişti.

Bütün bunlar birkaç saniye içerisinde olurken bakışları kapının oraya çevrildi, açılması için onay verdi ardından cebinden bir çakmak çıkardı ve sahneden inerek bütün alanı yavaş yavaş ateşe verdi. İlk önce sandalyeler ardından masalar yanmaya başladığında herkesin gizli gizli içtiği o sözde meyve suyu olduğu düşünülen şaraplar alkolden dolayı daha fazla alevlendi.

Tam o esnada bir kol belimden sarıldı, o kolun Başkan'ın güvenliklerinden birisine ait olduğunu anladım. İçerisi yangın alanına dönerken herkes dışarıya kaçışmaya başladı ve patlama sesleri de arttı. Önümde zorlukla yürüyen Başkan'ı tam dört güvenlik koruyordu fakat onlar da farkındaydı, isteseler BL şu an onların külünü bile uçurmazdı.

Bu da sadece bir gösteriydi, güvenlik dışarıya çıkardığında kapının önünde bekleyen kameralarla anladım.

Krallık yanlısı ve havalı görünen bütün o insanlar birbirini ezerek koşturmaya başladıklarında benim arkamdan baygın olan Kerem'i çıkardıklarını gördüm fakat bakışlarım o alevler içindeki köşkten ayrılmıyordu.

Hemen orta tarafta örgütten olduğuna emin olduğum dört kişi pankart açtığında tek bir cümle, baştan aşağı ürpermeme neden oldu.

"Güç bir tokatla, baltayla ya da gözyaşıyla yok olmaz. Asıl güç, bütün bunlara rağmen ayakta kalabilmektir."

BL

Bu benim nişan törenimdi.

Gökyüzünde havai fişekler vardı, bir aydınlanıp bir parlıyorlardı, ileride yüksek sesler geliyordu, kalabalık ortalıktaydı.

Bu benim nişan törenimdi.

Nişanın olduğu yerde büyük bir yangın vardı, havai fişekler patlayıcılardan ortaya çıkıyordu, yüksek sesler insanların çığlıklarıydı, herkes ateşten kaçıyordu. Kocaman bir BL pankartı tam ortadaydı.

Bu benim nişan törenimdi, elimde bir şarap bardağıyla o yangını gülümseyerek izliyordum ve farkındaydım; hikaye asıl şimdi başlıyordu.

Gözlerim elimde duran not kağıdına kaydı, bütün o çırpınışların ortasında hareketsiz bir şekilde dururken sakince dörde katlanan kağıdı açtım ve ilk kez onun el yazısıyla kısa, öz mesajıyla yüzleştim.

"Kendi canını yakarak beni olduğumdan daha kötü bir insana dönüştürmemen gerektiğini söylemiştim, sevgili avukatım.

Ayrıca her şeyi abartan tek insan sen değilsin, ben de bu gösteriyi abartmak istedim, çok mu?

Kurallar umurumda değil, senin kurallarını ise umursamıyorum. Kesilmemesi gereken bir kola karşılık o parmak kesilmedi, saygısızlığın bedeli elbette ki vardı.

Keyifli akşamlar. Evine harika bir şarap gönderdim, günü geldiğinde beraber bugünü kutlamamız için."

Güzel yüzük parmağındaki
kelepçeden artık kurtıldun.
Bu biraz da benim özgürlüğüm demek.
TDÇ"

🥺

Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum, tek bildiğim soluğumu tıkayan bir duygunun şu an kalbimdeki atışlarıma etki ettiğiydi.

Heyecan? Korku? Nefret? Kin? Öfke?

Mahkeme salonunun kapısında beklerken ensemden soğuk soğuk terler boşalıyordu, üzerimde siyah, dar boğazlı bir elbise vardı fakat şimdiki aklım olsa bunu giymek yerine daha rahat hissettirecek bir şeyler giyerdim.

Dün gece yaşananların ardından ülkenin geldiği hal içler acısıydı, her yerden BL sesleri yükselmeye başlamıştı sadece BL değil, Tugay Demir'i bizzat destekleyen o kadar kişi vardı ki, sabah haberlerine baktığımda şaşkınlığımı gizleyememiştim.

Kerem benimle alakalı hiçbir şeyden şüphelenmemişti, şüphelenmemek bir yana dursun, babamın mahkemesini de gerçekten erteletmişti. Dün oynadığım o tiyatro, sonrasında yani şu an yaşanacaklar... Ben kime dönüşüyordum? Bunun adı sadece kurnazlık olamazdı, kafamın içinde bir tilki yaşıyordu, bu tilki acımasızdı, bu tilki korkusuzdu, bu tilki cesurdu.

Bu zamana kadar yaşanan her şey bir fragmandan ibaretti, o fragmanda yaşadıklarım boyumu aşmışken bugünden sonra yaşanacakları aklım almıyordu.

Gözlerim koridorda gezinirken içeride herkesin yerini aldığını biliyordum, birkaç dakika önce Kerem içeriye girmişti. Her şeye rağmen, o sargılı parmağı ve acı çekişlerine rağmen Tugay Demir'in mahkemesine canını dişine takarak gideceğini söylemişti sabah. Ve ben, bütün rollerime devam etmiş, ona yapay gülümsemeler göndermiştim.

Birazdan çağrılacaktım, Kerem beni görecekti; yaşadığı şaşkınlığın yanında dün olanları, babasının ölümünü hatta kaybettiği parmağının sorumlusu olarak bile beni görecekti. Sadece o değil, bütün Krallık artık bıçaklarını bana çekecek, resmen terörist ilan edilecektim.

Uzakta bir gölge belirdi ardından yanındaki dört memurla beraber bana doğru gelen Tugay Demir'i gördüm. Onu hapishaneden almaya gidememiştim, henüz yüzleşmeye hazır değildim; şu an o kadar şeyle yüzleşecekken bir de Tugay'la yüzleşemezdim.

Sağlam adımları, kalkık çenesi, dik omuzları ve yüzündeki... Hayır, gülümsemiyordu, Tugay ilk defa beni gördüğü için gülümsemiyordu, aksine yüzünde oldukça ciddi bir ifade vardı.

Elim boynuma doğru gittiğinde o bana yaklaşana kadar gözlerimi ondan ayıramadım ama hemen tam karşımda durduğunda bakışlarımı kapalı olan mahkeme salonunun kapısına doğru çevirdim. Saçları uzamaya başlamıştı, yüzündeki yara izleri geçmeye yüz tutmuştu fakat önünde kelepçeledikleri elleri neden titriyordu, anlayamamıştım.

"Sevgili avukat," dedi Tugay bana doğru. Sesini sanki binlerce yıldır duymuyormuş gibi hissettim, kalbimdeki atışlar hızlandı.

"Konuşmak yasak." Memurun kesin uyarısı vardı ama elbette ki Tugay dinlemedi.

"Sevgili avukat," dedi bir kez daha Tugay. "Sürprizimi beğendin mi?" Bakışlarımı yavaşça ona çevirdiğimde ciddi bir şekilde beni izlediğini gördüm, bakışları yüzümden elime doğru kaydığında başını omzuna düşürdü. "Bak," dedi baskın bir sesle. "Nişanlı bir kadın olduğunu unutmamışım, öyle değil mi? Sana havai fişek gösterileri bile hazırladım."

"Konuşmak yasak," dedi memur baskın bir sesle bir kez daha. "Yoksa ağızlığını takacağım."

Tugay yine dinlemedi. "Sevgili avukat," dedi bir kez daha ardından bana yaklaştı, memurlar tutmak istedi ama karşı geldi. Yüzüyle yüzüm arasında birkaç karışlık mesafe kaldığında heyecandan nefes alamadım. "Gözlerimin içine bak, sana ne söylüyor?" Yutkunduğumda ela gözlerinde daha korkutucu ama bir yandan da daha merhametli bir adamı gördüm ya da bunu görmeyi istedim. "Bugünden sonra artık tamamen benimlesin, Tugay Demir Çeviker'in hayatına gerçekten hoş geldin. Bir daha tek bir parçana zarar gelirse değil köşkü, şehri alev altında bırakırım. Bir daha bunu bana asla yapma."

Dudaklarım aralandığında memur sertçe Tugay'ı itekledi ardından mahkeme salonunun kapısı açıldı. Mübaşirle göz göze geldim, o bile bana büyük bir şaşkınlıkla bakarken kalbimin atışları, kulaklarımda çınlamaya başladı.

"Avukat," dedi Mübaşir donuk bir sesle. "Eftalya Atalar!" Boğuk bir nefes verdim, bakışlarım son kez Tugay'a döndü, gözlerini kıstı ardından bana öyle bir cesaret vererek gülümsedi ki, sırtımdaki bütün o korkunun geçtiğini hissettim.

İçeriye doğru bir adım attım ardından bir adım daha ve birkaç metrenin ardından Savcı Kerem Karaman'ı gördüm, hemen karşımdaki masada ayakta duruyordu, yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı, şaşkınlık öyle derinlerdeydi ki, buz gibi soğuk, tam onun tarafından bana doğru esti.

"Sanık, Tugay Demir Çeviker!" dedi mübaşir bu kez, benim ardımdan Tugay da içeriye girdiğinde bakışları direkt olarak Kerem'in üzerindeydi ve Tugay'ın yüzündeki gülümseme öyle korkutucuydu ki, soğukluk ateşe dönüşmeye başladı.

Tugay'ın sol tarafına geçtim. Kerem sargılı elini kalbine doğru götürdüğünde "Siz," diye mırıldandı. "Nasıl?" Zihninde birçok görüntü döndü, emindim; bütün parçaları birleştirdi ardından şaşkınlığı hüzne dönüştü sonrasında öfkeye ve ardından kine. Sargılı elinin acısını umursamadan yumruk yaptığında "Nasıl?" diye fısıldadı bana doğru.

"İyi günler Kerem Karaman," dedi Tugay, konuşması yasak olduğu halde. "Sevgili avukatıma saygıda kusur etmemeyi öğreneceksin."

Tik tak, tik tak, tik tak. Cehennem değil, asıl kıyamet maskeler düştükten sonra dünyamıza uğrayacaktı. Bizim hikayemiz asıl şimdi başlıyordu.

...

Nefes al nefes ver nefes al nefes verrrrrrrr okkkkkaaayyyyyyyyyyy slayyyyyy!

BEN BU HİKAYEDEKİ HERKESE YÜKSELMEK İÇİN Mİ YAZDIM BU KİTABI? İmdatlar olsun artık ya. Evet efenim, Eftalya'nın söylediği gibi, asıl hikaye şimdi başlıyor.

Bu kitapta aksiyon yazarken beni öyle nefes nefese bırakıyor ki bazen kalkıp evin içinde turluyorum...

Bir sonraki bölüm mahkememiz var. Evet arkadsşlar... Neyse...

Soru:
Siz Tugay'ın yerinde olsaydınız Eftalya'ya güvenir miydiniz?

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu? Çok keyif oluyorum bu şekilde.

Instagram: asliarslaan ve beyazlekeofficial

Özgürlüğümüze :)

Continue Reading

You'll Also Like

44.6M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
884K 37.4K 26
Abimin arkadaşı akımını abimin arkadaşına uyguladım. Yaparken aklımdan geçen tek şey sürekli okuduğum kitaplardaki gibi olacak değil ya; Ayrıca tek b...
KARANLIK KOLEJ By S. LEO

Mystery / Thriller

443K 7.8K 11
GİZEM/GERİLİM içinde #1 Yıllardır sessiz sakin, başarılı öğrencilere ev sahipliği yapan, huzur dolu bir okul. Şimdiye kadar kimsenin tek bir saç tel...
283 82 12
oradan buradan alıntılar