cardigan, tk

By losingwendie

115K 12.5K 5.2K

jungkook, onun yaralarını yıldızlamak isteyen taehyung'a bir türlü karşı gelemiyordu. •semeXseme More

eski moda tişört
kaldırım üstünde topuklular
gençken hiçbir şey bilmediğini varsayarlar
süslü bi' gülümseme
siyah ruj
seni biliyorum
kot ceketle dans
sokak lambası altında sarhoş
sweatshirtümün altındaki el
öp ve geçir
herkesle arkadaş olanın hiç arkadaşı yoktur
iki kişiyi kovalayan birini kaybeder
saklambaç
hafta sonları
arabada öpüşmek
yaralarımın etrafına yıldızlar çizdin
kanıyorum
peter, wendy'yi kaybediyor
baba gibi terk etmek
su gibi akmak
dövme öpücüğü
duman kokusu
seni lanetledim
market sırası
eski bir hırka || final
gözüm üstünde || özel bölüm

son tren

3.2K 439 222
By losingwendie

Cam kırıkları, etrafa saçılmış eşyalar, kırılmış telefon, kurumuş kan lekeleri taşıyan elim...

Darmadağındı her şey. Evimden bahsetmiyorum, kendimden bahsediyorum; zihnimden. O kadar kötü geçmişti ki günlüğü okuma sürecim, her okuduğum şeyden sonra durup sindirmeye çalışıp tekrar okuyordum doğru mu anladım diye. Kelimelerin anlamlarını değiştirmek için çabaladım hep, 'yok' dedim, 'bu anlamda değildir.'. Hayır, o anlamdaydı. Hatta daha kötüleri de vardı ama yazmaya eli varmamış annemin, öyle yazıyor.

Sanırım benim hikayemde bazı şeylerin kırıldığı ve değiştiği an bugün oluyordu. Annem, benim yıllardır düşündüğümün aksine nefret edilesi biri değildi. Min Jun bana 'okumadım' derken yalan söylemiyordu yani, çünkü okusaydı ve
gerçeklerin tüm çıplaklığıyla yazdığını bilseydi bunu bana vermezdi.

Sırtımı duvara yaslamış bir şekilde yerde otururken elimdeki sızıyı umursamadan günlüğün sonunu okumak için çevirdim sayfayı. Gözlerim durmadan doluyor ve boğazıma yine o dikenli tellerden sarılıyordu sanki. Burnumu çekerken buğulu gözlerim yüzünden net göremediğim sayfayı yüzüme biraz daha yaklaştırırken boştaki elimle sildim gözümden akan yaşları. Derin bir nefes aldım ve 4 yıl öncesinin tarihinin yazılı olduğu sayfayı okumaya başladım.

"Hoşça kal oğlum. İçindeki çocuğun sevgisinin ölmesine izin verme ve sevgi dolu bir hayat yaşa. Tek dileğim bu günlüğün bir gün senin güzel ellerini bulması."

Kapattığım günlüğü sımsıkı tutup göğsüme bastırırken oturduğum yerden yana doğru kayıp kendimi komple yerin üstüne bıraktım. Sırtımı büküp bacaklarımı da karnıma çekerek istediğim kadar ağladım. Bunların hiçbirini hak edecek bir şey yapmamıştım.

Ne annemin hamile kaldığı için babamla zorla evlenmesini, ne şiddet yüzünden psikolojisinin bozulmasını ve benimle zamanında ilgilenememesini, ne de babamın bağımlılıklarının sinirini benden ve annemden çıkarmasını, hiçbirini hak etmemiştim. Çocuktum zaten daha, 5 yaşında bile değildim, neyin cezasını çekiyordum ki?

Daha da üzüldüğüm şey ise, yıllar sonra bugün bile yine onların acısını çekiyor olmamdı. Her ne kadar hastane odasında sadece sinirlensem de eve girdiğimde çok daha farklı şeyler çarpmıştı yüzüme. Babam yıllar sonra bile beni sevmiyordu. Çocukluğumdaki kadar kötü olmasa da yine de kötüydü işte. Kendime bile itiraf etmekte zorlandığım bir şey vardı ki o da bugün babamın benden özür dilemesini beklememdi. Aklıma geldiğinde kendime sinirlendiğim 'Acaba çok önemli dediği şey özür dileyecek olması mı?' düşüncesi beynimde yankılanıp durmuştu odaya girene kadar. Affedeceğimden değil ama, yine de pişman olduğunu, beni içten içe biraz da olsa sevdiğini hissetmek istemiştim. Hoş hepsi elimde patlamıştı ama neyse.

Ondan kendimden utanarak beklediğim sevgiyi annemin günlüğünde bulmuştum. O kadar güzel şeyler yazmıştı ki, okurken sürekli gözlerim dolmuştu. Annemin zaten edebiyatla ilgili olduğunu hatırlıyordum az çok. O psikolojisinin bozuk olduğu, sürekli ağlayıp cam kenarında sigara ve antidepresan içtiği günlerde bile elinde ince bir şiir kitabı bulunurdu hep. Günlüğünden belli ki o tutkusunu kaybetmemişti. Çünkü bir sürü sayfada bana yazdığı şiirler vardı. Bana şiir yazacak kadar sevmiş işte beni.

Annem bizi bıraktıktan sonra bir kliniğe yatmış, yani günlükte öyle yazıyor. Aslında günlük benim doğduğum gün başlıyor ama 1 yıl boyunca çok az yazılmış, sonrasında ise 4 yıl kadar uzun bir aranın ardından klinikteki günlerinden bahsetmiş hep. Ağır depresyonu kendine çok zarar vererek ve çok mücadele ederek atlatmış. Sürekli beni görmek istediğinden, ve babamdan beni onun yanına götürmesini istediğinden bahsetmiş. Gerçi o babama bir sürü mektup yollamış ama babam birine bile dönüş yapmamış, 'getirmem' bile dememiş. Annem bundan günlükte "Yeni ailesiyle mutlu olmakla çok meşgul, seni görmeme bile yardım etmiyor." diye bahsetmiş. Kalp kırıcı, hatta kalp parçalayıcı.

Benim dedemle kaldığımı bile bilmiyormuş. Sürekli nerde olduğumu sorgulamış günlükte. Mental olarak iyileşip klinikten çıktıktan sonra Busan'da kalmaya devam etmiş ve çalışmış, hatta benim gibi kafelerde garsonluk yapmış sıklıkla. Gelen öğrencilerle sohbetini ilerletmiş, bazılarına edebiyattan ders vermeye bile başlamış. Kısacası hayatını tekrar kazanmak için çok çalışmış. Bu dönemde de beni unutmamış ve her gün günlüğüne bana yazar gibi yazmış.

Yazdığı her günün sonunda özür de dilemiş. Sık sık pişmanlığını dile getirmiş, hem de sayfalarca. Bazı sayfalarda çiçekler kurutmuş, onlar düşmesin diye saplarından bantlamış. Hepsini benim için toplamış, öyle diyor günlükte. Ayrıca hayatını düzene koyduktan sonra da beni çok aramış. Aylarca babama ulaşmaya çalışmış ama babam taşındığı için ona ait hiçbir şey bilmiyormuş ve doğal olarak ulaşamamış. Yine de Busan'da kaldığımı varsayarak etrafındaki bütün liselere sormaya çalışmış. Bazen çalıştığı yere gelen liseli öğrencilere bile adımı söyleyip beni tanıyıp tanımadıklarını sormuş ama tabii bulamamış. Ölmeden önce nasıl yaptı bilmiyorum ama hastanedeyken bir şekilde bu defterin onun ardından babama ulaşmasını sağlamış. Bunun bana ulaşması için tembihlemiş aslında onu ama Min Jun işte, umursamamış ve annemin ardından geçen 4 yıl sonra bu defteri bana ulaştırmış.

Annemi affetmiştim. Evet, bu kadar kolay. Affetmiştim ve şu an yerde yatarak ağlarken onun gelip başımı okşamasını hayal etmiştim. Sevgisine muhtaçtım. Açık, ve de net. Keşke dedim, keşke kapı çalsa ve ardından o çıksa.

Dileğim çok yanlış yerlere evrilmiş olacak ki sertçe, hatta kırılacakmış gibi çalınan kapı yattığım yerden irkilerek kalkmama sebep olmuştu. İlk birkaç saniye anlam veremedim hiçbir şeye irkildiğimle kaldım öylece. Sonraysa gözüm saate takıldı. Gece yarısı olmak üzereydi ve bunu bulunduğum salonun açık olan balkon kapısından giren dondurucu soğuktan da anlayabilirdim.

Çalınan kapıya inat, yerimden kalkmadım. Zaten kapıdaki kişi de -kim olduğunu tahmin ediyordum- kilide soktuğu anahtarı tek çevirişinde açmıştı kapıyı.

Kilide giren anahtar sesini duyduğumda yattığım yerden kalkarken günlüğü de en yakındaki yere bırakmıştım zarar gelmemesi için. Dik durmaya bile gücüm olmadığı için yamukça durup burnumu çekerken Taehyung içeri girdiği gibi dış kapıyı o kadar sert kapatmıştı ki, binadaki diğer insanların bu sese uyandığına yemin edebilirdim.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun! Ha?!" Elindeki anahtarı bana doğru fırlatırken aslında bana zarar vermeyi hedeflemediğini ikimiz de biliyorduk. Sinirden gözü dönmüş olmalı ki, henüz kötü bir hâlde olduğumu fark etmemiş ve üstüme yürümeye başlamıştı. "Sana o telefonu açmanı söyledim! Meraktan delirtmeye mi çalışıyorsun beni?! Kaç kere aradım haberin var mı senin?!" Sesi her cümlede daha sinirli çıkıyor ve her cümlenin ardından beni göğsümden ittiriyordu. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum ve korkmadığımı söylesem büyük ihtimalle kimse inanmazdı.

"Kendine zarar verdin sandım?! Arıyorum açmıyorsun, dakikalardır zilini çalıyorum tık yok. Söz vermiştin! Telefonunu açacağına söz vermiştin Jungkook!"

"Telefonum kırıldı." dedim fısıldar gibi. Ayrıca sesim de zor ve titrek çıkmıştı çünkü saatlerdir tek yaptığım şey ağlamaktı. Karşımdaki sert bakışlarını silmeden güldü o da. Aslında neye güldüğüne karar veremedim. O kadar bağırmasının ardından ilk söylediğim şeyin bu olması biraz komikti ama sinirden de gülüyor olabilirdi -ki bu ihtimal daha yüksekti-.

Karışmış saçlarını kaşıyıp başını eğdi ve iki yana salladı. "Seni geberteceğim. Yemin ederim, seni elimden kimse alamayacak."

Haklıydı, ne kadar kızsa haklıydı. Ama ben de haklıydım.

Anlık olarak çevirdiği bakışları yerdeki dağılan parçaları gördüğünde değişti. Kaşları çatılırken biraz daha inceledi etrafı. Kırık cam parçaları görüş açısına girdiği anda tekrar bana çevirdi bakışlarını hızla. Daha doğrusu bana değil, ellerime baktı. Hâlâ kanamaları normaldi çünkü daha demin bile yattığım yerden kalkmak için tek elimle yerden destek alırken büyük bir cam parçasının elime batıp derin bir yara açmasına sebep olmuştum.

"Siktir." dedi kısık bir sesle. İki elimi bilek kısımlarından tek eliyle tutup banyoya doğru çekiştirdi beni. Açtığı suyun altına önce kendi elini tuttu, sıcaklığını kontrol etti. Biraz ayarladıktan sonra da bir elimi aldı ve yavaşça suyun altına soktu. Tuttuğu elimde kan lekesi kalmadığına emin olduktan sonra bıraktı. Yine çocuğuymuşum gibi ilgileniyordu benimle.

"Diğer elini getir." İkiletmedim dediğini. Zaten bu ses tonunda ve bu sinirle konuştuğunda başka bir çarem de kalmıyordu. O elimi de yıkadıktan sonra kağıt havluyla hafifçe bastırarak sildi ellerimi. Yalan yok, çok fena acıyordu ellerim. Hatta en son yaptığım derin yaranın etrafındaki suyu silmek için peçeteyi bastırdığında dişlerimin arasından sızlamadan duramamıştım ki o da bakışlarını bana çıkarmış ama sanıyorum ki yumuşamak istemediğinden hemen geri çekmişti.

"Sen içeri geç, sargı bezi alıp geleceğim." dediğinde başımı sallayıp arkamı dönmüştüm ki kolumdan tutup geri çevirdi. "Dur, vazgeçtim oturma odasına gitme. Orası cam hep, ayaklarına batar. Yatak odasında otur bekle." dediğinde ağlamak istedim. Bu kadar ince düşünmesine saatlerce ağlamak istedim.

Dolu gözlerimle odaya geçip yatağın üstünde oturmuş beklerken o da çok geçmeden elinde sargı bezi ve ilaçla gelmişti yanıma. Ben bağdaş kurmuş otururken o da karşımda tek bacağını altına almış bir şekilde oturuyordu. Hâlâ bakmıyordu yüzüme. Kırmıştım onu biliyordum. Daha dikkatli olmam lazımdı. Aynı şeyi o yapsa ben de onu dövmek isterdim sinirden. Diyecek hiçbir şeyim yoktu bu konuda.

Konuşmadan bir şeyler yapmaya devam ediyor ve bacağına bıraktığı elime ilaç sürüp sargı beziyle güzelce sardığına emin oluyordu. Bir elimi bitirip diğerine geçmişti ki sonunda konuşma cesaretini bulmuştum kendimde.

"Özür dilerim Taehyung." Sesim titremişti yine.

Cevap vermedi.

"Özür dilerim." Bakışları bir an için beni buldu ama tekrar elime indirmesi çok da vaktini almadı.

"Bir şey demeyecek misin?" Başını olumsuz anlamda iki yana salladığında içime büyük bir korku salınmıştı. Zaten şu an sağlıklı düşünemiyordum, bundan emindim ama yine de kendimi durduramadım. Beni affetmeyeceğini düşündüm. Elleri arasındaki elim titremeye başladığında fark edilmeyecek gibi değildi ki o da bileğimden tutup titremesini azaltmaya çalışmıştı ilacı daha düzgün sürebilmek için. Ardından tuttuğu elimi de bezle sardıktan sonra bir an gözlerime baktı. Korkudan yutkundum. Bakışlarında bilmediğim bir şey vardı. Ne hissettiğini çözemiyordum.

Çok da sürmedi. Kucağında kalan artmış sargı bezini ve ilacı alıp ayaklandığında kalbim ağzımda attı. O ayağa kalktığında ben titreyen bacaklarıma güvenmediğim için hâlâ oturuyordum. Durduğu yerden tekrar gözlerime baktıktan sonra "Bitti." dedi.

Normalde olsa, elimle olan işinin bittiğini kastettiğini anlayabilirdim ama dediğim gibi şu an sağlıklı düşünme adına tek bir kırıntı bile yoktu bende. Ben ağlamamak için zor durup sık nefesler alırken o odadan çıktığında evden de çıkacak sandım. Son bir güçle yataktan kalkıp odanın kapısına kadar gitmiştim ki titreyen dizlerim yüzünden pek de ayakta kalamamıştım. Dizlerimin üstüne çökerken ağlamaya başlamış, ve "Lütfen gitme." diye sesimi çıkarmaya çalışmıştım.

"Taehyung lütfen, lütfen gitme."

Taehyung banyoya bıraktığı eşyaların ardından ağlamamı duymuş olacak ki hemen banyodan çıkıp yanıma eğilirken ne olduğuna anlam vermeye çalışıyordu. Yüzümü elleri arasına alıp bakışlarımızı denk getirmeye uğraştı. Uğraştı diyorum çünkü ben ağladığım için buğulu olan gözlerimden hiçbir şey göremiyordum. Tek yapabildiğim "Lütfen gitme." diye sızlanmaktı.

Aslında o an, Taehyung bir şeyler dedi. 'Gitmiyorum', 'Lütfen yüzüme bak.', 'Burdayım.' gibi gibi bir sürü şey söyledi ama benim o an onları duyduğum söylenemezdi. Dediğim gibi, tek yaptığım sargılı ellerimi yüzümdeki ellerine çıkarıp onları tutarken ağlayıp sızlanmaktı.

"Taehyung özür dilerim. Yemin ederim telefonumu kırdığım için açmadım aramalarını. Özür dilerim. Lütfen gitme, bırakma beni."

Yatak odasının kapı pervazında ikimiz de yere oturmuş duruyorken ben sırtımı başım onun kucağıyla buluşacak kadar eğmiş bir şekilde ağlayıp yalvarıyordum. O ise ulaşabildiği yerlere, mesela saçlarımın izin verdiği kadar enseme, öpücükler kondurup bu krizi atlatmamı bekliyor ve sürekli "Gitmiyorum, yanındayım." diye tekrarlıyordu.

Bir süre sonra ben yalvarmayı bırakmıştım ama o hâlâ öpücüklerinin arasında aynı şeyleri fısıldıyordu. İyice kendime geldiğime emin olduktan sonra, kucağında duran yüzümü yine elleri arasına alıp kaldırdı ve gözlerimin etrafındaki yaşları iki eliyle sildikten sonra dudaklarıma çok yumuşak bir öpücük kondurdu. Gözlerindeki kırmızılıktan onun da benimle ağladığı belli oluyordu. Bu benim daha çok ağlamak istememe sebep olurken "Uyuyalım mı?" dedi çok sakinleştirici bir ses tonuyla. Yutkunup başımı olumlu anlamda salladığımda ayaklandı ve sargılı ellerimi incitmekten korkarak bileklerimden tutup kaldırdı beni. Yatak birkaç adım ötemizde olsa da belimden tuttu yürüyebilmem için.

Yorganı kaldırıp içine girmemi sağladıktan hemen sonra o da yanımda uzanmış ve sırtını başlığa yaslamıştı. Tek kişilikten biraz daha büyük olan yatağımda yatarken yine bileklerimden tutup kendine doğru çekti beni. Göğsüne denk gelen saçlarımı okşarken sıkça öpüp kokladı. Bir yandan da sırtımı hafifçe okşuyordu ki şu an beni bundan daha çok rahatlatan bir hamle olamazdı.

Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. Uyumadım, o da uyumadı. Sabahın ilk ışıklarına kadar beni sevdi sadece. Ben de onun göğsüne yatarken her şeyi düşündüm. Uykum gelmeye başladığında "Taehyung," dedim uyumadığını bildiğim için.

"Söyle bebeğim." Bir öpücük daha kondurdu saçlarıma.

"Annemin mezarına gitmek istiyorum. Busan'da."

"Gidelim, bugün son trenle gidelim." dediğinde gözlerimi zor açık tutarken kısık bir gülüş kaçırdım.

"'İlk trenle gidelim' denmez mi normalde?"

"İlk trenle gidemeyiz çünkü uyuman lazım, son tren saatine kadar uyu. Ben seni uyandırırım gitmemiz gerektiğinde."

Başımı olduğu yerde hafifçe oynattığımda aynı bir kedi gibi sırnaştım göğsünde. Ve dediği gibi, o yanımdayken son tren saatine kadar uyudum.

•••

ta daa surprisee🧍🏻‍♀️

an itibariyle hikayedeki tek oç min jun 👍🏻

hâlâ ayıramıyom galiba biz ayrılamicaz ha ☠️

neyse STREAM INDIGO!! benim fav klasik her şeyde olduğu gibi yine 07 numara, lonely 🫶🏻

görüşürüz ⭐️💗

Continue Reading

You'll Also Like

13K 1.8K 5
madrid sokaklarında dans eden protestocu taehyung ve onu yakalamaya çalışan komiser jungkook
399K 39.2K 34
"sen benim ayrıcalarım ve belkilerimsin." university au! ! 20.04.2022
By elektra

Teen Fiction

146K 10.2K 31
kalbim hâlâ senin adını sayıklıyor, sevgili