Ahu ile Cengiz

Galing kay Elyios

176K 13K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... Higit pa

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

2.8

2.4K 179 24
Galing kay Elyios

Ahu Özata

Çaresizliğin insana yeni çareler ürettirdiğine inanırdım hep. İnsan zorda kaldı mı çıkmaz denilen o yoldan çıkar, zifiri karanlığın içinde aydınlık bir sığınak da bulurdu.

En azından ben öyle zannediyordum.

Çaresizliğin insanın elini kolunu bağlaması, tüm kelimelerini susturması, içinde yükselen bir çığlık olup dudaklarının arasından süzülememesi. Tüm bu duygular benim için çok yeniydi.

Suda boğulmak üzere olan bir insanın yüzeydeki küçük bir yonga parçasına tutunmaya çalıştığını okumuştum bir yerlerde. Cengiz'e sarılana kadar ihtiyacım olanın o yonga değil, köküne sadık bir dal olduğunu ise yeni fark etmiştim.

"Ahu?" diyen Cengiz bana sarılmayı sürdürürken bir eliyle de sırtımı okşadığını ayırt edebiliyordum. Benden ayrılmadan kulağıma yakın bir yerlerde nefesini hissetmemin ardından "İyi misin?" dediğini de işitmiştim. Sorun ise ne cevap vereceğimi bilmememdi.

On dakika önce başıma gelenler, kardeşimin polisler tarafından götürülmesi, endişem, annemlere ne diyeceğimi bilememek, Cenk'i nasıl kurtaracağımın hesabını yapmak. Tüm bunları düşününce iyiyim demek zor geliyordu.

Sessizliğimden mi bilmiyorum, Cengiz sırtımda olan elini önce yukarı doğru kaydırmış, toplu olan saçıma dokunduktan sonra da durağını yanağım olarak belirlemişti. Ben de istemeyerek de olsa bir adım gerilemiş, yüzüne bakmak zorunda kalmıştım. "Ne oldu? Neden buradasın?"

Gözleri benimkilere sabitliydi, normalde ona bakacağım bir iki saniyenin bile peşine düşerdim ama bu sefer yapamamıştım. Gözlerimi adliyenin tavanına çevirip derin bir nefes verdim.

Ben neden buradaydım ki?

Nasıl diyecektim?

Nasıl anlatılırdı?

İnsan kardeşinin evinde iki kilo eroinle yakalandığını, suçsuz olduğu ortaya çıkacak rahatlığıyla duruşmaya geldiğini, sonucunda da yine kardeşini nezarete uğurladığını nasıl söylerdi? Nereden başlanırdı?

Yüzümdeki elini umursamadan kafamı geri çektim, o da elinin yönünü tekrar belim olarak belirledi. Bir şey söylemeden kaçmaya çalışsam bırakmayacağının sinyallerini alıyordum sanki.

"Cengiz, ben bir su alayım. Siz de kantinin bahçesine inin, orada buluşalım?"

İkimize ait olmayan sesin sahibi konuştuğunda Cengiz "Tamam Timuçin," demiş, bir süre daha sessizce bekledikten sonra "Cenk mi?" diye sormuştu. "O gün seni aradığında bir şey oldu değil mi?"

Gözlerimi çevirdiğim tavan üstüme yıkılacak gibi hissettiğimden bakışlarımı aşağıya, Cengiz'in yüzüne doğru indirdim. Henüz ne söyleyeceğimi bilmediğimden kafamı aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim.

"Tamam," dedi gözlerini benimkilerden çekmeden, sonra da belimdeki elini oynatarak net bir sesle sözüne devam etti. "Hallederiz."

Benden tepki beklercesine yüzüme baktığında ufaktan titremeye başlayan dudaklarımın sabit kalması için birbirine bastırdım ve "Tamam," dedim tekrar ona doğru çekilmeden önce. Benim için güvenli bir dal görevi gören göğsüyle kafam tekrar buluştuğunda daha rahat nefes alıyordum. En azından artık ciğerlerime su doluyor hissi yoktu.

Az önceki kadar uzun olmayan sarılmamız "Aşağıya inelim mi?" sorusuyla bölündüğünde "Olur," demiş ve Cengiz'in de yönlendirmesiyle adliyenin bahçesine inmiştik. Elinde sularla bekleyen Timuçin'i gördüğümde alışık olmadığım bu yerde en azından yabancılık çekmemeye başlamıştım.

"Al Ahu," diyen Timuçin'in uzattığı suyu aldım, bir taraftan yürüyor bir taraftan da unuttuğum ihtiyaçlarımı gideriyordum. Beni kendileriyle beraber adliyenin arka tarafında kalan banklardan birine götürdüklerinde Cengiz tam karşıma Timuçin de onun yanına geçmişti.

"Daha iyi misin?" diyen Timuçin önümüzdeki masaya ellerini birleştirerek koydu, ilgili görünüyordu. "İyiyim Timuçin sağ ol," dediğimde gerçekten de daha iyi olduğumu hissediyordum. Üç gündür burada bir başıma olmanın beni ne kadar yıprattığını anca algılayabilmiştim.

"Cenk nerede Ahu?" diye soran Cengiz'le beraber elimdeki suyu masanın üstüne bıraktım ve üstümdeki ölü toprağından kurtulmaya çalışarak "Götürdüler," dedim. "Biz aslında tutuklanmaz sanmıştık ama beklediğimiz gibi olmadı."

Bana anlamaz gözlerle bakan ikilinin ifadesinden yola çıkmak üzereyken Cengiz "Baştan anlatabilir misin?" demiş, çıktığım yolda daha kolay hareket etmemi sağlamıştı. "Uyuşturcudan içeri almışlar," dedim, hemen sonra da onun hakkında kötü düşünmeye başlamalarını engellemek istercesine "Ama arkadaşınınmış." dipnotunu geçtim.

Timuçin sanki her gün bu olayları dinliyormuş edasıyla kafasını salladı ve "Kardeşin de kullanıyor muymuş peki?" diye sordu.

Aynısını ben de ilk görüşmede kardeşime sormuştum.

Cenk ilk bakışta kötü olan her şeyi yapacak bir kişi imajını çizse de benim kardeşim korkak biriydi. Nazlıydı, evin prensi olmaya alışıktı. Daha yaşı on beşken sırf yemeklerden böcek çıktığını duyduğu için askerliğe gitmemenin yollarını aradığını bile bilirdim.

Onunla ilgili bildiğim diğer şey ise bana asla yalan söylemeyeceğiydi.

Başkası olsa ve hiç eroin kullanmadım dese yalan söylüyor inanmayın deme ihtimalim yüksekti ama Cenk'ten söz ediyorduk.

Onunla görüşmeye geldiğimde 'Kullandın mı?' dediğim o ilk an 'Sadece iki kez esrar içtim Ahu, o da bizim evde değildi. Hem gözümü kızarttı, çirkinliğimden aynaya bile bakamadım.' açıklaması yapmıştı.

Bu söylediğinin üstüne iki tokatı arka arkaya yemişti ama ben kardeşimin üstü başı kötü kokuyor diye sigaralı ortamlara bile çok zorda kalmadıkça girmediğine yıllarca bizzat şahit olmuştum.

Bırakın gözünün kızarmasını iki kirpiği düşse yaygara kopartırdı, görünüşü onun için her şey demekti.

"Kullanmıyormuş ama iddiaya göre eroin satıyormuş," dedim elimdeki su şişesinin kağıdıyla oynarken. "Evlerinden iki kilo mal ve tartı çıktığını söyledi polis."

Cengiz öksürerek "Ahu'ya bir kahve alsana, bana da ıhlamur," dediği Timuçin'i yanımızdan gönderdiğinde kaşlarım çatılmıştı. "Sen hasta mısın?"

Cengiz beni boş ver der gibi elini salladı ve "Önemli bir şeyim yok," dedi, sonra da asıl konumuza geri döndü. "Bağımlı insanlar yalan söyleyebilir, Cenk'in kullanmadığına emin misin Ahu?"

Cengiz'in sorduğu soruya hiç beklemeden kafamı aşağı yukarı sallayarak karşılık verdim. "Zaten test yapılmış, kanında uyuşturucu benzeri bir maddeye rastlanılmadığı söylendi mahkemede."

"Hah bu iyi," diyen Timuçin kahveyi önüme bıraktı, tekrar karşıma oturduğunda "Ne zamandır uyumuyorsun sen?" diye soran bu sefer Cengiz'di.

Kahvemden bir yudum aldım, "Bir iki gün oldu," dememle Cengiz kafasını iki yana sallamış, tam bir şey diyecekken bu sefer de Timuçin araya girmişti. "Uykuyu boş verin şimdi, evde tek mi kalıyor bu oğlan?"

"Hayır, Zafer denen bir arkadaşıyla kalıyorlardı," yanıtını verir vermez Cengiz "Ee onu da aldılar mı içeri?" diye sormuştu, bir taraftan da ıhlamurunu içiyordu. İşte benim anlamadığım ve elimi kolumu bağlayan nokta da tam burasıydı. "Almadılar. Cenk Zafer yapmaz diye tutturdu ama eve ikisinden başka kimse girmiyor. Yani Cenk'in sevgilisi dışında."

"E sevgilisi koymuş olamaz mı?" diyen Cengiz'e tüm kalbimle katılıyordum ama elimden "Gel sen bir de bunu Cenk'e anlat," demekten başka bir şey gelmiyordu. "Aşktan gözü kör mü oldu ne olduysa gerizekalının."

Elimde çevirdiğim pet şişenin artık dayanacak gücü kalmadığından mıdır nedir Cengiz elini benimkinin üstüne koydu ve büktüğüm pet şişeyi aldı. "Pardon," dedim çıkan ses için, sonra da "E bu ev arkadaşı nasıl yırttı ben hala anlamadım," diyen Timuçin'e "Belki de gerçekten suçlu o değildir," cevabını verdim.

"Peki diğer çocuk suçlu değilse top sevgilisinde kalır, mahkeme onu neden çağırmadı?" Cengiz benim Cenk'e sorduğum soruları bire bir tekrarlarken önümdeki kahvenin sıcaklığını unutarak büyük bir yudum aldım. Biraz ağzım yanmıştı ama bozuntuya vermeden "Çünkü benim aptal kardeşim ve yancısı mahkemede öyle bir kız yok gibi davrandı." dedim. "Neymiş ailesi tutucuymuş da kızın başı boş yere belaya girermiş. Boş yere dediğim de iki kilo eroin."

Sanki iki dakika önce kahve yüzünden yanmamışım gibi tekrar aynı hızla bir yudum aldım. Bu sefer sıcaklığına yenildiğim muhtemelen yüzüme yansımıştı çünkü ikisi de şokla bana bakıyordu.

"Tamam şöyle yapalım," dedi Cengiz oturduğu yerden kalkıp benim başımda dikilmeden önce. Kafasıyla yana kaymam için işaret ettikten sonra söylediğini yapmış, onu tam yanımda ağırlamıştım.

"Timuçin sen babanla bir konuşamaz mısın?" diye arkadaşına soru sorduğunda ben yine kahveme yöneliyordum ki Cengiz bana hiç bakmadan kağıt bardağı elimden aldı ve kendi avuçları arasına hapsetti. "Ahu'yla Cenk'in sevkten önce konuşmasını sağlasak kafamızdaki soru işaretleri çözülür, en azından bu çocuğu içeriden çıkartmak için nereden başlamamız lazım onu öğrenelim?"

Timuçin "Doğru diyorsun kardeşim," dediğinde oturduğum yerden heyecanla doğrulur gibi oldum. Tabii Cengiz beni kolumdan tutarak tekrar yerime oturtmuş, kolunu da sırtıma yerleştirmişti. "Görüştürürler mi? Ben neredeyse yalvardım ama kimse yüzüme bile bakmadı."

Timuçin söylediğimin doğruluğu karşısında biraz ezilip büzülse de "Aslına bakarsan araya adam sokmaya çalışacağım Ahu," dedi. "Normalde yapılmıyor böyle şeyler."

"Zor durumda kalmazsın değil mi?" dedim mahçupça. "Cenk söylediği gibi suçsuzsa asıl zor durumda kalan sizsiniz Ahu," diyen Timuçin'e "Takılma bunlara," diye yan çıkan Cengiz de öksürme eşliğinde görüşünü bildirmişti. Çekeceğim o gereksiz vicdan azabından beni kurtardıkları için içim biraz daha rahattı.

"Pekala," dedim Timuçin yanımızdan uzaklaşıp telefon görüşmesi yaparken. Zaten şu an kardeşimin iyiliğinden başka bir şey düşündüğüm de yoktu. Tek isteğim bir an evvel içeriden çıkmasıydı ama prosedürlerin uzunluğunu düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyordu.

"Annenlerin haberi var mı?" diyen Cengiz'in hastalıktan kalın çıkan sesi beni düşüncelerimden kısa süreliğine uzaklaştırdığı esnada, masanın üstündeki ellerimin arasına az önceye göre daha az sıcak olan kahve bardağım tekrar yerleştirilmişti.

Yanımda oturduğu için kafamı ona doğru çevirdim, "Yok," dememi bekliyormuş gibi anlayışla gülümsemekte gecikmemişti. "Cenk söylememi istemedi, zaten anneme nasıl söylerim bilmiyorum. Direkt babama anlatır, ondan hiçbir şeyi saklayamıyor."

Babamın daha birkaç ay önce kalp krizi geçirdiğini biliyordu, endişelerimi anladığını yüzünden görebiliyordum. Tabii onun benim yüzümde ne gördüğü tam bir muammaydı. Sırtımdaki elini hareket ettirdi, "İyi yapmışsın," dedi bana hak vererek. "Bir sonraki duruşması ne zaman?"

"İki hafta sonra," diye beklemeden yanıtladım, bir taraftan da "İyi, o zamana kadar çözmüş oluruz," karşılığındaki çoğul ifadeyi anlamlandırmaya çalışıyordum.

Belki o farkında değildi ama beni gördüğü ilk andan beri ağzından yanlışlıkla dahi tekil bir kelime çıkmamıştı.

Bir de benim için anlamını bilse diye geçirdim içimden, acaba hala böyle konuşmaya devam eder miydi?

Bakışmamızı avucuma bıraktığı kahve bardağını işaret ederek böldüğünde, varlığını unuttuğum içeceğe gözlerimi çevirdim. Bizim sona eren bakışmamızın arkasından da ben kahvemi içerken Timuçin'in sesi duyulmuştu. "Babamla konuştum, bugün olmasa bile en geç yarın sabaha görüştürürüm dedi."

İkimizin karşısındaki eski yerine oturmasıyla yüzümde gerçek anlamda güller açmıştı, bir şeyleri çözmeye yetmezdi belki ama en kötü ihtimalle süreci hızlandırır diye düşünüyordum. "Çok teşekkür ederim Timuçin," dedim minnetle. "Sana borçlan-"

"Boşuna o sözü tamamlama Ahu," diyen Timuçin yanımda oturan arkadaşına baktı, dışarıdan izleyen benim için aralarındaki boş bir bakışmayı andırıyordu ama Cengiz'in kafasını sallayarak konuşmaya girmesiyle itiraf edeyim şaşırmıştım. "Burada yapacak bir işimiz kalmadı," diyerek beni muhatap almasıyla da yönümü ona çevirmiştim. "Sen nerede kalıyorsun Ahu?"

Kulağa garip geleceğini bilerek önce soruyu soran Cengiz'e sonra da ekürisine baktım. "Cenk'in evinde," dediğim an Timuçin "Oha artık," demiş Cengiz ise birkaç saniye tepkisiz kalmıştı.

Avucumdaki kağıt bardağın uç kısımlarını istemsizce koparmaya başladım, gözlerim ise "Kimin koyduğunu bile bilmediğin, iki kilo eroin çıkan evde mi kalıyorsun?" diyen Cengiz'e odaklıydı.

Bugünlük sana yeterince iyi davrandım, bu kadar yeter, dercesine suratı düz bir ifade halini almıştı. Yanımda oturduğu için de tek bacağını hızla salladığını görebiliyordum. "Cenk sitede oturuyor, kapıda da güvenlikler var. Korkunç bir yer değil-"

"Aynen Ahu," diyen Cengiz sert bir tonlamayla "Evi polis basmış, kimin girip çıktığı meçhul bir yer çok güvenlidir," dediğinde öylece suratına bakmakla yetinebildim.

"Görmediğin için böyle söylüyorsun, otel gibi bir evde yaşıyor."

Annem oğlu için neredeyse rezidans tutmuştu, görmeyen birine belki saçmalıyormuşum gibi gelebilirdi ama güvenlik sayısı bir bile değildi. Birden fazla insan vardı kapıda, kim girip bana zarar verecekti?

"Hala konuşuyorsun. Kalk bize gidiyoruz," diyerek ayaklandığında Timuçin ondan önce kalkmıştı, ne yazık ki ben ikisiyle aynı fikirde değildim. "Sizin eve mi?" diye oturduğum yerden sorduğumda beni kaale almamaya devam ediyorlardı. "Endişelendiğinizi görebiliyorum ama ben bu halde hiçbir yere gelemem," dedim net bir sesle.

Çöplerimizi atmakla meşgul olan Cengiz'in arkası dönük diye Timuçin'e bakıyordum, ben karışmam demenin diğer bir yolunu bulmuş ve gözüyle arkadaşını işaret ederek ellerini iki yana kaldırmıştı. "Ne varmış halinde?" diyen Cengiz muhtemelen arkasında gözleri olmadığı için nasıl göründüğümü iki dakikada unutmuştu.

"Halimde ne mi var?" dedim onun bakışları bana dönerken. "Evdeki iki kilo eroini yatağın altına ben koymuş gibiyim? Bir de bu halimle annenlerle mi tanışacağım?"

Bana arkasını dönmeden hemen önce yüzünde bir sırıtış gördüğüne yemin edebileceğim Timuçin, yine benim görsem bile anlam veremeyeceğim bir bakışmayla Cengiz'e bir şeyler anlatıyor diye düşünüyordum. Çünkü Cengiz bana bakmayı bırakmış, Timuçin'in ona dönük olan yüzüne sabır diler gibi bakıyordu.

"Biraz uykusuz gözüküyorsun sadece," diyen Cengiz Timuçin'e bakmaya devam ederek çocuk mu kandırıyordu bilmiyordum ama şu tipimle hiçbir aile büyüğüyle tanışmaya niyetim yoktu. "Olmaz," dedim. "Hem sorarlarsa ne diyeceğiz? Kardeşi uyuşturucu satıyormuş diyemeyeceğine göre yalan söylememiz gerekecek?"

"Gerekmez," diyen Cengiz beni hala kendi evine götürmekte ısrarcı bir yaklaşım sergiliyordu. "Kim çocuğunu uyuşturucudan yakalanan birinin ablasıyla görüştürür Cengiz? Sen kafayı mı yedin?"

Bana arkasını dönmekten vazgeçen Timuçin "Selma Teyze öyle biri değil Ahu, görüştürür merak etme," dediğinde Cengiz arkadaşının yanına geçmiş ve elini onun sırtına götürmüştü. Timuçin'in surat ifadesi bir anlığına acı çekiyormuş edasıyla kasılsa da hemen eski halini almış "Yani için rahat edecekse yalan da söyleyebiliriz," demişti.

Cebimdeki telefona elimi götürdüm ve ekranından kendime bakar bakmaz "Asla olmaz," dedim. Gözlerim uykusuzluktan küçülmüş, altları da morarmıştı. Korkunç bir haldeydim ve az sonra söyleyeceklerimin arkasındaydım. "Tutarlı yalan söyleyecek kadar beynim çalışmıyor benim. Açık veririm."

"Ahu," diyen Cengiz bana doğru bir iki adım attı, elini bileğime götürmeden önce de tereddütsüz konuştu. "Gerekirse sana soracakları tüm soruları ben cevaplarım."

Kulağa hoş gelecek şekilde konuşuyordu ama ayaklarım olduğu yerden bir milim bile öteye gitmemekte kararlıydı. Uykusuzluktan mahvoldu diye küçümsediğim gözlerim ise tüm o yorgunluğuna rağmen meydan okurcasına bakmaya devam ediyordu.

"Şöyle bir önerim var arkadaşlar?" diyen Timuçin yanımıza doğru adımlayıp bir elini benim omzuma bir elini de arkadaşınınkine koydu. "Önce Ahu'nun dediği evi bir görelim Cengiz? Eğer içimize sinmezse size gideriz-"

"Olmaz," dedim hiç beklemeden. Bu konuda kararlıydım, neredeyse iki yıldır hoşlandığım çocuğun ailesiyle bu şekilde tanışmayacaktım. "Tamam, o zaman babam evde yoksa bize gideriz. Benden başka kimse de olmaz?"

Geri adım atmamaya kararlı olan bakışlarım Cengiz'den Timuçin'e kaydığında fena bir fikirle gelmediği için bir anda gardımı indirmişti. Hem Cengiz'in ailesiyle karşılaşmak zorunda kalmayacaktım hem de toparlayamayacağım yalanlara bulaşmayacaktım.

"Allah aşkına şöyle bakmadan iki çift laf edin, beğenmediyseniz başka çözüm bulurum?" Bakışları bir benim bir de arkadaşının arasında gidip gelen Timuçin'e ilk cevabı veren "Tamam," diyen ben olmuştum. Gözlerim Cengiz'in bakışlarını bulduğunda pek gönüllü olmasa da o da "İyi," diyerek kabul etmişti.

"Oh şükür Allahım," diyen Timuçin gözlerini gökyüzüne çevirdi, sonra da "E gidip görelim şu mekanı," dedi. "Pek umudum yok ama neyse."

İkimizin de omzuna koyduğu ellerini çekerek önden yürümeye başlayan Timuçin adliye önündeki taksilerden birinin kapısını açıp, kısa bir konuşma yaptıktan sonra açtığı kapıyı kapatmadan bize gelmemizi işaret etmiş ve o önde, Cengiz ile ben de arkada olmak üzere yerleşmiştik. Neyse ki Cengizlerin evine gitmem konusunda bana daha fazla baskı yapmamışlardı. Tüm birikmimi otel odalarında yerdim, yine de bu halde Cengizlere gitmezdim.

"Biraz bile içime sinmezse orada kalmana izin vermem," dedi Cengiz öksürerek. "Baştan söyleyeyim."

Koluma taktığım çantamın sapından güç almak niyetiyle kulpunu sıktım ve "Tamam," dedim. Zaten evi görünce bana hak vereceklerini bildiğimden sessiz sessiz yürümüş, yolculukta da onların sohbetini bölmeden taksiciye adres tarifi yapmakla yetinmiştim.

"Burası," dediğim an Timuçin bir taraftan sokağa bakıyor diğer taraftan da "İkinci bir Nisan vakası yaşayacağız galiba," diye gülerek konuşuyordu. "Öğrenci evi mi burası?"

Tek kelime bile etmeden kenara çekilen arabadan çıkan Cengiz'in hemen arkasından ben de indim. Yanına geçtiğim an duruşunu biraz daha dikleştirmiş ve söyleyeceğim "Size anlatmaya çalışmıştım," lafına hazır hale gelmişti.

"Cenk'in doğru söylediğine dair içimde hiçbir şüphe kalmadı," diyen Timuçin'e alınmıyordum. Beni ve ailemi yeterince tanımadığından aklında soru işaretleri olmasını normal karşılıyordum. "Parası olup da uyuşturucu satan insan görmedim ben. Daha doğrusu bir iki kiloyla işi olmaz, torbacı değil sonuçta."

Cengiz de Timuçin'in söylediğini onaylamış, ben "İkna oldunuz mu?" dediğim an beklemediğim bir "Hayır," cevabını kulaklarımdan zihnime ulaştırmıştı. "İçeriyi de görelim."

Cengiz evi biliyormuş gibi önden yürümeye başladığında adımlarımı hızlandırdım ve tam yanına geçtim. Onlarla birlikte asansöre binmiş, beşinci kata geldiğimizde de anahtarı çantamdan çıkartmıştım. O esnada da iki kafadar boş olan koridoru inceliyordu.

Kapıyı açıp içeriyi işaret ettiğimde önce Cengiz, arkasından da Timuçin girdi. Çok anlıyormuş gibi kapıyı sağa sola hareket ettiren Timuçin "Çilingir iyi para almıştır şimdi," dediğinde az sonra gelecek sorunun akıbetini bildiğimden yutkundum ve arkamı dönerek çantamı vestiyere bıraktım. "İyi para almıştır değil mi Ahu?"

Timuçin aynı soruyu yinelediğinde Cengiz'in gözleri üstümden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Haliyle tepkilerimi yorumlayıp "Yok ben kafayı yiyeceğim," demekte de gecikmemişti.

"Savunulacak tek tarafın yok Ahu," diyen Timuçin asabı bozulmuş gibi telefonuyla oynamaya başlamış, beni de Cengiz'le bir başıma koridorun orta yerinde bırakmıştı. "Çok merak ediyorum Ahu, gerçekten akıl edemedin mi yoksa canının bir kıymeti mi yok?"

Canım kıymetliydi, akıl da etmiştim. Sadece kapıdaki güvenlik görevlilerinin bu olaydan sonra azarlandığına şahit olduğumdan onlara güvenmek mantıksız gelmemişti. "Güvenlik sayısını üçe çıkarttıkları için gerek görmedim."

"Abi birazdan göndereceğim adrese çilingir yollar mısınız?" diyen Timuçin'in sesini duyabiliyordum, yine de benim söylediklerim arada kaynamasın diye konuşmaya devam etmiştim. "Ayrıca Cenk'in ev arkadaşı da tutuklanmıştı, ikisinden başkası da yaşamıyor bu evde."

Cengiz söylediğim onun sinirlerini bozmuş gibi gülmeye başlayınca Timuçin'e döndüğünü gördüm. "Aynen gülüm ben de hayretler içindeyim," diyen eküri yine Cengiz'in bakışlarına sözcüklerle karşılık vermişti.

Yangına körükle giden Timuçin'e bıkmış bakışlarımla döndüğümde halime acıdığından mı emin değilim, "Gerçi Ahu'nun da haklı bir tarafı varmış, inkar edemem," demişti. "Çilingir olayı halledilirse sorun çıkaracak bir yer değil. Güvenilir gözüküyor."

"Boş boş konuşma Timuçin," diyen Cengiz pencerelere yöneldiğinde "Ahu burada tek başına kalamaz," diye benim katılmayacağım fikrini ortaya atmakta yine aceleci davranmıştı.

Timuçin pencerenin kenarında duran arkadaşının tam yanında durdu ve "Orası kesin, tek başına imkanı yok," dedi. "Şey mi yapsak acaba," derken bir bana bir Cengiz'e bakmış ve işaret parmaklarını ikimiz arasında oynatarak "Birlikte mi kalsanız?" önerisini sunmuştu.

Cengiz dışarıya diktiği gözlerini arkadaşına çevirdiğinde bir süre bakıştılar, ben de ikisini izledim. Reddedilecek bir fikir hissiyatı vermişti ama Cengiz "Güzel düşündün," diyerek arkadaşını onayladığında bu sefer de gözler benim üstümdeydi.

"Rahatsız olmaz mısın?" diye çekinerek sorduğumda Timuçin cevap hakkı kendisindeymiş gibi yanıtladı. "Neden rahatsız olsun? Mis gibi ev burası, dışarıda güvenlikler dolaşıyor, zırh gibi de kapısı var?" Pencerenin kenarından uzaklaşıp salondaki L koltuğa bir göz attı, gördükleri yetmiyor gibi de kendini üzerine attı. Kalite kontrolü bittiğinde "Cengiz burada uyuyabilir, gayet rahat?" demişti.

Ekürisinin söylediklerine "Of, tamam uzatma," şeklinde cevap veren Cengiz'e baktım, ikisi arasındaki iletişim arkadaşlara özgü olan bir tür değildi bana göre. Daha derin olduğunu göze sokacak bir elektrik yayıyorlardı etrafa.

"Ne oldu?" diyen Timuçin bana seslendiğini belli etmek için elini salladığında ne olduğunu ben de bilmediğimden tek kaşımı kaldırdım. "Gülümsüyorsun da komik bir şey mi dedim diye düşündüm?"

O söyleyene kadar yüzümdeki salak gülümsemeyi fark etmemiştim, gerçi bu görüntü karşısında sırıtmayacak bir insan var mıydı emin değildim. "Arkadaş olduğunuzu bilmesem sizi kardeş zannederdim, aranızdaki bağ hoşuma gidiyor."

İtirafım koltukta oturan Timuçin'in yüzünde güller açtırdığımda gözlerim Cengiz'e döndü. Dudaklarının yukarı doğru kıvrılması hayatımda tanık olduğum sayılı güzel tebessümlerden biriydi ama o benim bakışlarımı hemen fark ederek manzaramı az öncekinden daha renksiz bir hale çevirmişti. Düz dudaklara.

"Öyleyiz zaten," diyen Cengiz Timuçin'in gülüşünü genişlettiğinde ekürisi dayanamamış ve arkasındaki yastığı ona fırlatmıştı. "İstediğinde baya romantik olabiliyor Ahu, Cengiz de böyle biri işte."

Söylediğine güldüm ve "Çok nadir istiyor galiba?" dedim, bir hafta önce elinden gelse beni yokuştan yuvarlayacağını unutmamıştım.

Timuçin arkadaşından değil de çocuğundan bahsediyormuşum gibi mahçuplandı. "Az ama öz diyelim biz ona."

"İyi peki," dedim Cengiz "Ben buradayım," hatırlatması geçerken, bir taraftan da kalıcı olduğunu anlayabileceğim şekilde montunu çıkarmıştı.

"İstersen gidip içeride biraz uyu Ahu? Timuçin'le ben buradayız, çilingiri de hallederiz?" diyen Cengiz öksürerek arkadaşının yanına kendini attı, çok geçmeden ekürisi de kolunu onun omzuna yerleştirmişti.

Aslında hiç uykum yoktu ama karşımdaki ikilinin de yorgun olabileceğini düşünerek kafamı onaylayacak şekilde salladım. Cenk'in odasına geçip uyumasam bile gözlerimi dinlendirmek iyi gelebilirdi. "Tamam," deyip karşılarında dikilmeyi kestim, arkamı dönmeden hemen önce de "Teşekkür ederim," demeyi ihmal etmemiştim. "İkinize de."

"Hadi hadi git bir şey değil," diyen Timuçin iki dakika bile müsaade etmeden eliyle gitmem için işaret yaptığında gülerek kafamı iki yana salladım ve beklemeden Cenk'in odasına girdim.

Kendimi yatağa attığımda tek isteğim az da olsa uyuyabilmekti.

...

Yirmi dakika.

Sağa ve sola dönerek iki saat geçirdiğim yatakta sadece yirmi dakika uyuyabilmiştim.

İzmir'e adım attığım ilk günden beri üç günden fazla geçmişti ama koskoca seksen küsür saatte uykuya ayırdığım vaktim dört saati bile bulmazdı.

İşin kötüsü yorgun hissediyordum, kocamanlar diyerek gözlerimi öven insanlar şu anki hallerini görseler ne derlerdi acaba?

"Muhtemelen kaçarlar," dedim kurutma makinesinin gürültüsünden duyulmayacağını bildiğim sesimle. "Umarım banyo iyi gelmiştir," diye de kendi kendime konuşmayı sürdürüyordum.

Cenk'in evinin güvenli olduğuna inansam da geldiğimden beri duş almaya vaktim olmamıştı. Sadece saçlarımı yıkayarak günü geçiştiriyordum ama içerideki ikilinin varlığından güç almış ve nihayet gerçek bir banyoyu tenimle buluşturabilmiştim.

Saçlarımın yeterince kuruduğundan emin olarak makineyi kapattım ve taradıktan sonra aşağı kısmı açık kalacak şekilde yukarıdan ufak bir topuz yaptım.

Cenk'in odasındaki banyodan çıkıp, tekrar yatakla göz göze gelsem de uyuyamayacağımı artık biliyordum. Daha fazla bu odada vakit harcamamın lüzumu da yoktu, hem acıkmıştım hem de birkaç saat önce baş başa bıraktığım ikili içeride ne yapıyor merak ediyordum.

Odadan çıktım, koridora geçip salona vardığımda bakışlarım direkt Cengiz'i bulmuştu. Bedenini bana arkası dönük olacak şekilde konumlandırmıştı, buradan bakınca açık olmayan televizyona doğru uzattığı bacaklarını görebiliyordum. Timuçin ise ortalıkta gözükmüyordu.

Görünmeyenlerle değil de görünenlere odaklanmamı söyleyen iç sesime uyarak Cengiz'i gözüme kestirdim. Uyuyup uyumadığını anlayamadığımdan parmak uçlarımda ona doğru adımlamış, yüzünü görebileceğim bir açı bulmuştum. Çok derin değil ama düzenli nefesler alması bana uyuma ihtimalinin daha baskın olduğunu hissettirmişti. Bu yüzden onu burada bırakarak mutfağa gitmeyi uygun gördüm.

Parmak uçlarımda geldiğim yolu aynı sessizlikle dönmeye çalıştığım esnada öksürüklerinin arasından "Ahu?" diyen Cengiz'in sesini işittim. "Özür dilerim, ben mi uyandırdım?"

Bana dönen bakışlarından onu uyandırdığımı anlayabiliyordum, biraz uyku sersemliği içindeydi ve bu hali gözüme fazlasıyla masum gözükmüştü. "Timuçin gidince içim geçti sanırım, bir şey mi oldu?" dedi yine öksürerek.

Adliyede beni geçiştirmişti ama artık bu öksürük mevzusu canımı sıkmaya başlamıştı. Şimdi ona sorsam yine beni geçiştireceğini tahmin ettiğimden "Yoo olmadı," dedim. "Karnım acıktığı için yemek yapacaktım. Size de sormak istedim ama Timuçin ortalıkta yoktu, sen de uyuyordun."

Cengiz onu yeterince tanıdığımı bana göstermek ister gibi doğruldu ve "Timuçin'i Çetin amca çağırdı, dışarıdan söyleyelim pizza falan?" dedi.

Hasta insanı yatağa düşürecek yemek önerileriyle tekrar öksürdüğünde gülümsedim. "Ben yemek yaparım diye korkuyor gibisin?" Bugün kibar tarafından uyandığına şahit olmuştum bir kere, bu özelliğini kullanarak en azından yaptığım çorbayı ona itirazsız içirecektim.

"Hiç öyle bir korkum yok," dedi Cengiz beni şaşırtmayarak, çoktan oturduğu yerden kalkmıştı. "Ben de yardım edeyim o zaman?"

Aksini kabul etmeyeceğini de az çok öngörebildiğimden "Tamam," dedim, basit bir işi ona kitleyip yemek işini halledecektim. Annemin Cenk'e her hafta gönderdiği dolmaları ısıtsam bile yeterdi.

Cengiz mutfağa geçip tezgahın başında dikilmeye başlayınca "Otur," demiştim gözümle sandalyeleri işaret ederek. "Niye?" diyen Cengiz çok soru sorduğundan ona küçük kardeşimi kandırdığım tarifelerden uygulamaya karar vermiştim. Konuyu değiştirip kafasını karıştıracak ve ona oyalanacak işler verecektim. "Kuru patlıcan dolması mı seversin zeytinyağlı olandan mı?"

Soruma cevap vermesini beklemeden elimle onu sandalyeye yönelttim ve oturduğunu gördükten sonrada buzdolabının başına gittim. "Kuru patlıcan severim ama o pişene kadar açlıktan ölmez miyiz?"

"Ölmeyiz," dedim gülümseyerek, raftaki dolmayı ve yoğurdu elime alıp tezgaha bıraktığımı görünce o da gülümseyenler kulubüne katılmıştı. Yerinden kalkmaya yeltendiğini gördüğümde çıkarttığım yoğurdu önüne bıraktım ve tabak kaşık ikilisine dikkatini çektim. "Sen yoğurdu yapar mısın?"

Yine sorumu sorup o "Yaparım tabi de-" derken mutfak dolabından çıkarttığım kavanozları işaret ederek "Peki mercimek çorbası mı yapalım şehriye çorbası mı? Hangisini seversin?" diye sordum.

Cengiz ona önemli bir iş vermişim gibi yoğurdu tabağa koyarken "Mercimek?" demişti. Harika diye geçirdim içimden, yemek zevklerimiz gerçekten hiç uyuşmuyordu. Ben kuru patlıcanı da sevmezdim mercimek çorbasını da. "Bence de."

Onun yoğurda harcayacağı süreyi kafamda tarttığımdan kendim için de birkaç domates ve salatalık yıkamış, kesmesi için Cengiz'in önüne bıraktıktan sonra çorbayı yapmaya koyulmuştum. Uzun diyebileceğim bir süre sessiz kaldık, sonrasında ise konuşan Cengiz olmuştu. "Cenk'in olayı annene söylememesine şaşırdım."

Ben çorbayı yapmaya dalmışken Cengiz'in konu açmasıyla dikkatim bir anlığına dağılmıştı. Ona arkamı dönmeyi keserek biraz daha yan duracağım bir konum aldım ve "Neden?" diye sordum.

"Bilmem, birbirlerine çok düşkün gibi görünüyorlardı. Annenden bir şey saklaması tuhaf geldi." Cengiz'in gözlemi mantıklı bir yaklaşım içerdiğinden kafamı aşağı yukarı salladım. "İkisi birbirine düşkündür, doğru. Hatta annem en çok Cenk'i sever."

Cengiz doğradığı domatese karşı ilgisini kaybederek bakışlarını tamamen üstüme çevirdi, ben de az önceki tespitinin zihnimdeki karşılığını söyledim. "Bana kalırsa tam da bu yüzden, yani fazla sevgiden anneme söyleyemiyor. Bir otorite lazım ama annemde Cenk'e karşı sadece saf sevgi var."

"Sorumluluğu sana yüklüyor ama?" diye sorduğunda bir anlık gözlerini kaçırmıştı, hassas bir konuya denk gelme endişesi yaşadığını anlayabiliyordum. "Ben bu duruma alışkınım," dedim omuz silkerek, o da hiç beklemeden "Sorumluluğa mı?" diye sordu.

"Evin annesi olmaya."

Cengiz'in gözlerinden tuhaf bir ifadenin geçtiğini görebiliyordum, yargılamıyordu ama bence anlamıyordu da. "Zor gelmiyor mu?" dedi, hala domatesleri doğramıyordu. Aynı Cem gibiydi, dikkati dağıldığı an işi uzatmaya başlamıştı. "Yani sonuçta başkasının görevini üstlenmişsin."

Başkası dediği de annemdi, onu gören de sokaktaki yabancıdan bahsediyor sanardı.

"Bilmem," cevabını verdim, bir taraftan da pişiyorlar mı diye dolmaları kontrol etmiştim. "Ben bu rolle doğdum, hepsinin sorunlarıyla ilgilenmekten bazen yakınıyorum tabii ama," dedim ve gülümseyerek cümlemi tamamladım. "Başları sıkıştığında koştukları ilk durak olmak hoşuma gidiyor."

Piştiğine emin olamadığım dolmadan bir çatal aldım ve hala bana bakmayı sürdüren Cengiz'e uzattım. "Pişmiş mi sence?" diye sorduğumda çatalı almasını beklemiştim ama beni şaşırtarak elimden yemeyi tercih etmişti.

Sıcak olmasına aldırmadan birkaç saniye çiğnediğinde "Olmuş," onayını aldım. Zaten kendim yemeyeceğimden bir de ben tatma gereği görmemiş ve ocağın altını kapatırken yine Cengiz'in sorusuyla muhatap olmuştum. "Şehir dışında okumak sana iyi gelmiş olmalı, biraz kafanı dinliyorsundur?"

İtiraf etmek gerekirse ara ara gerçekten kafamı dinlediğimi düşünüyordum, tek bir nüans dışında evden uzaklaşmak hiç fena değildi. "Aslında Cem'i de yanımda getirebilsem Eskişehir bana çok daha iyi gelirdi."

Sohbetimizin arasında pişen mercimek çorbası için limon yıkamış, Cengiz "O neden?" diye sormaya devam ederken çıkarttığım tabaklara mercimek çorbasını ve dolmayı koymuştum. "Ben Cenk ve Asu'yla birlikte büyüdüm sayılır, her işlerine koşturuyordum ama ne kadar da olsa birini büyütecek olgunlukta değildim. Cem daha farklı."

Buzdolabından çıkarttığım beyaz peyniri de masaya koydum ve kendim için bir ekmek alarak Cengiz'in az önce doğradığı domatesler, salatalıklarla beraber içine yerleştirmeye başladım. "Gönül rahatlığıyla onu ben büyüttüm diyebilirim, çok güzel bir his."

Kendim için yaptığım sandviç ekmeğini yemeye başlayacağım esnada durdum ve Cengiz'in beni izlemesinden çekinerek ona "İçsene," dedim. "Çorba soğuyacak?"

Az önce anlattıklarım ona masal gibi mi gelmişti bilmiyorum ama konuştukça durgunlaşıyordu. "Cengiz?" diye adıyla ona seslenmek zorunda kaldığımda çorbaya bakmayı bir anda keserek kafasını aşağı yukarı salladı. "İçiyorum," deyip limon sıktığı çorbasından birkaç kaşık aldığında ben de sandviçime odaklanmıştım.

"Eline sağlık," deyip içtiği çorbadan kafasını kaldırdı ve daha yeni fark etmiş gibi gözleriyle işaret ederek "Sen neden içmiyorsun?" diye sordu. Bir yudum su alıp "Ben mercimek çorbası sevmem pek," dedim.

Cengiz elindeki kaşığı tabağın içine yavaşça bırakarak "Neden bunu yaptın o zaman?" diye sorduğunda "E hastasın ya?" karşılığını vermiştim. "İyi gelir diye düşündüm."

Dik oturmaya çabaladığım sandalyede bakışları yüzünden giderek küçülüyordum, sanki ağız dolusu şey söyleyecekti ama zorla yutkunarak kelimelerini de beraberinde götürüyordu.

"Gelir," dedi gözlerimin tam içine bakarken, sonra da tekrar çorbasını içmeye başladı. Şu an izleyen taraf bendim ve kafası eğik olmasına rağmen yüzündeki ufak tebessümü görebiliyordum.

Odağının değişmesinden memnuniyet duyarak ben de kendi sandviçimi yemeyi sürdürdüm. Bu esnada da aramızdaki sohbet sıradanlaşmış ve daha rahat bir ortamın oluşmasını sağlamıştı. Tabii bu rahatlığın ikimizdeki etkisi de farklı seyrediyordu, mesela ben kendimi salmış ve oturduğum sandalyede bağdaş kurmuştum. Cengiz ise az önce üçüncü tabağını bitirmişti.

Yemeklerimizin bitmesi, bulaşıkların yıkanması ve Cengiz'in rahatça uyuyabilmesi için L koltuğu hazır hale getirişimiz hemen hemen bir iki saati bulduğunda ben de "İyi geceler," dedim fazla uzatmadan. Yorulduğunu artan öksürüğünden ve ara ara esnemek zorunda kalışından fark etmiştim.

Cengiz'den de "Sana da Ahu," sözünü alır almaz Cenk'in odasına girdim ve kardeşimin yatağında gözlerimi gezdirdim. Yavaşça yatağın kenarına oturduğumda derin bir nefes almış, "Bunu da halledeceğiz," demiştim.

Kafam yastıkla buluşurken tavana diktiğim gözlerim iyice ağırlaşmaya başlamıştı. "En azından bu sefer tek başıma değilim," dedim, kardeşlerim için yaptıklarımın zihnimden geçişine engel olamıyordum.

Çoğunda yalnızdım, annemleri üzmemek için kendi başıma çözmeye çalışırdım. Her şey bittiğinde rahatça olan biteni onlara anlatırdım ve anlatmak kadar kolay olmuş gibi geçişiverirdi konular.

Şimdi ise yardım istemediğim halde yanımda olan birileri vardı, üstelik bu ilk de değildi.

Cengiz sanki yanımda olmak dünyanın en doğal şeyi gibi, her gün yaptığı onca günlük aktivite kadar rahat bir şekilde elimden tutuveriyordu her seferinde. Evinin salonunda babam hastalandı diyen kızı başka bir şehre götürmek sanki bir kafede kahve içmek gibiydi ya da adliye koridorunda karşılaştığı arkadaşına destek olmak eve market alışverişi yapmaktı, o kadar doğal bir tavırla yardım elini üstünde tutuyordu ki, mahcubiyetin o ağır hissi insanın üstünden kalkıveriyordu.

Biz halledeceğiz, diyordu.

Ve ben hem biz olduğumuza, hem de halledeceğimize inanıyordum. Çünkü kalp, kandırılması kolay bir organdı. Aşık bir kalp ise, kanmaya dünden razıydı.

...
♥️♥️
Oy vermeyi lütfen unutmayın

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

125K 4.9K 26
Damla: Dedem doğum yaptı, taksi param da yok bana bi 400 ateşler misin yakışıklı? Yakışıklı: Deden doğum yaptı? Yakışıklı: Tanıştığımızı sanmıyorum...
138K 4.9K 32
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...
414K 25.1K 47
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
541K 19.6K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...