Yakut Pençe / Opal'ın Yansıma...

By hakimeninkalemi

10K 1K 79.5K

Dudakları dudaklarıma çarparken sırtımı duvara yaslamaya devam ettim. "Opal," dedi tüm sakinliğiyle. Lensleri... More

Tanıtım
1- Tabula Rasa
Karakter Klavuzu
2- Gerçekler Nadiren Saftır
3- Acı Bir Labirenttir
4- Gerçeği Aramak
5 - Tutkuya Rağmen
6- Kırık Heykeller Müzesi
7- Alev Almış Kelebekler
Prangalara Sarılmış Hiçlik / Hazar
Karakter Kılavuzu 2
8- Ölü Kentin Düşüşü
9-Mucizenin Öpücüğü
Tatlılar Ve Zehirler / Hazar
10- Ölümün Atan Kalbi br.
11- Ölümün Atan Kalbi ii
12 - Kıvılcımlar
Wish in the Ashes / Hazar
13 - Yangınlar Cehennemi
Ateş Çemberi/ Hazar
14 - Keder Çiçeği
15- Camdan Kanatlar
Deha Kül // Karanlık Güneş
Bir Kadeh Günah / Hazar
16- Pandoranın Altın Kutusu
İnsan Olma Sanatı // Deha
17- Güneş Ve Ayın Dansı
Deha // Küllere Çevirmek
18- Benliğimin Katili
19- Dağılan İnciler
20-Kırmızının İntikamı
21 - Aşk ve Cehennem
22- İhtimaller ve Düşüşler
23- İhanet Çarkı
Özel Bölüm - Değersiz Değer
24- Batışlar Ve Çıkışlar
Annenizle Nasıl Tanıştım? /Özel Bölüm
25- Temel Hissizlik Yasası
Yarım Elma /Özel Bölüm
26- Gölgelerin Ardından
27- Kelebeğin Doğuşu
28- Kurumuş Güller
Özel Bölüm/ Beyaz Meleğin Öpücüğü
29- Kurt Avı
30 - Ve Sonsuza Dek Mutlu Yaşadılar
31 - Meleğin Son Döngüsü
32- Son Yaz
Özel Bölüm / Aşk Haritası
33- Acı Tat
34- Alice Uyuşturucu Almak İstiyor
35- Ölüm Hemen Ardında
36- Aşk, Bela, Kan
37- Şerefe!
38 - Lazarus'un Yükselişi
38- Bulantı
39- Hayat Bir İllüzyon Değil Mi?
Özel Bölüm /Pezevenk Değer'in Günlüğü
40 - Günah Kadar Kırmızı
41 - Uğursuz Böcek
42 - Seçenekler ve Sırlar
43- Çiçekleri Koparılmış Persephone
44- Korni Revnosti
45- Aldatıcı Öpücük
46- Yuva
47- Bir Rüya Bir Ağıt
48- Kan
49- Rüyalar
50- Çeyrek Öpücük
51 - Bazen Bırakmak Gerekir
52- O Kişi
53 - Derinlere İniş
Özel Bölüm - Safir
54- Ruhsuz Ninni
55- Özlem
56 - Bıçak Sırtı
57- Kırık Kalp
58 - Kül Çukuru
59- Hatırla
60- Sarmal
61- Çiçek
62- Başlangıçlar, Devamlar ve Bitişler
64 - Tehlikeli Sular
65- Oyun
66- Ah Matilda
67 - Kayıp Hayaller
68 - Peri Masalı
69 - Ayrılık Acıtır
70- Hesaplaşma
71-Rus Ruleti
72 - Her Şey Yolunda
73 - Yolunda Gitmeyen Şeyler
74 - Ağır Yük
75- Kaos Yumağı
76 - Yarı Ölü
77- Eksik Parça
78-Yine Yazı Bekleriz
79- Kapalı Kapılar

63- Normal Çiftler Gibi

34 7 1.1K
By hakimeninkalemi


Hellü. Ben geldim. Hpş geldim. Teşekkür ederim. Bölüm genel hatlarıyla tatlı bir bölüm. Umarım seversiniz. Şimdiden keyifli okumalar.

Bu arada Yakut Tunahan Yargıç hiçbir zincir markette yoktur. Tamamen hayal ürünüdür. Ve sadece Suna'ya aittir. Öptüm.

***

Suna

Hayatım boyunca beni öldürmek için yarışanlara karşı savaş vermiştim. Hep ölmem beklenmişti ama iyi, kötü yaşamış, gözlerimi açmıştım. Hatta gözlerimi açtığımda kendimle dalga geçmiştim. Suna Alemdar. Ne yapılırsa yapılsın hayattaydım. Tehditler almış, meydanlar okumuş, darbeler almıştım ama işte buradaydım.

Kollarımı göğsümde kavuşturmuş bir şekilde Sofya'ya bakmaya devam ederken gülümsemeye devam ediyordum. Yine o konumdaydım. Tehdit ediliyordum. Hastaneden çıkalı sadece bir gün olmuştu. Biraz bile dinlenme hakkım yoktu. Olaya dahil olmam için beni meydana çekiyorlardı. Çekilmek istemiyordum ama onlar hayattayken de hayatıma devam edemeyeceğimi vurulduğum gün bir kez daha anlamıştım.

Ya ben ölecektim ya da onlar. Başka bir seçenek yoktu.

"Hayatının hatasını yapmak üzeresin Nina. Eğer kızımın saçının bir teline zarar gelirse," deyip yan yan baktı. Bakışlarımı odağına aldığı sevgilime çevirmek istesem de kendimden ödün vermemekte kararlıydım.

Kırmızı çizgilerimle beni hedef almalarından artık usanmıştım. Böyle böyle sindirilmiştim. Annem, babam, Yasemin, Değer... Hepsi beni böyle sindirmişti. Tehdit etmişlerdi, beni avuçlarının arasına almışlardı ve oynatmışlardı. İzin vermek zorunda kalmıştım. Durmuştum. Düşüncelerimi tek tek silmiştim. Yine de zarar görmüşlerdi. Ne yaparsam yapayım durmamışlardı.

"Yalnız," dedim gülümsememi silerek. "Modası geçen hareketlere gerek yok. Kızını öldürdüğümde seni yaşatır mıyım diye sorgula."

Sevgilimin bileğini bıraktığında rahatlamıştım. Elini onun omzuna koydu. Parmakları çıplak omzuna değdiğinde gözlerine bakmaya devam ettim. Hissettiğim tek şey sinirdi. Ve elbette çaresizlik. Hiçbir şey yapamamak o kadar kanıma dokunuyordu ki...

"Küçücük boyunla benimle dans edebileceğini mi sanıyorsun?"

Başımı salladım. Bu güveni nereden bulduğumu bilmiyordum aslında. Arkam babamın ailesi kadar sağlam değildi ne de olsa. Ne kadar çok akrabamız olduğunu düşünürsek mantıklı hareket ediyor demezdim kendime.

"Seni uyarmadığımı söyleyemezsin."

Sevgilimin omzunu bıraktıktan sonra arkasını döndüğünde kollarımı çözdüm. Eğer odanın içinde Zümrüt olmasaydı çoktan Deha'nın silahını alıp Sofya'yı vururdum.

Seni bugünde benim tarafımdan ölmeni engelleyen Tanrı için ne yaptın Sofya?

Sofya, evi terk ettiğinde omuzlarımı düşürdüm. "Hiçbir şey olmayacak," dedim gözlerimi karşı taraftan çekip abime getirirken. "Sadece gözdağı."

Koltuğa çökmek istiyordum ama dikişlerim yüzünden oturmakta zorlanıyordum. Aniden yapamıyordum. Dün canım sevişmek istemişti, onu bile yapamamıştım. Bunun için ayrı bir yargılanacaktı Alyona.

Derin bir nefes alıp sevgilimin yüzüne baktım. Bana öylece bakıyordu. Sol eli sağ omzundaydı, ovuşturuyordu. Sofya benim kızartırken üzüldüğüm tenini kızartmıştı.

Bir cevap bekler gibiydi ancak hangisine? Düşündüm dediklerimi. Bebekten bahsetmiştim. Elbette.

Sadece basit bir rüyaydı. Bir yıldız kaymış, denizde köpükler olmuştu. Hamile kalmış ama kalmamışım gibiydi. Sadece anlık bir acıydı, sonra geçmişti. Gerçek değildi. Gerçek olsaydı doktor söylerdi. Özellikle sormuştum. Hayır demişti. Bir kabusu gerçek sandığım için kızmıştım.

"Hamile değildim," dediğimde gözlerindeki ifade hızla dağıldı. "Alyona beni hamile sandığı için öyle dedim. Bir kozum olsun istedim sadece."

Bu tamamen doğruydu. Ellerimi dikişlerimin olduğu noktaya getirdim. Alyona kıskanç bakışları eşliğinde gözlerimin önünde belirdiğinde canım daha da yandı. Hiçbir zaman anlam veremediğim bir kıskançlığı olurdu bana karşı. Şimdi daha net anlıyordum.

Sevgilim iki adımda yanıma geldiğinde elimi karnımdan çektim. Ellerimi avuçlarına koyduğumda sıkı sıkı tutup dudaklarına götürdü.

Bundan birkaç yıl sonra onunla çocuklarımızın olduğunu hayal ederdim ama şimdi o hayalin kıyısından köşesinden bile geçemiyordum. Alyona ve Safir benden hayalin gerçekleşme ihtimalini yarılamıştı. Hatta yarıdan bile fazlaydı. Belki de tamamen alacaklardı benden.

"Dinlenmek istiyorum," deyip bakışlarımı sevgilimden alıp Deha'nın yüzüne getirdim. "Kusura bakmazsın, değil mi?"

Onun bile yaşam enerjisini çekmiş gibi hissediyordum. "Ne kusuru," dediğinde ellerimi sevgilimin ellerinden çektim. Deha'nın yanına gidip ona sarıldım.

"Başını belaya sokma sakın sarı cadı."

Geri çekilip yanağına uzandım, basit bir öpücük kondurup geri çekildim. "Ben hiç öyle şeyler yapar mıyım?"

Deha bana manalı manalı baktıktan sonra sevgilime baktı. "İkinizde de kurt var, kafanızın dikine gidiyorsunuz. Bundan sonra siz nereye korumalar oraya."

Ona gözlerimi devirdim. Korumalardan kurtulmam çok da zor değildi. Daha önce de kurtulmuştum. Yakut zaten mükemmel bir hırsızdı. Gölge gibiydi, ayak seslerini bile duymak zor oluyordu.

"Tamam," dedim mızmızlanarak. "Tuvalete kadar gelmesinler."

Deha beni onaylarken bu sefer abimin yanına gittim. Bana doğru eğildi, önce yanaklarımı sıktı. Sonra yanaklarımı sulu sulu öptü. Ona da gözlerimi devirdim. Huysuz günümdeydim. Yine de dişe diş kana kandı benim lafım. Yanaklarını sıktım. Yüzünü ekşitecek gibi olduğunda geri çekildim. Parmak uçlarımda yükselip yanaklarına küçük öpücük kondurdum. Biraz da sulu olmuştu öpücüklerim.

"Neyse bu sefer postu deldirmedik," diye bana şaka yaptığında tek kaşımı kaldırdım. "Bu olmayacağı anlamına gelmez," dediğimde ellerini havaya kaldırdı. Aslında abim sıkıcı biri gibi gözükse de o kadar sıkıcı değildi. Sadece olgundu. Espri de yapabiliyordu.

"Bana öpücük yok mu gelinim?"

Zümrüt elini bir kaynana edasıyla öne uzattığında gülmeye başladım. O da gülmemek için kendini zor tuttuğunda ona yürümeye başladım.

Sofya gerçekten şu tatlı kadının hatrına bu gece yatağında şarap içebileceksin.

Tam önünde durup elini elime aldığımda beni kendine doğru çekip sarıldı. "Beni yaşlı hissettirecek her şeye hayırım. Daha gencim, güzelim."

Geri çekildikten sonra yanaklarımı sıktı. Gülümsedim. İnsanların yanaklarımla olan derdini bazen anlamıyordum. Ne zaman beni sevmeye kalksalar ilk hedefleri yanaklarım oluyordu. Ya öpüyorlardı ya da böyle sıkıyorlardı.

"Lokum gibisin," dediğim anda gözlerini kocaman açtı. Hamile birinin yanında böyle şeyler söylemem mantıklı değildi. Bazen gaf yapabiliyordum.

"Lokum istiyor bizim kızlar."

Öyle tatlı söylemişti ki evden çıkıp alasım gelmişti ama bu benim görevim değildi. Abimindi. Gitsin de alsın.

"Bence biri oğlan," dedi sevgilim bir kez daha. Erkek yeğeni olmasını çok istiyordı, sebebini sormuştum. Belki erkeksel aktivite içindir diye. Sonra kendisine kız çocuklarının da çoğu aktiviteyi yapabileceğini söyleyecektim. Ancak onun kafasında plan daha farklıydı. Küçücük çocuğu benimle kıskandıracaktı.

Bunu ilk duyduğumda ne diyeceğimi bilememiştim.

"Baksana, karnın yamuk."

Yamuk dediği her anda Zümrüt gözlerini deviriyor, kızıyordu ancak Yakut hiçbir zaman yamuk demekten vazgeçemiyordu.

"Senin burnun yamuk," deyip beni bırakan Zümrüt kollarını göğsünde kavuşturdu. Sevgilimin yüzü dayak yemekten şişmişti ve burnu biraz yamuk görünüyordu. Bunu inkar edemezdim. Birkaç gün içinde boksöre dönmüştü. İşin tuhaf kısmı hala yakışıklıydı. Nefessiz verirdim demek istiyorum ama öbür yandan da hanımefendi kişiliğimle öne çıkmak istiyordum.

Hepsine bir kez daha bakıp salondan çıktım. Merdivenlerden çıkmaya başladığımda dikişlerim bir kez daha sızlamaya başlamıştı. Tek istediğim biraz uzanıp tavana bakmaktı. Merdivenleri tamamlayıp odamıza girdiğimde üzerimdeki hırkayı çıkardım. Yavaş adımlarla yatağımıza ilerlediğimde odanın kapısı yavaşça aralandı.

Yatağa uzandığımda Yakut odaya tamamen girmişti. Tavana bakmaya başladım. Dudaklarımdaki gülümseme yavaşça silindi. Kendimi her ne kadar iyi olduğuma inandırmak istesem de bir süre sonra iyi olmadığımı anlıyordum.

"İyi değilim," dedim. İyi misin diye sormasına hiç gerek yoktu. İyi olmadığımı herkes biliyordu. Konuşmaya çalıştıklarında onları engellemiştim. Konuşacak pek de bir şeyim olmadığını söylemiştim. Yüzde yetmişten yüzde otuza inen doğurganlığımın konusunu açmak istememiştim.

Yakut yatağa oturduğunda sürünerek başımı kucağına koydum. Parmakları anında saçlarımı bulduğunda gözlerim doldu.

"Daha yirmi yaşındayım," dedim. "Bir sürü hayalim vardı, hayatımı yaşamak istiyordum."

Derin bir nefes aldım. "Aksiyonsuz, sıkıcı, huzurlu bir hayat istiyordum."

Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde elini saçlarımdan ayırıp yanağıma getirdi. Parmağı gözyaşımı yakalarken burnumu çektim.

"Normalde böyle hayallerim yoktur ama yirmilerimin ortasında ya da otuzlarımın başında anne olmak istiyordum."

Birkaç gün öncesine kadar bu hayalimin zemini sağlamdı, şimdiyse zemin parçalara ayrılmıştı, tek bir noktada duruyordum.

"Evlat ediniriz diyeceksin, biliyorum. Buna gocunmam. Hatta çok isterim ama senden, benden de bir parça istiyordum. En azından Okyanus bizden olmalıydı. Tatmak istiyorum."

İki kez hamile kalmıştım ama ikisinde de istediğim gibi bir hamilelik geçirmemiştim. Çocuktum birinde. Hem hemen ölmüştü, diğeri ise burnumdan gelmişti. İlk başta kabullenmemiştim. Yasemin ve babamın fikriyle onu evlatlık vermeyi düşünmüştüm. Tam kabullendiğim zamanda ise benden alınmıştı. Sonsuza kadar.

"Biliyor musun rüyamda bebeklerimiz benden tek tek koparılıyordu. Yıldız kaydı rüyamda. Hoşuma gitmişti. Sonra sen geldin, bana dedin ki ; çok güzel ama aslında güzel değil, çocuklarımız sonsuza kadar gitti."

Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerinin kızardığını gördüm. "Denizde de köpükler vardı."

Bakışlarımı yüzünden çektim. "Hayallerim gibi kayıp gittiler, köpük oldular. Hiçbir şey yapamadım. Hiçbir zaman yapamıyorum."

Alyona bir kez daha gözlerimin önünde belirdiğinde parmaklarımı yatağa bastırdım.

"Bir keresinde Alyona rüyama girmişti, kabus desek daha doğru olur. Benden her şeyimi almıştı. Koparıp almıştı. Gerçekten yaptı sayılır. Sonra beni Değer'in eline bırakmıştı."

Sevgilimin gözyaşı yüzüme düştüğünde parmaklarımı çarşaftan ayırdım. Ellerimi yüzüne uzatıp gözyaşını sildim. Ağlaması için anlatmıyordum bunları.

"Ben bir kez daha kaybedemem," dedim. Bu zamana kadar çok şey kaybetmiştim. Küçüklüğümde abimi kaybetmiştim, uzun süre görmemiştim. Çocukluğumu kaybetmiştim, masumiyetimi öldürmüşlerdi. Bebeklerim ölmüştü, babam ölmüştü. Hep kaybetmiştim. Birkaç kez kazansam da hep kaybetmiştim.

"Buna dayanamam."

Beni kimse tutamazdı o zaman. Hep yaşama tutunmaya çalışan o kızın kaybolmasına son birkaç adım vardı.

"Geçecek denilmesine ihtiyacım var," diye mırıldandım. "Yalandan da olsa bana her şeyin geçeceğini söyler misin?"

Burnumu bir kez daha çektim. "Geçecek," dediğinde sesi samimi çıkmıştı. Benim aksime o gerçekten geçeceğine inanıyordu. Gülümsemeye çalıştım. Birimizin pozitif olması güzeldi. "Birkaç yıl sonra geriye baktığımızda ne kadar güçlüymüşüz diyeceğiz."

Diyecek miydik gerçekten?

"Gerçekten güçlü müyüm?" diye sordum. Kendimi güçsüz gördüğüm çok zaman vardı. Ezilmiştim. Büzülmüştüm. Bu yaşıma kadar gücümle değil azimimle gelmiştim sadece. Bir de hırsım vardı. Onun dışında gücümün olup olmadığını bilmiyordum. Bana zayıf halka derlerdi. Damarlarımda akan kan bile yarımdı.

"Öylesin," dedi. "Her şeye rağmen o boynunu bükmedin. Yere yığılmadın."

Başını tamamen bana doğru eğdiğinde gözlerimiz tekrar kesişti. Diplerine yayılan gri yüzeye tutundum.

"Tamam," dediğimde alnımı öptü. Kuru dudakları tenime değdiğinde gözlerimi kapadım.

"Suna," dediğinde gözlerimi hızla açtım. Yakut bana hep Opal derdi. Suna diye seslenmesi beni garip hissettiriyordu her seferinde. Diğer yandan çok güzel diyordu. Sanki ismim çok özelmiş gibi hissettiriyordu. Oysa Suna'ydı sadece. Birçok kadın bu ismi taşıyordu.

"Neden bana Suna diyorsun?"

Kucağından başımı kaldırdım. "Rahatsız mı oluyorsun yoksa?" diye karşılık verdiğinde dudaklarımı ıslattım. Onun dudaklarının arasından Suna ismini duymayalı sadece beş gün olmuştu. Vurulduğum günde bana Suna demişti. O günden sonra da Suna olarak kalmıştım.

"Merak ediyorum," dedim. Elini yanağıma getirdi, yavaş yavaş okşadığında yanağımı avucuna yasladım. Kalbimdeki kuşlar kanatlarını çırpmaya devam ettiğinde nefes alıp verdim. Kalbim atmayı bırakacak kadar hızlıydı. Yakut kalbimi, zihnimi varlığıyla doldurmuştu.

"Hepsini çok seviyorum," deyip eğildi, açıkta kalan boynuma küçük bir öpücük kondurdu. Burnu tenime çarptığında kokumu içine çekmişti. "Gece."

Gece ismine her ne kadar küssem de Yakut küsmemişti. Beni Gece olarak tanımıştı, Gece'ye aşık olmuştu.

"Suna," Suna ikinci kez aşık olduğu kadının ismiydi. "Nina," diye devam etti. Karanlığımı görmesine rağmen tutkuyla bağlanmıştı. "Hatta yeni ismin Aylena. Onu bile çok sevdim."

Dudaklarını bir kez daha tenime bastırdı. "Sahi ne demek o?"

Omuzlarımı silktim. "Bilmiyorum," dediğimde dudakları benden çekildi. Elini cebine atıp telefonunu çıkardığında başımı omzuma yasladım. Parmakları ekranda aheste aheste gezindiğinde onu izlemeye başladım.

"Buldum," dedi heyecanla. Bazen fazla masum olabiliyordu. Yüzüne bakınca saflığını görebiliyordum. Bazenleri ise öyle değildi. Kurnazlığı belli oluyordu.

"Lotus," dediğinde gülümsedim. "Nina da Rusça'da kutsal demekti. Yani Kutsal Lotussun sen."

Babamın ya da diğer aile üyelerinin beni kutsal olarak gördüğünü düşünmüyordum. Eğer babamın gözünde kutsal olsaydım beni öldürmek isteyen kızını nüfusuna almak istemezdi.

Elinden telefonu alıp yastığın altına koyduktan sonra sevgilime sokuldum. "Çok ismin yokmuş aslında. İkisi Türkçe, ikisi de Rusça. Opal zaten benim sana verdiğim bir isim."

Parmakları sarı tutamlarıma bir kez daha değdiğinde başımı kalbinin olduğu kısma yasladım. Tıpkı benim kalbim gibiydi. Gözlerimi kapadım.

Neden kalbin bu kadar hızlı atıyor?

Kansızlıktan.

Zihnimde beliren kesik anıyla birlikte kaşlarımı kaldırdım. Ne zaman, nerede böyle bir soru sormuş, böyle bir yalanı cevap olarak kabul etmiştim. İnsanın kalbi hiç kansızlıktan bu kadar hızlı atar mıydı?

"Rus isimlerimi boş ver," dedim. "Gece'yi de silelim. Biliyorum ilk aşkın Gece'ydi."

Cıkladı. "Benim ilk aşkım sendin. İsimler öylesine."

Göğsüne koyduğum elimi el yordamıyla yüzüne getirdim. Parmaklarımı dudaklarında gezdirdim.

"Ürkek ama cesur bakışların bana değdiğinden beri kalbimdesin. Suna, Gece, Opal, Nina ya da Aylena. Bunların önemi yok."

Parmaklarımı öptü. "Ürkek mi?" diye sordum. "Geçenlerde salyamın aktığını söylemiştin."

Gülmeye başladığında gülüşüne eşlik ettim. "Hepsini aynı anda yapabilirsin. Mesela ben sana bakarken her şeyi aynı anda yapıyorum. Aşık gibi bakıyorum, bu yetmiyor, arzuluyorum, salyam akıyor, bir yandan da korkuyorum."

Geri çekildim. Gözlerine baktım. Tek yapmam gereken dudaklarına dudaklarımı değdirmekti ama öpersem susardı. Susmasın istiyordum. Sabaha kadar konuşsa uyumam, dinlerdim.

"Neden korkuyorsun?" diye sordum. Saçlarımı yüzümden çekip kulağımın ardına iliştirdi. Yüzümün kabak gibi ortaya çıktığını hissettim.

"Canının yanmasından," dedi. "Kaybolmandan."

"Kaybolursam bile bulursun beni."

Hep bulmuştu beni. Bulmadığı bir gün bile yoktu. Yokluğunda bile yanımda olmuştu. Bu garipti ama öyleydi. Hep birileri tarafından arandığımı, sonra da bulunduğumu hissederdim. Bazen bir kitaba koştuğumu hatırlıyorum. İçinde kırmızı bir çiçek olurdu. Sayfalarına yayılan koku hala aklımdaydı.

Bir ayrılık hediyesi gibiydi o çiçek. Hiç kavuşamadığın birinden ayrılmak da ayrı bir acıydı.

"Yatağımda kendimle cebelleştiğim zamanlarda bir kitap alırdım elime. Sayfaların arasında bana verdiğin ayrılık çiçeği olurdu. Ne zaman atmaya kalksam elim varmazdı. Hep aklıma gelirdin."

Dudaklarımdaki gülümseme silindi. Bunca sevgiye rağmen ilk ben vazgeçmiştim ondan. Mert ile sevgili olmuştum. Yakut'un elini tutmak varken Mert'in elini tutmuştum. Onu da kendimi de mutsuz etmiştim.

"Hatırlıyorsun," dediğinde başımı salladım. Kesik kesikti ama hatırlıyordum. Bazı anılarım ise hiçbir zaman gelmeyecekti. Biliyordum. Yakut yaşadığımız birkaç anıyı anlattığında hatırlayamamıştım. Tüm gece zorlamıştım kendimi ama gelmemişti.

Keşke hatırlayabilseydim, çok güzellerdi. Mutlu olduğum nadir anların silinmesi güzel değildi, bir eziyetti. Diğer yandan tüm kötü hatıralarım yüzeydeydi. Dedikleri gibiydi, acı iz bırakırdı.

"Rakun?" diye sorduğunda gözlerimi kıstım, hatırlamaya çalıştım ancak tık yoktu. Derin bir nefes alıp yataktan kalktım. "Fotoğraflara bakalım mı?"

Uzun zamandır bakmamıştım. Ücra köşelere iliştirmiştim. Sevgilimin yüzüne baktım. "Sadece benim fotoğraflarıma bakacağız," diye mırıldandım. Diğer fotoğraflara benim de bakasım yoktu. Babamın yüzünü şimdi görürsem sinirle fotoğraflarını yırtabilirdim. Bunu yapmak istemezdim. Her ne kadar kötü olsa da o benim babamdı ve ben onu seviyordum. Bir bildiği vardı besbelli.

Safsın. Ne sebebi olabilir ki? Senin işe yaramayacağını biliyordu. Oysa Alyona öyle miydi? Deli olmasına rağmen zeki, güçlü. Sevmediği adamla bile evlenirdi babası için. Ya sen? Hiçbiri yok sen de.

Başımı iki yana salladım. Etrafımda uçuşan sinekleri kovalamaya çalıştım. Derinlere gömmek istediğim benliğimi gömemiyordum bir türlü. Hep aklı işe yaramazlığıma gidiyordu. Oysa ki ben işe yaramaz değildim ki. Sadece hayatımı babamın ya da Değer'in önüne sermek istememiştim. Kendi ayaklarımın üzerinde durmak istemiştim. Bu bir işe yaramazlık mıydı yani?

Dolabın kapağını açıp içinden fotoğrafların olduğu çantayı çıkardım. Fotoğraflar o kadar çoktu ki aldığım fotoğraf albümüne sığmamıştı. Yasemin ve babamın en iyi özelliği bu olmalıydı. Her anımı kaydetmeleriydi. Böylece nasıl yaş aldığımı kolayca görebiliyordum.

Poşetin içindekileri yatağa boşalttıktan sonra yatağa oturdum. Dirseğimi çıplak bacağıma koyduktan sonra yumruk yaptığım elimi çenemin altına yasladım. Fotoğraflara şöyle bir baktım. Gözüme ilk değen bebeklik fotoğrafımdı.

Elimi çenemden çektiğimde sevgilim fotoğrafımı eline aldı. Hiç bebekliğimi görmemişti. Kaşları kalktığında gülümsedim belli belirsiz.

"Fotoğraflarımızı yan yana getirmemiz gereken konular var," dediğinde kıkırdadım. Fotoğraf yığınının içinden Yakut'un bebeklik fotoğrafını çıkardım.

"Güzelliğim senin sevimliliğini gölgelemesin," dediğimde gözlerini fotoğrafımdan çekti. Gözlerime baktı.

"Sevimli mi? Görmüyor musun orada dünyanın en yakışıklı bebeği var. Biliyon mu beni en yakışıklı bebek olarak ilan edeceklermiş ama kabul etmemişiz."

Gülmeye devam ederken fotoğrafa tekrar baktım. Tombul elleri, tombul bacakları, sıkılmak için yaratılmış tombul yanakları ve cam gibi mavi gözleriyle çok güzeldi. Böyle bir kızım olsun isterdim. Parmaklarımı yüzünde gezdirdim.

"Bilmiyordum. Haklılarmış."

Fotoğrafı kenara bırakıp başka bir fotoğrafa geçtim. Deniz kenarındaki Yakut kameraya somurtuk bakışlar atmakla meşguldü. "Karadeniz'de gemilerin mi battı, bu ne hal?"

Fotoğrafı ona doğru döndürdüğümde elindeki fotoğrafımı kucağına bıraktı. Aklına koymuştu, o fotoğrafı kendi fotoğrafıyla aynı kareye koyacaktı.

"Dertlenmişim, umarım üzerine bir bardak süt içmişimdir."

Fotoğrafı eline aldığında başka fotoğrafa uzandım. Burada Yakut biraz daha büyüktü, yanında bir kız vardı. Zümrüt olamazdı. Hem elini tutuyordu, hem de yanağını öpüyordu.

"Bu kız kim?" diye sordum. Kıskançlıktan ziyade meraktandı. Yarın öbür gün bir de başıma bu kız çıkardı, uğraşamazdım. Sevgilime yürüyen yürüyeneydi.

"Bilmem, mahalleden biri olmalı."

Fotoğrafa baktı. Kaşları kalktı. "He Bahar'ın ablası."

Hani şu meşhur Bahar. Bir ara Zümrüt'ün kendine yenge yapmaya karar verdiği o Bahar. Hani geçen haftalarda Yakut'un medeni durumunu soruşturan Bahar...

Gülümsememi silmedim. Fotoğrafı elinden alıp yanıma bıraktığımda o da fotoğraf yığınından bir fotoğrafımı aldı. Uzun uzun baktı. "Bu kim?"

Hayda. Beni taklit ediyordu resmen. Fotoğrafı bana doğru döndürdüğünde dudaklarımı ıslattım. Üstüm başım çamurdu, yanımda da birkaç çocuk vardı.

"Hatırlamıyorum," dedim. "Ama sağımdaki abim."

Koca gamzeleri ve yeşil gözlerinden bile belliydi abim olduğu. Sevimliydi. Tavşan dişliydi bir de. Yoksa sincap ağızlı mı diyorduk?

Başka fotoğraf aldım yığından. Değer vardı fotoğrafta. Doğum günümde çekilmişti. Hemen arkamdaydı. O zamanlar iyi arkadaştık. Bana karşı hissettiği o yoğun duyguların (?) bile farkında değildik.

"Çekmecede makas var mı?" diye sorarken fotoğrafın solunu katlamıştım bile. Yakut ne olduğunu sorgulamadan makası çekmeceden çıkarıp bana uzattığında hemen makası kaptım. Fotoğrafın o kısmını kestiğimde bir gram bile pişman değildim.

Evet o zamanlar masumdu ama yine de geçmişe baktığımda ondan bir iz görmek istemiyordum. Bu yüzden elimden geldiğince onu her kareden çıkaracaktım. Bunun için yardım da alacaktım. Sadece hazır hissetmem gerekiyordu. Kendimi tam anlamıyla açmakta zorlanıyordum.
Sanki kendimi açarsam yine arkamdan vurulacağımı düşünüyordum. Manipülasyona tekrar uğramak istemiyordum.

Eylül'e başta gerçekten inanmıştım. Ona kabuslarımdan bahsetmiştim. Hatırladıklarıma dair şeyleri söylemiştim. O ise beni kolye için kullanmıştı. Ayrıca Safir'e de yardım etmişti. Bana uyuşturucu vermek istemişti. Yine aynısı olur diye çok korkuyorum.

Değer'in izi fotoğrafımdan koptuğunda derin bir nefes alıp kenara koydum. Fotoğraflarıma bakmaya devam ettim. Gördüğüm her Değer'in olduğu fotoğraf karesini yok ederken şarkı söylemeye başladım.

Başımı sallamaya başladığımda elim lise üçün ilk günü çekilmiş fotoğrafıma kaydı. Kalçamı sıraya yaslamış kameraya bakıyordum. Mahkeme duvarı gibiydi yüzüm.

Sürer, böyle sürer; ses etmezsen eğer
Kameraya gülümseyin en güzel açınızdan
Kime ne acınızdan?

Şarkıyı söylemeyi bırakıp başımı omzuma yasladım. Mutsuzluğumun bir kanıtı avuçlarımdaydı. Yine de umutlu gibiydim. Lisede ayrı bir saftım. Mecburiyetten yaptığım çok şey vardı, yine de geçmişe bakınca kendime çok sinirleniyordum.

"Şarkı söylemeni özlemişim," diyen Yakut ile kendime geldim. Elimdeki fotoğrafı kenara bırakıp gitarlı fotoğrafımı elime aldım. Ergen Suna'ya baktıkça hem mutlu oluyordum hem de üzülüyordum. Mutlu oluyordum çünkü ne kadar geliştiğimi görüyordum, üzülüyordum çünkü tadını tam anlamıyla çıkaramamıştım. Bu beni her zaman üzecekti.

"Oha, kahküllerin varmış."

Bana gösterdiği fotoğrafa baktım. Saçlarımı iki yandan örmüştüm, kahküllerim gözlerimin hemen üzerinde bitiyordu. "İstersen tekrar kestiririm."

Kısa saçlarıma olur muydu bilmiyordum ama saçlarımda bir değişiklik yapmak istiyordum. Uyandığımdan beri bunu düşünüyordum. Boyamak, tekrar kestirmek gibi şeyler geçirmiştim kafamda ama sonra vazgeçmiştim. Bu sene saçlarımı çok fazla kesmiş, çok fazla boyamıştım. Belki de septuma geri dönmeliydim.

"Dövme yaptırayım mı?" diye sordum. Eskiden dövme sevmezdim. Garip gelirdi böyle şeyler bana.

"Ya da yapmayayım," deyip sevgilimin yüzüne baktım. "Fotoğrafları kaldıralım da uyuyalım. Çok uykum geldi."

Fotoğrafları çantanın içine koymaya başladığımda Yakut'un bakışları hala üzerimdeydi. Fotoğrafların tamamını çantaya koyduktan sonra makası da çantanın içine attım.

Büyük değişiklikler yapmak istiyorum ama bir yandan da cesaret edemiyorum. Ya pişman olursam diye düşünüyordum. İkilem içinde kalmak kötü bir şeydi. Yastığa başımı koyduğumda Yakut da yanıma uzandı, beni kollarının arasına aldığında gözlerimi kapadım. Birkaç gündür ayrı yataklardaydık. Birlikte yattığımız süre bir saatten fazla değildi.

"Seninle uyumaya ihtiyacım var," dediğimde başımın tepesini öptü.

"Ben de seni özledim ama buradayım, hiçbir yere kaçmıyorum."

Başımı yastıktan çekip kalbinin üstüne koydum. Parmaklarını kazağımın eteklerine getirdi.

"Kaçma zaten," dediğimde parmağı belime dokundu. Tüm tüylerim diken diken olduğunda dudaklarına uzandım. Kuru, patlamış dudakları dudaklarıma değdiğinde gözlerimi kaldırdım.

"Kaçarsam beni kovalar mısın?" diye sorduğunda dudakları dudaklarıma tekrar değdi. "Bu nasıl bir soru," Kısa bir es verdim. Nefesim dudaklarına karıştı. "Kovalarım. Dünyanın öbür ucuna gitsen bile bırakmam."

Alt dudağımı dudaklarının arasına aldığında elimi göğsüne bastırdım. Kalbinin atışları avuçlarımı yokladığında beni kendine doğru bastırdı. Dudaklarımı emdiğinde gözlerimi kapadım. Parmakları belimden karın çizgime ulaştı. Boydan boya gezdirdiğinde içim kıyır kıyır olmuştu.

Soluğum soluğuna sığmazken boştaki elini çeneme yasladı, dudaklarımı daha da içine çektiğinde gözlerimi araladım. Kasıklarımda akıl almaz sızıyla birlikte elimi göğsünden aşağılara indirdim. Parmaklarımı tişörtünün içine soktuğumda dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Mavi gözleri yine alevlere teslim olmuştu.

"Seviş benimle," dediğimde hala nefes nefeseydim. Yakut dudaklarını yaladı. "Olmaz," diye karşılık verdiğinde gözlerimi baygınlaştırdım. "Canın çok yanar."

Parmağını alt dudağımda gezdirdi. Çizgilere dokundu. Öpüşmekten kızaran dudaklarıma dokunması beni daha da tahrik ettiğinde nefesimi verdim.

Alyona, kör kuyulara giresin.

"Ben de seni çok istiyorum ama senin canın daha kıymetli."

Parmağını dudaklarımın arasına alıp emdiğimde gözlerindeki alevler en yüksek noktaya çıktı.

"Vurulmaktan nefret ediyorum," dedikten sonra parmağımı ağzından çekip kendi dudaklarımın arasına götürüp emdim. Başımı geriye doğru attığımda karın çizgimdeki parmağı göğüslerime kadar uzanmıştı.

"Bir de bayıl istersen yavrum."

***

Gözlerimi açtığımda her zamanki gibi yalnızdım. Birkaç gündür şikayetçi olduğum durum yine başıma gelmişti. Yakut'un başını koyduğu yastığa başımı yerleştirdikten sonra burnumu sürttüm. Klasik bir kokusu vardı aslında. Naneli ve misket limonlu şampuan kullanırdı sevgilim. Yine de çok güzeldi.

"Günaydın," diyen sesle birlikte burnumu yastıktan çekip sırt üstü kendimi geriye bıraktım. Yanıma gelip elindeki tepsiyi komodinin üzerine bıraktı. Ardından benim oturtmakla uğraştı. Yüzüne baktım. Yüzündeki şişlikler inmişti ama morluklar hala oradaydı.

Dayak yemekte bir numaraydık. Hem de bizi döven Alyona idiydi. Kabul, benden çok daha iyiydi ama yine de insan içerleniyordu. Bu kadar çok kazanması insanı sinir ediyordu. Hani iyiler daima kazanırdı, hani nerede?

Bir dakika, biz iyi değildik ki. Tamam saf kötü de değildik ama kazanmamız için yeterince saf, temiz değildik.

"Medikal alanda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyorsun," dediğimde yatağa oturup tepsiyi kucağına aldı.

"Medikal alanım sadece sana özel," dediğinde tepsiye baktım. Omlet yapmıştı, görünürlerde kabuk da yoktu. Güzel durduğunu bile söyleyebilirdim. Yanında ise en bi sevdiğim reçel vardı, narlı reçel. Kızarmış ekmeğe sürünce çok güzel oluyordu. Bir de çay vardı. Neyse ki 7/24 sıvı gıda yemek zorunda değildim. Yoksa ne yapardım bilmiyordum.

"Aşçılığında bana özel kalsın," dediğimde çatalın ucuyla omletten küçük bir parça kopardı. Ağzıma doğru getirdiğinde ağzımı hızla açtım. Omlet ağzıma konduğunda çiğnemeye başladım. Çok güzel olmuştu. Hafif pul biber tadıyla birlikte mmm sesi çıkardım.

"Sen de boş değilmişsin ha, bunca zaman beni ayakta uyutmuşsun, önce çorba, sarma, şimdi de bu."

Dünkü sarmanın tadı hala damağımdaydı. Özel bir sos hazırladığını söylemişti. Sosu sorduğumda ise cevap vermemişti.

"Yani," dedi. "İnternet diye bir şey var."

Kızarmış ekmeği aldı bu sefer eline. Önce yağladı, sonra da nar reçelini sürüp bana uzattı. "İnterneti icat eden adama dua okumak gerekir, o olmasaydı bu güzel yemekleri yiyor olamazdım."

Bu evde herkes yemek yapmayı öğrenecekti. Sırada Zümrüt vardı. Çorba ve makarnadan öteye gidecekti o da.

"O kadar da değil, abine yaptırırdım."

Çakal seni.

Lokmamı çiğnemeye başladığımda elim çay bardağına gitti. Halis muhlis Karadenizli nişanlımın elinden Karadeniz çayı içmenin tadına varmak istiyordum. Çayımın rengine baktım. İmamın abdest suyu gibiyse içmeyecektim. Rengi tam kıvamında olan çayıma bakıp gülümsedim. Maşallah, tavşan kanı gibi demlemişti. Çayımdan bir yudum aldım. Şekeri de ağzıma layıktı.

Prensesler gibiydim ben koca evinde.

Tamam, bu kadar kocacılık yeterdi.

"Okula gideceksin, değil mi?" diye sordum. Kaç gündür gitmemişti zaten. Biraz daha gitmezse derslerden kalacaktı.

"Gitmek zorundayım, değil mi?" diye sorduğunda başımı salladım. Akıllı çillim benim, nasıl da anlıyordu beni.

"Eve gelince de bana matematik çalıştıracaksın, unutma."

Benim de devam etmem gerekiyordu. Tıp kazanmak kolay değildi sonuçta. Afilli bir şekilde üniformamı giydiğimi hayal edince hevesim daha da büyüyordu. Çok yakışırdı.

Doktor Suna Yargıç, acilden bekleniyorsunuz.

"O iş ben de, evinde, koynunda bir matematik dehası varken yararlanmaman saçma olur zaten."

Başımı salladım. Matematikte bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Ve çok seksiydi. Hele bir de gözlük taktığında... Derin bir nefes aldım.

"Peter Parker'ım benim."

Yakut omletten bir parça daha koparıp ağzıma uzattı. Uzattığını yerken bu durumdan zevk almaya başlamıştım. Beni böyle yedirmesi çok tatlıydı. Yakut'un soft halleri ayrı bir güzeldi.

Gözlerimi yüzünden çekip kolumdaki saate getirdim. Dersinin başlamasına da çok az kalmıştı. Arabasını da satmaya karar vermişti, kullanmak istemiyordu.

"Gerisini ben hallederim," dedikten sonra çatalı elinden aldım. "Arabanı satmak istediğini biliyorum ama sadece koltuğu değiştirsek olmaz mı?"

O arabada güzel anılarımız vardı. Bir anda gitmesine içim el vermezdi. İlk öpücüğümüze tanık olmuştu.

"En azından düşün. Evet, kötü bir olaya tanık oldu ama güzel anılar daha fazla."

Hem ona isim bile vermişti.

"Düşüneceğim," dediğinde ona uzandım, yanağına kocaman, yağlı bir öpücük kondurup geri çekildim.

"Şimdi sen mektebine git, güzel güzel yüz, derslerini aksatma."

Ayağa kalktı. "Dersler çok sıkıcı," dediğinde ona öpücük attım. "Olabilir? Bu bir problem mi? Hem sıkı can iyidir."

Omuzlarını küçük bir çocuk edasıyla düşürdüğünde çayımdan bir yudum aldım. Bunları yemiyordum. Tamam yiyordum. Çayımı höpürtederek içmeye devam ettiğimde bana doğru eğildi. Saçlarımı öpüp geri çekildi.

"Ne zaman yiyeceksin?" diye sorduğunda çay bardağını dudaklarımdan ayırdım. Bardağı tepsinin üzerine koydum. Tepsiyi de komodinin üzerine.

"Mezun olduğun gün söz yiyeceğim. Şimdi yiyemem."

Üzerimdeki yorganı kaldırdım. Bacaklarımı yataktan sarkıttıktan birkaç saniye sonra ayağa kalktım. Kollarımı sevgilimin boynuna doladığımda ellerini belime koydu.

"Sana ateşli bir öpücük versem mesela," dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Okula şevkle gider misin?" diye devam ettiğimde bakışlarımı dudaklarına indirdim.

"Dudaklarımı sigortalatmayı düşünüyorum," dediğinde ona hak vermeden edemedim. Çok öpülesi duruyordu.

"Sadece karım öpebilir maddesini de ekle oraya."

Dudaklarını aralayıp bana doğru eğildiğinde yeşillerimi dudaklarından çekip gözlerine getirdim. "İlk ve tek maddesi."

Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında belindeki eli kalçama indi. Avuçlarının arasına alıp sıktığında kendimi ona yasladım. Alt dudağını dudaklarımın arasına alıp emdiğimde soluğunun sesini duydum. Kalçamı bir kez daha sıktığında parmaklarım siyah saçlarının dibini buldu. Saçlarını usul usul okşadığımda dudaklarımızı ayırdım. Burnunu burnuma sürttü.

"Karnım doydu," dediğinde başta anlam veremesem de daha sonra oturdu. Bir ara pembe dizilerdeki öpüşmeler için böyle bir terim kullanıyorduk.

"Afiyet olsun, yine acıkırsan çekinmeden bana gelebilirsin."

Sevgilim bir kez daha dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekildi.

"Bana bunlarla gel."

Yakut okula gitmek için odadan çıktığında yatağın ucuna oturup kendimi geriye doğru bıraktım. Yastığın altına bıraktığım telefonumu elime aldığımda şortum yukarıya kadar tırmanmıştı. Ekran kilidini açıp ilk olarak Instagram'a baktım. Önüme düşen ilk fotoğraf Jülide'ye aitti. Üzerindeki kıyafetler ona tamamen yabancıydı. Jülide'nin iğrenerek baktığı o kıyafetlerdendi. Aynı benim gibi giyinmişti.

Gözlerimi kırpmadan ekrana bakmaya devam ettim. Bir hafta önce olsaydı bunu kötüye çekmezdim ancak birkaç gün önce sevdiceğime yürüdüğü için şüphe duymam normaldi bence. Hem benim zevkime zevksiz demişti. Bir anda böyle giyinesi tutmuş olamazdı. Fotoğrafı yaklaştırdığımda kaşlarımı çattım.

Bu benim badimdi. En sevdiğim değildi ama giyerdim.

Benim kıyafetlerimi giydiğinde Yakut'un ona aşık olacağını mı düşünüyordu gerçekten?

Fotoğrafı uzaklaştırdım. Badimin içinde çok iyi duruyordu. Ekranı kapatıp telefonu yanıma koyduktan sonra ellerimi göğüslerime getirdim. Sıktım. Küçüklükleri bir kez daha yüzüme vurulduğunda derin bir nefes aldım.

Daha kadınsı görünmek için meme büyütme istediğim zaman aklıma geldiğinde doğruldum. Dolabın kapağındaki aynada kendimle yüzleştim. Ellerimi kazağımın eteklerine getirip tek çırpıda bedenimden sıyırdım.

Uzun zamandır bunu yapmamıştım. Küçük göğüslerim, hafif çıkan göbeğim ile normaldim. Kazağıma tekrar uzandım. Kendimle barışalı birkaç ay olmuştu. Kusurlarımla kendimi kabul etmiş, beğenmiştim. İlerlemiştim.

Kazağımı bedenime geçirdikten sonra tepsiye uzandım. Yemeğimi bitirmem gerekiyordu. Yine de bazen büyük göğüslü olmak istemiyor değildim. Sonra vazgeçiyordum. Böyle de iyiydim. Değil mi?

"Suna?" Aralık kapıdan başını içeriye sokan Zümrüt'e baktım. Kapıyı tamamen açıp içeriye girdiğinde elindeki kutuyu gördüm. "Bu sana gelmiş."

Kutuyu yatağın üstüne koyduğunda çatalı tepsiye bıraktım. Kutuyu elime aldığımda arkasını döndü. Kutunun içinden çıkacak şeyi çok merak ettiğini biliyordum ama söylemeye de cesaret edemiyordu. Başka bir zamanda olsaydı onu seve seve davet edebilirdim ama adımıza gelen iki kutunun içeriği de korku filminden fırlamış gibiydi.

Kutunun kapağındaki kurdeleyi çözüp kapağı açtım. Bir zarfla göz göze geldim, zarfı parmaklarımın arasına aldığımda odanın kapısı yavaşça kapandı. Zarfın yanında bir de CD ile bir bebek vardı. Küçük bebek Ken'di. Barbie'nin sevgilisi. Gövdesi çıplaktı. Yazar burada ne anlatmış olabilir diye düşünürken zarfı açtım.

Sevgiline ne kadar güveniyorsun?

Gözlerimi devirdim. Yazıyı okumaya devam ettim.

Sen ameliyathanedeyken yatağın ihanet yuvası oldu. İnanmıyorsun diğer zarfa bakabilirsin. Kalbin dayanabilirse CD'ye de bakabilirsin.

Alyona.

Kağıdı buruşturup kutunun içine attıktan sonra kutunun da kapağını kapattım. Oturduğum yerden kalktım. Kutuyu elime aldım. Odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Alyona'nın saçma sapan manipülasyonlarından bıkmıştım.

Oturma odasına geldiğimde Zümrüt'ü sabah kuşağı izlerken bulmuştum. Şöminenin önüne oturdum. Karnım sızlasa da aldırmadım. Şöminenin kapağını açıp elimdeki kutuyu ateşin içine attım. Atmamla birlikte ateş harlandı.

"Kutunun içeriği aptal yalanlar, saçma manipülasyonlar."

Şöminenin demir kapağını kapattım. Bu köşede bir kadeh şarap eşliğinde sohbet etmek güzel olabilirdi. Dahasını da yapmak isterdim ancak ev bunun için müsait değildi. Gülümsedim.

Ona bu kadar kısa sürede bağlanmam normal miydi? Bundan bir yıl önce birçok erkekle flört etmiştim. Buna Deha da dahildi. Gülümsemem silindi. Çok utanç vericiydi.

Şöminenin önünden kalktım. "Yürüyüş yapmaya çıkacağım," dediğimde Zümrüt de ayağa kalktı. "Beraber yapalım mı?"

Başımı salladım. "Eve gelince de gelinliğine de bakalım," diye devam ettiğinde bir şey demedim. Aslında gelinlik giyme hevesim de gitmişti. Sadecs beyaz bir elbise giymek istiyordum. Belki başıma da bir çiçekli taç takabilirdim. Bu kadar. Fazlasına gerek yoktu. Çok kişi çağırmayacaktım zaten.

"Giyinip geliyorum."

Zümrüt'ü ardımda bırakıp odamıza çıktım. Üzerimdekilerden kurtulup pembe eşofman takımımı giydim. Üzerine de kabanımı giydiğimde hazırdım. Kenardan ilacımı alıp suyla yuttum. Ağrılarıma iyi geleceği söylendiği için içiyordum bu hapı ama iyi geldiğini düşünmüyordum. Çünkü koskoca bir uyuşturucu geçmişim vardı. Bedenim bağışıklık kazanmıştı ilaçlara artık. Omuzlarımı düşürdüm.

Kendimi bu yüzden bile asla affetmeyecektim.

***

Banka kurulmuş bir şekilde oynayan çocukları izlemeye başladım. Çoğunun annesi yanında bile değildi. Dadı oldukları yüz kilometre öteden belli olan kadınlar vardı. Derin bir nefes aldım.

"Benim de dadım vardı," dedim birden. "Ondan nefret ederdim. Bana görgü kuralı öğretmeye çalışırdı hep. Öğrenmek istemezdim. Kızlar gülmemeli, kızlar koşmamalı, kızlar futbol oynamamalı, kızlar çamurdan uzak durmalı derdi."

Yasemin'in tuttuğu dadıdan hayır mı gelirdi? Gelmezdi. Beni terbiye etmekle çok uğraşmış olmalıydı ancak paketimi bir türlü düzeltememişti. Sonra salmıştı zaten.

Tatlımdan bir ısırık alıp gözlerimi çocuklardan çekip Zümrüt'e getirdim. Olaylardan sonra içine kapanan bir başka kişi ise oydu. Safir onu bayağı korkutmuş olmalıydı. Safir kesinlikle yargılanmalıydı.

"Peki sen ne yapardın?" Sorusu üzerine lokmamı yutup gülmeye başladım. "Benim için özel getirdiği bir ayakkabı vardı, bembeyazdı, tek bir toz yoktu. O ayakkabıyla futbol oynadım. Topuğu kırıldı, kirlendi."

Zümrüt geriye yaslandı. Karnı daha da belirgin olurken bakışlarımı ondan aldım. "Hiç uyum sağlayamadım o hayata. Bir de sen üveysin, hata yaparsan geldiğin yere dönersin konuşmaları vardı. Geldiğim yere dönmek istedim ama göndermediler."

Gülümsemem buruklaştı. Tekrar çocuklara baktım. Bir tanesi salıncaklara doğru koşarken tökezlemişti. Bedeni yere düştüğünde tatlımı ısırmaya devam ettim. Birkaç saniye sonra ağlayarak anne diye bağırdı. Etrafına bakındı, sulu gözleri gözlerime değdiğinde kaskatı kesildim. Çok büyük değildi, en fazla üç yaşındaydı. Koyu kahverengi saçları, yeşil gözleri vardı.

Kız bir kez daha anne diye bağırdığında oturduğum yerden kalktım. Karşı banklara göz atarak kıza doğru ilerlerken tatlının sonuna gelmiştim. Kızın başına geldiğimde ağlamaya devam ediyordu.

Hafifçe eğildiğimde alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Alt tarafı bir kurşun yarasıydı, etim delinmiş, dikilmişti. Bu kadar acıması saçmaydı. Elimi kıza doğru uzattım.

"Anneni bulalım mı?" diye bir teklifte bulunduğumda yere daha da yayıldı. Elini pantolonun dizine götürüp ovuşturdu, dudakları acıyla bükülmüş, yeşilleri daha da dolmuştu. "Dizin mi acıyor?"

Oysa ki benim de canım çok yanıyordu. Yine de kıza uzandım. Zümrüt'ün ismimi seslendiğini duysam da kulak ardı ettim. Dikişim patlayacak değildi ya. Hem zaten acıyordu. Kızı kucağıma aldığım anda karnımdaki sızı daha da arttı.

"Benim adım Suna."

Gözleri ayıcıklı yüzüğüme değdiğinde başımı iki yana salladım. O yüzüğü kimseye vermezdim. Tek taşım kadar kıymetliydi benim için. Hem versem bile ailesi muhtemelen çöpe atardı. Gereksizdi vermek.

"Senin adın ne bakalım?"

Pelinsu çıkarsa birkaç dakika kendime gelemezdim. Yarım dönen diliyle ismini söylediğinde gülümsedim. Kızın eli yüzüğüme gittiğinde yürümeye başladım.

İlayda ya da Layda gibi bir şeydi.

"Annenin adı ne?" diye sorarken bankların olduğu kısma gelmiştik. Kızla birlikte banka oturdum. Kız yüzüğümü çıkarmaya çalıştı.

"Anneni nasıl bulabiliriz?" Ya da dadıyı?

İlayda yüzüğümü kaydırıp parmağımın sonuna getirdiğinde eğilip ona baktım. Pırlanta yüzüğüme göz koymuştu.

"Yakut abin seni görse çok severdi."

Yüzüğümü tamamen çıkardığında gerçekten hayretler içindeydim. Ağzına götürmesini engellemek için yüzüğümü elinden aldım. Birkaç saniye mırın kırın etse de eli bu sefer bileğimdeki saate gitmişti. Yakut'un kuşlu saati. Saatin içinde kuş resmi vardı. Kuşa dokunmaya çalıştığında gülmeye başladım.

Bu çocuklar amma garipti. Acaba ben de mi öyleydim diye düşündüm. Evet öyleydim.

"Camı kırarsan Yakut abin senden parasını alır bak. Paran yoksa mamalarına el koyar."

Zümrüt ve Hazar'a bebek hediyesi olarak verirdi daha sonra.

İlayda başını kaldırıp bana baktı. Sevimli sevimli güldüğünde gülümsememi silmedim.

"Ben bu bakışı yemem," desem de çoktan ham yapmıştım. "Yakut abin hiç yemez," diye devam ettim ama o da ham yapardı. Gözlerini gözlerimden çekip tekrar saatime baktığında gözlerimi ondan ayırıp etrafıma bakındım. Annesi ya da dadısı neredeyse?

Kolumu ters çevirmeye çalıştığında ona izin verdim. Küçük parmakları saatimi açmakla uğraştığında bizim olduğumuz tarafa aceleyle gelen kadını fark ettim. Kesin Rustu bu. Rus, Rus'u tanırmış.

"İlayda," Bozuk Türkçesiyle birlikte İlayda'ya baktım, hiç oralı değildi, beni daha çok sevmiş olmalıydı ya da gözünü takılarıma koyduğu için bana yakın davranıyordu. "Sen nerelerde?"

Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisindeki Caroline gibi konuşuyordu. Birkaç saniye sonra sen akıllı derse şaşırmazdım. Başımı kaldırdım.

"Asıl siz nerelerdesiniz?" diye sorduğumda bana baktı kadın. Beni yeni fark etmiş gibi irkildiğinde derin bir nefes aldım. "Siz kimsiniz?"

Kadının arkasından bir kadın daha geldiğinde karşı banktaki Zümrüt'e baktım. Olay yerine gelen bir polis gibi oturduğu yerden kalktı. Hızlı adımlarla bize doğru gelirken İlayda saatimi çözmüştü. Parmağımı saate bastırdım.

Başımı eğdim. İlayda'ya baktım. Minik burnu kırıştı.

"Ama İlayda'cığım bunu bana Yakut abin verdi, evlenme teklifi ederken hem de. O yüzden sana veremem."

İlayda başını kaldırıp gözlerini gözlerime kitlediğinde üzerime tapu olan her şeyi üzerine yapasım geldi. Keşke benim de kızım bu yaşlarını görebilmiş olsaydı.

İlayda bu sefer saçlarıma uzandı. Minik tokalarım dikkatini çekmiş olmalıydı. Acaba bu bizim kayıp çocuğumuz mu?

Benden cevap bekleyen kadınlar henüz İlayda'yı almazken yan yan onlara baktım. "Ben Suna," deyip kısa bir es verdim. "Kimse yoktu, biraz daha gelmeseydiniz karakola gidecektim. On dakikadır sizi bekliyoruz burada."

Belki daha fazlaydı.

Rus kadın pamuk şekerden bahsederken İlayda'ya uzanmıştı ama İlayda benden kopmak istemiyor gibiydi. Burnumun direği sızladı. Ben de kopmak istemiyordum senden İlayda.

"Sen şimdi ablanla git," dediğimde dudaklarını büktü. Saçımdaki tokayı çıkardığında tokamı elinden alıp saçlarına taktım. "Sonra yine görüşürüz, tamam mı?"

Muhtemelen hiçbir zaman görüşmeyecektik. Yine de belkiler vardı. İlayda elini kendi saçına atıp tokaya dokunduktan sonra kıkırdadı. Ardından yanağıma uzanıp beni öptüğünde gözlerim dolar gibi oldu ama kendimi sıktım. Ağlarsam yanlış anlayabilirdi.

"Eve gel," dediğinde burukça gülümsedim. "Çok güzelsin."

Yanağımı tekrar öptükten sonra bana sarıldı. "Mis."

Yaşından dolayı uzun cümleler kuramayan küçük kızı çok iyi anlıyordum. Beynimde boşlukları doldurmuştum. Güzel koktuğumu düşünüyordu.

"Asıl sen mis," dedikten sonra geri çekilmesini bekledim. Geri çekildiğinde onu kucağımdan indirdim. Bana bu kadar kısa sürede bağlanması sevimliydi.

"Görüşürüz İlayda."

Dadısının elini tuttuktan sonra bana el salladı. Kadınlarla birlikte uzaklaştığında elimi karnıma bastırdım. Sancım yine kendini belli ettiğinde arkama yaslandım. Gözlerimi kapadım. İliklerime kadar hüzünlüydüm. Bu olay yüzünden kızımı da görmeye gidememiştim. İlayda da bunun üzerine pul biber olmuştu.

"Karnına bakmamız gerekiyor," diyen Zümrüt yanıma oturduğunda gözlerimi açmadım. Kabanımın önünün açıldığını hissettiğimde hareket etmemeye çalıştım. Zümrüt kazağımı yukarıya kaldırdı. Parmakları saniyeler içinde pansumanın üzerinde durdu.

"Neyse ki bir şey olmamış," dediğinde tek gözümü açtım. "Bu sefer ki doktorum güzel dikiş atmış, izde olmayacak."

Estetik dikiş atmıştı Murat Bey. Bu yönden bile sempatimi kazanmıştı. Artık bir yerime kurşun gelirse Murat Bey'in kapısını çalacaktım.

Diğer gözümü de açıp yan döndüm. Mavi gözlerine bakarken karnım açıkta kalmıştı. "Kendime dikkat etmem gerekiyor, biliyorum," dediğimde başını salladı hemen. Ben de dikkat etmek istiyordum.

"Ama kız çok tatlıydı, dizi de acıyordu. Nasıl hayır diyebilirdim ki?"

Başını omzuna yatırdı. Bana verecek cevapları düşünmeye başladığını gösteren parıltıyla birlikte bacak bacak üstüne attım. Elimi çeneme dayadım. Gözlerini kıstı. İlk cevabımı almıştım. Cümlelere gerek yoktu.

Gözlerimi ondan kaçırdığımda kaydırağın tepesindeki erkek çocukla karşı karşıya geldim, bana bakıyordu. İlk defa karın görmüş gibi gözlerini karnıma dikmişti. Tamam oturunca karnım belli oluyordu ama o kadar da değildi. Minikti göbeğim. Diğer yandan dövmeme ya da pansumana da bakıyor olabilirdi. Piercingim olsa onu da ekleyebilirdim. Maalesef ameliyat yüzünden ayrılmak zorunda kalmıştık.

Kazağımı indirdim. Çocuk kazağımı indirmemle birlikte kaşlarını çattı. Göbeğimi seven ikinci erkekti. Dikkat et çocuğum Yakut abin duymasın. Senden de topunu alırdı. Gözlerimi çocuğun gözlerine diktim. Arkasındaki çocuk ona kaymasını bağırarak söylerken çocuk gözlerime bakmaya devam etti.

Bu bana bir yerden tanıdık geliyordu. Bendim. Küçük kopyama el sallamaya karar verdim. Çocuk hareket etmedi. Avcumu öpüp ona yollar gibi yaptığımda gözleri gözlerimden sıyrıldı. Birkaç saniyenin ardından bana öpücük attığında kıkırdadım.

Başımı Zümrüt'ün omzuna yasladım. "Züzü, bu bebekler ne zaman dışarıya çıkacak?" diye sordum. Yeğen sevmek istiyordum. Yakut'un kucağında da bir bebek görmek istiyordum artık. Bir yandan dua okurken bir yandan da bebeği pışpışlaması çok tatlı olabilirdi.

"Ne zaman isterlerse o zaman."

Yeğenlerim keyiflerine düşkünlerdi. Canları ne isterse annelerine bildiriyor, hemen olmazsa tekme atıp isyan çıkartıyordu. Elimi Zümrüt'ün karnının üzerine koydum.

"Düğünümüzde doğmayın," dedim yarı ciddi yarı şakayla. Bebeklerden biri elime tekme attığında kaşlarımı yalancıktan çattım. Göremeyeceklerdi ama olsun, role girmek gerekiyordu. "Ayıp," dedim. Aynı zamanda anılarımı tazeliyordu. Benim kızım da böyle tekmelerdi avuçlarımı. "Halaya böyle yapılmaz."

Bir tekme daha avucuma değdiğinde kaşlarımı serbest bıraktım. Bal gibi de yaparım diyorlardı resmen. Gerçekten yeni jenerasyonda saygı diye bir şey kalmamıştı. "Size örgü örecektim ama vazgeçtim."

Zümrüt'ün hii diyen sesini duyduğumda ona baktım. "Şimdi aklıma geldi de sen bizimkiler için bir şeyler örecektin."

Örgü bana tersmiş hacı, diyemedim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Abimle aylar önce iddiaya girmiştik. Ona meydan okumuştum. Sonuç olarak yapamamıştım. Bir de sağda solda övünmüştüm yaparım diye.

"Öyle mi?" Kısa bir es verdim. "Ben öyle bir şey hatırlamıyorum."

Hafıza kaybı numarası için geç kalmamışımdır umarım. İşin ucunda bir ödül yoktu ama kaybetmek istemiyordum.

"Ah," dedim yüzündeki o yemem ifadesini gördüğümde. "Rosie onu toprağa gömmüştü."

Özür dilerim kızım. Annen biraz yalancı.

Zümrüt yemem bakışı atmaya devam ettiğinde nefesimi üfledim. "Beceremedim," dedim. "Oldu mu?"

Başını sallayarak gülümsedi. Fitneci yengem. "Boğaz'da yemeği ne zaman ısmarlayacaksın peki?"

Boğaz'a yakın bir yerde piknik yapmaktan bahsediyordur umarım?

"Boğaz'da yemek mi?" diye sordum. Boğaz'a en son geçen sene doğum günümde abim sayesinde gitmiştim. Bayağı da pahalı tutmuştu. Ben öğrenciydim, garibandım.

O sırada banka cüzdanımdaki on milyon elini sallamaya başlamıştı bile.

"Evet, dördümüz gidelim."

Hesabı da erkeklere kilitlerdim. Biliyorum biliyorum adil değildi, eşitlik falan vardı ama ne yapabilirim ki ben Hazar İlhanlı'nın kız kardeşi, Yakut Tunahan Yargıç'ın sevgilisiydim. Paraya düşkündük ailecek.

"Ne gerek var Züzü'm, ben yaparım, masayı da terasa çıkartırım. Al sana manzaralı yemek. Hem daha ucuz hem de daha samimi."

Zengin ama fakir gibi davranan o kız. Bendim. İşte zenginler böyle zengin oluyordu.

"Seni Yakut ile evermekle mi hata ediyoruz? Kanına cimrilik işlemiş."

Cimrilik bulaşıcı bir hastalık olsaydı kaynağı biz olurduk.

"Estağfurullah, dünyadaki en iyi karar diyebilirim. Bal gibiyiz."

Hem zıttık hem de aynıydık. Ortak yanlarımız fazlaydı. Zaten ortak yanımız da olmasa anlaşamazdık bence.

"Düğünü erteleyelim diye öyle diyorsan... Olmaz. On sekiz Aralık'ta evleniyoz. Bebekler de on dokuz Aralık'ta doğmak istiyorlarsa doğabilirler."

Bu arada bu bebekler kaç aylıktı ya? O kadar çabuk büyüyorlardı ki yetişemiyordum.

"Ağzından yel alsın," diyen Zümrüt banka art arda üç kez vurduğunda elimi ağzıma götürdüm. Doğru söylüyordu.

"Bu bebekler kaç aylık oldu?"

Ona göre hesaplama yapacaktım. Gerçi biri bir ay büyüktü. Muhtemelen büyük olan ne zaman doğmak isterse ikincisi de o zaman doğacaktı.

"A bebek altı buçuk aylık, bu ayın sonunda 7 aylık olacak."

Maşallah, maşallah.

"B bebek ise beş buçuk aylık, ayın sonunda altı aylık olacak."

Eğer A bebek dokuz ayı tamamlarsa Ocak ayının sonunda, doğacaktı. Yani öyle olması gerekiyordu. Dün ultrason görüntülerini görmüştüm. Birinin boyu hindistan cevizi kadardı. Bunu dile getirdiğimde Zümrüt bana trip atmıştı. Diğer yeğenime de enginar bebek dediğimde ise bana gözlerini devirmişti. Sebze ve meyvelerle anmak istemiyordu. Haklıydı ama ne diyebilirdim ki başka. Boyları öyleydi.

"Favori halası ben olacağım."

Annemin diğer iki kızının halalık yapacağını sanmıyordum. Ayşe küçüktü zaten, pek de aile bağı kuracağımızı düşünmüyordum. İstesem bile imkansızdı. Ayşe'nin babası beni beğenmezdi. Ona göre iyi, edepli bir kız değildim. Helin ise Helin'di.

Helin demişken doğum gününden beri onu görmüyordum. Bir geçmiş olsuna bile gelmemişti. Her ne kadar üzülmedim demek istesem de üzülmüştüm. Bana birkaç kez arkadaşlık yapmıştı. Şimdi böyle kenara itilmek kalbimi kırmıştı. Jülide sevgilime ahlaksız teklifte bulunmasına rağmen gelmişti. Bir Jülide kadar olamamıştı, yüzsüzlük yapmamıştı.

"En iyi hala ödülü yaptıracağım sana."

Göğsümü kabarttım. Ödül rafı yaptırıp ödülümü oraya koyacaktım. Baktıkça gururlanacaktım.

"Öyle mi? Haber ver de en güzel elbisemi giyeyim."

Dolabımda yirmiye yakın elbisem vardı. On tanesi özel günler içindi, diğerleri ise günlüktü. Daha çok pantolon, eşofman, şort, etek ve tulumum vardı.

"A ile B'nin altını değiştirdiğin anda ödül senin olacak."

Başımı omzundan kaldırıp gözlerimi ona getirdim. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Yengemin çıkarcılığı karşısında şapkamı çıkarmak istiyordum.

"Yakut'un bacısı olduğun ne kadar belli."

Yakut hep bacım dediği için benim ağzıma da bacım kelimesi dolanmıştı. Komik, aynı zamanda da söylemesi doluydu. Bacıcı aşireti. Bacı başı Yakut. Bacıların baş tacı da Züzü. Yakın zamanda Zümrüt Duru İlhanlı da olacaktı. Mis gibi.

Bacımızsın, toprağımızsın. İşte bu da aşiretimizin cümlesiydi.

***

Balkonda oturmuş bir şekilde karşı tarafa bakarken Yakut'un gelmesini bekliyordum. Elimde ise kahve kupam vardı. Sigaraya tekrar geri dönmek istiyordum ancak evde tek bir dal sigara bile bulamamıştım. Hastanede kaldığım süre boyunca sigaralarımın Yakut tarafından bitirildiğini düşünüyordum.

Kahveden bir yudum alıp balkondan aşağıya baktım. Yakut yirmi dakika önce bana mesaj atmıştı, balkona çık demişti. Garipsesem de tamam demiştim. Kahve yapıp balkona kurulmuştum ama gelmek bilmiyordu. Ya ben çok aceleci davranıyordum ya da Yakut çok yavaştı.

Kahve bardağını yanımdaki masaya koyduktan hemen sonra ellerimi birbirine kenetledim. Bakışlarımı bahçeden çektim. Arkama yaslanıp gökyüzüne baktım. Hava pembeleşmeye yüz tutmuştu, dakikalar sonra siyaha boyanacağı çok belliydi.

"Pişt," Duyduğum sesle birlikte gözlerimi gökyüzünden ayırdım. "Pişt."

Aşağıya baktığımda Yakut ile göz göze geldim. Dudaklarım aralandığında çoktan sandalyeden kalkmıştım. "Hadi güzelim aşağıya insene."

Bana öpücük attığında dudaklarım yavaşça kapandı. Elimi ağzıma götürdüm. Nedendir bilinmez utanmıştım. Böyle sanki birden ergen Suna olmuşum gibi hissediyordum. Bir de Rapunzel gibi. Sevgilime işaret verdikten sonra arkamı döndüm. Hızla balkondan çıktım.

Arka bahçeye çıktığımda adımlarım daha hızlıydı. Birkaç saniyelik acı çeksem de hemen geçiyordu. Alışmıştım bu sızıya. Sonunda Yakut'un yanına geldiğimde adımlarımı durdurdum.

"Birkaç gün önce aklıma bir şey geldi," dediğinde kolunun altındakiler dikkatimi çekti. Peluş oyuncak, bir buket çiçek, çiçeğin içinde ise fıstıklı çikolata vardı. Gözlerimi kırpıştırdım.

"Yakut," dediğimde çiçeği bana uzattı. Kırmızı çiçeklere baktım. Kokusu bana bir şeyler çağrıştırdığında kendime gelmiştim bile. O çiçek.

Çiçeği kollarımın arasına alıp göğsüme bastırdım, eğilip burnumu çiçeğe gömdüm. Çiçeğin kokusuyla mayıştım.

"Bugün seninle randevuya çıkmaya karar verdim."

Burnumu çiçekten uzaklaştırdım. Yeşillerimi mavilerine diktim. "Çıkarız değil mi?"

Başımı salladığımda oyuncağı öne uzattı. Kocaman gözleri olan mirket ile göz göze geldiğimde gülümsedim. Bu oyuncakları nereden bulduğunu sorgulamayacaktım. Çünkü çok tatlı ve güzellerdi.

"Ya," derken çiçeğin içindeki çikolatayı alıp cebime koydum. Ardından çiçeği tek elime alıp oyuncağa uzandım.

"Bir ara sana sözüm vardı çikolata alacağım diye."

O sözü hatırlamıyordum ama kendimi çok mutlu hissediyordum. İçimdeki o sıkıntı bastırılmıştı, sanki pamuklara sarınmış gibi hissediyordum. Mirketi göğsüme bastırdım. "Teşekkür ederim."

Biraz da duygusaldım. Ameliyattan ve birtakım küçük aksaklıktan dolayı regl olamasam da onun baskısı vardı hala bedenimde. Birkaç dakika sonra hönkürerek ağlasam garipsemezdim.

Düzenimi de mahvetmişti kaşar Alyona. Pislik. Girdiğin deliğe geri gir Alyona.

"Seninle randevuya gelmeyi çok isterim."

Okul, sınavlar, düşmanlar şu an hiçbiri umurumda değildi. Yarım kalmıştı bir şeyler.

"Hadi kaçır beni."

***

Kırmızı kareli eteğimin üzerine mavi kazak, kazağımın üzerine de kırmızı, mavi karışık montumu giymiştim. Dizime kadar gelen uzun çizmemin fermuarını çekmek için yatağa oturduğumda sevgilim içeriye girdi. Islık çala çala bana yaklaştığında başımı kaldırıp ona baktım.

Beyaz badisinin üzerine kot gömleğini giymişti. Boynundan sarkan kolye göğsüne kadar uzanıyordu. Kulağının ardında bir adet sigara vardı. Tam önümde durup yere çömeldi. Elini bacağımın üstüne koyduğunda başımı omzuma yatırdım. Parmaklarının soğukluğu kalın külotlu çorabımın altındaki tenime kadar işlediğinde yutkundum.

Çizmelerin fermuarını çektikten sonra elini bacağımdan ayırdı. Arkasını dönüp dolaba yürüdüğünde ayağa kalktım. Ellerimi montumun ceplerine yerleştirdim. Dolaptan montunu çıkardı. Onu giydikten sonra bana döndü.

"Gidelim ama önce arabadan bir şey almam gerekiyor."

Araba ile gitmiyor muyduk yani?

Elini bana uzattığında hemen elini tuttum.

Arabanın bagajından sırt çantasını aldıktan sonra bahçeden çıktık. Otobüs durağına ağır ağır yürürken birden durdu. "Müzik dinlemek ister misin?" diye sordu. Elini çoktan cebine atmıştı. Kablolu kulaklık çıkardığında dudaklarımı kıvırdım. Bunlardan kullanmayalı bayağı olmuştu.

"Biri senin kulağına biri de benim kulağıma?"

O kadar tatlıydı ki, yanakları mor olmasa sıka sıka severdim.

"Bugün ayrı bir romantiğiz," deyip elinden kulaklığın tekini aldım. Kulağıma taktığımda o da takmıştı.

"Öyle oldu, dedim ki oğlum uzun zamandır odun gibisin, biraz romantik ol."

Romantik Yakut, Yakut serisinin en nadide parçalarından biriydi. Üzerine toz bile konmaya cesaret edemezdi.

Elimi sıkı sıkı tuttu, saniyeler sonra şarkı kulaklarıma doldu. Bizim şarkımız. Benim için yazdığı şarkıyı kaydetmişti. Bakışlarımı ona getirdim.

Sokak sokak seni aradım
Ayın donattığı caddelerden geçtim
Ama yoktun
Vazgeçmek istedi ayaklarım
İzin vermedim.

Otobüs durağına geldiğimizde banka oturduk. Başımı göğsüne yasladım.

Sonra seni gördüm
Gecenin bir vaktinde
Dans ediyordun
Çıplak ayaklarınla.

Bize doğru yaklaşan otobüsü görsek de hareket etmedik. Başımın tepesine küçük bir öpücük kondurdu.

Benimle dans et ayın altında
Kendi etrafımda dönerken
Bir ritme kapıl benimle
Gözlerimi kapadığımda
Öp beni dudaklarımdan.

Başımı kaldırdım. Dudakları dudaklarıma yakındı, alt dudağını dudaklarımın arasına aldığımda elini yüzüme yerleştirdi. Öpüşüme karşılık verdiğinde şarkı devam ediyordu.

Bir tanrıça gibiydin yıldızların altında
Ay bile kıskanırdı senin güzelliğini
Tüm ışığını alırdın ondan

Dudaklarımı dudaklarından ayırdığımda alnını alnıma yasladı. Şarkı durdu. Geriye kalan tek ses nefesimin nefesine karışmasıydı.

"Bir kızı nasıl tavlayacağını çok iyi biliyorsunuz beyefendi."

Gülümsedi. "Öyle mi?" diye sorduğunda burnumu burnuna sürttüm.

"Öyle," dedim. Normalde yemem dediğim her şeyi bana yedirmişti tek tek. Bizden olması imkansız dediğim ilişkinin tam ortasındaydım.

"Ne yapsam kitap mı çıkarsam, bir kızı elde etmenin bin yolu diye. Tüm sayfalara da Yakut olmanız gerekiyor diye yazarım. Herkesi kerizlerim."

Geri çekilip kıkırdadım. "Onlar da o kadar mal ki kitabın sayfalarına bakmak yerine direkt alırlar. Geliştir fikri."

Oturduğumuz yerden kalkıp elimi ona uzattım. Elimi tutup banktan kalktığında başka bir şarkı çalmaya başlamıştı.

"Şarkı sözü yazarlığı kariyerine geri dönmeye ne dersin?"

Yakut'un sesinden, kendi yazdığı şarkıları dinlemek istiyordum.

"O işte para yok," dediğinde bir başka otobüs daha gelmişti. Durduğunda otobüse bindik. Sevgilim cebine attığı İstanbul kartı cihaza okuttu. Arka taraflara doğru ilerlerken nereye gittiğimizi çok merak ediyordum.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Genelde bu sorunun cevabı sürpriz olurdu.

"Sahile," dediğinde koltuğa oturdum. Yanıma oturduğunda başımı omzuna koydum. Bugünler başımı herkesin omzuna koymak istiyordum. Abimin, Züzü'nün, sevgilimin.

"Burada sonsuza kadar kalabilirim," dediğimde kulaklık kulağımdan sıyrılmıştı. "Karavan alalım, her şeyi boş verip gezelim mi?" diye sorduğunda gözlerimi kıstım.

"Önce tüm Türkiye'yi gezeriz, sonra dünyaya açılırız."

Gülümsedim. "Eskiden köyde yaşamak isterdim. Böyle tarlada çalışmak gibi bir hayalim vardı, sabah erkenden kalkıp inek sağmak istiyordum. Böyle koyunlarım, kuzularım, tavuklarım olsun diye hayal kurardım. Hiç de köye gitmedim. Bir tane çizgi film vardı, oradan görüp heves etmiştim. Favori şarkımda Ali Babanın Çiftliği şarkısıydı."

O da gülmeye başladığında elimi elinin üstünde gezdirdim. Elleri büyüktü. Tuttuğunda tam kavrıyordu ellerimi.

"Hala istiyor musun? Seni bizim köye götürebilirim istersen. Köylü kızı kombini de yaparız sana misler gibi."

Gülüşümü bastırdım. Köy hayatına uyum sağlayabileceğimi düşünmüyordum.

"Balayını ucuza getirmeye çalışmıyorsundur umarım."

"Ben hiç öyle bir şey yapar mıyım?" Sesindeki munzurlukla birlikte gülüşümü büyüttüm. Bal gibi de yapardı.

"Yapmazsın," dediğimde çenesini başıma yasladı. "Bu arada yaparım."

Otobüs sahil durağına geldiğinde otobüsten hızla indik. Yakut bir kez daha elimi tutup beni bir noktaya götürürken gözlerim etraftaydı.

"Yakut," dediğimde adımlarını durdurdu. Gözlerini bana getirdiğinde formalara bakmaya başladım. "Hangi takımı tutuyorsun?"

"Beşiktaş," dediğinde ona döndüm hızla. Kirpiklerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. "Cimbom," deyip başımı kaldırdım. "Sana da aslan çok yakışırdı," diye devam ettiğimde elini saçlarıma getirdi. Kulağımın arkasına iliştirdi.

"Bana yakışmayan şey yok zaten."

Gözlerini gözlerimden ayırıp formaların olduğu tezgaha baktı. "İster misin? Alayım mı sana kartallı forma?"

Fanatik değildim ama böyle de sorulmazdı ki. Ayıp. Hanımcı Yakut neredeydi?

"İstemez."

Sevgilim yanağımdan makas aldıktan hemen sonra tezgaha yürüdü. Gerçekten mi? Abimin Fenerbahçeli olmasını sindirmiştim. Manitam Beşiktaş'lı çıkmıştı. Bu evrende Galatasaray'lı olan biri yok muydu?

Yakut geri geldiğinde poşetin içinden bir forma çıkardı. Forma küçücüktü. Bir bebeğe olacak kadar. Hem de siyah beyaz.

"Hazır gelmişken yeğenlerime de alayım dedim."

Yüzümü buruşturdum. "Abim o formaları sence giydirir mi aşkım? Adam Fenerbahçeli."

Formayı poşete soktu. "Züzüm de kartaliçe. Abin de hanımcı, bal gibi de giydirir."

Hanımcı abim. Bir gün herkes hanımcı olacaktı.

"Hadi bu kadar futbol muhabbeti yeter."

Elini belime koyup beni marinaya doğru yönlendirmeye başladı. Her adımda denizin kokusu daha da yoğunlaşıyordu. Deha'nın teknesinin önüne geldiğimizde durduk. "Açılacak mıyız?"

Su korkum hala vardı ancak kaçacak kadar da değildi. "Evet," dediğinde eğilip ayakkabılarını çıkarmıştı. Eline alıp teknenin içine attıktan sonra bana döndü. Önümde diz çöküp çizmelerimin fermuarını indirdi. Ayağımdan çıkarıp doğruluğunda ayaklarım buz kesti. Çizmeyi tekneye attı. Denize uçsaydı kızardım. Çünkü pahalıydı.

Teknenin içine tamamen girdiğimizde sevgilim koca çantasını kenara koydu. "Açılmak istemiyorsan söylemen yeterli."

Denize baktım. İstanbul'un süslü ışıkları denizi aydınlatıyordu, yine de karanlığı belliydi. "Açılalım ama çok uzağa gitmeyelim."

***

Şarabımdan küçük bir yudum daha aldığımda içim sımsıcak olmuştu. Sevgilim yanıma oturup battaniyenin altına kendini de sıkıştırdığında ona döndüm. "Yemek birazdan hazır olur, sonra da yeriz. Sonra biraz dans ederiz."

Sonra da kıyıya dönüp hayatımıza devam ederiz. "Bu gecelik Erik olabilirim. Ve sen de benim deniz kızımsın."

Dilimi dudaklarımda gezdirdim. Mavi gözlerine baktım. "Sen Yakut ol," dediğimde gülümsedi. "O zaman sen de Suna ol. Benim Suna'm."

Yakut'un Suna'sı. Çok güzeldi.

"Senin Suna'n."

Dudaklarıma uzanacağı sırada mutfaktan gelen alarm sesiyle birlikte kıkırdayarak geri çekildi. "Yemek yanmadan gideyim."

Battaniyenin altından çıktığında gülmeye devam ettim. Heyecanı çok tatlıydı. Yakut gözden kaybolduğunda denize bakmaya geri döndüm. Uçsuz bucaksız karanlık beni yuttuğunda bakışlarımı denizden sıyırıp attım. Işıklara baktım. Şarabımı bir kez daha yudumladım.

"Yemek hazır," diye seslenen sevgilimin sesini duyduğumda omzuma attığım battaniyeden kurtulup ayağa kalktım. Eteğimi düzeltip içeriye doğru yürüdüm. Tekne adımlarımla gıcırdarken kapıya gelmiştim.

İçeriye girdiğimde sofrayla göz göze geldim. Masanın tam ortasında balık vardı. Fırında pişirilmiş palamut güzel duruyordu, onun yanında bol yeşillikli salata vardı, bir de rakı, şarap koymuştu. Şaşırtıcı derecede iyi görünüyordu.

Sevgilime baktım. Elindeki mutfak eldivenini çıkardı. "Kendini geliştiren Yakut'a bayılıyorum. Çok ateşli oluyor."

Kollarımı boynuna doladım. Elleri belimi bulduğunda parmakları kazağımın açıkta bıraktığı tenime değdi.

"Bana bayılmana bayılıyorum," deyip serseri bir şekilde göz kırptığında dudağına küçük bir öpücük kondurup geri çekildim.

"Serseri şey seni."

Benden her ne kadar kopmak istemese de midemizden gelen o ses bizi koparmıştı. Masaya yerleştiğimde tabağıma balığın yarısını koydu.

"Deniz havası da gerçekten acıktırıyormuş."

Gelinlik giymeme de şu kadar kalmıştı. Diyet diyet diye içerlenmem gerekiyordu ama yemeyi seviyordum. Sevgilim balığın diğer yarısını da kendine alırken şarap doldurdum ikimize de. "Afiyet olsun."

Balıktan küçük bir parça alıp ağzıma attığımda yeşillerim kırmızı mumlardaydı.

"Aşağıdaki yatağa gül serptin mi?" diye sorduğumda kaderine uzanmıştı.

"Hayır," dediğinde kadehimi elime aldım. "Temizlemesi zor olurdu," diye karşılık verdim. Deha hem gülleri sevmiyordu. Nedenini kimse bilmiyordu. Düşmanlarını öldüreceği zaman evlerine gül yollarmış diye duymuştum.

"Suna," deyip bardağı geri bıraktı. "Her şeyi geride bırakma konusunda ciddiydim. Hiçbir şey yapmak zorunda değiliz, dünyanın öbür ucuna gideriz, bizi kimse bulamaz."

Şarabımı yudumladım. Bunu daha önce düşünmüştüm, ilk başta mantıklı gelse de sonra olayın ciddiyetine varmıştım.

"Yeni isimlerimiz olur," dedi. Kadehi dudaklarımdan uzaklaştırdım. Masanın üstüne koydum.

"Bunu ben de istiyorum ama mümkün değil."

Hayal kırıklığı ile bana baktığında eline uzandım. "İsmimizi, hatta yüzümüzü değiştirsek bile bizi bulurlar. Kelle avcıları bıraksa bile Volkovalar bırakmaz. Bu yüzden kaçamayız. Kaderimle yüzleşmek zorundayım."

Ben de isterdim dünyanın herhangi bir yerinde yeni bir hayata başlamayı ama olmuyordu.

"O zaman Volkovaları yok etmeliyiz."

Volkovalar yok olmazdı ki. Her yerdeydiler. Bazıları kendi yolundaydı. Onlara dokunmadığım sürece umursamazlardı bile.

"Bu savaşa girmene gerek yok."

Onun ya da diğerlerinin zarar görmesini istemiyordum.

"Senin meselen benim meselemdir. Sonuçta birkaç hafta sonra bir yemine evet diyeceğiz. İyi günde kötü günde kocan olacağım. Seni asla yalnız bırakmam."

Tuttuğum elini alnıma yasladım.

***

Parmaklarını gitarın teline getirip çalmaya başladığında elimi çeneme koydum. Dudaklarını aralayıp şarkıyı söylemeye başladığında gülümsedim.

Çok uzakta açık sularda
Bir deniz kızı aklı firarda
Bulacağını sanıyor istediğini karada
Benimle gelseydi derdim ona

Gözlerimin içine baktı. Mavi gözlerinde beliren ışık titremeleri öylesine canlıydı ki kimse daha önce bana böyle bakmamıştı.

Seni canlı yakalayamazlar
Heyecanı baltalayamazlar
Didinip durman ne fayda
Ne istediğini anlayamazlar

Çeneme koyduğum elimi uzaklaştırdım. Parmaklarımı dizime koydum. İçimdeki tüm negatif hisleri, düşünceleri bir gecede silip atmıştı. Korkuyordum birkaç saat önce ama şimdi korkmuyordum.

Dününden hiç uzaklaşma
Bi rotan yok hepsi palavra
Dört nala gelen bu hayatta
Körelir iyilik zamanla

Şarkının nakaratını birkaç kez daha tekrarladıktan sonra gitarı bıraktı. Gitarı bana uzattığında kaşlarımı kaldırdım şaşkınlıkla. "Benim için bir şarkı söyle."

Gitarı elime aldım. Uygun pozisyona getirdikten sonra parmaklarımı tellerinde gezdirdim. Yakut'un mavilerine bir kez daha baktım. Aklıma gelen ilk ritmi girdim. La La Land filmindeki City of stars şarkısını söylemeye başladığımda dudaklarını kıvırdı.

Şarkıyı bitirdiğimde gitarı kenara bıraktım. Gözlerini gözlerimden çekip şarap kaderine uzandı. İkinci bardağıydı, benim aksime çok az içmişti. Şarabından koca bir yudum aldıktan sonra masanın üzerine bıraktı. Mavileri bir kez daha beni yakaladı. "Benimle dans eder misin?"

"Sormana bile gerek yok," deyip elimi eline uzattığımda oturduğu yerden kalktı. Elimi aldığı gibi beni oturduğum yerden kaldırdı. Elimi omzuna yerleştirdiğinde zeminin çıplaklığı ayaklarımın çıplaklığına karıştı.

Gerçekten de çıplak ayaklarımızla ayın altında dans ediyorduk.

Bedenimi bedenine yasladığımda benimle birlikte dönmeye başladı. Çıplak ayakları ayaklarıma çarptığında gülümsememe engel olamadım.

"Sarhoşum," dediğimde parmakları sırtımda gezindi. "Mutluluktan mı?" diye sorduğunda başımı kaldırdım.

"Başka neden olacak ki?"

Şaraptan dese şaşırmazdım. Dört bardak içmiştim.

"Sarhoşluğunun bir kısmını da ben tadabilir miyim?"

Parmakları belime indi. Beni kavradığında bana doğru eğildi. Pembe dudakları dudaklarıma değdi. Şarabın bıraktığı ıslaklığı hissederken dudaklarımı kavradı. Sarhoşluğum sarhoşluğuna karıştığında geriye doğru birkaç adım attım. Sırtım teknenin kamarasının duvara değdiğinde ellerim omuzlarından kaydı. Tişörtünün üzerine giydiği gömleğinin düğmelerine gittiğinde belimdeki eli kazağımın içine sızdı. Soğuk parmakları tenimde gezindi. Parmakları pansumanımın kenarında hareket ettiğinde dudaklarını dudaklarımdan çekti.

"Çok güzelsin," dedi. Elini belimden ayırdığında dudaklarımı ıslattım.

"Teşekkür ederim," dediğimde kaşlarını kaldırdı şaşkınlıkla.

"Ne için?"

"Ben duramazdım, durduğun için."

Başını iki yana salladı. "Yapılması gereken şeyi yaptığım için beni övmemelisin. Eğer beni övmek istiyorsan yakışıklı olduğumu söylemen yeterli."

Omuzlarından ellerimi ayırdığımda ellerimi tuttu. Parmaklarımın ucuna öpücük kondurduğunda gözlerim bir anlığına dolacak gibi oldu.

Olmayan reglinin duygusallığına... Neyse.

"Tekneyi kıyıya götürsem iyi olur."

Arkasını döndü. "Bu arada aşağıya inebilirsin, çarşaflar temiz. Sabah gideriz eve."

Yakut'un sırt çantasını alıp aşağı kata indiğimde kocaman bir yatak beni karşılamıştı. Odanın içindeki şifonyerin üzerindeki parfümlere baktım. Üç şişe parfüm vardı ve üçü de birbirinden pahalıydı. Elimdeki çantayı yatağın üstüne bıraktıktan sonra üzerimdeki mavi kazağı, kırmızı eteği ve külotlu çorabı çıkardım. Sporcu sütyenimi de çıkardıktan sonra çantanın içini karıştırdım. Yedek kıyafetleri es geçip bizim için aldığı formaların olduğu poşeti aldım elime.

Poşetin içinden Galatasaray formasını bulduğumda kendi kendime kıkırdadım. Beşiktaş formasını giyip ona Galatasaray formasını bırakmak isterdim ama Galatasaray forması daha çekici gelmişti gözüme. Hem o çıplak yatardı.

Formayı giydikten sonra boy aynasından kendime baktım. Formanın uçları kalçamın birkaç santim aşağısındaydı. Güzel duruyordum. Yine de benim favorim Yakut'un tişörtleri ve gömleğiydi. Hem Yakut gibi kokuyordu hem de bana yakışıyordu. Elimi saçlarıma atıp tokalarımı tek tek çıkardım.

Şifonyerin üzerine tokalarımı koyup yatağa uzandım. Nevresimlerin temiz kokusunu içime çektiğim sırada odanın kapısı yavaşça açıldı. Sevgilim kendinden emin adımlarla odaya girip kapıyı kapattı. Dudaklarımı yaladım.

"Sence olmuş muyum?" diye sordum şuh bir sesle. Sevişemeyeceğimi biliyordum ama oynaşmak da yasak değildi hani. Üzerindeki gömleği çıkardı.

"Bu nasıl bir soru," deyip tişörtünü de çıkardığında yatakta doğruldum. Çıplak tenine baktım. Göğsünden bile darbe almıştı, morarmıştı. Kendini dövdürmeye de ne meraklıydı.

"Nasıl bir soruymuş?"

Pantolonunu çıkarıp yatağa yaklaştı, tek dizini yatağa koyduğunda hala ondan bir cevap bekliyordum.

"Cevabını biliyorsun," dediğinde yüzü yüzüme yakındı. Sıcak nefesi dudaklarıma çarptı.

"Bilmiyorum," dediğimde elini çıplak bacağıma koydu. Bir anda cinsel gerilim hattı mı çekilmişti buraya?

"Evet," dediğinde diğer eli saçlarıma değdi.

Elini saçlarımdan omzuma indirdi, oldukça bol gelen formanın omzunu kaydırdı. Dudaklarını omzuma getirdi. Omzumu öpüp geri çekildi. "Tabii siyah beyaz forma sana daha çok yakışırdı ama bu da güzel. Hem de çok güzel. Bir an kafamı karıştırdı."

Kirpiklerimi kırpıştırdığımda beni kendine doğru çekti. Başımı göğsüne yatırdığında gözlerimi kapadım. Çıplak teni yanağımı yakarken o da başını yastığa koymuştu.

Çok sakin, çok huzurlu bir geceydi.

"İyi geceler," deyip bacağımı üzerine attım. Çıplak bacaklarımı okşadığında içim daha çok kımıl kımıl oldu.

"İyi geceler."

**

Gözlerimi aralayıp yanımda yatan sevgilime dönerek yüzünün her santimine ayrı ayrı baktım. Yüzünün dağılmış olması hiçbir şeyi değiştirmemişti. Hala çok iyiydi. Gözleri, burnu, dudakları, çilleri, hafif kirli sakalları, minik gamzesi...

Gerçekten de çok isterdim ona benzeyen bir kızımın ya da oğlumun olmasını.

Derin bir nefes alarak gözlerimi yüzünden çekip bedenine getirdim. Dövmelerine uzandım. Parmağım ilk olarak aylı dövmesine uzandığında burnunu kırıştırdı. Bunu ne zaman yaptığını sorduğumda sana şarkıyı yazdığım gün yaptırdım demişti.

Parmağımı gece dövmesinden uzaklaştırıp kaydırmaya devam ettim. Göğsündeki minik Lady Justice tarot kartı dövmesine getirdim. Hukuğu kazandıktan bir gün sonra yaptırmıştı bu dövmesini de.

Gözüm bir anlığına vikings hançeri dövmesine kaydı. On altı yaşında yaptırmıştı. Güçlü durmak için yaptırdığını söylemişti. Gülümsedim. Belki de ben de güçlü durmak için yaptırmalıydım zamanında. Belki o zaman babama karşı daha dik başlı olurdum. Kendime gözlerimi devirdim. Asla öyle biri olamazdım.

Elimi göğsünden kaydırdım. Bedeni kımıl kımıl ederken elim kasık çizgisini bulduğunda sesini duydum.

"Birileri sabah sabah yaramazlık peşinde," dediğinde yüzüne baktım. Gülümsemem dudaklarımda büyüdü.

"Ne yapalım, ben yaramaz bir kızım. Terbiye edilemiyorum."

Parmaklarım dövmesinde gezinmeye devam ettiğinde yutkundu. "Seni terbiye etmek isterdim ama ben de pek terbiyeli sayılmam."

Bilmez miyim, ikimizin de bir yerlerinde kurt vardı. Durmuyorduk yerlerimizde iki dakika. Belayı bulduğumuzda da neden diye soruyorduk. Çok açık değil miydi oysa.

Yatakta doğruldu. Üzerime doğru eğildiğinde elim hala kasık çizgisindeydi. Diğer elimi de yüzüne koydum.

"Sakalların da amma uzamış," dediğimde beni onayladı. "Issız adaya düşmüş gibisin."

"O kadar da değil."

Bıyıkları da çıkmaya başlamıştı. Hiç alışkın değildim.

"Aslında ne düşündüm biliyor musun? Sevgilim beni tıraş eder diye."

Yanağımı öpüp geri çekildi. "Deha'nın jiletlerinden bir tanesini kapıp geliyorum."

Yataktan kalkıp odanın içindeki banyoya girdiğinde yatakta doğruldum. Heyecan basmıştı, bir yandan da korkuyordum. Yanağını kesersem aylarca yüzünde kesik kalacaktı.

Sevgilim elindeki malzemelerle geri döndü. Yatağın üstüne bıraktıktan sonra sırt üstü uzandı. Şaşkınca ona baktığımda elini karnına getirip birkaç kez vurdu. Dudaklarımı büküp sepetten köpük ile tıraş bıçağını aldım.

Karnının üzerine oturduğumda ağırlığımı tam olarak ona vermemeye çalışıyordum. Ellerimi kalçalarıma koyduğunda köpüğü sallayıp kapağını açtım. Köpüğü sakallarının üzerine yaydım.

"Bak kesersem ağlama, tamam mı?"

Gülmeye başladığında köpük dudaklarına değdi. "Ne ağlaması, kendime façalı, belalı Yakut derim."

Köpüğün kapağını kapatıp kenara koydum. Tıraş bıçağının ucundaki koruma kapağını açtığımda yüzüne şöyle bir baktım. Yapabilirdim.

"Bu kadar panik yapma, hem sen yaparsın. Jilet ile aran iyidir bence."

Tek kaşımı kaldırıp tıraş bıçağını yüzüne getirdim. "Anlamadım?"

"Hayatında hiç jilet kullanmadın mı?"

Elleri kalçalarımdan bacaklarıma indi. Bacaklarımı okşadığında tıraş bıçağını kaydırdım. Beyaz köpük bıçağın ucuna sakallarıyla takıldığında dudaklarımı ıslattım.

"Kullandım," dedim. Elimi çenesine getirip yüzüne sola doğru çevirdim. Tıraş etmeye devam ederken göğsü inip kalktı. Elleri tekrar bacaklarımı ovaladı.

"Seninle bunun muhabbetini yaptığımıza inanamıyorum," dediğimde tek kaşını kaldırdı.

"Neden?"

Ne neden?

"Bilmem komik geldi."

Sakallarının büyük çoğunluğunu tıraş ettiğimde elini bacaklarımdan çekip yüzüne getirdi. Parmaklarına bulaşan köpüğü dudak üstüme sürmeye çalıştığında geriye çekilmeye çalıştım ama o benden daha atikti. Dudak üstüm köpük olduğunda kaşlarımı çattım.

"Ne yapıyorsun?"

"Bıyıklarını tıraş edeceğim."

Elimdeki jileti sepete attıktan sonra omzuna vurmaya başladım.

"Romantik Yakut tatile gitti galiba," deyip kısa bir es verdim. "Ya da bünyeye alışamadı, denize atladı."

Çok yazıktı. Her bir buçuk haftada bir bıyıklarımı güzelce alırdım. Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Küsmüştüm.

"Küstün mü sen şimdi?"

Başımı diğer tarafa çevirdim. "Alınma hemen ya," deyip elini çeneme getirdiğinde ona direndim.

Ben güçlü bir kadındım. Ve atalarımdan bana kalan yeteneğimi sonuna kadar kullanabilirdim. Onları onurlandırabilirdim. Evet, evet tripten bahsediyordum.

"Küseceğini düşünmüyordum."

Düşünmesi gerekiyordu. "Hasta yatağımda çok sevgili Osman amca bıyıklarımı düşünmediğim için özür dilerim."

Evet, biraz da üzerine acındırma sosu. Oh en sevdiğimdi.

"Köpük sürmek istemiştim."

Ona baktım. Ya bu kadar masum durmak zorunda mıydı bu adam? Şu tipe bak.

"Hem ben senin Osman amca halini de seviyorum."

Gözlerimi kısarak gözlerimi yüzüne yakınlaştırdım. Alnına yakından bakmak istiyordum.

Yakut Tunahan Yargıç tamamen hayal ürünüdür ve hiçbir yerde bulunmaz, ibaresi var mı diye merak etmiştim.

Yoktu. Yakut tamamen gerçekti ve benimle birlikteydi.

"Bıyıklarımın bıyıklarına değişi çok güzel, değil mi?" diye sorarken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Baş parmağını dudak üstümde gezdirdi.

"Evet," dediğinde gülmeye başladım.

"Gerçek olduğunu bin kez kanıtladım ama yine kanıtlayasım geldi be adam."

Yüzüne doğru eğilip nefesimi dudaklarına doğru üfledim. Dudakları aralandığında eli aşağılara indi. Üzerimdeki formanın eteklerini kavradı. Bedenimden sıyırdı.

"Seninle öyle bir sevişmek istiyorum ki," dediğinde bakışları gözlerimdeydi. Parmaklarını küçük memelerime getirdi. Uçları diri ve kalkıktı. "Tüm tekneyi bu ateşle yakabilirim."

***

Doğrudan eve geldiğimizde kapıda Jülide'yi bulmuştuk. Ellerini önünde birleştirmiş bir şekilde bizi bekliyordu. Bu biraz komiğime giderken yürümeye devam ettim. Yakut ise geride kalmayı tercih etti.

Bundan bir hafta önce en iyi arkadaşım olmaya adaydı. Babasının abime yaptıklarını kenara itmiştim. Sonuçta ailemizi seçemiyorduk. Bu yüzden ona kızmamıştım. Hem benim yanımdaydı ancak birkaç gün önce Yakut'a yürümüştü. Hem de ameliyata gireli bir saat olmuşken.

Derin bir nefes alıp adımlarımı durdurdum. "Benden ne istiyorsun Jülide?" diye sorduğumda mavileri titredi. Drama kraliçesi dedikleri türden biri olmuştu. Hem suçlu hem de güçlüydü.

"Yapmak zorundaydım."

Tepki vermedim. Affedemezdim. O kadar uzun boylu değildi. Sevgilimle yatmak istemişti. Onu öpmeye çalışmış, benim giysilerimi giyip bana benzemek istemişti. Kaldıramazdım.

"Zorunda değildin," dediğimde burnunu çekti. "Babamı kurtarmak zorundayım. Anlamıyorsun. Babam benim tek dayanağım."

Anlamıyordum. Elbette anlamıyordum. Ne anlardım ki ben?

"Olabilir," dedim. Buz gibiydi sesim. Adam olana çok bileydi bu ses. "Sonuç olarak artık arkadaş değiliz Jülide."

Gözleri tekrar titrediğinde gözlerimi devirdim. Önce hatalar yapıp sonra da gözlerini doldurması çok komikti. Basit bir hata değildi üstelik. Hatta hata değildi. İstemişti.

"Böyle olacağını düşünmemiştim."

Hep yalan dolan.

"Bir dahaki sefere düşünürsün artık Jülide. Hani Allah sana akıl vermiş ya, onu nasıl kullanacağını öğrenirsin, ona göre hareket edersin. Tamam mı?"

Bu kadar aşağılayıcı ya da kaba olmak istemezdim ama beni mecbur bırakmıştı. Bir damla gözyaşı yanağından süzüldü.

"Para bulmak zorundaydım."

On beş bin liraya gitmişti arkadaşlığımız.

"Yapmak istemedim," diye devam ettiğinde tekrardan omuzlarımı silktim. "Mecbur kaldım."

"Bana bir şey anlatmak zorunda değilsin," deyip kısa bir es verdim. "Çünkü ikna olmayacağım. Mutlaka mantıklı bir nedeni vardır ama ilgilenmiyorum."

Dudaklarımı ıslattığımda başını salladı. Yanımdan geçip gideceği sırada kollarımı çözüp onun kolunu tuttum. Mavi gözleri gözlerime değdi. "Unutmuşum, sana sormak istediğim bir şey vardı."

Jülide'yi bahçedeki çardağın oraya sürüklediğinde Yakut da bizi takip etti. Çardağa onu oturttuktan sonra ellerimi belime dayadım. "Seni nasıl ikna ettiler?"

Bir anda gelip Jülide, Yakut ile yatman gerekiyor, yatarsan sana şu kadar para veririz diyecek halleri yoktu. Gerçi Alyona yapardı. Beni yüz kişiden fazla olan partide hiç çekinmeden vurmuştu. Bunu mu yapamayacaktı?

"Ya da şöyle sorayım, bu işe nasıl bulaştın?"

Gözleri gözlerimden sıyrıldı. Yakut'a değdi. Yan gözle sevgilime baktım. Kulağının ardındaki sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi.

"Anlatamam," dedi.

Sevgilim sigarasını yakıp içine çektiğinde mavilerindeki donukluk kendini belli etmişti. Sevdikleri dışında herkese karşı sert ve donuktu. Sigarayı dudaklarından uzaklaştırdığında Jülide'nin bakışları daha da ısındı.

Siktir gerçekten. Dizilerde herkesin aşık olduğu adam konumundaydı. Tamam aşık olunasıydı, kabul ediyorum ama bana da yazık değil miydi?

"Bana bak," dediğimde irkilerek bana baktı. "Söylemek zorundasın."

Ona doğru eğildim. "Ne olduğu umurumda bile değil."

Yeter yani.

"Paraya ihtiyacım vardı, bir sürü işe başvurdum ama öğrenciyim diye beni almak istemediler. Bir de tecrübe olayı vardı. Oda arkadaşlarımdan biri bana bir şey önerdi. Başta mantıklı bulmadım ama babamı görmeye gittim."

Derin bir nefes aldı. "Çökmüş."

"Napalım," dedi Yakut acımasızca. Jülide kaşlarını çattı. "Kızım sana bir öneri vereyim, bir gün babana gitmek yerine babanın para uğruna öldürdüğü masum çocukların mezarlarına git. O zaman görürsün çökmeyi."

Elindeki sigarayı yere fırlattı. "Hala kendini haklı çıkarma kafasındasın. Haklı değilsin. Hiç haklı olmadın."

Jülide duruşunu düzeltti. Babasına gelen her lafı böyle karşılayacaktı.

"Sen anlamazsın," dedi. "Senin hiç baban olmadı ki."

Donup kaldım. Diyecek kelimelerim boğazımda kaldı.

"Sevmek, sevilmek nedir bilmedin. Ona duyduğun hislere de sevgi, aşk, sevilme dedin o kadar."

Elini saçlarına atıp geriye doğru attığında boynundaki kolyeyi gördüm. Yakut'un bana aldığı kolye. Parmaklarımı kolyeye getirip kendime doğru çektiğimde yüzü de yakınlaşmıştı. "Dediklerine dikkat et, seni kolyemi çalmaktan şikayet ederim. Siciline kadar işler. Benim karanlık tarafımı çıkarma."

Kirpiklerini korkuyla kırpıştırdığında tatmin olmuş bir şekilde gülümsedim. "Şimdi devam et."

Yutkunduğunda ifademi bozmadım.

"Flört uygulamasında hesap açtım. Birkaç fotoğraf yükledim. Orada buldular beni. Teklif verdiler, kabul ettim."

On beş bin çok azdı gerçekten.

"Biliyor musun boynundaki kolyeyi satsaydın daha çok paran olurdu."

Kolyemi onun boynundan kurtardım. Böyle işlere bulaşması beni hala üzüyordu ama kendi tercihiydi.

"Çok istiyordum hem onu. Bu yüzden direkt atladım teklife. Belki biraz daha yukarıya çekerdim ama bir taşla üç kuş vurmak istedim."

Kolyeyi avuçlarıma alıp geri çekildim. "Küpelerimi, yüzüğümü ve bileklerimi de en kısa zamanda geri istiyorum Jülide."

Fark edemeyeceğimi sanması çok saçmaydı. Zengindim ama aptal değildim. Hepsini çok severdim.

"Sattım," dediğinde yüzümü ekşittim. "Babama avukat tuttum."

"Baban asla o delikten çıkamayacak. Otuzdan fazla insanın organlarını çalıp sattı Jülide. Belki tanık koruma ile çıkabilirdi ama baş mafya öleli dört ay oldu. Çıkamaz. Boşuna gururunu ayaklar altına aldın, boşuna çalıp çırptın."

Gözleri yaşlarla dolduğunda ona acımadım.

"Hayal kırıklığını şimdiden görebiliyorum."

Ayağa kalktıktan sonra elini havaya kaldırıp yüzüme çarptığında gülmeye başladım. Başımı çevirip yüzüne baktım bir kez daha. "Bunlardan daha iyisini gördüm ben Jüly."

Ona tokat atabilirdim ama kendini korumasını bilmeyen birine atmazdım. Yanağından makas aldım.

"Bu arada o arkadaşlarına söyle, Yakut bundan daha değerli. Bırak on beş bini, milyonları versen yetmez. Dünyaları vermeniz gerekiyor ve onun dünyası da benim."

***

Odaya aniden dalan Yakut ile birlikte yerimden sıçrasam da soruyu çözmeye devam ettim. En zor konulara gelmiştim ve şu ana kadar harika gidiyordum. "Sen iyice inek oldun," dediğinde ona döndüm. Gözlüğümü burnuma kadar indirip ona üstten bir bakış attım.

"Beğenemedin mi?" diye sorduğumda kollarını göğsünde birleştirdi.

"Yooo, kızım ben seni Osman amca olduğunda da beğenmiştim. Bunu mu beğenmeyeceğim?"

Tiyatro kulübünde erkek rolüne girmek zorunda kalmıştım. Böyle pos bıyıklarım vardı, adı da Osman amcaydı.

"Bilmem," deyip kitabın sayfasını kapadıktan sonra gözlüğümü çıkardım.

"Her neyse şimdi o güzel götünü kaldır, sinemaya gidiyoruz."

"Götüm gerçekten güzel mi?" diye sorduğumda gülmeye başladı.

"Baktıkça bakasım geliyor desem sapık damgası yerim."

Oturduğum sandalyeden kalktım. "Kaldırdım," deyip dolaba yürümeye başladım. "Hangi filme gideceğiz?"

Dolabın kapağını açıp pantolon ve kazak çıkardığımda kapağa yaslandı. "Aslında böyle de gelebilirsin."

Dolabın kapağını kapatıp ona döndüm tamamen. Aslında haklıydı. Sadece alışkanlıktandı.

"Hangi film uygunsa ona gireriz."

"Korku filmi olmasın, sonra korkuyorsun."

Gerçi korkması işime yarardı. Bana sarılıyordu korktuğunda. Ve evet yine ekmek peşindeydim.

"Yooo," dedi. "Korkmuyorum."

Gözlerimi kısmakla yetindiğimde yanağımdan makas aldı.

Evden çıktığımızda bir şey dikkatimi çekmişti. Zümrüt ve abim evde değillerdi. Genelde bu saatte evde olurlardı. "Zümrüt ve abim nerede?"

"Ev bakmaya gittiler."

Başımı sallamakla yetindim. Züzü ve abime o kadar alıştım ki onlardan ayrı kalmak beni biraz bocalatmıştı.

"Dört katlı ev alalım, bir katta biz kalırız, bir katta da onlar. Diğer iki katı da kiraya verip parasını yeriz."

Gülmeye başladığımda arabanın yanına gelmiştik bile. Kapımı açtığında yenilenen koltuğu gördüm. Üzerinde tek bir çizik yoktu, ayrıca yeni kokusu vardı. Kendimi koltuğa bırakıp arkama yaslandım.

***

Araba, Ünal amcanın evinin önünde durduğunda Yakut'a döndüm. Neden buraya geldiğimizi merak ediyordum. Bana film izlemeye gideceğimizi söylemişti. Hatta filmlere bile bakmıştım.

"Neden buraya geldiğimizi sorabilir miyim?"

"Söylemesem olmaz mı?" diye sorduğunda gözlerimi kıstım. Burada neler oluyordu?

"Bir bok mu yedik? Yoksa babamla mı ilgili?"

Bu sefer uslu uslu durmuştuk. Elimi henüz kimseye sürmemiştim. Babam konusuna da gelirsek bir şey olmuş olsaydı sevgilim bana söylerdi. "Hayır."

"Aaa yoksa Beliz bebek mi geldi?"

"Beliz mi?"

"Evet," dedim. Yakut'un uyuduğu bir zaman diliminde bebeğe bakmak istemiştim. Ve bakmıştım da. İsim koyma hakkım yoktu ama koymuştum.

"Öylesine bir isim koydum."

Derin bir nefes aldı. "Beliz henüz hastaneden taburcu olmadı. Kaderi de belli değil."

"Yoksa bana sürpriz mi hazırladın?"

Emniyet kemerimi çıkarıp kapıya uzandım. "Ama üstüm başım hiç güzel değil."

Kapıyı açıp arabadan hızla indim. Pembe eşofman takımımla sürprize gitmeye hazırdım. Yakut da arabadan inip yanıma geldiğinde ona baktım. Her zamanki gibi sportifti. Ünal amcanın arka bahçesini temizleme kombini yapmıştık bence. Başka açıklaması olamazdı.

"Gidelim, sürprizi görmek istiyorum."

Elini cebine soktu, birkaç saniye sonra kırmızı bir bez çıkardığında gülümsedim. Aynı filmlerdeki gibi. Hevesli bir şekilde sırtımı ona döndüm. İpek kumaşı gözüme bağlamaya başladığında nefesini ensemde hissettim.

Beni odalara kapasa keşke.

Kumaşı gözüme bağladıktan sonra kulağımın arkasını öptü. Ardından arkamdan çekilip koluma girdiğinde beni yönlendirmesine izin verdim. O sırada sürprizleri düşünmeye çalıştım. Her düşüncenin sonunda Ünal amca bize kızıyordu. Bu yüzden vazgeçtim.

Uzun bir yolu aştıktan sonra merdivenlerden çıktık. Bir kapının önünde durduğumuzda kapı açıldı. Biri ellerime uzandığında biraz paniklemiştim.

"Merak etme," diyen sevgilimle birlikte rahatladım. Elimi tutan kişiye izin verdim. Kapı ardımdan kapandı. Yürümeye devam ettik. Sonunda biri beni bir yere oturttuğunda elim ipek kumaşa gitti. Kumaşı gözümden çıkardığımda kendimi aynanın karşısına oturtulmuş bir halde buldum.

"Neden buradayım?"

Kadın bana cevap vermedi. Ellerini saçlarıma attı. Karıştırdı. Acaba düğün mü yapıyorduk? Belki de abim ve Züzü evleniyordu.

Olabilir miydi? Söz konusu Züzü ise olabilirdi.

Kuaför olduğunu düşündüğüm kadın saçlarımla uğraşmaya başladığında odaya bakmaya çalıştım. Bir ipucu arıyordum ancak yoktu. Her şeyi gizlemişlerdi ya da hiç var olmamıştı.

Bu yüzden dinlenmeye karar verdim. Ne de olsa işin sonunda öğrenecektim.

Kuaför kadın saçlarımı bitirdikten sonra bıyıklarıma el attı. İple almaya başladığında gözlerim yaşarmıştı. Sonunda bıyıklarıma da veda ettiğimde dudak üstüme bir şeyler sürüp geri çekildi.

Sonra başka bir kadın geldi yanıma. Elinde tuttuğu makyaj çantasının içinden malzemeleri çıkardığında saçlarıma bakmaya devam ediyordum. Ön tutamlarımı kıvırmışlardı. Güzel durduğunu söyleyebilirdim. Abartılı değildi. Damadın kız kardeşi saçı değildi.

Makyöz yüzüme sürdüğüm kapatıcıyı sildi. Morluğum kendini ele verdiğinde başka bir kadın daha geldi. Elinde tırnaklar için kullanılan malzemeler vardı. Çok garipti. Yoksa düğünü olan ben miydim? Bunun için erken değil miydi? Daha on sekiz Aralık olmamıştı. Kadın küçük tabureye oturup elimi kendine doğru çektiğinde ona izin verdim.

Makyöz kadın bir sürü malzemeyi önümdeki makyaj masasına yığdı. Hepsini kullanmaya başladığında tırnaklarım özel suyun içinde beklemeye başladı. En son bu kadar bakım yaptırdığımda babamın defilesine katılmıştım. Modellerden biri de ben olmuştum.

Hellivan ailesinin yükselen yıldızı diye manşet atılmıştı. Yıldız olmuştum ancak yükselememiştim.

Makyöz kadın işini bitirdiğinde son olarak pembe tonlarda ruju dudaklarıma sürdü. Geri çekildiğinde kendime bir kez daha baktım. Güzel olmuştum. Günler sonra ilk defa bakımlı duruyordum. Hatta kadınlardan utanmasam kendimi iltifata boğardım.

Tırnaklarımla uğraşan kadında doğrulduğunda tırnaklarıma baktım. Toprak tonlarında oje sürülmüştü ve tırnaklarım çok sağlıklı duruyordu. Tamam, önceden de kötü değildi ama farklıydı. Buna alışabilirdim.

"Sırada elbiseniz var Suna Hanım. Yardım ister misiniz?"

Nereden geldiğini bilmediğim dördüncü kadın elbise kılıfıyla odada belirdiğinde irkilerek ona döndüm. Çok fazla izlememiştim ama bir zamanlar televizyonda oynayan dini dizideki beyazlı adam gibi belirmişti kadın.

Puftan dikkatli bir şekilde kalktığımda kadın kılıfın fermuarını indirdi. Görüş alanıma giren pembe elbiseyle birlikte dumura uğradım. E bu benim Jülide ile birlikte aldığım nişan elbiseydi.

Jeton anında düştü.

Nişanlanıyordum.

***

Bir kez daha kendime baktım tam anlamıyla. Düşündüğümün aksine karnımdaki pansuman gözükmüyordu. Ellerimi belime koydum. Yan döndüm. Yan profilimden kendime baktım. Ellerimi belimden elbisenin eteklerine getirip açtım. Pembe elbisenin tül etekleri havaya kalkarken gülümsedim. Fotoğraflar için bir alıştırma olarak düşünebilirdim bunu. Sonuçta hiçbir kız fotoğrafta kötü çıkmak istemezdi.

"Tü tü maşallah, analar neler doğuruyor be yavrum."

Yansımama öpücük attığında kapı çaldı. Duruşumu düzeltip kapıya doğru yürümeye başladım. Her adımda sanki ince buzun üstünde yürüyormuşum gibi hissediyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Kapının önünde durdum. Kapıyı açtığımda abim ile karşılaştım.

Bana baktı uzun uzun. "Çok güzel olmuşsun," dediğinde sesi biraz paslı çıkmıştı. Nişanda böyleyse düğünde kim bilir nasıl olacaktı. Hayal etmek istemiyordum. Görmek istiyordum. Bu yüzden gülümsedim.

"Sen de çok yakışıklısın, yoksa çift nişan mı yapıyoruz?"

Artık bir adım atın diye çığlık atacaktım. Kırk yılda bir gerçek ship yapmıştım, onlarda evlenmek dışında her şeyi yapmışlardı. Mesela bebekler.

"Hayır," dediğinde dilimi çıkardım ona.

"Dua et," dedi. "Nişanın. Nişanın olmasaydı o güzel saçlarını dağıtırdım. Samara olurdun."

Kolunu büktükten sonra bana uzattı. Koluna girdim. Odadan çıkarken gözüm Züzü ve Yakut'u arıyordu. "Bahçedeler."

Merdivenlerden inmeye başladığımızda kameraman ve fotoğrafçı gördüm. Kendimi ünlü biriymiş gibi hissederken gülüşümü tebessüme döndürdüm. Utanmasam kraliçe gibi el sallayacaktım.

Bahçeye çıktığımızda sevgilimi gördüm. Abim kolumdan çıktıktan sonra yanağımdan makas alıp kenara çekildi. Yakut bana doğru yürümeye başladığında alkışları duyabiliyordum. Bakışlarımı sevgilimden ayırdım. Etrafıma ilk kez baktım. Çok fazla kişi yoktu. Abim, Züzü, Ünal amca, Belgin teyzem, Deha, Lider abi, Mine abla, Yakut'un okuldan arkadaşları ve bir de Helin vardı. Birkaç kişi daha vardı ama onları tanımıyordum.

Onun burada ne işi var diye sormayacaktım. Umurumda değildi. Sevgilim karşıma geldiğinde gözlerimi bizimkilerden alıp ona baktım. Beyaz bir takım giymişti. Çok yakışıklıydı.

"Bu kadar yakışıklı olman haksızlık," dediğimde uzattığı elini tuttum. Beni pist olduğunu düşündüğüm tarafa çektiğinde bahçeye baktım. Süslenmişti. Asılan bir sürü renkli fener vardı. Havuzun üzeri bile süslenmişti.

"Senin de bu kadar güzel olman haksızlık."

Elimi omzuna koyduğumda elini belime koydu. Parmakları belime dokunduğunda kalbimin atışı daha da hızlandı.

"Nişan yapmayız sanıyordum, özellikle son konuşmamızdan sonra."

Dönmeye başladığımızda gözlerimin içine baktı. "Seni kandırmam gerekiyordu."

"Bu sefer bir şey demeyeceğim," dedim. Hoşuma gitmişti. Anidendi ama güzeldi. Gülümsedi.

"Bu kadar kalabalık olmayız sanıyordum."

"Altınlar için çağırdım onları."

Yüzümü göğsüne yasladım. "Dört buçuk kilo altın takalarsa beni omzuna alıp kaçırır mısın?"

Aşiret değildik ama olsun. Kıkırdadı.

"Öyle bir atarım ki gören seni kaçırdım diye polise haber verir."

Kahkaha attım. "Nişanda hazır polis var zaten."

Yutkunur gibi olduğunda yüzümü göğsünden ayırdım. Hala da çekiniyordu Lider abiden.

"Merak etme," dedim. "Seni tutuklamasına izin vermem."

Dudaklarıma baktı. "Ne yaparsın?"

"Karşısına dikilirim, o sırada sen kaçarsın."

"Ama ben seni de istiyorum."

Bana doğru eğildi, dudakları dudaklarıma değdiğinde şarkı bitmişti. Küçük bir öpücük çaldı benden. Geri çekildi.

"Şimdilik bununla yetinelim," dedim. "Daha sonra arka odaya geçeriz."

Sunacan Yaman.

Dudaklarını ıslattığında ellerini belimden ayırdı. Pistten uzaklaşıp misafirlerimizin yanına geçtik. Belgin teyzeye sarıldığımda Yakut da Ünal amcanın elini öpüyordu. Çok garipti. Babamız gibi olmuştu. Aylar önce Ünal amca, hepinizin babası gibi olacak deseler asla inanmazdım. Hatta bundan nefret ederdim.

Belgin teyzeden ayrılıp Ünal amcanın geçtim. "Çok güzel olmuşsun," dediğinde utanmıştım. Kollarımı ona sardım. "Çok teşekkür ederim," dedim. "Yanımızda olduğunuz için çok şanslıyız."

Geri çekildiğimde gülümsedi. "Her zaman yanınızdayım."

Deha'nın yanına gittiğimde elimden tutup beni kendi etrafımda döndürdü. "Fena değil," dediğinde gözlerimi kaldırdım.

"Fena değil mi? Sensin fena değil."

Nişan kızına bu denir miydi?

"Tüm ışıkları üzerime çektiğim için beni kıskandın değil mi?"

Ona dilimi çıkardığımda ellerini ceplerine koydu. "Çok ayıp, nişan yüzükleri bendeydi üstelik. Elim uğurlu diye ben kesecektim kurdeleyi."

Kirpiklerimi kırpıştırdığımda elinin tekini cebinden çıkardı. Yanağımdan makas aldı. "Şaka kız, gül diye."

Elini ittirdim hızla. "Sana yazıklar olsun derdim ama sen ona da bir cevap bulursun."

Diğer elini de cebinden çıkardığında yüzük kutusunu gördüm. Gerçekten de yüzükler ondaydı. Gollum olmama şu kadar kalmıştı. Kıymetlimiss... Yüzüğümüsss.

Neyse. Sakinim.

"Çok kötüsün."

Cümlem üzerine bana reverans yaptı. "Her zaman leydim. Her zaman."

Bu hareketine karşın kıkırdadığımda Helin'in gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Ne kadar negatif bir kadındı bu. Abim bile yanında pozitif kalıyordu resmen.

Helin'e doğru adımlamaya başladım. Ona doğru ilerlerken birçok kişiyle selamlaşmıştım. Hatta Lider ve Mine abla ile kısa bir sohbete bile girişmiştim. Helin'in yanına geldiğimde şarabından bir yudum aldı.

"Beni tebrik etmeyecek misin?"

Bardağı dudaklarından çekti. "Tebrikler. Erkenden kocaya gidiyorsun."

Gözlerimi devirdim. "İyi içmeler."

Öylesine uğramıştı. Arkamı döndüm. Helin beni durdurur sandım ama durdurmadı. Garsonun tepsisinden bir kadeh aldığımda müzik açıldı. Arapçaya benzeyen bir şarkı başladığında gözlerimi kocaman açtım. Daha sosyetik bir şey bekliyordum. Birkaç saniye sonra dansöz gördüğümde bardağı masanın üstüne koydum. Yok artık.

Yakut arkadaşlarına bakarken kadın dans etmeye başladı. Elbisemin eteklerini toplayıp kadının yanına gittim. Tüm nefesler tutuldu bir anlığına. Kadının karşısında dans etmeye başladığımda nefeslerini verdiler. O kadar tutulmuştu, napalım kadını sokağa mı atalım?

Kadın bana doğru göğsünü öne uzattığında ince beline bakıp kıvırmaya çalıştım. Ellerini saçlarına attığında geriye doğru eğildim. Alnımda hissettiğim parayla birlikte elimi alnıma yasladım. Paraya dokundum. Doğrulup dansözün göğsüne parayı yapıştırdım.

Tekrar kıvırdığımda sevgilimi hemen arkamda hissettim. Ona baktığımda ceketini çıkarıp beline bağladığını gördüm. Tam bir düğün insanıydı. Komik hareketlerle dans ederken paralar havada yağıyordu. Kendi etrafımda döndüm. Paralar kar taneleri gibiydi. Tekrar sevgilime döndüğümde göğsüne sıkıştırılan paraları gördüm. Hayda.

Karşısına geçip oynamaya başladığımda bana yaklaştı. Benim aksime çok da güzel kıvırıyordu. Hatta utanmasa twerk bile yapardı. Göğsündeki parayı alıp kendi alnıma yapıştırdım. Oryantel şarkı değişip miskete döndüğünde Yakut da modunu hemen değiştirdi. Anında Ankara bebesi olduğunda gülmeye başladım.

Hem komik hem de hayret vericiydi.

Onu taklit etmeye çalıştım. Paralar tekrar yağarken öne doğru eğildi. "Yaktın beni sarışın bomba," diye adamla birlikte bağırdığında gülmeme engel olamıyordum. Her sarışın bomba dendiğinde sesi yükseliyordu.

Ayaklarım acımaya başladığında kenara çekildim. Çok fazla terlemiştim. Masanın üstüne koyduğum şarap kadehini elime alıp dudaklarıma götürdüm. Koca bir yudum aldığımda Yakut da yanıma gelmişti. Terlemişti.

Beline bağladığı beyaz ceketini çözdüktsn sonra giydiğinda yüzükleri takacağımızı anladım. "Hiç bu kadar eğlenmemiştim," dedim etrafıma bakınırken.

"İtiraf etmeliyim ki böyle bir şey beklemiyordum."

"İşin içinde ben varsam her şeyi bekle. Boşuna bana şeytan tüyün var demiyorlar yavrum."

Nerde yedin paraları çalmaya devam ederken yüzüne baktım. Mendil ile yüzünü siliyordu. Gerçekten de Yakut da değişik bir enerji vardı. Soğuk davransa da seviliyordu.

Müzik kesildiğinde mendili kenara bıraktı. Elini bana uzattığında elimi eline verdim. Parmakları avucumu okşadı.

Yavaş adımlarla Deha'nın yanıma geldiğimizde her ikimize baktı. Siyaha yakın gözlerinde hoş bir parıltı vardı. Bizim adımıza mutluydu diyebilirdim. Yüzük kutusunun kapağını açıp yüzükleri çıkardığında derin bir nefes aldı.

Kırmızı kurdele bağlanmış yüzükler parmaklarımıza takıldığında eğilip ellerimize baktım.

Günler önce neden nişan yaptığımızı sorgulamıştım. Kız isteme babında yaptığımız zaman yüzük takmıştık. Gereksiz gelmişti ama şimdi bakınca hiç de gereksiz değildi. "Makas kesmiyor," diyen Deha ile birlikte kendime geldim.

"Ama sen zenginsin," diyen Yakut'un sesi hayret doluydu. Deha omuzlarını silkti. Yakut dudaklarını büküp elini cebine attı, cebinden para çıkarıp Deha'nın yakasına koyduğunda Deha ona bakıp güldü.

"Tekrar deneyelim."

Makas tekrar kesmiyormuş gibi olduğunda sevgilim nefesini dışarıya üfledi. Ardından elini cebine bir kez daha atıp birkaç yüzlük daha çıkardı. Deha'nın yakasına iliştirdi. Deha Yakut'a baktı. "Biz kalabalık bir aileyiz Yakut. Eğer kızımızı nişan süresi içinde üzersen biz de seni üzeriz."

Eyvallah.

Sonra bana döndü. "Yakut bizim ailemizden. Eğer nişan süresince onu üzecek bir şey yaparsan seni de üzeriz. Bu yüzden birbirinizi üzmeyin."

Makası kurdeleye değdirdi. Kestiğinde sevgilimle göz göze geldim bir kez daha. Dudaklarını kıvırdı.

"Nişanlını öpebilirsin."

Tekrardan eyvallah.

Sevgilim ellerini yüzüne koyduğunda yüzüğün soğuğunu hissettim. Bana doğru eğildiğinde alkış seslerini duyamaz oldum. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

***

Bizimkilerin nişan kıyafetleri. (Yakut biraz sade ama erkek işte kslsşsşe)

Suna'nın elleri.

Suna'nın kardeşleri (Harita yapmaya çalıştım ama olmadı kslslel bu yüzden direkt yazıyorum)

Hazar ve Helin - Hazal ve Ünal Bey'den.
Alyona - Nikolay Ufuk ve Sofya.
Baran ve Ayşegül - Hazal'ın ikinci evliliğinden.




























































































Continue Reading

You'll Also Like

İHTİLAL By Fatma Demir

Mystery / Thriller

802K 28K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...
PUS (+18) By Siriustaki•°

Mystery / Thriller

12K 470 40
Sıradan bir hayat ve gizem dolu bir adam. Yalanlar ve suçlarla dolu bir dünya. Pus adlı bir ekip. Onlara sonradan dahil olan ve hayatının dönüm nokta...
Takıntılı Katil/ By Aygül

Mystery / Thriller

6.7K 312 19
Takıntılı bir katil onun peşindeyken peki o ne yapacaktı? "Bir iki üç kurtulması güç" "Dört beş altı oyun sona çattı "
244K 8.3K 33
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...