No : 26 (İki Kitap)

By beyzaalkoc

16.2M 926K 1.8M

Mine internet üzerinden Yeşil Küpeli Kız takma ismiyle magazin haberleri yaparak milyonlarca takipçiye ulaşmı... More

Giriş Bölümü
Başrol Tanıtımı ve Alıntılar
1.Bölüm : Daire 7.
2.Bölüm : Hayal Et.
3.Bölüm : Merhaba Ruhum.
4.Bölüm : 3652 Günbatımı.
5.Bölüm : Kayıp Şehir.
6.Bölüm : Bir Şeyler.
7.Bölüm : Yeşil Küpeler.
8.Bölüm : Arkadaş.
9.Bölüm : Ece.
10.Bölüm : Kırmızı Bisikletli Çocuk.
11.Bölüm : Müzik Kutusu
12. 13. ve 14.Bölümler
15.Bölüm : 10 Eylül.
16.Bölüm : Dans Edelim Mi?
17.Bölüm : Sana Sürüklenmemeliydim.
18.Bölüm : Dünyanın Tanımı.
19.Bölüm : No. 26
20.Bölüm : Ağlatan Müzikler.
21.Bölüm. : Beş Sokak Ötemde.
22.Bölüm : Başardık mı?
23.Bölüm : Gök Kuşu.
24.Bölüm : Efe'nin Notaları.
25.Bölüm : Rengarenk Acılar.
26.Bölüm : Görünmez.
27. ve 28. Bölümler
29. Bölüm : Gözlerini Kapat.
30.Bölüm : Çiçek Dürbünü.
31 ve 32.Bölümler.
33.Bölüm : Neon Yansımalar.
34.Bölüm : Uyu Bebeğim.
35.Bölüm : Efe ve Mine'nin Devri.
36.Bölüm : Ruhun Sancısı.
37.Bölüm : Bataklık Çiçekleri.
38.Bölüm (FİNAL) : Dünyanın En Güzel İsmi.
DAİRE 7 - 1.Bölüm : Dört Duvar
Daire 7 - 2.Bölüm : Kırgın Şehir.
Daire 7 - 3.Bölüm : Dumanları Dağıtmak.
Daire 7 - 4.Bölüm : İki Cümle, Bir Ev.
Daire 7 - 5.Bölüm : Dört Duvar Arasında.
Daire 7 - 6.Bölüm : Misafir.
Daire 7 - 7.Bölüm : Beyaz Bulut.
Daire 7 - 8 ve 9.Bölümler
Daire 7 - 10.Bölüm : Boş Sandalye.
Daire 7 - 11.Bölüm : İlk Kar.
Daire 7 - 12.Bölüm : Kül Bataklığı.
Daire 7 - 13.Bölüm : Çiçek Mezarlığı.
Daire 7 - 14.Bölüm : Bataklığın Çamuru.
Daire 7 - 16.Bölüm : İki Kişilik Masa.
Daire 7 - 17.Bölüm : Sıfır Noktası.
Daire 7 - 18.Bölüm : Hatırasız Duvarlar.
Daire 7 - 19.Bölüm : Terk Edilmiş Çiçek.
Daire 7 - 20.Bölüm : Mavi. (FİNAL)

Daire 7 - 15.Bölüm : Külden Saçlar.

84.3K 6.4K 7.1K
By beyzaalkoc

Merhaba canımın en içleri, nasılsınııız? 

Dünki bölüme yazdığınız yorumlar ve mesajlar için çok teşekkür ederim, bölüm müziğini açmayı unutmayın, buraya ekliyorum.
İyi okumalar dilerim. <3 


Bölüm müziği :


Tekrar iyi okumalar dilerim. :)





15.Bölüm : Külden Saçlar.
*Kendi gözlerime baktığımda kendimin bile bana kırgın olduğunu hissettim.*

-

"Sayın yolcularımız kaptanınız konuşuyor... Yaklaşık beş dakika sonra uçuşumuz için motorlarımızı çalıştıracağız. Yolculuğumuz planlanan şekilde gerçekleşirse bir saat on dakika sonra Ankara'da olacağız. Bulunduğumuz yerde hava hafif rüzgarlı, kalkış esnasında türbülans yaşama ihtimalimiz olabilir, şimdiden iyi yolculuklar dilerim."

Oturduğum koltuğun camından dışarıya bakıyordum. Elimde telefonum, aklım yalnızca Efe'deydi. Artık dikkatimi dağıtamıyordum, artık düşüncelerimi başka yöne çekemiyordum. Yanımda oturan kadın ve üç-dört yaşlarındaki kızının konuşmaları ise benim için bütün yolculuk boyunca eziyet olacaktı, biliyordum...

"Anne bak, babama yaptım..." Kız elindeki resmi annesine gösterirken ben can havliyle çantamın içinde olmasını umduğum kulaklıklarımı arıyordum.

"Çok güzel olmuş anneciğim, inince babana da gösterirsin."

"Bu gece beni babam uyutabilir mi anne? Onu çok özledim."

"Tabi ki bebeğim."

Nihayet kulaklılarımı bulup taktığımda ellerim titriyordu. Yanı başımda mutlu bir aile tablosu görmeye tahammül edebilecek durumda değildim. Titreyen ellerimle hızla bir müzik açtım. Dünyayı susturmak için kulaklıklarıma sığındım.

Uçak kalkışa geçtiği sırada küçük kızın korktuğunu ve annesine sıkı sıkı sarıldığını görebiliyordum. Gözlerimi kapattım. Dünyayı görmemek için göz kapaklarıma sığındım. Kaçıp kendi sığınaklarımda saklanmaya çalışacak kadar korkuyordum dünyadan. Ondan ve onun benden aldıklarından, benden aldıklarını karşıma çıkarmasından, hatıralarımdan ve acılarımdan...

Artık İstanbul'da değildim. Gökyüzünün bir noktasında, bambaşka bir gezegenden bakınca düşer gibi görünen ama dünyadan yükselen bir uçağın içindeydim. Yanıma yalnızca birkaç eşya almıştım ama hafızam tıka basa doluydu, en kötüsü de buydu. Gözlerimi açıp camdan dışarı baktığımda gecenin karanlığında parlayan yıldızları gördüm. Yıldızlar bile bana Efe'yi hatırlattı. Gözlerimi bir kez daha kapattım ve en doğrusunun uyumak olacağına inandım. Rüyalarımda ondan ne kadar kaçabilirdim bilmiyordum ama en azından yaşadığım üzüntü bu kadar bilinçli olmayacaktı. Gözlerimi kapattım ve rüya görmemeyi dileyerek huzursuz bir uykuya daldım.

"Pardon, hanımefendi, pardon..." Koluma dokunan bir el ile gözlerimi açtığımda uçağın tüm ışıklarının yandığını gördüm. Korkuyla irkilip yanıma baktım ve yanımdaki kadın yolcunun bana baktığını fark ettim. Gülümsüyordu. Uzanıp kulaklığımı çıkardım ve ona döndüm.

"Uyuyordunuz." dedi gülümseyerek, "Uçak indi. Haber vermek istedim." Başımı salladım.

"Teşekkür ederim." dedim.

"Yoksa senin bebeğin mi var? Ben geceleri annemi uyutmayınca annem her yerde uyuyor!" Küçük kız bana bakıp gülerek konuştuğunda uyku sersemliğiyle ne diyeceğimi bilemedim.

"Şey..." dedim, "Benim bebeğim yok."

"Tüm yetişkinlerin bebeği olduğunu sanıyor da. Kusura bakmayın." Annesi kızı için gülümseyerek ufak bir açıklama yaptıktan sonra ayağa kalktı, "Size iyi geceler. Gel Yağmur. Elimi tut anneciğim."

"Size de iyi geceler. Tekrar teşekkür ederim."

Kadın ve kızı yanımdan kalkıp gittikten sonra önüme döndüm ve hızla toparlandım. Kulaklıklarımı çantama attım ve ayağa kalkıp bagaj bölümündeki valizimi almak için uzandım. Valizim o kadar geriye gitmişti ki onu alabilmek için koltuğa filan çıkmam gerekirdi. Çaresizce etrafımda toparlanan insanlara bakarken bir ses duydum.

"Yardım etmemi ister misiniz?" Başımı sola çevirdiğimde bir seksen boylarında bir adamın yanı başımda durduğunu gördüm.

"Sevinirim." diye mırıldandım.

Adam uzanıp valizimi aldı ve önüme bıraktı.

"Teşekkür ederim." diyerek valizimi aldığım gibi hiç beklemeden ilerledim.

Uçaktan ve daha sonrasında havalimanından çıktıktan sonra Ankara'nın keskin soğuğuyla karşılandığımda her şeyin çok daha net bir şekilde farkına vardım. Bambaşka bir şehirdeydim. Efe'den yüzlerce kilometre uzakta ve tek başımaydım. Efe'nin ise her şeyden habersiz uyuyor olduğunu bilmek bana delirecek gibi hissettiriyordu.

"Taksi lazım mı abla?" Taksicilerden birinin bana seslendiğini duydum. Ona döndüm ama nereye gideceğimi bile bilmeden nasıl taksiye binebilirdim. Yine de bir yerlere gitmek zorundaydım, değil mi?

Elimde valizimle taksiye doğru yürüdüm. Taksici valizimi alıp bagaja yerleştirirken ben arka koltuğa geçtim ve telefonumu açıp gidebileceğim otellere baktım.

"Nereye gidiyoruz abla?" Taksici kendi koltuğuna geçip bana döndüğünde hala nereye gideceğimi biliyor değildim.

"Merkeze gideceğim. Yaklaşınca tam adresi veririm." diye mırıldandım.

Birkaç dakika içerisinde kendime merkezde bir otel bulup üç günlük rezervasyon yaptım. Sonrasını bilmiyordum ama şimdilik kendimi bir otel odasına atmaya, sessizliğe ve uyumaya ihtiyacım olduğunu biliyordum.

"Şuraya gideceğiz..." diyerek telefonumu taksiciye uzattım. Taksici telefonumu alıp ekrana baktı ve başını sallayıp telefonumu bana geri uzattı.

"Yolu biliyorum abla, adrese gerek yok. Yirmi dakikaya oradayız."

Söylediği gibi de oldu. Tam yirmi dakika sonra otelin önündeydik. Ödememi yapıp taksiden indikten sonra artık ayakta durmakta zorlanacak kadar yorgun hissediyordum. Otele girip oda kartımı aldım ve yorgunluğun üzerimde yarattığı bilinçsizlik hissiyle odama çıktım. Odanın kapısını nasıl açtım, yatağa nasıl uzandım hatırlamıyordum bile... Tek hatırladığım kendimi bir anda yatakta bulduğum, tepemdeki beyaz duvarı izlediğim ve kapanmaya çalışan göz kapaklarıma daha fazla karşı koyamadığımdı...

Gözlerimi telefonumun tanıdık zil sesi ile açtığımda beni siyah perdelerin arasından sızan gün ışıklarının ve siyah perdelerin oluşturduğu karanlığın zıtlığı karşıladı. Başımdaki gerginlik ağrısıyla doğrulduğumda telefonumun nerede olduğunu bilmiyordum ama sesin çantamdan geldiğini tahmin ediyordum. Yere doğru uzanıp yerde bıraktığım çantamı açtım ve telefonumu aldım. Ekranda gördüğüm isim elbette ki onun ismiydi. İsmini görmek beni şaşırtmasa da kalbimin korkuyla hızlanmasına sebep olmuştu. Şimdi ne yapacaktım? Açacak mıydım? Beni aramayacağını mı sanmıştım?

Elbette ki açacaksın Mine! Efe bunları hak etmiyor!

Efe mutlu olmayı hak ediyor ve biz bu yüzden gittik, İç Ses.

Telefonumu sessize alıp yatağa bıraktım. Hüzünle telefonumun yanına uzandım ve aramanın sonlanmasını izledim. Arama sonlandı ve Efe bir daha aradı, bir daha ve bir daha... Beni bir yandan arıyor, bir yandan bana mesaj yazıyordu. Nasıl hissettiğini tahmin edebiliyordum ama ileride bir gün onu kendimden kurtardığım için bana teşekkür edecekti, biliyordum.

Buna gerçekten inanıyor musun Mine? Özür dilerim ama salak mısın sen?

Sus artık İç Ses, lütfen sen de sus!

Telefonumu öfkeyle kapattım. İçinde bulunduğum şey artık bir depresyon bile değildi, ben içsel bir kaosun içindeydim. Bu bunalım değildi, bu boğulmaktı. Ben boğuluyordum ve bunu tek başıma yaşamak zorundaydım. Kimseyi kendimle birlikte o bataklığa sürükleyemez, benimle birlikte boğulmaya zorlayamazdım.

Yatakta öylece uzanıyordum. Telefonum kapalıydı. Acıkmıştım.

Acaba Efe de acıkmış mıydı?

Yataktan kalkıp telefonumu şarja taktım. Kol çantamı ayağımla itip duvara doğru sürükledim ve ortadan kaldırdım. Tuvalete girdikten ve üzerimi değiştirdikten sonra montumu giyip telefonumu almadan odadan çıktım. Tek isteğim bir şeyler atıştırıp odaya geri dönmek ve uyumaktı. Bana kalsa hiçbir şey yemezdim ama o kadar açtım ki bu kadar açken uyumam bile imkansızdı.

"Pardon, kahvaltı servisiniz kaçıncı katta acaba?"

"En üst katta efendim. Asansörde 'teras' yazan tuşa basacaksınız. Afiyet olsun."

"Teşekkür ederim."

Koridorda karşılaştığım görevliden bilgi aldıktan sonra asansöre bindim. Terasa çıktım ve kendime açık büfeden birkaç şey atıştırmak için boş bir tabak aldım. Kahvaltı alanının üzeri kapalı ama yanları açıktı, dışarıda atıştıran yağmur damlaları çatıya vuruyor ve sadece çıkardıkları ses ile bile ürpermeme sebep oluyorlardı.

Tabağıma birkaç şey aldıktan sonra masalardan birine geçtim. Etraftaki kalabalık masaların, sohbet eden insanların üzerinde göz gezdirdikten sonra önümdeki tabağa döndüm. Bir dilim ekmek, biraz peynir, birkaç parça domates... Canım başka hiçbir şey istememişti.

"Günaydın efendim, çay, kahve ya da meyve suyu alır mısınız?" Güler yüzlü bir kadın çalışan yanı başımda durdu. Başımı kaldırıp boş gözlerle ona baktım.

"Hayır," dedim, "Teşekkür ederim."

Herkes güzelce kahvaltılarını yapıp, çay ve kahve eşliğinde sohbet ederken ben bitkisel hayattan çıkıp gelmiş ve kendimi temel ihtiyaçlarım karşılansın diye burada bulmuş gibiydim.

Sadece on dakika içinde tabağımdakileri bitirip odama döndüm. Telefonuma hiç bakmadım. Yatağa geçmeden önce odamın şehre yukarıdan bakan penceresinin önüne geçtim. Şehrin havası bugün öyle kasvetliydi ki bu kasvet benim peşimi bırakmıyor gibiydi. Hava yağmurlu ve griydi. O an kafamın içinde Efe ile çok önce yaptığım bir konuşma canlandı.

"Söylesene, bu dumanlar beni ne zaman bırakıp gider Efe?"

"Hiçbir zaman. Belki de dumanlarla yaşamayı öğrenmeliyiz."

Yutkundum. Elimi önümdeki pencerenin buğulu camına koydum ve ürperdiğimi hissettim.

"Dumanlar beni bırakıp gitmiyor Efe," diye fısıldadım kendi kendime, "Onlarla yaşamayı öğrenmek nefessiz kalmak demek ve ben boğuluyorum..."

Elimi pencereden çekip yatağa geçtim. Yorganın altına girdim ve yanımda duran yastığı kendime çekip ona sarıldım. Yastığa öyle sıkı sarıldım ki onu kaybettiğim herkesin ve her şeyin yerine koydum sanki. Gözyaşlarım sessizce ve yavaşça yanaklarıma akarken hiç kıpırdamadım, yalnızca uyuyakalmayı bekledim...

Gözlerimi ikinci kez açtığımda beni bu sefer odanın zifiri karanlığı karşıladı. Koridordan gelen insan seslerine uyanmış olmalıydım. Öksürerek doğruldum ve burnumu çektim. Elimi bilinçsizce alnıma götürdüm, ateşim varmış gibi hissediyordum ama bunu kendi elimle anlamam mümkün değildi. Öksürerek kalktım ve banyoya ilerledim. Banyo duvarında asılı duran nem ölçerin köşesinde yazan saate baktığımda saatin 20.06 olduğunu gördüm. Sonra aynada kendime baktım. Hasta görünüyordum.

Yüzüm bembeyazdı, ne zaman bu kadar zayıflamıştım? Gözaltlarım o kadar şişmişti ki kendimi hiç böyle görmemiştim. En dipteydim. Gözlerim aynadaki gözlerimle buluştu. Kendi gözlerime baktığımda kendimin bile bana kırgın olduğunu hissettim.

Bu nereye kadar böyle gidecek Mine, buna ne zaman dur diyeceksin?

"Sus artık sus, sus!"

İç sesime ilk kez içimden değil, kendi sesimle ve bağırarak yanıt vermiştim.

"Sen benim ne yaptığımın bilincinde olduğumu mu sanıyorsun İç Ses? Sen benim iyi olduğumu mu sanıyorsun?" diye bağırdım kendi kendime.

Hala aynaya bakıyordum. Ağlaya ağlaya ve bağıra çağıra kendimle konuşuyordum. Başkalarıyla savaşım bitmişti, savaşım yalnızca kendimleydi.

"Sence ben ne yaptığını bilen birine mi benziyorum İç Ses?" dedim hıçkıra hıçkıra ağlarken, "Ben kendime bunları yapmak ister miydim, söylesene! Kendime bu kadar acı çektirmek, kendime böyle kötü davranmak, kendimi cezalandırmak ister miydim? Kendime bunları yapmak benim seçimim miydi? Bu hale gelmek, bunları hissetmek benim tercihim miydi İç Ses, söylesene! Ben kendime acımıyor muyum sanıyorsun? Ben kendime üzülmüyor muyum, kendime kırılmıyor muyum sanıyorsun? Ben yalnızca iyi değilim... Anlıyor musun? İyi değilim işte. Baksana şu halimize, kendine hem acıyan hem de kendinden nefret eden birine dönüştüm. Hayat beni buna dönüştürdü. Ve ben buna dur diyemiyorum... Dur diyemiyorum işte..."

Titreyen ellerimi ağlayarak ve tahammülsüzce saçlarıma götürdüm. Her şey o kadar sinir bozucu geliyordu ki şu an saçlarımdan bile nefret ediyordum. Sanki gözlerim etrafta bir şeyler arıyordu. Sonra banyo dolabının içinde üzerinde "bakım seti" yazan bir kutu gördüm. Kutuyu açtım ve içindeki kaş alma setini çıkardım. Cımbız ve küçük kaş makası önümde durmuş bana bakarlarken başımı kaldırdım. Saçlarımdaki lastik tokayı çekip saçlarımı açtım. Gözlerim aynadaki gözlerime bakmaya devam ederken uzanıp kaş makasını aldım. Makası saçlarıma doğru götürdüm ve düz mü yamuk mu olduğunu umursamadan, boyuna bile bakmadan her yerinden kestim.

Hem ağladım hem saçlarımı kestim.

Annemin bir kez bile taramadığı, babamın bir kez bile okşamadığı saçlarımı geçmişimi kesip atar gibi kestim. Onları içimdeki karanlık kül dünyasına gönderdim. Gömdüğüm her şeyin üzerine bir de saçlarımı gömdüm.

Elimdeki küçük makası lavaboya bıraktım ve yere dökülen saçlarımı umursamadan aynaya baktım. Yamuk yumuk kesilmiş, omuzlarımın üzerine gelen yeni saçlarıma...

"Merhaba yeni Mine." dedim kendime, "Sen de beni affet."

Vücuduma yapışıp kalan eski saç tellerimden kurtulabilmek için hızlı bir duşa girdim. Öksüre öksüre banyodan çıktım ve üzerimi değiştirdim. Kısa ve yamuk saçlarımı lastik toka ile toplayıp üzerime montumu geçirdim. Gidip akşam yemeği saati bitmeden bir şeyler daha atıştırmalıydım, en azından bir dilim ekmek daha yemeliydim...

Odadan çıkıp nemli saçlarımla asansöre bindim. Bir yandan öksürüyor, bir yandan hapşırıyordum. Terastaki restorana girdikten sonra etrafıma hiç bakmadan kendime boş bir tabak aldım. Onlarca yemeğin arasında kendime yalnızca biraz makarna ve bir bardak su alıp restoranın en tenha köşesindeki masaya oturdum.

"Hoş geldiniz efendim, içecek başka bir şey ister misiniz?" Yanımda beliren garson kadın bana yine gülümsüyordu.

"Su aldım, başka bir şey istemiyorum. Sağ olun." Konuşurken öksürdükten sonra başımı kaldırıp kadına baktığımda ise gülüşünün solduğunu fark ettim.

"Hasta mısınız?" dedi bir anda, "İyi görünmüyorsunuz, size portakal suyu getirmemi ister misiniz? Taze sıkılmış. Çok iyi gelir. Eğer isterseniz en alt katta doktorumuz da var. Tüm gece çalışıyor."

Bu kadın bizi rahat bırakmayacak Mine, İç Ses demişti dersin.

"Teşekkür ederim," dedim, "Bir şey istemiyorum. Belki daha sonra doktorun yanına uğrarım."

"Rica ederim efendim."

Önüme dönüp makarnamı yemeye başladığımda dışarıdan nasıl göründüğümü çok merak ediyordum. Yalnızca hasta mı görünüyordum? Yoksa nasıl bir bunalımın içinde olduğum da göze çarpıyor muydu? Makarnamı yerken o kadar halsiz hissediyordum ki kaşığı tutan elimi kaldırıp ağzıma götürecek halim bile yoktu. Kaşığı tabağın kenarına koydum ve anlık olarak hissettiğim yoğun bir ihtiyaçla başımı masaya koydum. Çevredeki insanlar hakkımda ne düşünüyordu acaba? Otelin restoranında tek başına oturmuş yemek yerken başını masanın üzerine dayayıp uyuklayan biri...

Kalkıp gitmeliydim buradan. Odama gidip yatağıma yatmalıydım ama kalkabilecek halde değildim. Sadece birkaç dakikalığına başımı masada tutup gözlerimi dinlendirirsem kendime gelebileceğime inanıyordum ama bu boş bir inançtan ötesi olmasa gerekti.

"Hanımefendi, pardon..." Aynı kadın garsonun sesini bir kez daha yanı başımda duyduğumda başımı kaldırdım. Bana endişeyle bakıyordu, "İyi misiniz?" diye sordu merak içinde.

"Ben..." dedim, "Soğuk algınlığı... Ve migren..."

"Size doktora kadar eşlik etmemi ister misiniz?" diye sordu endişeyle.

"Hayır," dedim başımı sallayarak, "Aslında ilaçlarım var. İlaç içmeden önce yemek yemem gerekiyor ama o kadar halsiz hissediyorum ki onu bile dinlenmeden yapamıyorum."

"Sizi yemeğinizle birlikte odanıza götüreyim, ister misiniz?"

"Hayır, gerçekten teşekkür ederim." diye mırıldandım, "Ben birkaç lokma daha alıp gideceğim zaten. Bana yalnızca ilaçlarımı içip uyumak iyi gelecektir."

Kadın cevabımdan tatmin olmamıştı. Muhtemelen beni çok genç ve hasta gördüğü için içindeki anne dürtüleri beni yalnız bırakmasına izin vermiyordu. Ya da bu yalnızca çalışma prensibiydi...

"Bakın ben size şu taze sıkılmış portakal suyumuzdan getireyim, içine limon da sıkayım, biraz da zencefil atalım. Yarına hiçbir şeyiniz kalmaz. Olmaz mı?"

Kadının yüzüne isteksizce baktıktan sonra başımı salladım. Kabul etmekten başka çarem yoktu, kadın başka türlü gitmeyecekti.

"Tamam," dedim, "Olur. Teşekkür ederim..."

"Tamamdır, siz bir şeyler yemeye çalışın. Ben hemen geliyorum. İçtikten sonra hiçbir şeyiniz kalmayacak!"

Kadın yanımdan uzaklaşır uzaklaşmaz makarnamdan iki çatal daha aldım. Suyumdan da bir yudum içtim ve başımı tekrar masaya koydum. O kadar hırpalanmıştım ki kendimi resmen dinlene dinlene makarna yiyecek hale getirmiştim. Bu kadar hasta olmamın sebebi hava değişimi miydi yoksa bu kadar hırpalanmam mıydı bilmiyordum. Aylardır kendime bakmayı unutmuştum, tek yaptığım ölmemeye çalışmaktı, bu yaşamak değildi...

Başım masanın üzerinde, gözlerim kapalı bir halde dinlenmeye çalışırken karşımdaki sandalyenin çekildiğini duydum. Masaya bir şey bırakıldı. Gelen az önceki görevli kadın olmalıydı. Başımı yavaş yavaş kaldırıp portakal suyu için teşekkür edecektim ki masaya bırakılan şeyin bir bardak portakal suyu olmadığını gördüm. Masaya bırakılan şey bir telefondu. Onun telefonu...

"Sen..." dedim sessizce, "Burayı nasıl..."

Üzerinde mavi yağmurluğu, içinde siyah boğazlı kazağı vardı. Dalgalı saçları rüzgardan dağılmış ve yağmurdan ıslanmış, gözleri kıpkırmızıydı. Efe Duran burada, tam karşımdaydı.



Yorumlarınız için şimdiden sonsuz teşekkür ederim.^^ 

Bölümlerle ilgili birkaç düzenleme yapmak zorunda olduğum ve hafta sonu imza günüm olduğu için bölümlere Pazartesi günü devam edeceğiz, Pazartesi akşamı 20.00'da yeni bölümle burada görüşmek üzere. Sizi çooooook seviyorum, kendinize çok iyi bakın. <3 

Continue Reading

You'll Also Like

6M 196K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1M 34.1K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
114K 7.1K 22
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
359K 21.9K 44
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...